Yenişehir Wiki
Register
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
1. satır: 1. satır:
  +
TUĞYAN
  +
  +
Sözlükte "haddi aşmak, çok azgınlık göstermek, su taşmak, çoğalmak, deniz coşmak, mizaçta kan galebe etmek, zulüm ve küfürde çok ileri gitmek" anlamlarına gelir. Bu kavram türevleriyle birlikte Kur'ân'ın kırk ayrı yerinde geçmiştir. İnsan belli nimetlere kavuşup, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği an gurur, kibir ve gaflete kapılarak tuğyan kapısını aralar, bir adım daha öteye geçince Allah'a ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeye başlar. İşte bu hal tuğyan halidir. Bu tür insanlar da Kur'ân'ın ifadesiyle tâğîdir. Nitekim geçmiş toplumların karakteri ve onları helaka götüren sebepler anlatılırken tuğyan felaketine dikkat çekilmiştir. Firavun'un tavrı, Nûh kavminin inkârı, Lût kavminin taşkınlığı ve Semûd kavminin zevk ve sefa içinde yaşadıkları halde nankör davranmaları bir zulüm ve tuğyan hareketi olarak değerlendirilmiştir. "Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz? Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?" (Şu'arâ, 26/128-130) "Azana ve dünya hayatını ahirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır." (Nâzi'ât, 79/37-39) âyetleri buna işaret etmektedir. Kur'ân, azgın ve başkaları üzerinde ilahlık iddiasında bulunacak kadar sapıtanlara ve kendisini Nemrud ve Firavun örneğinde olduğu gibi yeryüzünün hükümdarı ve tek hâkimi kabul edenlere tağut demektedir. "...İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tağuttur. Onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar, cehennemliklerdir?" (Bakara, 2/257) (F.K.)
  +
  +
 
Ferah
 
Ferah
Ferah, üç şekilde tefsir edilir:
+
Ferah, üç şekilde tefsir edilir:
   
1. Şımarıp azmak, azgınlık etmek
+
1. Şımarıp azmak, azgınlık etmek
   
"Ferahlanma (şımarıp azma)! Doğrusu Allah ferahlananları (şımarıp azanları) sevmez." [49]
+
"Ferahlanma (şımarıp azma)! Doğrusu Allah ferahlananları (şımarıp azanları) sevmez." [49]
   
"Şüphesiz o, ferahlanır (şımarıp azar)." [50]
+
"Şüphesiz o, ferahlanır (şımarıp azar)." [50]
   
Bu şundandır:
+
Bu şundandır:
   
"Yeryüzünde haksız yere ferahlanıyor­dunuz (büyüklük taslıyordunuz, şımarıp azıyor­dunuz)." [51]
+
"Yeryüzünde haksız yere ferahlanıyor­dunuz (büyüklük taslıyordunuz, şımarıp azıyor­dunuz)." [51]
   
2. Rızâ (razı olma/hoşnutluk/memnu­niyet)
+
2. Rızâ (razı olma/hoşnutluk/memnu­niyet)
   
"Onlar ise dünya hayat ile ferahlandılar (şimdi­ki/yakın hayata razı oldular). Halbuki dünya hayat, âhirete nisbetle bir geçimlikten başka birşey değildir." [52]
+
"Onlar ise dünya hayat ile ferahlandılar (şimdi­ki/yakın hayata razı oldular). Halbuki dünya hayat, âhirete nisbetle bir geçimlikten başka birşey değildir." [52]
   
"Her hizb sahib olduğu ile ferahlık duymaktadır (ona razıdır)." [53]
+
"Her hizb sahib olduğu ile ferahlık duymaktadır (ona razıdır)." [53]
   
"İlmden yanlarında bulunan ile ferahlandılar (yanlarındaki ilme razı oldular)." [54]
+
"İlmden yanlarında bulunan ile ferahlandılar (yanlarındaki ilme razı oldular)." [54]
   
3. Bizatihi ferah/sevinmek
+
3. Bizatihi ferah/sevinmek
   
"Hatta gemilerde bulunduğunuz ve onlar içindekileri alıp elverişli bir rüzgâr ile seyrettikleri, kendileri de bununla ferahlandıkları (sevindikleri) sırada..." [55]
+
"Hatta gemilerde bulunduğunuz ve onlar içindekileri alıp elverişli bir rüzgâr ile seyrettikleri, kendileri de bununla ferahlandıkları (sevindikleri) sırada..." [55]
   
 
[[TUĞYÂN]]..
 
[[TUĞYÂN]]..
 
 
TUĞYÂN
 
TUĞYÂN
[[TUĞYÂN]] Haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık; isyan, küfür. "[[Tuğyan]]" kelimesi "tağâ" (azdı, taştı, zulmetti) fiilinin masdarı olarak Kur'an'da dokuz yerde geçer. Ayrıca haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar manasında (taği) altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran "şeytan", "put" ve "kâhin" anlamında (Tağut) sekiz yerde geçer. Masdar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur'an'da toplam otuzdokuz yerde zikredilir. Hadiste: Hızır'ın öldürdüğü çocuğun[1] inkarcı bir tabiata sahip olduğu, eğer yaşasaydı ebeveynini "tuğyan"a ve küfre sürükleyeceği[2] bildirilmektedir. Yine hadiste malın "tuğyan"ı olduğu gibi ilmin de "tuğyan"ı olduğu bildirilmiştir. Yani ilim, sahibini, şüpheli hususlarda ruhsat kullanması suretiyle, helâl olmayan yollara sevk eder. İlmi dolayısıyla kendisinden aşağıda olan kimselere büyüklük taslar ve mal sahibinin yaptığı gibi ilmiyle amel etmeyerek ilminin hakkını veremezse bu ilmin tuğyanı olur.[3]
+
[[TUĞYÂN]] Haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık; isyan, küfür. "[[Tuğyan]]" kelimesi "tağâ" (azdı, taştı, zulmetti) fiilinin masdarı olarak Kur'an'da dokuz yerde geçer. Ayrıca haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar manasında (taği) altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran "şeytan", "put" ve "kâhin" anlamında (Tağut) sekiz yerde geçer. Masdar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur'an'da toplam otuzdokuz yerde zikredilir. Hadiste: Hızır'ın öldürdüğü çocuğun[1] inkarcı bir tabiata sahip olduğu, eğer yaşasaydı ebeveynini "tuğyan"a ve küfre sürükleyeceği[2] bildirilmektedir. Yine hadiste malın "tuğyan"ı olduğu gibi ilmin de "tuğyan"ı olduğu bildirilmiştir. Yani ilim, sahibini, şüpheli hususlarda ruhsat kullanması suretiyle, helâl olmayan yollara sevk eder. İlmi dolayısıyla kendisinden aşağıda olan kimselere büyüklük taslar ve mal sahibinin yaptığı gibi ilmiyle amel etmeyerek ilminin hakkını veremezse bu ilmin tuğyanı olur.[3]
 
"[[Tuğyan]]" ile aynı kökten gelen "Tağut" kelimesi, azgın, insanlara zorla hükmeden kâfir, zorba kişiyi ifade eder. Kur'an'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı, "Tağut" da kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş; "müminlerin Allah yolunda savaştıkları" kâfirlerin ise, "tağut yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir: "Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları azgın putlar (tağut) dır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır" (el-Bakara, 2/257) "İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise şeytan (tağut) yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın. Esasen şeytanın hilesi zayıftır" (el-Nisâ, 4/76). Kur'an-ı Kerîm'de Âd, Semûd ve Nuh kavmi gibi azgın toplulukların, Allah'ın emriyle yine azgın, köpürüp kuduran tufan; her şeyi yerinden söküp atan "dondurucu rüzgâr"[4] ve korkunç ses (sayha)[5] ile helâk edildikleri anlatılmaktadır. Böylece sanki onlara, amelleri cinsinden bir ceza verilmiştir. Haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç tanımayan insana Allah'ın emrine boyun eğen tabii hadiseler (tufan, fırtına, zelzele vb.) yoluyla haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı halde başkaldırıp isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın insan, akıl sahibi olmadığı halde her emre boyun eğen "Allah'ın askerleri"[6] tarafından mağlub ve perişan edilir. Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, aklını yegane rehber kabul ederek kendini beğenen "bencil" insan bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeğe başladı mı, "tuğyan" içine düşmüş olur: "şüphesiz, insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder" (el-Alak: 96/6). "İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vahyettiği zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, ilim ve dilediğini dileme ve yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini onun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeye girişir. İşte bu hal, tuğyan halidir ve bu tür insanlar da Kur'an'ın diliyle Tağidir"[7]
 
"[[Tuğyan]]" ile aynı kökten gelen "Tağut" kelimesi, azgın, insanlara zorla hükmeden kâfir, zorba kişiyi ifade eder. Kur'an'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı, "Tağut" da kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş; "müminlerin Allah yolunda savaştıkları" kâfirlerin ise, "tağut yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir: "Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları azgın putlar (tağut) dır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır" (el-Bakara, 2/257) "İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise şeytan (tağut) yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın. Esasen şeytanın hilesi zayıftır" (el-Nisâ, 4/76). Kur'an-ı Kerîm'de Âd, Semûd ve Nuh kavmi gibi azgın toplulukların, Allah'ın emriyle yine azgın, köpürüp kuduran tufan; her şeyi yerinden söküp atan "dondurucu rüzgâr"[4] ve korkunç ses (sayha)[5] ile helâk edildikleri anlatılmaktadır. Böylece sanki onlara, amelleri cinsinden bir ceza verilmiştir. Haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç tanımayan insana Allah'ın emrine boyun eğen tabii hadiseler (tufan, fırtına, zelzele vb.) yoluyla haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı halde başkaldırıp isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın insan, akıl sahibi olmadığı halde her emre boyun eğen "Allah'ın askerleri"[6] tarafından mağlub ve perişan edilir. Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, aklını yegane rehber kabul ederek kendini beğenen "bencil" insan bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeğe başladı mı, "tuğyan" içine düşmüş olur: "şüphesiz, insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder" (el-Alak: 96/6). "İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vahyettiği zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, ilim ve dilediğini dileme ve yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini onun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeye girişir. İşte bu hal, tuğyan halidir ve bu tür insanlar da Kur'an'ın diliyle Tağidir"[7]
 
Allah, insanların azıp sapmamaları için her şeyi ölçü ile yaratmış, rızkı da belli bir ölçü ile insanlara vermiştir: "Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, dilediğini bir ölçüyle indirir" (eş-Şûrâ, 42/27). “İnsanın açık bir düşmanı olan şeytan”[8] ve "kötülüğü çok emreden nefis"[9] insanı azgınlığa ve sapıklığa teşvik eder. Bunun için Kur'an, nefis ve şeytana karşı insanı sık sık uyarır ve onların vesvese ve saptırmalarına karşı uyanık bulunmalarını emreder. Allah'ın bu uyarısı insanlara olan lütuf ve merhametinin bir eseridir. Allah insanı başıboş bırakmamıştır.[10] Başıboş bıraksaydı kendi aleyhlerine olurdu; azıp saparlardı. Bununla beraber insanların çoğu bilgisizlikleri ve akılsızlıkları yüzünden iman etmemişlerdir. Kur'an 'da "Firavn", "Tuğyan"ın simgesi olarak takdim edilmiştir. O, bütün gücün kendi elinde olduğunu vehmediyor, insanları küçük görüyor, onları öldürüyor ve en "kötü işkence"ye maruz bırakıyordu.[11] Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu kölesi; "Mısır ve nehirler" onun mülkü idi: "Firavun milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?" (Zuhruf, 43/51). O, bunun bir istidrac (küfrünü artıran, cezasını artıran bir imtihan) olduğunu anlayamamıştı. Eğer ona Musa ve Harun gibi iki mübarek Peygamber gidip de "tuğyan"ını hatırlatmasa ve onu Allah'a çağırmasa idiler, belki o Allah'a karşı özür beyan etme sevdasına kapılabilir, "Ya Rabbi bana bir uyarıcı gelmedi ki" diyebilirdi. Çünkü azgınlığının farkında değildi; İnsanları köle olarak çalıştırmayı onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabii hakkı olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti. Tuğyanın temelinde "kibir" ve "benlik" yatar. Şeytanın azgınlığınının sebebi kibir ve benlik idi. Bu bakımdan Nisa sûresinin 51. ayetinde "Tağut" şeytan olarak yorumlanmıştır. Tuğyan kelimesine küfür, şirk ve zulüm olarak iki şekilde mana vermek gerekir: "Doğrusu şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 31/13). Çünkü şirk, bile bile hakkı inkâr etmek, niyeti görmemek ve onu verene isyan etmektir. Bu, iman noktasından bir "tuğyan" dır. İman açısından tuğyan içinde bulunan kimsenin uygulama bakımından da "zalim" olması tabiidir. Firavunun tuğyanı buna örnektir. Uygulama açısından "tuğyan" ise "zulüm" ve "haksızlık" tır. Özellikle yetki sahibi bir kimsenin, kendisini haklı gösterecek bazı gerekçelerle adaletten ayrılması ve emri altındakilere zulmetmesidir. Böyle kişilerin hakkı korkusuzca söyleyen âlimler tarafından uyarılması gerekir. Hadiste böyle zulüm yapan yöneticiye (sultanun cairun) karşı hakkı söyleyen âlim övülmektedir: “Cihadın en-üstünü zalim hükümdara karşı hak sözü söylemektir"[12]
 
Allah, insanların azıp sapmamaları için her şeyi ölçü ile yaratmış, rızkı da belli bir ölçü ile insanlara vermiştir: "Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, dilediğini bir ölçüyle indirir" (eş-Şûrâ, 42/27). “İnsanın açık bir düşmanı olan şeytan”[8] ve "kötülüğü çok emreden nefis"[9] insanı azgınlığa ve sapıklığa teşvik eder. Bunun için Kur'an, nefis ve şeytana karşı insanı sık sık uyarır ve onların vesvese ve saptırmalarına karşı uyanık bulunmalarını emreder. Allah'ın bu uyarısı insanlara olan lütuf ve merhametinin bir eseridir. Allah insanı başıboş bırakmamıştır.[10] Başıboş bıraksaydı kendi aleyhlerine olurdu; azıp saparlardı. Bununla beraber insanların çoğu bilgisizlikleri ve akılsızlıkları yüzünden iman etmemişlerdir. Kur'an 'da "Firavn", "Tuğyan"ın simgesi olarak takdim edilmiştir. O, bütün gücün kendi elinde olduğunu vehmediyor, insanları küçük görüyor, onları öldürüyor ve en "kötü işkence"ye maruz bırakıyordu.[11] Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu kölesi; "Mısır ve nehirler" onun mülkü idi: "Firavun milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?" (Zuhruf, 43/51). O, bunun bir istidrac (küfrünü artıran, cezasını artıran bir imtihan) olduğunu anlayamamıştı. Eğer ona Musa ve Harun gibi iki mübarek Peygamber gidip de "tuğyan"ını hatırlatmasa ve onu Allah'a çağırmasa idiler, belki o Allah'a karşı özür beyan etme sevdasına kapılabilir, "Ya Rabbi bana bir uyarıcı gelmedi ki" diyebilirdi. Çünkü azgınlığının farkında değildi; İnsanları köle olarak çalıştırmayı onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabii hakkı olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti. Tuğyanın temelinde "kibir" ve "benlik" yatar. Şeytanın azgınlığınının sebebi kibir ve benlik idi. Bu bakımdan Nisa sûresinin 51. ayetinde "Tağut" şeytan olarak yorumlanmıştır. Tuğyan kelimesine küfür, şirk ve zulüm olarak iki şekilde mana vermek gerekir: "Doğrusu şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 31/13). Çünkü şirk, bile bile hakkı inkâr etmek, niyeti görmemek ve onu verene isyan etmektir. Bu, iman noktasından bir "tuğyan" dır. İman açısından tuğyan içinde bulunan kimsenin uygulama bakımından da "zalim" olması tabiidir. Firavunun tuğyanı buna örnektir. Uygulama açısından "tuğyan" ise "zulüm" ve "haksızlık" tır. Özellikle yetki sahibi bir kimsenin, kendisini haklı gösterecek bazı gerekçelerle adaletten ayrılması ve emri altındakilere zulmetmesidir. Böyle kişilerin hakkı korkusuzca söyleyen âlimler tarafından uyarılması gerekir. Hadiste böyle zulüm yapan yöneticiye (sultanun cairun) karşı hakkı söyleyen âlim övülmektedir: “Cihadın en-üstünü zalim hükümdara karşı hak sözü söylemektir"[12]
 
İslam tarihi, zalim sultanlara ve kötü hükümdarlara karşı gelen güçlü bilginlerle doludur. Çoğu kez bu muhalefet, dil ve kalemden mızrak ve kılıca dönüştü. Tıpkı Abdurrahman b. el-Eş'as ve beraberindeki fakih ve muhaddislerin, Haccac'ın tuğyanına (taşkınlığına) ve Emevî devletinin sapmasına başkaldırmaları gibi. Medine'nin ünlü fakihi Saîd b. Müseyyeb, Hulefa-i Raşidin'in yolundan gitmeyen, mal-mevki ve nüfuz peşinde koşan Emevi emir ve valilerinin, kendi itibarından yararlanmak için yaptıkları mal ve mevki tekliflerini reddediyor ve onların kötü emellerine alet olmuyordu. Velid b. Abdülmelik'e biatı reddeden Saîd b. Müseyyeb'e 60 değnek ceza vuruldu. Tabiin dönemi âlimlerinden Saîd b. Cübeyr, Haccac'ın zulmünü önce vaaz ve nasihatle önlemeye çalıştı, bu fayda vermeyince ona karşı ayaklandı ve şehid edildi. Halife Mansur'un zulmüne boyun eğmeyerek onun gayri meşrû isteklerine alet olmamak için teklif edilen kadılık görevini reddeden Ebu Hanife de işkenceyle şehid edilmiştir.[13]
 
İslam tarihi, zalim sultanlara ve kötü hükümdarlara karşı gelen güçlü bilginlerle doludur. Çoğu kez bu muhalefet, dil ve kalemden mızrak ve kılıca dönüştü. Tıpkı Abdurrahman b. el-Eş'as ve beraberindeki fakih ve muhaddislerin, Haccac'ın tuğyanına (taşkınlığına) ve Emevî devletinin sapmasına başkaldırmaları gibi. Medine'nin ünlü fakihi Saîd b. Müseyyeb, Hulefa-i Raşidin'in yolundan gitmeyen, mal-mevki ve nüfuz peşinde koşan Emevi emir ve valilerinin, kendi itibarından yararlanmak için yaptıkları mal ve mevki tekliflerini reddediyor ve onların kötü emellerine alet olmuyordu. Velid b. Abdülmelik'e biatı reddeden Saîd b. Müseyyeb'e 60 değnek ceza vuruldu. Tabiin dönemi âlimlerinden Saîd b. Cübeyr, Haccac'ın zulmünü önce vaaz ve nasihatle önlemeye çalıştı, bu fayda vermeyince ona karşı ayaklandı ve şehid edildi. Halife Mansur'un zulmüne boyun eğmeyerek onun gayri meşrû isteklerine alet olmamak için teklif edilen kadılık görevini reddeden Ebu Hanife de işkenceyle şehid edilmiştir.[13]
 
Malik b. Enes de Halife Mansur'dan haksızlık ve zulüm gördü. Hz. Ali (r.a) taraftarlarının isyanına fetva vermesi üzerine ona işkence yapıldı.[14]
 
Malik b. Enes de Halife Mansur'dan haksızlık ve zulüm gördü. Hz. Ali (r.a) taraftarlarının isyanına fetva vermesi üzerine ona işkence yapıldı.[14]
Örneklerden de anlaşıldığı gibi "tuğyan" (zulüm), mümin olsun, kâfir olsun, maddî gücü ve siyasî iktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bir hastalıktır. Yöneticiler bu hastalıktan ancak yanlarına müttaki alim yardımcılar (müşavirler) almak ve adalete sarılmak suretiyle kurtulabilirler. Çünkü mutlak Hakim, Cebbar ve Kahhar olan Yüce Allah adaleti emretmektedir.[15] Adalet, yöneticinin iktidarında uzun süre kalmasını ve adının hayırla anılmasını sağlayan temel bir özelliktir. Zulüm ise bunun tersidir. Zalim bir yönetici kısa sürede iktidarını kaybeder ve herkes tarafından lanetle anılır. Tuğyan, siyasî iktidarı elinde bulunduran kişilerin sırf kendi iktidarını devam ettirmek ve rakiplerini etkisiz bırakmak için, çevresindeki kötü kişilerin telkin ve tahriklerine kapılarak zulme sapmalarıdır. Onları bu geçici iktidar sarhoşluğundan kurtarıp zulümlerini önleyecek olan, dünya malına ve makamına değer vermeyen gerçek alimlerdir. Yönetici ancak böyle cesur alimlerin uyarı ve tavsiyeleriyle ve sorumluluğunun şuurunda olarak Allah'tan korkmak suretiyle adaleti yerine getirebilir Hz. Ömer'in her gün kendisine: "Ey Ömer Allah'dan kork!” uyarısı yapmak üzere bir kişiyi görevlendirdiğine; zulme sapmaktan korkan bazı yöneticilerin de kendilerine: "Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var" ikazını yaptırdıklarına tarih şahidlik etmektedir.[16]
+
Örneklerden de anlaşıldığı gibi "tuğyan" (zulüm), mümin olsun, kâfir olsun, maddî gücü ve siyasî iktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bir hastalıktır. Yöneticiler bu hastalıktan ancak yanlarına müttaki alim yardımcılar (müşavirler) almak ve adalete sarılmak suretiyle kurtulabilirler. Çünkü mutlak Hakim, Cebbar ve Kahhar olan Yüce Allah adaleti emretmektedir.[15] Adalet, yöneticinin iktidarında uzun süre kalmasını ve adının hayırla anılmasını sağlayan temel bir özelliktir. Zulüm ise bunun tersidir. Zalim bir yönetici kısa sürede iktidarını kaybeder ve herkes tarafından lanetle anılır. Tuğyan, siyasî iktidarı elinde bulunduran kişilerin sırf kendi iktidarını devam ettirmek ve rakiplerini etkisiz bırakmak için, çevresindeki kötü kişilerin telkin ve tahriklerine kapılarak zulme sapmalarıdır. Onları bu geçici iktidar sarhoşluğundan kurtarıp zulümlerini önleyecek olan, dünya malına ve makamına değer vermeyen gerçek alimlerdir. Yönetici ancak böyle cesur alimlerin uyarı ve tavsiyeleriyle ve sorumluluğunun şuurunda olarak Allah'tan korkmak suretiyle adaleti yerine getirebilir Hz. Ömer'in her gün kendisine: "Ey Ömer Allah'dan kork!” uyarısı yapmak üzere bir kişiyi görevlendirdiğine; zulme sapmaktan korkan bazı yöneticilerin de kendilerine: "Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var" ikazını yaptırdıklarına tarih şahidlik etmektedir.[16]
 
[1] bk. el-Kehf, 18/74, 80. [2] Müslim, Kader: 29; Ebu Davud, Sünen: 16, Hadis No: 4705. [3] bk. İbn Manzur, Lisanu'l Arab, "Tağa" md. [4] el-Hâkka, 69/6. [5] Hud, 11/67. [6] el-Fetih, 48/7. [7] Ali Ünal, Kur'ân'da Temel Kavramlar, 355-356. [8] Yusuf, 12/5. [9] Yusuf, 12/53. [10] Kıyame, 75/36. [11] el-Bakara, 2/49; İbrahim, 14/6. [12] İbn Mâce, Fiten, 20. [13] Beyyumi, Tuğyana Karşı Ulema, 17 vd. [14] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi III, 92-93. [15] en-Nisa, 4/58; en-Nahl, 16/90. [16] Halit Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/226-228.
 
[1] bk. el-Kehf, 18/74, 80. [2] Müslim, Kader: 29; Ebu Davud, Sünen: 16, Hadis No: 4705. [3] bk. İbn Manzur, Lisanu'l Arab, "Tağa" md. [4] el-Hâkka, 69/6. [5] Hud, 11/67. [6] el-Fetih, 48/7. [7] Ali Ünal, Kur'ân'da Temel Kavramlar, 355-356. [8] Yusuf, 12/5. [9] Yusuf, 12/53. [10] Kıyame, 75/36. [11] el-Bakara, 2/49; İbrahim, 14/6. [12] İbn Mâce, Fiten, 20. [13] Beyyumi, Tuğyana Karşı Ulema, 17 vd. [14] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi III, 92-93. [15] en-Nisa, 4/58; en-Nahl, 16/90. [16] Halit Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/226-228.
 
[[Fesad]]ın en yaygın olarak işlendiği alan insanlara ait haklara tecavüzdür. Bu fesadın en önemlisi de insanın yaşama hakkına yapılan haksız saldırıdır. Kur’an bir kimsenin haksız yere başkasını öldürmesini ‘bütün insanları öldürmüş’ gibi saymaktadır.[1] Fesat; iyilik, güzellik, doğruluk ve adalet ilkeleri esas alınarak oluşturulan ya da oluşturulmaya çalışılan bir sosyal düzene karşı çıkmayı simgeleyen bir kavramdır.[2] Bu adalet ve huzur düzenine aykırı bütün kötülükler fesattır. Bu bağlamda hırsızlık[3], ölçüde ve tartıda hile yapmak[4], kamu düzenini bozma, ekini (ticaret ve iktisat hayatını) nesilleri mahvetme[5], hak ve adalet sınırını aşarak azmak (tuğyan etmek)[6], bozgunculuk yapmak, ya da buna sebep olmak[7], insanları zayıflatmak için gruplara ayırmak[8], zalim yöneticilerin hükmetme arzusu, iktidar tutkunluğu[9], her türlü aşırılığa sapmak[10] insanların haklarına zarar veren fesat türlerindendir.
 
 
[11] [1] Maide: 5/5. [2] (E. Pazarbaşı, nak. K. Siyasí Kavramlar, s: 348. [3] Yusuf: 12/70-73. [4] Hûd: 11/85. [5] Bakara: 2/205. [6] Fecr: 89/9-14. [7] A’raf: 7/127; Kehf: 18/93-94; Neml: 27/48. [8] Kasas: 28/3-4. [9] Neml: 27/34. [10] Şuara: 26/151-152. [11] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 184.
[[Fesad]]ın en yaygın olarak işlendiği alan insanlara ait haklara tecavüzdür. Bu fesadın en önemlisi de insanın yaşama hakkına yapılan haksız saldırıdır. Kur’an bir kimsenin haksız yere başkasını öldürmesini ‘bütün insanları öldürmüş’ gibi saymaktadır.[1] Fesat; iyilik, güzellik, doğruluk ve adalet ilkeleri esas alınarak oluşturulan ya da oluşturulmaya çalışılan bir sosyal düzene karşı çıkmayı simgeleyen bir kavramdır.[2] Bu adalet ve huzur düzenine aykırı bütün kötülükler fesattır. Bu bağlamda hırsızlık[3], ölçüde ve tartıda hile yapmak[4], kamu düzenini bozma, ekini (ticaret ve iktisat hayatını) nesilleri mahvetme[5], hak ve adalet sınırını aşarak azmak (tuğyan etmek)[6], bozgunculuk yapmak, ya da buna sebep olmak[7], insanları zayıflatmak için gruplara ayırmak[8], zalim yöneticilerin hükmetme arzusu, iktidar tutkunluğu[9], her türlü aşırılığa sapmak[10] insanların haklarına zarar veren fesat türlerindendir.
 
[11] [1] Maide: 5/5. [2] (E. Pazarbaşı, nak. K. Siyasí Kavramlar, s: 348. [3] Yusuf: 12/70-73. [4] Hûd: 11/85. [5] Bakara: 2/205. [6] Fecr: 89/9-14. [7] A’raf: 7/127; Kehf: 18/93-94; Neml: 27/48. [8] Kasas: 28/3-4. [9] Neml: 27/34. [10] Şuara: 26/151-152. [11] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 184.
 
   
 
=={{Dil|Türkçe}}==
 
=={{Dil|Türkçe}}==

21.58, 9 Ocak 2011 tarihindeki hâli

TUĞYAN

Sözlükte "haddi aşmak, çok azgınlık göstermek, su taşmak, çoğalmak, deniz coşmak, mizaçta kan galebe etmek, zulüm ve küfürde çok ileri gitmek" anlamlarına gelir. Bu kavram türevleriyle birlikte Kur'ân'ın kırk ayrı yerinde geçmiştir. İnsan belli nimetlere kavuşup, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vehmettiği an gurur, kibir ve gaflete kapılarak tuğyan kapısını aralar, bir adım daha öteye geçince Allah'a ortak koşmaya, nefsini O'nun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeye başlar. İşte bu hal tuğyan halidir. Bu tür insanlar da Kur'ân'ın ifadesiyle tâğîdir. Nitekim geçmiş toplumların karakteri ve onları helaka götüren sebepler anlatılırken tuğyan felaketine dikkat çekilmiştir. Firavun'un tavrı, Nûh kavminin inkârı, Lût kavminin taşkınlığı ve Semûd kavminin zevk ve sefa içinde yaşadıkları halde nankör davranmaları bir zulüm ve tuğyan hareketi olarak değerlendirilmiştir. "Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz? Yakaladığınız zaman, zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?" (Şu'arâ, 26/128-130) "Azana ve dünya hayatını ahirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır." (Nâzi'ât, 79/37-39) âyetleri buna işaret etmektedir. Kur'ân, azgın ve başkaları üzerinde ilahlık iddiasında bulunacak kadar sapıtanlara ve kendisini Nemrud ve Firavun örneğinde olduğu gibi yeryüzünün hükümdarı ve tek hâkimi kabul edenlere tağut demektedir. "...İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tağuttur. Onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar, cehennemliklerdir?" (Bakara, 2/257) (F.K.)


Ferah Ferah, üç şekilde tefsir edilir:

1. Şımarıp azmak, azgınlık etmek

"Ferahlanma (şımarıp azma)! Doğrusu Allah ferahlananları (şımarıp azanları) sevmez." [49]

"Şüphesiz o, ferahlanır (şımarıp azar)." [50]

Bu şundandır:

"Yeryüzünde haksız yere ferahlanıyor­dunuz (büyüklük taslıyordunuz, şımarıp azıyor­dunuz)." [51]

2. Rızâ (razı olma/hoşnutluk/memnu­niyet)

"Onlar ise dünya hayat ile ferahlandılar (şimdi­ki/yakın hayata razı oldular). Halbuki dünya hayat, âhirete nisbetle bir geçimlikten başka birşey değildir." [52]

"Her hizb sahib olduğu ile ferahlık duymaktadır (ona razıdır)." [53]

"İlmden yanlarında bulunan ile ferahlandılar (yanlarındaki ilme razı oldular)." [54]

3. Bizatihi ferah/sevinmek

"Hatta gemilerde bulunduğunuz ve onlar içindekileri alıp elverişli bir rüzgâr ile seyrettikleri, kendileri de bununla ferahlandıkları (sevindikleri) sırada..." [55]

TUĞYÂN.. TUĞYÂN TUĞYÂN Haddi aşma, zulüm, azgınlık, sapıklık; isyan, küfür. "Tuğyan" kelimesi "tağâ" (azdı, taştı, zulmetti) fiilinin masdarı olarak Kur'an'da dokuz yerde geçer. Ayrıca haddi aşıp azgınlık yapan kişi ve topluluklar manasında (taği) altı yerde; insanları yoldan çıkaran, azdıran "şeytan", "put" ve "kâhin" anlamında (Tağut) sekiz yerde geçer. Masdar ve diğer türevleriyle birlikte bu kelime Kur'an'da toplam otuzdokuz yerde zikredilir. Hadiste: Hızır'ın öldürdüğü çocuğun[1] inkarcı bir tabiata sahip olduğu, eğer yaşasaydı ebeveynini "tuğyan"a ve küfre sürükleyeceği[2] bildirilmektedir. Yine hadiste malın "tuğyan"ı olduğu gibi ilmin de "tuğyan"ı olduğu bildirilmiştir. Yani ilim, sahibini, şüpheli hususlarda ruhsat kullanması suretiyle, helâl olmayan yollara sevk eder. İlmi dolayısıyla kendisinden aşağıda olan kimselere büyüklük taslar ve mal sahibinin yaptığı gibi ilmiyle amel etmeyerek ilminin hakkını veremezse bu ilmin tuğyanı olur.[3] "Tuğyan" ile aynı kökten gelen "Tağut" kelimesi, azgın, insanlara zorla hükmeden kâfir, zorba kişiyi ifade eder. Kur'an'da Allah müminlerin dostu ve yardımcısı, "Tağut" da kâfirlerin dostu ve yardımcısı olarak gösterilmiş; "müminlerin Allah yolunda savaştıkları" kâfirlerin ise, "tağut yolunda savaştıkları" ifade edilmiştir: "Allah inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları azgın putlar (tağut) dır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada temelli kalacaklardır" (el-Bakara, 2/257) "İnananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler ise şeytan (tağut) yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın. Esasen şeytanın hilesi zayıftır" (el-Nisâ, 4/76). Kur'an-ı Kerîm'de Âd, Semûd ve Nuh kavmi gibi azgın toplulukların, Allah'ın emriyle yine azgın, köpürüp kuduran tufan; her şeyi yerinden söküp atan "dondurucu rüzgâr"[4] ve korkunç ses (sayha)[5] ile helâk edildikleri anlatılmaktadır. Böylece sanki onlara, amelleri cinsinden bir ceza verilmiştir. Haddi aşıp isyan eden, azarak kendinden başka güç tanımayan insana Allah'ın emrine boyun eğen tabii hadiseler (tufan, fırtına, zelzele vb.) yoluyla haddi bildirilir. Akıl sahibi ve şerefli olarak yaratıldığı halde başkaldırıp isyan eden, her istediğini yapabileceğini zanneden azgın insan, akıl sahibi olmadığı halde her emre boyun eğen "Allah'ın askerleri"[6] tarafından mağlub ve perişan edilir. Tuğyan, insanın tabiatında vardır. Vahye kulağını tıkayan, aklını yegane rehber kabul ederek kendini beğenen "bencil" insan bir de çok mal sahibi olup kendini ihtiyaçtan uzak görmeğe başladı mı, "tuğyan" içine düşmüş olur: "şüphesiz, insanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder" (el-Alak: 96/6). "İnsan, kendisinde istediğini yapabilecek bir güç, bilgi ve yetenek vahyettiği zaman artık Allah'ı unutur; gerçek kudret, ilim ve dilediğini dileme ve yapabilme güç ve iradesine sahip olanın yalnızca Allah olduğunu aklından çıkarır. Bu durum insan için tuğyana açılan bir kapıdır; artık dilediğini yapar, hak-hukuk ve hiçbir sınır tanımaz. Allah'a ortak koşmaya, nefsini onun yerine geçirip heva ve heveslerinin peşinden gitmeye girişir. İşte bu hal, tuğyan halidir ve bu tür insanlar da Kur'an'ın diliyle Tağidir"[7] Allah, insanların azıp sapmamaları için her şeyi ölçü ile yaratmış, rızkı da belli bir ölçü ile insanlara vermiştir: "Eğer Allah rızkı kullarının hepsine bol bol verseydi yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Ama O, dilediğini bir ölçüyle indirir" (eş-Şûrâ, 42/27). “İnsanın açık bir düşmanı olan şeytan”[8] ve "kötülüğü çok emreden nefis"[9] insanı azgınlığa ve sapıklığa teşvik eder. Bunun için Kur'an, nefis ve şeytana karşı insanı sık sık uyarır ve onların vesvese ve saptırmalarına karşı uyanık bulunmalarını emreder. Allah'ın bu uyarısı insanlara olan lütuf ve merhametinin bir eseridir. Allah insanı başıboş bırakmamıştır.[10] Başıboş bıraksaydı kendi aleyhlerine olurdu; azıp saparlardı. Bununla beraber insanların çoğu bilgisizlikleri ve akılsızlıkları yüzünden iman etmemişlerdir. Kur'an 'da "Firavn", "Tuğyan"ın simgesi olarak takdim edilmiştir. O, bütün gücün kendi elinde olduğunu vehmediyor, insanları küçük görüyor, onları öldürüyor ve en "kötü işkence"ye maruz bırakıyordu.[11] Firavun mantığına göre bütün insanlar onun kulu kölesi; "Mısır ve nehirler" onun mülkü idi: "Firavun milletine şöyle seslendi: Ey milletim! Mısır hükümdarlığı ve memleketimde akan bu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?" (Zuhruf, 43/51). O, bunun bir istidrac (küfrünü artıran, cezasını artıran bir imtihan) olduğunu anlayamamıştı. Eğer ona Musa ve Harun gibi iki mübarek Peygamber gidip de "tuğyan"ını hatırlatmasa ve onu Allah'a çağırmasa idiler, belki o Allah'a karşı özür beyan etme sevdasına kapılabilir, "Ya Rabbi bana bir uyarıcı gelmedi ki" diyebilirdi. Çünkü azgınlığının farkında değildi; İnsanları köle olarak çalıştırmayı onlara işkence etmeyi ve öldürmeyi tabii hakkı olarak görüyordu. Saltanatı onu mağrur etmişti. Tuğyanın temelinde "kibir" ve "benlik" yatar. Şeytanın azgınlığınının sebebi kibir ve benlik idi. Bu bakımdan Nisa sûresinin 51. ayetinde "Tağut" şeytan olarak yorumlanmıştır. Tuğyan kelimesine küfür, şirk ve zulüm olarak iki şekilde mana vermek gerekir: "Doğrusu şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 31/13). Çünkü şirk, bile bile hakkı inkâr etmek, niyeti görmemek ve onu verene isyan etmektir. Bu, iman noktasından bir "tuğyan" dır. İman açısından tuğyan içinde bulunan kimsenin uygulama bakımından da "zalim" olması tabiidir. Firavunun tuğyanı buna örnektir. Uygulama açısından "tuğyan" ise "zulüm" ve "haksızlık" tır. Özellikle yetki sahibi bir kimsenin, kendisini haklı gösterecek bazı gerekçelerle adaletten ayrılması ve emri altındakilere zulmetmesidir. Böyle kişilerin hakkı korkusuzca söyleyen âlimler tarafından uyarılması gerekir. Hadiste böyle zulüm yapan yöneticiye (sultanun cairun) karşı hakkı söyleyen âlim övülmektedir: “Cihadın en-üstünü zalim hükümdara karşı hak sözü söylemektir"[12] İslam tarihi, zalim sultanlara ve kötü hükümdarlara karşı gelen güçlü bilginlerle doludur. Çoğu kez bu muhalefet, dil ve kalemden mızrak ve kılıca dönüştü. Tıpkı Abdurrahman b. el-Eş'as ve beraberindeki fakih ve muhaddislerin, Haccac'ın tuğyanına (taşkınlığına) ve Emevî devletinin sapmasına başkaldırmaları gibi. Medine'nin ünlü fakihi Saîd b. Müseyyeb, Hulefa-i Raşidin'in yolundan gitmeyen, mal-mevki ve nüfuz peşinde koşan Emevi emir ve valilerinin, kendi itibarından yararlanmak için yaptıkları mal ve mevki tekliflerini reddediyor ve onların kötü emellerine alet olmuyordu. Velid b. Abdülmelik'e biatı reddeden Saîd b. Müseyyeb'e 60 değnek ceza vuruldu. Tabiin dönemi âlimlerinden Saîd b. Cübeyr, Haccac'ın zulmünü önce vaaz ve nasihatle önlemeye çalıştı, bu fayda vermeyince ona karşı ayaklandı ve şehid edildi. Halife Mansur'un zulmüne boyun eğmeyerek onun gayri meşrû isteklerine alet olmamak için teklif edilen kadılık görevini reddeden Ebu Hanife de işkenceyle şehid edilmiştir.[13] Malik b. Enes de Halife Mansur'dan haksızlık ve zulüm gördü. Hz. Ali (r.a) taraftarlarının isyanına fetva vermesi üzerine ona işkence yapıldı.[14] Örneklerden de anlaşıldığı gibi "tuğyan" (zulüm), mümin olsun, kâfir olsun, maddî gücü ve siyasî iktidarı elinde bulunduran yöneticilerin yakalandıkları bir hastalıktır. Yöneticiler bu hastalıktan ancak yanlarına müttaki alim yardımcılar (müşavirler) almak ve adalete sarılmak suretiyle kurtulabilirler. Çünkü mutlak Hakim, Cebbar ve Kahhar olan Yüce Allah adaleti emretmektedir.[15] Adalet, yöneticinin iktidarında uzun süre kalmasını ve adının hayırla anılmasını sağlayan temel bir özelliktir. Zulüm ise bunun tersidir. Zalim bir yönetici kısa sürede iktidarını kaybeder ve herkes tarafından lanetle anılır. Tuğyan, siyasî iktidarı elinde bulunduran kişilerin sırf kendi iktidarını devam ettirmek ve rakiplerini etkisiz bırakmak için, çevresindeki kötü kişilerin telkin ve tahriklerine kapılarak zulme sapmalarıdır. Onları bu geçici iktidar sarhoşluğundan kurtarıp zulümlerini önleyecek olan, dünya malına ve makamına değer vermeyen gerçek alimlerdir. Yönetici ancak böyle cesur alimlerin uyarı ve tavsiyeleriyle ve sorumluluğunun şuurunda olarak Allah'tan korkmak suretiyle adaleti yerine getirebilir Hz. Ömer'in her gün kendisine: "Ey Ömer Allah'dan kork!” uyarısı yapmak üzere bir kişiyi görevlendirdiğine; zulme sapmaktan korkan bazı yöneticilerin de kendilerine: "Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var" ikazını yaptırdıklarına tarih şahidlik etmektedir.[16]

 [1] bk. el-Kehf, 18/74, 80. [2] Müslim, Kader: 29; Ebu Davud, Sünen: 16, Hadis No: 4705. [3] bk. İbn Manzur, Lisanu'l Arab, "Tağa" md. [4] el-Hâkka, 69/6. [5] Hud, 11/67. [6] el-Fetih, 48/7. [7] Ali Ünal, Kur'ân'da Temel Kavramlar, 355-356. [8] Yusuf, 12/5. [9] Yusuf, 12/53. [10] Kıyame, 75/36. [11] el-Bakara, 2/49; İbrahim, 14/6. [12] İbn Mâce, Fiten, 20. [13] Beyyumi, Tuğyana Karşı Ulema, 17 vd. [14] Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi III, 92-93. [15] en-Nisa, 4/58; en-Nahl, 16/90. [16] Halit Ünal, Şamil İslam Ansiklopedisi: 6/226-228.

Fesadın en yaygın olarak işlendiği alan insanlara ait haklara tecavüzdür. Bu fesadın en önemlisi de insanın yaşama hakkına yapılan haksız saldırıdır. Kur’an bir kimsenin haksız yere başkasını öldürmesini ‘bütün insanları öldürmüş’ gibi saymaktadır.[1] Fesat; iyilik, güzellik, doğruluk ve adalet ilkeleri esas alınarak oluşturulan ya da oluşturulmaya çalışılan bir sosyal düzene karşı çıkmayı simgeleyen bir kavramdır.[2] Bu adalet ve huzur düzenine aykırı bütün kötülükler fesattır. Bu bağlamda hırsızlık[3], ölçüde ve tartıda hile yapmak[4], kamu düzenini bozma, ekini (ticaret ve iktisat hayatını) nesilleri mahvetme[5], hak ve adalet sınırını aşarak azmak (tuğyan etmek)[6], bozgunculuk yapmak, ya da buna sebep olmak[7], insanları zayıflatmak için gruplara ayırmak[8], zalim yöneticilerin hükmetme arzusu, iktidar tutkunluğu[9], her türlü aşırılığa sapmak[10] insanların haklarına zarar veren fesat türlerindendir. [11] [1] Maide: 5/5. [2] (E. Pazarbaşı, nak. K. Siyasí Kavramlar, s: 348. [3] Yusuf: 12/70-73. [4] Hûd: 11/85. [5] Bakara: 2/205. [6] Fecr: 89/9-14. [7] A’raf: 7/127; Kehf: 18/93-94; Neml: 27/48. [8] Kasas: 28/3-4. [9] Neml: 27/34. [10] Şuara: 26/151-152. [11] Hüseyin K. Ece, İslam’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları: 184.

Lupa Eylem

Ico libri Anlamlar

[1] Taşkınlıkta ileri gitmek, kötülüğünü artırmak.
[2] (Deniz, ırmak vb. için) Kabarmak, taşmak.
[3] Çamaşır artık ağartılamaz duruma gelmek.
[4] (halk ağzı) Şablon:Ağız bataklık.

Nuvola Turkish flag Türk Dilleri


  • Azerice: [[azmaq#Azerice|azmaq]] (az)
  • Eski Türkçe: kartalmak (tr)
  • Eski Türkçe: azmak (tr)
  • {{{1}}}: [[azu#{{{1}}}|azu]] (tt)

|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

Eski Türkçe

Lupa Eylem

Ico libri Anlamlar

[1] Azmak
[2] Yoldan çıkmak

Lupa Eylem

Ico libri Anlamlar

[1] Başdan, yoldan şaşmak, isyan-i şekavet etmek, gümrah olmak, tahit ve lager olmak.

Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar