Irk | |
---|---|
Kavramlar | Irk ( Race ) - Kavim - Soy - Races - Human races
Irkçılık (Racism)- Kavmiyetçilik - Soyculuk - Nesepçilik - Unsuriyetçilik - Anasırcılık |
Safahat | İstiklal Marşı/Irk - İstiklal marşında neden ırk kavramı kullanılır?
Nevruz'a - Mehmet Akif Ersoy - Safahat Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile - Mehmet Akif Ersoy - Safahat |
Irk ayırımı | Ana insan ırkları - Irk ayırımı - Irk ayırımcılığı - Uluslararası Irk Ayırımı İle Mücadele Günü |
İnsan Irkının karekterleri | Tatar ırkının karakterleri - Yörük ırkının karakterleri - Yunan ırkının karakterleri - Kürt ırkının karakterleri - İngiliz ırkının karakterleri - Fransız ırkının karakterleri - Arap ırkının karakterleri - Beni İsarilinin ırk karakteri |
Kur'anda ırklar | Herkes kendi karakterinin gereğini yapar - |
Kaynaklarda ırkl | Evliya Çelebi/Tatarlar - Evliya Çelebi/Kürtler - Evliya Çelebi/Rumlar - İsmail Hakkı Bursevi/Kürtler |
Sağlık | Race and health |
Türkler bir ırk değil, kültür görüşü - Irk/Ekşi sözlük - İnsan ırkları hakkında 100 gerçek |
Nevruz'a
|
Lâfı bol, karnı geniş soyları taklîd etme; Sözü sağlam, özü sağlam adam ol, ırkına çek. |
- Irk
- İstiklal marşında ırk kavramı
- Mehmet Akif Ersoy ve ırk kavramı
- Mehmet Akif Ersoy ve kavmiyetçilik
- Irkçılık ile kavmiyetçilik arasındaki fark nedir?
İstiklal marşında ırk[]
HDP ve Istiklal Marsi nda irk kavrami ve Taha Akyol degerlendirmesi[]
DP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ, AKP hükümetinin IŞİD’in yaptığı katliama yardım ettiğini iddia ederken şöyle diyor: “Eğer, bu katliam, bu soykırım ve işgal girişimi, sizin desteğinizle gerçekleştirilmediyse, buyurun bunu kanıtlayın... Hükümet bu katliama destek vermediği söylemini kanıtlamak ve ispatlamak zorundadır. Aksi durumda bizim kanıtlarımız, ispatlarımız, iddialarımız geçerlidir.” Bu sözler eleştiri değildir, mesnetsiz bir suçlama, siyasi bir kampanyadır. Çünkü sadece hukukun değil, mantığın da temel kaidesi, “iddia sahibinin iddiasını ispat etmesi”dir. Nitekim önceki akşam Bugün TV’de Selahattin Demirtaş Kobani’ye yapılan IŞİD saldırıları konusunda, “saldırılar Türkiye sınırından gerçekleştirildi diyemem” dedi. Hükümetin Suriye politikasında eleştirilecek yönler elbette var fakat bu eleştirilerin sorumlu bir dille yapılması gerekir.
SEÇİMLER SIRASINDA
Halbuki Selahattin Demirtaş CNN Türk’te Ahmet Hakan’a “kendimizi dar bir alana hapsetmiştik, artık buradan çıktık” diye konuşmuştu. (27 Mayıs) HDP’nin bazı mitinglerinde Türk bayrağının bulunmasını “normalleşme” olarak nitelemişti. (1 Haziran) Demirtaş’ın son silah bırakma çağrısı elbette olumludur.“Emanet oylar” söylemi de bilinmektedir. Fakat Kandil’den ters mesajlar gelince Demirtaş “emanet oylar” konusunda tevil yollu konuşmalar yaptı. Bunu Kürt hareketinin iç dengeleri bakımından bir ölçüde anlamak mümkün. Fakat HDP’lilerin Meclis açılışında İstiklal Marşı konusundaki tavırlarını anlamak mümkün değildir, “Türkiyelileşme” söylemiyle hiçbir şekilde bağdaştırılamaz.
İSTİKLAL MARŞI
Sayın Demirtaş, İstiklal Marşı’nda geçen “kahraman ırkım” terimine takmış. Mehmet Âkif mi ırkçıydı?! Bu kavram ifadeyi aruz veznine uyarlamak için söylenmiştir. Kaldı ki İstiklal Marşımızın yazıldığı 1921 yılında “ırk” kelimesi bugünkü “ırkçı, ayrımcı” anlamında bir kavram değildi; 1930’lar Avrupası’nda Nazizmin yükselişi kelimeye bugünkü “ırkçılık, ayrımcılık” anlamını yüklemiştir. Hatta 1930’larda bizde Nurullah Ataç gibi ultra-Batıcılar İstiklal Marşımızı “ümmetçi” diye suçlamış, değiştirilmesini istemişlerdi! Bugün İstiklal Marşı’nı “ırkçı” diye suçlamak mantıkla, sağduyu ile izah edilemez. HDP içinde “Türkiyelileşmek” fikrini benimseyenler İstiklal Marşı’na bile ortak değer olarak bakmazsa, o vakit “Türkiyelileşmek” ne demektir?! HDP Gaziantep Milletvekili dostum Celal Doğan, şu görüşüme katılacaktır sanırım: HDP ayrılıkçı bir parti değil, “Türkiyeli” bir parti olduğuna kamuoyunu inandırmada daha çok gayret etmelidir. Çözümler öyle bir güven ortamında daha kolay va sağlıklı olur.
Müslümanlık Nerde Bizden Geçmiş İnsanlık bile şiirinde ırk kullanımı[]
Kim müslümanların derdini kendine mâl etmezse onlardan değildir. Hadis-i Şerif Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile |
Kim müslümanların derdini kendine mâl etmezse onlardan değildir. Hadis-i Şerif Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile |
Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile! |
Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok, boşuna! |
Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir! |
Kaç hakikî müslüman gördümse: Hep kabirdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, gâlibâ göklerdedir! |
İstemem, dursun o bitmez tükenmez övünülecekler bir yana..
Gösterin atalara az çok benzeyen bir kan bana! | |
İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yâdigâr!
Çok değil ancak! Necip evlâda lâyık tek şiâr. |
İsteri sizlerde görmek ırkınızdan yadigâr !
Çok değil ancak Soylu evlâda layık, tek bir şiar (iz, alamet) . |
Varsa şayet, söyleyin bir parçacık insâfınız:
Böyle kansız mıydı – Hâşâ – kahraman eslâfınız ? |
Varsa şayet, söyleyin, bir parçacık insafınız:
Böyle kansız mıydı hâşâ kahraman selefleriniz ? |
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdâsına?
Benzeyip şîrâzesiz bir mushafın eczâsına, |
Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına?
Benzeyip 'şirâzesiz bir kitabın parçalarına', |
Hiç görülmüş müydü olsun kayd-ı vahdet târumâr?
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar? |
Hiç görülmüş müydü olsun birlik bağı darmadağın ?
Böyle olmuş muydu millet can evinden rahnedar (yaralı)? |
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle adet miydi, bî-pervâ, yemek insan leşi? |
Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi?
Böyle âdet miydi, hiç çekinmeden, yemek insan leşi? |
Irzımızdır çiğnenen, evlâdımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz! Ağlamazsan, bâri gülmekten utan!... |
Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan!
Hey sıkılmaz ağlamazsan, bâri gülmekten utan? |
"Duyarlılık" denen o yüksek değerden olsaydı halkın nasibi:
Başkentinden bugün taşmazdı sarhoş narası! | |
Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş eşeği,
Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi. | |
Lâkin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek! |
Fakat aşk olsun ki aldırmaz da otlarmış eşek,
Sanki tavsanmış gelen, yâhud kılıksız köstebek! |
Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı...
Düşmanı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!.. | |
Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok. |
Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üslûba sok:
Hâlimiz eşekle kurdun aynı, asla farkı yok. |
Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz kaydındayız!
Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız! |
Burnumuzdan tuttu düşman, biz boğaz derdindeyiz!
Bir bakın: Hâlâ mı hâlâ hırsların peşindeyiz! |
Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın:
Vakit çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın! |
Saygısızlık yeter... Bir parça olsun utanın:
Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir utanmanın! |
Davranın haykırmadan nâkûs-ı izmihlâliniz...
Öyle bir buhrâna sapmıştır ki, zirâ haliniz: |
Davranın haykırmadan parçalanma (tehlike) çanlarınız !
Öyle bir krize sapmıştır ki, zira durumunuz; |
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!Davranın, zîra gülünç olduk bütün bir âleme,
|
Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok yas tutmaya!
Davranın, zîrâ gülünç olduk bütün bir aleme. |
Bekleşirken gökte yüzbinlerce ruhlar, intikam;
Yerde kalmış, cesede benzer kavim için durmak haram! | |
Kahraman ecdâdımızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur! |
Kahraman atalarınızdan sizde bir kan yok mudur?
Yoksa: Geleceğinizden korkulur, pek korkular. |
Nevruz'a şiirinde ırk kavramı[]
İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum, Nevruz.
| |
Lâfı bol, karnı geniş soyları taklîd etme;
|
Lâfı bol, karnı geniş soyları örnek alma:
|
Video
|
Irkçılık - İslam Ansiklopedisi[]
IRKÇILIK
Sosyal grupların kalıtımla geçen bedenîözellikler sebebiyle farklılaştığını ve bu farklılıkların onlar arasındaki statü ve ilişkinin belirleyicisi ^ olması gerektiğini iddia eden akım. ^
Irk (¿¿»if) kelimesi Arapça'da "kök, bitkinin gövdesi, yaprağın sapı, damar, asıl, irsî özellik, nesep, menşe, ata" gibi anlamlara gelir {Lisânü'l-'Arab, "carlç" md.; Tâcü'l-'arûs, ""ark" md.).
İbn Manzûr'un naklettiği bir beyit eski Araplar'da ırk kelimesinin "soy üstünlüğü ve asalet" anlamında kullanılabildiğini göstermektedir. İslâmî dönemde buna yakın bir anlamda. fakat çoğunlukla reddedici bir yaklaşımla yine bir Câhiliye dönemi kavramı olan asabiyetkullanılmaktaydı. Ancak bu kelime, çağdaş bir kavram olan ırkçılığın anlam genişliğinden uzak olup genellikle kabilecilik çerçevesinde bir içerik taşıyordu. Zamanla bilhassa İranlılar'ın müslüman olmaya başlamasıyla birlikte kısmen ırk ayırımını ve buna dayalı çekişmeleri de ifade eden şuûbiyye kelimesi kullanılmaya başlandı. Günümüz Türkçe'sinde aralarında kan bağı bulunan, aynı soydan gelen büyük insan toplulukları ırk kelimesiyle ifade edilmekle beraber aynı anlamda veya daha az içerikte olmak üzere nesil, nesep, zürriyet, soy, sülâle gibi başka kelimeler de bulunmaktadır. Sosyal grupların kalıtımla geçen bazı özellikleri sebebiyle farklılaştığını, bu farklılıkların onlar arasında statü ve değer farklarına da yol açtığını ileri süren akımlara ise ırkçılık denmektedir. Modern Arapça'da ırk kelimesi genellikle yukarıdaki sözlük anlamıyla sınırlı kalırken şa'b, nesil, ümmet, cîl, cins, kavim gibi kelimeler kısmen belli bir insan soyunu veya zümresini ifade etmekte, Türkçe'deki ırk karşılığında genellikle unsur, ırkçılık karşılığında ise unsûriyye kullanılmaktadır. Zaman zaman unsur-unsûriyye yerine cins- cinsiyye, kavim-kavmiy- ye kelimelerinin kullanıldığı da görülmekle birlikte özellikle kavmiyyenin (kavmiyet) Türkçe'deki milliyetçilik karşılığında kullanımı daha yaygındır. Irk kelimesinin karşılığı olarak Batı dillerinde Latince asıllı race, rasse, ırkçılık teriminin karşılığında iseracisme. racial-isme, racism veya rassismus gibi kelimeler kullanılmaktadır. Bat dillerinde bu terimler ırkın, insanın özelliklerinin ve kapasitesinin temel belirleyicisi olduğu ve ırkî özelliklerin, bir ırkın diğerine üstünlüğünü doğurduğu inancını ifade etmektedir (Webster's Ninth Mew Collegiate Dictionary, s. 969).
Modern disiplinlerde ırk kavramı başlıca şu anlamları içermektedir:
1. İnsan türünün alt sınıfları (beyaz, siyah, sarı ırk gibi).
2. Etnik grup (Cermen ırkı gibi).
3. Belli bir sosyokültürel grup.
Bu son tanımlama nesnel ölçülere dayanmaz. Meselâ Kuzey Amerikalılar'a göre siyah ırk mensupları Brezilya'da beyaz olarak tanımlanmaktadır (Cashmore, s. 237-239).
Modern Batı'da ırkçı teoriler de üç farklı iddia sebebiyle birbirinden ayrılmaktadır. Bir iddiaya göre insan türü biyolojik olarak farklı gruplardan oluşmaktadır: irsiyet, tevarüs edilmiş yetenek ve eğilimlerin açıklanmasını mümkün kılan bir faktördür. İkinci görüşte grup özelliklerinin kanla geçtiği, ileri sürülürken son görüş ırkçılığın teoris- yenlerince ortaya atılmış olup bazı insan - gruplarının diğerlerinden fizikî, zihnî ve i mânevî açıdan üstün olduğunu iddia eder (The Encyclopedia of Philosophy, VII, 58-, 59).
Yahudilik'teki bu ayırımcı anlayışın temeli Hz. Nûh'un oğullarına kadar götürülür. Tevrat'a göre ırklar tûfandan sonra Nûh'un Sâm. Hâm ve Yâfes adlı üç oğlun- :|3 dan türemiştir (Tekvîn, 5/32; 9/18; 10/32).; Hâm babasına karşı bir saygısızlığından M dolayı onun lânetine uğradığı için soyun- | dan gelenler de Sâm ile Yâfes'in nesline köle olmaya mahkûm edilmiş (Tekvîn, 9/ j 19-27), böylece ırklar arasında kalıtımla ' geçen derece farkları ortaya çıkmıştır. Bu derecelenmede en üstün, hatta tek üstün yer Sâm'ın soyundan geldiğine inanı-lan yahudilere tahsis edilmiştir. Buna göre, "Rab yer üzerinde olan bütün Kavimlerden üstün olarak kendisine has bir ka- vihri olmak üzere" İsrailoğullârı'nı seçmiş fîfesniye, 14/12). bu suretle onlar "Allah'ınkavrhi" olmuşlardır (Levililer, 26/12; Çıkış, 19/5-6).
Tevrat'ta buna dair şöyle denilmektedir: "Ve onlardan nefret ettim. Fakat size dedim: Siz onların topraklarını miras alacaksınız... Ve bana mukaddes olacaksınız..." (Levililer,20/24-26). "İşte şimdi bildim ki bütün dünyada Allah yoktur, ancak İsrail'de vardır" (II. Krallar. 5/ 20): Kitâb-ı Mukaddes'te Yahudilerin üstünlüğünü ifade eden daha birçok açıklama yer alır (meselâ bk. Tesniye, 23/20; Mezmurlar. 67/6; II. Samuel, 22/44-48).
Tevrat'a göre yahudiler bu üstünlükleri dolayısıyla diğer milletleri idare etme hakkına sahiptir. "Bütün göklerin altında olan kavimler üzerine bugün senin dehşetini ve korkunu koymaya çalışacağım, onlar senin haberini işitecekler ve senin yüzünden titreyip kıvranacaklar" (Tesniye, 2/25).
Yahudiliğin ırka bağlı din anlayışını Hıristiyanlık onaylamamıştır. Ancak Avrupalı hıristiyan milletler gerek sömürgecilik dönemlerinde hâkimiyetleri altına aldıkları Asya ve Afrika ülkelerinde gerekse modern çağda Avrupa'daki yahudilere karşı ırkçı bir tavır sergilemişlerdir. Esasen modern anlamda ırkçı düşünce ve uygulamalar ilk olarak hıristiyan toplumlarda ortaya çıkmış olup günümüzde Batı'- da hâlâ farklı ırkların kiliselerinin de ayrı olduğu gözlenmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde siyahların ve Uzakdoğuluların kiliselerinin ayrı olması bunun örneğidir.
Câhiliye döneminde modern anlamda- kine benzer bir ırkçılık düşüncesi ve bunu ifade eden kavramlar bulunmamakla birlikte genellikle asabiyet kelimesiyle ifade edilen güçlü bir kabilecilik ruhu hâkimdi.
Bu dönemde aralarında baba tarafından kan bağı bulunan topluluğa "asabe", bu topluluğun bütün fertlerini birbirine bağlayan topluluk arasındaki dayanışma duygusuna da "asabiyet" denilmekteydi. Câhiliye toplumunda bu duygunun kabile üyelerinin savunulmasına imkân sağlaması yanında kabileler arasında asalet çekişmelerine, zulüm ve haksızlıklara, savaşlara yol açtığı bilinmektedir (bk. ASABİYET; CÂHİLİYE). İslâm dini insanların farklı ırklardan geldiğini kabul etmekle beraber bunun
onlar arasındaki ilişkilerde belirleyici rol oynamasını reddeder. Bu bakış açısı teorik alana hâkim olduğu gibi ondan hareketle gerçekleşen sosyal ve hukukî düzenlemelere de yansımıştır. Teorik ve felsefî olarak İslâm'ın insan kavramında ırka dayalı bir üstünlük kabul edilmezken fıkıhta insanlar arası ilişkiler bağlamında da ırkın belirleyici bir yeri yoktur. Muhtelif ırkların varlığı Allah'ın kudret ve ilminin bir işareti olarak yorumlanmış olup bu yorum. ırklar arasında kurulması öngörülen barışçı ve eşitlikçi düzenin inanca dayalı ahlâkî temelini oluşturur. Kur'ân-ı Ke- rîm'deki prensipler Hz. Peygamber'in ve onun ashabının hayatında somut ifadesini bulmuştur. Daha sonraki devirlerde de felsefe, fıkıh, tasavvuf ve ahlâk alanlarında eser veren âlimler tarafından ırkçılık sürekli olarak reddedilmiştir. Bu açıdan İslâm dini kendinden önceki bazı din ve kültürlerde bulunan ırkçı veya kast sistemine dayalı anlayışlarla mukayese edildiğinde inkılâpçı bir tutum sergilemiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in mesajı evrenseldir: Kur'an, ırk ayırımı gözetmeksizin yeryüzünde "halife" olarak yaratıldığını bildirdiği her insanı dünya ve âhiret saadetine çağırır. Dil ve renk ayrılığı ile sosyal farklılaşma bir problem değil Allah'ın rahmetinin eseri olan bir nimet ve O'nun ilim ve kudretini ortaya koyan bir alâmettir (lbrâhîm 14/ 4; er-Rûm 30/22; el-Hucurât 49/13). Özellikle Hucurât sûresinin 13. âyetinde bütün insanlara hitap edilerek onların arasındaki tabii farklılaşmanın ilâhî bir fiil olduğu belirtilmekte ve bu fiilin hikmeti göz önüne serilmektedir. Tabii farkların karşılıklı tanışmaya ve oradan hareketle Allah'ı tanımaya vesile olması amaçlanmıştır. Tabii ferdî ve sosyal farklılaşmanın getirdiği özellikler birer üstünlük kaynağı olarak görülemez. Üstünlük iradî olmayan tabii özelliklerde değil iradî olan dinî ve ahlâkî duyarlıkla (takvâ) bunun ürünü olan güzel fiillerde aranmalıdır.
Kur'ân-ı Kerîm, yeryüzünde haksız olarak üstünlük taslayanların veya diğer insanlar üzerinde hâkimiyet kurmak isteyenlerin Allah tarafından şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını haber verir. Buna dair âyetler (el- Kasas 28/83-84) insanların ancak kendi fiillerinin karşılığını elde edebileceklerini göstermektedir. Allah ırk ve benzeri özelliklere bakmaksızın insanları inanç ve davranışlarının değerine göre eşit
bir şekilde mükâfatlandıracak veya cezalandıracaktır (el-Kehf 18/30). Bir insana karşı bizzat onun kendi fiiline dayanmayan bir özellikten dolayı olumsuz bir tutum içine girmek bir iftira ve apaçık günahtır (el-Ahzâb 33/58). Câhiliye döneminde Mekke aristokratları sosyal hayatta sahip oldukları yüksek statünün dinî alanda da korunmasını istiyor, ancak bu şartla İslâm dinini benimseyeceklerini, aksi takdirde Habbâb b. Eret, Bilâl ve Ammâr b. Yâsir gibi aşağı sınıftan gördükleri kimselerle aynı mekânda bulunmayı kabul edemeyeceklerini söylüyorlardı. Fakat Kur'an, mâneVî ve ahlâkî değer ölçülerine vurgu yapan ifadelerle böyle bir dinî kast sistemini reddetmiş ve eşitliği temel prensip olarak ilân etmiştir (el-Kehf 18/28).
Atalar fetişizmi bir yandan hür düşünceyi ve doğru tercihler yapmayı engellerken öte yandan haksızlıklara, adaletsizliklere, hatta hak dinden sapmaya bile götürdüğü için Kur'ân- ı Kerîm'de birçok âyette yasaklanmış, böylece insana hür düşünceye dayalı seçimler yapma imkânı getirilmiş, insanın atalannın ve ırkının körü körüne takipçisi olmasının önüne geçilmesi istenmiştir (el- A'râf 7/28, 70; Yûnus 10/75-78; Hûd 11/ 61-63,84-88; en- Nahl 16/35; Sebe' 34/ 43; ez-Zuhruf 43/22- 25). Kur'ân-ı Kerîm'in ortaya koyduğu ilkeler bakımından insanlar arasında renk, cinsiyet ve coğrafya farklılığı gibi fiziksel sebeplere bağlı bir değer hiyerarşisinden söz edilemez; sadece takvâya bağlı olarak ruhlar arasında derece farkı olabilir. Ancak bu türden bir fazilet de sosyoekonomik ilişkilerde üstünlük getirmez: takvâ- nın mükâfatı âhirettedir. İnsanlar arasındaki soy ve cinsiyet farklılıklarını alay konusu yapmak ve insanları aşağılamak Allah'ın onları yaratmadaki hikmetini görmemek mânasına gelir. Hucurât sûresinin 11-12. âyetleri, müslümanlar arasında her türlü bölücü ve aşağılayıcı tavrı fâ- sıklık olarak nitelemekte, bu cümleden olarak ırkçılığı da yasaklamaktadır. Buna karşılık aynı sûrede inanç ve değer birliğine dayalı kardeşliğin insanlar arasındaki ilişkinin mahiyetini belirlemesini emretmektedir. Irk farklılaşması diğer birçok kevnî âyetle birlikte yorumlanarak ele alınmalı, Allah'ı ve O'nun bu kâinatı yaratmadaki hikmetini daha iyi tanımaya vesile kılınmalıdır (el-Hucurât49/13). Renk farklılığı sadece insanlara has bir durum değildir, Allah'ın kudretinin bir işareti olarak bu tür biyolojik farklılıklar tabiatta bitkiler ve hayvanlar âleminde, hatta dağlarda bile gözlenebilir (Fâtır 35/27 -28; ayrıca bk. en-Nahl 16/13 , 69; ez-Zümer 39/ 21 ). Esasen insanların hepsi Âdem'in çocuklarıdır, kâfirlerin şahısları değil inançları ve tutumları red ve tahkir edilir. Nitekim onlar bu inanç ve tutumlarını bıraktıkları anda müslümanlarla aynı değeri ve onuru paylaşırlar. Müslüman bir kişinin ırkdaşları bir yana aynı inançları taşımayan aile üyeleriyle bile dostluk ilişkisi ortadan kalkar (et-Tevbe 9/23). Kur'ân-ı Kerîm, Araplar arasında son derece önem verilen nesep ilişkilerini ve soy üstünlüğü anlayışını tamamen dışlayarak "sıla-i rahim" (akrabalık bağını sürdürme) bağlamında ve ahlâk kuralları çerçevesinde ödev, hak ve sorumluluklar açısından düzenlemiştir. İslâm'ın önerdiği bu yeni anlayışta akrabalığın devam ettirilmesine yapılan vurgu soyun üstünlüğünden dolayı değil toplum düzeni ve yardımlaşma açısındandır. Kur'ân- ı Kerîm bu bakımdan sıla-ı rahmi teşvik etmiş, soyları ile bağlantıyı koparanları yermiştir, ancak soy ile övünmeyi de yasaklamıştır. Nihaî noktada sadakat soya değil İslâm'adır. Câhiliye dönemindeki ırk, nesep ve kabile bağları bu yeni bakış açısından mahiyet değiştirmiştir. Sosyal yapıdaki bu köklü değişimin önemli bir göstergesi de sahâbîler arasında muharebelerde müşrik akrabalarına karşı savaşanların bulunmasıdır (Kare. s. 48-49,66). Bu nevi tarihî hadiseler. Câhiliye dönemi Arap sosyal yapılanmasına tamamen hâkim olan kavim, kabile, aile gibi tabii ve irsî özelliklere dayalı sosyal kimliklerin bir kenara bırakılıp akîdeye dayalı bir kimliğin sosyal ilişkilerde temel belirleyici haline geldiğini göstermesi bakımından önemlidir. Bu olaylar ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'in ırkçılığı yasaklayan hükümlerinin teorik planda birer temenni olarak kalmayıp inananların hayatında gerçeklik kazandığını göstermektedir. Hadislerde de genellikle asabiyet olarak ad/andınian ırkçılık yasaklanmıştır. Hadis literatüründe asabiyet ırkçılığı da içine alan geniş bir kavram olup kısaca "İslâm dışı bir gaye etrafında gruplaşma" mânasına gelir. Hz. Peygamber, insanlık ailesinin ayırımsız olarak beyazıyla siyahıyla hepsine gönderilmiş tek mürşididir (Müsned, 1,250,301; Dârlmî, "Siyer", 67; Müslim, "Mesâcid", 3). Aynı şekilde Resûlul- lah Vedâ hutbesinde. "Ne Arap'ın Arap olmayana ne de Arap olmayanın Arap olana üstünlüğü vardır" (Müsned, VI, 411) derken de o zamana kadarki bütün ırkî üstünlük iddialarını temelinden yıkmayı hedeflemiştir.
Irkçılığın önemli bir tezahürü veya sonucu da kızgınlık, nefret ve haksızlıkta yardımlaşma olduğu için Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kim ırkçılığa (asabiyet) çağırarak yahut ırkçılıktan dolayı başkasına kızarak gayesi belirsiz bir topluluğun bayrağı altına girerse onun ölümü Câ- hiliye'deki ölüm gibidir" (Müslim."İmâre", 57; Nesâî. "Tahrîm", 28; İbn Mâce, "Fiten", 7). "Asabiyet bir kişinin kavminin haksız davranışına arka çıkmasıdır" (Müsned, IV, 107.160; Ebü Dâvûd,"Edeb", 112). İrkçılıkla ilgili hadislerin en anlamlılarından biri de Resûlullah'ın Vedâ hutbesindeki şu ifadeleridir: "Ey insanlar! Sizin rabbi- niz birdir. Babanız da birdir... Haberiniz olsun ki takvâ dışında hiçbir Arap'ın Arap olmayana, hiçbir Arap olmayanın da bir Arap'a, hiçbir siyahînin beyaza, hiçbir beyazın da siyaha temel bir üstünlüğü Fıkıhta hukukun karşı amaçlarından' biri nesli Şüphesiz olduğu için huzurda en yoktur. korumak ki ilâhî bir insanın, kendi soyundan başka bir olanınızdır..." değerliniz en müttaki soya kendisi veya birVI, başkası tarafından ırkçılığın (Müsned, 411). Resûl-i Ekrem nisbet edilmesinin haram olduğu da bildirilmiş bir topluluğu zayıflatıp sonunda dış olup bu tür hükümler. ırkçılığa karşı saldırılara açık hale getireceği konusunda olmanın* kendi soyunu Soya dayanarak da uyarıda bulunmuştur. inkâr anlamı taşımadığını böbürlenmeyi göstermesi açıkça yasaklayan, ırk bakımından önemlidir. Diğerkışkırtarakbir müslümanlar ayırımcılığını taraftan insanın soyu ile alâkası bölücülük yapanları birliğine arasında hiçbir zaman inanç şiddetle baskın gelemez ve inanç farklılığının miras kınayan hadisler de vardır (Ebü Nuaym, I. ve II, 367; SüyÛtî. 1,8-12; Hatipoğlu, XXIII! 9; evlenme gibi bazı konularda kısıtlayıcı hükümler 135). 1978|, s. doğurmasını önleyemez. Evlilikte ve hadislerin ortaya koyduğu bu Âyet denklik konusunda bazı fıkıh âlimlerinin kabileler veya ırklar arasında açık tavır ahlata* bir tavır olmanın fark gözeten bir sonuçlar da doğurmuştur. yanında hukukî tavır sergilemelerinin de dinî bir temeliinsanların temel haklan ve İslâm fıkhında olmayıp tarihî ve sosyal telakkilerden kaynaklanmıştır. sorumlulukları belirlenirken muayyen bir ırka mensubiyet bir ırkçı bir zihniyetin İslâm öncesinde istisna teşkil etmez. hâ-' kim olursa olsun hukuk karşısında Irkı ne olduğu Câhiliye toplumundan bu telakkiyi bir anda tamamen silmek bütün müslümanlar eşittir. Fıkhın amacı mümkün olmamıştır. Ashap arasında olan, insanlarla ilgili leh ve aleyhte zenci ve beyazların ilişkisindeki değişim, hususlar yani hak ve sorumluluklar bu açıdan İslâm farklılığına İslâm sonrası belirlenirken ırk öncesi ve en küçük bir dönemlere rol tanınmamıştır. İlke mukayeseli bakarak olarak yönetici bir şekilde incelendiğinde bu ona itaat etmek Habeşli bir köle bile olsa zihnî ve sosyal değişim süreci ve bu süreçte karşılaşılan gerekir (Müsned, IV, 126,127; problemler açıkça görülür. Çünkü Araplar Dârimî. "Mukaddime", 16; İbn neseplerine son derece "Ci- hâd", 39; bk. Mâce, "Mukaddime", 6, düşkün insanlardı ve Teymiyye, Minhâcü's- şünne, IV, 92). İbn bu durum kabileler arasında bir övünç kaynağı idi. Kendi ırkıyla övünmek Halifeliğin Kureyş'e ait olduğunu ifade İranlılar'" hadisi da devardı. Resûlullah'ın eden da bu bağlamda İran asıllı sahâbîler! bu konuda eğittiği değerlendirmek gerektiği, aksi halde görülmektedir (Ebü Dâvûd, "Edeb", 112). Kureyşliler'i yönetici sınıf gibi görmenin açıkça İslâm prensiplerine ters düşeceği de Muk XXIII Öme sahâ birin yerin söyle köle has unsu enge göst nam imam Suhe çeki gele imam seçil (Hat İslâm oldu tâbi
126
Irkçılığa karşı mücadelenin Hulefâ-yi Râşidîn döneminde de sürdürülmesine rağmen eski aristokratların yeni eşitlikçi düzenden zaman zaman şikâyet ettikleri görülmüştür (bazı örnekler için bk. Bu- hârî. et-Târîiju'l-kebîr, II. 104-105; Abdul-
lah Mübârek,s. 1000; Hâkim. Müsted- rek/UU 282 Ibnü'l-Esîr, 11,480; Hatipoğ- lu, XXIII11978|, s. 152-153). Müslümanlar arasındaki eşitlik anlayışının ilişki kurdukları ırkçı toplumlarca da yadırgandığı olmuştur. Meselâ Mısır'ı müslümanlara karşı savunmaya çalışan Mukavkıs'a gönderilen iheyetin başında esmer tenli Ubâde b: Sâmit'in bulunması onu rahatsız etmiş: bu rahatsızlığını açıklaması üzerine heyettekiler Ubâde'nin içlerinde en üstün ve en akıllı kişi olduğunu, bu sebeple onun liderliğine razı olduklarını, her konuda onun görüşüne saygı duyup itaat edeceklerini bildirmişlerdir (Lewis, Race and Color In Islam, s. 10). Emevîler ve Abbâsîler döneminde İranlılar, Berberîler ve Türkler gibi Arap olmayan kavimlerin İslâm'a girmesiyle İslâm dünyasında ırkçılığı hatırlatan bazı prob- lemler gündeme gelmiş, bu dönemde "mevâlî* olarak adlandırılan gayri Arap unsurlara karşı Araplar'ın üstün olduğunu iddia edenler çıkmıştır. Bunlar Peygamberin Arap, Kur'an'ın da Arapça olması gibi hususları kullanmışlardır. Öte yandan bu tür üstünlük iddialarına tepki olarak başta İran asıllılar olmak üzere Arap dışı unsurlar arasında ırkçılığı hatırlatan bir hareket başlamıştır. "Şuûbiyye" denilen bu hareketin amacı Arap olmayanların Araplar'dan daha üstün olduğunu ispatlamaktı. Başlangıçta bir tepki hareketi olarak ortaya çıkan ve eşitliği savunan bu yöneliş, sonradan yavaş yavaş Arap- lar'a karşı mutaassıp davranarak Arap soyunun düşmanı olan, onu dünya kavimlerinin en âdisi sayan ve Arap olmayan kavimleri Araplar'a üstün tutan bir fırka haline gelmiştir. Böylece şuûbiyyenin esası ırkçılığa dayanmakta olup (Câhlz, II, 20; Kılıçlı, s. 53) bu ideolojinin lehinde ve aleyhinde olanlar tarafından zengin bir literatür ortaya konmuştur (bk. ŞUÛBİYYE). Gerek İslâm vahyinde gerekse onun içtimaî ve siyasî uygulamalar planındaki tarihî yorumunda ırkçılık hiçbir zaman önemli bir problem oluşturmamakla birlikte müslüman toplulukların edebiyatında genelde ırk, özelde renk ayırımının yapıldığı izlenimini veren bazı beyanlar bulunmaktadır. Bu edebiyat içinde erdeme sarılan siyahî kölelerin beyaz tenli kılınarak ödüllendirilişini konu edinen masallara, bazı kavimlerin aklî ilimler konusunda yaratılıştan yeteneksiz olduğunu, hatta bazı iklimlerde yaşayan
b;
kavimlerin köle tabiatlı yaratıldığını iddia eden metinlere rastlanmakta, mevâlîye reva görülen çok aşağılayıcı Arap tavrına dair edebî örneklerle karşılaşılmaktadır (Lewis. Race and Slavery in the Middle East, s. 19.36- 37, 55). Kısmen İslâm öncesi felsefelerden İhvân-ı Safâ ve İbn Sînâ gibi bazı filozofların eserlerine de yansıyan (meselâ bk. er-ResA'il, I. 302- 305; eş-Şif&\ 1,447), fakat İslâm diniyle ilgisi bulunmayan ve sosyokültürel şartlanmışlığın eseri olan bu ârızî ön yargılar, zaman içinde çeşitli kavimlerin İslâm medeniyetine yaptığı katkılar müşahede edildikçe kendiliğinden yok olmuştur. Selçuklu-Osmanlı geleneğinde de ırkçı temayüllere rastlanmamaktadır. Özellikle Osmanlı millet sistemi farklı din ve kavimlerden oluşan çok dinli, çok kavimli ve çok kültürlü bir sosyal dokuya sahipti ve bu sistem temellerini evrensel ölçekte yorumlanmış bir din anlayışında bulmaktaydı. Bu sebeple ırk faktörü hiçbir şekilde bu sistemin işleyişinde bir imtiyaz ölçüsü olarak görülmemiştir. Nitekim millet sistemi içinde yer alan farklı etnik gruplar ve kavimler, bu sistemin öngördüğü kamu düzeni çerçevesinde kendi din ve inançlarını açıkça ifade edebiliyor, tam bir kültürel özerklik içinde yaşayabiliyorlardı. Zimmîler hakkındaki farklı hükümler ve bazı uygulamalar ise kesinlikle ırk temeline dayanmayıp din ve inanç hürriyetinin korunması ve inanç farklılığının siyasî, idarî ve hukukî alanlara yansımasıyla ilgilidir. Sonuç olarak ilk fütuhat döneminin ardından gözlenen Arap- Acem, Arap-mevâlî ayırımının: siyahiler, Berberîler. Hintliler, Türkler gibi bazı etnik gruplara yönelik ön yargıların dinde yerinin bulunmadığı, başarı, üstünlük ve iktidarın ırk ve renk faktörüne dayanmadığı kısa sürede anlaşılmıştır. Kur'an ve Sünnet'te ırkçı temayüllere karşı kesin bir tavır takınılmasına bağlı olarak İslâm âlimlerinin ırkçı eğilimlerle mücadelesi her devirde hâkim bir çizgi oluşturmuştur. Buna dair eserler arasında Ebü'l-Fe- rec İbnü'l-Cevzî'nin Tenvîrü'l- ğabeş fî fazli's-Sûdân Celâleddin es- Süyûtî'nin Refu şe'ni'l- Hubşân, Mu- hammed Nu'mân b. Muhammed b. Ar- râk'ın Kitâbü Kenzi'z- Zinâdi'l-vâri fî zikri ebnâ'i's-serârî,Ebü'l-MeânîAlâed- din Muhammed b. Abdülbâki el-Buhârî el-Mekkî'nin et- Tırûzü'l-menküş fî me- hâsini'l-Hubûş, Ali b. Abdürraüf el-Ha- beşînin Refıı'l- ğubûş fî iezâ'ili'l-Hu- bûş, Câhiz'in Fahrü's-Sûdân cale'l-bî- zân ve Fezâ'ilü'l-Etrâk adlı eserleri zikredilebilir.
ve'l-Habeş,
Hadis literatürüne de giren bu telakkinin savunucuları, "Onun (Nûh'un) zürriye- tini, evet onları yeryüzünde bâki kıldık" (es-Sâffât 37/77) meâlindeki âyetin bu telakkiyi desteklediğini ileri sürerlerse de Hûd sûresinin 40. âyetinde Hz. Nuh'a sayısı az olmakla birlikte başka insanların da iman ettiği bildirilmektedir. Buna göre Sâffât sûresinin 77. âyetindeki "zürriyet" ile Nuh'a iman etmiş olanların kastedildiği anlaşılmaktadır. Bütün ırkların Hz. Nûh'un üç oğlundan geldiğine dair hikâye bazı hadis, tefsir ve tarih kitaplarına girmiştir.Ancak birtakım İslâm âlimleri hadis olarak aktarılan hikâyelerin râvilerinin güvenilirliklerini sorgulamışlar ve bu rivayetlerin Tevrat'tan geldiğini ortaya koymaya çalışmışlar, özellikle ırk farklılaşmalarının iklimden kaynaklandığını düşünen ekole mensup olan İbn Haldûn gibi âlimler açıkça bu rivayetlerin asılsız olduğunu belirtmişlerdir. Irkların kaynağının coğrafî şartlar olduğu şeklindeki ikinci temel iddia dünyayı yedi iklime ayıran klasik Yunan coğrafyasına dayanır. Bu coğrafya anlayışı ile dönemin dört unsura dayalı tıp anlayışı birleştirilerek ırkların kaynağı izah edilmeye
4[]
IRKÇILIK
çalışılmış, yine Grek düşüncesine hâkim
olan her şeyin ortasının (itidal) en iyisi
olduğu ölçütü de kullanılarak orta iklimde
yer alan ırkların zihinsel üstünlüğü iddia
edilmiştir. Bu anlayış Aristo gibi Yunan
filozoflarının siyaset ve sosyal teorilerini de
etkilemiş. Yunan felsefesinin İslâm dünyasına
girmesiyle İslâm filozofları tarafından da
ilgi görmüştür, «indîden başlamak üzere
Fârâbî, İhvân-ı Safâ, İbn Sînâ, İbn Rüşd gibi
filozofların, İdrîsî gibi coğrafyacıların. Sâid
el-Endelüsî ve İbn Hal- dûn gibi tarihçilerin
görüşlerini etkilemiştir. Mutedil iklim dışında
yaşayan Türkler ve siyahların medeniyete
kabiliyeti olmadığı bu teoriye dayanılarak
ileri sürülmüştür.
İbn Haldun da meşhur coğrafyacı İdrî-
sî'nin verdiği bilgilere dayanarak dünyanın
yedi "iklim" (bölge) olduğunu var sayar ve ırk
farklılaşmasının kaynağı hakkındaki kuramını
bu var sayım üzerine inşa eder (Mukaddime,
[, 337-397). İbn Haldûn'un ırk farklılaşması
hakkındaki
görüşlerinin
anlaşılabilmesi
için antik Yunan'dan devralınan ve Ortaçağ
boyunca müslüman- lar arasında yaygın
olarak kullanılan tıp, biyoloji, astronomi
ve coğrafya anlayışının da göz önünde
bulundurulması gerekir.
İrk kavramının karşılığı olarak ümmet,
nevi,
eli
kelimelerini
kullanan
İbn
Haldûn'un "hukemâ'ya nisbet ederek verdiği
bilgilere göre dördüncü iklim kuşağı en
üstün ırkın yaşadığı ve medeniyete en
uygun insanların ortaya çıktığı bölgedir
(a.g.e., I, 387). Dördüncüden sonra onun
iki tarafındaki üçüncü ve beşinci iklimler
gelir. Kısaca en mutedil iklim olan dördüncü
iklimden uzaklaştıkça insanların medeniyete
olan kabiliyeti zayıflar, dolayısıyla ırkın
üstünlük derecesi de azalır. Mutedil iklim
kuşaklarında yaşayanlar beden, renk.
ahlâk ve din bakımından en mükemmel
toplulukları oluşturur. Hatta peygamberler
bile genellikle bu bölgeden yetişir. Buna
karşılık itidalli iklim kuşağından en uzakta
olan güney ve kuzey iklimlerine peygamber
gönderildiğine dair hiçbir bilgi yoktur.
İbn Haldun ırkların kaynağının nesep
olduğunu iddia edenleri eleştirirken şöyle
der: "Varlıkların tabiatları hakkında hiçbir
bilgi sahibi olmayan bazı nesep âlimleri
vehmettiler ki siyahlar Nûh'un oğlu Hâm'ın
çocuklarıdır: babasının onun neslinin köle
olması için yaptığı bedduanın eserinin
ortaya çıkması sonucu siyah renk ile diğer
insanlardan ayrıldılar. Onlar bu konuda
hikâyecilerin hurafelerinden hikâyeler de
naklederler. Nûh'un, oğlu Hâm'a bedduası
Tevrat'ta yer almakta, ancak orada siyah
renkten bahsedilmemektedir: Nûh sadece
Hâm'ın çocukları kardeşlerinin (Sâm ve
Yâfes'in) kölesi olsun diye beddua etmiştir"
(a.g.e., I. 389).
Sâid el-Endelüsî de ırkları medeniyete
yatkınlıkları
bakımından
tabakalara
ayırmıştır. Ona göre coğrafyaya bağlı
olarak iklim bir ırkın medeniyete ne derece
kabiliyetli olacağını belirler. Bu yönden
insanlık yedi ana ırka ayrılır: 1. İranlılar,
2. Keldânîler, 3. Yunan, Fransız, Slav ve
Romalılar, 4. Kıptîler'le onlara yakın olan
bazı zenciler. Habeşistanlılar ve Berberîler.
S. Türkler. 6. Hintliler. 7. Çinliler.
Endelüsî bu ırkları ilme değer verenler ve
vermeyenler diye ikiye ayırarak ilme değer
veren ırkları Hintliler. İranlılar, Keldânîler,
İbrânîler. Yunanlılar, Romalılar, Mısırlılar ve
Araplar şeklinde sıralamakta; geride kalan
ırkların hiçbirinin ilme önem vermediğini
ileri sürmektedir (Tabak&tü'l- ümem,s. 10-
11) . Bu düşünceler klasik Yunan coğrafya,
tıp ve felsefesinin bir ürünüdür. Ayrıca
nesebe dayalı teori gibi Sâid el-Endelüsînin
yedi iklim teorisinin sonunda insanları
medeniyet ve bilime yatkınlık açısından
tabakalara ayırmasının da Kur'ân-ı Kerîm
ve hadislerin yukarıda ortaya konan temel
bakışına ters düştüğü açıktır.
Batı dünyasında ırkçılık, modern çağın
en önemli olguları arasında yer alan
sömürgecilik ve onunla bağlantılı kapitalist
sistemin
oluştuğu
şartlar
altında
sömürgeciliğe meşruiyet tanıyan bir ideoloji
olarak ortaya çıkmıştır. Tarih boyunca Batı
kolonyalizmi ve kapitalizminin gelişme
aşamalarına bağlı olarak ırkçılık da farklı
tezahürlerde
gelişmiştir,
ilk
aşamada
Amerika ve Karayipler'in yerli sakinleri olan
Kızılderililer sömürgecilerin apaçık talan ve
soykırımına mâruz kaldılar; ırkçı teoriler de
bu dönemde ortaya çıkmaya başladı.
Sömürgeciler, buralarda yaptıkları baskı ve
zulümleri izah için ırkçılığı bir araç gibi
kullandılar. Nitekim ilk olarak 1550 yılında
İspanyol ilâhiyatçı Gaines de Sepulveda
Kızılderililer'in aşağılık bir ırk olduğunu ve
bunların beyazlara hizmet etmek üzere
yaratıldıklarını ileri sürdü. Bu teori
Amerika'da
uzun
yıllar
propaganda
edilmiştir. XVII.-yüzyılın ilk yarısında beyaz
işçilerle siyah köleler iş yerlerinde yanyana
çalışıyorlardı. Ancak siyah köleler beyazlara
göre hem ucuzdu hem de her türlü şartlarda
çalışmaya razı olduklarından bu dönemde iş
gücü
olarak
sadece
siyah
köleler
kullanılmaya baş-; landı. Amerika ve
Karay
adlan
hiçbir
başla
değiş
politi
işlevi
Frans
sömü
kaldır
değiş
siyah
ırk m
oluştu
kültü
de k
uyum
biçim
ortay
Aydın
ve B
filozo
halind
Arthu
sur l'
Paris
aklı v
ortay
artist
sürdü
insan
Stewa
neunz
adlı
sergil
üstün
Birleş
atılan
ekono
gelişt
olara
sürdü
gelec
konum
arzed
Grant
(New
Stodd
White
kitab
doğum
çeker
kaybe
128
5[]
ği.endişesini
dile
getirdiler
(The
Encyclopedia of Philosophy, VII, 60).
XX. yüzyıl Batı'da ilk defa tek bir dünya
sistemi iddiasının ortaya çıktığı dönemdir.
Batı dünyasının gelenekleşmiş olan ırkçılık
zihniyetinin bu yüzyılda faşist politikalarla
birleşmesinden sonra bazı milletler kendi
ırkının üstünlüğünden ve dünya insanlarını
kendisinin kurtaracağından söz etmeye
başladılar. Almanlar'ın işgal ettikleri
her yerde yahudileri soykırımına mâruz
bırakmaları bu düşünceden kaynaklanmıştır.
Ancak Avrupa'da yahu- di düşmanlığı ile
pratiğe yansıyan anti- .SĞitıİtizm (Sâmî
ırkına düşmanlık) olgusu. Cermen ırkının
üstünlüğünü ileri süren Adolf Hitler'in
yeni bir buluşu olmayıp Batı tarihinde
şekillenmiş bir ırkçılık biçimidir.
XX. yüzyılda Avrupa kıtası dışında
ırkçılığın en yoğun yaşandığı bölgelerden
biri Güney Afrika, diğeri de Amerika
Birleşik
Devletleri
olmuştur.
XVII.
yüzyıldan itibaren Hindistan. Endonezya
ve Malezya'dan köle olarak Güney Afrika'ya
getirilen müslümanlar da bu ülkedeki ırkçı
uygulamaların
sıkıntısını
yaşamışlardır.
Şeyh Yûsuf el-Makassarî, İmam Abdullah İbn
KâdîAbdüsselâm, Ahmed Efendi, Abdullah
Abdurrahman ve İmam Abdullah Hâ- rûn
gibi liderler.yanında daha birçok müs-
lüman ferdî olarak veya Afrika Ulusal
Kongresi (ANC) gibi platformlarda ırkçılığa.
emperyalizme ve baskılara karşı mücadele
etmişlerdir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde XIX.
yüzyılın sonunda ve XX. yüzyılın başında ırk
ayırımını öngören ilk yasalar (Jim Crow
Laws) çıkarılmaya başlandı. Bu yasalara
yaygın bir şiddet dalgası da eşlik ediyordu.
irk ayırımına karşı yürütülen mücadelelerde
siyahlar farklı kamplara ayrıldılar; siyah
örgütlerin üç farklı görüş etrafında oluştuğu
söylenebilir. Bunlardan siyah burjuvazinin
çıkarlarını temsil eden grup (National
Association for the Advancement of
Coloured People [NAACP]) sadece yasal bir
devrim istiyor ve son derece ılımlı bir tavır
sergiliyordu. Liderliğini Martin Luther
King'in yaptığı, "hemen özgürlük" (freedom
now) sloganıyla ortaya çıkan ikinci siyah
hareketi
beyazlarla
entegrasyonu
savunuyordu. Gandi'nin sadık bir izleyicisi
olan Protestan rahibi King mücadelede
şiddet kullanılmasına karşı çıkmış, barışçıl
eylemlerle ırkçı uygulamaları yenmeye
çalışmıştır. Üçüncü hareketi, uzlaşmaz ve
sert bir çizgi takip eden Siyah Müslümanlar
Hareketi (Black Muslims) temsil ediyordu.
1930 yılında Wallace D. Fard (Wallace Fard
Muhammed)
tarafından
kurulan
bu
hareketin başına daha sonra Elijah
Muhammed geçmiş ve hareketi II. Dünya
Savaşı'ndan sonra faal bir konuma
getirmiştir. Aşırı tepkici davranan ve aslî
kaynaklarla tarihî uygulamalardan çok
farklı bir İslâm anlayışına sahip olan Elijah
Muhammed. beyazların doğuştan birer
şeytan olduğuna ve kendisinin Allah
tarafından bu ırkı yok etmek üzere
görevlendirildiğine inanıyordu. Buna göre
boş bir eşitlik ve entegrasyon için
mücadele etmektense sadece siyahlardan
oluşan ayrı bir dünya kurmak ve bağımsız
olmak daha gerçekçiydi (Fontette. s. 109-
110). Samimiyetsizliği ve bozuk inancı
bizzat kendi oğlu Wallace (Warlth)
Muhammed tarafından teşhir edilinceye
kadar İslâm Milleti (The Nation of İslam)
örgütüne mensup müslümanlar onun gayet
disiplinli ve inanmış birer izleyicisi olarak
kaldılar. Siyah Müslümanlar Hareketi'ne
hapiste iken katılan Malcolm X (Mâlik eş-
Şahbâz) 1952 yılında hapisten çıktıktan
sonra kendisini bu harekete adamış, kısa
zamanda
ırkçılık
mücadelesinin
Amerika'daki en önemli liderlerinden biri
olmuştur. Malcolm X, hareketten ayrıldığı
1964yılına kadar Elijah Muhammed'in sadık
bir izleyicisi idi. Mekke'ye yaptığı bir hac
ziyaretinden sonra fikirlerini kökten gözden
geçirmeye başladı. Hareketten ayrıldıktan
sonra
da
bu
siyah
müslümanların
meselelerini giderek yumuşayan bir üslûpla
işlemeye devam etti. Siyah Müslümanlar
Hareketi'nden ayrıldıktan sonra Harlem'de
(New York) Müslüman Camii (Muslim
Mosque) ve Afrikalı-Amerikalılar Birliği
Derneği'ni
(Afro-American
Unity
Organization)
kuran
Malcolm
X,
çalışmalarını
21
Şubat
1965'te
öldürülünceye
kadar
bu
kuruluşlar
vasıtasıyla sürdürdü.
Günümüz
Amerika'sında
ayırımcı
yasalar ortadan kaldırılmış ve hukukî
eşitlik sağlanmıştır. Ancak uygulamada
hâlâ beyazlar arasında yer yer ırkçı ön
yargılara rastlanmaktadır. Her ne kadar
başlangıçta faşizm ile ırkçılık arasında
birebir ilişki söz konusu değilse de
bugün çeşitli Avrupa ülkelerinde ortaya
çıkan "yeni faşizm" hareketlerinin hepsi
ırkçılığı vazgeçilmez bir ilke olarak
ideolojilerine katmıştır. Avrupa'da bu
tür grupların üzerinde birleştikleri en
önemli
konu
yabancı
düşmanlığıdır.
Eski Yugoslavya'nın dağılmasından sonra
Bosna-Hersek'te ve Kosova'da müslüman
Boşnaklar'la Arnavutlar'ı hedef alan etnik
arındırma eyleminin de temelinde ırkçılık
yatmaktadır.
XIX ve XX. yüzyıllarda Avrupa'da esen
milliyetçilik ve ırkçılık rüzgârları zamanla
İslâm dünyasını da etkisi altına almıştır.
Ümmet bilinciyle yaşayan milletler arasında
genel olarak ırkçılık ve kavmiyetçiliğin ne
olduğu bilinmezken Batılı devletlerin İslâm
dünyasına, özellikle Osmanlılar'a yönelik
politikalarında
görülen
değişikliklerden
sonra Arnavutlar. Araplar, Türkler ve
Kürtler arasında müstakbel sürtüşmelere
zemin hazırlamak üzere kavmiyet ayırımına
dayalı ideolojiler gündeme gelmiştir.
XIX. yüzyıl Osmanlı aydınlan, dönemin
Avrupacında ortaya çıkan "cins ittihadı"
yani ırk birliği fikrine dayalı olan
milliyetçilik akımlarını kendi toplumları
için
elverişli
görmemişlerdir.
Meselâ
Nâmık Kemal birlik ve kardeşlik fikrini
insanların "yumru yanaklı" veya "çatık kaşlı"
bir nesilden gelmelerine dayandıran anlayışı
reddetmiştir. Yine Esad Efendi "cins" (ırk)
unsurunu birlik ve dayanışma sebeplerinden
biri olarak kabul etmekle birlikte İslâmî
anlayışta
birliği
sağlayacak
vasıtanın
İslâmiyet olduğunu savunmuştur (Türküne.
s. 266-267). Kendi tabiriyle "Avrupa'da ras
(race) meselesi'yle ilgili ırkçı tartışmaları
yakından takip eden (Danişmend, s. 28-
29) Ali Suâvi de Avrupa'da güdülen "cinslik
davası'na
(ırkçılık
ideolojisi)
Osmanlı
ülkesinde rastlanmadığına dikkat çekerek
müslümanlann birliğinin tevhid ilkesine
dayandığını
belirtmiştir.
Ali
Suâvi'ye
göre Osmanlı bir Türk devletidir, ancak
ırkçılık davasına itibar etmeyerek her
ırktan ehliyetli bulduğu kimseleri istihdam
etmiştir. Ali Suâvi bazı Avrupalı yazarların
Tûrkler'i "mesâî-yi zihniyyeden ârî, yalnız
bir kaba kahraman gibi" değerlendiren
ırkçı yaklaşımlarını şiddetle reddetmiş ve
Türkler'in müslüman olduktan sonra ilim
ve medeniyet alanında ortaya koydukları
başarıdan örnekler vermiştir (Çelik, s. 623-
630).
II.
Meşrutlyet'in
ilânından
sonra
İstanbul'da Türk Derneği, Selânik'te Genç
Kalemler dergileri yayın hayatına katılarak
Osmanlı Devleti'nin bütünlüğü idealini
örselemeksizin Türk dili ve kültürü etrafında
milliyetçi bir şuur telkin etmeye başlamıştı.
1913 yılında yayın hayatına başlayan
İslâm Mecmuası'nda eski şeyhülislâm Mûsâ
Kâzım Efendi İslâm dinine göre ırk ve cins
iddiasında bulunmanın şiddetle yasak
olduğunu, ırk ve cins davası gütmenin islâm
129
kardeşliğine zarar
6[]
ği.endişesini
dile
getirdiler
(The
Encyclopedia of Philosophy, VII, 60).
XX. yüzyıl Batı'da ilk defa tek bir dünya
sistemi iddiasının ortaya çıktığı dönemdir.
Batı dünyasının gelenekleşmiş olan ırkçılık
zihniyetinin bu yüzyılda faşist politikalarla
birleşmesinden sonra bazı milletler kendi
ırkının üstünlüğünden ve dünya insanlarını
kendisinin kurtaracağından söz etmeye
başladılar. Almanlar'ın işgal ettikleri
her yerde yahudileri soykırımına mâruz
bırakmaları bu düşünceden kaynaklanmıştır.
Ancak Avrupa'da yahu- di düşmanlığı ile
pratiğe yansıyan anti- .SĞitıİtizm (Sâmî
ırkına düşmanlık) olgusu. Cermen ırkının
üstünlüğünü ileri süren Adolf Hitler'in
yeni bir buluşu olmayıp Batı tarihinde
şekillenmiş bir ırkçılık biçimidir.
XX. yüzyılda Avrupa kıtası dışında
ırkçılığın en yoğun yaşandığı bölgelerden
biri Güney Afrika, diğeri de Amerika
Birleşik
Devletleri
olmuştur.
XVII.
yüzyıldan itibaren Hindistan. Endonezya
ve Malezya'dan köle olarak Güney Afrika'ya
getirilen müslümanlar da bu ülkedeki ırkçı
uygulamaların
sıkıntısını
yaşamışlardır.
Şeyh Yûsuf el-Makassarî, İmam Abdullah İbn
KâdîAbdüsselâm, Ahmed Efendi, Abdullah
Abdurrahman ve İmam Abdullah Hâ- rûn
gibi liderler.yanında daha birçok müs-
lüman ferdî olarak veya Afrika Ulusal
Kongresi (ANC) gibi platformlarda ırkçılığa.
emperyalizme ve baskılara karşı mücadele
etmişlerdir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde XIX.
yüzyılın sonunda ve XX. yüzyılın başında ırk
ayırımını öngören ilk yasalar (Jim Crow
Laws) çıkarılmaya başlandı. Bu yasalara
yaygın bir şiddet dalgası da eşlik ediyordu.
irk ayırımına karşı yürütülen mücadelelerde
siyahlar farklı kamplara ayrıldılar; siyah
örgütlerin üç farklı görüş etrafında oluştuğu
söylenebilir. Bunlardan siyah burjuvazinin
çıkarlarını temsil eden grup (National
Association for the Advancement of
Coloured People [NAACP]) sadece yasal bir
devrim istiyor ve son derece ılımlı bir tavır
sergiliyordu. Liderliğini Martin Luther
King'in yaptığı, "hemen özgürlük" (freedom
now) sloganıyla ortaya çıkan ikinci siyah
hareketi
beyazlarla
entegrasyonu
savunuyordu. Gandi'nin sadık bir izleyicisi
olan Protestan rahibi King mücadelede
şiddet kullanılmasına karşı çıkmış, barışçıl
eylemlerle ırkçı uygulamaları yenmeye
çalışmıştır. Üçüncü hareketi, uzlaşmaz ve
sert bir çizgi takip eden Siyah Müslümanlar
Hareketi (Black Muslims) temsil ediyordu.
1930 yılında Wallace D. Fard (Wallace Fard
Muhammed)
tarafından
kurulan
bu
hareketin başına daha sonra Elijah
Muhammed geçmiş ve hareketi II. Dünya
Savaşı'ndan sonra faal bir konuma
getirmiştir. Aşırı tepkici davranan ve aslî
kaynaklarla tarihî uygulamalardan çok
farklı bir İslâm anlayışına sahip olan Elijah
Muhammed. beyazların doğuştan birer
şeytan olduğuna ve kendisinin Allah
tarafından bu ırkı yok etmek üzere
görevlendirildiğine inanıyordu. Buna göre
boş bir eşitlik ve entegrasyon için
mücadele etmektense sadece siyahlardan
oluşan ayrı bir dünya kurmak ve bağımsız
olmak daha gerçekçiydi (Fontette. s. 109-
110). Samimiyetsizliği ve bozuk inancı
bizzat kendi oğlu Wallace (Warlth)
Muhammed tarafından teşhir edilinceye
kadar İslâm Milleti (The Nation of İslam)
örgütüne mensup müslümanlar onun gayet
disiplinli ve inanmış birer izleyicisi olarak
kaldılar. Siyah Müslümanlar Hareketi'ne
hapiste iken katılan Malcolm X (Mâlik eş-
Şahbâz) 1952 yılında hapisten çıktıktan
sonra kendisini bu harekete adamış, kısa
zamanda
ırkçılık
mücadelesinin
Amerika'daki en önemli liderlerinden biri
olmuştur. Malcolm X, hareketten ayrıldığı
1964yılına kadar Elijah Muhammed'in sadık
bir izleyicisi idi. Mekke'ye yaptığı bir hac
ziyaretinden sonra fikirlerini kökten gözden
geçirmeye başladı. Hareketten ayrıldıktan
sonra
da
bu
siyah
müslümanların
meselelerini giderek yumuşayan bir üslûpla
işlemeye devam etti. Siyah Müslümanlar
Hareketi'nden ayrıldıktan sonra Harlem'de
(New York) Müslüman Camii (Muslim
Mosque) ve Afrikalı-Amerikalılar Birliği
Derneği'ni
(Afro-American
Unity
Organization)
kuran
Malcolm
X,
çalışmalarını
21
Şubat
1965'te
öldürülünceye
kadar
bu
kuruluşlar
vasıtasıyla sürdürdü.
Günümüz
Amerika'sında
ayırımcı
yasalar ortadan kaldırılmış ve hukukî
eşitlik sağlanmıştır. Ancak uygulamada
hâlâ beyazlar arasında yer yer ırkçı ön
yargılara rastlanmaktadır. Her ne kadar
başlangıçta faşizm ile ırkçılık arasında
birebir ilişki söz konusu değilse de
bugün çeşitli Avrupa ülkelerinde ortaya
çıkan "yeni faşizm" hareketlerinin hepsi
ırkçılığı vazgeçilmez bir ilke olarak
ideolojilerine katmıştır. Avrupa'da bu
tür grupların üzerinde birleştikleri en
önemli
konu
yabancı
düşmanlığıdır.
Eski Yugoslavya'nın dağılmasından sonra
Bosna-Hersek'te ve Kosova'da müslüman
Boşnaklar'la Arnavutlar'ı hedef alan etnik
arındırma eyleminin de temelinde ırkçılık
yatmaktadır.
XIX ve XX. yüzyıllarda Avrupa'da esen
milliyetçilik ve ırkçılık rüzgârları zamanla
İslâm dünyasını da etkisi altına almıştır.
Ümmet bilinciyle yaşayan milletler arasında
genel olarak ırkçılık ve kavmiyetçiliğin ne
olduğu bilinmezken Batılı devletlerin İslâm
dünyasına, özellikle Osmanlılar'a yönelik
politikalarında
görülen
değişikliklerden
sonra Arnavutlar. Araplar, Türkler ve
Kürtler arasında müstakbel sürtüşmelere
zemin hazırlamak üzere kavmiyet ayırımına
dayalı ideolojiler gündeme gelmiştir.
XIX. yüzyıl Osmanlı aydınlan, dönemin
Avrupacında ortaya çıkan "cins ittihadı"
yani ırk birliği fikrine dayalı olan
milliyetçilik akımlarını kendi toplumları
için
elverişli
görmemişlerdir.
Meselâ
Nâmık Kemal birlik ve kardeşlik fikrini
insanların "yumru yanaklı" veya "çatık kaşlı"
bir nesilden gelmelerine dayandıran anlayışı
reddetmiştir. Yine Esad Efendi "cins" (ırk)
unsurunu birlik ve dayanışma sebeplerinden
biri olarak kabul etmekle birlikte İslâmî
anlayışta
birliği
sağlayacak
vasıtanın
İslâmiyet olduğunu savunmuştur (Türküne.
s. 266-267). Kendi tabiriyle "Avrupa'da ras
(race) meselesi'yle ilgili ırkçı tartışmaları
yakından takip eden (Danişmend, s. 28-
29) Ali Suâvi de Avrupa'da güdülen "cinslik
davası'na
(ırkçılık
ideolojisi)
Osmanlı
ülkesinde rastlanmadığına dikkat çekerek
müslümanlann birliğinin tevhid ilkesine
dayandığını
belirtmiştir.
Ali
Suâvi'ye
göre Osmanlı bir Türk devletidir, ancak
ırkçılık davasına itibar etmeyerek her
ırktan ehliyetli bulduğu kimseleri istihdam
etmiştir. Ali Suâvi bazı Avrupalı yazarların
Tûrkler'i "mesâî-yi zihniyyeden ârî, yalnız
bir kaba kahraman gibi" değerlendiren
ırkçı yaklaşımlarını şiddetle reddetmiş ve
Türkler'in müslüman olduktan sonra ilim
ve medeniyet alanında ortaya koydukları
başarıdan örnekler vermiştir (Çelik, s. 623-
630).
II.
Meşrutlyet'in
ilânından
sonra
İstanbul'da Türk Derneği, Selânik'te Genç
Kalemler dergileri yayın hayatına katılarak
Osmanlı Devleti'nin bütünlüğü idealini
örselemeksizin Türk dili ve kültürü etrafında
milliyetçi bir şuur telkin etmeye başlamıştı.
1913 yılında yayın hayatına başlayan
İslâm Mecmuası'nda eski şeyhülislâm Mûsâ
Kâzım Efendi İslâm dinine göre ırk ve cins
iddiasında bulunmanın şiddetle yasak
olduğunu, ırk ve cins davası gütmenin islâm
129
kardeşliğine zarar