Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Olmaz ya... tabii... biri insan, biri hayvan Hakkın Sesleri (3.Kitap) Mehmet akif ersoy
Mehmet Akif Ersoy
Bir yığın kundakçıdan yangın görenler milleti


Düz Liseler için sunumu[]

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

İngilizce Tercüme
Osmanlıca
Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehy eder,

Allah'a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış hayırlı bir milletsiniz.

"Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehyeder,Allah'a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için

meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz." (1)

"You command the good of the people and trying to keep them away from evil, That you believe in God, for the good of the people unveiled the most auspicious of a nation. "(1)
örnek osmanlıca مقدمة
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Once upon a time we are also the nation, and how a nation What nationality ever taught to the world!
örnek osmanlıca مقدمة

Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyyetin,

Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin,

İnsanlığın bütün ufukları kapkaranlıkken,

Işık olup fışkırmışız ta karanlığın koynundan;

When there is no light at all the horizons of humanity,
Light and darkness in the bosom of ;
örnek osmanlıca مقدمة

Yarmışız edvar-ı fetretten kalan yeldaları;

Fikr-i ferda doğmadan yağdırmışız ferdaları!

Yarmışız anarşi dönemlerinden kalma en uzun geceleri;

Yarın fikri doğmadan yağdırmışız yarınları!

Split the remaining periods, the longest night of anarchy;
Tomorrow is tomorrow thrown the idea was born!
örnek osmanlıca مقدمة

Öyle ferdalar ki: Kaldırmış serapa alemi;

Dideler bir cavidani fecrin olmuş mahremi.

Öyle yarınlar ki: Alemi baştan başa kaldırmış;

Gözler daimî sabah aydınlığı nedir yakından tanımış.

Tomorrows so that: Humanity completely removed;
What is the enduring light of morning recognized the eyes closely.
örnek osmanlıca مقدمة

Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyaz imiş!

Bak ne ani bir tekamül! Bak ki: Hala mündehiş

Yirmi beş yıl (2), yirmi beş bin yıl kadar bereketli imiş!

Bak ne ânî bir gelişme!

Twenty-five years (2), twenty-five thousand years or so fertile!
Look at what moment of development!
örnek osmanlıca مقدمة

Yad-ı fevka'l-ı i'tiyadından onun tarihler;

Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer,

Bak ki tarihler Onun olağanüstü hatırasından hâlâ şaşkınlığa düşmekteler;
O müthiş ilerlemenin benzerini görmemiş, hem görmez insanlık.
See that the dates His extraordinary memory of astonishment was still falling;
Similar to that seen great progress, and humanity will not see.
örnek osmanlıca مقدمة

Bir taraftan dinimiz, ahlakımız, irfanımız;

Bir taraftan seyfe makrun adlimiz, ihsanımız;

Bir taraftan dinimiz, ahlâkımız, irfanımız;

Bir taraftan kılıçla desteklenen adaletimiz, cömertliğimiz;

On the one hand religion, morality, our culture;
On the one hand supported by the sword our justice, our generosity;
örnek osmanlıca مقدمة

Yükselip akvamı almış fevc fevc ağuşuna;

Hepsi dalmış vahdetin aheng-i cuşu cuşuna,

Yükselip akın akın gelen kavimleri kucaklamış;

Hepsi birliğin coşup giden âhengine dalmış.

Flock to rise from the tribes embraced;
They all lost in the harmony of the union to be successful.
örnek osmanlıca مقدمة

Emr-i bi'l ma'ruf imiş ihvan-ı İslam'ın işi;

Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi.

İyiliğe yöneltmek imiş müslüman kardeşlerin görevi;

Engellermiş, bir kötülük görse, kardeş kardeşi.

Favor direct role Muslim brothers;
When he sees an evil brother the other obstacles,
örnek osmanlıca مقدمة

Kimse haksızlıktan etmezmiş tegafül ihtiyar;

Ferde raci? sadmeden efrad olurmuş lerzedar.

Kimse haksızlığa göz yummayı düşünmezmiş;

Bir kişiye gelen herkesi fertleri sarsarmış.

No one thinks of condone injustice;
Affects the whole community from the evil on eper person.
örnek osmanlıca مقدمة
Biz, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz?

Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz!

Şimdi bir bak biz neyiz; bir de düşün ki ne imişiz?

Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz. (*)

What are we now taking a look, what a dream that?
Religion in the fur coat was the same:putting on reverse turned.
örnek osmanlıca مقدمة

Nehy-i ma´rûf emr-i münkerdir gezen meydanda bak!

En metîn ahlâkımız, yâhud, görüp aldırmamak!

Bak şimdi ortada görünen, iyiliğe engel olmak, kötülüğe yöneltmek

Yahut da en sağlam ahlâkımız:Görüp de görmezlikten gelmek!

Look, now appears in the middle, to prevent goodness, evil aim or the morality of the firm:
For those in the ignore!
örnek osmanlıca مقدمة

Yıktı bin mel´un kalem nâmûsu, bizler uymadık:

"Susmak evlâdır´" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!

Bin mel'un kalem namusu yıktı, bizler uzak durduk;

"Susmak en iyisidir" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!

A thousand of inferiority pen destroyed the honor, we've been talking away;
"Silence is the best" he trailed off ...
You expect we didn’t hear!
örnek osmanlıca مقدمة

Kustu bin murdar ağız şer´in bütün ahkâmına;

Âh, bir ses bâri yükselseydi nefret nâmına!

Kustu yüzlerce pis ağız şeriatın bütün hükümlerine;

Ah, bir ses bari yükselseydi nefret namına!

Hundreds of filthy mouth vomited all the provisions of the Sharia;
Oh, at least a sound heard reporting to hate!
örnek osmanlıca مقدمة

Altı yüz bin can gider; milyonla îmân eksilir;

Kimseler görmez! Gören sersem de Allah´tan bilir!

Altı yüz bin can gider, milyonla iman eksilir;

Kimseler görmez! Gören sersem de Allah'tan bilir!

Six hundred thousand people die, faith decreases by millions; People will not see!
If an one see, he is probably an idiot and supposes it is the destiny.
örnek osmanlıca مقدمة

Sonra, şâyet,sahsının incinse, hattâ, bir tüyü:

Yer yıkılmış zanneder seyr eyleyen gümbürtüyü!

Sonra, şayet kendinin incinse, hattâ, bir tüyü:

Yer yıkılmış zanneder seyreyleyen gümbürtüyü!

Then, if he receive damaged feathers:
Finds at the ruined who heard the fracas!
örnek osmanlıca مقدمة

Kırkın aylıktan biraz, yâhud geciksin vermeyin;

Fodla çiy kalsın, ´pilâv bitmiş" deyin, göstermeyin,

Kırpın aylıktan biraz, yahut geciksin vermeyin;

Ekmek çiğ kalsın, "pilav bitmiş" deyin, göstermeyin,

Months to trim a little, or not delayed;
Keep raw bread, rice, finished, "say, not show,
örnek osmanlıca مقدمة

Fes, külâh, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;

Mi´delerden fışkırır tâ Arş´a aç bir velvele!

Fes, külah, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;

Midelerden fışkırır ta göğe aç bir yaygara!

Fes, cone, cap, provided you look at your turban, hand in hand;
Open to the sky in bloom in the stomach of a fuss!
örnek osmanlıca مقدمة

Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım, hani,

Öyle bir dernekte seyret gel de artık sen beni!

Ortalık alt üst olurken ses çıkarmazdım, hani,

Öyle bir toplantıda seyret gel de artık sen beni!

When it upside down while the sound not made, you know, So now you come to a meeting, watch me!
When it upside down while the sound not made, you know, So now you come to a meeting, watch me!
örnek osmanlıca مقدمة

Göster, Allah'ım, bu millet kurtulur, tek mu'cize:

Bir "utanmak hissi" ver gâib hazînenden bize!

Bu millet kurtulur, Allah'ım, göster bir tek mucize:

Göster de bir "utanma duygusu" ver gizli hazinenden bize!

Get rid of this nation, God, the only miracle of a show:
Show a "sense of shame," Give us the hidden treasure!
örnek osmanlıca مقدمة

Anadolu Liseleri ve İngilizce Eğitim veren Üniversiteler için sunumu[]

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

İngilizce Tercüme
Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehy eder,

Allah'a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış hayırlı bir milletsiniz.

"Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehyeder,Allah'a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için

meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz." (1)

"You command the good of the people and trying to keep them away from evil, That you believe in God, for the good of the people unveiled the most auspicious of a nation. "(1)
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Once upon a time we are also the nation, and how a nation What nationality ever taught to the world!

Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyyetin,

Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin,

İnsanlığın bütün ufukları kapkaranlıkken,

Işık olup fışkırmışız ta karanlığın koynundan;

When there is no light at all the horizons of humanity,
Light and darkness in the bosom of ;

Yarmışız edvar-ı fetretten kalan yeldaları;

Fikr-i ferda doğmadan yağdırmışız ferdaları!

Yarmışız anarşi dönemlerinden kalma en uzun geceleri;

Yarın fikri doğmadan yağdırmışız yarınları!

Split the remaining periods, the longest night of anarchy;
Tomorrow is tomorrow thrown the idea was born!

Öyle ferdalar ki: Kaldırmış serapa alemi;

Dideler bir cavidani fecrin olmuş mahremi.

Öyle yarınlar ki: Alemi baştan başa kaldırmış;

Gözler daimî sabah aydınlığı nedir yakından tanımış.

Tomorrows so that: Humanity completely removed;
What is the enduring light of morning recognized the eyes closely.

Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyaz imiş!

Bak ne ani bir tekamül! Bak ki: Hala mündehiş

Yirmi beş yıl (2), yirmi beş bin yıl kadar bereketli imiş!

Bak ne ânî bir gelişme!

Twenty-five years (2), twenty-five thousand years or so fertile!
Look at what moment of development!

Yad-ı fevka'l-ı i'tiyadından onun tarihler;

Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer,

Bak ki tarihler Onun olağanüstü hatırasından hâlâ şaşkınlığa düşmekteler;
O müthiş ilerlemenin benzerini görmemiş, hem görmez insanlık.
See that the dates His extraordinary memory of astonishment was still falling;
Similar to that seen great progress, and humanity will not see.

Bir taraftan dinimiz, ahlakımız, irfanımız;

Bir taraftan seyfe makrun adlimiz, ihsanımız;

Bir taraftan dinimiz, ahlâkımız, irfanımız;

Bir taraftan kılıçla desteklenen adaletimiz, cömertliğimiz;

On the one hand religion, morality, our culture;
On the one hand supported by the sword our justice, our generosity;

Yükselip akvamı almış fevc fevc ağuşuna;

Hepsi dalmış vahdetin aheng-i cuşu cuşuna,

Yükselip akın akın gelen kavimleri kucaklamış;

Hepsi birliğin coşup giden âhengine dalmış.

Flock to rise from the tribes embraced;
They all lost in the harmony of the union to be successful.

Emr-i bi'l ma'ruf imiş ihvan-ı İslam'ın işi;

Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi.

İyiliğe yöneltmek imiş müslüman kardeşlerin görevi;

Engellermiş, bir kötülük görse, kardeş kardeşi.

Favor direct role Muslim brothers;
When he sees an evil brother the other obstacles,

Kimse haksızlıktan etmezmiş tegafül ihtiyar;

Ferde raci? sadmeden efrad olurmuş lerzedar.

Kimse haksızlığa göz yummayı düşünmezmiş;

Bir kişiye gelen herkesi fertleri sarsarmış.

No one thinks of condone injustice;
Affects the whole community from the evil on eper person.
Biz, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz?

Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz!

Şimdi bir bak biz neyiz; bir de düşün ki ne imişiz?

Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz. (*)

What are we now taking a look, what a dream that?
Religion in the fur coat was the same:putting on reverse turned.

Nehy-i ma´rûf emr-i münkerdir gezen meydanda bak!

En metîn ahlâkımız, yâhud, görüp aldırmamak!

Bak şimdi ortada görünen, iyiliğe engel olmak, kötülüğe yöneltmek

Yahut da en sağlam ahlâkımız:Görüp de görmezlikten gelmek!

Look, now appears in the middle, to prevent goodness, evil aim or the morality of the firm:
For those in the ignore!

Yıktı bin mel´un kalem nâmûsu, bizler uymadık:

"Susmak evlâdır´" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!

Bin mel'un kalem namusu yıktı, bizler uzak durduk;

"Susmak en iyisidir" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!

A thousand of inferiority pen destroyed the honor, we've been talking away;
"Silence is the best" he trailed off ...
You expect we didn’t hear!

Kustu bin murdar ağız şer´in bütün ahkâmına;

Âh, bir ses bâri yükselseydi nefret nâmına!

Kustu yüzlerce pis ağız şeriatın bütün hükümlerine;

Ah, bir ses bari yükselseydi nefret namına!

Hundreds of filthy mouth vomited all the provisions of the Sharia;
Oh, at least a sound heard reporting to hate!

Altı yüz bin can gider; milyonla îmân eksilir;

Kimseler görmez! Gören sersem de Allah´tan bilir!

Altı yüz bin can gider, milyonla iman eksilir;

Kimseler görmez! Gören sersem de Allah'tan bilir!

Six hundred thousand lives go, faith decreases million; People will not see!
Thinks that it is destiny that saw idiot!

Sonra, şâyet,sahsının incinse, hattâ, bir tüyü:

Yer yıkılmış zanneder seyr eyleyen gümbürtüyü!

Sonra, şayet kendinin incinse, hattâ, bir tüyü:

Yer yıkılmış zanneder seyreyleyen gümbürtüyü!

Then, if he receive damaged feathers:
Finds at the ruined who heard the fracas!

Kırkın aylıktan biraz, yâhud geciksin vermeyin;

Fodla çiy kalsın, ´pilâv bitmiş" deyin, göstermeyin,

Kırpın aylıktan biraz, yahut geciksin vermeyin;

Ekmek çiğ kalsın, "pilav bitmiş" deyin, göstermeyin,

Months to trim a little, or not delayed;
Keep raw bread, rice, finished, "say, not show,

Fes, külâh, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;

Mi´delerden fışkırır tâ Arş´a aç bir velvele!

Fes, külah, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;

Midelerden fışkırır ta göğe aç bir yaygara!

Fes, cone, cap, provided you look at your turban, hand in hand;
Open to the sky in bloom in the stomach of a fuss!

Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım, hani,

Öyle bir dernekte seyret gel de artık sen beni!

Ortalık alt üst olurken ses çıkarmazdım, hani,

Öyle bir toplantıda seyret gel de artık sen beni!

When it upside down while the sound not made, you know, So now you come to a meeting, watch me!
When it upside down while the sound not made, you know, So now you come to a meeting, watch me!

Göster, Allah'ım, bu millet kurtulur, tek mu'cize:

Bir "utanmak hissi" ver gâib hazînenden bize!

Bu millet kurtulur, Allah'ım, göster bir tek mucize:

Göster de bir "utanma duygusu" ver gizli hazinenden bize!

Get rid of this nation, God, the only miracle of a show:
Show a "sense of shame," Give us the hidden treasure!

Sosyal Bilimler Lisesi için sunumu[]

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

İngilizce Tercüme
Osmanlıca
Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehy eder,

Allah'a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için meydana çıkarılmış hayırlı bir milletsiniz.

"Siz iyiliği emr eyler, kötülükten nehyeder,Allah'a inanır olduğunuzdan, insanların hayrı için

meydana çıkarılmış en hayırlı bir milletsiniz." (1)

"You command the good of the people and trying to keep them away from evil, That you believe in God, for the good of the people unveiled the most auspicious of a nation. "(1)
örnek osmanlıca مقدمة
Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz

Gelmişiz, dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:

Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!

Once upon a time we are also the nation, and how a nation What nationality ever taught to the world!
örnek osmanlıca مقدمة

Kapkaranlıkken bütün afakı insaniyyetin,

Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin,

İnsanlığın bütün ufukları kapkaranlıkken,

Işık olup fışkırmışız ta karanlığın koynundan;

When there is no light at all the horizons of humanity,
Light and darkness in the bosom of ;
örnek osmanlıca مقدمة

Yarmışız edvar-ı fetretten kalan yeldaları;

Fikr-i ferda doğmadan yağdırmışız ferdaları!

Yarmışız anarşi dönemlerinden kalma en uzun geceleri;

Yarın fikri doğmadan yağdırmışız yarınları!

Split the remaining periods, the longest night of anarchy;
Tomorrow is tomorrow thrown the idea was born!
örnek osmanlıca مقدمة

Öyle ferdalar ki: Kaldırmış serapa alemi;

Dideler bir cavidani fecrin olmuş mahremi.

Öyle yarınlar ki: Alemi baştan başa kaldırmış;

Gözler daimî sabah aydınlığı nedir yakından tanımış.

Tomorrows so that: Humanity completely removed;
What is the enduring light of morning recognized the eyes closely.
örnek osmanlıca مقدمة

Yirmi beş yıl, yirmi beş bin yıl kadar feyyaz imiş!

Bak ne ani bir tekamül! Bak ki: Hala mündehiş

Yirmi beş yıl (2), yirmi beş bin yıl kadar bereketli imiş!

Bak ne ânî bir gelişme!

Twenty-five years (2), twenty-five thousand years or so fertile!
Look at what moment of development!
örnek osmanlıca مقدمة

Yad-ı fevka'l-ı i'tiyadından onun tarihler;

Görmemiş benzer o müdhiş seyre, hem görmez beşer,

Bak ki tarihler Onun olağanüstü hatırasından hâlâ şaşkınlığa düşmekteler;
O müthiş ilerlemenin benzerini görmemiş, hem görmez insanlık.
See that the dates His extraordinary memory of astonishment was still falling;
Similar to that seen great progress, and humanity will not see.
örnek osmanlıca مقدمة

Bir taraftan dinimiz, ahlakımız, irfanımız;

Bir taraftan seyfe makrun adlimiz, ihsanımız;

Bir taraftan dinimiz, ahlâkımız, irfanımız;

Bir taraftan kılıçla desteklenen adaletimiz, cömertliğimiz;

On the one hand religion, morality, our culture;
On the one hand supported by the sword our justice, our generosity;
örnek osmanlıca مقدمة

Yükselip akvamı almış fevc fevc ağuşuna;

Hepsi dalmış vahdetin aheng-i cuşu cuşuna,

Yükselip akın akın gelen kavimleri kucaklamış;

Hepsi birliğin coşup giden âhengine dalmış.

Flock to rise from the tribes embraced;
They all lost in the harmony of the union to be successful.
örnek osmanlıca مقدمة

Emr-i bi'l ma'ruf imiş ihvan-ı İslam'ın işi;

Nehy edermiş, bir fenalık görse, kardeş kardeşi.

İyiliğe yöneltmek imiş müslüman kardeşlerin görevi;

Engellermiş, bir kötülük görse, kardeş kardeşi.

Favor direct role Muslim brothers;
When he sees an evil brother the other obstacles,
örnek osmanlıca مقدمة

Kimse haksızlıktan etmezmiş tegafül ihtiyar;

Ferde raci? sadmeden efrad olurmuş lerzedar.

Kimse haksızlığa göz yummayı düşünmezmiş;

Bir kişiye gelen herkesi fertleri sarsarmış.

No one thinks of condone injustice;
Affects the whole community from the evil on eper person.
örnek osmanlıca مقدمة
Biz, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz?

Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz!

Şimdi bir bak biz neyiz; bir de düşün ki ne imişiz?

Din de kürkün aynı olmuş: Ters çevirmiş giymişiz. (*)

What are we now taking a look, what a dream that?
Religion in the fur coat was the same:putting on reverse turned.
örnek osmanlıca مقدمة

Nehy-i ma´rûf emr-i münkerdir gezen meydanda bak!

En metîn ahlâkımız, yâhud, görüp aldırmamak!

Bak şimdi ortada görünen, iyiliğe engel olmak, kötülüğe yöneltmek

Yahut da en sağlam ahlâkımız:Görüp de görmezlikten gelmek!

Look, now appears in the middle, to prevent goodness, evil aim or the morality of the firm:
For those in the ignore!
örnek osmanlıca مقدمة

Yıktı bin mel´un kalem nâmûsu, bizler uymadık:

"Susmak evlâdır´" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!

Bin mel'un kalem namusu yıktı, bizler uzak durduk;

"Susmak en iyisidir" deyip sustuk... Sanırsın duymadık!

A thousand of inferiority pen destroyed the honor, we've been talking away;
"Silence is the best" he trailed off ...
You expect we didn’t hear!
örnek osmanlıca مقدمة

Kustu bin murdar ağız şer´in bütün ahkâmına;

Âh, bir ses bâri yükselseydi nefret nâmına!

Kustu yüzlerce pis ağız şeriatın bütün hükümlerine;

Ah, bir ses bari yükselseydi nefret namına!

Hundreds of filthy mouth vomited all the provisions of the Sharia;
Oh, at least a sound heard reporting to hate!
örnek osmanlıca مقدمة

Altı yüz bin can gider; milyonla îmân eksilir;

Kimseler görmez! Gören sersem de Allah´tan bilir!

Altı yüz bin can gider, milyonla iman eksilir;

Kimseler görmez! Gören sersem de Allah'tan bilir!

Six hundred thousand lives go, faith decreases million; People will not see!
Thinks that it is destiny that saw idiot!
örnek osmanlıca مقدمة

Sonra, şâyet,sahsının incinse, hattâ, bir tüyü:

Yer yıkılmış zanneder seyr eyleyen gümbürtüyü!

Sonra, şayet kendinin incinse, hattâ, bir tüyü:

Yer yıkılmış zanneder seyreyleyen gümbürtüyü!

Then, if he receive damaged feathers:
Finds at the ruined who heard the fracas!
örnek osmanlıca مقدمة

Kırkın aylıktan biraz, yâhud geciksin vermeyin;

Fodla çiy kalsın, ´pilâv bitmiş" deyin, göstermeyin,

Kırpın aylıktan biraz, yahut geciksin vermeyin;

Ekmek çiğ kalsın, "pilav bitmiş" deyin, göstermeyin,

Months to trim a little, or not delayed;
Keep raw bread, rice, finished, "say, not show,
örnek osmanlıca مقدمة

Fes, külâh, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;

Mi´delerden fışkırır tâ Arş´a aç bir velvele!

Fes, külah, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele;

Midelerden fışkırır ta göğe aç bir yaygara!

Fes, cone, cap, provided you look at your turban, hand in hand;
Open to the sky in bloom in the stomach of a fuss!
örnek osmanlıca مقدمة

Ortalık altüst olurken ses çıkarmazdım, hani,

Öyle bir dernekte seyret gel de artık sen beni!

Ortalık alt üst olurken ses çıkarmazdım, hani,

Öyle bir toplantıda seyret gel de artık sen beni!

When it upside down while the sound not made, you know, So now you come to a meeting, watch me!
When it upside down while the sound not made, you know, So now you come to a meeting, watch me!
örnek osmanlıca مقدمة

Göster, Allah'ım, bu millet kurtulur, tek mu'cize:

Bir "utanmak hissi" ver gâib hazînenden bize!

Bu millet kurtulur, Allah'ım, göster bir tek mucize:

Göster de bir "utanma duygusu" ver gizli hazinenden bize!

Get rid of this nation, God, the only miracle of a show:
Show a "sense of shame," Give us the hidden treasure!
örnek osmanlıca مقدمة
Safahat logo

Şablon:Düz liseler için safahat projesi
Şablon:Anadolu liseleri için safahat projesi
Şablon:Sosyal Bilimler Liseleri için safahat projesi
Şablon:Türki Dillerde Safahat Projesi
Şablon:Safahat İngilizceye Tercüme Projesi

Bu şiir üzerine makale[]

Aydınlık Dünden Aydınlık Yarınlara / Yağmur -
Osmanlı arması heykeli muhteşem

Muhteşem bir anıt olmuş.. Ancak aslında soldaki yeşil bayrakta üç hilal yok yeşi renkte ay yıldızlı bayrak var...

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız ta sinesinden zulmetin. (M. Âkif)

Biz, asırlar ve asırlar boyu hayatımızı, hemen her zaman teneffüs edegeldiğimiz bir sonsuzluk mülâhazasına bağlı yaşadık. Yapıp ettiğimiz her şey bizde, zaman üstü hisleri tetikliyor, hayallerimizi harekete geçirip bizi pırıl pırıl bir geçmiş ve mutlu bir gelecek içinde dolaştırıyor, ruhlarımıza yaşadığımız/yaşayacağımız yılları-asırları o farklı güzellikleriyle duyuruyor ve bizi engin bir temâşâ zevkine dönüşen hülyalar içinde gezdiriyordu. Yaşanan her güzellik ve onların hatırlattıkları, çağrıştırdıkları, bir gül gibi nefis kokularıyla ufkumuzu sarıyor, yumuşak bir ipek gibi başımızı okşuyor, bize âdeta fâniliğimizi unutturuyor ve gönül gözlerimize bekâ ziyası çalarak ruhlarımıza ötelerin neşvesini tattırıyordu. Öyle ki, çok defa burayı ve öteleri bir çağlayanın bu başı ve öbür ucu gibi görüyor ve hiç mi hiç bir bitiş ve tükeniş mülâhazasına takılmıyorduk.

Bir bir gelen varlıkların geldikleri gibi bir bir gidişini –kaynağı varlık ve hâdiselerin kendi kültür ortamımıza göre yorumu– gayet normal ve yumuşak buluyor, hatta bu sırlı seyahati bir vuslata bağlı telâkki ettiğimizden derin bir inşirah duyuyor ve bu yoldaki hareketleri, yer değiştirmeleri, vazifeden terhis ve hizmet zahmetinden azat olup ilâhî teveccüh ve mükâfat âlemlerine yürüme şeklinde görüyorduk.

Günümüzde de öyle görenler vardır, ama o günler ve o günün derin insanları bir başkaydı; bir başka görürlerdi onlar burayı ve öteleri, ölümü, Hakk’a yürümeyi, dünyaya veda etmeyi, öbür âleme “merhaba” demeyi. Kendilerini idrak ettikçe bir imtihan heyecanı sarardı ruhlarını, kazanıp kazanamama hesabıyla geçirirlerdi ömürlerini. Duygu ve düşünce dünyalarında hep mehâfet ve mehâbet, sinelerinde sevgi ve iştiyak, gözleri Hakk’ın rahmetinde, gönülleri recâ duygusuyla meşbû, bambaşka hislerle dolar-taşar ve bu hislerle “şeb-i arûs”a yürüyor gibi yürürlerdi bu cihanın ötesine. Onlar, çok defa korksalar da her zaman ümitli ve hep tetikteydiler; zira biliyorlardı bu hayatın muvakkat olduğunu, ömürlerinin kısalığını, görülüp duyulan, zevk edilip yaşanan şeylerin fenâ ve zevâlini, kendilerine “çık” denecek zamanın belirsizliğini. Tetikte oldukları kadar da ümitliydiler, çünkü yol belli, hedef açık ve varılacak yer de malumdu. İmanları, mânevî donanımları, apaçık ve engin vicdanları, onlara, dar tabiî yapılarının çok çok üstünde farklı şeyler fısıldıyor ve önlerine ışıklar saçıyordu.

Kendilerini, kendi sınırlı duyuş ve sezişlerinin darlığına mahkûm edip topyekün mevcudâtı, umum ilâhî âyâtı böyle dar bir perspektiften seyir bahtsızlığı yaşayan ve ömürlerini cismaniyet ve bedenin karanlık koridorlarında tüketenler sinelerini dövüp âh u efgan etsinler; iman erleri her sabah, her akşam pırıl pırıl duygularla yepyeni bir âleme yürür, her zaman ötelere açık durur, karşılaşacakları sürprizlere “eyvallah” der, belâ ve musibetleri sabır imbiklerinde tadil ederek onları dahi birer arınma kurnası gibi değerlendirir; güzelleri güzel görür, hamd ü senâlarla derinleştirir; çirkin görünen şeylerin çehrelerine vicdanın ziyasından güzellikler çalar ve bütün ömürlerini rengârenk bir atmosferde yaşamasını bilirler.

Evet, bir zamanlar biz, hayatı hep böyle duymuş, böyle yaşamış, kendimizi ötelerin renklerle tüllenen yamaçlarında tenezzühe çıkmış gibi bir şevk u tarâb içinde hissetmiş ve bu hislerle oturup kalkmıştık. Zira, haberdardık yaşadığımız hayatın başlangıcından, nihayetinden, ifade ettiği mânâ ve yarınlar adına vaad ettiklerinden. Yürüdüğümüz şehrahın gidip nereye dayandığını, evimizin yolunu bildiğimiz gibi biliyor; bazen yol telâşına ve akibet endişesine düşsek de, her şeyi O’nun rahmetinin enginliğine bağlayarak, gözlerimiz hep ilerilerde, basiretlerimiz ufuk ötesinde, düşüncelerimiz kendi iç istikametimizde yürüyorduk hep rıza hedefine doğru... Bunun dışındaki şeylere çok fazla takılmıyorduk; hâdiselerin şöyle veya böyle cereyan etmesi bizi meşgul etmiyor, iç içe binlerce hesabın uyuşarak tam bir birliğe varması veya aksine her şeyin ters gibi görünen bir çizgide akıp gitmesi hiç mi hiç hareket ritmimize dokunmuyordu. İrademizin hakkını verdiğimiz takdirde, ilâhî inayetin tecellisiyle her problemin halledilebileceğine inanıyor ve her zaman ruhumuzda itmi’nan hâsıl edebilecek bir şeyler bularak yolumuza devam ediyorduk.

O zamanlar, bizim gürül gürül bir sesimiz, herkese diyebileceğimiz bir sözümüz ve bütün insanlık için mutlaka bir şeyler ifade eden bir duruşumuz vardı. Birbirimize karşı her zaman şefkat ve merhametle bakar, etrafımızı muhabbetle kucaklardık. Bu itibarla da, az da olsa, ara sıra zuhur eden şeytanî şerareleri vicdan atmosferimizde kırar, yumuşatır, bir çeşit ışığa çevirir ve sahiplerine iade ederdik. Zaten büyük ölçüde toplum olarak hep huzur içindeydik ve mutluluk solukluyorduk. Zevk ve lezzetlerimiz mütemâdi, keder ve inkisarlarımız ise muvakkatti. Bir kere inlesek, on kez sevinçle gürler; bir defa kırılıp dökülsek bilmem ne kadar şevk ü tarâb yaşardık. Beşiklerde ninnilerle uyuyan yavrular gibi kedersiz bir atmosferimiz, dupduru emellerimiz ve pırıl pırıl hülyalarımız vardı. Hüzünler, tasalar, üzerimizden gelip geçen ve muvakkaten gölge eden bulutlar gibiydi ve hiçbiri kalıcı değildi; gelmeleriyle gitmeleri bir olurdu ve ardından da her taraf yeniden ziya ile dolardı.. o günler ne günlerdi ve o günlerde biz kendimizdik...

Gün geldi –bu meş’um dönemin başlangıcı birkaç asır öteye dayanır– millet ruhuna bir güve musallat oldu. Kemirdi onu sağından-solundan ve delik-deşik etti ruh ve mânâ köklerini. Büyük ölçüde yaralı, hatta bazı yanları çürümeye yüz tutmuş bu bünyenin ayakta durması ve kendi olarak kalması çok zor görünüyordu. Muhalif rüzgârlar sürekli onu sallıyor, sarsıyor, dalını-budağını kırıyor, sağında-solunda çatlamalar meydana getiriyor ve onu hiçbir şey yapamaz hâle düşürüyordu. Artık o, milletlere yön verme, dünya hâdiselerini belirleme mevzuunda tamamen dışlanmıştı; hem de dünyanın öyle âdil, müstakim ve hakperest bir güce ihtiyaç duyduğu bir zamanda.. evet artık onun idare etme ve sözünü dinletme büyüsü bütün bütün bozulmuştu. Durduğu yerin çok gerilerine çekilmiş, dünkü kapıkullarının seviyesine inmişti; sesini duyuramıyor, dediklerini dinletemiyor ve sürekli irtifa kaybediyordu; irtifa kaybediyor ve bu iradî, gayr-i iradî sürüklenişe bir türlü “dur” diyemiyordu. Mütemâdiyen bir meçhule doğru kayıyor, kaydıkça başkalaşıyor ve onunla beraber dün din kardeşi, tebaa, reâya deyip bağrına bastığı, sıyanet ettiği toplumlarda da korkunç bir değişim, değişimle beraber bir düşmanlaşma vetiresi yaşanıyordu.

Koskoca bir coğrafyada örfler, âdetler, gelenekler künde künde üstüne devriliyor; iç içe birbirini tamamlayan dinî, millî usuller, asırlar ve asırlar boyu insanlığın örnek kabul ettiği nizamlar, intizamlar, milyonlarca insanın müşterek kanaatlerinin aks-i sadası sayılan kültürler, sanatlar ve millet ruhu, tarih şuuru gibi değerlerin hemen hepsinin içinden ruhları sökülüp alınıyor ve her şey birer kadavraya döndürülüyordu. Değişik ad ve unvanlarla öylesine bir başkalaşma humması yaşanıyordu ki, yerli ve bizden olan her şey kapı dışarı ediliyor ve onların yerlerine başkalarının kapı dışarı ettiği levsiyat dolduruluyordu. Bu acele ve hızlı değişimle kısa zamanda, hususiyle elit sınıf arasında o kadar çok kimse başkalaşmıştı ki, olup biten şeyler karşısında şaşkına dönen yığınlar “Galiba bundan sonra töre bu!” deyip millî çehreleriyle oynuyor, fanteziden fanteziye koşuyor ve sürekli kendilerinden uzaklaşıyorlardı.

Aslında bütün bunlar, muhteşem bir medeniyetin ölüm ihtilâçları, köklü bir milletin kendini inkâr etmesi, kabuk değiştirmesi ve ruhunun atlasını bir zamanlar ruhsuzluk dediği derme-çatma bir kısım telakkilerle becayiş etmesinden başka bir şey değildi; değildi ve altın çağlarımızda millî ruh mızrabıyla sinelerimizden yükselen seslerin-solukların, yüksek insanî duyguların ve cihanları idare etme mefkûresinin bir şablonculuğa feda edilmesi demekti.

Şimdilerde, gözlerimiz, hâlâ millî ruh kökünün sağlamlık ve canlılığında; ümitlerimiz, Rahmeti Sonsuz’un bütün bütün yüzümüze kapanmadığına inandığımız kapı aralığında; sinelerimiz O’nun ekstra inayetlerine müteveccih; yüzlerce seneden beri çürüyen birer ceset görünümü arz etsek de, yepyeni bir “ba’sü ba’del mevt”le derlenip toparlanacağımıza da inancımız tam. Aslında bu ümit ve imanla, şayet beklememiz bir esas ise, biz üç yüz sene, dört yüz sene bile bekleyebiliriz. Beklentilerimizi bilen Rahmeti Sonsuz bize yeni inkisarlar yaşatmasın!..


No Sör, düzeltiniz, ilk Osmanlı yaptı…

  • Prof. Dr. Osman Özsoy

Yıl 1976.

Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışı yapılmaktadır.

Türkiye’nin o tarihteki Suudi Arabistan Büyükelçisi Necdet Özmen de tesisin açılış törenine katılanlar arasındadır.

Türk Büyükelçisi Necdet Özmen konuşması sırasında; “Bu ilk tuzdan arıtma tesisi…” ifadesini kullanır kullanmaz, Fransız Büyükelçisi oturduğu yerden ayağa kalkarak seslenir.

— No sör, der. Bu ilk tuzdan su arıtma tesisi değildir.

—Öyle mi, der bizim büyükelçi. Hemen ardından da, ilki hangisidir diye sorar merakla…

— İlki Osmanlıların yaptığıdır, der Fransız elçi. Şaşırır Türk büyükelçisinin kendi ecdadının yaptığı işlerin farkında olmamasına.

Fransız Büyükelçi daha sonra Necdet Bey’e okusun aydınlansın diye bir kitap hediye eder. Kitabın adı “Bir Arap Kentinin Portresi: Cidde” başlığını taşımaktadır.

Kitapta Osmanlıların Cidde’de yaptığı ilk denizden tatlı su arıtma tesisine ait resim de yer almakta ve resmin altında şu satırlara yer verilmektedir:

“Modern deniz suyu arıtma tesislerinin öncüsü olan bu kondansatör Türkler tarafından yapılmış olup, onlarca yıl Cidde’ye mütevazı miktarda içme suyu sağlamıştır. Bu tesis 1940’lara kadar faaliyette kalmış, Fatıma vadisinden getirilen su Cidde’ye ulaştığında sökülerek kaldırılmıştır.”

Üç tarafı suyla çevrili yerde susuzluktan kırılmak…

Yukarıdaki hadiseyi yıllar evvel bir gazetede okumuş ve küpürünü saklamıştım.

Haberin tarihi ise ilginç... Gazetenin üzerinde 18 Mayıs 1990 yazıyor.

Yani, şimdi CHP milletvekili olarak Meclis’te bulunan Nurettin Sözen’in İstanbul’da belediye başkanı olarak görev yaptığı günler. Daha açık ifadeyle, ilk insanın ayak bastığı günden bu yana İstanbul’un en susuz yıllarını geçirdiği dönemler.

Recep Tayyip Erdoğan 1994’te böyle bir İstanbul’u devraldığı ve kentin içme suyu meselesini haletliği için Türkiye’de fenomen oldu.

Biz gelelim gazetedeki haberin ayrıntılarına…

Nasıl çalışıyordu?

Haberde yer verildiğine göre, Osmanlılar tarafından 1800’lerin sonuna doğru kurulan bu tesis bir ihtimal şu şekilde çalışıyordu: Deniz suyu önce kazanlarda kaynatılıyor, oluşan buhar borularla soğutulmuş kazanlara aktarılarak damıtılıyordu. Tuz sıcak kazanın dibine çökerken, diğer kazana aktarılan buhar iyi suya dönüşüyor, ardından da kitapta resmine yer verildiği gibi araba çeken binek hayvanlarıyla şehre taşınıyordu.

Bahsi geçen haberin devamında Nurettin Sözen döneminde İstanbul’da yaşanan susuzluk rezilliklerine ilişkin şu ifadelere yer veriliyor:

“Emekli büyükelçi Necdet Özmen anlattıklarıyla şu susuz günlerde yüreğimize su serpiyor. Serptiği su musluktan değil tarihin sayfalarından geliyor. Terkos suyuna deniz suyu takviyesi yapmak ya da Yalova’dan su taşıyıp değirmen döndürmek komiklikleri arasında bocalarken, geçmişin becerileriyle hem mutlu oluyor, hem bugünkü beceriksizliğimizin boyutunu daha iyi kavrıyoruz.

Afrika çöllerine su…

Milliyet gazetesinin haberinde yer verilen örnekler bunlarla da sınırlı değil. Necdet Özmen 70’li yıllarda Suudi Arabistan büyükelçiliği görevini yürütürken, zaman zaman Kızıldeniz’in öteki yakasına geçerek Somali Başbakanı’yla da sohbet etme fırsatı bulmuş. O sohbetlerden birinde:

— Ben Berbera kentinde doğdum, demiş Somali Başbakanı. Biliyor musunuz, bizim kentimizin su şebekesi Osmanlılardan kalmadır. Osmanlılar Mısır’ı zapt edince Somali’ye mühendisler yollayarak bizim kentin su şebekesini yaptırmışlar. Hala o şebekeyi kullanıyoruz.

Aynı kitaptan öğrendiğimize göre, Cidde’ye dışardan ilk suyu getiren de yine Osmanlılar olmuş. Cidde’nin 11 kilometre ötesinde iki kuyu açmış Osmanlı mühendisleri… Oradan 3.5 kilometresi tünel, geri kalanı boru ile Cidde’ye su aktarmışlar. Cidde’de El Veziriye çeşmesinden işte bu su akarmış.

Gazete şu satırlarla bağlamış haberini: Elimize tesadüflerin ulaştırdığı bir kitaptan bu kadar bilgi çıkartabiliyoruz. Bir takım kahramanlık menkıbelerine takılıp objektif belgelerine uzanamadığımız tarih, kuşkusuz bize ait daha pek çok bilgi saklıyor dağarcığında. Tarihi tüm gerçekliğiyle yakalayamadığımız için kimlik ve benlik arayışımıza paralel su arayışı da sürüyor. Umut artık yağmur dualarında…

Nerden nereye geldik?

Asıl çarpıcı cümleleri ise Necdet Özmen ifade ediyor: “Susuz günlerde ara sıra deniz suyunun tatlı suya dönüştürülmesi gündeme geldiğinde, “efendim pahalıya mal olur” gibi sızlanmalar dışında bir bilgi çıkmıyor. Belli ki bugün değil böyle bir tesisi kurmak, işin teorisini ve maliyetini tartışacak bilgiye sahip kadrolarımız dahi yok. Zaten olsaydı bidon devrinden musluk devrine atlamakta bu kadar zorlanır mıydık?”

Nasıldı dünkü yazımızın ilk paragrafı: “Kim derdi ki, gün gelecek insanlar kışın havalar iyi gittiği için kaygılanacak... Kim derdi ki, Balkanlar üzerinden gelen soğuk hava dalgası tüm ülkede yoğun kar yağışına neden olacak dendiğinde insanlar, ‘oh be, susuzluğa az da olsa çare olur...’ diye sevinecek...”

Kış mevsiminde yeterli miktarda yağmur yağmadığı için suların kesilme tehdidi ile yaşayan büyük kentlerimizin halini düşündükçe, çölleri suyla şenlendiren ecdadımız geldi aklıma.

Gayri bize de artık, merhum şairimiz Mehmet Akif’in, “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz…” mısralarında yer verdiği gibi, dünü düşünüp teselli olmak düşer.

Bu millete bu hal yakışır mı? Ayıptır, günahtır.


Bir Zamanlar Biz De Millet, Hem Nasıl Milletmişiz?

Sevgiye akan gönüllerin sevgiliye hasreti vardır. Gül dikenli de olsa bülbülün acıya karışan tatlı nağmelerinin sebebidir. Sevginin ve dikenli gülün hatıralarını yâd etmek başka şey, onları özlemek, kavurucu hasret duymak apayrı şeylerdir. Bir sevgiyle başlayan gerçek aşk, suyun içindeki dalgalar misali yayıldıkça genişler. Yeter ki; “Yaratılanı Yaratan’dan ötürü” sevme gibi bir niyetimiz, telaşların ötesinde dupduru yüce bir gayemiz olsun. Hele bu “vatan aşkı imandandır” tebliğinin ulvî manası içerisinde perçinlenirse. Bu durumda bütün yollar O’na, bütün güller bülbüle meyledecektir.
İşte vatan ve millet sevgisiyle imanını bir kat daha kuvvetlendiren Millî Şairimiz Mehmet Akif de misalimizin en sadık meyledicilerindendir.. Onun için olsa gerek, iman ölçüsünde milletini seven Akif’in, milletimizin her türlü çözülme ve düşüşünü şairliğinin en samimi duyguları ile üzüntü ötesinde dile getirdiğini Safahat’ında görmek mümkündür.
Yazının başlığı en güzel ölçüyle tartılan, yani yazdığı ve söylediği ile yaşadığı birbirini tutan, ya da söylediğini yaşayıp, yaşadığını söyleyen merhum Mehmet Akif’ten alınmıştır.

“Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz?”
Bu duygu, bu soru muazzam ve sağlam bir kale gibi. Boş teferruata dalan beyinleri değil, kavrayış idrakine sahip şümullü ve pratik tefekkürü yerinde sarsan, titreten bir soru.
Burada Akif’in izmihlâli tanımasını istemediği milletine sevgisinin ve aynı zamanda geçmişe daha çok yönelen bu sevginin hâlde de burukluğu var. Millet oluşumuzun “bir zamanlar” içinde ifade edilmesi, Akif’in bu şiiri yazdığı dönemlerde (şimdi de durum sorgulanabilir ya) mazideki Müslüman Türk Milleti’nin hasreti kelimelerin korundaki yakıcılıkta kendini hissettirmektedir.
“Bir zamanlar”. Neden “Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz?”. Bu sorunun cevabını yine Akif verecektir. Ama, hem nasıl millet olduğumuzu yalanın, inkârın ve perdelerin gerisindeki insanlık tarihi en güzel şekilde yazmış ve anlatmıştır. Çünkü Müslüman olduktan sonra milletimizin gayesi daha da ulvileşmiş, bir çekirdeğe ulu nazarla bakan, serhat boylarında sular misali akan ordularıyla, bir nizamın sevgi dağıtıcıları, insanlık medeniyetinin örnek abideleri, gönül fatihleri hüviyetini kazanmışlardır. O “bir zamanlar” içinde düşünülen millet ki; ne tesadüflerle millet olmuş, ne de tarihin cilvelerinin zaafında kendini koyuvermiştir. Adaleti, ahlakı ve medeniyeti hakim kılmaları ve hatta savaşlarda hep muzafferiyetleri bile gururlarının felsefesi olmamış, kendi milletinin yanında bütün insanlığı kesretten tevhide götüren yolun aydınlatıcısı vazifesini severek, bir cezbe mutluluğu içinde yürütmeye çalışmışlardır.
“Bir zamanlar” içinde işaret edilen Müslüman Türk Milleti, kâinatın yaratılma nedeni olan O’nun “Hayırlılarınız, ahlak bakımından en güzel olanınızdır” buyruğunu hayatlarının her alanına uygulama çabaları göstermiş, inandığı gibi yaşama yolunu tercih etmişlerdir. Yani esnafta komşusunun siftah etmesini düşünen bir ticaret ahlakı; girdiği bağın üzümünü yiyen askerlerin, altınlarını asmalara bağlattıran “kul hakkı” gibi inancından gelen yüksek ahlak anlayışı. Daha bir çok örneklerin “bir zamanlar” da hatırlanması ve tarihin bir devrindeki varlığımıza hasret..
Neden “bir zamanlar” da “şimdi” değildir? İşte Akif’ten yola çıktığımızda düğümlenen nokta burasıdır. Yazının girişinde, sevgiye akan gönüllerin sevgiliye hasreti vardır, diye yazmıştık. Ama Akif, sevgilisiyle kolkola, belki iç içe olduğu halde, neden sevgilisinin mazisine hasret duyuyordu? “Bir zamanlar” tabirini kullanan şair, belli ki sevgilisinin yeni endamında, o enginleri aydınlatan ruhundaki ışıktan, kendini ve insanlığı huzura götüren sesinden pek eser bulamamaktadır. Çünkü Akif’in bu şiirini yazdığı dönemlerde (1913) Türk Milleti en karanlık günlerin girdabında, dört bir yanı saldırılarla çevrili, mabetlerine namahrem eli değmemesinin mücadelesini, yok olmama mücadelesini vermeye hazırlanıyordu. Oysa aynı Türk Milleti “bir zamanlar” da kalan varlığında diğer milletlerin de hür ve insanca yaşama nedeni olmuştu. Şiirin devamında bu duyguların varlığını sezmemek mümkün değil:

Bir zamanlar biz de millet; hem nasıl milletmişiz:
Gelmişiz dünyaya; milliyet nedir öğretmişiz!
Kapkaranlıkken bütün âfâkı insaniyetin,
Nur olup fışkırmışız tâ sinesinden zulmetin.

Akif, insanlığın “kavim kavim, kabile kabile” yaratıldığını, Yaratan’ın kitabından okuduğu için, zulümde ısrar etmeyen kavmi sevmenin, sevdirmenin zararlı olmadığını da çok iyi biliyordu. Zaten istiklâlimizin marşını yazarken; “Hakkıdır Hak’ka tapan milletimin istiklâl” diyerek, imanının gür sesiyle haykırabiliyordu. Ancak İslamla taze ve ulvî bir güç kazanan Türk Milleti, “bir zamanlar” insanlığın ufku karanlık ve zulümle dolu iken fışkırıp yayılmış, ilahi emaneti alıp, insanlığın kurtuluşunu kendine vazife bilen bir millet olmuştu. Ama “bir zamanlar”.
Akif’in, “bir zamanlar”ın sancısını, hasretini duyması, tarihini çok iyi bilen birçok Akif’lerde de müşterek şuur, ortak fikir olup zamanımıza kadar gelmiştir. Ancak Akif, “bir zamanlar”ı yâd etmekle gelecek için elbette gayreti, umudu bırakmak gerektiğini işaret etmek istemiyordu. Çünkü; Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,
Alçak bir ölüm varsa, eminim budur ancak, Diye haykıran yine kendisi idi.
Sadece “bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz” demememiz için, ama çağın gelişmişliği içinde eksikliklerimizi ve özellikle boşa hamallık yaptığımız yükleri tespit edip attıktan sonra, o “bir zamanlar”dan alacağımız çok şeylerin olduğu şuurunu uyanık tutmamız gerektiğini birçok şiirinde işaret eden yine Akif’tir. Ancak "bir zamanlar” hasretinden umutlu gelecek aydınlığına da bu ölçülerin çilesiyle yönelinebilir.


İhsan KURT

Advertisement