Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Risale-i_Nur_Külliyatı-Sözler-Birinci_Söz_-_Besmelenin_anlam_ve_önemi.-2

Risale-i Nur Külliyatı-Sözler-Birinci Söz - Besmelenin anlam ve önemi.-2

Nûh (aleyhisselâm) "Bismillah" ve "Elhamdülillah" demeden büyük - küçük olsun herhangi bir iş yapmazdı. Bu sebeple Allahü teâlâ onu "Çok şükredici bir kul" olarak isimlendirdi. (Hadîs-i şerîf-Taberânî, İbn-i Cerîr)

1

Sözler . Birinci Söz

1

BİRİNCİ SÖZ . İkinci Söz

Bakınız

D.
RNK.
SÖZLER:
BİRİNCİ SÖZ .


1 Açıklamalar ve yorumlar
2 Ey kardeş
3 “Bismillah her hayrın başıdır”.
4 Birinci Söz - ÇOCUKLARA RİSALE
*Bakınız:RNKSÖZLER
*Türkçe (Latin harfleriyle): BİRİNCİ SÖZ
*Türkçe (Kur'an harfleriyle) :Birinci Söz/Osmanlıca
*Azerice : Bəsmələ Risaləsi
*Arapça: الكلمة الاولى
*İngilizce: THE FIRST WORDTHE FIRST WORD/English&Turkish for students(Dış link)
*Almanca: Birinci Söz/Almanca
*Sesli: Birinci Söz/Audio
*İng ve Turkce karşılıklı sayfa PDF:Dosya:First-Word-11x18.pdf
*(Dış link)
*AUDİO Türkçe
*Soz_TheFirstWord.wma
*Dosya:First-Word-11x18.pdf
1.Söz/Video [1]

Bakınız


D . RNK: SÖZLER WORDS: كلمات. Bizde varlık bir kelime olarak kabul edilir.
{{Alıntı|konum=sağ|{{HDKD}}|10px|30px}}<div lang="ar" dir="rtl" style="font-size:1.5em;padding:0.25em;">Büyük punto ile ayet yazımı </div> Risale şablonları
SÖZLER
Sözler/Arapça
Sözler/Azerice
Sözler/English [2] The Words

RNK/English
RNK/Azerice
RNK/Arapça -اللكامت
RNK/Sözler

RNK/VİDEO
SÖZLER/VİDEO[3]
BİRİNCİ SÖZ الكلمة الاولى Birinci Söz/Arapça . Birinci Söz/Azerice .THE FIRST WORD . THE FIRST WORD/English&Turkish for students Birinci Söz Besmele hakkında

İkinci Söz
Üçüncü Söz (ibadet)
Dördüncü Söz (namaz namazsız)
Beşinci Söz
Altıncı Söz
Yedinci Söz
Sekizinci Söz
Dokuzuncu Söz
Onuncu Söz
On Birinci Söz
On İkinci Söz
On Üçüncü Söz
On Dördüncü Söz gafil kafaya tokmak ve Zelzele
On Beşinci Söz
On Altıncı Söz
On Yedinci Söz
On Sekizinci Söz
On Dokuzuncu Söz
Yirminci Söz
Yirmi Birinci Söz “Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”
Yirmi İkinci Söz
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi Dördüncü Söz

Yirmi Beşinci Söz [4]

Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Söz
Otuzuncu Söz
Otuz Birinci Söz
Otuz İkinci Söz
Otuz Üçüncü Söz
Lemeât
Konferans
Sözler (Fihrist)

Sözler/Sorular; Bediüzzaman Said Nursi neden en önemli kitabına "Sözler" adını vermiştir?
Fihrist Âyât-ı Kur’aniyenin bir nevi tefsiri olan Risale-i Nur eczalarından “Sözler mecmuası”nın mücmel bir fihristesidir.
BİRİNCİ SÖZ: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in çok esrar-ı mühimmesinden bir sırrını güzel bir temsil ile tefsir eder. Ve “Bismillah” ne kadar kıymettar bir şeair-i İslâmiye olduğunu gösteriyor. ON DÖRDÜNCÜ LEM’ANIN İKİNCİ MAKAMI: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in en mühim beş altı sırlarını tefsir ediyor. Ve بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ Kur’an’ın bir hülâsası ve bir fihristesi ve miftahı olduğunu gösterdiği gibi arştan ferşe kadar uzanmış bir hatt-ı kudsî-i nurani olmakla beraber saadet-i ebediye kapısını açan bir anahtar ve her mübarek şeye feyz ve bereket veren bir menba-ı envar olduğunu beyan eder. Bu İkinci Makam, en birinci risale olan Birinci Söz’e bakar. Âdeta Risale-i Nur eczaları, bir daire hükmünde olup müntehası, iptidasına بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ hatt-ı mübareğiyle ittihat ediyor. Ve bu makamda altı sır yerine, otuz yazılacaktı. Şimdilik altı kaldı. Kısadır fakat gayet büyük hakaiki tazammun ediyor. Bunu dikkatle okuyan بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ ne kadar kıymettar bir hazine-i kudsiye olduğunu anlar.
İKİNCİ SÖZ: اَلَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ mealinde ve iman hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını, gayet makul bir temsil ile tefsir eder.
ÜÇÜNCÜ SÖZ: يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا âyetinin mealinde ve ubudiyet hakkındaki âyetlerin mühim bir hakikatini, mantıkî bir temsil ile tefsir ediyor.
DÖRDÜNCÜ SÖZ: اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا âyetinin mealinde ve namaz hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını, gayet makul ve mantıkî bir temsil ile tefsir ediyor. Zerre miktar insafı bulunanı teslime mecbur ediyor.
BEŞİNCİ SÖZ: اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذٖينَ اتَّقَوْا وَالَّذٖينَ هُمْ مُحْسِنُونَ âyetinin mealinde ve takva ve ubudiyet hakkındaki âyetlerin ve vazife-i ubudiyet ve takvanın mühim bir sırrını gayet güzel bir temsil ile tefsir ediyor. O tefsir herkesi ikna ediyor.
ALTINCI SÖZ: اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ âyetinin mealinde ve nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmak hakkındaki âyetlerin gayet mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satanların beş derece kâr içinde kâr ve satmayanların beş derece hasaret içinde hasaret kazandıklarını, gayet mukni bir temsil ile tefsir ediyor. Hakikate karşı mühim bir kapı açıyor.
YEDİNCİ SÖZ: يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَ الْيَوْمِ الْاٰخِرِ ۞ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ âyetinin mealinde ve “İman-ı Billah ve’l-yevmi’l-âhir” ve hayat-ı dünyeviye hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını gayet makul bir temsil ile tefsir etmekle beraber, ehl-i gaflet hakkında dünyanın ne kadar dehşetli; ve mevt ve ecel, ne kadar müthiş; ve acz ve fakr, ne kadar elîm olduğunu ve ehl-i hidayet hakkında hayat-ı dünyeviyenin içyüzü, ne kadar güzel; ve kabir ve ecel ve acz ve fakr, nasıl birer vesile-i saadet bulunduğunu gayet kat’î bir tarz ile ispat eder. Saadet-i dâreyne giden yolu gösterir.
SEKİZİNCİ SÖZ: اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ ve اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ âyetlerinin mealinde mahiyet-i dünya ve dünyada mahiyet-i insan ve insanda mahiyet-i din hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını (Suhuf-u İbrahim’de aslı bulunan) güzel ve parlak bir temsil ile tefsir etmekle beraber, dünyanın mahiyetini ve dünyadaki ruh-u insanı ve insandaki dinin kıymetini göstermekle beraber, dinsiz insan en bedbaht mahluk olduğunu ispat etmekle ve şu âlemin tılsımını açan ve ruh-u beşeri zulümattan kurtarmak çarelerini göstermekle beraber, gayet latîf ve güzel bir muvazene ile fâsık olan bedbaht adamın müthiş vaziyetini, salih olan bahtiyar adamın saadetli vaziyetini gösteriyor.
DOKUZUNCU SÖZ: فَسُبْحَانَ اللّٰهِ حٖينَ تُمْسُونَ وَحٖينَ تُصْبِحُونَ ۞ وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحٖينَ تُظْهِرُونَ âyetinin mealinde ve beş vakit namaz hakkındaki âyâtın gayet mühim bir sırrını beş nükte ile tefsir etmekle beraber, malûm olan beş vakit namazın o vakitlere hikmet-i tahsisini o kadar güzel ve şirin bir tarzda beyan ediyor ki zerre miktar şuuru bulunan bir insan, bu cazibedar hikmet ve parlak hakikate karşı teslime mecbur olur. Ve cesed-i insan havaya, suya, gıdaya muhtaç olduğu gibi ruh-u insan da namaza muhtaç bulunduğunu gayet kat’î bir surette beyan eder.
ONUNCU SÖZ: فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ âyetinin mealinde ve haşir ve âhiret hakkındaki âyâtın mühim bir hakikatini, on iki mantıkî ve makul suret-i temsiliye ile ve on iki hakaik-i kātıa-i bâhire ile tefsir etmekle beraber, iman-ı bi’l-âhireti o kadar kuvvetli bir surette ispat eder ki bütün bütün kalbi ölmemiş ve bütün bütün aklı sönmemiş bir insan, o ispata karşı teslim olur. İzn-i İlahî ile imana gelir. İmana gelmezse de inkârdan vazgeçmeye mecbur olur.
ON BİRİNCİ SÖZ: وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا ۞ وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا ۞ وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا ۞ وَ الَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا ۞ وَ السَّمَٓاءِ وَمَا بَنٰيهَا ۞ وَ الْاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَا ۞ وَ نَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَا ۞ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَ تَقْوٰيهَا ۞ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا ۞ وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا ۞وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ âyetlerinin yüksek ve geniş bir hakikatini Sure-i Şems’in mu’cizane işaret ettiği ve kâinatı muntazam bir saray suretinde gösterdiği ulvi ve vüs’atli bir temsil ile tefsir etmekle beraber, mahiyet-i insaniyedeki vezaif-i ubudiyet ve cihazat-ı insaniyeyi ve rububiyet-i İlahiyenin enva-ı tecelliyatına karşı ubudiyet-i insaniyenin mukabelelerini o kadar güzel bir surette ispat ediyor ki Sure-i Ve’ş-şems’in mu’cizane olan işaretini hârika bir surette ve en azîm bir dairede a’zam bir rububiyeti, ekmel bir ubudiyetle karşılaştırıyor.
ON İKİNCİ SÖZ: وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثٖيرًا ۞ وَ بِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَ بِالْحَقِّ نَزَلَ âyetlerinin mealinde ve hikmet-i Kur’aniyenin fazileti hakkında yüzer âyâtın mühim bir hakikatini, hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur’aniyenin muvazenesi suretinde gayet parlak bir temsil ile tefsir etmekle Kur’an’ın bir mu’cizesini ve i’cazını ve onun karşısında hikmet-i felsefenin aczini ve sukutunu hârika bir surette ispat eder, körlere de gösterir. Bu Söz, On Birinci Söz gibi gayet mühimdir. Herkes onlara muhtaçtır.
ON ÜÇÜNCÜ SÖZ: İki makamdır. Birinci Makam: وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنٖينَ âyetiyle وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغٖى لَهُ âyetinin mealinde ve hikmet-i Kur’aniyenin kudsiyeti ve vüs’ati ve şiirden istiğnası hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yüksek mu’cizane hikmetini, felsefenin aşağı ve dar hikmeti ile muvazene ediyor. Hikmet-i Kur’aniyedeki kesret ve vüs’ati ve felsefenin fakr ve iflasını muhtasar beyan etmekle beraber, Kur’an’ın şiirden istiğnasının ve adem-i tenezzülünün sebebi, hakaik-i Kur’aniyenin yüksekliği ve parlaklığı olduğunu gösterir. Ve mühim bir temsil ile bir nevi i’caz-ı Kur’aniyeyi beyan eder. İkinci Makam: Gençliği, dalalet ve sefahet uçurumuna düşmekten kurtaran ve imanda, bu dünyada dahi hakiki bir cennet lezzeti ve dalalette ise cehennemî bir azap ve sıkıntı bulunduğunu misallerle izah ve ispat eden bir derstir. İKİNCİ MAKAMIN HÂŞİYESİ: Mahpuslara teselli hakkında dört mektuptur. İKİNCİ MAKAMIN ZEYLİ: Leyle-i Kadirde ihtar edilen bir mesele-i mühimmedir. MEYVE RİSALESİNDEN ALTINCI MESELE: HÜVE NÜKTESİ:
ON DÖRDÜNCÜ SÖZ: Dar akıllara sığışmayan yüksek ve geniş bir kısım hakaik-i Kur’aniyeyi göze görünen emsal ve nazireleriyle fehme takrib ediyor. Mesela خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ فٖى سِتَّةِ اَيَّامٍ ۞ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ ۞ وَ السَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمٖينِهٖ ۞ اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ۞ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ âyetlerinin gayet yüksek ve gayet geniş hakikatlerini temsil ve tanzir ile akla kabul ettirir ve kalbi ikna eder bir tarzda beyan ediyor. Âhirinde, nefs-i emmareye müessir bir sille-i ikaz var. Nefse esir olan, onu okusa ve kabul etse esaretten kurtulur. ON DÖRDÜNCÜ SÖZ’ÜN HÂTİMESİ:Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir. ON DÖRDÜNCÜ SÖZ’ÜN ZEYLİ: Zelzele hakkında ehemmiyetli altı suale cevaptır.
ON BEŞİNCİ SÖZ: وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ âyetinin mealinde ve melaike ile şeytanların mübarezeleri hakkındaki âyâtın, kozmoğrafyacıların dar akıllarına yerleşmeyen mühim bir sırrını, yedi basamak namıyla yedi muhkem hüccet ve metin bir mukaddime ile tefsir ediyor. Ve şu âyetin semasından evham-ı şeytaniyeyi recmedip tard eder. ON BEŞİNCİ SÖZ’ÜN ZEYLİ: Kur’an’ın kelâmullah ve Hazret-i Muhammed (asm) Allah’ın Resulü olduğunu mukni delillerle ispat eden, münazara tarzında yazılmış beliğ bir risaledir.
ON ALTINCI SÖZ: اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ۞ فَسُبْحَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ âyetlerinin mealindeki çok âyâtın ifade ettiği: “Ehadiyet-i zatiyesi ile külliyet-i ef’al ve vahdet-i şahsiyesiyle muînsiz umumiyet-i rububiyet ve ferdaniyetiyle şeriksiz şümul-ü tasarrufat ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması ve nihayetsiz ulviyetiyle her şeye yakın olması ve bir tek zat-ı ehadî olmakla her şeyi bizzat elinde tutmak” olan hakaik-i âliye-i Kur’aniyenin dört şuâ namıyla gayet mühim bir sırrını tefsir ediyor. Ve o hakaiki müstakim akıllara ve selim kalplere teslim ettiriyor.
ON YEDİNCİ SÖZ: اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ زٖينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا ۞ وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعٖيدًا جُرُزًا ۞ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ âyetlerinin meallerinde: Lezzet-i hayat içinde elem-i mevt ve sürur-u visal içinde elem-i zeval hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını ve ism-i Kahhar’a karşı Rahman isminin cilvesini gayet güzel bir suretle gösterip tefsir ediyor. Ve ehl-i iman için dünyanın mahiyetini, seyyar bir ticaretgâh ve muvakkat bir misafirhane ve birkaç günlük bir teşhirgâh ve kısa bir müddet için işleyecek bir tezgâh ve ahz u i’ta için yol üstünde kurulmuş bir pazar olduğunu gösterip, dünyadan berzah ve âhiret tarafına insan seyahatini sevdirir ve dehşetini izale eder. Ve bu sözün âhirinde bazı nüshalarda “Siyah Dutun Meyvesi” namıyla kıymettar ve cazibedar ve şiir kıyafetinde birkaç hakikat var. KALBE FARİSÎ OLARAK TAHATTUR EDEN BİR MÜNÂCAT: EHL-İ GAFLET DÜNYASININ HAKİKATİNİ TASVİR EDEN BİRİNCİ LEVHA: EHL-İ HİDAYET VE HUZURUN HAKİKAT-İ DÜNYALARINA İŞARET EDEN İKİNCİ LEVHA: BARLA YAYLASI, ÇAM, KATRAN, ARDIÇ, KARAKAVAĞIN BİR MEYVESİ: YILDIZLARI KONUŞTURAN BİR YILDIZNAME:
ON SEKİZİNCİ SÖZ: Bu söz, iki makamdır. İkinci makamı yazılmamış. Birinci makamı üç noktadır. Birincisi: لَا تَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا âyetinin fahre meftun, şöhrete müptela, medhe düşkün, hodbin nefs-i emmarenin kafasına sille-i te’dibi vuran bir sırrını, İkincisi: اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ nun, çirkin ve bahsi hilaf-ı edep görünen şeylerin güzel cihetlerini gösteren bir sırrını, Üçüncüsü: اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ âyetinin risalet-i Ahmediyeye (asm) dair ince fakat kuvvetli bir delilini gösteren bir sırrını tefsir eder.
ON DOKUZUNCU SÖZ: يٰسٓ ۞ وَالْقُرْاٰنِ الْحَكٖيمِ ۞ اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ âyetinin mealindeki yüzer âyâtın en mühim hakikatleri olan risalet-i Ahmediyeyi (asm) on dört reşha namıyla on dört kat’î ve parlak ve muhkem bürhanlarla tefsir ve ispat ediyor. Ve en muannid bir hasmı dahi ilzam eder. Güneş gibi risalet-i Ahmediyeyi (asm) izhar ediyor.
YİRMİNCİ SÖZ: İki makamdır. Birinci Makamı: Sure-i Bakara’nın başında Hazret-i Âdem’e meleklerin secdesi ve bir bakaranın zebhi ve taşlardan su çıkması hakkındaki üç mühim âyete karşı şeytanın gayet müthiş üç şüphesini öyle bir tarzda reddedip mahveder ki şeytanı ve şeytan gibi insanları öyle desiselerden perişan edip vazgeçiriyor. Çünkü onlar, tenkit ve itirazlarıyla lemaat-ı i’caziyenin kapısını açtırttılar. O üç âyetten üç lem’a-i i’caziye göründü. İkinci Makamı: Mu’cizat-ı enbiya aleyhimüsselâm yüzünde parlayan bir mu’cize-i Kur’aniyeyi göstermekle beraber, mu’cizat-ı enbiyaya dair âyât-ı Kur’aniyenin ne kadar manidar ve hikmet-medar olduklarını gösterir. Ve Kur’an’da kapalı kalmış çok defineler bulunduğunu ihtar eder.
YİRMİ BİRİNCİ SÖZ: İki makamdır. Birinci Makamı: Namazın o kadar güzel bir tarzda kıymetini ve faydasını gösterir ki en tembel ve en fâsık adama dahi namaza karşı bir iştiyak verir ve gayrete getirir. İkinci Makamı: Şeytanın çok istimal ettiği mühim desiselerini iptal ediyor. Ve vesvesesi ile mü’minlerin kalbinde açtığı yaraların beşine, güzel merhemler tarif ediyor.
YİRMİ İKİNCİ SÖZ: فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ۞ اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ mealinde ve tevhid-i hakiki hakkındaki yüzer âyâtın mühim bir hakikatini iki makam ile tefsir eder. Birinci Makam: Gayet güzel ve parlak ve muhkem bir hikâye-i temsiliye ile on iki basamak hükmünde on iki bürhan ile vahdaniyet-i İlahiyeyi, o kadar kat’î bir surette ispat eder ki en mütemerrid müşrikleri de tevhide mecbur ediyor. Ve kolay fakat kuvvetli ve basit fakat parlak bir surette Vâcibü’l-vücud’un vücudunu ve vahdetini ve ehadiyetini bütün sıfât ve esmasıyla ispat eder. İkinci Makamı ise: Hakikat-i tevhidi ve tevhid-i hakikiyi, on iki lem’a namıyla hikâye-i temsiliyenin perdesi altında on iki bürhan-ı bâhire ile vahdaniyet-i İlahiyeyi ispat etmekle beraber, evsaf-ı celaliye ve cemaliye ve kemaliyesini vahdaniyet içinde ispat ediyor. O Lem’alardaki deliller o kadar kat’îdir ki hiçbir şüphe yeri kalmıyor. Ve o kadar küllîdirler ki mevcudat adedince, belki zerrat sayısınca marifetullaha pencereler açıyor. Ve onun ile Vâcibü’l-vücud’un vücudunu, umum sıfât ve esmasıyla en muannidlere karşı ispat ediyor.
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SÖZ: لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فٖٓى اَحْسَنِ تَقْوٖيمٍ ۞ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلٖينَ ۞ اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ âyetlerinin mealindeki çok âyâtın imana dair ve terakkiyat ve tedenniyat-ı insaniyeye medar hakikatlerini beş nokta ile ve beş nükte içinde herkese taalluk eden ve herkes ona muhtaç olan on mebhas ile o sırr-ı azîmi tefsir eder. İstidadat-ı insaniye ile vezaif-i insaniyeyi, gayet makul ve makbul bir surette beyan eder. Bu söz, şimdiye kadar binler adamı hâb-ı gafletten kurtardığı gibi çoklarını da imana getirmiş. Gayet kıymettar ve yüksek olmakla beraber, temsiller ile fehmi kolaylaşmış, herkes onun dilini anlıyor.
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ: اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى âyetinin mealinde ve esma-i hüsnanın cilveleri hakkındaki çok âyâtın muazzam bir hakikatini beş dal namıyla mebahis-i azîme ile tefsir ediyor. Birinci ve İkinci Dalları, mühim esrarın muhtasar bir hazinesidir. Üçüncü Dal, hadîslere gelen evhamı on iki kaide ile reddeder. Evhamın esaslarını keser. Dördüncü Dal, kâinat sarayında istihdam olunan nebatat ve hayvanat ve insan ve melaike taifelerinin sırr-ı istihdamlarını ve güzel vazife-i ubudiyet ve tesbihlerini ve haşmet-i rububiyet-i İlahiyeyi cazibedar bir tarzda beyan eder. Beşinci Dal اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى âyetinin şecere-i nuraniyesinin hadsiz meyvelerinden beş meyvesini gayet parlak ve güzel bir surette gösteriyor. Bu beş meyve ve Otuz Birinci Söz’ün âhirindeki beş meyve, çok şirindirler. Tatlı ilim isteyenler onları alsın okusun. YİRMİ BEŞİNCİ SÖZ: قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا âyetinin hakikatini teyid eden yüzer âyâtın en mühim bir hakikati olan i’caz-ı Kur’anîyi tefsir eder. Üç şuâ içinde kırk vücuh-u i’caziyeyi beyan ve tefsir ediyor ki Kur’an, kelâmullah olduğunu gündüzdeki ziya, güneşin vücudunu gösterdiği gibi öylece gösterir ve ispat eder. Nısf-ı evvel çendan süratli telif edilmiş fakat istirahat-i kalp ile yazıldığı için izahlıdır. Nısf-ı âhir bazı esbab-ı mühimmeye binaen muhtasar ve mücmel kalmıştır. Fakat bununla beraber her taifeye göre (ve ne fikirde bulunursa bulunsun) bu mübarek Söz, i’caz-ı Kur’an’ı ona gösterir ve ispat eder. Bu söz şimdiye kadar i’caz-ı Kur’an’a karşı çok muannidleri serfürû ettirerek secdeye getirmiş.
YİRMİ ALTINCI SÖZ: وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ ۞ وَ كُلَّ شَىْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فٖٓى اِمَامٍ مُبٖينٍ mealindeki âyâtın sırr-ı kadere ait ve “İman-ı bi’l-kader hayrihî ve şerrihî minallahi teâlâ”nın ispatına medar mühim bir hakikatini dört mebhas ile öyle bir surette tefsir eder ki havassın fikirleri yetişmediği esrar-ı kaderiyeyi, basit avamların zihinlerine takrib edip anlattırıyor. Hâtimesinde, en kısa ve en selim ve en müstakim bir tarîkın esasını dört hatve namıyla tezkiye-i nefsin ve tekemmül-ü ruhun medarı olan dört mühim dersi veriyor. Ve hâtimenin hâtimesinde mesail-i müteferrikadan altı mesele var ki birisi Sure-i Feth’in âhirindeki âyetin bir sırr-ı i’caziyesini açıyor.
YİRMİ YEDİNCİ SÖZ: وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَ اِلٰٓى اُولِى الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذٖينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَ لَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَلٖيلًا âyetinin mealindeki âyâtın içtihada dair mühim bir hakikatini tefsir eder. Ve bu zamanda haddinden tecavüz edip içtihaddan dem vuranların haddini bildirip, ihtilaf-ı mezahibin sırrını güzel beyan eder. “Bu zamanda eski zaman gibi içtihad edebiliriz.” diyenlerin ne kadar yanlış hata ettiklerini ispat eder. Bu sözün zeylinde sahabe-i güzinin evliyadan yüksek olan mertebelerini gayet parlak bir surette ve kat’î bir tarzda ispat etmekle beraber, sahabelerin nev-i beşer içinde enbiyadan sonra en mümtaz şahsiyetler olduklarını ve onlara yetişilmediğini kat’î bir surette ispat eder.
YİRMİ SEKİZİNCİ SÖZ: وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَ اُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا وَ لَهُمْ فٖيهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ âyetinin cennete ve saadet-i ebediyeye dair hakikatini teyid eden yüzer âyâtın mühim bir hakikatini iki makamla tefsir eder. Birinci Makam: “Beş Sual ve Cevap” namıyla cennetin lezaiz-i cismaniyesine ve huriler hakkında medar-ı tenkit olmuş meseleleri öyle güzel bir surette beyan eder ki herkesi ikna eder. İkinci Makam: Arabiyyü’l-ibare olarak on iki lâsiyyema kelimesiyle başlar ve gayet kuvvetli ve kat’î ve hiçbir cihette sarsılmaz, haşre dair, cennet ve cehennemin hakkaniyetine medar binler bürhanı tazammun eden bir bürhan-ı bâhirdir ki o bürhan, Onuncu Söz’ün menşei ve esası ve hülâsasıdır.
YİRMİ DOKUZUNCU SÖZ: قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّٖى ۞ وَ الْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَ مَلٰٓئِكَتِهٖ ۞ وَ مَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ ۞ مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetlerinin mealindeki yüzer âyâtın haşir ve beka-i ruha ve melaikeye dair üç mühim hakikatini tefsir eder. Beka-i ruhu o kadar güzel ispat eder ki cesedin vücudu gibi ruhun bekasını gösterir. Ve melaikenin vücudlarını, Amerika insanlarının vücudları gibi ispat eder. Ve haşir ve kıyametin vücud ve tahakkuklarını o kadar mantıkî ve aklî bir surette ispat eder ki hiçbir feylesof, hiçbir münkir itiraza mecal bulamaz. Teslim olmazsa da mülzem olur. Hususan âhirindeki “Remizli Nüktenin Sırrı” namıyla haşr-i ekberin esbab-ı mûcibesini ve hikmetlerini öyle bir tarzda beyan eder ki tılsım-ı kâinatın üç muammasından bir muammasını gayet parlak bir surette halleder. (Hâşiye[1])
OTUZUNCU SÖZ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا ۞ وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا ۞ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّمٰوَاتِ وَلَا فِى الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَا اَكْبَرُ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyetlerinin enaniyet-i insaniye ve tahavvülat-ı zerrat hakkındaki hakikate dair gelen âyâtın iki mühim sırrını iki maksat ile beyan eder. Birinci Maksat, enaniyet-i insaniyenin muamma-yı acibesini hallederek silsile-i diyanet ile silsile-i felsefenin menşelerini gayet parlak bir tarzda gösterir. İkinci Maksat, tahavvülat-ı zerratın tılsımını keşfediyor. Zerratın harekâtını, o derece hikmetli ve muntazam gösteriyor ki o umum zerreler, Sultan-ı Ezelî’nin muhteşem ve muazzam bir ordusu ve mutî ve musahhar memurları olduğunu kat’î delillerle ispat eder. Yirmi Dokuzuncu Söz nasıl ki tılsım-ı kâinatın üç muammasından birisini keşfetmiş. Bu Otuzuncu Söz dahi akılları hayrette bırakan ve feylesofları sersemleştiren o tılsımın üç muammasından ikinci muammasını halletmiştir. Hususan hâtimesinde yedi hikmet ve yedi kanun-u azîm ile bir ism-i a’zamın tecellisini göstermekle; tahavvülat-ı zerratın hikmetini gayet kat’î ve parlak bir surette gösterdiği gibi zîhayat cisimlerini, o zerratın seyr ü seferine bir misafirhane ve bir kışla ve bir mektep hükmünde gösterir, ispat eder.
OTUZBİRİNCİ SÖZ: سُبْحَانَ الَّذٖٓى اَسْرٰٓى بِعَبْدِهٖ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَى الَّذٖى ۞ وَ النَّجْمِ اِذَا هَوٰى âyetlerinin hakikatini teyid eden âyâtın en mühim bir hakikati olan mi’rac-ı Ahmediyeyi (asm) ve o mi’rac içinde kemalât-ı Muhammediyeyi (asm) ve o kemalât içinde risalet-i Ahmediyeyi (asm) ve o risalet içinde çok esrar-ı rububiyeti tefsir eder ve kat’î delillerle ispat eder bir risaledir. Muhtelif tabakattan olan insanlardan bu risaleyi kim görmüşse karşısında hayran olup, akıldan uzak mesele-i mi’racı en zahir ve vâcib ve lâzım bir tarzda gösterdiğini kabul ediyorlar. Hususan o şecere-i nuraniye-i mi’racın âhirlerinde beş yüz meyveden beş meyvesini o kadar güzel tasvir eder ki zerre miktar zevki, şuuru bulunan onlara meftun olur. ZEYL: Şakk-ı kamer mu’cizesine bu zaman feylesoflarının ettikleri itirazlarını beş nokta ile gayet kat’î bir surette reddedip, inşikak-ı kamerin vukuuna hiçbir mani bulunmadığını gösterir. Ve âhirinde de beş icma ile şakk-ı kamerin vuku bulduğunu gayet muhtasar bir surette ispat eder. Şakk-ı kamer mu’cize-i Ahmediyesini güneş gibi gösterir.
OTUZ İKİNCİ SÖZ: Üç mevkıftır. Birinci Mevkıf: لَوْ كَانَ فٖيهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا âyetinin mealindeki yüzer âyâtın vahdaniyete dair en mühim hakikatini öyle bir surette ispat eder ki şirk ve küfür yolunu muhal ve mümteni gösterir. Kâinatın etrafından küfür ve şirki tard eder. Zerrat adedince vahdaniyetin delilleri bulunduğunu beyan eder. Gayet latîf ve yüksek ve mantıkî bir muhavere-i temsiliye suretinde, hadsiz geniş mesaili o temsil içinde dercedip gösterir. Ve zeylinde gayet latîf birkaç mesele var ki hakikat oldukları halde şiirin en parlak ve geniş hayalinden daha parlak, daha geniştir. İkinci Mevkıf: قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ۞ اَللّٰهُ الصَّمَدُ in hakikatine dair sırr-ı ehadiyete ve vahdete gelen teşkikat ve evhamı izale eder. Ehl-i dalaletin ehl-i tevhide karşı ettikleri itirazatı kat’î bir surette reddediyor. Birinci Mevkıf’tan daha kuvvetli, âyât-ı Kur’aniyenin vahdaniyete dair mu’cizane ispatlarını gösterir. Ehadiyet-i Zatiye ile bütün eşyayı birden bir anda tedbir ve terbiye etmek olan hakikat-i muazzama-i Kur’aniyeyi gayet güzel ve vâzıh bir temsil ile ispat eder. Aklı ikna ve kalbi teslime mecbur eder. Ve bilhassa bu İkinci Mevkıf’ın hâtimesinden evvel ikinci temsilin neticesinde Zat-ı Akdes-i İlahiye’den hiçbir şey saklanmadığını ve hiçbir şey ondan gizlenemediğini, hiçbir fert ondan uzak kalmadığını, hiçbir şahıs külliyet-i kudsiye kesbetmeden ona yanaşamadığını ve rububiyetinde ve tasarrufunda bir iş, bir işe mani olmadığını ve hiçbir yer onun huzurundan hâlî kalmadığını, her şeyde bakar ve işitir sem’ ve basarının cilvesi bulunduğunu, silsile-i eşya emirlerinin sürat-i cereyanlarına birer tel, birer damar hükmüne geçtiğini, esbab ve vesait sırf zahirî bir perde olduğunu, hiçbir yerde bulunmadığı halde her yerde ilim ve kudretiyle bulunduğunu, hiçbir tahayyüz ve temekküne muhtaç olmadığını ve uzaklık ve güçlük ve tabakat-ı vücudun perdeleri onun kurbiyetine ve tasarrufuna ve şuhuduna mani olmadığını ve maddîlerin, mümkinlerin, kesiflerin, kesîrlerin, mahdudların hâssaları onun dâmen-i izzetine yanaşamadığını ve tagayyür ve tebeddül ve tahayyüz ve tecezzi gibi emirlerden mücerred, münezzeh, müberra ve mukaddes olduğunu gayet güzel bir surette ispat eder. Bu İkinci Mevkıf’ın hâtimesinde sırr-ı ehadiyete dair Arabiyyü’l-ibare gayet mühim bir parça tercümesiyle beraber gayet parlak bir surette çok mesail-i mühimmeyi ifade eder. Hususan insanın muhasebe-i a’mali için haşir ve neşri yapmak, koca kâinatı tağyir ve tebdil ve tahrip ve tamir etmek sırrını beyan eder. Üçüncü Mevkıf: وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ ۞ وَ اِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ âyetlerinin mealindeki yüzer âyâtın mühim bir hakikatini gayet mühim bir muvazene ile beyan eder. Ehl-i dalalet hakkında hayat-ı dünyeviye ne kadar müthiş neticeler getirdiğini ve ehl-i hidayet hakkında ne kadar güzel neticeler ve gayeler verdiğini gösterir. Hususan, muhabbet hakkındaki semerat-ı dünyeviye ve uhreviye; ehl-i dalalet için ne kadar elîm, ehl-i hidayet için ne kadar hoş olduğunu gösterir. Bu Üçüncü Mevkıf hakkında bazı müdakkik kardeşlerimiz demişler ki: “Sair risaleler yıldızlar olsa bu güneştir.” Diğer biri ona mukabil demiş: “Her bir risale, kendi âleminde ve kendine mahsus sema-i hakikatte birer güneştir. Uzak olanlara yıldız, yakın olanlara şemstirler.”
OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ: سَنُرٖيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى الْاٰفَاقِ وَفٖٓى اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ شَهٖيدٌ Otuz üç âyetin birer hakikatlerini tefsir eden otuz üç penceredir. Otuz üç risale olmaya lâyık iken gayet müsta’cel bir zamanda yazıldığı için bir veya yarım sahifelik pencereleri birer risale kuvvetinde ve birer risaleyi tazammun eden mahiyetinde olduğunu gösterir. Fakat maatteessüf baştaki pencereler gayet mücmel ve muhtasar kalmış, lâkin gittikçe inbisat ederek nısf-ı âhirdeki pencereler vâzıh düşmüştür.
LEMAAT: Risale-i Nur şakirdlerine küçük bir mesnevî ve imanî bir divandır.
KONFERANS:
FİHRİST: [1] Hâşiye: Yirmi Dokuzuncu Söz’ün göz ile görünen bir kerameti var. Ezcümle, on altı sahifesinde ihtiyarsız, tasannusuz her sahifenin satırlarının başlarında on altı elif gelmesidir. Bu tevafuku görmek isteyenler, el yazma nüshasına müracaat etsinler.

Bakınız.

D
Drive'dan word indir
http://www.hizmetvakfi.org/risaleinur/
* Türkçe + Eng + Arapça PDF : [5]
Portal:RNK .
Şablon:Risale bakınız


RNK
RNK/Search
RNK/Sesli/Arcive.org
BSN
Şablon:BSN bakınız.
Risale şablonları

Risale-i Nur Külliyatı
TARİHÇE-İ HAYAT.
SÖZLER .
Küçük Sözler.
MEKTUBAT .
LEM'ALAR .
ŞUALAR .
ASÂ-YI MUSA -
HUTBE-İ ŞAMİYE .
İŞARATÜ’L-İ’CAZ -
SÜNUHAT -
TULÛAT -
MÜNAZARAT .[
MESNEVÎ-İ NURİYE .
MEYVE RİSALESİ .
GENÇLİK REHBERİ
HANIMLAR REHBERİ.
HİZMET REHBERİ.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ .
ZÜLFİKAR .
İMAN VE KÜFÜR MUVAZENELERİ

Lahikalar:
Kastamonu Lâhikası
.BARLA LÂHİKASI .
Emirdağ Lahikası-I .
Emirdağ Lahikası-II

Eski Said Dönemi Eserleri;
Makalat;
Kızıl İcaz;
İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi Yahut Divan-ı Harb-i Örfi ve Said Nursi;
Nutuk;
Bediüzzamanın Selanik'de Hürriyete Hitabı.
Münazarat;
Münazarat/İlk Baskı
Hutbe-i Şamiye;
Deva’ül-Yeis Zeylinin Zeyli;
Nokta;
Hutuvat-ı Sitte;
Sünuhat;
Rumuz;
Şuaat-ı Marifetü’n-Nebi;
Tuluat;
İşarat;
Hakikat Çekirdekleri I ve II;
Lemaat)

RNK/Fihrist .
Fihriste-i Mektubat .
Sözler/Fihrist.


RNK/Tercümeleri.
RNK/English
RNK/Arabi
RNK/Azerice
Wikimedia
Risale:RNK
Risale:Risale-i Nur
Risale:Sözler

* RNK/Ansiklopedik bilgiler
* RNK/Almanca
* RNK/Audio
* RNK/Ayasofya
* RNK/Azerice:[6]
* RNK/Cemil Meriç
* RNK/Cemiyet-i Muhammmediye * RNK/Descartes
* RNK/Diyanet İşleri Başkanlığı ve Bakanlar Kurulu Kararı<br< * RNK/Dua

* RNK/Ekolleri
* RNK/English
* Türkçe + Eng + Arapça PDF : https://www.reflections-rn.org/risalei-nur-1 * RNK/English/VİDEO
* RNK/Ey nefsim
* RNK/Ebter
* RNK/Evrad

* RNK/Farisi
* RNK/Fihrist
* RNK/Lügat, Tefsir, Şerh ve İzah Meselesi
* RNK/Gıybet

* RNK/Hata-Savab Cetveli Hata-Savab Cedveli
* RNK/Hayal
* RNK/Hizb
* RNK/Hasbi * Hikem-i Ataiye
* RNK/Kedi
* RNK/Şazeli
* RNK/İlk Dönem Eserleri

* RNK/Japonya

* RNK/Konyalı Mehmet Vehbi Efendi
* RNK/Kürtçe
* RNK/Kadir gecesi
* RNK/Kadir Mısıroğlu
* RNK/Kartal
* RNK/Kedi
* RNK/Kişiler

* RNK/Müdafaaları
* RNK/MüddeiUmum/İddianamesi/Hata-Sevap Cetveli
* RNK/Mikrop
* RNK/MP3
* BSN/Matematik
* RNK/Mapusları
* RNK/Mektubat
* RNK/Münacaat

RNK/Namaz
RNK/Nefs
RNK/Nurun bekçisi

* RNK/Rusça
https://risalecomparative.com/?lang=ru
--- * RNK/Şahıslar * RNK/Sesli/Arcive.org
* RNK/Signs of Miraculousness * RNK/Savunma
* RNK/Search
* RNK/Sosyalizm
--- * RNK/Talebeleri
* RNK/Tercümeleri
* RNK/Taziye YİRMİ BEŞİNCİ LEM'A
* RNK/Tahiyyât
* RNK/Talebeleri
* RNK/Türkçe
* RNK/VİDEO

* RNK/Vehhabiler
* Risale:Hizb-ül Hakaik .
* Risale:Hizb-i Nur'il Ekber (Zülfikar) .
* Risale:Hizb-i Azam-ı Kur'anî .
* Risale:Hizb'ül Ekber-in Nuri .
* Risale:Hizb-ül Mesnevi-ül Arabi

RNK/Diyanet İşleri Başkanlığı ve Bakanlar Kurulu Kararı
RNK/MüddeiUmum/İddianamesi/Hata-Sevap Cetveli

WORDS.
THE FIRST WORD/English&Turkish for students
Kaynaklar:
Karşılaştırmalı web
https://risalecomparative.com/?lang=ru
52 dilde
Nur Külliyatı Okuma Konu fihristli: http://www.yeniasya.com.tr/risaleinur/ --- Risale-i Nur Cep/Web indir: http://www.nurunsozu.com/ Risale-i Nur Kütüphanesi: https://play.google.com/store/apps/details?id=org.feyyaz.risale_inur Risale-i Nur Enstitüsü: http://www.risaleinurenstitusu.org/ Köprü Dergisi (Risale-i Nur Eksenli Akademik Çalışmalar): http://www.koprudergisi.com/
Audio&Video
Risale-i Nur Videoları
Archive.org dinleme/indirme sayfası: https://archive.org/bookmarks/nurvideolari
Youtube RNK Videoları (Altyazılı): [7] MP3 formatında Archive.org dinleme/indirme sayfası: https://archive.org/details/sesli-risale-i-nur-kulliyati-mp3 İndirme
İngilizce PDF ve Word [8] Arabi [9] Azeri:[10] Necmettin Şahiner

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
وَبِهِ نَسْـتَعِينُ - اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعٰالَمِينَ وَالصَّلٰوةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِناَ مُحَمَّدٍ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ

1

Osmanlıca Hüsrev hattı birinci söz

The_Power_Of_Words_BISMILLAH_ALLAH_HU_AKBAR_تأثير_إسم_الله_'Besmele'nin_gücü!.flv-0

The Power Of Words BISMILLAH ALLAH HU AKBAR تأثير إسم الله 'Besmele'nin gücü!.flv-0

Çiftlik sahibi bakın koyunlarını nasıl sakinleştiriyor!

Fatih_KOCA_-_Birinci_Söz_Bismillah_(Official_Video_-_Video_Klip)

Fatih KOCA - Birinci Söz Bismillah (Official Video - Video Klip)

Birinci_Söz_Dervişane

Birinci Söz Dervişane

Bizmillah zikri

Şener_dilek_birinci_söz

Şener dilek birinci söz

Nazar-ı sathi zulümdür.

Risale-i_Nur_Dersleri_1._Söz_1_-_Bismillah_her_hayrın_başıdır_-_Besmele_ve_b_harfi_Emine_Eroğlu

Risale-i Nur Dersleri 1. Söz 1 - Bismillah her hayrın başıdır - Besmele ve b harfi Emine Eroğlu

- Kur’ân-ı Kerim’in b harfi ile başlamasından dolayı pek çok önemli eser de Bismillahirrahmanirrahim ile veya b harfi ile başlatılmıştır. Hz. Mevlânâ Mesnevi’yi “Bişnev (Dinle)” diyerek başlatırken Bediüzzaman hazretleri ise “Bismillahirrahmanirrahim” ile başlamış ve “biz dahi başta ona başlarız” ifadeleri ile b harfi ile bir ses rezonansı da oluşturmuştur.
- Bir dönem, mektup ve yazışmaların başında b harfi ve yanına konulan nokta ile Besmele ifade edilirdi. - b harfi üzerine tasavvufi anlamlar da yüklenmiştir. Tasavvufta Allah’ın (celle celâluhu) ‘remzi’ olan elif harfi sonsuzluğa da işaret eder. b harfini yatay bir elif harfinin altındaki bir gölge şeklinde düşünmek mümkündür. Bütün bir mevcûdât (varlıklar), adeta o elif harfinin altındaki gölge gibi bir noktadan ibarettir.
- Risale-i Nur hakikatleri tedristen öte tedarüstür; herkes hem öğretici hem talebe hükmündedir.
Üstad hazretleri Risale-i Nurların müellifi (yazarı) olmasına rağmen kendisini eserlerin talebesi olarak görmüş ve sık sık “Bil ey nefsim!” diyerek bu hakikate vurgu yapmıştır. Okuyucunun kendi nefsini muhatap kabul etmesi, Bu eserlerden istifade adına çok önemli olduğu gibi hakikatlerin kalblerde mâkes bulmasına da vesile olmaktadır.
- Kâinat da tekvîni (yaradılış ile ilişkili) ayetlerden oluşan ve okunmayı bekleyen bir kitaptır. Ayetleri Cenab-ı Hakk’ın Kelam sıfatından gelen Kur’ân-ı Kerim ve ‘kâinat kitabı’ sürekli birbirlerini tefsir ve şerh etmektedir.
- Allah (celle celâluhu) ‘küll’leri (bütünleri) ‘cüz’lerde cem etmekte, toplamaktadır. Tohum, çekirdek, DNA buna birkaç örnektir. Bir çekirdekte ağacın bütün hakikatinin toplanması gibi Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de varlık ağacının hem ‘çekirdeği’ hem de ‘meyvesi’ hükmündedir. Aynı husus, Kur’ân-ı Kerim için düşünüldüğünde içerdiği hakikatlerin sure, ayet ve cümlelerde toplandığını hatta harflerde kelimelerin toplandığını görmek mümkündür. - Bütün Kur’ân-ı Kerim’in Fatiha-ı Şerîf’te cem olduğunu (toplandığını), Fatiha-ı Şerîf’in Besmele de, Besmele’nin ise b harfinde toplandığını görüyoruz; kâinatın ağaçta, ağacın meyvede, meyvenin ise çekirdekte toplanması gibi. Üstad hazretleri de Risale-i Nur’un te’lifinde Kur’ânî bir usül takip ettiğinden Birinci Söz bir bakıma bütün risalelerin özeti, çekirdeği gibidir. Kur’ân-ı Kerim’e Fatiha ‘kapı’sından girildiği gibi Risale-i Nur’a da Besmele-i Şerîf ve Birinci Söz’ün kapısından girilir. - Besmele-i Şerîf ve Birinci Söz hem Risale-i Nur’un genelinin hem de kainatın hal dilinin anlaşılması adına da birer anahtar hükmündedir. - Üstad hazretlerinin dört esas olarak ifade ettiği kavramlar arasında olan acz ve fakr kavramları da Birinci Söz’de ele alınmıştır. Mütalaa edilmesini istediğiniz bahisleri yorum kısmından iletebilirsiniz. "BİSMİLLÂH her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır." https://YouTube.com/Kardelen

Erstes_Wort_-_Birinci_Söz_-_Deutsch_Untertitel_-_Almanca_Altyazi-1

Erstes Wort - Birinci Söz - Deutsch Untertitel - Almanca Altyazi-1

1._Söz_-_Bismillah_1_-_Nur_Dersleri_-_Irmak_TV

1. Söz - Bismillah 1 - Nur Dersleri - Irmak TV

1._Söz_-_Bismillah_2_-_Nur_Dersleri_-_Irmak_TV

1. Söz - Bismillah 2 - Nur Dersleri - Irmak TV

1._Söz_-_Temsili_Hikaye_1_-_Nur_Dersleri_-_Irmak_TV

1. Söz - Temsili Hikaye 1 - Nur Dersleri - Irmak TV

1._Söz_-_Temsili_Hikaye_2_-_Nur_Dersleri_-_Irmak_TV

1. Söz - Temsili Hikaye 2 - Nur Dersleri - Irmak TV

1._Söz_-_Temsili_Hikaye_3_-_Nur_Dersleri_-_Irmak_TV

1. Söz - Temsili Hikaye 3 - Nur Dersleri - Irmak TV

2._Söz_-_Hüdâbîn_Temsili_-_Nur_Dersleri_-_Irmak_TV

2. Söz - Hüdâbîn Temsili - Nur Dersleri - Irmak TV

BİRİNCİ_SÖZ.._MURAT_DURSUN

BİRİNCİ SÖZ.. MURAT DURSUN

Mehmed_Kırkıncı_-_Besmelenin_Anlam_Ve_Önemi..._1._Söz

Mehmed Kırkıncı - Besmelenin Anlam Ve Önemi... 1. Söz

Bitkiler_ve_Hayvanlar_Bile_Besmele_Çekerken,_Ya_Bizler?

Bitkiler ve Hayvanlar Bile Besmele Çekerken, Ya Bizler?

Birinci_Söz_(Sf_5-7)_"Sözler"_"Risale-i_Nur_Külliyatı"_"Bediüzzaman_Said_Nursi"

Birinci Söz (Sf 5-7) "Sözler" "Risale-i Nur Külliyatı" "Bediüzzaman Said Nursi"

From_the_Risale-i_Nur_Collection_"THE_WORDS"_The_First_Word_(Page_15-17)_by_Bediuzzaman_Said_Nursi

From the Risale-i Nur Collection "THE WORDS" The First Word (Page 15-17) by Bediuzzaman Said Nursi

Osmanlıca_(Kur'an_Harfleriyle)_Risale-i_Nur_SÖZLER'den_Birinci_Söz_(Sf_5-8)-0

Osmanlıca (Kur'an Harfleriyle) Risale-i Nur SÖZLER'den Birinci Söz (Sf 5-8)-0

(Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlar ve ancak Ondan yardım dileriz.

Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

Efendimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile âline ve ashâbına ise salât ve selâm olsun.)

BİRİNCİ SÖZ[]

Ey kardeş!

Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla (Hacc22/73), sekiz hikâyeciklerle bir kaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.

Birinci Söz[]

BİSMİLLÂH her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı hâl ile vird-i zebânıdır. Bismillâh ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle. Şöyle ki:

Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını tedarik edebilsin. Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır. İşte, böyle bir seyahat için, iki adam sahrâya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi, diğerimağrur. Mütevazii, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı. Alanı her yerde selâmetle gezdi. Bir kàtıu’t-tarîke rast gelse, der: “Ben filân reisin ismiyle gezerim.” Şakî def olur gider, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belâlar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.

İşte ey mağrur nefsim! Sen, o seyyahsın. Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın,hâcâtın nihayetsizdir. Mâdem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî'si ve Hâkim-i Ezelî'sinin ismini al. Tâ, bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisatın karşısında titremeden kurtulasın.

Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki: Senin nihayetsiz Aczin ve fakrın , seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip Kadîr-i Rahîm'in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçı yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki: Askere kaydolur. Devlet namına hareket eder. Hiçbir kimseden pervâsı kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.

Başta demiştik: Bütün mevcudat, Lisan-ı hâl ile Bismillah der. Öyle mi?[]

Evet, nasılki görsen: Bir tek adam geldi. Bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevketti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin; o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket "etmiyor. Belki o bir askerdir. Devlet namına hareket eder. Bir padişah kuvvetine istinad eder. Öyle de her şey, Cenâb-ı Hakk'ın namına hareket eder ki; zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek her bir ağaç, Bismillah der. Hazine-i Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Her bir bostan, Bismillah der. Matbaha-i kudretten bir kazan olur ki: Çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor. Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar Bismillah der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere, Rezzak namına en lâtif, en nazif, âb-ı hayat gibi "bir gıdayı takdim ediyorlar. Her bir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, Bismillah der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona musahhar olur. Evet havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i sühûletle intişar etmesi ve yer altında yemiş vermesi; hem şiddet-i hararete karşı aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması; tabiiyyûnun ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet ve hararet dahi, emir tahtında hareket ediyorlar ki; o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-yi Mûsâ (A.S.) gibi فَقُلْنَااضْرِبْْبِعَصَاكَالْحَجَرَ emrine imtisâl ederek taşları şakk eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nazenin yapraklar, birer a'zâ-yi İbrahim (A.S.) gibi ateş saçan hararete karşı يَانَارُكُونِىبَرْدًاوَسَلاَمًا âyetini okuyorlar.

Mâdem her şey mânen Bismillah der. Allah namına Allah'ın ni'etlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz. Allah nâmına vermeliyiz. Allah nâmına almalıyız. Öyle ise, Allah nâmına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız...

Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?[]

Elcevab: Evet o Mün'im-i Hakiki, bizden o kıymettar ni'metlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir'dir. Başta "Bismillah" zikirdir. Âhirde "Elhamdülillah" şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-yi san'at olan nimetler Ehad-ü Samed'in mu'cize-i kudreti ve Hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek fikirdir. Bir pâdişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zâhirî mün'imlere medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakiki'yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis! böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah namına başla, Allah nâmına işle. Vesselâm.

Wiki tanıtım[]

Sözler'de yer alan bu risaleyi okumak için Birinci Söz okuma sayfasına gidin.

Bilgiler[]

Diğer İsimleri: 1. Söz, Besmele Risalesi

Telif Yeri ve Tarihi: Barla, 1926 [1]

Telif Dili: Türkçe

İçeriği:

Telifiyle İlgili Diğer Bilgiler:

Bu Risaledeki Tevafuklar:

Risale-i Nur'da Derc Edildiği Yerler[]

Risale-i Nur'da Nerede ve Nasıl Bahsedildiği[]

Birinci Söz'den tâ Yirmibeşinci Söz'e kadar olan müvazeneler ve mizanlar ve o Sözlerin hakikatleri ve başları olan âyetler, iki kerre iki dört eder derecesinde medeniyete karşı Kur'anın i'cazını ve galebesini isbat eder.

(Yirmibeşinci Söz, Birinci Şu'le, Üçüncü Şua, İkinci Cilve)


ELHASIL: Birinci Söz'de denildiği ve isbat edildiği gibi; her şey "Bismillah" der. İşte bütün mevcudat gibi herbir zerre ve zerratın herbir taifesi ve mahsus herbir cemaati, lisan-ı hal ile "Bismillah" der, hareket eder.

([[Risale:30._Söz#.C3.9C.C3.A7.C3.BCnc.C3.BC_Nokta|Sözler, Otuzuncu Söz, İkinci Maksad, Üçüncü Nokta]])


Üçüncüsü: Birinci Söz'de beyan edildiği gibi: Allah namına vermek, Allah namına almak lâzımdır. Halbuki ekseriya ya veren gafildir; kendi namına verir, zımnî bir minnet eder. Ya alan gafildir; Mün'im-i Hakikî'ye ait şükrü, senayı, zahirî esbaba verir, hata eder.

(Mektubat, 2. Mektup)


İkinci Nükte: Ramazan-ı Mübareğin savmı, Cenab-ı Hakk'ın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Birinci Söz'de denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymetdar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'am edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi, Cenab-ı Hak hadsiz enva'-ı nimetini nev'-i beşere zemin yüzünde neşretmiş. Ona mukabil, o nimetlerin fiatı olarak, şükür istiyor. O nimetlerin zahirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiat veriyoruz, onlara minnetdar oluyoruz; hattâ müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Halbuki Mün'im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır. İşte ona teşekkür etmek; o nimetleri doğrudan doğruya ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur.

(Mektubat, 29. Mektup, İkinci Risale Olan İkinci Kısım)


Ve madem Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, Siracünnur'dan zahir bir surette haber verdiğinden sonra ikinci derecede, perdeli bir tarzda Sözler'den, sonra Mektublar'dan, sonra Lem'alar'dan, risalelerdeki aynı tertib, aynı makam, aynı numara tahtında, kuvvetli karinelerin sevkiyle kelâm delalet ve Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın işaret ettiğini isbat eylemiş. Ve madem başta

بَدَئْتُ بِبِسْمِ اللّٰهِ رُوحِى بِهِ اهْتَدَتْ اِلَى كَشْفِ اَسْرَارٍ بِبَاطِنِهِ انْطَوَتْ

risalelerin başı ve Birinci Söz olan Bismillah Risalesine baktığı gibi;

(Mektubat, İşarat-ı Gaybiye hakkında bir takriz)


Buradaki mana-yı işarî ve medlûl-ü mecazîlere, karinelerin en güzeli ve latifi; aynı tertibi muhafaza ile verilen isimlerin münasebetidir. Meselâ: Yirmidokuz ve Otuz ve Otuzbir ve Otuziki mertebe-i ta'dadda, Yirmidokuz ve Otuz ve Otuzbir ve Otuzikinci Sözlere gayet münasib isimler ile; başta, Sözlerin başı olan Birinci Söz'e, aynı Besmele sırrıyla ve âhirde, şimdilik risalelerin âhirine mahiyetini gösterir lâyık birer isim vererek işaret etmesi gerçi gizli ise de, fakat çok güzeldir ve letafetlidir.

(Mektubat, İşarat-ı Gaybiye hakkında bir takriz)

Risale-i Nur'daki Diğer Alakalı Yerler[]

İlgili Resimler/Fotoğraflar[]

İlgili Maddeler[]

Kaynakça[]

Açıklamalar ve yorumlar[]

İmanını kurtarmak isteyen müzmin hastalara şifâ, dertlilere devâ bir eser. Her ne kadar bazı nâdanlar RNK yı tefsir kategorisi içerisinde saymasa da -siz ona içtimâi bir tefsir de diyebilirsiniz- aslında o gerçek mânâsıyla “Çağımızın Kur’an tefsiri”. Özü, üsâresi, kaynağı Kur’an olan bir eser. Risâle-i Nur, bir meşrep hizmeti değildir; o bir din hizmetidir. İmanın elde tutulan bir kor haline geldiği şu asırda susamış gönüllere bir âb-ı hayat, çatlamış dudaklara bir kevserdir Risâle-i Nur. Bu değerli eser birçok evin baş köşesini süslüyor şimdi. Herkes okuyor, anlıyor ve başkalarına anlatıyor. Biz de burada elimizden geldiği kadarıyla Risâle-i Nur’daki bazı bölümleri sizlerle paylaşmaya çalışacağız. Bir özet veya açıklama yapmaktan daha çok, kelimeler ve cümleler üzerinde durup, ince nükteleri göstereceğiz; seçilen kelimelere, kullanılan ifadelere vurgu yapacağız. Rabbim, bu değerli eseri derinlemesine anlamak ve anlatmak için bize istîdatlarımızın ötesinde bir idrak ufku ve zihin açıklığı versin. Amin!

=Ey kardeş[]

“Ey kardeş” diye başlıyor Üstad Hazretleri, Sözler adlı eserine. Ardından sekiz âyetten istifade ettiği sekiz sözü açıklamaya geçiyor. Muhatap olarak bizlerin birer asker olduğunu vurguluyor. Evet bu fâni dünya hayatında hepimiz silah altına girmişiz; günde 5 defa içtimâya çağırılıyor, bir ay süren açlık ta’limine tâbi tutuluyor, itaatteki inceliği kavrayamadığımız zamanlarda da cezalara çarptırılıyoruz. Zannediyorum Üstad’ın, eserlerinde ölüm için “vazifeden terhis” tâbirini kullanması da bu meseleye ışık tutmaktadır. Üstad bize nasihat ediyor ama -yine kendisinin beyânıyla- kendisini “herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyor”.

Cenab-ı Hakk Hz. İsa’ya

“Ya İsa, önce nefsine va’z et. Eğer o kabul ederse, sonra insanlara nasihatte bulun! Yoksa (nefsinin kabullenmediği şeyleri başkalarına anlatma hususunda) benden utan!”

buyuruyor.

Hadîs-i şerifin beyânıyla “Din bir nasihattır.” Allah ve Rasûlü’nün anlatıldığı, din büyüklerine saygının aşılandığı, insanların birbirlerine ulemâya hürmeti tavsiye ettiği, inanan herkesin ihtiyaç duyduğu bir nasihat.

Üstad, bize öğüt verirken bazı temsiller kullanıyor. Buradaki temsilleri çocuk hikâyesi gibi anlamamak lazım. Onların misal âleminde ifade ettikleri mânâlar vardır. Bunlar aynı zamanda yaşanmış hikâyeler de olabilir. Farklı bir boyutta müşahede edilmiş, fasıldan ziyade asıllarıyla bize ders veren hikâyeler.

Bismillah her hayrın başıdır”.[]

İfadeye dikkat edilirse “Her hayrın başı Bismillah” denmiyor ve “Bismillah” kelimesi öne getiriliyor. Çünkü her hayırlı iş besmeleyle başlamalı.

Efendimiz, besmele ile başlamayan herhangi bir iş veya kelâmın kesik, faydasız, ebter olduğunu ifade buyuruyor. Bununla beraber, dinin ruhuna ters bazı durumlar vardır ki buralarda besmele çekilmez. Meselâ sakal keserken besmele çekmemeli; zira, özürlü veya özürsüz tam olarak ihya edilemese de sakal bırakmak, Allah Rasûlü’nün sünnetidir. İnsan içki içerken besmele çekse kâfir olur; çünkü içki içmek haramdır ve bir harama başlarken besmele çekmek dînî eserlerde elfâz-ı küfür arasında zikredilmiştir.

Besmele, bir “İslâm nişanı”, “tükenmez bir kuvvet”, “bitmez bir bereket” ve “mübarek bir definedir”.

Besmele bir sırlar manzûmesidir.

Üstad 14. Lem’anın 2. Makamı’nın ilk cümlesi olarak şunu zikreder:

Bismillâhirrahmânirrahîm’in binler esrarından altı sırrına dairdir”. Evet, besmelede bizim idrak seviyemizin üzerinde bir güç, bir kuvvet vardır.

Birkaç sene önce Sızıntı dergisinde Japon bir bilim adamının çalışması yeralmıştı.

Araştırmaya göre yanında güzel sözler konuşulan veya besmele çekilen suyun yapısının değiştiği gözlenmiş, su moleküllerinin güzel şekiller aldığı görülmüştü. İslam dininde yenilecek hayvanların besmele çekilip, Cenâb-ı Hakk’ın ismi anılarak kesilmesinin altında da böyle bir sır yatıyor olabilir. Allahu a’lem besmele çekilmezse hayvanın biyolojik yapısı bozulacak ve yendiğinde insan vücuduna zarar verecek. (Bu konuda emre uymanın taabbudî oluşu mahfuzdur.)

Besmele gizli bir hazinedir. Ne mutlu onu keşfedenlere! Besmele sığ görünen uçsuz bucaksız bir deniz, oldukça derin bir ummandır. Risâle-i Nur’da bazı konular vardır ki Üstad Hazretleri önemine binâen bunlara şerh düşmüş, herkesin bir çırpıda anlayamayacağını, anlaşılması için uzun mütâlaaların gerektiğini vurgulamıştır.

26. Söz’ün 2. Mebhası’nın başında “Ehl-i ilme mahsus ince bir tedkik-i ilmîdir” derken yine aynı mebhasın 6. vechinde “Gayet müdakkik âlimlere mahsus bir hakikattir” demektedir. İşârâtü’l-İ’câz’ın hemen başında “Gayet zekî olan kendi talebelerinin derece-i fehimlerini düşündüğünü” söylemektedir. Besmele ile alâkalı 14. Lem’anın 2. Makamı’nda “Bu ders akıldan ziyade kalbe bakar; delilden ziyâde zevke nâzırdır” diyerek de konunun nasıl okunması gerektiği hakkında ipucu vermektedir…


Birinci Söz - ÇOCUKLARA RİSALE[]

Bismillahirrahmanirrahim,

Her güzel şey Bismillah ile başlar. Bütün güzel çocuklar uyanınca Bismillah diyerek yatağından kalkar, kıyafetini giyinirken Bismillah der, Bismillah diyerek oyuncaklarıyla oynamaya başlar. Bismillah diyerek başladığımızda yapacağımız her iş güzelleşir. Sadece güzel çocuklar değil, gökyüzünde güneş Bismillah diyerek dünyamızı aydınlatır ve ısıtır, ay Bismillah diyerek gecemize bir lamba olur. Kuşlar Bismillah diyerek uçar, balıklar Bismillah diyerek yüzer, meyveler Bismillah diyerek büyür, arılar Bismillah diyerek bal yapar, inekler Bismillah diyerek süt verirler. Her şey ve her varlık Bismillah der ama biz onların dillerini anlayamadığımızdan bunu duyamayız. Bismillah demek Allah’ın ismiyle başlarım demektir. Allah’ım senin isminle başlıyorum demektir.

Bir zamanlar büyük bir çölde yolculuk yapan iki adam varmış. Çöl çok büyükmüş, hava çok sıcakmış, yol çok uzunmuş, rüzgar çok esiyor ve her yeri toz kaplıyormuş. Yol boyunca hangi tehlikeler var, hangi kötü kimseler var bilinmiyormuş. Yolda yolculuk yapanların ihtiyaçları da çok fazlaymış, hem çok yiyecek hem de çok su lazımmış, hatta kendilerini koruyacak, yolda dinlenecek malzemeler lazımmış. Yani böyle zor bir yolculukta hem tehlikeler çokmuş, hem de ihtiyaçları fazlaymış. O çöllerin olduğu yerin bir padişahı varmış. Padişah oraların yöneticisiymiş. Pek çok askeri ve silahları varmış. Su ve yiyecekleri de çok fazlaymış. Herkes onun ismini bilirmiş, onu severmiş, kötü kimseler ondan korkar, onun sözünü dinlermiş. Çünkü padişah iyileri çok severmiş.

İşte çölde yolculuk yapan iki adam yola çıkmışlar. Bu adamlardan akıllı olanı, kendi zayıflığını, güçsüzlüğünü, ihtiyaçlarının çok olduğunu bilirmiş. Bu sebeple Padişahın isminin, imzasının olduğu bir kağıt almış. O kağıda padişah şöyle bir yazı yazmış: “Bu adamı ben seviyorum, o benim ismimle yolculuk yapıyor, onu ben görevlendirdim.”

Diğer adam ise çok gururlu ve kibirliymiş. Kendisine çok güvenirmiş, benim kimseye ihtiyacım yok dermiş. Benim padişahın ismine ve kağıdına ihtiyacım yok, bişey olmaz demiş.

Yolda giderlerken karşılarına atların ve develerin üzerine binmiş, silahları olan hırsızlar çıkmış.

"Paralarınızı, suyunuzu ve yiyeceklerini bize verin çabuk!" demişler. Akıllı olan elindeki kağıdı göstermiş. Hırsızlar padişahın ismini görünce kağıtta, hemen korkmuşlar ve ona dokunmamışlar. Böylece kendisinin güçsüz olduğunu bilip padişahın ismini alan adam hiç korkmadan rahatça yoluna devam etmiş.

Diğeri ise tek başına olduğundan o kadar çok hırsızın karşısında hiçbir şey yapamamış. Yanındaki suyunu, yiyeceklerini, parasını hırsızlar zorla almışlar. Hatta çok korkmuş.

Evet çocuklar hepimiz dünyada yaşıyoruz ve sanki o çöldeki adamlar gibi yolculuk yapıyoruz. Hem çok güçlü değiliz, hem de hepimizin pek çok ihtiyacı var. Bazen göremediğimiz, bilemediğimiz tehlikelerle karşılaşabiliriz hayatımızda. İşte bizler her işimizde Bismillah demeliyiz, Allah’ım senin adınla başlıyorum demeliyiz. Çünkü herşeyin padişahı ve sahibi Allah’tır. Herşeyin Rabbi O’dur, O’nun herşeye gücü yeter, herkese sözü geçer. O zaman o bilemediğimiz, göremediğimiz tehlikeler bize zarar vermezler. Böylece hiçbir şeyden korkmadan hayatımıza devam ederiz.

Bir elma nasıl büyüyor biliyor musunuz çocuklar? Önce toprağa tohumu/çekirdeği atılıyor, sonra üzerine su dökülüyor, sonra güneş ışıkları gelince elma yavaş yavaş büyüyor. Ağaç oluyor önce, sonra da dallarında elmalar büyüyor. Sonra bahçenin sahibi elmaları ağaçtan koparıp markete getiriyor.

Markette insanlar bu elmaları satın alıyor ve evlerine götürüyorlar. Eve gelen bu tatlı elmaları da tatlı çocuklar tatlı tatlı yiyorlar...

Soru: Marketten alışveriş yaparken elma gibi bir meyve aldığımızda, kasada para ödüyoruz, insanlara onun ücretini ödüyoruz. Doğru mu?

Bu elma ağacı toprakta büyüyor. Gereken toprağı Allah yarattı, onun içine atılacak olan elma çekirdeğini/tohumunu Allah yarattı, tohumun beslenmesine gereken suyu Allah yarattı, elmanın büyümesine gereken ışığı veren güneşi Allah yarattı ve hepsini bir araya getirdiginde elmayı Allah büyüttü. İşte markete gelen bu elmanın asıl sahibi olan Allah, acaba ne ücret istiyor bu elma karşılığında bizlerden?

Cevap: Evet o elma gibi bütün yiyeceklerimizin asıl sahibi Allah’tır ve bu yiyecekler karşılığında istediği üç şeydir.

Birincisi yemeye başlarken Bismillah demektir. Birşey yemeden önce mutlaka Bismillah demeliyiz.

İkincisi bu yiyecekleri yerken Allah’ın onları ne kadar güzel yarattığını düşünmektir. Mesela Nar yerken şöyle düşünebiliriz: Nar meyvesi içerisinde binlerce nar tanesi var. Sanki kapalı yuvarlak bir kutu gibi olan kabuğu içinde, o binlece nar tanesini ne kadar güzel dizmişsin Allah’ım. Her bir tanesine o lezzetli suları ne güzel doldurmuşsun. Hem de ağzımıza aldığımızda dilimizin anlayabileceği tatları nara ne güzel vermişsin. Evet çocuklar, birşey yerken o nimetin, yani Allah’ın bizler için yarattığı yiyeceklerin, ne kadar güzel yaratıldığını düşünmeliyiz.

Üçüncüsü de yedikten sonra Elhamdülillah demektir. Yani Allah’ım sana teşekkür ederim demektir.

Allah çocukları çok sevdiği için onlara çeşit çeşit lezzetli meyveler, sebzeler yaratmıştır. Biz de yedikten sonra bu güzel yiyecekler için Allah’a teşekkür etmeli ve O’nun bizi sevdiği gibi O’nu çok sevmeliyiz. Teşekkür ederim Allah’ım demeliyiz. Elhamdülillah demeliyiz. Böylece yiyeceklerin asıl sahibi olan Allah’a o yiyeceklerin bedelini ödemiş oluruz.

Başta Bismillah, ortada düşünmek, sonda da Elhamdülillah demektir.

Bir gün bir padişah sana hediye göndermiş olsa, hediyeyi getirsin diye de bir adam görevlendirse acaba en çok kime teşekkür etmeliyiz? Padişahın hediyesini bize getiren adama çok teşekkür edip onu gönderen, hediyenin asıl sahibi padişah da kimmiş hiç tanımam, teşekkür etmem denir mi?

Denmez tabiki. İşte bize yiyeceklerimizi marketteki insanlar satsa da, anne babamız satın alıp eve getirse de onlara teşekkür ettikten sonra, asıl hediyenin sahibi padişaha Allah’a teşekkür etmesek olur mu hiç?

Akıllı çocuklar o hediyelerin asıl sahibi Allah’a çok teşekkür ederler, Elhamdülillah derler. Hem o yiyecekleri onlar için satın alan anne babalarını severler hem de asıl sahibi Allah’ı çok severler.

Azerice Birinci söz[]

Birinci Söz: Bəsmələ Risaləsi


"Bismillah" hər xeyrin başıdır. Biz də onunla başlayarıq. Bil, ey nəfsim, bu mübarək kəlimə İslam nişanı olduğu kimi, bütün mövcüdatın hal dili ilə etdiyi zikridir.

"Bismillah" nə böyük tükənməz bir qüvvət, nə çox bitməz bir bərəkət olduğunu anlamaq istəyirsənsə, bu hekayəciyə bax, dinlə.

Bədəvi ərəb çöllərində səyahət edən adama gərəkdir ki, bir qəbilə rəisinin ismini alsın və himayəsinə girsin. Ta ki düşmənlərin şərindən qurtulub ehtiyaclarını tədarük edə bilsin. Yoxsa təkbaşına hədsiz düşmən və ehtiyaclarına qarşı pərişan olacaqdır.

Məhz belə bir səyahət üçün iki adam səhraya çıxıb gedirlər. Onlardan biri təvazökar, digəri isə məğrur idi. Təvazökar bir rəisin ismini aldı. Məğrur almadı... Alan şəxs hər yerdə salamat gəzdi. Bir yolkəsənə rast gəlsə, deyər: "Mən filan rəisin ismiylə gəzirəm." Yolkəsən dəf olar gedər, ilişə bilməz. Bir çadıra girsə, o ad ilə hörmət görər. O biri, məğrur, bütün səyahətində elə bəlalar çəkər ki, təsəvvürə gəlməz. Daima titrəyər, daima dilənçilik edərdi. Beləcə həm zəlil, həm rəzil oldu.

Bəli, ey məğrur nəfsim! Sən o səyyahsan. Bu dünya isə bir çöldür. Acizliyin və fağırlığın hədsizdir. Düşmənin, ehtiyacların nəhayətsizdir. Madam ki elədir, bu səhranın Maliki-Əbədisi və Hakimi-Əzəlisinin ismini al. Ta ki bütün kainata qarşı dilənçilikdən və hər hadisənin qarşısında titrəməkdən qurtulasan.

Bəli, bu kəlimə elə mübarək bir xəzinədir ki, nəhayətsiz acizliyin və fağırlığın səni sonsuz qüdrətə, rəhmətə bağlayıb Qadir-i Rahimin dərgahında acizliyi, fəqirliyi ən məqbul bir şəfaətçi edər. Bəli, bu kəlmə ilə hərəkət edən o adama bənzər ki, əsgərliyə qeyd olur, dövlət naminə hərəkət edər. Heç bir kimsədən qorxusu qalmaz. "Qanun naminə, dövlət naminə" deyər, hər işi görər, hər şeyə qarşı dayanar.

Başda demişdik: bütün mövcudat hal dili ilə "Bismillah" deyər. Eləmi?

Bəli, görsən ki, bir tək adam gəldi, bütün şəhər əhalisini məcburən bir yerə sövq etdi və məcburi işlərdə çalışdırdı. Gərək biləsən; o adam öz adıyla, öz qüvvəsiylə hərəkət etmir. şübhəsiz, o bir əsgərdir ki, dövlət naminə hərəkət edər. Bir padşahın qüvvətinə istinad edər.

Eləcə də: Hər şey Cənabı-Haqqın naminə hərəkət edər ki: zərrəciklər kimi toxumlar, çəyirdəklər başlarında nəhəng ağacları daşıyır, dağ kimi yükləri qaldırırlar. Demək, hər bir ağac "Bismillah" deyir; Rəhmət xəzinəsi meyvələrindən əllərini doldurub, bizlərə təqdim edirlər.

Hər bir bostan "Bismillah" deyir; Allahın qüdrət mətbəxindən bir qazan olur ki, içində çeşid-çeşid, müxtəlif ləziz təamlar birlikdə bişirilir.

Hər bir inək, dəvə, qoyun, keçi kimi mübarək heyvanlar, "Bismillah" deyir; Rəhmət feyzindən bir süd çeşməsi olur. Bizlərə, Rəzzaq naminə ən lətif, ən təmiz, abi-həyat kimi bir qidanı təqdim edirlər.

Hər bir bitki, ağac və otların ipək kimi yumşaq kök və rişələri "Bismillah" deyər, sərt olan daş və torpağı dələr, keçər. "Allah naminə", Rəhman naminə" deyir, hər şey ona tabe olur.

Bəli, havada budaqların inkişafı və meyvə verməsi kimi o sərt daş və torpaqdakı köklərin asanlıqla inkişaf etməsi və yer altında məhsul verməsi, həm şiddətli hərarətə qarşı nazik, yaşıl yarpaqların aylarla yaş qalması, təbiətpərəstlərin ağzına şiddətlə sillə vurur, kor olası gözünə barmağını soxur və deyir: "Ən güvəndiyin sərtlik və hərarət də əmr altında hərəkət edir ki; o ipək kimi yumşaq rişələr Həzrəti Musanın (ə.s.) əsası kimi فَقُلْناَ اضْرِبْ بِعَصَاكَ الْحَجَرَ əmrinə tabe olub, daşları parçalayır. Və o incə kağız kimi zərif, nazənin yarpaqlar, Həzrəti İbrahimin (ə.s.) vücudu kimi, şiddətli hərarətə qarşı يَا نَارُ كُونِى بَرْداً وَسَلاَماً ayətini oxuyurlar".

Madam ki, hər şey mənən "Bismillah" deyir, Allah naminə Allahın nemətlərini gətirib bizlərə verirlər. Biz də "Bismillah" deməliyik. Allah naminə verməliyik. Allah naminə almalıyıq. Elə isə Allah naminə verməyən qafil insanlardan almamalıyıq...

Sual: Vasitəçi hökmündə olan insanlara bir haqq, bir qiymət veririk. Əcaba, əsl mal sahibi olan Allah, bizdən nə qiymət istəyir?

Cavab: Bəli, Münim-i Həqiqinin bizdən o qiymətli nemətlərə, mallara qarşılıq istədiyi üç şeydir: Biri zikr, biri şükür, biri fikirdir. Başda "Bismillah" zikrdir. Axırda "Əlhəmdulillah" şükürdür. Ortada bu qiymətli və xariqə sənət olan nemətlərin Əhad, Samədin qüdrətinin möcüzəsi və rəhmətinin hədiyyəsi olduğunu düşünmək və dərk etmək fikirdir.

Bir padşahın qiymətli bir hədiyyəsini sənə gətirən miskin bir adamın ayağını öpüb hədiyyə sahibini tanımamaq nə dərəcədə qəbahətdirsə, eləcə də, zahiri nemət verənləri mədh və məhəbbət edib, Münim-i Həqiqini unutmaq ondan min dəfə daha qəbahətdir.

Ey nəfs! Belə cahil olmamaq istərsənsə Allah naminə ver... Allah naminə al... Allah naminə başla... Allah naminə işlə... Vəssalam

Askerin birisinin namaza takması hikayesi[]

ASKER VE NAMAZ

Bir asker, namaz kılan diğer askere sordu: - Arkadaş kaçıncı asırda yaşıyoruz?

Niçin kendini zahmete sokup her gün 5 defa namaz kılıyorsun. Namaz kılan asker, tam o sırada uzaktan görünen teğmeni gösterdi:

- Şu insan niçin yanından geçerken toplanıyor, selam veriyor ve bütün emirlerine itaat ediyorsun. yat dese yatıyor, 'kalk' dese kalkıyorsun?

O da senin gibi iki ayağı, iki eli ve bir başı olan bir insan değil mi?' Diğer asker cevap verdi: -'Evet! O da benim gibi biri insan ama rütbesi var, omuzun da yıldızı var'. Namaz kılan askerin cevabı müthişti: -Ey arkadaş!

Sen omuzun da bir tane yıldızı var diye senin gibi bir insana itaat ediyorsun da ben, yerdeki kumlar adedince yıldızları olan ve hepsini tespih tanesi gibi kudret eliyle çeviren Allah’a niçin itaat etmeyeyim? Niçin namaz kılıp emrini yerine getirmeyeyim ?



Advertisement