Yenişehir Wiki
Register
Advertisement


Ramazan Bayramı

Musa Hub | 01/01/2000. | YAZARLAR

Ramazan bayramı, senenin oruç ayı olan ramazan-ı şerifin bitiminde giren ve Türkiyemizin bazı yörelerinde “bayram ayı” denilen Şevval ayının ilk üç gününde kutlanan dinî bayramdır. “Ramazan bayramı, bir ay oruçla Rabb’e yaklaşma sevincini, yaşama neş’esini paylaşmanın ifadesi zengin, dolgun ve bereketli bir bayramdır.” [1] “Hakkullah/Allah’ın hakkı olan ramazan” ayında oruç ibadetini tamamlayan mü’minlere İlahî ikram sadedinde ve ramazandan ayrılığın acısına bir teselli anlamında “hukuk-u ibâd/kulların hakkı olan bir bayram” [2] dır. Allah’a karşı bir farz görevi yerine getirmiş olmak ve bir yıl ailecek afiyet üzere bulunmak, aklı başında olan herkes için sevinmeyi gerektiren bir ikram-ı ilahîdir. [3] Fakirlerin sadaka-i fıtırlarla rahat ve sürura kavuşmaları, zenginlerin de başkalarını mutlu etmekle huzura ermeleri, bu bayramın toplumun ruhî ve psikolojik yapısına olan pozitif katkılarındandır. Allah’ın isimlerinden birisi olduğu rivayet edilen Ramazan [4] , malum aya alem/özel isim olmuştur. Kelime olarak “temizlik, ihtirak (yakmak) ve keskinlik” manalarına gelir; ancak dinî açıdan, günahları temizleyip pâklamak anlamındadır. [5] Kur’an-ı Kerim’de Ramazan kelimesi sadece bir ayette geçmektedir: [Bakara 2/185]. Ramazan ayı ve oruçla alakalı hükümlerden bahseden pek çok ayet-i kerime bulunmaktadır: Orucun farziyeti, orun günlerinin ramazan ayı olduğu, oruçta kolaylık bulunduğu, hastaların-ihtiyarların-yolcuların orucu, Kur’an’ın ramazan ayında indirilişi [Bakara 2/183, 184-185]; İftar vakti, imsak vakti, i’tikaf sırasında kadınlara yaklaşmamak [Bakara 2/187]; Oruç tutanların mükafatları [Tevbe 9/112; Ahzâb 33/35; Tahrim 66/5]; Keffâret oruçları [Nisa 4/92, Maide 5/89, 95, Mücadele 58/4]. Ramazan bayramından ise Kur’anda zımnen ve mefhumen bahsedilmektedir:

Bakara suresindeki Ramazan ayı ve oruçtan bahseden beş ayetten (2/183-187) 185. ayetin son kısmı zımnen, 188’inci ayetin baş kısmı da işareten Ramazan bayramından bahsetmektedir: “Oruç sayılı günlerdedir… O sayılı günler, Ramazan ayıdır… Allah sizin hakkınızda kolaylık ister, zorluk istemez. Ve litükmilü’l-ıddete ve litükebbirallâhe alâ mâ hedâküm ve lealleküm teşkurûn.” (Bakara 2/184-185). “Ve litükmilü’l-ıddete” ifadesi “Ramazanın bütün günlerinde tastamam oruç tutun veya eğer bayram ayı (şevvâl hilali) görülmezse sayıyı otuza tamamlayın, öyle bayram yapın” manasına gelmektedir. “Ve litükebbirullâhe alâ mâ hedâküm” ifadesi ise, “Ramazanı tamamlayıp tekbir alarak bayram namazını kılınız” demektir. Ya da “Ramazan ayını oruçla tamamlayıp, şevvâl hilalini görünce (bayram için) tekbirler getirin!”manası da çıkabilir; zira tekbirin adedinin Ramazanı tamamlamayla ilgili olduğundan, burada bayrama açıktan bir işaret vardır. Bu tekbir, kişinin şevvâl hilalini görünce kendi kendine getireceği bir tekbir olabileceği gibi, selef ulemasından bir çoğunun anladığı üzere bayram namazına çıkarken yapılan tekbir veya bayram namazının tekbirleri de olabilir; her ikisi de muhtemeldir.

İbn Abbâs: “Müslümanlar Şevvâl hilalini gördükleri andan bayram günleri bitinceye kadar tekbir almaları getirmeleri üzerlerine bir haktır. Çünkü (Ve litükmilü’l-ıddete ve tükebbirullâhe alâ mâ hedâküm) buyrulmuştur” demiştir. Hz. Ali, Ebu Katade, İbn Ömer, Said b. Müseyyeb, Urve, Kasım, Harice b. Zeyd ve Nafi b. Cübeyr b. Mut’ım gibi ashab-ı kiramdan dahi rivayet edilmiştir ki, bayram günü namazgaha çıktıkları vakit tekbir alırlardı. İbn Abbas da namazgaha giderken yolda tekbir getirmeyi hoş görmemiştir. Bu da gösterir ki ona göre ayetteki tekbirden murad, imamın hutbede aldığı o tekbirlerdir ki cemaat da imamla birlikte alabilir. Bu delillerin hasılı olmak üzere Hanefî mezhebinde: Bu tekbirlerin hiçbirisi vacip değildir. Hilali görünce gizlice (genel manada) tekbir getirmek müstehap, Hz. Peygamber’den ve sahabe’den rivayet edildiği için bayramlarda namazgaha giderken tekbir getirmek sünnettir. Ancak bu tekbiri ramazan bayramında gizli, kurban bayramında sesli almak müstehaptır. Ayetteki tekbir mutlak olduğu için bütün bunlara şamil olursa da hepsinin vacip olduğunu ifade etmez. Nihayet bayramın girmesi ile mutlak bir tekbirin vacip olduğu ifade ederse, o da bayram namazı ve ondaki tekbirler olabilir.

Şu halde hasıl-ı mana: “Ramazanı tamamlayıp, tekbir alarak bayram namazını kılınız.” demektir.

Tekbir ise: “Allahü Ekber, Allahü Ekber, Lâilâhe illallahü vellâhü Ekber, Allahü Ekber ve lillâhi’l-hamd” şeklinde getirilir ki, sonunda “hamdin Allah’a mahsus oluşu”nu bildirir ifade, tefsirinde olduğumuz ayetin sonundaki “leallekum teşkürûn / şükredesiniz diye” ifadesiyle örtüşmektedir, güzel bir tevafuk sergilemektedir. Ayette “litükebbirullâhe” ile tekbirlerin emredilmesi, bayram namazı ve içindeki tekbirleri yerine getirmeyi bildirdiği gibi; “leallekum teşkürûn”la şükrün istenmesi de bayramı merasimlerle meşru dairede tes’îd etmeyi/kutlamayı bildirmektedir. Zira “Leallekum teşkurûn”da bayram süruruna ve bayramın bir şükran tarzı üzere yapılması hususuna özel bir işaret bulunmaktadır. Ve bu ifade, ondan oniki ayet önce geçen “Ey iman edenler! Size kısmet ettiğimiz rızıkların temiz ve helalinden yiyin. Eğer yalnız O’na ibadet ediyorsanız, şükrediniz!” (2/172) ayetindeki emirle de çok manidar bir tevafuk oluşturmaktadır. [6] Yine “Leallekum teşkurûn” ayetinin müteakip üçüncü ayetle de aralarında güzel bir tenasübü vardır: Sayılı günlerin oruçlarını ikmal ü itmam ettikten ve Allah’ın yasakladığı sınıra yaklaşmamak terbiyesini aldıktan sonra siz, yine “külû, yeyin!” müsaadesine dönüp, ramazan bayramı yaparak yiyip içeceksiniz.. yiyin, fakat, “velâ te’külû.. birbirinizin mallarını haksız yollarla yemeyin!” (Bakara 2/188). [7] Nasıl ramazan ayında kendi rızıklarınızdan bile belli vakitler el çektiniz; öyle de aynı itaat doğrultusunda bayram günlerinde ve müteakip zaman dilimlerinde yeme-içmede gayr-i meşruluğa sapmayın, hele katiyyen birbirinizin mallarına göz dikmeyin, anlamı çıkmaktadır

Hasılı: ayetteki “… Ve litükmilü’l-ıddete ve litükebbirallâhe alâ mâ hedâküm ve lealleküm teşkurûn.” (Bakara 2/185) cümlelerinin, ilgili rivayet ve dirayet yorumlarının ışığında tefsîrî meali şu şekilde olmuş olur: “Allah, sizden Ramazanın bütün günlerinde tastamam oruç tutmanızı ve eğer şevvâl ayının hilali görülmezse sayıyı otuza tamamlamanızı.. hilali gördüğünüzde Ramazan bayramı için (içinizden gizlice) tekbir getirmenizi; size hidayet etmesine veya hidayet ettiğine hamdetme niyetiyle (gizlice) Allah’a tekbirler getire getire bayram namazına gidip, namazı da yine (sesli olarak) getirdiğiniz tekbirlerle eda etmenizi.. sonra da bayramı Allah’a şükürle dolu olarak meşru dairede kutlamanızı ister.”

Ramazan bayramı Türkiye’de dört isimle anılmaktadır: Ramazan Bayramı, Fıtır Bayramı, Şeker Bayramı, Küçük Bayram. O günde fıtır sadakası verildiği için İslam literatüründe “fıtır bayramı” adını almıştır. Eski İstanbul’da ramazan bayramı ziyaretlerinde şeker ikramı adet olduğundan Türklerde bu bayrama “şeker bayramı” da denir; bayramlaşma, namazdan sonra, ziyaretler ile birlikte yapılır ve çocuklara büyükler tarafından mendiller hediye olunurdu. Aynı zamanda “küçük bayram” ismi de verilen ramazan bayramı, hakikatte, halk arasındaki tezahürler ile büyük bayram mahiyetindedir. [8] Ancak “dinî isim ve kavramların korunması, bunların mahiyetlerinin korunması kadar önem arzetmektedir. Bu sebeple Hz. Peygamber’den bize intikal ettiği şekliyle bu bayramları isimlendirmek ve gelecek nesillere taşımak Müslümana düşen vazifeler arasındadır.” [9]

Burada bir hususu da belirtmekte fayda var: Türkiyede Ramazan bayramından bir gün öncesine de Arefe/Arife günü denilmesi tamamen örfidir, dini değildir. İslam’da sadece Kurban bayramından bir gün önceki güne Arefe günü denir ve hadisle o günün bayram günleri içine dahil oldukları sabit kılınmıştır.

Ramazan bayramı Şevval ayı hilalini görmekle başlar; eğer hava bulutlu ise Ramazan ayı otuz gün hesaplanır, sonraki gün bayram edilir. Ramazanın 29’unda hilal görünürse ertesi gün Şevval’in 1’idir ve bayram yapılır. [10] Ramazan bayramında eda edilmesi gereken iki vacip amel vardır temelde: bayram namazı kılmak ve fıtır sadakası (fitre) vermek. [11] Ramazan ve Kurban bayramı namazları ikişer rek’attir ve aynı şekilde cemaatle kılınır. Cuma namazı üzerine farz olanların bayram namazı kılmaları Hanefî mezhebine göre vaciptir. Kadınların bayram namazı kılmaları sünnettir. Asr-ı saadette kadınlar bayram namazlarına cemaate iştirak ediyorlardı. Bayram namazlarından sonra okunan hutbeler sünnettir. Bayram namazının vakti, güneşin doğup, ufukta bir veya iki mızrak yükselmesinden itibaren başlar ve zeval vakti denilen güneşin tam tepeye dikilme zamanına kadar devam eder. Bir zaruret sebebiyle birinci günü kılınamazsa, cemaatle ikinci gün de kılınabilir.

Sadaka-i fıtır, Ramazan-ı şerifin sonuna yetişen ve havaic-i asliyesinden (aslî ihtiyaçlarından, yani borcundan, ikametgahından, evinin lüzumlu eşyasından, bineceği arabasından ve kendisiyle ehlinin bir aylık veya diğer bir kavle göre bir yıllık nafakalarından) başka en az nisap miktarı bir mala (yani iki yüz dirhem gümüş veya yirmi miskal altın veya bunların kıymetlerine muadil bir mal) malik bulunan her hür müslümanın (hatta çocuk veya mecnun bile olsa ki, bunların yerine velileri verir; velileri vermezse, büyüyünce kendileri verirler), dinen belirlenen kişilere, fakirlere vermesi İslam hukukuna göre vacip olan bir sadakadır; malın üzerinden bir yıl geçmiş olması şart değildir. Buna fıtra denilir ki, fıtrat sadakası, yani sevap için verilen yaratılış atiyyesi demektir. Sadaka-i fıtır, zekattan önce, oruçla beraber farz kılınmıştır. Bu bir yardımlaşmadır; orucun kabulüne, ölüm sekeratından ve kabrin azabından kurtuluşa bir vesiledir.

Sadaka-i fıtır, ramazan bayramının birinci günü fecrin tuluundan itibaren bayram namazına kadar vacip olursa da bundan birkaç gün, hatta birkaç ay veya sene evvel de, sonra da verilebilir. Ancak namazından önce verilmesi, fakirlerin namaza ve bayrama tasasız olarak iştiraklerini sağlayacağı için daha makbuldür. [12] Ta ki fakirler, bununla bayrama çıkmadan evvel, noksanlıklarını tedarik edebilsinler. Şairin “Kıla erbâb-ı dili âb-ı hayata sîrâb / İrişüb Hızır gibi âh mübarek bayram” –Nedim- dediği üzere, insanların imdadına bir Hızır gibi yetişsin bayramlar.

“Allah Teala, ramazan ve kurban bayramı günlerinde yeryüzüne rahmetiyle tecelli eder. Öyle ise namaz ve ziyaret için evlerden dışarı çıkın ki, rahmet size dokunsun.” [13] hadis- şerifine riayetle, bayramlarda evlere kapanıp kalmamalı, belki öncelikle namaz ve ziyaret için evlerden dışarı çıkılmalı, o bayram sevincini yaşamalı ve yaşatmalıdır. Peygamberimiz’in ramazan bayramının birinci günü bayram namazına gitmeden önce hurma gibi tatlı bir şey yemeden –tek sayıda yerdi- hane-i saadetlerinden çıkmadığı da gelen rivayetler arasındadır. [14] Bunda ise, bir gün önceki oruç haline – oruç ayının bitmesi sebebiyle- muhalefet etme gayesi vardır. Efendimiz bayram namazından önce fıtır sadakası verir; böylece, böyle bir günde fakirlerin muhtaç durumdan çıkarılması ve namaza endişesiz katılmaları sağlanırdı. [15]

Bayramda büyükleri ziyaret ve arz-ı ta’zimde bulunmak, en azından bu ikisi yerine kaim olmak üzere tebrikte bulunarak onların hayırlı dualarını talep etmek ve irşatlarını ummak, bayramın dinî neşvesini duymada önemli bir amel-i salihtir denilebilir. [16] Tebrikte bulunurken teberrükte bulunma niyetini içte saklı tutmak da, onu iki katı kıymetli ve bereketli hale getirir. Ayrıca tebrikte, gelmiş-geçmiş, maddi-manevî bayramlar birden kutlanırsa daha şümûllü olacaktır. [17]

İslam âlimleri, bayramlarda hediyeleşmeye büyük önem vermişlerdir. [18] Hediye-i Ramazaniye olarak çok farklı şeyler düşünülebilir. Ancak bunlar arasında kitapların yeri, her zamanki hürmetini ve asilliğini korumaktadır. Hatta Ramazan’da kendisine Risale-i Nur tefsirlerinin bazı nüshaları sunulan Bediüzzaman Hazretleri’nin, memnuniyetinin bir ifadesi olarak bu bayramın çok bayramları birden toplayan bir küllî bayram hükmüne geçtiğini söylemiş olması manidardır. [19] Özellikle dinî bayramlar, insanı bütünüyle saran birer mutluluk kaynağıdırlar. Hatta bir mübarek ramazan bayramında bile düşmanlığını sürdürerek bir âlimin yemeğine zehir katıp öldürmek isteyecek kadar kin ve nefretle dolmuş kimseler için dahi. [20] Onun bu engin dünyasından herkesin azami seviyede nasiplenmesini sağlamak, yine o dine inanan insanların bayram sorumluluklarından olsa gerektir.

Üç aylar, Recep, Şaban ve Ramazan derken.. bayramın bütün ihtişam ve coşkusuyla gelivermesi ve inananlara bedenî-ruhî hazlar yaşatması. Bu süreçte mü’minlerin his, şuur ve idrak seviyesinde duyup yaşadıkları manevî güzellikler ve bu zaman parçalarında gerçekleşen ledünnî hadiseler ile alakalı şu birkaç paragrafa can kulağımızı verelim:

“Ramazan öncüsü, hayırla, bereketle gelen aylar (Recep, Şaban gibi); sessiz, sâkin; fakat dolu dolu bir feyzin taşıp bütün gönülleri saracağı mübarek günlerin ufukta olduğunun emareleri ve işaretleri gibidirler. Her inanmış gönül, bu ayların ilk günüyle ramazan sath-ı mâiline girdiğini duyar, yaşar ve birkaç adım ileride kendini bekleyen bir bereket ayını olabildiğince değerlendirebilmek için şimdiden, sesi-soluğu ve sergileyeceği kulluğu itibariyle bütün duygularını bir kere daha gözden geçirir.. sanki gözleri henüz uykudan uyanmamış ve yapılacak iş, seslendirilecek mevzû ile konsantrasyon sağlanamamış da, bir kısım mırıltı ve sayıklamalarla, bu büyük iş ve kudsî teveccühün mûsikisini bulma, ritmini yakalama gayretini gösteriyor gibi olur.

Gönüller, bitevi heyecanla dolup, ruhlar da kıvamını bulunca, bu üstüste şafaklar değerindeki günlerin arkasından hilâl remziyle, fakat dolunay gibi ramazan doğuverir. En tatlı yeller gibi inşirâhla eser.. eser gönüllerimizi sarar, canlarımızı, tenlerimizi ipekler gibi okşar geçer ve tıpkı bahar yamaçları gibi gözlerimizi güzelliklere uyarır, gönüllerimizde yükselme arzusunu coşturur.. ve şelâleler gibi, sinelerimize yumuşak, tatlı bir ürperti salar.

Ramazan Ayına elveda hüznü ve Bayram Sevinci

Nihâyet bir aylık misafirlik biter, binbir vâridatla gelen ramazan da gider.. gider ama, onun getirdiği ışığa uyanmış ve dirilmiş ruhlar, sürekli düşünmüş ve haşyetle ürpermiş gönüller, vuslat arzusuyla yollara dökülmüş ve köpürmüş vicdanlar bu defa da bayramın sımsıcak günleriyle kucaklaşırlar. Evet kendilerini denize salan insanların bir müddet sonra, dört bir yandan su ile sarıldıklarını duyup hissetmeleri gibi, biz de üç aylardan sonra, kendimizi bayramın rengârenk ikliminde, huzur ve itmi’nan tüten atmosferinde buluruz.. bulur ve onu bütün duygularımızla hisseder, bütün benliğimizle yaşar ve mahiyetimizin bütün rükünleriyle paylaşırız.

Bayram şafağı söküp minarelerin başında temcidler tınlamaya başladığı ve her yanda lâhûtîliğin tütüp durduğu dakikalarda hülyalarımızı coşturup köpürten öyle sırlı şeyler duyarız ki, bunlar alır bizi derinlere, derinlerden de daha derinlere götürür ve gönüllerimize hiçbir zaman söylenemeyen ve bir şeyler anlattıkları hâlde katiyyen ifade edilemeyen, hele gündelik lisanla asla anlatılamayan en mahrem duyguları fısıldarlar.

Evet, Itrilerin, Dede Efendilerin duygu ve düşüncelerinden birer usare gibi süzülüp gelen ezanlarımız, temcidlerimiz, tekbirlerimiz ve tehlillerimizdeki hava, üslûb ve estetik, milletimizin deminin, damarının, kalbinin mübhem, çok buudlu bir sesi ve husûsî bir lisanıdır. Duygularımızın ifadesi ve gönüllerimizin mûsikisi olan bu ürperten, bu coşturan ses hevenkleri, ruhlarımıza âdeta, zaman üstü ve ötelerden gelmiş söz zemzemeleri gibi te’sir eder.

Bazen müezzinin komut veriyor gibi peşipeşine çığlıkları, bazen imamın ayrı bir fasıldan semâvî nağmelerle inlemesi, bazen bütün cemaatin koro hâlinde gürlemesi o kadar mehîb, o kadar ürpertici ve o kadar bizdendir ki, hemen hepimiz ma’bedden yükselen bu sesleri mırıldanırken, upuzun ve şanlı bir geçmişi, hatta ondan da öte, cihanşumûl bir gerçeği, ezelden ebede uzanan bir hakikatı bütün tazeliğiyle bir kere daha hisseder ve hazla geriliriz. Bilhassa bayram günlerinde ma’bed bize, o ipekler kadar ince ve yumuşak, kuş yuvaları kadar canlı ve sıcak havasıyla hep, duyguların safvetini, vücudun rahatını, ruhun itmi’nânını, yaşamanın gâyesini, hayatın mâcerâsını, milletimizin manâ köklerini, kültürümüzün temellerini, dinimizin ölümsüzlüğünü, dilimizin mûsikisini, hayata bakışımızı, dünya görüşümüzü, üslûb ve şîvemizi fısıldar ve gerçek insan olma yollarını gösterir.

Biz, hemen her zaman, ma’bedde uğuldayan bu sıcak sesler içinde, göklerin yere doğru eğildiğini, yerin gidip göklerle bütünleştiğini, yıldızların yerdeki çiçeklere göz kırptıklarını, çiçeklerin gök ehline gamze çaktıklarını ve bu iki âlem arasında sırlı ve sihirli gelip gitmelerin yaşandığını duyuyor ve görüyor gibi oluruz.

Herkesi kendi ruh ve hülya derinlikleriyle bir başka âlemlere çekip götüren bu ses, bu söz, bu görüntüler, inanmış sinelerde imrendirici güzellikleri, ürperten ra’şeleri, coşturan heyecanları ve dirilten soluklarıyla yankılana dursun, namaz bitip, semâvî seyahat da tamamlanıp ma’bede muvakkaten veda edilince, bu defa da Hakk’dan halka “nüzûl” ediliyor gibi herkes bir başka derinlikle yeniden insanlara döner.. onlarla kucaklaşır, bayramlaşır ve ma’bed yoluyla mazhar olduğu vâridatı, bu kez de çarşıda-pazarda, ovada-obada, evde-işyerinde, mektebte-kışlada rastladığı kimselerle paylaşır.. bu suretle, saatlerle takdir edilmiş sınırlı zaman parçalarına, kalbin vüs’ati, ruhun zaman üstülüğü ölçüsünde sınırsızlık kazandırır, âdeta onu sonsuzlaştırır.. ve daha dünyada iken, ebediyet ve ötelerle ne kadar derinden derine irtibatlı olduğunu ortaya kor.” [21]

“Bayramdaki temcid, salâ, ezan ve gizli-açık her yanda duyulan evrâd u ezkâr kulaklarımıza âdetâ, gök kapılarının gıcırtılarını aksettirir; tebrikler, tes’îdler, el öpmeler, ziyaretler ise şanlı geçmişimizden köpürüp köpürüp gelen ruhu ve manâyı andırır. Evet, öteler buudlu bu lâhûtî ses hevenkleri, bu mâzi renkli töre ve merasimler, sanki ruhlarımızın, anlatmak isteyip de anlatamadıkları sevinçlerini, neş’elerini veya hasretlerini ve hicranlarını söylüyor gibi gelir bize…

Bayram, hemen her zaman oldukça şümullü bir dil kullanır ve anlatılması gerekli olan her şeyi anlatır: İnsanın toprak gibi hiçliğini ve ayaklar altında oluşunu.. yağmurun toprağı kucakladığı gibi rahmetin de onu kucakladığını.. arı kovanından daha canlı, kuş yuvalarından daha yumuşak yuvalarımızın şefkatini.. ruhlarımızın ötelerle olan alâkalarını, emellerini.. kalblerimizin huzur ve itmi’nanını.. fert plânında insanın bir bilinmez noktadan başlayıp ve bir türlü bitmeyen sırlı yolculuğunu.. yolculuğun sevindiren veya ürperten son durağını.. toplum plânında milletimizin doğuşunu.. çağlar ve çağlar boyu mücadelesini.. kültür ve medeniyetini.. örf ve âdetini.. üslub ve şivesini, hem de senede bir iki defa ve toplumun bütün katmanlarına en beliğ bir dille anlatır.

Bu güzel dünyanın güzelliklere namzet çocukları olan bizler, kendi ruhlarımızın ifadesi olarak bayramlarda duyup dinlediklerimizi, coşup haykırdıklarımızı ve yaşayıp anladıklarımızı, evet, maziden bize miras kalan varlığımızın ruh ve manâsını daha sağlam blokajlara oturtmalı, daha sağlam seralara alarak korumalı, geliştirmeli ve yaşatmalıyız. Zira bu bayramlar ve bayramlara ait ruh ve manâların gönüllerimize sinmesi, bütün bir millete mâl olması, bunca his, bunca hayal, bunca düşünce ile bütünleşmesi için kim bilir ne kadar zamana ihtiyaç olmuş; uğrunda ne büyük gayretler gösterilmiş ve ne tahammülfersâ şeylere katlanılmıştır!? Bizim o geçmişten, o sa’y ve o gayretten haberimiz olmayabilir.. bayramları, iyi senarize edilmiş bir şehrâyinin, birkaç başarılı aktörle canlandırılması şeklinde seyredebiliriz.. oysa ki bayram, bütün bunları aşan bir temâşa zevki, bir televvün derinliği ile gelir. O, gökteki ilk aşılamadan sonra, yeryüzünde çağlar ve çağlar boyu sürüp gelen mukaddes bir hamileliğin en bereketli ürünüdür.

Bayram, hayatın içinde, fakat hayattan daha derin, daha güzel ve dünyada gerçekleşmesi imkânsız gibi görünen bir rüyayı canlandırır ve bir gâye-i hayali düşlemeye dair enteresan ipuçları verir.. gönüllere istedikleri, bekledikleri günleri va’d eder.. ve insan vicdanının gizli gizli arzu ettiği fakat bir türlü elde edemediği ebedî saadet ihtiyacına, kendine mahsus bir lisan kullanarak cevablar verir.

Biz hepimiz, bir ölçüde ümit ve endişenin çocukları sayılırız. Hemen hepimiz, ileride şimdikinden daha fazla mes’ud olacağımız mutlu günler bekler ve saadet sarayları hülyası ile yaşarız. Bu beklenti ve bu hülyaların gerçekleşmesini gösteren emareleri temaşa ettikçe ümitlenir, göremeyince de endişeye kapılırız.

Evet, bütün bir ömür boyu kulluk dünyamızda, Cennet’e doğru uzayan yollarda önümüzü kesen sıkıntı, meşakkat ve çeşit çeşit gailelerle; Cehennem’e çeken tünellerde pusu kurmuş bekleyen türlü türlü arzular, iştihalar ve şehvetlerle mücadele ede ede Cennet yamaçlarına ulaşacağımızı ümit ettiğimiz gibi, iyi bir imtihan verip hayatımızı “Hakk rızası” çizgisinde yaşayarak geçirdiğimiz veya geçireceğimiz ramazandan sonra da öteler adına önemli adımlar atmaya muvaffak olduğumuz mülahazasıyla, muvaffak eden Zat’a karşı içimizde rahmet buudlu bir kısım beklentilerin hasıl olması -sînelerimizde o beklentileri hasıl eden, niyetlerimizi dua yerinde kabul buyurup umduklarımızla bizleri şereflendirsin!- gayet normal ve hattâ Allah’a inanmış olmanın gereğidir.” [22]

Ramazan ve bayramlar, diğer gün ve aylardan farklı olarak sanki yağmur yüklü bulutlar gibi gelir.. eteklerindeki hayrât ve hasenât cevherlerini başımıza boşaltır.. günahlarımızı çer-çöp gibi önüne katar, gufran denizlerine sürükler ve bize tekrar ber tekrar:

“Mevlâ bizi affede Bayram o bayram olur

Cürm ü hatalar gide Bayram o bayram olur”

M.Lutfi Hazretleri

dedirtir. Hislerimizin sınırsızlığı, hülyalarımızın sonsuzluğu, sanki bekaya açık bu fani günleri ebedîleştirmenin büyülü formülüymüş gibi onların içine girince, bize sonsuzun sırlı kapılarını aralamış ve gönüllerimize ebediyyet duygusunu bir kere daha duyurmuş olur.

İnsan ne zaman, bayramı ve bayramla gelen sesi, soluğu dinlese, o günlere göre çok tekerrür eden o en güzel kelimelerden, en enfes ifadelerden, en manâlı davranışlardan, hattâ o güne ait duygu ve düşüncelerden fışkıran en latif iksirleri içer; içer de, saadetlerin en erişilmezini elde eder.” [23]

“Ruhlar bir aylık Ramazanla tam kıvamını bulur, derinleşir, meyvenin çiçeğe yatışı gibi, olgunlaşır ve yeni bir oluşum bekleyişine geçer; derken bayram ufukta bir güneş gibi beliriverir. Bayram, bütün bir ramazanın, hatta geçmiş bütün ramazanların özü, usaresi gibi bir duyguyla gelir. O, semaların en nurlu katmanlarından süzülmüş, meleklerin incelerden ince elleriyle örülmüş, sımsıcak, alabildiğine yumuşak bir tül gibi sarar benliğimizi.. ve kopup geldiği âlemlerin şefkat ve duyarlılığını ruhumuza işlercesine, bir anne gibi kucaklar hepimizi. Biz, bütünüyle onun, o da bütünüyle bizim olur.. ve gitmeyecek gibi okşar kâküllerimizi.. dönüp gelecekmiş gibi öper alınlarımızdan.. ve veda tavafı edasıyla uzaklaşır bizden.

Biz, bayramın bu ses ve soluklarını, bu şive ve bu nazını, meleklerle hemdem olmuş, peygamberlerle yaşamış olanlarımızın, gönüllere inşirah veren, dinlendiren, mutlu eden ve ebedî mutluluğa giden yolları açan sihirli uğultuları gibi duyarız.. duyar ve Müslüman olarak yaratılmış bulunmanın hazlarıyla talihlerimize tebessümler yağdırırız.” [24]

Ramazan ayının yümn ü bereketine, feyz ü rahmetini müteakip eğer bir Ramazan bayramı olmasaydı, oruç ayı birden bitseydi, sanıyorum çoğu mü’minlerin yürekleri bu ayrılığa çok zor dayanırdı. Müezzinlerin ve mevlidhanların salatin camilerinde “Elveda ey Şehr-i Ramazan!” kasidelerini okudukları son günler, hep bir hicranla geçer ki, ayın bitişinde böyle bir bayram olmasaydı, sonu çok acılı ve acıklı bir senaryo gibi olurdu.

Ramazan bayramı, onbir ayın sultanı ile diğer aylar arasında bir geçiştir, bir köprüdür; Ramazan-ı şerif gibi rahmet, mağfiret ve cehennemden azat kazanımlı bir kutsal ay ile normal diğer aylar arasında fikrî hissî ve ruhî bir koridor misyonu görür bu bayram. Ramazan bayramı aynı zamanda oruç tutanlara bir kutlama, bir tes’id, bir müjdedir; ahirette ebedi yaşanacak bir sevincin dünya faniliğine düşen bir gölgesidir, gölgesinden bir parçadır.

Bir Ramazan ayı daha biterken, yüreklerimizde onu layıkıyla değerlendirememiş olmanın acımsı burukluğu var. Üç aylar, Recep, Şaban ve Ramazan derken.. hepsi bitiverdi işte. Allah’tan ki Ramazan bayramı var önümüzde. Allah’tan ki Ramazan sonrası Şevval ayında altı gün oruç tutmak sünneti var!!!

Musa Hub

DİPNOTLAR


[1] Gülen, M. Fethullah, Sonsuz Nur, 1/19, Feza Yayıncılık, İstanbul, 1994.

[2] Yazır, 1/650

[3] Şah Veliyyullah Dihlevî, Huccetullahi’l-Bâliğa, 2/92-93 (Trc.)

[4] Peygamberimiz (sas): “Ramazan geldi, Ramazan gitti demeyiniz; zira Ramazan, Allah’ın isimlerinden bir ismidir.” buyurmuşlardır. [Şehr-i Ramazan (Ramazan ayı) demek, Şehrullah (Allah ayı) demektir.] Mücahid’den gelen bu hadise Beyhakî zayıf demiştir. Hak Dini, 1/642

[5] Hak Dini, 1/644

[6] Hak Dini, 1/656-658. Ayrıca bk. Râzî, Tefsir-i Kebir, ilgili ayetin tefsiri.

[7] Hak Dini, 1/677

[8] İslam Ansiklopedisi, 2/422, MEB yayınları, 1979.

[9] Kurucan, Ahmed, Ramazan Ufku, s.93, Nil yayınları, İzmir, 2000

[10] Ebu Davud, 3/306

[11] Fıtır sadakası Hanefîlere göre vaciptir; diğer üç mezhebe göre ise farzdır.

[12] Şah Veliyyullah Dihlevî, Huccetullahi’l-Bâliğa, 2/92-93 (Trc.)

[13] Suyuti, Câmiu’s-Sagîr, 2/303

[14] İbn Mâce, Sıyâm 49

[15] Şah Veliyyullah Dihlevî, Huccetullahi’l-Bâliğa, 2/92-93 (Trc.)

[16] Nursi, Barla Lâhikası 369; Kastamonu Lâhikası, s.49

[17] Nursi, Nur Çeşmesi 127; Hutbe-i Şamiye, s.144

[18] Nursi, Sikke-i Tasdik-i Gaybî, s.39

[19] Kastamonu Lâhikası, s.102

Advertisement