روح البيان في تفسير القران - شيخ اسماعيل حقي البرسوي HTML formatında Arabça Ruhul Beyan Tefsiri olup her sürenin sayfasına copy paste yapılacak. Rüku bölümlerine göre sayfa açılacak. | |
---|---|
Sure adı/RBT diye link oluşturulacak . Surenin içerine [2] sitesinden bilgisayara indirilen sureler burada oluşturmak istediğimiz surenin altına kopyalanıp yapıştırılacak ve kaydedilecek | |
القرآن | سورة الفاتحة/روح البيان -
1-7/سورة البقرة/روح البيان - 8-20/سورة البقرة/روح البيان - 21-/سورة البقرة/روح البيان - /سورة آل عمران/روح البيان - /سورة النساء/روح البيان- /سورة المائدة/روح البيان- /سورة الأنعام/روح البيان-/سورة الأعراف/روح البيان- |
Aktarma | RBT/HTML AKTARILACAK |
RBT/Arabi digital | روح البيان http://www.dahsha.com/uploads/RuhelBayaan.rar dan BS indirilip sure sure eklenebilir. |
RBT/PDF Arabi resim | RBT/PDF |
KK/Türkçe latin harf içinde arabide mevcut | Fatiha Suresi/RBT
Bakara Suresi/RBT Al-i İmran Suresi/RBT RBT/Nas Nas/RBT Bu esas yöntem olacak Nas Suresi/RBT - Nas/Ruh-ul Beyan Nas Suresi/Ruhul Beyan Tefsiri/Arapça RBT/Giriş Türkçesi |
RBTÇG | Ruhul Beyan Tefsiri Çalışma Gurubu : Şablon:KÇG - Genel koordinatör:Kullanıcı:Maep - Koordinatör okul:İHB İHL - Okul koordinatörü : Kullanıcı:İlknurrr - Ekip: [[Kullanıcı:]]-[[Kullanıcı:]]-[[Kullanıcı:]] |
KÇG - MM | Şablon:MM -Kullanıcı:Abdmelet NFK İHL - Kullanıcı:Abdurrahman Ağın - Kullanıcı:Eyup Yıldırım - Kullanıcı:Akmercani - Kullanıcı:Yaydemir04 - [[Kullanıcı:]] - [[Kullanıcı:]] - [[Kullanıcı:]] - [[Kullanıcı:]] - [[Kullanıcı:]] |
Pasif olan KÇG | Kullanıcı:Fatihbaba21 - [[Kullanıcı:]] - [[Kullanıcı:]] - [[Kullanıcı:]] - [[Kullanıcı:]] |
Çalışma aşamaları | 1.Aşama: Her surenin altına Ruh-ul Beyan Arapça tefsiri için link verilecek.
2.Aşama: Sure adı/RBT diye link oluşturulacak . Surenin içerine [3] sitesinden bilgisayara indirilen sureler burada oluşturmak istediğimiz surenin altına kopyalanıp yapıştırılacak ve kaydedilecek (Tefsirin Arapça word online dokuman indirme sitesi:[4] 3.Aşama: Her ayetin altına örnek 114/2 gibi Ruhul Neyan Tefsirinin Arapçası ve Türkçesi eklenecek. |
Linkler | altafsir.com [5] |
Şablon:RBTbakınız - HBFTK - RBT/linkler - Rûh-u'l Beyan Tefsiri Ruhul beyan: http://www.altafsir.com/Tafasir.asp?tMadhNo=0&tTafsirNo=36&tSoraNo=114&tAyahNo=3&tDisplay=yes&UserProfile=0&LanguageId=1 |
تفسير روح البيان Rûh-u'l Beyan Fî Tefsir-i'l Kur'an/Arapça/PDF | |
---|---|
Bizim pdf'yi buraya aktaralım. | |
تفسير روح البيان | Dosya:تفسير روح البيان 1.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 2.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 3.pdf -Dosya:تفسير روح البيان 4.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 5.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 6.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 7.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 8.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 9.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 10.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 11.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 12.pdf - Dosya:تفسير روح البيان 13.pdfDosya:تفسير روح البيان 14.pdf |
Toplam Sayfa sayısı (Kapaklarla Birlikte): 5652 Şablon:RBTbakınız - |
Tafsir Ruh al-Bayan/English | |
---|---|
Google translation is used. False translations should be corrected | |
1.Cüz | Tafsir Ruh al-Bayan/English/1.Cuz : Tafsir Ruh al-Bayan/English/Fatiha - Tafsir Ruh al-Bayan/English/Bakara - Tafsir Ruh al-Bayan/English/Bakara/1-7 - |
2.Cüz | Tafsir Ruh al-Bayan/English/2.Cuz : Tafsir Ruh al-Bayan/English/Bakara/ - Tafsir Ruh al-Bayan/English/Al-i Imran/ -Tafsir Ruh al-Bayan/English/Al-i Imran/1- - |
30.Cüz | Tafsir Ruh al-Bayan/English/30.Cuz : Tafsir Ruh al-Bayan/English/Amme -
|
Tafsir Ruh al-Bayan/English/Translation template |
Birinci Bölüm[]
Kenz-i Mahfî’de Ele Alınan Konular[]
I. Kenz-i Mahfî[]
A.Giriş[]
İslâmî-Tasavvufî kanaate göre hiçbir şey yaratılmadan önce ezelde sadece Allah vardı. “Fakat yer, gök, zaman, mekân, hülasa hiçbir şey yaratılmamıştı. Yalnız varlıkların âyân-ı sâbitesi, yâni ne şekilde yaratılacağı, taslağı, planı Allah’ın indinde vardı. Sonra, zaman, mekân vb. eşya yaratıldı.
Zamansızlıktan zaman, mekânsızlıktan mekân yaratıldı” Mevlana bunu şu şekilde ifade eder:
“Allah bildiğini ortaya koymadıkça, âdeta ilahi tasavvur, ilahi plan olan âyân-ı sabiteyi meydana çıkarmadıkça da, cihana doğurma dert ve zahmetini vermedi.” Tasavvufta kenz-i mahfi düşüncesine göre Cenab-ı Hak gizli bir hazine iken bilinmeyi dilemiş ve bilinmek için mahlûkatı yaratmıştır. Ve insan, ezelde, ‘Kâlû Belâ’ anında muhatap olduğu Cenap-ı hakkın kendisini ‘Elestü bi-Rabbiküm’=ben sizin rabbiniz değil miyim? Hitabının güzelliği karşısında adeta vurulmuş ve ilk aşk şerbetini o zaman içmiştir.
Dolayısıyla esasen mutasavvıfın varlık, bilgi ve değerler alanında ortaya koyduğu düşünceler birbiri ile yakından irtibatlıdır ve çoğunlukla kenz-i mahfî düşüncesinden kaynaklanan yorumlardan ibarettir.
Aslında Allah her zaman kendini ilmiyle biliyordu. Kudretiyle belli tasarrufları vardı. Fakat o alemler başka alemlerdi. Allah bir kere de bizim fizik alemi diyebileceğimiz, maddeden mürekkep bir alemde kendini ifade etmek ve tanıtmak istedi. Dolayısıyla “Kenz-i mahfi”yi Allah’ın fizik alemindeki tecellilerinden önceki durum için kullanılan bir ifade şekli olarak değerlendirebiliriz. Ayrıca şunu da baştan bilmek gerekir ki bizler dîk-i elfazdan (sözlerin yetersizliğinden) dolayı “önce” veya “sonra” diyoruz. Yoksa zamandan ve mekandan münezzeh olan O’nun için öncelik ve sonralık bahis mevzuu değildir.
İşte bu Kenz-i mahfî belli bir fasıldır. Cenab-ı Hak berzahta da kendini ifade edecek. Orada da varlığı hem gözüyle görecek, hem de gören gözlerin gözüyle Ardından mahşer alemini yaratacak, orada görecek ve gösterecek. Mahşer alemi de içinde yaşadığımız bu aleme hiç benzemeyen ayrı bir alemdir, ne kadar sürer belli değil Mesela biz burada atomlar, protonlar, nötronlar diyoruz; belki orada anti atomlar, anti nötronlar, anti protonlar, anti partiküller olacaktır da Allah onlardan bir alem yaratacaktır ve orada Zâtına, sıfat-ı sübhaniyesine ait hususiyetleri sergileyecek; sergileyecek zira her hünerber Zat kendi sanatını teşhir etmek ister. O’nun teşhiri Cennet’te de devam edecek.
Tanımanın evvel emirde ilk basamağı, bilmekten geçmektedir. Bildikçe sevgi, sevdikçe de yakınlık artacaktır. Bu yakınlık öyle bir safhaya gelecektir ki, sevilende yok olma hâli tahakkuk edecektir. Bundan sonra ise seven değil, sevilenden başka ortada bir şey kalmayacaktır. Bir şeyi hakikatiyle bilmeden bildirmek, bildirmek istediğimiz şeyi eksik ve kemalinden uzak bir hâlde bildirmemize neden olmaktadır.
Sevgi ve muhabbete dayalı bir kavram olan ve Tasavvuf düşüncesinin varlık anlayışında önemli bir yer tutan bu kavramı sözlük anlamı açısından ele alacak olursak; kenz-i mahfî sözlükte “gizli hazîne, saklı define, gömülü saklı mal” anlamlarına gelmektedir.
“Kenz” Arapçada biriktirmek demektir. Ragıp Isfehanî şöyle demiştir: “ ‘Kenz’ malı depo edip muhafaza etmektir.”
Kavramı ıstılâhi açıdan ele alacak olursak; Abdürrezzâk el-Kâşânî’ni kavramı “Gaybde saklı bulunan ahadiyet hüviyeti, gizli olanların en gizlisi” olarak tanımlamıştır.
Uludağ’ın kavramla ilgili açıklamaları şu şekildedir: “Genç-i pinhân. Gizli hazîne. Gaybde gizli olan ahadiyet hüviyeti. Bu hüviyet en gizli şeydir.”
İslam ansiklopedisine “kenz-i mahfî” maddesini yazan Aydın’ın girişte yaptığı açıklama şu şekildedir: “Hakk’ın zâtının mutlak bilinmezliğini ifade eden bi tasavvuf terimi.”
1. Tasavvufi Bir Kavram Olarak Kenz-i Mahfî[]
Sufilerin varoluşu anlamlandırmada sıkça başvurdukları temel argümanlardan biri “ben gizli bir hazine idim; bilinip tanınmak istedim ve bilineyim diye mahlukatı yarattım” “Küntü kenzen mahfiyyen fe-ahbebtu en u’rafe fe-halaktü’l halka li-u’arafe” rivayeti ve bunun sağladığı fikri açılımdır.
Sözlükte “gizli hazine, saklı define” anlamına gelen kenz-i mahfî terkibini Muhyiddin İbnu’l-A’rabî “her türlü izafet ve nispetlerden mücerred kadim ve ezeli olan Hakk’ın zatı”, Abdurrezzak el-kaşani ise, “Gaybde saklı bulunan ahadiyyet hüviyeti olup gizli olaların en gizlisidir.” şeklinde tanımlamıştır. Burada mutlak anlamda gizli (gayb-sır) olan hüviyete ve zata kenz-i mahfi denilmesi, O’nun hiçbir zaman bilinemeyeceğini ifade etmek içindir. (Kenz-i mahfi tabiri hadis olarak da tabir edilen “bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim. Bilineyim diye halkı (kainat) yarattım”11 ifadesinden alınmıştır. Burada geçen (Ahbebtü) “istedim” muhabbet, “bilinmek” marifet kökünden geldiği için, mutasavvıflar kainatın yaratılışını muhabbet ve marifetle açıklamışlardır.
Hatta Mutasavvıfların bunun kullandıkları özel bir terim vardır: en-Nikahu'sSâri Fi Cemî'i'z-Zerâri: Arapça, bütün zerrelere sirayet etmiş nikah demektir. "Gizli bir hazine idim". Hadis-i kudsîsinde anlatılan "sevginin yönelişi". Mevâlid-i Selase, aba-i ulviyye ile ümmehât-ı süfliyyenin evlenmesinden doğmuştur. Bütün varlıklar, sevgi yönelişi diye tanımlanan nikahtan husule gelmiştir.
Hak bilinmeyi istemiş, böylece ilk olarak sevgi ile tecelli etmiştir ise bilinmektir.
Alem yaratınca o artık maruf olmuştur. Fakat bu bilinme sıfat ve isimlerinin zuhur etmesi şeklindedir ve O sadece bu yönden bilinir hale gelmiş, mutlak gayb olan hüviyeti ve zatı itibariyle yine gizli bir hazine olarak kalmıştır. Allah, kâinat var olmadan evvel ne kadar gizli ise var olduktan sonra da o kadar gizlidir.
İlahi zatın sonsuz tecellilerin kaynağı olduğu halde kendisinde herhangi bir eksilme söz konusu olmaması O’nun bitmez tükenmez bir hazineye benzetilmesine sebep olmuştur. Mutasavvıfların âlemin yaratılışını ve varlığını ve muhabbet ve marifetle açıklamaları da buna dayanır. Âlem muhabbetle varolmuş, ahadın zâti sevgisinden vücuda gelmiştir.
2. Tasavvuf Geleneğinde Kenz-i Mahfi Literatürü[]
Hiç şüphesiz Kenz-i mahfi söylemi tasavvufi gelenek içinde pek mutasavvıf tarafından çeşitli başlıklar altında işlenmiş, şiirlerinde veya divanlarında yada kitaplarında kullanmışlardır. Hazîne benzetmesini ilk defa kullanan sûfînin Amr. b. Osman el-Mekkî (ö. 291/904) olduğu kaydedilmektedir. Atâr, Amr b. Osman el- Mekkî’nin elinde Gencnâme (Kitâbü’l-Kenz) adlı bir eser bulunduğunu, âlemin ve Âdemin yaratılışıyla ilgili bir takım sırlar ihtivâ eden bu eseri özenle koruduğunu belirtir ve Hallâc-ı Mansûr’un bu eser çaldığı şeklindeki bir rivâyeti nakleder. Daha sonra Hallâc’da Kitâbü’t-Tavâsîn’de gizli, hatta tılsımlı hazîne (genc-i mutalsam, kenz-i mutalsam) benzetmesini kullanmıştır.
Bunların önemlilerinden biri de Haris el- Muhasibi’dir. Muhasibi’nin Kenz-i mahfi hadisinin kullandığı kitabının tam adı Fehmu’l-Kur’an ve Meânîhi şeklindedir. Kitabın ismi rastgele seçilmiş değildir. Müellif, Fehmu’l-Kur’an demekle bir tahsiste bulunuyor ve öncelikle Kur’an’dan maksat nedir? Kur’an ne demek istiyor ve ne kastediyor?
Neleri farketmemiz gereklidir ? gibi sorunlar üzerinde duruyor. Ve Meânîhi ifadesiyle ise, dikkat çekilen bu hususların derinlemesine kavranmasını salıklıyor. Başka bir deyişle, lafızlardan manaya geçilmesini istiyor. Aslında bu tercihle Muhasibî, tasavvuf erbabınca sıkça zikredilen “ben gizli ben hazine idim; bilinip tanınmak istedim ve bilineyim diye mahlukatı yarattım” mealindeki “Küntü kenzen mahfiyyen fe-ahbebtu en u’rafe fe-halaktü’l halka li-u’arafe” hoş bir söze de göndermede bulunmakla kitabın mihverini ve hedefini belirlemektedir.
Yine bunun gibi tasavvuf kültüründe sufinin gönlünde hissettiklerine oranla dilin yetersiz kalması ve anlatıma coşku ve heyecan katmak amacıyla varlık-bilgi ve değer alanlarında bazı metaforlara başvurmuştur ve esasen tasavvuf literatürü bu açıdan oldukça zengindir. Varlık alanında başvurulan en önemli metaforlardan biri de hiç şüphesiz “Küntü Kenzen mahfiyyen” “gizli bir hazineydim” benzetmesidir.
Vahib-i Ümmi’nin bildirdiklerine göre, gizli hazine anlamına gelen Kenz-i mahfi metaforu, benzetmesi, mutlak gaybda gizlenmiş bulunan Hüviyet-i Ahadiyye yerine kullanılır. Bu bilinmesi imkansız olan gizlinin gizlisidir. “ben gizli ben hazine idim; bilinip tanınmak istedim ve bilineyim diye mahlukatı yarattım” kutsi hadis diye bilinen sözden mülhemdir. Cenab-ı Hak, insanı ve diğer varlıkları, Kenz-i mahfi vahdetinden izhar edip yaratmıştır. Kenz-i mahfinin ilk mazharı Hz. Muhammed’dir. (s.a.v) O olmasaydı diğer varlıklar da yaratılmazdı.Bütün mahlukat ken-i mahfi zatının aynasıdır. Vahib-i Ümmi bu düşüncelerini şöyle dile getirir.
- Zat’ı Hak’tan zahir oldu, mu’cizen envâr-ı Hak
- Küntü kenzen sevgisi, gönlümde bürhandır senin
Sinan-ı Ümmi ise Divan’ında kenz-i mahfi ile ilgili düşüncelerini şöyle belirtir.
- Yoğ- iken bu yer ü gök ü arş u kürsi, nefs ü can
- Evvel, âhir bir olan, ol küntü kenzu’llaha bak
Aynı konu Niyaz-i Mısrî’nin Divan’ında ise şu şekilde geçer.
- Zehî kenzi hafî k’andan gelir her var olur, peyda
- Gehî zulmet zuhur eyler, gehi envar olur peydâ
Gayb aleminin gizlilikleri, kenz-i mahfi içinde gizlidir. Evliyanın ruhları da Kenz-i mahfi’nin gizli hazineleri arasındadır. Kenz-i mahfi sırrı, arifin gönlünde gizlidir.
- Küntü kenzin gizli sırrı, cisim içinde nihan imiş
- Zikr et Hakk’ı ey muttaki, tevhit onu açar imiş
Niyaz-i Mısrî ise arifin gönlünde gizli olan kenz-i mahfi sırrına şöyle hitap eder;
- Kenz-i mahfi aşikar hep sendedir
- Yaz u kış, leyl ü Nehar hep sendedir
- Gayra bakma, sen de iste sen de bul
Kenz-i mahfi sırrına inanan, arif-i billah ve ehlullah olur Arif, kenz-i mahfi sırrındaki pazarda ilim ve irfan alış verişi yapar. Aşık, aşk kadehini kenz-i mahfi vahdetinden içtiğinden ayık değil sürekli sarhoş gezer. Onun dilinden o makamın sırları dökülür. Kenz-i sırrını akıllar idrak edemez; ancak hal ehli olanlar onun manasını gönüllerde bulurlar.
Vahib-i Ümmi bu duygularını devamla şöyle dile getirir.
- Dile gelmez, söyeleyeydim küntü kenzin vârını
- Alem-i ma’nâ yüzü, zatındaki devrandır.
Kenz-i mahfi sırrı el’an caridir, yani şu anda da Cenab-ı Hak, insanın duyguları ile kavrayamayacağı bir hızla gizli hazineden varlıkları var edip yok etmekte, sonra da yeniden var edip yok etmekte ve yeniden var etmekte, hasılı bu yeniden yaratılış ve varoluş süreci (halk-ı cedid, teceddüd-i emsal) şu anda da sürüp durmaktadır. Aynen Niyaz-i Mısrî’nin aşağıdaki mısralarına yansıdığı gibi;
- “Küntü kenzen” remzini buldunsa sen de Mısriya
- “Küllü yevmin hû” yu anla kim, senin şanındadır.
Bu bağlamda kenz-i mahfi metaforu Hz. Muhammed (s.a.v.) kenz-i mahfi sırrını ifade etmek amacıyla Mâh adlandırmasıyla nitelendirilmiştir. Vahib-i Ümmi bunu bir mısrasında şöyle dile getirir:
- Mu’cizatın zerresidir ettiğin şakku’l-kamer
- Küntü kenz’in sırrı sensin Mâh(-ı)-tâbân Mustafâ
Diğer yandan tasavvufi kavramlardan biri olan Âb-ı Kevser de Vahib-i Ümmi tarafından Kenz-i mahfi şeklinde yorumlanır. Çokluk, çok şey anlamına gelen Kevser, cennette Allah’ın nimetlerinden olan bir ırmağın adıdır. Onun suyu bal gibi tatlı, buz gibi temiz ve soğuktur; bir içen artık bir daha susamaz. Cennetin diğer ırmakları, hep bu Kevser’den çıkar. Âb-ı Kevser, önce arifin oradan da diğer insanların gönlüne akıp gelen varlık ve eşyaya ait gizli bilgileri, marifet ve hikmeti simgeler. Gizli hazine (kenz-i mahfi) olan Cenab-ı Hakk’a ve diğer varlıklara ait bilgiler, âb-ı kevser’dir. Bu bilgi tahkiki kesin bilgidir. Vahib-i Ümmi bunu şöyle dile getirir.
- Âb-ı Kevser ma’nâsından zahir oldu bu kelam
- Kudreti nûr-i Hüdâ’nın, sendedir hakka’l-yakin34
Kenz-i mahfi metaforunun tasavvuf literatüründeki geçtiği bağlamlardan biri de Lokman şerbeti \ Lokman Hikmeti bağlamındadır. Kavram olarak Lokman şerbeti \ Lokman Hikmeti kalp ve gönül hastalıkların tedavisinde kullanılan, Lokman Hekim’in ilacı konumundaki şeyhin telkini olarak tanımlanır. Vahib-i Ümmi Divan’ında bunu şöyle dile getirir.
- Vere Lokman şerbeti, hastalar bula şifa
- Talibin nabzın tutanlar, ma’nâda hâzık gerek
Ancak Niyaz-i Mısrî’ye göre kenz-i mahfi sırrına erenler, artık Lokman hikmetine
ihtiyaç hissetmezler.
3. Bilgi Elde Etme Yolları Bağlamında “Kenz-i Mahfi”nin Değerlendirilişi[]
Sûfiler, İslam âlimlerinin ortaya koyduğu selim hisler, doğru haber ve aklı bilgi elde etme vasıtası olarak kabul etmiş, ancak bu yollarla elde edilen zâhirî ilimleri yeterli saymamış, Allah’ı tanıma ve O’na ulaşma noktasında daha başka bilgi elde etme vâsıtaları geliştirmişlerdir. Bu bilgiler sufilere, silsile, rüya, ilham gibi çeşitli yollardan gelebilir.
Tasavvufta silsile, tarikat şeyhlerinin Hz serkan ağtaş a Peygamber’e kadar uzanan üstadlar zincirine denir.
Bilindiği gibi bir tarikata girme, onun mürşidler zincirine bağlanma anlamına gelmektedir.
Silsile bir ark, kanal olarak kabul edilir ve sûfîler, batınî bilgileri bu vasıta ile şeyhlerinden elde ederler. Feyz-i İsnâdî kelimesi de bunu ifade etmek için kullanılır. Allah bilgisi adı verilen marifeti sûfîler bazen ümmî olan şeyhlerinden de alabilmektedirler. Silsile en son peygambere ve O’ndan da Allah’a ulaştığı için silsilenin “çekişi” sonsuzadır. Rüya ise uyku halinde zihinde beliren düşünceler ve olaylar olup, sûfîler bu yolla da şeyhlerinden, Hz. Peygamber’den ve hatta Allah’tan bilgiler alabilmektedirler. Hz. Peygamber’in bir hadisine göre “sadık rüya vahyin kırk altıda biridir.” Bu hadis, vahiyden düşük nitelikli de olsa ilâhî kökenli mesajın rüyalar yoluyla insanlara ulaştırılmasının hâlâ mümkün olduğunu ima etmektedir.
Aynı zamanda o, ilâhî ilhamın Allah dostlarına bahşedilebileceğini de ifade etmektedir.
Rüya vasıtasıyla tasavvufa intisap eden ya da rüyasını kaynak kabul ederek manevi hayatını düzenleyen sûfîlere tasavvuf tarihinde rastlamak zor bir durum değildir.
Üçüncü bir yol olan ilham, silsilede olan durumun aksine, vasıtasız olarak doğrudan Allah’tan alınan bilgidir. Bu bilgiye, marifet, irfan, keşf, mükâşefe, muhâdara, müşâhede, feth, feyz, levâih, tavârık vâridât, havâtır, vâkıa gibi isimler de verilir.
Tasavvuf geleneğinden bir hadisin sahih olup olmadığı konusu tartışmalı bir konu olmasının altında da yukarıda belirttiğimiz durumla ilgilidir. Ankaravi üzerinde büyük tesirleri olan İbn-i Arabi’ye göre bir hadisin sahih olup olmadığı konuları bile keşifle bilinebilir. Ayrıca keşif ile bir hadisin Hz. Peygambere ait olduğunu tespit edilebileceğini söyleyen mutasavvıflardan Abdu’l Aziz ed-Debbağ İbn-i A’rabi’nin keşfiyle sahih olduğunu tespit ettiği “kenz-i mahfi” hadisin kendi keşfine göre sahih olmadığını söylemektedir ki, bu da konu üzerinde düşünülmesi gerektiğini gösteren bir husustur45. Yani her ne kadar Mutasavvıfları bilgi edinme yönteminde keşfe önemli bir yer verseler de, keşiften elde ettikleri bilginin de birbirlerinden farklı olduğu bir gerçektir.
Bu sözle ilgili olarak İbni Teymiyye ve ona tabi olarak, Zerkeşi, İbni Hacer gibi bilginler de uydurma olduğunu söylemişlerdir. Bu rivayete ait herhangi bir sened bilinmemektedir. İmam Suyuti de asılsız olduğunu söylemektedir. Aliyyu’l-Kari’nin manasının Kur’an’a uygun olduğu söylemesi ise metin itibariyledir. O el- Masnu’un da ise bu sözün aslının olmadığını belirtmektedir. “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” ayeti, İbni Abbas’ın yaptığı gibi beni tanısınlar diye
Devam edecek.....