İstihkak .HAK. HAKK : İSTİHKAK. İstihkak . استحقاق . İhkak-ı hak. İstihkak davası . Hak . Hakkı, istihkak etmek lazımdır . |
---|
İstihkak, Kazanılan şey, hak edilen, hakediş, kazanım, sağlama, Hakkını almak. Hakkını istemek.
Bir kimsenin mülkiyet ya da zilyedliğinde bulunan mal üzerinde bir başkasının mülkiyet hakkının sabit olması anlamında bir hukuk terimi.
Hak kökünden isim olan istihkāk sözlükte[]
“hak isteme, hak etme ve bir hakkın sabit olması” anlamına gelir.
Nasslarda hak kavramı[]
- Kur’ân-ı Kerîm’de kelimenin fiil kalıbı “hak etmek” mânasında kullanılmaktadır (el-Mâide 5/107).
- Hadislerdeki kullanımı (Buhârî, “Luḳaṭa”, 10; “Şehâdât”, 20; “Diyât”, 22; Müslim, “Îmân”, 221; “Ḳasâme”, 1, 3, 6) veya
- klasik İslâm hukuku literatüründe “buluntu mal ve hayvan, haraç ve zekât gibi beytülmâl gelirleri, kaçak köle, diyet vb. üzerinde hak sahibi olma veya hak talebinde bulunma” anlamındaki yaygın kullanımı da yine sözlük anlamı çerçevesindedir.
Hukuk terimi olarak istihkak[]
Bir kimsenin başka bir şahsın mülkiyet ya da zilyedliğinde bulunan bir mal üzerinde mülkiyet iddiasını ispat etmesi, hâkimin de buna göre hüküm vermesi demektir. Hak talebinde bulunan kişiye müstehiḳ, istihkaka konu olan şeye müstahak (müstahak bih), aleyhinde istihkak davasında bulunulan kimseye müstahak aleyh (müstahak minh) denir.
Hikmeti[]
İstihkak mülkiyet hakkını koruyucu, ihlâl edilen hakkın iadesini sağlayıcı bir işlev gördüğünden mülkiyet hakkının ayrılmaz bir parçasını, akid ve hukukî işlemlerde hür iradenin korunması ilkesinin de tabii gereklerinden birini teşkil eder.
Fıkıh literatüründe istihkakla ilgili hukukî esas ve açıklamalara, eşya üzerindeki mülkiyet hakkının en yaygın intikal sebebi olan ve diğer sözleşme çeşitlerine model oluşturduğu için ayrıntılı biçimde ele alınan satım (bey‘) akdi içinde yer verilir. Bu sebeple de konu hakkında burada yapılan açıklamalar sarf, rehin, şüf‘a, taksim, sulh, icâre, müsâkāt, müzâraa, vasiyet, vakıf, muhâlea, mehir gibi istihkakın bir yönüyle söz konusu olabileceği diğer akid, işlem ve edimleri de kapsayan bir genişlik taşır.
Bir satım akdinde satıcı, satıma konu olan mal (mebî‘) üzerinde başka bir kimsenin hakkı bulunmadığını da taahhüt etmiş sayıldığından istihkak davasının sabit olması satıcının bu taahhüdünü yerine getirmediği anlamına gelir. Bunun tazmini ise satım akdinin feshi ve müşterinin verdiği bedeli geri alması şeklinde olur. Ancak istihkak, müşterinin ikrarı veya yeminden kaçınması ile sübût bulursa kendisinin malın bedelini satıcıdan talep hakkı yoktur. Mâlikîler, bu durumda dahi alıcının satıcıya rücû edebileceği görüşündedir. Mâlikîler malın yarıdan çoğu, Şâfiî ve Hanbelîler, malın bir kısmı üzerindeki istihkakın satım akdinin feshini gerektireceğini savunur. Hanefî ve Şâfiî mezheplerindeki diğer bir görüşe göre ise bölünme kabul eden malların bir bölümü üzerindeki istihkak akdin sadece ona taalluk eden kısmının feshini gerektirir.
İslâm hukukçuları istihkakı, müstahak mal üzerinde kurulan mülkiyeti iptal eden istihkak ve nakleden istihkak olmak üzere ikiye ayırmışlardır. Esasen vakıf malları gibi temellükü imkânsız şeyler üzerinde tesis edilmiş mülkiyet malın vakıf olduğu sübût bulunca bâtıl olur; temellükün sebebi sayılan akdin feshi gerekir. Mülkiyete konu olan mallarda istihkak ise mülkiyet tesisini sağlayan hukukî işlemin doğrudan feshini ve mülkiyetin iptalini gerektirmez; müstehiḳ dilerse akdi fesheder, dilerse onaylar. Müşteri henüz teslim almamışken malın istihkaka konu olduğu ve hak sahibinin de (müstehiḳ) satışı onaylamadığı anlaşılırsa işlem kendiliğinden geçersiz olur. Çünkü başkasının hak sahibi olduğu bilinen bir malın satılması ve satın alınması haramdır.
Hanefîler’e göre müstehiḳḳın satışı onaylamaması durumunda malı ona iade etmek zorunda kalan müşteri ödediği fiyatı satıcıdan geri alma hakkına sahiptir. Müstehiḳ akdi onayladığı takdirde malın bedelini satıcıdan alır. İstihkak sahibinin olurundan sonra malda vuku bulan artış müşteriye aittir. Müşteri mala kıymetini arttıran ilâveler yapmışsa Mâlikîler’e göre müstehiḳ ya değer artışına mukabil ödemede bulunarak malı istirdad eder ya bedeli karşılığında alıcıya bırakır ya da onunla malın kıymeti oranında ortak olur. Hanefîler, satış akdi tamamlanarak teslim alınan malın müşterinin elinde telef olması durumunda müstehiḳḳın malı dilerse satıcıya, dilerse alıcıya tazmin ettirebileceği görüşündedir. Kendisinin tazmini durumunda müşteri satıcıdan sadece mal için ödediği bedeli talep edebilir.
Yine Hanefîler’e göre istihkakın beyyine ile sübût bulması durumunda müstahak malın kendisinden ayrılabilen yavru ve meyve gibi tabii ürünleri istihkak sahibine aittir.
Müşteri, malda onun kıymetini arttıran ve ondan ayrılması imkânsız olan bina gibi ilâveler yapmışsa istihkak sahibi yapının bedelini ödemek ya da müşterinin ilâveyi kaldırmasını ve bundan doğan zararı tazmin etmesini istemek muhayyerliğine sahiptir.
İkinci durumda alıcı satıcıdan bedeli geri ister. Hayvanın semizlemesi gibi malın aslından ayrılması imkânsız türden bir değer artışı istihkak sahibinin olurken müşterinin bunu satıcıya tazmin ettirme hakkı doğar. Hanbelîler’in yaklaşımı da Hanefîler’inkine benzemektedir. Mâlikîler’e göre müstahak malın ürünü müşterinindir; eğer getirisi ürün değilse veya aşılanmamış ürünse istihkak sahibine aittir. Şâfiîler ise akdin fesadı sebebiyle ürünün müşteriye ait olduğunu, buna karşılık onun masraflarının tazminini talep edemeyeceğini ileri sürmektedir.
Kabzettiği malın üçüncü bir şahsın istihkak talebi sebebiyle geri alınabileceği ihtimaline binaen müşterinin satıcıdan ödediği bedelin geri alınmasını garanti edecek bir kefil isteme hakkı vardır (bk. DEREK). Eğer mal takas işlemine konu olmuşsa müstehiḳ, satışa icâzet verdiği takdirde malın kıymetini satıcıdan talep edebilir. Bir kimse aldığı malı üçüncü bir şahsa hibe veya tasadduk etse, sonra başkası istihkak davası ile malı onun elinden alsa müşteri bedeli satıcıdan geri alır.
İstihkak davası[]
İstihkak davası o malı elinde bulunduran (zilyed) aleyhine açılır. Hanefîler’e göre istihkak davası açan taraf davasını delille ispatlasa bile hâkim tarafından malın kendisine ait olduğuna ve hiçbir şekilde mülkiyetinden çıkarmadığına dair yemin teklif edilir (Mecelle, md. 1746); yeminden kaçınırsa istihkak hükmü verilmez. İstihkak için davanın türüne göre değişen zaman aşımı süreleri benimsenmiştir.
BİBLİYOGRAFYA[]
- Buhârî, “Luḳaṭa”, 10, “Şehâdât”, 20, “Diyât”, 22; Müslim, “Îmân”, 221, “Ḳasâme”, 1, 3, 6; Şâfiî, el-Üm, III, 198; Sahnûn, el-Müdevvene, V, 372-398; İbn Hazm, el-Muḥallâ, VIII, 173; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, II, 296-297; Kādîhan, el-Fetâvâ, Kahire 1313, II, 270; IV, 470; V, 2; VII, 544; İbn Kudâme, el-Muġnî, IV, 597-598; Osman b. Ali ez-Zeylaî, Tebyînü’l-ḥaḳāʾiḳ, Bulak 1314, IV, 99-110; İbnü’l-Hümâm, Fetḥu’l-ḳadîr, VII, 43-50; Muhammed b. Abdullah el-Haraşî, Şerḥu Muḫtaṣarı Ḫalîl, Bulak 1318, VI, 150-161; İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr, IV, 199-210; Mecelle, md. 1746; Ali Haydar, el-Mecmûʿatü’l-cedîde fi’l-kütübi’l-erbaʿa, İstanbul 1332/1914, s. 73-136; Muhammed el-Alevî el-Âbidî, el-Emvâl fi’l-fıḳhi’l-Mâlikî, Dârülbeyzâ 1991, s. 95-103; “İstiḥḳāḳ”, Mv.Fİ, IV, 46-70; “İstiḥḳāḳ”, Mv.F, III, 219-236.
İstihkak .HAK. HAKK : İSTİHKAK. İstihkak . استحقاق . İhkak-ı hak. İstihkak davası . Hak . Hakkı, istihkak etmek lazımdır . |
---|
Hak . HAK. حق (cemi Ahkak احقاق)- Hâk (حك)- Haq - Hakk - حَقَّ - Hakka - Haqqa - hak oldu ,
(has) proved true - حَقَّ. Hak kavramı - the Right . Enfal suresi ilk ayetleri kelimenin ihlak-i hakki, mücadele-i hak Tevbe suresi, 29 ve 33 ayetleri din-i hak dan yani hakkin hukuku veya Hak hukukunu hukuk edinmiyorsunuz (ve la yedinune) diyor. | |
---|---|
Guardian'ın tarihinde en uzun süre görev yapan Genel Yayın Yönetmeni CP Scott'ın deyimiyle 'Gerçekler kutsaldır'. Siyasetçilerin de kelimelerini seçerken çok dikkatli olmaları, bahsettikleri gerçeklerin doğru olması gerekir. Sayın Erd hem kelimelerini yanlış seçmiş, hem de gerçeklerden bahsederken kötü bir şekilde yanılmıştır. Belki de özür dileyecektir". | |
Vasat | HÂK Vasat. Vasatî. Orta. |
Toprak | HÂK f. Toprak. Turab.(Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli. Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.) - HÂK-İ MEZAR Mezar toprağı. - HÂK-İ PÂK Temiz toprak. - HÂK-İ VATAN Vatan toprağı. - |
Kin garaz | HAKAİD (Hakd. C.) Kinler, garezler, hasedler. |
Gerçek | HAKAİK (Hakayık) (Hakikat. C.) Hakikatler. HAKAİK-I NİSBİYE Nisbete, ölçüye göre olan hakikatlar.(Hakaik-ı nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam, ancak hakaik-ı nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-ı nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vahid in'ikas etmiştir. Hakaik-ı nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hattâ bir zatın hakaik-ı hakikiyesi yedi ise, hakaik-ı nisbiyesi yediyüzdür. Binaenaleyh kubuh ve şerde, şer varsa da, kalildir. İ.İ.) |
Diğer anlamlar | HAKALLED Dar gönüllü, bahil kimse.
HAKAN Eski Türklerde hükümdar mânasınadır. HAKAN-I MAĞFUR Ölmüş hükümdar. |
Batılın zıddı | HAKK (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti.
Dâva ve iddia. Hakikate uygunluk. Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. Münasib
Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. Kıyamet. Mahz-ı hakikat. Yapacağını yalansız yapan kimse. Musibet. |
Terkipler | HAKK-I ÂMİRİYYET Âmirlik hakkı.
HAKK-I İHTİTAB Ormana yakın olan kimselerin ormandan odun kesmek hakkı. HAKK-UL YAKÎN (Hakk-al yakîn) Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi. (Bak: Yakîn) |
Kazıma | HAKK Kazıma. Oyma. Maden üzerine yazı işlemek. |
Doğruluk | Sözlükte "inkârı caiz olmayan sabit şey, doğru, doğruluk, adalet, hikmet, hikmete uygun vuku bulan hüküm, görev, gerekli, ahenk, uyum, uygunluk, pay, hisse, kısmet ve vâr olma" anlamlarına gelir. |
Esmaül hüsna | Allah'ın isim-sıfatı olarak; gerçekten var olan, varlığında şüphe bulunmayan, varlığı, ilah ve rab oluşu hak olan, eşyayı vâr eden, gerçek anlamda mülk sahibi olan, yok olmayan hakkı ızhar eden ve âdil olan demektir. |
Ayetler | Kur'ân'da 221 defa geçer.
"... Gerçekten ancak Allah hak'tır..." (Hac, 22/6, 62, Lokmân, 31/30); "...Gerçekten ancak Allah apaçık hak'tır." (Nûr, 24/25). "Eğer, hak, onların arzularına uysaydı gökler, yer ve bunların içinde bulunanlar bozulur giderdi..." (Mü'minûn, 23/71); "(Allah) buyurdu ki; Hak (benim adımdır) ve ben gerçeği söylerim." (Sâd, 38/84)
Hakk, "gerçek" anlamında Allah'ın isimlerine sıfat olarak da kullanılmıştır: "İşte gerçek Rabbiniz Allah budur..." (Yûnus, 10/32); "Gerçek melik olan Allah yücedir..." (Tâ-hâ, 20/114); "...O'nun sözü haktır..." (En'âm, 6/73); "Bilin ki gerçekten Allah'ın va'di haktır." (Yûnus, 10/55); "Allah, gökleri ve yeri gerçek olarak yarattı..." (Câsiye, 45/22). Hakk ismi, Tirmizî ve İbn Mâce'nin el-esmâü'l-hüsnâ ile ilgili rivâyetinde de geçmiştir (Tirmizî, Deavat, 83, İbn Mâce, Dua, 10). (İ.K.) |
Hak (Bak: Hakk) Hâk Vasat. Vasatî. Orta. Hâk Farsça |