Yenişehir Wiki
Advertisement
İsmail Hakkı Bursevi İsminin Hat sanatıyla yazılışı

İsmail Hakkı Bursevi isminin hat sanatıyla meşk edilmesi

Bakınız

Şablon:İsmail Hakkı Bursevi d


İsmail Hakkı Bursevî
Ismail Haqqi al-Barousawi
Ismail Haqqi al-Barsawî
شيخ اسماعيل حقي البرسوي
İsmail Hakkı Tekkesi
Milletlerarası İsmail Hakkı Bursevi Sempozyumu
Dosya:Sayi 4 makale 16.pdf
İsmail Hakkı Bursevî Uluslararası Sempozyumu II [1]

Ruh-ul Beyan
Tafsir Ruh al-Bayan
The Kernel of the Kernel
Google books : Online Tefsir - Mevzu zannedilen hadisler çıkarıldı deniliyor. [2] ........ okuma [3] Tafsir Ruh al-Bayan تفسير روح البيان Author: Ismail Haqqi al-Barousawi (died 1127 AH) شيخ اسماعيل حقي البرسوي Tafsir Ruh al-Bayan is one of the famous Sufi Tafsirs of Quran, popular in Sunni scholars and often quoted from. Arabic version contains 10 volumes. It has also been translated in Urdu by Mufti Faiz Ahmed Owaisi The author Sheikh Ismail Haqqi was a great sheikh of Celveti Mujaddidi order. One of his Turkish books has been translated into English with the name "Kernel of kernels" The Kernel of the Kernel
Allah converses in Persian when content and in Arabic when angry ???[4] The Sunni scholar Imam Ismail Haqqi al-Barousawi (died 1127 AH) in his esteemed commentary of the Holy Quran, namely Ruh al-Bayan, Volume 10 page 480 under the commentary of Surah al-Qadr states: وفى بعض الاخبار ان الله تعالى اذا تكلم بالرحمة تكلم بالفارسية والمراد بالفارسية لسان غير العرب سريانيا كان او عبرانيا واذا تكلم بالعذاب تكلم بالعربية "And some narrations state that when Allah (swt) converses in kindness He does so in Farsi (Persian), Farsi meaning a language other than the language of the Arabs; be it Syrian or Hebrew, and when He makes reference to punishment, He converses in Arabic". Bazı haberlerde gelmiştir ki Allahü Teala rahmeti ile tekellüm edeceği zaman Farisiyle tekellüm eder; Farisi'den murad Arab lisanın gayrı Suryanice veya İbranice olur. Ve azap ile tekellüm edeceği vakit Arabi tekellüm eder.
Şablon:İsmail Hakkı Bursevi

İsmail Hakkı Bursevi Sempozyumu ve İsminin Hat sanatıyla yazılışı


I- Hayatı[]

İsmail Hakkî’nin hayatına dair bilgilerin en güvenilir kaynağı, bugün elimizde mevcut olan çok sayıdaki eseridir. Özellikle Silsilenâme-i Celvetiyye ve Tamâmü’l Feyz gibi kendisine geniş ölçüde yer ayırdıklarının yanı sıra, vâridât, makâlât ve mektûbât türündeki eserleri ve bir kısım eserinde kaleme aldığı sebeb-i te’lif bölümü, hayatı konusunda tafsilâtlı bilgiler vermektedir. İsmail Hakkî, 1063/1653’de, bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan Aydos’da doğmuştur. Rumeli’de geçirdiği tahsil ve irşad yıllarından sonra, manzum ve mensur 100’den fazla eseri olan 18.yüzyıl Divan Edebiyatı’nın mutasavvıf şairidir. Kaynaklarda ve kataloglarda, Bursa’da medfun olması sebebiyle Bursevî, ya da tarikatına nisbetle Şeyh ve Celvetî olarak adı geçmekte ise de,

  • Ben semiyy-i zebihâm ey âşık
  • Mahlasım Hakkî ismim İsmâ’îl
  • Çün itdin mahlasım yâ Rab Hakkî
  • Beni abdü’l-Hak eyle ver terakkî

Beyitlerinde ifade ettiği gibi mahlasının Hakkî olduğunu belirtmekte ve şiirlerinde bu mahlası kullanmaktadır.

İsmail Hakkî, anne ve babası yönüyle, soyunun peygamber sülâlesinden geldiğini ifade etmektedir.

  • Bir mîr-i velâyet nefesi mazharıyız biz
  • Pâkize-neseb silsile-i Âl-i abâyız

Babası Mustafa Efendi aslen İstanbulludur. 1062/1652’de çıkan büyük Aksaray yangınında mal ve emlâkini kaybetmiş, İstanbul’dan ayrılarak akrabalarının bulunduğu Aydos’a yerleşmek zorunda kalmış ve son 5-6 yıllık ömrünü ziraat işleriyle uğraşarak tamamlamıştır. İsmail Hakkî, 1070/1659’da Rumeli’de başlayıp 1083/1672’den itibaren İstanbul’da devam eden ve 16 yıl süren tahsil hayatını, Celvetiye Tekkelerinde ve Celvetiye Şeyhlerinin ders halkalarında tamamlamıştır. Tahsilinin ilk beş yılı, doğum yeri olan Aydos’ta ve Şeyh Ahmet Efendi’nin yanında daha sonraki yedi yıllık tahsili ise Edirne’de Şeyh Abdülbâki Efendi’nin yanında geçmiştir. Bu süre zarfında önce hıfzını ikmal etmiş daha sonra da tekke atmosferi içinde, hem tasavvufî, hem de şer’i ilimlere ait düzenli bir müfredat takip etmiştir. İstanbul’da, şeyhi Atpazarlı Osman Efendi’nin yanında geçirdiği son üç yıllık sürede ise hem tahsilini, hem de sülûkünü tamamlamış ve 1085/1674’de icazet alıp Celvetiye şeyhi olarak irşad faaliyetlerine başlamıştır.

İsmail Hakkî’nin ilim ve feyzinden istifade ettiği hocaları arasında en fazla adı geçen bu üçüdür. Ancak Osman Fazlî’nin İsmail Hakkî üzerinde etkisi diğerlerinden daha fazladır. Çünkü Osman Fazlî, İsmail Hakkî’nin hem hocası, hem de şeyhidir. Hakkî da şeyhinden bahsederken,

  • Abd-i Hakk’am kul u kurbânem ana
  • Kulunun kanı hâcesine sebîl

diyerek Osman Fazlî’ye olan hürmet ve muhabbetinin diğer hocalarından daha fazla olduğunu belirtmektedir.

İsmail Hakkî, Osman Fazlî ile daha üç yaşında iken Aydos’ta karşılaşmış ve Osman Fazlî’ye sadakatle bağlı olan babası Mustafa Efendi vasıtasıyla şeyhini ilk o zaman tanımıştır.

Ancak İsmail Hakkî’nın Celvetiye tarikatına intisabı ve sülûk dönemi, İstanbul’daki ikinci karşılaşmasında Osman Fazlî’ye biat edişiyle başlamıştır. Çok geçmeden şeyhinin tavsiyesiyle halvete girmiş ve İstanbul’da bulunduğu üç yıl zarfında tecvit, hat ve mûsiki hocalarından ders almıştır.

1086/1675’de Rumeli’de başlayıp Bursa’da devam eden ve ölümüne kadar süren irşat faaliyeti 50 yıllık bir dönemi içine almaktadır. Hakkî bu dönemde hem muallim, hem vâiz, hem mürşid ve hem de bir müellif olarak dört ayrı hizmeti birlikte yürütmüştür. Osman Fazlî’nin vefatına kadar, irşadla görevli bulunduğu her beldeye onun tayini ile ve onun vekili olarak gitmiş, yaşadığı problemler karşısındaki tavrını şeyhi ile istişare ederek belirlemiştir. Görevli bulunduğu Balkan şehirleri, Osman Fazlî’nin daha önce uğradığı ve ayrılırken yerine vekil bıraktığı Celvetiye Tarikatı’nı tanıyan ve bağlılarının çok olduğu yerlerden seçilmiştir.

İrşad görevi ile ilk tayin olduğu yer Üsküp’tür. İsmail Hakkî, 1086/1675’te geldiği Üsküp’te altı sene kadar kalmış ve şeyhi Mustafa Uşşâkî’nin kızı Ayşe Hanım’la 1088/1677’de burada evlenmiştir. 1092/1681’de ikinci tayin yeri olan Köprülü (Veleze)’ye geçmiş ve burada on dört ay kalmıştır. 1093/1682’de Rumeli’deki üçüncü tayin yeri olan Usturumca’ya gelmiş ve 1096/1685’e kadar da burada kalmıştır. İsmail Hakkî’nın, halkı aydınlatmak üzere Rumeli’de bulunduğu on yıl süresince çok sıkıntılı günler yaşadığı eserlerinde belirtilmektedir.

  • imi zühdüne hursend ü kimi takvâsına kâni
  • Bu halkın her biri bir şey ile bulmuş tesellîsin

beyitinde ifade ettiği gibi, özellikle halkın ilme ve ilim adamına karşı gösterdiği kayıtsızlıktan şikayetçi olmuş, ayrıca

  • Derd ü belâ-yı aşkı kim çeker begüm
  • Zevk-ı cihanı matlab edindi gedâ vü şâh

mısralarıyla masivaya dalan halkın,dinî nasihat ve telkinlere karşı takındığı tavırdan üzüntü duymuştur. Ancak İsmail Hakkî’nın üzüntüsünün asıl kaynağı, manevi hayatını tanzim etmek üzere gönderildiği bu yörelerin halkı ile arasında sağlam bir diyalogun kurulamayışıdır. Bunda şeyhi Osman Fazlî gibi İsmail Hakkî’nın da müsamahasız ve mücadeleci bir mizaca sahip oluşunun etkisi büyük olmuştur. Bursa’ya tayin oluşuna kadar, yaptığı hizmete karşılık çekmiş olduğu zorluk divanın dibacesinde şöyle ifade edilmiştir:

“…..bin doksan altı târîhi Cemâziye’l-âhiresi evâilinde ehl ü ‘iyâlle müptelâ-yı belâ-yı hicret olup mârru’z-zikr on sene tezâ ‘ifinde tecerru etdiğim gusas u âlâmı ve okuduğum kısas-ı havâdîs-i rüzgâr-ı nâ-fercâmı hâme-i dü zebân ile takrir, hayyiz-i imkândan bîrûn ve hâric-i ez-kıyâsdır”

İsmail Hakkî, 1096/1685’de Osman Fazlî’nin Bursa’daki halifesi Sun’ullah Efendi’nin vefatı üzerine yerine halife olarak tayin edilmiştir. Bursa’da geçen yıllar İsmail Hakkî’nın hayatındaki en uzun ve en verimli dönem olmuştur. İrşad faaliyetlerinin verimi ve tasavvufî olgunluğu bu esnada artmıştır. Dîvan’ını bu dönemde kaleme almış ve Tefsir-i Rûhu’l beyân’ı da yine Bursada iken tamamlamıştır.

İsmail Hakk’i, büyük ölçüde irşad tecrübesi kazandığı Rumeli’den,

Diyâr-ı Rûm’a sakın basma kadem hicret ile

Azîmet et Anatol semtine sa âdet ile

diyerek, kötü intibalarla ve bir daha dönmemek üzere ayrılmıştır. Uzun ve meşakatli yıllardan sonra gelip yerleştiği Bursa’da rahat bir nefes almış ve günlük hayatına yeni bir düzen vermek suretiyle,

  • Aceb midir hayât-ı nev bulursa mürdeler anda
  • Hakîkat mazhâr-ı envâr-ı Rûh-ı Kuds’dür Bursa

sözleriyle övdüğü bu şehirde ömrünün en uzun ve en velûd dönemini başlatmıştır.

Ne var ki hayatının son kırk yılını yaşadığı Bursa’da ilk günleri yine zahmet ve mahrumiyetle geçmiştir. Bir müddet barınma probleminin halliyle uğraşmış, önce sadece eşini ve çocuklarını bir ahbabının yerine yerleştirebilmiş, ailesi ile kalacağı evi, ancak uzun süre sonra bulabilmiştir. Bu da yükünü hafifletmemiş, en az iki yıl geçim sıkıntısı çekmiştir. Bu zaman zarfında ailesinin ve kendisinin yakalandığı hastalıklardan kurtulamamış, vebaya dûçâr olan dokuz yaşındaki kızı Hatice’nin vefatında çaresiz kalmıştır.

İsmail Hakkî, çektiği bütün zorluk ve yoksulluğa rağmen gayretinden hiçbir şey kaybetmemiş, Osman Fazlî’den vekâlet alarak geldiği Bursa’da ilk günden ölümüne kadar görevlerini eksiksiz olarak yerine getirmiştir. Ulu Cami’de halkı aydınlatan vaazlar vermiş, tasavvufî sohbetlerle irşad hizmetini sürdürmüş, kalan boş zamanını da kaleme aldığı eserlerin te’lifine ayırmıştır.

1101/1690’da, Magosa’ya sürgün olarak gönderilen Osman Fazlî’yi ziyarete gitmiş ve on yedi gün kadar birlikte kalmıştır. Dönüşünden kısa süre sonra vefat eden Osman Fazlî’nin işaretiyle, Celvetiye silsilesinin 32. şeyhi olarak görevi devralmıştır.

1108/1696’da Osmanlı ordusunun manevi gücünü takviye etmek görevi ile ikinci Avusturya seferine, 1110/1698’de yine aynı görevle üçüncü Avusturya seferine katılmış ve vatan savunmasında bulunmuştur.

Divan’da Avusturya seferlerinin sebep ve sonuçlarına, saray ve halk üzerindeki etkilerine yer yer temas eden İsmail Hakkî, çok sayıda Müslüman kanının akmasına sebep olan birinci Avusturya seferi üzerinde daha fazla durmuş ve mağlubiyetin verdiği toplumsal acıdan yakınmıştır. Diğer ikinci ve üçüncü Avusturya seferinden sonra yazdığı ve Divan’da “Münâcât der-Hakk-ı Sefer-i Beç” başlığı altında yer alan ilâhîde ise duyduğu sevinci dile getirmiş ve kazanılan zaferlerin devamı için dua etmiştir.

İsmail Hakkî, ilki Suriye, ikincisi de Mısır üzerinden olmak üzere 1112/1700 ve 1124/1710 yıllarında iki defa hacca gitmiştir. Bu seferleri esnasında Şam ve Kâhire’de kısa bir müddet kalarak dönemin ilim adamları ile tanışmış ve müzakerelerde bulunmuştur.

1126/1714’de Tekirdağ’a giderek üç yıl kadar kalmış ve tekrar Bursa’ya dönmüştür. Aynı yıl şeyhi Osman Fazlî’nin kızı Ayşe Hanım’la ikinci evliliğini gerçekleştirmiştir.

1129/1717’de eserlerini ve görüşlerini benimseyip takdir ettiği Füsûsü’l-Hikem müellifi Muhyi’ddin-i Arabî’nin kabrini ziyaret amacıyla Şam seyahatine çıkmıştır.

  • Kalmadı hâsılı râhat Anatol’da Rûm’da
  • Âhiru ‘l-emr ola gibi giderek hicret-i Şâm
  • İki üç kerre idüp hicret-i Rûmiye şehâ
  • Oldı takdîr-i Hüdâ ile size Bursa makâm
  • Şimdilik Bursa’yı hoş görmede âlem vardur
  • Giderek hâsıl olur çekme elem cümle merâm

beyitlerinde ifade ettiği gibi, hac seyahatı esnasında kısa bir süre kaldığı Şam’a tekrar gitmek ve bir süre daha kalmak İsmail Hakkî’nın en büyük arzusu olmuştur.

  • Bursa vü İstanbul u Şam’ın havâsı birdir
  • Âb u dâne çekmeyince azm-i râh olmaz bana

diyerek Bursa’dan sonra eğer başka bir yere göç etmesi gerekecekse bu yerin Şam olması için dua etmiş ve,

  • Recâm odur kerem-i Hazret-i Hak’dan Hakkî
  • Medîne cânibine sevk ide hidâyetle

beyitinde dile getirdiği gibi Şâm’ı Medîne’ye giden yol üzerindeki bir durak olarak görmüştür.

Ne var ki,” Hakkıyâ kutb-ı cihanı görmek istersen eger Tuta gör ihlâs ile dâmen-i Şeyh-i Ekber’i” diye övdüğü Muhyiddin-i Arâbî’den himmet talep ederek, hasret ve iştiyakla geldiği Şam’da umduğunu bulamamıştır. Görüştüğü ilim adamlarının ve temas ettiği insanların, taşıdığı manevi heyecana cevap vermeyen bîgâne tavrı, İsmail Hakkî’yı ziyadesiyle mahzun etmiş ve, Hele benden sorarlarsa fakîrin bildiği budur Gedâ-yı bâb-ı İstanbul olmak saltanatdandır.

Eş ve çocuklarıyla birlikte üç yıla yakın kaldığı Şâm’dan ayrılırken,

  • Ne dımaşku’ş-Şam-ı gözler ne Burusa çeşm-i dil
  • Sû-yı İstanbul’da kalmışdır nigâhı muttasıl

diyerek Bursa’ya dönmeden önce bir müddet de İstanbul’da kalmak istemiş ve üç yıl kadar Üsküdar’da ikametten sonra 1135/1723’de tekrar Bursa’ya dönmüştür.

İsmail Hakkî, ömrünün son yılını da, elinde kalan bir miktar para ile yaptırdığı câmiin inşaatına harcamış ve bir Temmuz akşamı dostları arasında hayata veda etmiştir.

Bursa’da bulunan kabri, Tuzpazarı semtinde, Câmii, medresesi ve çilehânesi ile birlikte “İsmail Hakkî Tekkesi” adı verilen külliyenin kıble tarafındadır.

Hâdi Çelebi tarafından ölümüne düşürülen tarih, mezar taşında kayıtlıdır: “Hak hak didi azm eyledi Hakkî Efendi cennete” (1137)

İç Linkler[]

  • Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi/Din Eğitimi Anabilim Dalı

Öğretim Üyesi: Mustafa Öcal, Yrd. Doç. Dr.

Advertisement