Yenişehir Wiki
Advertisement
Safahat logo

Şablon:Düz liseler için safahat projesi
Şablon:Anadolu liseleri için safahat projesi
Şablon:Sosyal Bilimler Liseleri için safahat projesi
Şablon:Türki Dillerde Safahat Projesi
Şablon:Safahat İngilizceye Tercüme Projesi

Asım IV.Bölüm Asım Bayrak
Mehmet Akif Ersoy
Asım VI.Bölüm
Asım (1924) - Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir. Eğitim-öğretim, ırkçılık, savaş vurgunculuğu, batıcılık, gibi pek çok konudan bahseder. Âsım, Mehmet Âkif’in sanatının önemli eseridir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Mehmet Âkif’i temsil eden Hocazade’nin Fatih’in Sarıgüzel Mahallesi’ndeki evinde dostu ve babasının öğrencisi Köse İmam’la karşılıklı konuşmalarından meydana gelen manzum bir diyalogdur. Eser aynı zamanda Âsım’ın neslinin Çanakkale’de gösterdiği direnişin destanıdır. Bu eserinden dolayı Cenap Şahabettin’in “yalnız asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destanî şairi” olarak nitelediği Mehmet Âkif’in bu eseri, Türkçenin büyük söz ustası Süleyman Nazif’i de kendisine hayran bırakmıştır. Nazif Âsım için şöyle der: “Yarabbi!.. Şair bu mısraları senin arş-ı ilhâmından birer birer yeryüzüne indirirken, ruhu, kimbilir, heyecandan ne kadar sarsılmış; dimağı, kalbi, a’sâbı ne kadar yıpranmış… ve ne kadar harâb olmuş!.. Onun yazdıklarını biz yalnız okurken, bu kadar titredik ve sarardık.”

(Safahat kitapları: Birinci Kitap Safahat , İkinci Kitap Süleymaniye Kürsüsünde(1912) - Üçüncü Kitap Hakkın Sesleri(1913) - Dördüncü KitapFatih Kürsüsünde (1913) -Beşinci Kitap Hatıralar (1917) -Altıncı Kitap Asım (1924)Yedinci Kitap Gölgeler (1933) - Safahat Dışında kalmış Şiirler)



'Şiir Metni'
'Güncel Türkçesi'
'İngilizce Tercüme'
'Osmanlıca'

Hekimin hâzıkı bilmem nereden celbedilir.

Meselâ büdce hesâbâtını yoktur çıkaran...

Hadi mâliyyeye gelsin bakalım Mösyö Loran.

Hani tezgâhlannız nerde? Sanâyi´ nerde?

Ya Brüksel´de, ya Berlin´de, ya Mançester´de!

Biz ne müftî, ne imam istemişiz Avrupa´dan;

Ne de ukbâda şefâ´at dileriz Rimpapa´dan

Siz gidin bunları ıslâha bakın peyderpey;

Hocadan, medreseden vazgeçiniz, Vâlî Bey!"

Ne dedin fıkrama?

-A´lâ!Beni habtettin, İmam!

- Yola gel şöyle biraz, neydi o sözler?

- Be Hocam,

Sana biz medresenin hizmeti hiç yok demedik;

Bir bedâhet bu ki inkâra çalışmak delilik.

Halkı irşâd edecek var mı ya sizden başka?

Onu insan bile saymaz mütefekkir tabaka!

Köylüden milletin evlâdı kaçarken yan yan,

Sizdiniz köydeki unsurla beraber yaşıyan.

Rûhunuz halkımızın, köylümüzün rûhuna denk;

Sözünüz bir, özünüz bir, o ne mes´ûd âhenk!

Biz bu âhengi harâb etmiyecektik ettik;

Kapanır türlü değil açtığımız kanlı gedik.

Ne kadar benziyoruz şimdi sakat bir duvara...

Vahdetin tertemiz alnında ne çirkin bu yara!

Hadi iş gör bakalım, var mı ki imkân? Nerde!

İkilik azmine hâil kesilir her yerde.

Ne desek dinlemiyor, nâfile, bir kimse bizi.

- Uydurun siz de, beyim, halka biraz kendinizi.

- Haklısın.

- Aykırı gitmekle bu yol hiç çıkmaz.

- Konya´daydım...

- Haberim yok, ne zaman?

- Bıldır yaz.

Şehri az çok bilir, etrâfznı pek bilmezdim;

Bâri bir köyleri görsem, diye çıktım, gezdim.

Yolda duydum ki: Filân nâhiyenin a´yânı,

Üç gün evvel koyuvermiş hoca bilmem filânı;

Herkes evlâdını almış, kapatılmış mekteb.

Çok fena şey! Hele bir anlıyalım, neydi sebeb.

Hiç işim yok bu da oldukça mühim doğrusu ya,

Gidecek yolcu da var, akşama indik oraya.

Yatsıdan sonra ahâli "bize va´zet" dediler;

Çektiler altıma bir cıllığı çıkmış minder.

Tahta sordum, silinip çevre kadar yenlerle,

Geldi, tâ göğsüme yaslandı sakat bir rahle.

Evvelâ hamdeleden, salveleden başlıyarak

Girmeden maksada dîbâceyi serdim çabucak.

İlme kıymet veren âyâtı, ehâdîsi bütün,

Okudum, hâsılı bülbül gibi öttüm ben o gün.

Sonra, te´yîd-i İlâhî olacak besbelli,

Öyle bir maskara ettim ki o hâin cehli,

Hani kendim de beğendim.

-Adam, anlat, ne dedin?

- Biri aklımda değil.

- Öyle mi?

- Baktım, sadedin,

Tam zamanıydı, ahâlîye çevirdim yüzümü;

Açtım artık bu sefer ağzımı, yumdum gözümü:

Hiç muallim kovulur muymuş, ayol, söyleyiniz?

O sizin devletiniz, ni´metiniz, herşeyiniz.

Hoca hakkıyle beraber gelecek hak var mı?

Sizi mîzâna çekerken bunu sormazlar mı?

Müslüman, elde asâ, belde divit, başta sarık;

Sonra, sırtında, yedek şaplı beş on deste çarık;

Altı aylık yolu, dağ taş demeyip, çiğneyerek

Çin-i Mâçin´deki bir ilmi gidip öğrenecek.

Hiç düşünmek de mi yoktur, be adamlar, bu ne iş?

En büyük tâli´i Mevlâ size ihsân etmiş,

Hem de ta olduğunuz mevkie göndermişken;

Teptiniz kendi gelen ni´meti sersemlikten!

Çok zaman geçmiyecektir ki bu nankörlüğünüz,

Ne felâketlere meydan verecektir görünüz!

Köylerin yüzde bugün sekseni, hattâ, hocasız;

Siz de onlar gibi câhil kalarak anlayınız!

Bir hatâ oldu, deyip şimdi peşîmansınız a...

Ne çıkar? Gitti giden, kıydınız evlâdınıza...

Buna benzer daha bir hayli savurdum, estim.

Ses, nefes hepsi tükenmişti, nihâyet kestim.

Sanıyordum ki duâdan koca mescid inler.

Umduğum çıkmadı hiç: Pek yavaş âmin dediler.

Çekiverdim o zaman ben de hemen Fâtiha´yı.

Yatacağımız odanın sâhibi Mestanlı Dayı,

Getirirken beni, sağ elde fener, mescidden;

"Gürül gürül okuyor hep, gürül gürül okuyor;

Yanıl da bir, deli oğlan, baban mezarda mı, sor!"

Deyivermez mi, ne dersin?

- Ama pek hoş cidden.

- Bunu duydum zehir içmiş gibi sersemleştim...

Eve geldik herifin kalbini artık deştim.

Ne de çok şey biliyormuş, be Hocam, köylü meğer!

- Öyledir

- Sen de şaşarsın, hani, söylersem eğer:

Anladım: Bilmiyecek tilki onun bildiğini.

- Hadi naklet bakalım şimdi şu bilgiçliğini?

- Dedi:

" Fetvâyı veren mahkeme, yanlış, gerçek

İki da´vâcı ne söylerse bütün dinliyecek.

O zaman kestiği parmak acımaz, âmennâ...

Ama hep bir tarafın ağzına bakmak o fenâ.

Benim arkamdaki düşman bana mevlid mi okur?

Dur ki ben söyliyeyim bir de, kuzum, sen hele dur!

Köylü câhilse de hayvan mı demektir? Ne demek!

Kim teper ni´meti? İnsan meğer olsun eşşek.

Koca bir nâhiye titreştik odunsuz yattık;

O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık.

Kimse evlâdını câhil komak ister mi ayol?

Bize lâzım iki şey vaı: Biri mektep, biri yol.

Niye Türk´ün canı yangın, niye millet geridir;

Anladık biz bunu, az çok senelerden beridir.

Sonra baktık ki hükûmetten umup durdukça,

Ne mühendis verecekler bize, artık ne hoca. *

'Para bizden, hoca sizden deyiverdik... O zaman,

Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah´ım aman!

Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı...

Görmeliydin o muallim denilen maskarayı.

Geberir, câmie girmez, ne oruç var, ne namaz;

Gusül abdestini Allah bilir amma tanımaz.

Yelde izler bırakır gezdi mi bir çiş kokusu;

Ebenin teknesi ömründe pisin gördüğü su!

Kaynayıp çifte kazan, aksa da çamçak çamçak

Bunu bilmem ki yann hangi imam paklıyacak?

Huyu dersen, bir adamcıl ki sokulmaz adama...

Bâri bir parça alsaydı ya son son, arama!

Yola gelmez şehirin soysuzu, yoktur kolayı.

Yanılıp hoşbeş eden oldu mu, tınmaz da ayı,

Bir bakar insana yan yan ki, uyuz olmuş manda,

Canı yandıkça, döner öyle bakar nalbanda.

Bir selâm ver be herif. Ağzın aşınmaz ya... Hayır,

Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır.

Yağlı yer, çeşmeye gitmez; su döker, el yıkamaz;

Hele tırnakları bir kazma ki insan bakamaz.

Kafa onnan gibi, lâkin, o bıyık hep budanır;

Ne ayıptır desen anlar, ne tükürsen utanıı:

Tertemiz yerlere kipkirli fotinlerle dalar;

Kaldırımdan daha berbâd olur artık odalar;

Örtü, minder bulanır hepsi, bakarsın, çamura.

Su mühendisleri gelmişti... Herifler gâvur a,

Neme lâzım bizi incitmediler zeıre kadar;

İnan oğlum, daha insaflı imiş çorbacılar!

Tatlı yüz, bal gibi söz... Başka ne ister köylü?

Adam aldatmayı a´lâ biliyor kahbe dölü!

Ne içen vardı, ne seccâdeye çizmeyle basan;

Ne deyim dinleri bâtılsa, herifler insan.

Hiç ayık gezdiği olmaz ya bizim farmasonun...

İçki yüzler suyu, ahlâkını bir bilsen onun!

Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız,

Öyle devlet gibi, ni´met gibi lâflar bana vız!

İlmi yuttursa hayır yok bu musîbetlerden...

Bırakın oğlumu, câhilliğe râzıyım ben. "

- Hakkı var.

- Pek güzel amma, bu işin yok ki sonu.

Kapadck mektebi, kovduk diyelim farmasonu,

Başı boş köylünün evlâdını kimler yedecek?

Adam ister ona insanlığı telkîn edecek.

Bunu nerden bulalım? Kimlere ısmarlıyalım?

Önce kaç tezgâhımız var, bakalım, bir sayalım...

- Pek uzun boylu hesâb etme, nedir mes´ele ki?

Herkesin bildiği şey: Medrese bir, mektep iki.

- İşte arz eyliyorum zât-ı fazîlânenize:

İkisinden de hayır yok bu şerâitle bize.

- Gâlibâ sen yeniden kızdıracaksın Köse?yi;

Söyle, mîrasyedi bey, kimdi yıkan medreseyi?

Biz miyiz, siz misiniz? Sizsiniz elbet...

- Elbet!

- Yıktınız kazmaya kuvvet, ne de sür´atle!

- Evet.

- Bir hünermiş gibi ikrâr ediyor ağzıyle...

- Çünkü mektep yapacaktık onun enkâzıyle. *

'- Çünkü mektep yapacakmış!.. Ne kolay söylemesi!

Bir kümes yaptığın var mı ki, bir kaz kümesi?

- İnkılâb ümmetinin şânı yakıp yıkmaktır.

- Size çılgın demiyen varsa, kuzum, ahmaktır.

Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?

Onu en çolpa herifler de, emîn ol, becerir.

Sâde sen gösteriver "işte budur kubbe!" diye;

İki ırgadla iner şimdi Süleymâniyye.

Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,

Bir Süleyman daha lâzım yeniden bir de Sinan.

Bunların var mı sizin listede hiç benzeri, yok.

Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun, karnım tok!

Ötmeyin nâfile baykuş gibi karşımda, susun!

- Mürteci´sin be İmam?

- Mürteci´im, hamdolsun.

-Hele bak hamd ediyor!

-Hamd ediyorsam, yeridir.

-Şâfi´î´nin mi, kimindir o şiir?

- Hangi şiir?

- Hani "Peygamber´in evlâdını candan sevmek,

Râfızîlikse...

- Evet,

- "Yerde beşer, gökte melek

Râfızîdir bu, desin hepsi de hakkımda benim,

Ben oyum, işte... " diyor...

- Bildim, evet.

- Kâili kim?

- Şâfı´î zannederim, neyse, fakat maksadınız?

Şunu lûtfen bana teşrîh ediniz, anlatınız.

- Yıkılan yurduma cennet diyemem, ma´zûrum; *

'Hani ma´mûre? Harâbeyle benim neydi zonım?

Heybe sırtında "adâlet" dilenirken millet,

Müsterîh olmanın imkânı mı var, insâf et?

" Yaşasın!" ma´cunu a´lâ idi, yut, keyfine bak!

Tutmuyor şimdi, fakat, bin yala parmak parmak.

- Neye tiryâkisi oldun bu kadar sen de ayol?

Tutmuyor, çünkü alıştın... Yemeyeydin bol bol.

Hem bizim ma´cunu pek hırpalamak doğru mu ya?

- Dur canım! Ben kızarım böyle vakitsiz şakaya...

Sözü tekmîl edeyim...

- Sonra bitir, dinle biraz:

Bir yutar, beş yutar, afyonkeşi afyon tutmaz;

Der ki: Toprak mı, ne zıkkım bu, varıp anlamalı.

Açılır kurna başından, sıyırır peştemalı,

Nalının sırtına atlar, sürerek doğru gider,

Hangi attarsa, bulur."Tutmadı yâhu, yine!" der.

Gülmeden çatlaya dursun biriken çarşı, pazar;

"Bu kadar tuttuğu yetmez mi kuzum?" der attar.

Siz de artık uzun etmektesiniz, hem pek uzun;

Üç saat esnemeden dinlediğim nutkunuzun,

" Yaşasın!" ma´cunu peymâne-i ilhâmı bütün,

Hani, sarhoş kuşa döndün, mütemâdî öttün!

- Bırak oğlum, yeter artık şakanın vakti değil.

- Sen de, öyleyse, bizim ma´cuna baş kesmeyi bil!

- Sâde bir "bal" deyivermekle ağız tatlansa,

Arı uçmuş diye, kaçmış diye hiç çekme tasa.

Ağlasın milletin evlâdı da bangın bangır, *

'Durma hürriyeti aldık diye, sen türkü çağır!

Zulmü alkışlıyamam, zâlimi aslâ sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem...

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ, boğarım...

- Boğamazsın ki!

- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirnıek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldımıa da geç git, diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu...

İrticâın şu sizin lehçede ma´nâsı bu mu?

- Yok canım!

- Yok deme!

- İfrât ediyorsun Köse...

- Yâ?

İşte ben mürteci´im, gelsin işitsin dünyâ!

Hem de baç mürteci´im, patlasanız çatlasanız!

Hadi kânûnunuz assın beni, yâhud yasanız!

- Yasa yok şimdi.

- Neden, bitti mi?

- Çoktan bitti.

- Dede Cengiz ya ?

- Bırak, derdimi deştin: Gitti!

- Getirir yine lâzımsa...

- Hayır, gitti gider.

-Deme oğul!

- Ya bizim düşmanımızmış o meğer...

Dedenizdir diye bir kahbe çıfıtmış yamayan...

- Size hâ ?

- Öyle ya, çok geçmedi lâkin, aradan,

Geldi bir başka gâvurcuk, dedi "Cengiz´le, ayol,

Bu hısımlık nereden çıktı ki, siz Türk, o Moğol!.. "

- Sonra?..

-Hiç!

-Hiç mi?

- Sönüp gitti o kızgın piyasa.

- Hem de bir püfle!

- Evet, şimdi ne hâkan, ne yasa!

- Kimse ma´kul kefereymiş, o herif.

- Sorma Köse´m...

- Çok şükür sizde de pek yok değil amma sersem!

- İğnelersin şu benim neslimi yüz buldukça,

Sana elmas gibi hürriyeti kim verdi, Hoca?

Ne yaman şeydi unuttun mu o istibdâdı?

Hep fecâyi´di, hayâtın hele hiç yoktu tadı.

Milletin benzi sararmış, işitilmezdi refâh;

Her nefes dört elifin sırtına binmiş bir "âh!"

O ne günler... *

'- Beni kızdırmaya söyler mahsus,

Yeter artık!

- Niye?

- Ezber bilirim hepsini, sus!

- Ne tuhafsın! Bana döktürmiyeceksin içimi...

- Yokpaşam, sizde tuhaflık o benim haddim mi?

- Müstebiddin de gem almaz soyu çıktın, git git,

Sen ki hürriyet için nefyolunurdun, a tirit!

İşi yok şimdi muhâlifliğe sarmış derdi...

- Hoca rahmetli kerâmet gibi söz söylerdi...

- Bâri tuttun mu?

- Ne mümkün? O zaman nerde akıl?

- Sonradan geldiği sâbit mi efendimce, nasıl?

- Döverim ha!

- Hadi dövmüş kadar ol!

-Dur be adam,

Dinle, zevzekliği terk et!

- Sana terk ettim, İmam!

- Ne diyordum be?..

- Ya gördün mü kafan aynı kafa!

"Hoca rahmetli" dedin, öyle giriştindi lâfa.

- Evet, oğlum, Hoca sevmezdi, bilirdim, sarayı;

- Ama sövmezdi de hoşlanmadığından dolayı.

Vardı bir duygusu besbelli ki...

- Bilmem, varmış...

Pâdişah dendi mi, çokluk dil uzatmazlarmış!

- Hiç unutmam, Hocazâdem ki, sıcak bir gündü,

Bahçedeydik bana bir parça baban küskündü.

Hekimin uzmanı bilmem nereden getirtilir.

Meselâ bütçe hesaplarım yoktur çıkaran...

Hadi maliyeye gelsin bakalım Mösyö Loran.

Hani tezgahlarınız nerde? Sanayi nerde?

Ya Brüksel'de, ya Berlin'de, ya Mançester'de!

Biz ne müftü, ne imam istemişiz Avrupa'dan;

Ne de âhirette şefaat dileriz Papa'dan.

Siz işte sırayla bunları, düzeltmeye bakın;

Hocayı, medreseyi, Vali Bey, bırakın!"

Ne dedin fıkrama?

- Çok güzel! Beni susturdun, İmam!

- Yola gel şöyle biraz, neydi o sözler?

- Be Hocam,

Sana biz medresenin hizmeti hiç yok demedik;

Bu apaçık gerçeği inkâra çalışmak delilik.

Halka doğru yolu gösterecek var mı ya sizden başka?

Onu insan yerine koymaz aydın tabaka?

Köylüden milletin evlâdı kaçarken yan yan,

Sizdiniz köydeki insanlarla birlikte yaşayan.

Ruhunuz halkımızın, köylümüzün ruhuna denk;

Sözünüz bir, özünüz bir, o ne mutluluk verici uygunluk!

Biz bu uyumluluğu bozmayacaktık, bozduk;

Kapanır türlü değil açtığımız kanlı gedik.

Ne kadar benziyoruz şimdi sakat bir duvara...

Vahdetin tertemiz alnında ne çirkin bu yara!

Hadi iş gör bakalım, var mı ki imkân? Nerde!

İkilik, azmine engel olur her yerde.

Ne desek boşuna, dinlemiyor kimse bizi.

- Uydurun siz de, beyim, halka biraz kendinizi.

- Haklısın.

- Aykırı gitmekle bu yol hiç çıkmaz.

- Konya'daydım...

- Haberim yok, ne zaman?

- Geçen yaz.

Şehri az çok bilir, çevresini pek bilmezdim;

Hiç değilse bir köyleri görsem, diye çıktım, gezdim.

Yolda duydum ki: Filan nahiyenin ileri gelenleri,

Üç gün evvel kovuvermiş öğretmen bilmem filânı;

Herkes çocuklarını almış, kapatılmış okul.

Çok kötü şey! Hele bir anlayalım, neydi sebep.

Hiç işim yok, bu da oldukça önemli doğrusu ya,

Gidecek yolcu da var, akşama indik oraya.

Yatsıdan sonra halk "bize va'zet" dediler;

Çektiler altıma eski püskü bir minder.

Tahta sordum, silinip çevre kadar yenlerle,

Geldi, tâ göğsüme yaslandı sakat bir rahle.

Önce Allah'a hamd ve peygambere selâmdan başlayarak,

Esas maksattan önce bir giriş yaptım çabucak.

İlme değer veren âyetleri, hadisleri bütün,

Okudum, kısacası bülbül gibi öttüm ben o gün.

Sonra, Allah'ın yardımı ile olacak besbelli,

Öyle bir maskara ettim ki o hâin cehaleti,

Hani kendim de beğendim.

- Adam, anlat, ne dedin?

- Biri aklımda değil.

- Öyle mi?

- Baktım aslı konuya girmenin,

Tam zamanıydı, halka çevirdim yüzümü;

Açtım artık bu sefer ağzımı, yumdum gözümü:

Hiç öğretmen kovulur muymuş, ayol, söyleyiniz?

O sizin devletiniz, nimetiniz, her şeyiniz.

Hoca hakkıyla bir tutulabilecek hak var mı?

Sizi âhirette hesaba çekerken bunu sormazlar mı?

Müslüman, elde değnek, belde divit, başta sarık;

Sonra sırtında, yedek, şaplı ben on deste çarık;

Altı aylık yolu, dağ taş demeyip, çiğneyerek,

Çin'de veya ne kadar uzakta olsa da bir ilmi gidip öğrenecek.

Hiç düşünmek de mi yoktur, be adamlar, bu ne iş?

En büyük şansı Allah size vermiş,

Hem de ta yaşadığınız yere göndermişken;

Teptiniz kendi gelen nimeti sersemlikten!

Çok zaman geçmeyecektir ki bu nankörlüğünüz,

Ne felâketlere meydan verecektir görünüz!

Köylerin yüzde bugün sekseni,hattâ, öğretmensiz;

Siz de onlar gibi câhil kalarak anlayınız!

Bir yanlışlık oldu, deyip şimdi pişmansınız a...

Ne çıkar? Gitti giden, kıydınız çocuklarınıza...

Buna benzer daha bir hayli savurdum, estim.

Ses, nefes hepsi tükenmişti sonunda kestim.

Sanıyordum ki duadan koca mescid inler...

Umduğum çıkmadı hiç: Çok yavaş âmin dediler.

Çekiverdim o zaman ben de hemen Fâtiha'yı.

Yatacağımız odanın sahibi Mestanlı Dayı,

Getirirken beni, sağ elde fener, mescidden;

"Gürül gürül okuyor hep, gürül gürül okuyor;

Yanıl da bir, deli oğlan, baban mezarda mı sor!"(l)

Deyivermez mi, ne dersin?

- Ama pek hoş cidden.

- Bunu duydum zehir içmiş gibi sersemleştim...

Eve geldik, herifin kalbini artık deştim.

Ne de çok şey biliyormuş, be Hocam; köylü meğer!

- Öyledir

- Sen de şaşarsın, hani, söylersem eğer.

Anladım: Bilmeyecek tilki onun bildiğini.

- Hadi naklet bakalım şimdi şu bilgiçliğini?

- Dedi:

"Hükmü veren mahkeme, yanlış, gerçek,

İki da'vâcı ne söylerse bütün dinleyecek.

O zaman kestiği parmak acımaz, kabul...

Ama hep bir tarafın ağzına bakmak, o kötü.

Benim arkamdaki düşman bana mevlid mi okur?

Dur ki ben söyleyeyim bir de, kuzum, sen hele dur!

Köylü câhilse de hayvan mı demektir? Ne demek!

Kim teper nimeti? İnsan meğer olsun eşşek.

Koca bir nahiye titreştik, odunsuz yattık;

O büyük okulu gördün ya, kışın biz yaptık.

Kimse evlâdını cahil yetiştirmek ister mi ayol?

Bize gerekli iki şey var. Biri okul, biri yol.

Niye Türk'ün canı yangın, niye millet geridir;

Anladık biz bunu, az çok, senelerden beridir.

Sonra baktık ki hükümetten umup durdukça,

Ne mühendis verecekler bize, artık, ne hoca.

(1). Babası orada gömülmüş zannederek bir mezar başında

Kur'an okuyan kimseler için söylenen bir deyim.

Para bizden, hoca sizden deyiverdik... O zaman,

Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah'ım aman!

Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı...

Görmeliydin o öğretmen denilen soytarıyı.

Geberir, camiye girmez, ne oruç var, ne namaz;

Gusül abdestini Allah bilir ama tanımaz.

Yelde izler bırakır gezdi mi bir çiş kokusu;

Ebenin teknesi ömründe pisin gördüğü su!

Kaynayıp çifte kazan, aksa da çamçak çamçak,

Bunu bilmem ki yarın hangi imam paklayacak?

Huyu dersen, bir adamcıl ki sokulmaz adama...

Bari bir parça alışsaydı ya son son, arama!

Yola gelmez şehirin soysuzu, yoktur kolayı.

Yanılıp hoşbeş eden oldu mu, tınmaz da ayı,

Bir bakar insana yan yan ki, uyuz olmuş manda,

Canı yandıkça, döner öyle bakar nalbanda.

Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya...

Hayır, Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır.

Yağlı yer, çeşmeye gitmez; su döker, el yıkamaz;

Hele tırnakları bir kazma ki insan bakamaz.

Kafa orman gibi, fakat, o bıyık hep budanır;

Ne ayıptır desen anlar, ne tükürsen utanır.

Tertemiz yerlere kipkirli botlarla dalar;

Kaldırımdan daha berbâd olur artık odalar;

Örtü, minder bulanır hepsi, bakarsın, çamura.

Su mühendisleri gelmişti... Adamlar gâvur a,

Neme lâzım bizi incitmediler zerre kadar;

İnan oğlum, daha insaflı imiş çorbacılar!

Tatlı yüz, bal gibi söz... Başka ne ister köylü?

Adam aldatmayı çok iyi biliyor kahbe dölü!

Ne içen vardı, ne seccadeye çizmeyle basan;

Ne deyim dinleri bâtılsa, herifler insan.

Hiç ayık gezdiği olmaz ya bizim farmasonun... (1)

İçki yüzler suyu, ahlâkını bir bilsen onun!

Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız,

Öyle devlet gibi, ni'met gibi lâflar bana vız!

İlmi yuttursa hayır yok bu musibetlerden...

Bırakın oğlumu, cahilliğe razıyım ben."

- Hakkı var.

- Pek güzel ama, bu işin yok ki sonu.

Kapadık okulu kovduk diyelim farmasonu,

Başı boş köylünün çocuğuna kimler kılavuzluk edecek?

Adam ister ona insanlığı aşılayacak.

Bunu nerden bulalım? Kimlere ısmarlıyalım?

Önce kaç tezgâhımız var, bakalım,bir sayalım...

- Çok uzun boylu hesâb etme, nedir mes'ele ki?

Herkesin bildiği şey: Medrese bir, okul iki.

- İşte sunuyorum faziletli zâtınıza

Bu şartlar altında ikisinden de hayır yok bize.

- Gâlibâ sen yeniden kızdıracaksın Köse'yi;

Söyle, mirasyedi bey, kimdi yıkan medreseyi?

Biz miyiz, siz misiniz? Sizsiniz elbet...

- Elbet!

- Yıktınız kazmaya kuvvet, ne de sür'atle!

- Evet.

- Marifetmiş gibi kabul ediyor ağzıyle...

- Çünkü okul yapacaktık onun enkazıyle.

(1) Farmason: Mason, dinsiz.

- Çünkü okul yapacakmış!.. Ne kolay söylemesi!

Bir kümes yaptığın var mı ki, bir kaz kümesi?

- İnkılâb ümmetinin şanı yakıp yıkmaktır.

- Size çılgm demiyen varsa, kuzum, ahmaktır.

Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?

Onu en becereksiz herifler de, emin ol, becerir.

Yalnızca sen gösteriver "işte budur kubbe!" diye;

İki işçiyle yıkılır şimdi Süleymaniye.

Ama gel yapalım dendi mi, heyhat o zaman,

Bir Süleyman daha lâzım yeniden bir de Sinan.

Bunların var mı sizin listede hiç benzeri, yok.

Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun, karnım tok!

Ötmeyin boşuna baykuş gibi karşımda, susun!

- Gericisin be İmam?

- Gericiyim, Allah'a şükür.

- Hele bak şükrediyor!

- Şükrediyorsam, yeridir:

Şâfi'î'nin(l) mi, kimindir o şiir?

- Hangi şiir?

- Hani "Peygamber'in çocuklarını candan sevmek,

Râfızîlikse...(2)

- Evet,

- "Yerde insan, gökte melek,

Râfızîdir bu, desin hepsi de hakkımda benim,

Ben oyum, işte..." diyor...

- Bildim, evet.

- Söyleyeni kim?

- Şâfi'î sanıyorum, neyse, fakat nedir amacınız?

Şunu lütfen bana açıklayınız, anlatınız.

- Yıkılan yurduma cennet diyemem, ma'zûr görün;

{1) Şafiî: 767 - 820 yıllan arasında yaşayan ünlü hadis,

tefsir ve fıkıh âlimi Şafiî mezhebinin imamı.

Tıp, şiir ve edebiyatta da çok ilendir.

(2) Rafızilik Şia mezhebinin bir kolu.

Kelime, Uz. Ali'ye İslâm'ı ölçüyü asan sevgi,

Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve diğer sahabilerden

bir çoğu hakkında nefret ve düşmanlık beslemek

anlamına gelmektedir.

Hani nerde yurdun imarı? Harabeyle benim neydi zorum?

Heybe sırtında "adalet" dilenirken millet,

Huzur içinde olmanın imkânı mı var, insaf et?

" Yaşasın!" afyonu(l) çok güzeldi, yut, keyfine bak!

Tutmuyor şimdi, fakat, bin yala parmak parmak.

- Neye tiryakisi oldun bu kadar sen de ayol?

Tutmuyor, çünkü alıştın... Yemeyeydin bol bol.

Hem bizim afyonu bu kadar hırpalamak doğru mu ya?

- Dur canım! Ben kızarım böyle vakitsiz şakaya...

Sözümü bitireyim...

- Sonra bitir, dinle biraz:

Bir yutar, beş yutar, afyon düşkününü afyon tutmaz;

Der ki: Toprak mı, ne zıkkım bu, varıp anlamalı.

Açılır kurna başından, sıyırır peştemalı,

Nalının sırtına atlar, sürerek doğru gider,

Hangi baharatçıysa, bulur: "Tutmadı yahu, yine!" der.

Gülmekten çatlayadursun biriken çarşı, pazar,

"Bu kadar tuttuğu yetmez mi kuzum?" der baharatçı.

Siz de artık uzun etmektesiniz, hem çok uzun;

Üç saat esnemeden dinlediğim nutkunuzun,

"İlham kadehi işte o "Yaşasın!" afyonudur bütün,

Hani, sarhoş kuşa döndün, sürekli öttün!

- Bırak oğlum, yeter artık, şakanın vakti değil.

- Sen de, öyleyse, bizim afyon karşısında boyun eğmeyi bil!

- Sâde bir "bal" deyivermekle ağız tatlansa,

Arı uçmuş diye, kaçmış diye hiç çekme tasa.

Ağlasın milletin çocukları da bangır bangır,

(1) Burada II. Meşrutiyet devrinde meşrutiyetin ilânım

hazırlayanlar tarafından slogan halinde sık sık tekrarlanan,

fakat sözde kalan "hürriyet, adalet, kardeşlik, eşitlik"

gibi kavramların büyülü tesirine işaret edilmektedir.

Durma hürriyeti aldık diye, sen türkü çağır!

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem...

Biri atalarıma saldırdı mı, hattâ, boğarım...

- Boğamazsın ki!

- Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım bağımsızlığa,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın zincir

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?

Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boynum.

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zâlimin düşmanıyım ama severim zulme uğrayanı...

Gericiliğin şu sizin dilinizde manâsı bu mu?

- Yok canım!

- Yok deme!

- Aşırıya gidiyorsun Köse...

-Yâ?

İşte ben gericiyim, gelsin işitsin dünya

Hem de baş gericiyim, patlasanız çatlasanız!

Hadi kanununuz assm beni, yahut yasanız!

- Yasa yok şimdi.

- Neden, bitti mi?

- Çoktan bitti.

- Dede Cengiz(l) ya?

- Bırak, derdimi deştin: Gitti!

- Getirir yine gerekliyse...

- Hayır, gitti gider.

- Deme oğlum!

- Ya bizim düşmanımızmış o meğer...

Dedenizdir diye bir kahbe Yahudiymiş(2) yamayan...

-Sizehâ?

- Öyle ya, çok geçmedi fakat, aradan,

Geldi bir başka gâvurcuk, dedi "Cengiz'le, ayol,

Bu akrabalık nereden çıktı ki, siz Türk, o Moğol!.."

- Sonra?..

-Hiç!

- Hiç mi?

- Sönüp gitti o kızgın piyasa.

- Hem de bir püfle!

- Evet, şimdi ne hakan, ne yasa! (3)

- Kimse aklı başında kâfirlerden biriymiş, o herif.

- Sorma Köse'm...

- Çok şükür sizde de pek yok değil, ama sersem!

- İğnelersin şu benim neslimi yüz buldukça,

Sana elmas gibi hürriyeti kim verdi, Hoca?

Ne yaman şeydi unuttun mu o baskı dönemini?

Hep feci olaylar yaşandı, hayatın hele hiç yoktu tadı.

Milletin benzi sararmış, işitilmezdi refah;

Her nefes dört elifin sırtına binmiş bir "âh!"

O ne günler...

(1) Cengiz: II. Meşrutiyet devrinde büyük Türk

hükümdarları arasında kabul edilen Moğol

hükümdarı Cengiz Han.

(2) Burada kastedilen "Asya Tarihine Giriş,

Türkler ve Moğollar"yazarı Leon Cahun'dur.

(3) Burada II. Meşrutiyet devrinde canlandırılmaya

çalışılan eski Türkçe kelimelere alaylı bir işaret vardır.

- Beni kızdırmak için söyler özellikle,

Yeter artık!

- Niye?

- Ezber bilirim hepsini, sus!

- Ne tuhafsın! Bana döktürmeyeceksin içimi...

- Yok paşam, sizde tuhaflık, o benim haddim mi?

- Despotun da gem almaz soyu çıktın, git git,

Sen ki hürriyet için sürgün edilirdin, a ihtiyar!

İşi yok, şimdi muhalifliğe sarmış derdi...

- Hoca rahmetli keramet gibi söz söylerdi...

- Bari tuttun mu?

- Ne mümkün? O zaman nerde akıl?

- Sonradan geldiği kesin mi efendimce, nasıl?

- Döverim ha!

- Hadi dövmüş kadar ol!

- Dur be adam,

Dinle, zevzekliği bırak!

- Sana bıraktım, İmam!

- Ne diyordum be?..

- Ya gördün mü kafan aynı kafa!

"Hoca rahmetli" dedin, öyle giriştindi lâfa.

- Evet, oğlum, Hoca sevmezdi, bilirdim, sarayı;

- Ama sövmezdi de hoşlanmadığından dolayı.

Vardı bir duygusu besbelli ki...

- Bilmem, varmış...

Pâdişâh dendi mi, çokluk dil uzatmazlarmış!

- Hiç unutmam, Hocazadem ki, sıcak bir gündü,

Bahçedeydik, bana bir parça baban küskündü

İngilizce Tercüme Buraya
'örnek osmanlıca مقدمة'



'Latin harflerine transkriptli metin Sadeleştirilmiş metin İngilizce Tercümesi

.

Advertisement