Yenişehir Wiki
Advertisement

Firavun'un Karısı Hz. Âsiye

Kur'an-ı Kerim'de adı övgüyle geçen namlı kadınlardan biri de Hz. Asiye'dir. Yaşadığı dönemde Mısır'ın en ünlü kadını ve bu tarihî ülkenin zalim ve kan içici imparatoru Firavun'un eşiydi. Bugün Firavun'un insanlık tarihine kendi adıyla geçen akıl almaz zulüm ve adaletsizliklerini bilmeyen, işitmeyen yoktur. Onun için Firavunun zulümlerini teferruatlıyla anlatmaya gerek görmüyoruz. Firavun da Bâbil padişahı Nemrud gibi hem tanrılık iddiasında bulunuyor, hem de halkın duygularını sömürerek geleneksel put inancını korumaya çalışıyordu.

Halkın geri kalmışlık ve cehaletinden faydalanan Firavun, sadece ilahlık iddiasında bulunmakla kalmadı, işi daha da ileri götürerek "ilahların ilahı" olduğunu söyledi. "Dedi ki: Sizin en yüce Rabbiniz benim."[1]

Firavun'un böyle aşağılık ve kötü bir insan olmasına karşı, karısı Âsiye âdeta temizlik, dürüstlük, iffet ve asalet timsaliydi. Halk, onun kocasının korkusundan rahat bir nefes alamaz ve geceleri dahi rahat uyuyamazken o, Allah'a tam bir inanç ve kendine güvenle yaşamını sürdürüyor, Firavun'un hemen yanı başında yaşıyor olmasından zerrece etkilenip dehşete kapılmıyordu.

Nil kraliçesi Asiye, Allah Teâlâ'nın indinde öylesine has bir makama ulaşmış ve Allah'ın yakınlığını kazanabilmiştir ki, Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır:

"Kadınlardan kâmil olanlar dört kişidir: Firavun'un karısı Âsiye, İmran kızı Meryem, Huveyled kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fâtıma."

"Cennet kadınlarının en iyisi şu dördüdür: Firavun'un hanımı Müzâhim kızı Âsiye, İmran kızı Meryem, Huveylid kızı Hatice ve Muhammed (s.a.a) kızı Fâtıma. Bunların en üstünüyse Fâtıma'dır."[2]

Kişiliğin gelişmesi, insanî vazifelerin bilincinde olma ve Allah'a iman, bir kadını öyle bir mevkiye yükseltiyor ki, Firavun'un evinde yaşadığı halde, cennet köşklerinin sakini oluyor ve dünyanın en seçkin dört kadınından biri olma makamına ulaşıyor.

Âsiye, bir lahza olsun kocasının işlediği zulüm ve haksızlıkları hoş karşılamadı, bir defa olsun onun safında yer almadı. Erkek çocuk doğururlar da büyüyünce onun yaptığı zulüm ve haksızlıklara karşı çıkarlar korkusuyla, Yâkup soyunun hamile kadınlarının karnını deşip bebeklerini diri diri parçalayan kan içici kocasının bu vahşiliklerine karşı bir kez bile lâkayt davranmadı.

İşte bu sıfata hâiz bulunan Mısır'ın bir numaralı kadını Âsiye, saraydaki odasında oturduğu bir sırada Nil nehrinin ortasında yuvarlana yuvarlana sulara batıp çıkan bir sandık görünce saray muhafızları ve nedimelerine, gidip o sandığın içine bakmalarını emretti…

Görevliler, bir süre sonra gelerek, sandığın içinde güzel bir oğlan çocuğu bulunduğunu söylediler. Gelecekte Allah'ın peygamberi olacak ve Firavun'un saltanatını yerin dibine geçirecek olan İmran oğlu Musa'ydı bu…

Bebeği alıp Âsiye'ye getirdiler…

Âsiye bunun nur topu gibi bir oğlan çocuğu olduğunu görür görmez, zavallı annesinin onu, Firavun'un korkusuyla Nil'e bıraktığını anlamıştı. Bu nedenle, bu çocuğu evlâtlık olarak yanına almaya ve onu bizzat büyütüp yetiştirmeye karar verdi. Ne pahasına olursa olsun bunu yapacaktı, ne olacaksa varsın olsundu!…

Firavun içeriye girip de çocuğu görünce yüreğine bir korku düştü; gelecekte ne olur ne olmaz endişesiyle, derhal öldürülmesini emretti. Fakat Âsiye var gücüyle karşı çıktı ona:

"Firavun'un karısı dedi ki: Benim için de senin için de bir göz aydınlığıdır o; onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur, yahut onu evlât ediniriz.…"[3]

Firavun razı olmuştu. Onun da izniyle Musa artık sarayda kaldı ve bizzat kraliçe tarafından, onun özel sevgi ve ihtimamıyla büyümeye başladı.

Musa, peygamberlik makamına vardığında ve daha ileride de belirteceğimiz gibi, tekrar Mısır'a dönüp Firavun ve onun putperest kavmine tebliğde bulunduğunda, Âsiye derhal ona uyarak Rabb'ul-Âlemîn'e iman getirdi, ancak, imanını Firavun'dan gizledi.

Âsiye, yıllarca gizliden gizliye Allah Tealâ'ya ibadet ediyor ve Musa'nın kılavuzluğuyla imanını gizliyor ve koruyordu. Ama bu, böyle devam etmedi ve günün birinde sırrı açığa çıktı. Kocası Firavun yıkılmış, öfkesinden âdeta çılgına dönmüştü. Firavun, önce kraliçeyi inancından vazgeçirmeye çalıştı; onu caydırabilmek için her yolu denedi, her hileye başvurdu.

Bazen tehdit ediyor, bazen tatlı laflar ve boş vaatlerle onu kandırmaya çalışıyordu. Ancak bütün bunlar boşunaydı. Âsiye, bütün varlığıyla Allah'a inanmıştı bir kez… Nil'in getirdiği ve kendi elleriyle büyütüp yetiştirdiği o çocuğu peygamberlik makamına ulaştıran ve en büyük mucizesi olan "ışıl ışıl parlayan bembeyaz elleri" ve mâlum asâsıyla, onu, Firavun ve putperest kavmini hidayet etmekle görevlendiren Allah'a…

Âsiye'nin benliğinde kâinatı yaratan, dağları, ovaları, denizleri, dereleri, tepeleri, ormanları… kısacası her şeyi yoktan var eden, yerin ve göğün sahibi Allah Tealâ'ya iman ve Musa'nın söylediklerine karşı tam bir inançtan başka bir şey yoktu. Ne Firavun'dan zerrece korkup ürküyor, ne de bu cellat ruhlu dinsiz katilin eşi ve koca Nil'in yegâne kraliçesi olduğuna seviniyordu…

Zihni sadece bir şeyle meşguldü onun: Firavun'un hidayet bulması ve bu cani ruhlu hayvanın günün birinde adam olması!… Onun da kendisi gibi yegâne ilâh olan Allah Tealâ'ya inanarak sığınmasız zavallı halka zulüm ve işkence etmekten ve milleti yok oluşa sürüklemekten vazgeçmesini istiyordu. Ne var ki Firavun, artık dönüşü olmayan bir yoldaydı.

İlahlık iddiasına kalkışan, hem de "ilahların ilahı" olduğunu öne sürerek kendisinden daha üstün hiçbir şey kabul etmeyen Firavun gibi birinin, Musa'nın buyruğuna boyun eğip ilahlık iddiasından vazgeçmesi ve sıradan bir insan gibi; "Allah'ım, beni affet!" demesi mümkün olabilir miydi acaba?!

Sonunda Firavun, Âsiye'ye, ya Allah'a, ya da ona iman etmesini önerdi. İkisinden birini açıkça tercih ve ilan edecekti: Ya Musa'nın sözlerine inanacak, onu izleyecek ve Allah'a iman etmek suretiyle her türlü işkence ve kötü hadiseye karşı kendisini hazırlayacaktı; ya da tıpkı geçmişteki gibi bütün haşmet ve şatafatıyla Nil'in kraliçesi ve Mısır'ın en ünlü kadını olarak kalacak ve putlara tapınmayı kabullenerek, Firavun'u "ilahların ilahı" olarak benimseyecekti!

Âsiye, Allah'a imanı ve Musa'ya inanmayı tercih etti.

Doğru ve hak inancından vazgeçmeyeceğini bildirdi Firavun'a…

Musa'nın getirdiği mucizeleri görerek bütün kalbiyle âlemlerin rabbi Allah'a inanmış bulunan ve Firavun'un alabildiğine zâlim, aşağılık, keyfine düşkün olduğunu anlamış bulunan ferasetli ve cesur Âsiye, Firavun'un kendisi gibi günün birinde zeval bulup yokluğa karışacak olan sarayında görünüşte görkemli, gerçekte ise zelil ve aşağılık bir müreffeh hayat sürdürmektense Allah Tealâ'nın indindekine rıza göstermeyi, kalıcı ve sonsuz olan ilâhî rızayı geçici ve iğrenç olan nefsânî rahata tercih etmeyi yeğ buldu.

Bu yolda her şeyi göze almış; canı pahasına da olsa Rabbine itaat yolunda zalim Firavun'a âsi olmaya azmetmişti…

Âsiye'yi inancından vazgeçiremeyeceğini anlayan Firavun, sonunda onun çarmıha gerilmesini emretti. Âsiye'yi çarmıha gerdikten sonra başını büyük bir taşla ezerek öldürdüler…

Âsiye'nin can verişi çok feci oldu…

Ne var ki, cellatlarının gözünün önünde işkenceyle can verirken Allah'a yalvarıyor, O'nu zikrediyordu. Kur'an-ı Kerim, onun işkence sırasındaki o dayanılmaz durumuna işaretle şöyle buyurur:

"Allah, imanı tam olanlara Firavun'un karısını örnek verir; hani o demişti ki: "Rabbim! Bana kendi katında, cennette bir ev yap, beni Firavun ve işkencesinden ve onun zalimlerinin elinden kurtar!…"[4]

Evet… Âsiye, Firavun'un işkencecilerinin dayanılmaz işkenceleri altında acıyla can verdi; fakat adı, yeryüzü durdukça, dünya tarihinde ve biz Müslümanların biricik kitabı Kur'an-ı Kerim'de, "dünyanın gelmiş geçmiş emsalsiz ve en büyük kadınlarından biri" olarak bâki kalıp, ölümsüzleşti.




[1]- Nâziât Suresi / 24.

[2]- el-Mizan Tefsiri, c. 19, s. 40.

[3]- Kasas Suresi / 9.

[4]- Tahrîm Suresi / 11.

FİRAVUN SARAYINDA İMAN İNCİSİ: HAZRETİ ASİYE ANNEMİZ


“Allah, inananlara da Firavun’un karısını örnek gösterdi…” ( Tahrim/11 )

“Cennet kadınlarının en üstünleri Hatice Bint Huveylid, Fatıma Bint Muhammed, Meryem Bint İmran, Firavun’un karısı Âsiye Bint Muzahimdir.”

(Ahmed B. Hanbel, Müsned, c.1.s 36; Hakim, Müstedrek, c.2, s 594)


Kaynaklarda hakkında çok fazla bilgi bulunmamakla beraber hakkındaki bilgilerin en bilineni zalim, acımasız kendini tanrı ilan eden Firavunun hanımı olduğudur. Kur’ân-ı Kerîm’de de ondan adı verilmeksizin “Firavun’un zevcesi” diye söz edilmektedir. Peygamber Efendimiz ise “Firavun’un eşi Âsiye” diyerek adını açıkça belirtmiştir. Tarih ve tefsir kitaplarında künyesi, Âsiye bint Müzâhim b. Ubeyd b. Reyyân b. Velid diye bildirilmektedir. Amâlika kavminden olduğu rivayet edilmiştir. Bunun yanında Firavun’un amcasının kızı olduğu rivayeti ile İsrâiloğulları’ndan Hz. Mûsâ’nın kabilesine mensubiyetinden bahseden rivayetler de vardır. Hatta Hazreti Musa’nın halası olduğu da nakledilmektedir. Âsiye annemiz ilk olarak Firavun’un abisi Kabus b. Mus’ab ile evliydi. Kabus b. Mus’ab da zamanının en azılı, acımasız yöneticisi idi. Onun ölümüyle birlikte yerine kardeşi Velid b. Mus’ab geçti ve kardeşinin zevcesi Âsiye hatunla evlendi. Velid b. Mus’ab, kardeşi Kabus’dan daha zorba, daha azgındı. Mısır Firavunları arasında, ondan daha uzun ömürlüsü, ondan daha kabası, daha merhametsizi, İsrail oğullarına ondan daha kötü ve ağır işkenceler yapanı görülmemişti. Âsiye annemizin ikinci eşi olan Velid b. Mus’ab, Mısır Firavunlarının üçüncüsü idi. Kavmini elli yıl putlara tapmaya davet edip kendisine muhalefet edilmediğini, emrinin yerine getirildiğini görünce bir gün onları bir araya toplamış: “Ben sizin en yüksek Rabbinizim!” demiştir. Bundan sonra putlara tapmaktan menedip kendisine tapmağa davet etmiştir. Bu şekliyle emrine itaat etmeyenlere en ağır işkenceleri uygulamıştır. Musa Aleyhisselâm’ın doğumunun yaklaştığı sıralarda Firavun bir gece rüyasında, Beytülmakdis tarafından gelen bir ateşin, Mısır evlerini sararak Kıbtî evlerini yakıp harap ettiğini, İsrail oğullarına ait evlere ise dokunmayıp geri bıraktığını gördü. Rüyasının etkisinde kalarak bütün sihirbaz, kâhin, falcı kimler varsa yanına çağırarak rüyasının ne anlama geldiğini sordu. Yaptıkları yorumlarla İsrail oğullarından bir peygamber geleceğini bu kişinin Firavunun saltanatını alt üst edeceğini hatta onu ülkeden çıkaracağını ve Firavunun dinini de değiştireceğini söylediler. Bu yorumlara hem çok sinirlenen hem de korkan Firavun hemen bir emir vererek İsrail oğullarından o yıl doğacak bütün erkek çocuklarının öldürülmesini söyledi. İşte bu yıl içinde, Musa Aleyhisselâm’ın annesi onu doğuracağı zaman başına gelecek halden tasalanmıştır. Bu korkusunun üzerine, Allah’u Teâlâ Musa Aleyhisselâm’ın annesine:

“Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize bırakıver, korkup üzülme, çünkü biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız.” (el- Kasas, 28/ 7 )diye vahyetti. Annesi bu emir doğrultusunda Musa ( a.s)’ı emzirdi ve bir tahta sandık yaptırtıp onu Nil nehrine bıraktı. Dalgalar bu sandığı bir o yana bir bu yana sürüklüyordu en sonunda sandık, Firavunun sarayının yanındaki ağaçlığa gidip durdu. O sırada, Firavunun zevcesi Âsiye hatunun cariyeleri sandığı bulup Âsiye hatunun önüne getirdiler. Âsiye hatun sandığın içindeki çocuğu görünce, kalbinde ona karşı bir şefkat ve sevgi duydu. Firavuna haber verdiği zaman Firavun hemen çocuğu boğazlamak istedi. Ama Âsiye hatun çocuğu öldürmekten vazgeçirinceye, bıraktırıncaya kadar onunla konuştu. Kur’ân-ı Kerîm’de bu hadise şöyle bildirilmektedir:

“Firavun’un karısı (sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına) ‘benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz’ dedi…” (el-Kasas, 28/ 9 ) Âsiye annemiz ona Musa adını vermiştir. Nitekim Hz. Musa’nın içine konduğu ağaç sandık ile su üzerinde bulunmuştu. Onların dillerinde suyun adı “ mu”, ağacın ise “ sa” dır. Dolayısıyla “su ve ağacın içindeki’ manasına gelen “Musa” ismini koymuşlardır çocuğa. Hz. Âsiye bu konuşması ile Musa Aleyhisselâm’ın öldürülmesine engel olmuş ve sarayda büyümesini sağlamıştır.

Öyle ki Peygamber Efendimiz zamanında onu Ebu Cehillerden koruyup gözeten Ebu Talip nasıl vazife yaptı ise, Âsiye annemizde Firavunlardan Musa Aleyhisselâm’ı öyle koruyup gözetlemiştir. Allah (c.c) yeryüzünde dinini öğretecek anlatacak olan, elçilerine muhakkak koruyucular ve hizmetçiler hazırlamıştır. Âsiye annemiz Firavunun eşi olmasına rağmen bir gün bile olsun onun işlediği zulüm ve haksızlıkları desteklememiştir. Kocasının zorbaca davranışlarından her zaman rahatsızlık duymuştur. Bu ferasete sahip olması onun yüceliğini göstermektedir. Firavunun sarayında yaşamış fakat içinin güzelliği, ahlakının düzgünlüğü sebebiyle iman nasip olmuş ve cennet hatunlarının arasına girmiştir. İslami kaynaklarda Âsiye annemizin iman edişiyle ilgili iki farklı rivayet vardır. Bir rivayete göre Firavun’un kızının saçlarını tarayan kadının Allah’a iman ettiği ortaya çıkınca fırına atılarak yakılmıştır. Bu kadının ruhunun melekler tarafından semaya çıkarıldığını gören Âsiye annemiz de Allah’a iman edip Hz. Musa’nın peygamberliğini tasdik etmiştir. Diğer rivayete göre ise, Hz. Musa ile sihirbazlar arasındaki mücadelede Hz. Musa’nın galip geldiğini duyunca, Âsiye annemiz: “Musa’nın ve Harun’un Rabbine iman ettim” diyerek hak dini kabul etmiştir. Hz. Âsiye’nin iman ettiğini tek Allah’a inandığını duyan Firavun önceleri onu ikna edip davasından vazgeçirmeye çalışmıştır. Ancak artık sadece Allah aşkıyla dolu olan Hz. Âsiye hiçbir şekilde inancından vazgeçmemiştir. Onu caydıramayacağını anlayan Firavun işkenceye başvurmuştur. Kızgın güneşin altında uzun süre yatırılarak eziyet ettirir. Selman el- Fârisi bildirdiğine göre, Hz. Âsiye annemiz güneşin altına yatırıldığında melekler kanatları ile güneşe gölge olurlarmış. Yine bir gün, ellerinden ve ayaklarından kazıklara bağlanmış, güneş altına bırakılarak ona işkence devam edilirken üzerine büyük bir kaya parçası atılacağı sırada da Rabbine şöyle dua etmiştir:

“… Rabbim! Benim için katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun kötülüklerinden kurtar, beni o zalimler güruhundan da kurtar”. ( et-Tahrim, 66/ 11 )

Hz. Âsiye annemiz işkenceler altında Allah’a böyle seslendikten sonra gözlerindeki perde açılır ve cennetteki beyaz inciden yapılmış evini görür, peşinden ruhu kabzedilir. Hz. Âsiye dünyada Allah (c.c) düşmanlarından en büyüğünün nikâhında idi. Oysa ahirette, cennetin en üst odalarındadır. Firavun gibi bir zalimin işkencelerine sabrettiği için Allah katında böyle sonsuz bir nimetle mükâfatlandırılmıştır. Bizlere en güzel örnek onun bu sabrı ve taviz vermeyen kuvvetli imanıdır. Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Musa’nın peygamberliğine inanan, bu uğurda her türlü kötülüğe maruz kalan Hz. Âsiye annemiz, Kur’ân-ı Kerîm’de inananlara iman ve kararlılık örneği olarak zikredilmiştir.



Peygamberimiz (s.a.v.), Asr-ı Saadet’te “isyankâr, itaatsiz kadın” manasına gelen “Âsiye” ismini güzel kadın manasına gelen “Cemile” ismiyle değiştirmiştir. Çünkü Âsiye ismi, yalnızca Hz. Âsiye’de gerçek anlamını bulup, misyonunu tamamlamıştır. “Firavuna ve onun zulmüne karşı gelen, itaat etmeyen kadın” manasıyla Âsiye burada Firavuna itaat etmeyerek vazifesini, misyonunu tamamlamış ve Allah’a ibadet etmiştir. Firavuna itaatsiz, isyankâr, Allah’a itaatkâr. Peygamber Efendimiz Hz. Âsiye annemizden övgüyle söz etmiş ve Hz. Meryem annemiz ile birlikte yüksek kemale ermiş bir kadın olarak bahsetmiştir. Bir hadislerinde şöyle bildirir:

“ Erkeklerden pek çokları kemale ermiştir. Kadınlardan ise İmran’ın kızı Meryem, Firavun’un karısı Âsiye, Huveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fatma’dan başka kimse kemale ermemiştir. Hz. Aişe’nin kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir.” [ Müslim, Fezâuilu’s-Sahabe 70, (2431); Tirmizî, Et’ime 31, (1835) ].

Hz Asiye

Hz.Asiye "Firavun'un karısı"

Kur'an-ı Kerîm'de "Firavun'un karısı" diye söz edilen (bk el-Kasas, 28/9; et-Tahrîm, 66/11) Âsiye'nin adı, hadislerde açıkça ifade edilmiştir (bk Buhârî, Enbiyâ, 32, 46) Tarih ve tefsir kaynaklarında onun nesli Âsiye binti Muzâhim b Ubeyd b Reyyân b Velîd olarak zikredilir (Taberî, Târih, I, 386; Sa'lebî, Arâisü'l-Mecâlis, Kahire 1301, s: 127, 128) Âsiye'nin büyük dedesi Velîd, Hz Yusuf devrindeki Mısır Firavunudur Diğer yandan Âsiye'nin İsrailoğullarından Hz Musa'nın halası olduğu da nakledilmiştir (el-Kurtubî, age, XVIII, 132)

Mısır'da Firavun'un gördüğü rüya üzerine bir kâhin, İsrailoğulları içinde yetişecek bir çocuğun, mülkünü elinden alacağını söylemişti Bunun üzerine Firavun İsrailoğullarının doğacak bütün erkek çocuklarının öldürülmesini emretti

Allahû Teâlâ bu olayı şöyle haber verir: "Firavun (Mısır) toprağında azmış, toplumunu parçalara ayırmıştı Onlardan bir grubu güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu Şüphesiz o, bozgunculardandı" (el-Kasas, 28/4)

İşte İsrailoğullarının ezildiği, büyük zulüm ve işkenceler altında inlediği bir sırada, Yüce Allah onlardan olan bir çocuğu koruma altına alacak ve onu Firavun'un sarayında barındıracaktı

Annesi Hz Musa'yı dünyaya getirmiş ve öldürülmesinden korktuğu için vahiy ve ilham gereği bir sandık içinde Nil Nehri'ne bırakmıştır İçinde Musa'nın bulunduğu sandık Firavun'un sarayı yakınına gelince onu alıp saraya götürdüler: Âsiye kocası Firavun'u ikna ederek Musa'yı öldürtmedi ve şöyle dedi: "Benim de senin de gözün aydın olsun Bu çocuğu öldürmeyin, belki büyüyünce işimize yarar veya onu evlat ediniriz Halbuki onlar ileride olacaklardan habersizdiler" (el-Kasas, 28/9)


Hz Musa'nın annesi ilk gece meraktan ve çocuğuna olan hasretinden çıldıracak gibi olmuştu Allahû Teâlâ kalbine sükûnet vermese, neredeyse işi açığa çıkaracaktı Bu arada Musa'nın kızkardeşinden, çocuğun izini takip etmesini istemişti

Ertesi gün saraydan çocuğa süt anne aranıyor, fakat çocuk hiçbir kadının sütünü emmiyordu Musa'nın kızkardeşi saraya sokularak, çocuğa iyi bir süt anne bulabileceğini bildirdi Böylece Musa öz annesinin bakım ve eğitimine girmiş oldu Bütün bunlar Allahû Teâlâ'nın takdiri ile cereyan ediyordu (bk el-Kasas, 28/10-13)


Hz Musa büyüyüp peygamber olunca ona ilk iman edenlerden birisi de Hz Âsiye olmuştu Onun iman edişiyle ilgili iki rivayet vardır Bir rivayete göre, sarayda bir hizmetçi kadın Allah'a iman ettiği için, fırında yakılmış, onun ruhunun melekler tarafından gökyüzüne çıkarıldığını gören Âsiye de Allah'a ve peygamberi Musa'ya iman etmiştir (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, I, 184, 185) Başka bir rivayete göre, Âsiye, Hz Musa'nın Firavun'un sihirbazları karşısında üstün gelmesi üzerine iman etmiştir (Taberi, Tefsir, XXVIII,, 110; Aynî, Umdetü'l-Kârî, Kahire 1392/1972, XIII, 47)


Firavun, karısının iman ettiğini anlayınca, onu ellerinden ve ayaklarından kazıklara bağlatmış, güneş altında bırakarak işkence yaptırmıştır Üzerine büyük bir kaya parçası atılacağı sırada Allahü Teâlâ'ya şöyle dua etmiştir: "Ey Rabbim! Bana kendi katında, cennetin içinde bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden kurtar Ve beni şu zalim toplumdan kurtar" (et-Tahrîm 66/11)


Hz Âsiye'nin duası kabul edilmiş, o sırada cennetteki makamı gösterilmiş ve hiçbir acı duymaksızın ruhu alınmış, üstüne konulan kaya ruhsuz kalan cesedinin üzerine düşmüştür Böylece o, şehadet şerbetini içmiş, cennetü'l-Me'vâ'daki ebedi dinlenme yerini seyrederek bu dünyadan ayrılmıştır Selman el-Fârisî şöyle demiştir: "Âsiye'ye güneşin altında işkence edilirken, güneş sıcaklığı eza verince, melekler kanatları ile güneşe gölge yapıyorlardı" (bk el-Kurtubî, age, XVIII, 132; Elmalılı, age, VIII 168, 169)


Hz Peygamber (sas), kemâle eren kadınlardan söz ederken şöyle buyurmuştur: "Erkeklerden kemâle eren çoktur, kadınlardan ise Firavun'un karısı Âsiye ve İmran kızı Meryem dışında kemâle eren olmamıştır Âişe (r anhâ)'nın diğer kadınlara üstünlüğü ise, tiridin öbür yemeklere üstünlüğü gibidir" (Buhari, Enbiyâ, 32, 46; bk Miras, Tecrîd-sarih Terc, IX, 148 vd; A Davudoğlu, Sahîh-i Müslim, Terc X, 285 vd)


Sonuç olarak Kur'an-ı Kerim'de Âsiye ve Hz Meryem'in örnek gösterilmesi, Hz Aişe ve Hz Hafsa'nın, bir ara Nebî (sas)'in peygamberlik mücedelesinde ona yeteri kadar destek olmamaları ve bazı dünyalık isteğinde bulunmaları yüzünden olmuştur (bk el-Kurtubî, XVIII, 132) Kendisini ilâh olarak ilân eden, Allah'ı inkâr eden bir erkeğin nikâhı altında Âsiye'nin sabredip, sonunda yüce Allah'tan yardım istemesi, kocaları İslâm'a karşı büyük bir düşmanlık içinde bulunan mü'min hanımlara güzel bir örnektir

Hangi şart ve sıkıntılar içinde olursa olsun iman ve hidayet en yüce değerdir Bu manevî değer hiçbir bedelle değiştirilemez Bu konuda şehit olmayı göze alan ve daha ruhunu teslim etmeden cenneteki makamını gören Hz Âsiye bu ümmete gösterilen örnek, yıldız bir kadındır

Advertisement