Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

CİLBÂB

Bu kelimenin çoğul şekli olan "celâbib" Kur'ân'da Ahzâb sûresi 59. âyette geçmektedir. Âyette şöyle buyrulmaktadır: "Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına söyle, üzerlerine cilbaplarını alsınlar. Bu, onların tanınıp, böylece eziyet edilmemelerine en uygun olanıdır..."

Âyette geçen "celâbib"; kadınların dışarı çıkarken giyindikleri elbise etek, gömlek, pardösü vb. giysiler ve baş örtüsü demektir. (bk. Tesettür) (İ.K.)

Cilbab Kadın feracesi. Çarşaf. (Bak: Celâbib, Tesettür)

CİLBAB" NEDİR? Islâmî kadın elbisesi tipi sözkonusu olunca, günümüzde en çok tartışılan konulardan biri de, "cilbab" ın ne olduğu konusudur. Biz bu konuyu en geniş şekliyle araştırıp anlatmayı deneyecegiz. Ta ki, bu konuda artık tartışma olmasın ve müslümanlar bu doğrultuda bir adım daha ilerlesinler.

Bilindiği gibi Kur·'ân-ı Kerîm'de erkek elbisesi konusunda detaylı açıklama bulunmadığı halde, kadın kiyafeti konusunda detaylı sayılacak emir ve yasaklar vardır: Kadınlara zinetlerini ve zinet yerlerini açmamaları, başörtülerini yakalarını kapatacak biçimde üzerlerine atmaları, zinetlerini duyurmak için ayaklarını yere vurmamaları, "cilbablarını" üzerlerine sarkıtmaları ve süslü püslü sokaga çıkmamaları emredilmiştir ki, bunlar işin teferruatına kadar belirtilmesi anlamını taşır. Bunlara bir de Resûlullah Efendimizin açıklamaları eklenirse. kadın kiyafetinin, üzerinde ne kadar önemle durulması gerektiğini anlamış oluruz.

Nûr Sûresi'ndeki bir âyette Allah (c.c.): "Kadınlar, başörtülerini, yakalarını örtecek biçimde başlarına örtsünler" (Nûr (24) 31.) emrini vermiştir. Bu âyetten daha sonra gelen "Ahzâb" âyeti ile de Allah "...Mü'minler'in kadınlarına da söyle, cilbablarını üzerlerine sarkıtsınlar, yaklaştırsınlar." (Ahzâb (33) 59.) emrini vermiştir. Işte daha sonra gelen bu "cilbab" âyeti, önceki ile aynı şeyi anlatmış olmayacağına göre, birincisinde anlatılan başörtüsüne ilâve bir örtü ve elbise emrediyor demektir. İşte Islâm bilginleri bu noktadan ve bu âyetin işin başında anlaşılıp uygulanma biçiminden hareket ederek, "cilbab" hakkında çeşitli yorum ve tanımlamalar getirmişlerdir. Biz önce onları görecek, sonra da bir sonuca varmaya çalışacağız.

Tefsirlere ve klasik Arapça sözcüklere baktığımızda, "cilbab" için şu değişik tanımların yapılmış olduğunu görürüz: Kamîs (üstlük), kadınların başlarını ve göğüslerini örttükleri ridadan küçük, başörtüden büyük elbise; milhafe yani çarsaf, milhafeden küçük geniş elbise, kadının normal elbiselerini örttüğü üst elbise, vücudu baştan ayağa örten elbise; mikna'a, yani peçe, başörtünün üzerinden örtülen rida; peştemalve rida, kadının bulüzünün ve başörtüsünün üzerinden büründüğü çarsaf.. (Örnek olarak bk. Zâdü'I-mesîr VN/422 ve Sabunî N/382. Bu tanımlar "cilbâb" kelimesinin pekçok tefsirden çıkarılan tarifinin özetidir. Öyleki, bunların dışında bir tanımı yok gibidir.) "Cilbab" için söylenenlerin farklı olanları bunlardan ibarettir.

Görüleceği gibi bu tanımlarda genellikle belirlenen ortak özellik "cilbab"ın giyilenden çok, bürünülen ve normal giysinin üzerine atıverilen bir üstlük olduğudur.

Tefsircilerimiz bize cilbab'ın nasıl giyildiğini ve uygulama biçimini de anlatırlar. Meselâ:

Ibnü'1-Cevzî: Başlarını ve yüzlerini örterler.

Ebû Hayyân: "cilbablarını idnâ etsinler" ifadesi, bütün bedenin örtülmesini anlatır. "Üzerlerine" denmekle de yüzleri kastedilmiştir. Çünkü Cahiliyyet Döneminde kadınların açık olan yerleri yüzleri idi.

Ebu's-Su'ûd: Kadın cilbabı başına atar, ve kenarını da göğsüne sarkıtır. Bu âyet; kadınlar herhangi bir sebeple çıkarlarsa, yüzlerini ve bedenlerini örterler anlamına gelir.

Süddî de: Bir gözleri hariç, bütün yüzlerini kapatırlar, demiştir.

Ibn Kudâme: Cilbab (giyilmeyerek) entari üzerinden kuşanılır.

Ibn Abbas: Kadınlar hür olduklarının bilinmesi için tek gözleri hariç, başlarını ve yüzlerini örterler.

Ibn Şîrîn: Ubeyde es-Sem'ânî'ye cilbabın niteliğini sordum: Bir çarsaf alıp kuşandı. Başının tamamını kaşlarına kadar örttü. Sol gözünü açık bırakarak yüzünü de örttü: (İşte cilbab böyle kuşanılır demiş oldu.) (bk. Zâdü'I-mesîr V/250; Ebu's-suûd VI/81; ibn Kudâme, el-Mugnî I/602; Ebû Hayyân, el-Bahru'l-muhît V/250; Sabûnî, Ravâyi N/283, 381.)

Elmalılı, âyette geçen: "cilbablarını sarkıtsınlar, yaklaştırsınlar" ifadesini anlattıktan sonra şunları ekler:

"Bu açıklamada da iki şekil vardır: Birisi, kaşlarına kadar başlarını örttükten sonra, büküp yüzünü de örtmek ve sadece tek bir gözünü açık bırakmak. (Bizler yetiştiğimiz zaman validelerimizin tesettür tarzı bu idi.) Ikincisi de, alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra burnunun üzerinden dolayıp, gözlerinin ikisi de açık kalsa bile, yüzünün ekserisini ve göğsü tamamen örtmüş bulunmakdır. (1310'da Istanbul'a geldiğim zaman, Istanbul hanımlarının, bir peçe eklemek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartıyla tesettür tarzları da bu idi). (Elmalılı, Hak Dinî V/3928.)

Cilbabda renk önemli midir? Ne örtünme âyetleri, ne de onları açıklayan hadîsler, kadınların, şu, ya da bu renkte cilbab giymeleri gerektiğini söylememişlerdir. Buna göre kadın ister siyahtan, isterse beyazdan cilbab edinir.

Ancak ilk müslüman hanımlar ve özellikle de Resûlullah'ın dönemindeki sahabî kadınlar cilbabın görev ve esprısını çok iyi kavradıklarından olacak ki, genellikle siyah rengi tercih etmişlerdir. Meselâ Ümmü Seleme Annemiz: "Cilbab âyeti indigi zaman, Ensâr kadınları siyah giysilere büründüklerinden ötürü, başlarında kargalar. varmış gibi çıktılar" (Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'ân NI/372; Sabûnî N/382.) demiştir.

Şairler de cilbabı hep siyah olarak düşünmüş olacaklar ki, siyah ve koyu renkli konuları cilbaba benzetegelmişlerdir.

Sonra, cilbabın verdiğimiz tariflerinden de anlaşılacağı gibi, cilbabın asıl görevi kadının zinetlerini örtmesi ve dışarıda kadının çekiciliğini azaltmasıdır; bunu ise koyu renkler daha güzel yaparlar. Buna göre; farz ya da vâcip veya sünnet değildir ama, cilbabın koyu renkten olması daha güzeldir, denebilir.

Bundan olacak ki, büyük Tefsirci Alûsî şunları söyler:

"Sonra bilesiniz ki, bana göre günümüzde ileri düzeyde (müreffeh) hayat süren bir çok kadının, evlerinden çıkarken, üst elbise olarak giydikleri örtülerde (cilbab olamayacakları gibi), gösterilmesi yasaklanan zinetler türündendir. Çünkü bunlar nakışlı desenli ve göz alıcı giysilerdir. Bana göre erkeklerin, kadınlarına böylece çıkma izni vermeleri, bundan hoşlanmaları ve kadınlarının yabancı erkekler arasında bu şekilde dolaşması, gayret, yani övülen kıskanma azlığındandır. Bu, yaygın bir musibet halini almıştır. Böyle yaygın musibet haline gelen şeylerden biri de, kadınların, kayınbiraderlerinden sakınmamaları, kocalarının da buna aldırmamaları, hattâ çoğu zaman da bunu bizzat kandilerinin emretmeleridir... Bütün bunlar Allah'ın Resûlü'nün müsaade etmediği şeylerdir. Lâhavle ve-lâ kuvvete illâ billah..." (Alûsî, XVNI/146.)

Bütün söylenenleri gözönünde bulundurduğumuzda, sonuç olarak cilbab için şunlar söylenebilir:

1. Cilbab, kadının evinden çıktığında başörtüsünün de üzerinden büründüğü bir dış elbisesi ve üstlüktür.

2. Cilbab'in bütün vücudu örtmesi, genellikle en uygun model olarak görülmüştür. En azı, yakaları örtecek kadar büyük bir başörtüsü olmasıdır.

3. Cilbab'ın asıl fonksiyonu, kadının vücut hatlarını ve süsünü örtmek suretiyle, bakanlara iffetli ve namuslu bir kadın olduğunu hatırlatmasıdır.

4. Cilbab'da renk emredilmiş olmamakla beraber, siyah ya da koyu renkli olması daha makbuldur.

5. Yurdumuzda giyilen kadın giysisi modellerinden cilbabın târifine en uygun olanı, çarşaf ve Doğu'daki "ihram"dir. Atkı ve omuzlarla beraber belden yukarısını örten geniş başörtüler ve Karadeniz Bölgesinin mendilleri de bazı tariflere göre cilbab sayılabilir.

6. Çünkü cilbab, atılan, sarkıtılan ve bürünülen bir giysi olarak tanımlanmış ve uygulanmıştır.

7. Kara çarsaf iyi bir cilbab olmakla beraber, cilbab sadece kara çarşaftır, demek yanlıştır. Koyu renkli ve vücut hatlarını belli etmeyecek kadar geniş abaye gibi pardesüler de bele ve göğüslere kadar sarkan koyu bir başörtüsü ile birlikte "cilbab" sayılabilir. Cilbabin ilk uygulamalarından anlaşılan sekle göre kolsuz ve bürünülen bir elbise olduğu görülürse de böyle olması zorunda değildir.

d) Kadın Elbisesinde Aranan Özellikler

Islâm bilginleri kadının avreti ve elbisesi ile ilgili olan bütün âyet ve hadisleri gözönünde bulundurarak kadın elbisesi için aşağıdaki özelliklerin şart olduğunu belirlemişlerdir:

l. "Cilbab" âyetinde anlatılan biçimde bütün bedeni örten bir elbise olmalıdır: Bundan sadece, fitne olmadığı zamanlarda eller ve yüz istisna edilebilir.

2. Ince ve şeffaf olmamalıdır: Çünkü giyinmekten maksat, bedeni göstermemektir. Halbuki seffaf bir elbise vücudu gösterir, hattâ bazan daha câzip hale getirir. Dolayısı ile bu tür bir elbise giyen bayan "zinet yerlerini göstermesinler" emrine uymuş olmaz. Resûlullah Efendimiz, ince bir elbise ile yanına giren baldızı Esma dan yüzünü çevirmiştir. (Ebû Dâvûd.) Âişe annemiz, ince bir başörtüsü ile gördüğü Abdurrahman kızı Hafsâ'nın başörtüsünü yırtmış ve ona kalın bir başörtü örtmüştür. (Ibn Sa'd, Tabakât VllI/71-72; Muvatta' Lebs 6.) O zamanın imkânları ve kalın iplikleriyle örülen kumaşlar ince sayılabileceğine göre, günümüzde özellikle ilgi çekmek için yapılan şeffaf bezlerin durumu daha iyi anlaşılır.

3. Dar olup, vücut hatlarını belli etmemelidir: Dar elbise giyen kadını Resûlullah Efendimiz çıplak saymış ve cehennemlik olduğunu bildirmiştir. (el-Câmiu's-sağîr 332.) Yine Efendimiz (s.a.s.) bazı "giyen çıplak" kadınlardan söz etmiş ve bunların Allah'ın lânetine ugrayacaklarını ve Cehenneme gireceklerini bildirmiştir. "Giyen çıplak" terimini Şerahsî:"Ince elbiseler giydiklerinden dolayı çıplak gibi olan kadınlardır", diye açıklamıştır. (Serahsî, Mebsût VNI/155.)

Hz. Ömer Halife iken halka dağıttığı bir çeşit elbisenin, vücut hatlarını belli edeceği için kadınlara giydirilmemesini emretmiştir.(Beyhakî N/234-35; Serahsî, Mebsût X/155.)

Kadının vücut hatlarını dışarı vuran elbiseye bakmak o uzuvlara bakmak sayılmıştır.

Ibn Âbidin; "Kim bir kadını arkadan hayâle dalar ve kemiklerinin şekli belirecek derecede elbisesini görürse, Cennetin kokusunu duyamaz" hadisini delil tutarak, uzuvların şeklini belli eden elbise, kalın olsa ve cildi göstermese bile yasaktır, demiştir. (Ibn Âbidîn.)

4. Kokusunu yabancılar duymamalıdır: Yerinde de gördüğümüz gibi, Allah Resûlü Efendimiz, kokuyu çok övmek ve tavsiye etmekle beraber, başkalarının duyacağışekilde koku sürünüp çıkan kadının zina etmiş gibi günah alacağını bildirmiştir. Koku sürünüp camiye giden kadının namazının kabul olunmayacağını haber vermiştir. (Ebû Dâvûd, teraccul 7; Tirmizî, edep 35; Nesaî, zîne35; Dârimî, isti'zân 18.)

5. Erkek elbisesine benzememelidir: Allah Resûlü Efendimiz, "erkeğe benzeyen kadına ve kadına benzeyen erkeğe Allah lânet etsin" buyurmuş ve böyle olanları evlerinize sokmayın, diye emir vermiştir. (Buhârî, Libas 62; Ebû Dâvûd, edep 53; Tirmizî, edep 34. )

Modern tıp da bu tür görünümlerin dengesizlik olduğunu ve gerek giyim kuşamda, gerekse tuvaletinde karşı cinse benzeme eğilimini "homoseksüellik"le açıklayarak, "seksüel stimulus bozuklukları" türünden değerlendirmesi, bu maddenin anlaşılması için çok ilginçtir. (Ayhan Songar, Psıkıyatri, Psikoloji ve Ruh Hastalıkları.)

6. Elbisenin kendisi de süslü olmamalıdır: Çünkü kadınların yabancılara zinetlerini göstermeleri âyetle yasaklanmıştır. Allah Resûlü kendisine bîat eden kadınlardan, cahiliyye kadınları gibi, zinetlerini göstererek çıkmamaları üzere bîat almıştır. (Taberî I/79; Heysemî, Mecma'ur-zevâid VI/42.) Kadının yabancıya göstermediği elbisesi istediği kadar süslü olabilir.

7. Gayrı müslimlerin özel elbiselerine benzememelidir: Çünkü Efendimiz: "Kim hangi millete benzerse ondandır" (Ebû Dâvûd, libâs 4; Müsned N/50; Benzer bir hadîs için bk. Tirmizî, isti'zân 7.) buyurmuş ve müslümanları devamlı, başkalarından ayrı olmaya çağırmıştır.

8. Üzerinde Kur'ân-ı Kerîm âyetleri işlenmiş olmamalıdır. (bk. Kal'acî, Mevsû'atü-fıkh-ı Ibrahim en-Nehaî N/590-91. )

9. Ayakkabılar dikkat çekilecek derecede ses çıkaracak türden olmamalıdır. Allah (c.c.); "... Gizlediklerinin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar.." (Nûr (24) 31.) buyurmuştur.

Kadın süslü püslü elbiselerini namahremi olmadığı yerde, evinde, kocasının yanında giyecektir.

Islâm sanıldığı gibi kadının süslenmesini ve güzel giyinmesini yasaklamamış, tersine izin vermiştir. Hattâ altın ve ipek gibi değerli takı ve kumaşları erkeğe yasaklarken kadınlara serbest etmiştir. Çünkü kadınlar tabiaten süslenmeye eğilimlidir.

Örtünün şekli

Kadınların vücut hatlarının [kaba avret yerlerinin şekli ve rengi] belli olmıyacak herhangi bir elbise ile örtünmesi farzdır. İslam dini, kapanmayı emretmiş, fakat belli bir örtü şekli bildirmemiştir.

Peygamber efendimizin ve Eshab-ı kiramın mübarek hanımları, çarşafla örtünmemiştir. Hiçbir kitapta çarşaf giydikleri bildirilmemiştir. Milhafe, ferace, fistan, entari giydikleri birçok kitapta bildirilmiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri de, böyle değişik elbise giydiklerini 313. mektubunda bildiriyor. Bu hususlar, Cami'urrumuz ve Hidaye kitabında da bildiriliyor.

Kapanması gereken yerleri örtmek ve yukarıda bildirilen vücut hatlarını belli etmemek şartı ile kadınlar, bulunduğu şehrin adetine uygun giyinir. Çünkü elbise gibi mUbahlarda, şehrin adetine uymamak tahrimen mekruhtur. Zaruret olmadıkça, haramlarda hiçbir yerin adetine uyulmaz.

Peygamber efendimiz, ayaklarına kadar uzun gömlek, yani entari giymiştir. Şalvar ve pantalon giymemiştir. Bunları giymek adette bid'attir. Âdette bid'at olan şeyi yapmak günah değildir. Taksiye, uçağa binmek de adette bid'attir. Bunları yapmak günah değil dinin emridir. Bunun için adet olan yerlerde, kafirlerden gelmiş olsa bile, kadınların çarşaf ve erkeklerin bol pantalon veya şalvar giymeleri caizdir, günah olmaz. Elbisenin şekli ibadet değil, adettir. Çünkü Peygamber efendimiz, papaz ayakkabısı, Rum elbisesi giymiştir.

Peygamber efendimizin böyle adet olarak yaptığı şeylere Sünnet-i zevaid denir. Bunları terketmek günah olmaz.

(Bir kavme benziyen onlardandır) hadis-i şerifi, ibadetlerde benzemenin tehlikesini bildirmektedir. Mesela papaz zünnarı ve haç takmak böyledir. Dikiş makinası, daktilo, elbise gibi şeyler ise adettir. Âdetlerde kafirlere benzemek günah olmaz.

Peygamber efendimiz, her zaman belli bir elbise giymezdi. Ba'zan Rum, ba'zan Arab elbisesi giyerdi. Kolları dar Rum cübbesi de giymiştir. (Tirmizi)

Ahzab suresinde kadınların cilbab giymesi emredien Cilbab nedir?

Cilbab, erkeklerin de, kadınların da giydikleri bir elbise, bir gömlektir. Zevacir ve Berika'daki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Haramdan cilbab [gömlek] giyen erkeğin namazları kabul olmaz.) [Bezzar]

(Haya cilbabını [örtüsünü] çıkarandan [aleyhinde] söz etmek gıybet olmaz.) [Beyheki]

Bu hadis-i şeriflerde bildirilen cilbabın çarşaf demek olmadığı, herhangi bir örtü olduğu açıkça görülmektedir. Cilbabın çarşaf değil, dış elbise olduğu tefsir kitaplarında da yazılıdır. Birkaçı şöyle:

Cilbab, baş örtüsünden daha geniş ve gömlekten kısa olan örtüdür. Yüzü ve bedeni örten her örtüye denir. (Ebüssü'ud tefsiri)

Cilbab, kadınların giydileri tek parça örtüdür. (Celaleyn)

Cilbab, göğse kadar inen baş örtüsüdür. (Ruh-ul-beyan)

Cilbab, bedeni baştan aşağı örten çarşaf, ferace, car gibi dış kisvedir. (Elmalılı)

Cilbab, dışa giyilen örtüdür. (Tibyan)

Cilbab, milhafe, uzun entari veya baş örtüsü demektir. (El-Envar)

Nur suresinin 31. ayet-i kerimesinde, (Kadınlar, baş örtülerini yakalarının üzerine örtsünler) buyuruluyor. Eğer kadınlar çarşaf giyselerdi, baş örtüsünü yakanın üzerine örtmekten bahsedilmezdi.

Erkeğin hanımına vermesi vacib olan nafaka, yemek, elbise ve meskendir. Kisve ise, himar ve milhafedir. (Bahr)

Himar, baş örtüsü, Milhafe, dış örtü demektir. Buna eskiden ferace denirdi. Şimdi ise manto deniyor. Erkeklerin giydiği örtüye de milhafe denmektedir. Hz. Enes'in rivayet ettiği hadis-i şerifte, (Resulullah, milhafesini evde giyerdi) buyuruluyor. (Hatib)

Herkesin çarşaf giydiği bir yerde, birkaç kadının manto giymesi fitneye sebep olacağından uygun olmadığı gibi, manto giyilmesi adet olan yerlerde de çarşaf giyilmesi uygun olmaz. Çünkü bir yerde adet olan şeyler giyilmezse, gösteriş ve şöhret olur, fitneye sebep olur. Hadis-i şerifte (Fitneyi uyandırana la'net olsun) buyuruldu. (Hadika)

Nefsimize zor gelse de, dinimizin emirlerini yapmaya çalışmak lazımdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Nefsini hor gören dinine değer verir, nefsini aziz gören dinini horlamış olur. Dinin ise aziz olması gerekir. Nefsini besliyen dinini zayıflatmış, dinini besliyen, dinini de nefsini de beslemiş olur.) [Ebu Nuaym]

Tesettürle ilgili ayet-i kerimeleri Peygamber efendimiz açıklamış, alimler de bizlere bildirmiştir. Bu husustaki tartışmalar kasıtlıdır.

Kur'an-ı kerimde genel olarak herşey, kısa olarak bildirilmiştir. Bunları Peygamber efendimiz açıklamış, o günden beri uygulanmıştır.

Kur'an-ı kerimde (Sakın ana-babana öf deme) buyuruluyor. (İsra 23)

Bir kimse, ana-babasına öf demese, fakat sopa ile dövse, sonra da (Ben öf demediğim için, Kur'anın emrine uydum) dese, bu kimse Kur'ana uymuş mu oluyor? Âyet-i kerimenin ma'nası, (Ana-babanızı üzmeyin hatta onlara öf bile demeyin) demektir. (Beydavi)

Bunun için Kur'an-ı kerimdeki bir ayetin hükmünü öğrenmek için Kur'an tercümesine bakmak çok yanlış olur. Herkes Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilseydi, hadis-i şerifler lüzumsuz olurdu.

Hırsızlık suçtur. Bir hakim, kanunları esas almadan, sırf Anayasa'ya göre bir hırsıza ceza veremez.Çünkü hırsızlığın cezası açıkça Anayasada bildirilmemiştir. Birçok hükümler kanunlarla açıklanmıştır.

Bunun gibi, dinimizin bir hükmünü öğrenmek için herkes Kur'an-ı kerime bakıp anlıyamaz. Kur'an-ı kerim, hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Hadis-i şerifleri de anlamak büyük ilim işidir. Bunları da İslam alimleri açıklamıştır. Onun için hiç kimseye Kur'an tercümesi okumasını tavsiye etmiyoruz. Bir okuyucu "Kur'an tercümesi, okuyarak dinsiz oldum" diye acı bir itirafta bulunmuştu.

Tıp kitabı okuyarak, ilaç yapmak ve hastaya teşhis koymak yanlıştır. Kur'an tercümesinden hüküm çıkarmak bundan daha büyük yanlıştır. Çünkü yanlış ilaç kullanan ölebilir. Fakat yanlış hüküm çıkaran imanını kaybedip, sonsuz azaba düşebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kur'anı kendi görüşü ile açıklıyan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai]

(Kur'anı kendi görüşüne göre tefsir eden kafir olur.) [M.Rabbani]

Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: [yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, zinetlerini [zinet takılan yerlerini] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31]

Bu ayet-i kerimeden kadınların başörtüsünü sadece yakasına örteceği, baş ve vücudunun diğer yerlerini örtmenin lazım gelmediği anlaşılabilir. Gözünü neden sakınacak, ırzını nasıl koruyacak, zinetten maksat nedir? Kına, sürme boya mıdır, altın, gümüş gibi zinetler midir? Bu hususlar açık değildir, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Bir ayet-i kerime de şöyle: (Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına [dışarı çıkarken] cilbablarını [dış elbiselerini] giymelerini söyle! Bu, onların tanınıp, eza edilmemelerine daha uygundur.) [Ahzab 59]

Bu tercümeye bakıp "Kadın, tanınıp eza edilmemesi için dış elbise giyer. Tanınıp eza edilmezse, çıplak gezebilir" diyenler çıkmıştır. Bu ayetleri Resul aleyhisselamın nasıl açıkladığına bakmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir) [Mecma'ul-enhür, El-mugni]

Bu hadis-i şerifte kadının tesettürü açıkça, bildiriliyor. Kur'an-ı kerimin 17 yerinde Resulullaha (De ki, bana tabi' olun) buyuruluyor. Allahü teâlânın Resulüne tabi' olup O'nun bildirdiği şekilde tesettüre riayet etmelidir!

Hz. Esma, ince elbise ile gelince, Resulullah baldızına bakmadı. Mübarek yüzünü çevirip (Ya Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç, vücudunu erkeklere gösteremez) buyurdu. (Ebu Davüd)

Hz. Âişe buyurdu ki: (İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür ayeti inince, hemen futalarını yırtıp başlarını örttüler) buyurdu. (Buhari, Nesai)

Kadın avrettir, tesettürü farzdır. Âyet-i kerimeyi kendi görüşüne göre tefsir edip bu farzı inkar etmek küfürdür.

Bir kadın açık gezse kafir olmaz. Fakat kapanmanın lüzumsuz olduğunu söylerse kafir olur. Günah ile küfür farklıdır. Eyyamcı bir gazete, küfrü, günahtan çok küçük görüp, Acem profesörün tesettürü inkar eden yazısını yayınlama gaflet ve dalaletinde bulunmuştur. Böylelerine aldanmamalıdır.

KADININ ÖRTÜNMESINI EMIR EDEN AYET-I KERIMEDE ZIKR EDILEN CILBAB NE DEMEKTIR, MANTO GIYMEK HARAM MIDIR?

Cahiliyyette insanların birçokları terbiye ve edebden yoksundu. Ahlak, iffet ve namus meselesi lafta idi. Bugün olduğu gibi kadın açılıp saçılıyordu, vücudunu, na mahrem yerlerini göstermekle böbürleniyordu. İlahi rahmet olarak gelen İslam dini, tefessüh etmiş bu insanlığı ıslah etmek için birtakım emir ve prensipler getirdi. Bunlardan birisi de kadının cilbab ile örtünmesini emreder.

"Ey Peygamber, hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin hanımlarına söyle! Baş ve boyunlarını örtmek için cilbablarını üzerlerine alsınlar”.

Cilbab'ın mahiyeti hakkında birkaç görüş vardır:

1- Cilbab, bütün vücudu örten uzun gömlek veya entaridir.

2- Entari üzerine giyilen geniş elbisedir.

GELİNLİK GİYMEK GÜNAH MIDIR? İSRAF OLMASI, ÖDÜNÇ ALINMASININ MAHZURU SÖZKONUSU OLABİLİR Mİ?

Soruyu cevaplamadan önce su bilgileri yeniden hatırlamamız faydalı olur: Rasûlüllah Efendimiz, "Kim hangi millete benzemeye uğraşırsa o da onlardandır."(Ebû Dâvud, libâs 5127) buyurmuştur. Buradan hareketle, fukahamız, başka milletlere, onların dinlerine has şiarlarda (alâmetlerde) isteyerek ve benzemeye çalışarak benzeyenin küfrüne hükmedilir, demişlerdir. Zimmîlere has zünnâr denilen kemer bağlamayı, başa papazlara has başlık giymeyi, putun önünde eğilmeyi (rukû ya da secde yapmayı) buna örnek olarak gösterirler. Dinlere has bu tür özellikler dışında, bütün insanların zamana; zemine, tecrübe ve ilmî îcad ve inkisâflara bağlı olarak, pratik yararlarına binaen ortaklaşa yapmakta oldukları şeyler, kullandıkları araç gereç ve eşyalar, herhangi bir dinin alâmeti değillerse ve başka mahzurlar ihtiva etmiyorlarsa, ortanın malı demektirler ve onları kullanmakta da bir mahzur olmaz.Gelinliğe gelince: Bilindiği gibi bu, gelin olan kızların süslenmesinde kullanılan en önemli unsurdur. Gelini süslemek ise meşru olmayan bir keyfiyet değildir. Hattâ bir anlamda sünnet olduğu(gelinliğin değil, gelini süslemenin ) dahî söyleyebiliriz. Çünkü Âişe vâlidemizi, gelin olacağı zaman, bu işi beceren kadınlar süslemiş ve taramışlardır.(bk. Müslim, nikâh 69; Müsned VI/438, 458; Muhammed el-Ahmedî Ebu'nnûr, Menhecü s-Sünne fiz-zevâc 146) Sahâbeden de bu işle meşgul olan kadınlar vardır. Rasûlüllah Efendimiz de (s.a.s.) Câbir'e bir düğün münasebetiyle: "Enmât edindiniz mi?"(bk. Buhârî, nikâh 62. Ayrıca bk. Aynî XVI/344; Ibn Hacer, Fethu'1- Bârî IX/225) buyurmuşlardı. "Enmât" Nevevî'ye göre hevdec'in (gelin mahfe'sinin) üzerine cibinlik gibi örtülen örtüdür.( Aynî, XVI/344) Duvak da onun bir benzeridir.(Ibn Hacer'in ifâdesinden bu anlaşıliyor. bk. age. IX/225. Hattâ o bizzat "tekellül" (taç takma) tabirini kullanıyor.) Bu yüzden bizim eski âdetlerimizde "duvak" meşhurdur. Dolayısıyla duvağın dini kökeni (menşei) sünnetteki bu uygulama olmalıdır. Çünkü nikâh bütün milletlerde dini bir özellik taşır ve nikâhla ilgili merasimlerde çoğunlukla mensup olunan dinin boyası ve sembolleri vardır. Bu açıdan bakıldığında bugün kullanılan gelinliklerin batı ve Hristiyan kökenli olduğunu söyleyenlerin biraz hakkı olduğu anlaşılır. Ortaçag Avrupasını konu edinen filmlerde kadınların giydikleri kat kat kabarık elbiselerde bunu görmek mümkündür. Ne var ki bugünkü şekliyle gelinlik, herhangi bir dinin sembolü olmaktan çıkmıştır. Bu yüzden bir bakıma mahzuru ortadan kalkmış, ama bir bakıma da başka bir mahzuru doğmuştur. O da, bugün dünyaya hakim olan kendini hiç bir dinle bağımlı görmeyen orta malı (seküler) bir anlayışın malı olmasıdır. Ama bu onu elbette haram kılmaz; fakat fazîletten ve dini boyadan da soyutlar. Oysa dinî bir merasim olan nikâh, mensup olunan dinin boyasını taşımalı ve ibâdet kılınabilen evlenme gibi bir müessesenin temelinde, dinî semboller de ihmal edilmemelidir. Gelin süslenmeli, süslü bir elbisesi olmalıdır. Bu fıtratın da bir gereğidir. O ani özlemeyen genç kız yok gibidir. Ama bu mümkünse inananlara has ve onların inancını yansıtan ve öyle heyecanlı bir günlerinde dahî kulluklarını sembolize eden bir modelle olmalıdır. Meselâ duvak yeniden gündeme gelmeli ve onunla bütünleşen bir model geliştirilmelidir. Çünkü değindiğimiz gibi, duvağın bizim geleneğimizde aslı vardır ve Anadolu müslümanı da bunu yüzyıllarca kullanmış ve ona türküler ve ağıtlar yakılmıştır. Duvak gelinin başıyla beraber yüzünü ve omuzlarını da örter ve bu yönüyle aynı zamanda bir cilbab özelliği de kazanır. Allah, gelin olan ve olmayan diye ayırmadan kadınların "cilbâb" kuşanmalarını emretmiştir(K.Ahzab (33) 59) ve cilbâbın asgarisi; başla beraber göğüslere (bele) kadar örten üstlüktür.(Cilbab ve özellikleri hakkında geniş bir araştırma için bk. F. Beşer, Fıkhı risaleler adlı eserin birinci bölümü) Duvak da başı örterdi ve genellikle bekâret sembolü olarak kullanılırdı. Nikâh yapılıncaya kadar duvak açılmazdı., Nikâhtan sonra damat tarafından açılırdı. Köylerde daha çok yeşil duvak kullanılırdı.(bk. TA XIV/153) Bugünkü uygulanışıyla gelinliği mahzurlu kılan bir yönü de, sizin de değindiğiniz israf meselesidir. Milyonlar verilerek alınan gelinlikler, bir gün giyildikten sonra ise yaramaz biçimde atılmakta ya da saklanmaktadır. Bunu akıl dahî onaylamaz. Bir yönden de bu, fakir olan, ama mutlaka gelinlik alması istenen eş adayını maddî sıkıntıya sokar, ezer ve evlenmeyi zorlaştıran unsurlara katılarak başka kötülüklere az da olsa sebep olur. Bunun yerine gelinlik, başka münasebetlerle de giyilebilen bir tarzda yapılsa, hiç olmazsa israf önlenmiş, gelinlik de çok daha ucuza mal edilmiş olur. Gerçi gelini süsleyecek giysiler ödünç alınabilir. Bunun da sünnette aslı vardır. Yine bu maksatla Âişe vâlidemiz Esmâ'dan(Bu Esmâ, Hz. Âişe'nin kardeşi Esmâ da olabilir. Ama muhtemelen kendisini süsleyen Esmâ bnt. Yezîd'dir. Şerhlerde bu konuda bir açıklık yoktur.)bir gerdanlık almıştı, sonra da kaybetmişti...( bk. Buhârî, nikâh 65) Bunu değerlendiren âlimler bunun elbiseye de şâmil olduğunu ve gelini süslemek için bu tür eşyanın iâre edilebileceğini söylemişlerdir.( bk. Aynî XVI/347; Ibn Hacer, Fethu'1-Barî IX/228) .

Hulâsa edersek:

1- Gelinlik giymeyi bizzat haram kılan bir sebep yoktur, ancak onun yerine kendi dînî boyamızı taşıyan duvaklı gelinlik modelleri geliştirip, kızlarımıza onları giydirmemiz daha güzel olur.

2- Herşeye rağmen bugünkü gelinlik uygulaması bize ait olmamakla, haram olmasa dahî kerahatten de hâlî değildir.

3- Buna rağmen giyilirse; haram olmaması için:

a- Erkeklerin gördüğü yerde üzerine duvak vb. atılmak sûretiyle süsü kapatılmalı ve tam örtünmeyi sağlamalıdır.

b-Erkeklerin görecegi yerlerde dar ve şeffaf olmamalı,

c-Yine erkeklerin duyacağı mahallerde koku ihtiva etmemelidir.

4- Bir seferliğine giyilip atılacak tarzdaki gelinlikler israf tır, israf ise haramdır ve Allah'ın sevmediği bir şeydir.

5- Gelinlik ve gelini süsleyen diğer aksesuar ödünç alınabilir.

Tesettür Kimlere Karşı Gerekir?.

Tesettür Kimlere Karşı Gerekir? Müslüman bir kadın kocasına bütün bedenini gösterebilir. Evlenmesi yasak olan yakın akrabâlarına saçını, boynunu, diz kapağına kadar ayaklarını, kolunu gösterebilir. Bütün yabancı erkeklere karşı eli, yüzü ve ayağı dışındaki bütün vücudunu örtmesi farzdır, Allah’ın emridir. Tıpkı Dinin diğer farzları gibi. Müslüman kadın ziynet yerleri denilen kol, saç, boyun, dize kadar ayaklarını mahrem olanlara (evlenmesi yasak olanlara) gösterebilir. Bu kimseleri âyet şöyle sıralıyor: Babası, kocası, kocasının babası, oğlu, kocasının oğlu, erkek kardeşi, erkek kardeşinin oğlu, kız kardeşinin oğlu, müslüman kadın, câriyesi ve kölesi, erkeklik duygusu kalmayan kimse, küçük erkek çocuk (24/Nûr, 31). Bunlara dede, amca, dayı, süt kardeşler de eklenir. Âyetin devamında “ziynetleri bilinsin diye ayaklarını birbirine vurmasınlar” uyarısı geçmektedir. Bu, kadınların süslenmek için taktıktıkları takıların başkalarına gösterilmesinin, sergilenmesinin de helâl olmadığını gösterir. İslâm, Allah’ın insanlar için seçtiği bir yaşama biçimi ve saâdet yolu, kurtuluş aracıdır. İslâm’ın bütün ilkeleri, emir ve yasakları kendine aittir. Her bir emrin ve yasağın bir hikmeti, bir sebebi; yasakların insana ve topluma zararı, emirlerin ise kişiye ve topluma faydası vardır. Ama müslüman, bu hikmetlerinden önce, sadece Allah rızâsını kazanmak için, O’nun emri ve yasağı olduğu için o hükümlere uyar. “Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir erkeğe ve mü’min bir kadına o işi kendi isteklerine göre seçme (özgürce farklı eylem yapma) hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (33/Ahzâb, 36) İman eden kişiler Rablerinin emrine teslim olurlar ve ellerinden geldiği kadar emirlere uymaya, yasaklardan kaçmaya çalışırlar. Ama asla Allah’ın emirlerini ve yasaklarını münâkaşa konusu yapmazlar. Onlar bu tehlikeli yola girmekten şidetle korkarlar. İslâm sağlam bir kişilik, sağlam bir toplum ve sağlıklı nesiller yetiştirme amacındadır. O, müfsit insanların bozduğu toplumu, kişilikleri ve nesilleri ıslah edip düzetmek istiyor. Bunun tedbirini almalarını müslümanlara emrediyor. Birçok kötülüğün aşırı isteklerden, dizginlenmeyen şehvetlerden kaynaklandığı bilinen bir gerçektir. Şehvetlerin alabildiğine serbest olduğu yerlerde huzur kalmaz, aile bağları gevşer, nesiller bozulur, kadının ve erkeğin şerefi zarar görür. İnsanın fıtratı, temiz aile ve temiz nesilden yanadır. Eşlerin birbirlerine bağlılığı, insanların birbirine saygısı, kişinin değerinin yüce olması faziletli davranışlardan geçer. İslâm bunun için işe hâin bakışların önüne geçerek başlıyor. Sonra hem kadını, hem erkeği, hem nesli, hem de fazileti korumak için erkeğe ve kadına tesettürü emrediyor. Tesettür ibâdeti mü’minler için bir güzelik ve erdemdir. Örtünme, aynı zamanda bir ibâdet hürriyeti ve insan hakkıdır. Faydaları ise sayılamayacak kadar çoktur. Buna rağmen bazı ülkelerde tesettür, başörtüsü münâkaşalarının, yasaklarının olması çok hazin, üzüntü verici bir şeydir. Tesettür, İslâm’ın emridir, bir ülkenin veya bir halkın geleneği değildir. Şu noktayı da eklemekte fayda vardır: Nur suresi 31. âyette ‘humur-hımâr’ kelimesi geçmektedir ki, bu, başörtüsü anlamındadır. Yani başı, saçları da kapatacak bir biçimde örten örtü demektir. Âyette kastedilen, müslüman kadınların başörtü örtmeleridir. Bunun uygulaması da böyledir, bütün âlimlerin âyetten anladıkları da bu şekildedir. Tesettür emri geldiğinde ensâr kadınlarının uygulamalarıyla ilgili olarak şu olayı nakledelim: Safiyye binti Şeybe diyor ki, bir seferinde Hz. Âişe’nin yanında bulunuyorduk. Biz Kureyş kadınlarının faziletlerini anınca dedi ki: “Şüphesiz Kureyş kadınları faziletlidir. Ancak Allah’ın emrini yerine getirme konusunda Ensar kadınlarından daha gayretlisini görmedim. ‘Başörtülerini yakalarının üzerine koysunlar’ emri gelince, onların erkekleri onlara yöneldiler ve Allah’ın ne indirdiğini okudular. Onlar hanımına, kızına, kız kardeşine veya bütün yakın akrabalarına gelen âyeti okuyunca, onlardan her biri, Allah’ın Kitabını tasdik (doğrulamak) için ve iman ettiklerinden, eteklerinin kumaşlarından başörtüsü hazırladılar. Ertesi sabah Peygamberin arkasında başörtüleriyle sabah namazına durdular. Onların başları üstünde sanki kargalar vardı.” (Buhârî, Nûr Sûresi Tefsiri, 6/136) Bütün bu açık hüküm ve ölçülerden sonra, mü’min kadınların ve mü’min erkeklerin Allah’ın emrine bir itirazları olamaz. İnandığını iddiâ ettiği halde tesettüre ve başörtüsüne tavır alanların, kendi durumlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekir.[1] İzzetine, iffetine, şeref ve namusuna düşkün müslüman kızlarımızın bu erdemi bazı iki ayaklı şeytanların gözüne batıyor. Hanımların dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyorlar. Özellikle İmam-Hatip'te, Üniversitede okuyan ve okumak isteyen müslüman kızın dünya-âhiret tercihi ve cihadı da başörtüsü bayrağında düğümleniyor. İslâmî örtünme iman alâmetidir. Ruhumuz gibi vücudumuz üzerinde de Allah'ın hâkimiyetini kabul edişin belgesi olan bir ibâdettir. Örtünme, çağımızın zulüm egemenliğine karşı kadınımızın cihadı, örtü de özgürlük bayrağıdır. Dinimizin örtünme emrini uygulamış olmaları için müslüman kadın ve kızların şu şekilde giyinmeleri gerekir: Eller ve yüzün dışındaki vücudun bütün organlarını örten, vücudun doğal rengini ve çizgilerini (vücut hatlarını) göstermeyecek şekilde kalın ve bol olan, gayri müslim kadınların kendilerine has olan (râhibe kıyafeti gibi) giysilerini andırmayan, toplum örfüne göre erkek elbisesine benzemeyen, dikkatleri çekecek şekilde de süslü olmayan bir giysi. Bu dış giysi, çarşaf, bol ve uzun pardösü ve benzeri olabilir. Mutlaka çarşaf veya şu şekilde bir pardösü denilemez; İslâm tek tip bir kıyâfet emretmemiş, sadece genel ölçüyü kurallaştırmıştır. Ev dışında kadının “cilbâb”ını üstüne alması (33/Ahzâb, 59) gerekmektedir. Cilbâb da dış giysi demektir. Bu, dünkü Osmanlı toplumunun örfünde çarşaf olduğu gibi, bugün ve yarın herhangi bir coğrafyada çok farklı bir dış giysi olabilir. Önemli olan, kadının ev dışında, ev elbisesinin üzerine giyeceği bir dış giysi ile örtünmesidir; yeter ki istenen tesettür şartlarına uygun olsun. Günümüzde cilbâb, yani pardösü benzeri dış elbise önemsenmez hale geldiği gibi, “başörtüsü zulmü” farklı bir tepkiyi aşırılaştırdı; tesettür denince sadece başörtüsü akla gelmeye başladı. Bazı genç bayanlar da sadece başörtüsüyle yetinmeye başladı. Giderek artan bir ucûbe olarak boneli, başörtülü, fakat makyajlı; başörtülü, ama eteği dizlerine kadar yırtmaçlı; başörtülü fakat üstünde sadece tişört etekli kıyafetler boy göstermeye başladı. İslâm kadınının sadece tesettürü yeterli görmesi mümkün değilken, yani aynı zamanda takvâ elbisesi olan iffet, hayâ, saygın kişilik, tavır-yürüyüş-konuşma-gülme-aşırı serbest hareket vb. davranışlarda fitne unsuru olabilecek tüm hususlardan sakınmak mecbûriyetinde olduğu halde, sadece giysi olarak tesettür konusu bile uygulamada büyük çapta dejenereye uğramaya başladı. Kala kala sadece bir başörtüsü kaldı, o da zora gelinince, sözgelimi üniversite uğruna, öğretmenlik vb. amaçlar için çıkarılabilecek, pazarlık ve tâviz konusu olabilecek, türbanla, şapkayla, perukla... değiştirilebilecek bir ucuzluğa düştü. “Artık televizyonlarda ve halka açık salonlarda tesettür defileleri yapılıyor” deyin, gerisini onlar anlar diyecek Bekri Mustafa’lara kaldı iş. Biraz alaylı, biraz da gerçeğin düşmanları tarafından müslümanların yüzüne tokat gibi vurulması kabilinden, boyalı basın buna “çeyrek tesettür” adını takıyor. “Tesettür ya vardır, ya yoktur; bunun yarımı, çeyreği, ekmekarası olur mu?” demeyin, uygulamaya bakarsanız oluyormuş... Başörtüsü, bir aksesuar gibi değerlendiriliyor bazı kızlarımızın gözünde. Kadınsı çekiciliğini yabancılar karşısında en aza indirmesi gereken tesettür, bir moda gibi düşünülüyor. "Tesettür(!) defilesi" denilen ucûbeler, bir taraftan bu talebe/isteğe cevap verirken, daha çok da bu arzı körüklüyor. Dışarıya çıkarken erkek bakışlarını üzerine çekmemeye gayret etmesi gereken müslüman bayan, -kocasının karşısında belki bu kadar süslenip kıyâfetine özen göstermezken- en az yarım saat ayna karşısında kendine çeki düzen vermeye çabalıyor, başörtüsünün rengine uygun olmayan pardösü ve ayakkabıyı giysiden saymıyor... Akşam evde, Filistin'li kızların dramını, açlıktan ahlâkını satan kadınları gözünden yaşlar akıtarak seyrediyor. Bütün bunlar, câhil bırakılmış ve okullar başta olmak üzere düzen ve onun tüm kurumlarıyla, gayr-ı İslâmî çevre şartlarıyla yozlaştırılıp bilinçsizleştirilen, çok kimliklileştirilen/kimliksizleştirilen, Batının ve bâtılın değersiz değerlerine özendirilmeye çalışılan toplum kurbanı şuursuz müslüman kızlarımıza kızmamıza ve suçu sadece onlara yüklememize sebep olmamalı. Zaten onlar da erkeklerin aynası, elmanın diğer yarısı. Müslüman erkeklerdeki dünyevîleşme, takvâyı hatta haram-helâl sınırlarını geri planlara atmayı dışarıdan hemen tesbit etmek mümkün olmuyor; eğer kadındaki tesettür gibi dıştan hemen belli olan bir ölçüt olsaydı veya varsa, hemen bu diğer yarımda da benzer dejenerasyon aynı oranda sergilenecekti. Zaten bu bayanların da çoğu, bu çeşit şuursuz müslümanların eşleri, kızları, kardeşleri değil mi? Bunlara acımaktan da öte, kadın-erkek hepimize bu yozlaşmanın sebeplerini doğru teşhis edip çareler üretmek için gece gündüz çalışmamız, fedâkârlıklarda bulunmamız, güzel örnek olmamız, fesat ortamını salâh ortamına çevirmek ve insanları ıslah için hilâfet görevimizi yerine getirme gayretiyle ha bire koşturmamız gerekiyor.

[1] Hüseyin K. Ece, İslâm'ın Temel Kavramları, s. 700-704. 3- Başı, boynu ve çevresini örten atkıdır.

4- Üst tarafı göbeğe kadar örten ve rida'ı denilen örtüdür.

Sibeveyhi'nin üstadı olan Halil: "Bu manalardan hangisi kasdedilirse caizdir” diyor. Müslüman kadın, el ve yüzü müstesna bütün vücudunu örtmek mecburiyetindedir. Bir kimse buna inanır fakat uygulamazsa günahkar olur. Amma inkar ederse dinden çıkar, mürted olur. İslamn kabul etmediği teillere baş vurup halkın inancını bozmak sapıklıktır. Tesettürün dinen makbul olabilmesi için birkaç şartı vardır, onlara riyet etmek gerekir:

1- Elbisenin vücudu gösterecek tarzda ince,

2- Nazar-ı dikkati çekecek kadar süslü ve renkli,

3- Vücudun hatlarını gösterecek şekilde dar olmayacaktır.

Bir memlekette manto giymek adet ise, dar olmamak şartıyla onu giymekte beis yoktur. Çünkü İslam dini, ne erkek ne kadın için belli ve mu'ayyen bir kıyafet getirmemiştir. Her memleketin kendisine has bir giyişi vardır. Hatta buranın çarşafı. Suriye, Irak ve Hicaz'da giyilen çarşafa benzemiyor. İlla şu veya bu kıyafet lazımdır demek doğru değildir.

FIKIH AÇISINDAN AVRET VE GİYİNME

Avret Kavramı ve Dayandığı Esaslar

"Avret" sözlükte gedik ve benzerindeki aralık ve kendisinden zarar ve fesat beklenen şey demektir. Ayette geçen "Evlerimiz avrettir." (el-Ahzâb 33/13) ifadesi; "Boştur ve orada fesat ve kötülükten endişe edilir." anlamındadır. Kadın ise, görülmesi ya da sesinin duyulmasıyla fesat vaki olabileceği için avrettir.Yoksa -bazılarının dediği gibi- "Avret"; "çirkinlik" anlâmındaki "Aver"den gelme değildir. Çünkü, "Avret" aslında, güzel olan ve canların arzuladığı kadınlarda da vardır. Ancak buradaki çirkinlik -yaratılış gereği meyl olsa bile- şer'î çirkinliktir de denebilir. (el-Harasî, Âlâ Muhtaşar-i Seydî Halil, I, 244.)

Insanın avret sayılan kısımlarının örtülmesi konusunda, fıkıhçılar arasında ihtilâf yoktur. Çünkü bu konuda vucûb ifâde eden açık naslar mevcuttur.

Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'inde Hz.Peygamber'in kadınlarına hitaben; "Evlerinizde (vekar ile) oturun. Evvelki cahilliyyet devri kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere yürüyüşü gibi yürümeyin." (el-Ahzâb 33/33) buyuruyor.(Bu emirlerin sadeceAllah Reslü'nün zevcelerine ait olması düşünülemez. Zira onlar bütün müminlerin anneleri oldukları halde (el-Ahzâb 33/6) böyle olmaları istenirse bu, diğer kadınlaradan öncelikle istenir. Sûre'nin sonundaki "Cilbab" ayeti de bunu gösterir. Bu emrin onlardan başlaması, onların örnek olmalarından ve bir şeye davet edenin, o şeye öncelikle uyması gerektiğindendir. (alûsî; Rûhu'l-Me'ânî, Mısır (Tarihsiz), XXll, 6;Muhammed Ali es-Sabûni, Ravi'u'l-Beyan Darû'l-Kur'an'il Kerîm, 1972 (l391 ) NI, 378.)

Diğer bir ayette de yine Hz.Peygamber'in kadınları ile ilgili olarak inananlara hitaben: "O'nun (Hz. Peygamber'in) zevcelerinden lüzûmlu bir şey istediğiniz vakit perde arkasından isteyin." (el-Ahzâb 33/53) buyuruyor.

Bu emirleri biraz daha izah eder şekilde:

"Ey peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına, "Cilbablarını" üstlerine örtmelerini söyle." (el-Ahzâb 33/59) Yine:

"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, zinnetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısmı müstesna, başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak şekilde) koysunlar..." (en-Nûr 24/31) buyuruyor. Ayrıca:

"Ey Adem oğulları, her mescide gidişte zînetlerinizi takının" (el-A'râf 7/31) âyetinin namazda avreti örtmenin farz olduğuna delâlet ettiğinde cumhur müttefiktir. (Kurtubî, el-Câmî Li-Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire,1967 (1387) VN/190.) Mutlak olarak avreti örtmenin vücûbuna delâlet ettiğini söyleyenler de vardır. (Aynî, Umdetu'l-Kârî, Mısır (Tarihsiz), IV/54.)Yine en-Nûr Sûresi, 58. 59. ve 60. ayetler de bu konu ile ilgilidir.

Hz. Peygamber de:Meselâ Hz.Ali'ye hitaben, tasarlamaksızın olan birinci bakıştan sonra vuk'u bulacak kasıtlı bakışı yasaklıyor. (Ebû Dâvûd, Nikâh 43; Tirmizî, Edep 28; Dârimî, Rikâk 3; Ahmed, V/35l ,357.) Cerîr b. Abdullah ansızın bakışın hükmünü sorduğunda gözünü çevirmesini emrediyor, (Müslim, Edeb, 45; Ebû Dâvûd, Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28: Dârimî, Isti'zan; Ahmet, IV, 358, 361.) şehvetle bakışı gözün zînası sayıyor, (Buhârî, Isti'zan,12; Kader, 9; Müslim, Kader, 20, 21; Ebû Dâvûd, Nikâh;Ahmet, N/276.) bir kadının güzelliklerine şehvetle bakanın gözüne kurşun eritilip döküleceğini bildiriyor, (Serahsî, Mebsût, XI/153.) mutlaka yollarda bulunulması gerekli haller de gözü kapamayı yolun hakkı olarak gösteriyor, (Buhârî, Mezâlim, 22; Ebû Dâvûd, edep,12; Ahmed, NI/ 36, 47.) öbür yönüyle de bakmamayı, ecre ve imanın tadını duymaya vesile sayıyor. (Ahmed, V/264.) İşte bu ve benzeri naslar Islam âlimlerinin, avreti örtmenin farz olduğu konusunda ittifaklarına sebeptir. Ebû Velîd b. Rüşd, bu konuda ulemanın ittifak ettiklerini söylüyor. (Ibn Rüsd; Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesid 5I/89; Aynı, a.ge. IV/53.) Böylece bu, fiilî icma haline de gelmiş demektir. Ancak "avret" in sınırı nedir, kadınlara "zînet"leri ve örtmeleri emrinden istisna edilen "zâhir zînnetleri" neresidir, ilk câhiliyyet süsü sayılan ve yasaklanan "teberrüc" nedir? Ve nihayet kadının örtünmesi konusunda "Örtünsünler" emriyle yetinilmeyip "Üstlerine atmaları" emredilen "cilbabları" nin keyfiyeti nedir? Bu noktaların açıklanması gerekir. Bu ve benzeri konular için cilbab maddelerine bakınız.

TESETTÜR

Alm. Sich-Bedecken (n); Verschleirung (f), Fr. Se couvrir; se voiller, İng. To conceal oneself; to veil oneself. Örtünme, giyinme. Arapça “setr” kelimesinden türeyen tesettür, lügatta “kapanıp gizlenme, örtünme, giyinme, kuşanma” mânâlarına gelir. Tesettür, erkeklerin ve kadınların, vücutlarının avret mahalli sayılan kısımlarını göstermemelerine, örtmelerine denir.

İnsanları, kadın olsun, erkek olsun giyinmeye, örtünmeye zorlayan pekçok sebepler vardır. İçinde yaşadığı tabiat şartları, iklimler, mevsimler, mensup olduğu milletin kültür değerleri, inanıp teslim olduğu dînin emirleri ve yasakları, hattâ töre, örf ve âdetleri, ahlâkî telakkileri, çalıştığı iş ve mesleğinin şartları, yaşları, cinsiyetleri, zevkleri ve ekonomik durumları, giyinmelerini, kuşanmalarını ve örtünme şekillerini etkilemekte ve biçimlendirmektedir. Yeryüzünde insanların örtünme şekillerine bakarak yaşadığı coğrafî muhitini, mensup olduğu milletini ve dînini kolayca anlamak mümkün olmaktadır. Milletlerarası kültür alış verişleri, insanların giyinme, örtünme şekillerini etkilemesine ve moda adı altında geniş kitlelere yayılmasına rağmen millî ve mahallî zevkler dâima önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında, dinlerin tâyin ettiği ölçü, örtünmede asırlar boyunca hiç değişmeyen temel unsur olmuştur. Şu kadar var ki, insanlar, millî kültür ve medeniyetlerini yaşamaktan da husûsî bir zevk duymaktadırlar. Örtünmenin şekline âit şartlar her devirde ve her milletin millî kültürüne, dînî inancına uygunluk arz ederek çeşitli değişikliklere uğramıştır.

Örtünmek için elbise giymek, yemek ve içmek gibi insan hayâtının devâmı için zarûrî bir ihtiyaçtır. Şekilleri, renkleri ve zevkleri ne olursa olsun örtünmeye yarayan giyecekler, hayâtın devamı için lâzım olan bir ihtiyacı karşıladığı gibi, insanların ayıbını örtmekte, hayâ, utanma duygusunun kalkmamasını sağlamakta, fertlerin toplum içinde rezil ve bayağı bir hâle düşmemesini temin etmektedir. Çıplaklığın yol açtığı çirkin hayâtı, fuhşu zinâyı önlemektedir. Erkeğe ve kadına, hemcinsleri arasında şerefli bir mevki kazandırmaktadır. Hayvanlar gibi bir yaşayış tarzından kurtarmaktadır. Irz ve nâmuslarını korumakta, âile düzenini muhâfaza etmekte yardımcı olmaktadır.

Ayrıca kadınların erkeklere karşı örtünmesi, bunların nâmuslarını korumak için olduğu gibi, bu örtüler kadınla erkeği birbirinden ayıran mânevî sınırlar olmaktadır. Örtüler, erkekle kadın arasına konulan hayâ perdeleridir. Örtünen kadının bir erkek hayâlinde daha güzel canlandırılması, kadının şerefini azaltmamakta, bilâkis yükseltmektedir. Onu günlük kullanılan metâ olmaktan çıkarmaktadır.

Dînimiz, örtünme için bir şekil şartı bildirmemekle berâber, tesir sahasına aldığı kültür ve medeniyetlerin hem muhtevâsında ve hem de şeklinde önemli izler bırakmıştır. İslâmiyet, giyim ve kuşam konusunda ana prensipler vâz ederek ve kendinin koyduğu bu hükümlere aykırı düşmeyen millî örflere ve âdetlere uyarak giyinmeyi, örtünmeyi istemektedir. Fertlerin zevklerini, sosyal şartlarını ve hattâ cinsiyet durumlarını nazarı îtibâra almaktadır. Kur’ân-ı kerîmde, erkeklerin ve kadınların belli ölçüler içinde örtünmeleri ve giyinmeleri emredilmiştir.

Kur’ân-ı kerîm, insanların mahrem yerlerini teşhir etmelerinin çirkin olduğunu bildirmekte, bugünkü psikiyatristlerin “rûhî sapıklık” olarak târif ettiği çıplak yaşamayı yasaklamaktadır. İnsanların bu çirkin davranıştan kurtulmasını ve cemiyetin yadırgamıyacağı bir tarzda giyinip süslenmelerini emretmektedir. En iyi örtünme şekli, sâde, temiz, gösterişten uzak ve insanlara ibâdetlerinde huzur veren bir tarzdır. Giyeceklerin, avret mahallini örtecek şekilde geniş olması yeterlidir. Belli bir örtüyle örtünmeleri şart değildir. Dînin emir ve yasaklarında mükellef (sorumlu) olan bir insanın namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram olan yerlerine avret mahalli denir. Hanefî ve Şâfiî mezheplerinde erkeklerin, namaz için avret mahalli, göbekten diz altına kadardır. Hür olan kadınların, avuç içlerinden ve yüzlerinden başka her yerleri, namaz için avrettir. Avret yerlerini örtmek namazda da, namaz dışında da farzdır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, Ahzâb sûresi 59. âyetinde meâlen; “Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına de ki: Hacetleri için dışarı çıkacakları zaman cilbablarını, dış elbiselerini üzerlerine giyip onunla örtünsünler!” ve Nûr sûresi 31. âyetinde meâlen; “Ey Resûlüm! Mümin kadınlara söyle ki: Gözlerini haramlardan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar! Zînetlerini açmasınlar! Bunlardan zarûrete binâen görünen kısmı (yüzler ve eller) hâriç. Baş örtülerini yakalarının üzerine çeksinler ki, yakalarını (yâni boyun, gerdan, göğüsleri ve saçları) örtülmüş olsun!” buyuruyor.

Advertisement