PeygamberlerPeygamberlerin şecereleri 1. Adem (as) - Kısas-ı Enbiya/Âdem Aleyhisselam 2. Şit (as): Babası: Âdem Aleyhisselâm, Annesi de, Hz. Havvâ'dır. 3. İdris (as): İdris (as)'ın soyu, Yerd (yahud Yarid)b.Mehlâil b.Kaynarı (yahud Kaynen) b.Enuş, b.Şit, b.Âdem Aleyhisselâm. 4. Nuh (as): Nuh b.Lemek (veya Lemk), b.MettuŞelah, b.Ahnuh (veya Uhnuh) (Yani İdris Aleyhisselâm), b.Yerd (veya Yarid), b.Mehlâil, b.Kayn (veya Kaynarı), b.Enuş, b.Şis, b.Âdem Aleyhisselâm. 5. Hud (as): Hûd (Âbir) b.Abdullâh, b.Rebah, b.Halud b.Âd, b.Avs, b.İrem, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâmdır. 6. Salih (as): Salih b.Ubeyd, b.Esif veya Asit, b.Kemaşic b.Ubeyd, b.Hadir b.Semud, b.Âbir b.İrem, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisse!amdır. 7. İbrahim (as): İbrahim b.Târah (Âzer), b.Nahor, b.Sarug (Şarug) b.Rau (Ergu), b.Falığ, b.Âbir, b.Şalıh, b.Erfahşed, b.Sâm, b.Nuh Aleyhisselâmdır. 8. İsmail (as): İsmail Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın, Hz.Hâcer'den doğan ilk ve büyük oğludur. 9. İshak (as): İshak Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın ikinci oğlu olup Hz.Sâre'den doğmuştur. 10. Lut (as): Lût b.Hâran, b.Târah, b.Nahor, b.Saruğ'dur. Lût Aleyhisselâm; İbrahim Aleyhisselâmın Yeğeni, yani kardeşi Haran'ın oğlu idi. 11. Yakub (as): Yâkub b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır. Yâkub Aleyhisselâmın Annesi: Refaka'dır. 12. Yusuf (as): Yûsuf b. Yâkub, b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır. Yûsuf Aleyhisselâmın annesi: Râhıl bint-i Leban'dır. 13. Eyyub (as): Eyyûb b. Mûs, b. Ra'vil, veya Razıh b. Ays b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmlardır. Eyyûb Aleyhisselâmın annesi Lut Aleyhisselâmın kızı idi. 14. Zülkifl (as): Bişr (Zülkifl) b.Eyyûb Aleyhisselâm'dır. 15. Şuayb (as): Şuayb b. Mîkâil, b. Yeşcür, b. Medyen, b. İbrahim Aleyhisselâmdır. Şuayb Aleyhisselâmın annesi: Lut Aleyhisselâmın kızı Mîkâil'dir. Şuayb Aleyşhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmın Kayınpederi idi. 16. Musa (as): Mûsâ b.İmran, b.Yashür, b.Kahis, b.Lâvi, b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâm'dır. Mûsâ b.İmran Aleyhisselâmla Hârûn b.İmran Aleyhisselâm, Ana-Baba bir kardeş idiler. Harun Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmdan bir yaş büyüktü. 17. Harun (as): Musa (as)'ın kardeşidir. 18. Hızır (as): Rivayete göre: Hızır Aleyhisselamın soyu: Belya (veya İlya) b. Milkân, b.Falığ, b.Âbir, b.Salih, b.Erfahşed, b.Sâm b.Nuh Aleyhisselam olup babası, büyük bir kraldı. Kendisinin; Âdem Aleyhisselamın oğlu veya Ays b.İshak Aleyhisselamın oğullarından olduğu veya İbrahim Aleyhisselama iman ve Babil'den, Onunla birlikte hicret edenlerden birisinin, ya da Farslı bir babanın oğlu olduğu, kral Efridun ve İbrahim Aleyhisselam devrinde yaşadığı, büyük Zülkarneyn'e Kılavuzluk ettiği, İsrail oğulları krallarından İbn. Emus'un zamanında İsrail oğullarına peygamber olarak gönderildiği, halen, sağ olup her yıl, Hacc Mevsimindeİlyas Aleyhisselamla buluştukları da, rivayet edilir. 19.Yuşa (as): Yûşa' b. Nûn, b. Efrâim, b. Yûsuf, b.?Yâkub, b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâm'dir. 20. Kâlib b. Yüfena (as): Kâlib b. Yüfena, b. Bariz (Fariz), b. Yehuza, b. Yâkub[3] b. İshak, b. İbrahim Aleyhisselâmdır. Kâlib b. Yüfenna Aleyhisselâm, Mûsâ Aleyhisselâmın kız kardeşi Meryem'in kocası veya Mûsâ Aleyhisselâmın damadı idi. 21. Hızkıl (as): Hızkıl b. Nûridir. Hızkıl Aleyhisselâmın annesi yaşlanıp çocuk doğurmaz hale geldikten sonra, Yüce Allâh'dan bir oğul dilemiş ve Hızkıl Aleyhisselâm, ihsan olunmuştur. Bunun için, Hızkıl Aleyhisselâm (İbnül'acûz = Koca Karının Oğlu) diye anılmıştır. 22. İlyas (as): İlyas b. Yasin, b. Finhas, b. Ayzar, b. Hârûn, b. İmran (A.S)'dır. 23. Elyesa (as): Elyesa' b.Ahtub, b.Adiy, b.Şütlem, b.Efrâîm, b.Yûsuf, b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâm'dır. Elyesa Aleyhisselâm'ın, İlyas Aleyhisselâm'ın amcasının oğlu olduğu da söylenir. 24. Yunus (as): Yûnus b. Matta; Bünyamin b. Yâkub b. İshâk, b. İbrahim Aleyhisselâm oğulları soyundandı. Matta, Yûnus Aleyhiselâmın annesi idi. Peygamberlerden, Yûnus b. Matta ile İsâ b. Meryem Aleyhisselâmlardan başka hiç biri, annesine nisbetle anılmamıştır. 25. Şemûyel (as): Şemûyel b.Bali, b.Alkama, b.Yerham, b.Yehu, b.Tehu, b.Savf'dır. Şemuyel Aleyhisselâm, İsrail oğullarından ve Hârûn Aleyhisselâmın zürriyetindendi. Şemuyel Aleyhisselâmın annesi Hanne olup[6] Lâvi b.Yâkub Aleyhisselâmın Hanedanına mensuptu. 26. Davud (as): Dâvûd b.İşâ Aleyhisselâm; Yehûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmın soyundandır. 27. Süleyman (as): Dâvûd b.İşa Aleyhisselâmın oğlu olan Süleyman Aleyhiselâmın da, soyu, Yehûza b.Yâkub, b.İshak, b.İbrahim Aleyhisselâmlara dayanır. 28. Lukman (as): Lukman b.Sâran, b.Mürîd, b.Savun. Lukman Aleyhisselâm; Dâvûd Aleyhisselâmın devrinde yaşamıştır. Kendisi; Mısır Nub kabilesine mensubtu. Medyen ve Eyke halkındandı. İsrail oğullarından bir adamın kölesi iken, onun tarafından âzâd edilmiş ve kendisine ayrıca mal da, verilmişti. 29. Şâ'yâ (as): Şâ'yâ b.Emus veya Emsıya'dır. 30. İrmiya (as): İrmiya b.Hılkıya; Lavi b.Yâkub Aleyhisselâm'ın soyundan gelen Hârûn b.İmran Aleyhisselâmın soyundandı. 31. Danyal (as): Danyal b.Hızkıl'ül 'asgar, Peygamber oğullarından, Süleyman b.Dâvud Aleyhisselamların soyundandı. 32. Uzeyr (as): Uzeyr b.CerveHârûn Aleyhisselâmın zürriyetindendir. 33. Zulkarneyn (as): Zülkarneyn Aleyhisselâmın ismi, soyu ve Peygamber olup olmadığı... Hakkında bir çok ve çelişkili rivayetler bulunmaktadır. Kendisinin, Sa'b b.Abdullah'ül kahtânî olduğu söylendiği gibi, babasının Hımyerîlerden olduğu da, ileri sürülmektedir. İbn. Habîb de; Hımyer krallarının isimlerini -Hişam b.Kelbî'den sırasıyla kitabına geçirirken, Sa'b b.Karîn b.Hemal'ı, -Yüce Allah'ın, Kitabında- Zülkarneyn diye anmış olduğunu kayd ettikten sonra, kral Zeyd b.Hemal'ı kayd edip ona da, Yüce Allan'ın Tübba' adını vermiş olduğunu açıklar. Zülkarneyn Aleyhnisselâm hakkında: "Hem Nebi idi, hem Resul idi." diyenler olduğu gibi, "Hayır! O, Resul olmayan bir Nebi idi. Resul olmayan bir Nebî oluşu, inşâallâh, Sahih'dir!" diyenler de, vardır. Hz. Ali'ye göre, Zülkarneyn Aleyhisselâm: Ne bir Nebi, ne de, bir kraldı. Fakat, Allan'ın Salih bir kulu idi ki, o, Allâhı, sevmiş, Allah da, onu, sevmişti. 34. Zekeriyya (as): Zekeriyyâ b.Berahyâ Aleyhisselâmın soyu, Süleyman b.Dâvûd Aleyhisselâmlara, Süleyman b.Dâvûd Aleyhisselâmların soyu da, Yehûza b.Yâkub Aleyhisselâma dayanır. 35. Yahya (as): Yahya (as), Zekeriyya (as)'ın oğludur. 36. İsa (as): Hz. Meryemin oğludur ve bir mucize olarak babasız dünyaya gelmiştir. Hz. Meryem'in babası İmran b.Mâsân olup Hub'um b.Süleyman Aleyhisselâmın soyundandı. 37. Hz. Muhammed (asm): Muhammed b. Abdullah, b. Abdulmuttalib, b. Hâşim, b. Abdi Menaf, b. Kusayy, b. Kilab, b. Mürre, b. Ka'b, b. Lüey, b. Galib, b. Fihr, b. Mâlik, b. Nadr, b. Kinane, b. Huzeyme, b. Müdrike, b. İlyas, b. Mudar, b. Nizar, b. Maadd, b. Adnan. Bütün kaynaklar Muhammed (a.s.)ın, Adnan'a kadar olan atalarının gerek isimlerinde, gerek sıralarında, ittifak halinde bulundukları gibi, Adnan'ın da İsmail (a.s.) b. İbrahim (a.s.)ın öz be öz soyundan geldiğinde de müttefiktirler. Kaynak: Peygamberler Tarihi, M. Asım Köksal[3]
Arabistan’da Cürhüm kabîlesine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâmın büyük oğlu ve Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) dedelerinden. Annesinin adı Hacer’dir.
Hazret-i İbrâhim, Nemrud’un ateşinden kurtulduktan sonra, Bâbil’den ayrılıp, Mısır’a gittiğinde hanımı Sâre’ye Firavun musallat olmuştu. Fakat, Sâre’ye yaklaşmak istediğinde, ellerinin tutulup, nefesi kesilerek sara hastalığına benzer bir hâle düştü. Bunun üzerine Firavun korkarak İbrâhim aleyhisselâm ve Sâre’yi bıraktı ve Hacer adlı bir câriyeyi de hediye etti. İbrâhim aleyhisselâm, Firavun’un korkarak câriye olarak verdiği Hacer’i de alarak, Filistin’e döndü. Oradan Şam taraflarına gitti. Buradayken Sâre Hatunun isteği üzerine hazret-i Hacer’le evlendi. Bu evlilikten hazret-i İsmâil doğdu. Allah’ın emri ile Hacer’i, oğlu ile birlikte Kudüs’ten Hicaz’a götürdü ve bugünkü Mekke şehrinin bulunduğu yere bırakıp geri döndü. Mekke’nin üst tarafında bulunan Seniyye mevkiine gelince, ellerini açarak onlar için duâ ettiği İbrâhim sûresi 37 ve 38. âyetlerinde bildirilmektedir. Bu ıssız ve çorak vâdide bir miktar hurma, bir dağarcık su ve oğlu iki yaşındaki İsmâil ile yalnız kalan hazret-i Hacer, bu işin Allah’ın emri ile olduğunu anlayıp tevekkülle sabretti; “Allahü teâlâ bize kâfidir. O bizi korur, himâye eder. Bizi başıboş bırakmaz” dedi. Semre ağacının dallarından yaptığı küçük barınakta kalıyorlardı. Yiyecekleri ve suları bitince hazret-i İsmâil susuzluktan ağlamaya başladı. Hazret-i Hacer su bulmak ümidi ile Safâ Tepesine çıktı. Uçsuz bucaksız çölden ve ağaçsız çıplak tepelerden başka bir şey göremedi. Safa’dan inip koşarak Merve Tepesine çıktı.Safa ve Merve tepeleri arasında su bulmak ümidi ile yedi defâ koşarak gidip geldi. Bu sırada İsmâil’in (aleyhisselâm) ayağını vurduğu veya Cebrâil aleyhisselâmın vurduğu yerden su fışkırıp akmaya başladı. Hazret-i Hacer heyecanlandı ve akan su ziyan olmasın diye “Dur! Dur!” mânâsına gelen “Zem! Zem!” diyerek suyun etrâfını çevirdi. Sudan oğlu İsmâil’e (aleyhisselâm) içirdi ve kendisi de içti. Peygamberimiz bir hadîs-i şerîflerinde “Allah İsmâil’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O, zemzemi kendi hâline bıraksaydı da avuçlamasaydı, muhakkak zemzem akan bir ırmak olurdu.” buyurmuştur.
Mekke’nin yakınında konaklayan Cürhüm kabîlesi zemzem suyunu görünce hazret-i Hacer’den izin alarak oraya yerleştiler ve böylece Mekke şehri kuruldu. Bir müddet sonra hazret-i İbrâhim hanımını ve oğlunu ziyârete geldiğinde onları bolluk ve bereket içinde buldu. Hazret-i İsmâil konuşmaya başlayınca hazret-i İbrâhim üç gün üst üste gördüğü rüyâ üzerine onu kurbân etmeye karar verdi. Zilhicce ayının 9 ve 10. günü de aynı rüyâyı görünce sahih olduğunu anladı. Bir bahâneyle annesinden izin alarak kurban etmek için götürdü. Şeytan, insan sûretinde annesi Hâcer’e hazret-i İsmâil’e ve hazret-i İbrâhim’e göründü ve onlara vesvese vermeye çalıştı ise de dinlemediler. Hazret-i İsmâil, şeytanın arkasından yedi tâne taş attı. Hazret-i İbrâhim, bugün Minâ denilen yere gelince, oğluna rüyâsını ve Allah’ın emrinin kendisini kurbân etmek olduğunu açıkladı. Hazret-i İsmâil’i tevekkülle hazırladı. Yere yatırıp bıçağı boynuna çaldı ise de bıçak, Allah’ın emri ile kesmedi. Taşa vurdu, taşı kesti. Nihâyet Cebrâil aleyhisselâm Cennetten bir koç getirdi. Cebrâil aleyhisselâm makâmından “Allahü ekber, Allahü ekber” diyerek geldi. Hazret-i İbrâhim bu tekbiri işitince; “Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber” dedi. Hazret-i İsmâil de; “Allahü ekber ve lillâhil hamd,” diyerek tekbiri tamamladı. Hazret-i İbrâhim koçu kurban etti. Onların bu hâli Kur’ân-ı kerîmde anlatılmakta ve meâlen; “Muhakkak ki bu açık bir imtihandı.” buyrulmaktadır. Hazret-i İbrâhim kurban hâdisesinden sonra Sâre’nin yanına döndü (Bkz. İbrâhim Aleyhisselâm).
Hazret-i İsmâil büyüyünce Cürhüm Kabîlesinden bir kızla evlendi. Annesi hazret-i Hacer de vefât etti ve Kâbe temelinin bitişiğine defnedildi. Hazret-i İbrâhim yine arasıra gelip gidiyordu. Allahü teâlâ Kâbe’nin yapılmasını emredince baba oğul Kâbe’nin eski temelini bulup yeniden inşâ ettiler ve şöyle duâ ettiler: “Ey Rabbimiz bizden bu hayırlı işi kabul et. Hakîkaten sen duâmızı işitici, niyetimizi bilicisin.”
Hazret-i İsmâil, babası hazret-i İbrâhim’in vefâtından sonra, Yemen’den gelip Mekke’ye yerleşmiş olan Cürhüm Kabîlesine peygamber olarak gönderildi. Kendisine başka kitap ve din verilmeyip, babası İbrâhim aleyhisselâmın dînini insanlara tebliğ etti. İnsanları elli yıl îmâna dâvet etti, ancak pek az kimse îmânla şereflendi. Filistin’e giderek hazret-i İbrâhim’in kabrini ziyâret etti. Sonra Şam’a gidip kardeşiİshak aleyhisselâm ile görüştü. Hazret-i İsmâil’in 12 oğlu ve pekçok torunu oldu. Onun dîni İslâmiyet gönderilinceye kadar doğru olarak devâm etti. Muhammed aleyhisselâmın bütün dedeleri hazret-i İsmâil’in soyundan ve onun dînindendi. Vefâtına yakın kardeşi İshâk’ı aleyhisselâm yanına dâvet edip, kızını oğlu Iys’a nikâhladı ve bâzı vasiyetlerde bulundu. Mekke’de 133 veya 137 yaşlarındayken vefât etti. Mescid-i Haramda Kâbe-i muazzamanın kuzey duvarı önünde bulunan ve annesi Hacer’in de kabrinin bulunduğu Hatim denilen yere defnedildi.
1. Dikenli bir arâzide yaşayan müşriklerin teklifi üzerine duâ edip, dikenli ağaçlarda çeşitli meyveler bitmiştir.
2. Cürhümîleri îmâna dâvet ettiği zaman, onlar kısır koyundan süt çıkarmasını istediler. O da elini koyunun sırtına koyarak; “Beni peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın ismi ile...” dediği anda koyunun memelerinden süt akmaya başladı.
3. İsmâil aleyhisselâmın duâsı bereketiyle koyunların yünleri ipek oldu ve sayıları çoğaldı.
4. Kendisine misâfir gelen iki yüz Yemenliye ikrâm edecek bir şey bulamayınca mahcub oldu. O anda duâ etti ve yanındaki kumlar un oldu. Bunu gören misâfirlerin hepsi îmâna geldiler.
Kur’ân-ı kerîm’in, Bakara, Âl-i İmrân, Nisâ, En’âm, İbrâhim, Meryem, Enbiyâ ve Sa’d sûrelerinde İsmâil aleyhisselâmla ilgili haberler verilmiştir.
Eskiler kendilerini millete hayra kurbaık olarak görürlerdi. O yüzden kendilerini kurbanlık olarak adlandırırlardı.
Kurbalık olmak Türk kültüründe esaslı bir kavramdır. Hatta doğacak çocuğu İbrahimi geleneğe uyarak Anadolu'da tekkelere kurbanlık olarak satarlar ve çocuğun adını Satılmış koyarlardı.Mesela Yunus Emre , Taptuk Emre nin kapısında kurbanlıktır. *Çocuklarının adlarını İsmail koyarlar ki Hz İsmail gibi kurbanlık olsunlar ..
Arapça dışındaki diller için ise “Dillerinizin ve renklerinizin farklı olması Allah’ın âyetlerindendir.” (Rûm, 30/22) meâlindeki ayeti ele almıştır. Fakat hurma nasıl diğer meyvelere üstünse, Arapça’nın da öyle olduğunu, fazîlet açısından dillerin derecelerinin farklı olduğunu öne sürmüştür. İhlâs sûresinin Allah’ın zât ve sıfatından bahsettiği için Tebbet sûresi üzerine daha faziletli oluşunu örnek göstermiştir. Buradan yaptığı çıkarım ise sonuç olarak şudur: Allah Teâlâ, bütün diller ile konuşur. Zira dil âlimleri, O’nun sıfatlarının çıkıp göründüğü yerdir. İlâhî kelâm sıfatının keyfiyyeti Âdem (aleyhisselâm)’e öğretilmiştir ve ondan da evlâdına geçmiştir.
Türkçe ile ilgili olarak “garâib-i ahbardandır” yani pek güvenilmeyen, acayip haberlerden biri olduğunu söylediği şu olayı anlatmıştır: Âdem aleyhisselâm, cennette yediği yasak meyveden sonra yeryüzüne inmekle emrolununca, melekler hangi dil ile söyledilerse Âdem aleyhisselâm kulak asmamıştır. Sonunda bir melek Türkçe “Kalk!” demiş ve Âdem bunun üzerine yeryüzüne inmek için hazırlanmıştır. Bundan dolayı Türkçe'de fazîletli bir dildir. Onun için Türkler’den kâmil evliyâ gelmiştir.
Bu olay, İsmail Hakkı Bursevî’nin, olayı anlatmaya başlarken dediği gibi garip bir rivayet. Fakat bu olaydan çıkarılan sonuç dikkate şayandır. Çünkü Türkler’den evliya gelmesinin sebebi, Türkçe’nin fazîletine bağlanmıştır.
Tez: sh.24-25
TUHFE-İ HASEKİYYESİ[]
Zîrâ âsârda gelir ki: evlâd-ı Meadibn-i Adnân kırk adede bâliğ oldukta, [151 a] Hazreti Mûsâ’nın kavmiyle muhârebe eyleyip onları intihâb etmeye başladıkta, Hazreti Mûsâ onlara bedduâ eyledi. Velâkin Allah Teâlâ bedduâya rızâ vermeyip:
“Yâ Mûsâ! Onlara bedduâ etme! Zîrâ Ben onların silsilesinden Nebiyy-i Kerîm-i Beşîr-i Nezîr ihrâc etsem gerektir. Pes ol sahn-ı gülistâna hâr-bâş olma ve zebân-ı dâstân, hangi edvârdan bîrûn edip evrâdını yanılma!”
Ve Rasûlüllâh sallallâhu aleyhi ve sellem ile Hazreti Îsâ arasında, ne nebiyy-i mütâbi’ ve ne höd rasûl-i müşerri’ gelmiştir. Ve ikisinin meyânında olan fetret dört yüz veyâ altı yüz veyâhut altı yüz senedir. Ve İsmâîl aleyhisselâm ile Adnân arasında âbâ’-i seb’a veyâ tis’a vardır. Ve ba’zıları on beştir demişler ve kırka varınca dahi rivâyet vardır.
Ve bir nesnenin mercûhiyyeti Hak Teâlâ’nın onunla adem-i tekellümünü muktezî değildir.
Nitekim sûre-i Tebbet ve Ihlâs, ikisi dahi kelâm-ı ilâhîdir. Fe-emmâ İhlâs’ın Tebbet üzere fazl-i râcihi vardır. Zîrâ zât ve sıfat Hakk’a dâirdir.
Ve bundan zâhir olur ki, Allah Teâlâ cemî’-i lugât ile tekellüm eder. Zîrâ ehl-i lugât O’nun mezâhir-i sıfatıdır ve kelâm-ı sıfat-ı ilâhiyyedir kim keyfiyyetini Âdem aleyhis selâm ta’lîm olunmuştur ve ondan evlâdına intikâl [152 a] etmiştir.
Ve garâib-i ahbardandır ki,[]
Âdem, ekl-i dâneden sonra arza hubût ile me’mûr olıcak, melâike lisânından her ne türlü lisân ki tekellüm vâki’ olduysa, Âdem, asgâ etmedi. Tâ ki bir melek gelip lisân-ı Türkî üzere ona “Kalk”! dedi. Âdem dahi kalkıp arza hebûte müteheyyi’ oldu. Pes lisân-ı Türkî’nin dahi fazîleti zâhir oldu. Onun için Türk’ten dahi kümmel-i evliyâ gelmiştir.
Ve denilmiştir ki:[]
Ya’ni diyâr-ı Rûm’a, enbiyâ ayak basmamıştır, belki diyâr-ı Arab’a ve Fürs’e vaz’-ı kadem etmiştir. Velâkin bundan Rûm’a tenezzül gelmez.
Zîrâ ibtidâ bütün dünyâya Âdem ayak basmıştır. Ve her mevzi’ki şehristân olmuştur; Âdem’in vaz-ı kademi eseridir ve her ne yer ki menhûstur, oraya şeytân basmıştır.
Onun için bıka’ın dahi birbiri üzerine rüchânı vardır.
Meselâ Mekke ile sâir bilâd berâber değildir. Zîrâ Mekke cevâhir ve sâirler hacer ve meder gibidir. Lâkin fazl-ı Medîne ve Kuds, fazl-ı Mekke’ye tâbi’dir.
Ve kezâlik, mesâcid ve cevâmi’, sâir büyût-i sükkândan efdaldir. Fe-emmâ mescid ile kenîse ve tekye ile meyhânenin meyânında müfâdala yoktur.
Zîrâ mescid ve tekye arâzi-i tayyibeden; kenîse ve meyhâne, arâzi-i habîsedendir. Nitekim [152 b]
“Gınâ ve fakrın hangisi efdaldir?” denilmez. Zîrâ gınâ, sıfat-ı zâtiyye-i ilâhiyye; ve fakr sıfat-ı zâtiyye-i abdiyyedir.
Mevâli’ ile abd arasında münâsebet olmadığı gibi sıfatları arasında münâsebet yoktur.