Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

D
BEŞİNCİ SÖZ - Sözler
5.söz 5.Söz 5. Söz. Beşinci söz


BEŞİNCİ SÖZ: اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذٖينَ اتَّقَوْا وَالَّذٖينَ هُمْ مُحْسِنُونَ âyetinin mealinde ve takva ve ubudiyet hakkındaki âyetlerin ve vazife-i ubudiyet ve takvanın mühim bir sırrını gayet güzel bir temsil ile tefsir ediyor. O tefsir herkesi ikna ediyor
SÖZLER/FİHRİST

Şablon:Asker bakınız

Bakınız


D . RNK: SÖZLER WORDS: كلمات. Bizde varlık bir kelime olarak kabul edilir.
{{Alıntı|konum=sağ|{{HDKD}}|10px|30px}}<div lang="ar" dir="rtl" style="font-size:1.5em;padding:0.25em;">Büyük punto ile ayet yazımı </div> Risale şablonları
SÖZLER
Sözler/Arapça
Sözler/Azerice
Sözler/English [1] The Words

RNK/English
RNK/Azerice
RNK/Arapça -اللكامت
RNK/Sözler

RNK/VİDEO
SÖZLER/VİDEO[2]
BİRİNCİ SÖZ الكلمة الاولى Birinci Söz/Arapça . Birinci Söz/Azerice .THE FIRST WORD . THE FIRST WORD/English&Turkish for students Birinci Söz Besmele hakkında

İkinci Söz
Üçüncü Söz (ibadet)
Dördüncü Söz (namaz namazsız)
Beşinci Söz
Altıncı Söz
Yedinci Söz
Sekizinci Söz
Dokuzuncu Söz
Onuncu Söz
On Birinci Söz
On İkinci Söz
On Üçüncü Söz
On Dördüncü Söz gafil kafaya tokmak ve Zelzele
On Beşinci Söz
On Altıncı Söz
On Yedinci Söz
On Sekizinci Söz
On Dokuzuncu Söz
Yirminci Söz
Yirmi Birinci Söz “Namaz iyidir. Fakat her gün her gün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”
Yirmi İkinci Söz
Yirmi Üçüncü Söz
Yirmi Dördüncü Söz

Yirmi Beşinci Söz [3]

Yirmi Altıncı Söz
Yirmi Yedinci Söz
Yirmi Sekizinci Söz
Yirmi Dokuzuncu Söz
Otuzuncu Söz
Otuz Birinci Söz
Otuz İkinci Söz
Otuz Üçüncü Söz
Lemeât
Konferans
Sözler (Fihrist)

Sözler/Sorular; Bediüzzaman Said Nursi neden en önemli kitabına "Sözler" adını vermiştir?
Fihrist Âyât-ı Kur’aniyenin bir nevi tefsiri olan Risale-i Nur eczalarından “Sözler mecmuası”nın mücmel bir fihristesidir.
BİRİNCİ SÖZ: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in çok esrar-ı mühimmesinden bir sırrını güzel bir temsil ile tefsir eder. Ve “Bismillah” ne kadar kıymettar bir şeair-i İslâmiye olduğunu gösteriyor. ON DÖRDÜNCÜ LEM’ANIN İKİNCİ MAKAMI: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ in en mühim beş altı sırlarını tefsir ediyor. Ve بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ Kur’an’ın bir hülâsası ve bir fihristesi ve miftahı olduğunu gösterdiği gibi arştan ferşe kadar uzanmış bir hatt-ı kudsî-i nurani olmakla beraber saadet-i ebediye kapısını açan bir anahtar ve her mübarek şeye feyz ve bereket veren bir menba-ı envar olduğunu beyan eder. Bu İkinci Makam, en birinci risale olan Birinci Söz’e bakar. Âdeta Risale-i Nur eczaları, bir daire hükmünde olup müntehası, iptidasına بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ hatt-ı mübareğiyle ittihat ediyor. Ve bu makamda altı sır yerine, otuz yazılacaktı. Şimdilik altı kaldı. Kısadır fakat gayet büyük hakaiki tazammun ediyor. Bunu dikkatle okuyan بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ ne kadar kıymettar bir hazine-i kudsiye olduğunu anlar.
İKİNCİ SÖZ: اَلَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ mealinde ve iman hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını, gayet makul bir temsil ile tefsir eder.
ÜÇÜNCÜ SÖZ: يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا âyetinin mealinde ve ubudiyet hakkındaki âyetlerin mühim bir hakikatini, mantıkî bir temsil ile tefsir ediyor.
DÖRDÜNCÜ SÖZ: اِنَّ الصَّلٰوةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ كِتَابًا مَوْقُوتًا âyetinin mealinde ve namaz hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını, gayet makul ve mantıkî bir temsil ile tefsir ediyor. Zerre miktar insafı bulunanı teslime mecbur ediyor.
BEŞİNCİ SÖZ: اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الَّذٖينَ اتَّقَوْا وَالَّذٖينَ هُمْ مُحْسِنُونَ âyetinin mealinde ve takva ve ubudiyet hakkındaki âyetlerin ve vazife-i ubudiyet ve takvanın mühim bir sırrını gayet güzel bir temsil ile tefsir ediyor. O tefsir herkesi ikna ediyor.
ALTINCI SÖZ: اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ âyetinin mealinde ve nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satmak hakkındaki âyetlerin gayet mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, nefis ve malını Cenab-ı Hakk’a satanların beş derece kâr içinde kâr ve satmayanların beş derece hasaret içinde hasaret kazandıklarını, gayet mukni bir temsil ile tefsir ediyor. Hakikate karşı mühim bir kapı açıyor.
YEDİNCİ SÖZ: يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَ الْيَوْمِ الْاٰخِرِ ۞ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ فَلَا تَغُرَّنَّكُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَلَا يَغُرَّنَّكُمْ بِاللّٰهِ الْغَرُورُ âyetinin mealinde ve “İman-ı Billah ve’l-yevmi’l-âhir” ve hayat-ı dünyeviye hakkındaki âyetlerin mühim bir sırrını gayet makul bir temsil ile tefsir etmekle beraber, ehl-i gaflet hakkında dünyanın ne kadar dehşetli; ve mevt ve ecel, ne kadar müthiş; ve acz ve fakr, ne kadar elîm olduğunu ve ehl-i hidayet hakkında hayat-ı dünyeviyenin içyüzü, ne kadar güzel; ve kabir ve ecel ve acz ve fakr, nasıl birer vesile-i saadet bulunduğunu gayet kat’î bir tarz ile ispat eder. Saadet-i dâreyne giden yolu gösterir.
SEKİZİNCİ SÖZ: اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَىُّ الْقَيُّومُ ve اِنَّ الدّٖينَ عِنْدَ اللّٰهِ الْاِسْلَامُ âyetlerinin mealinde mahiyet-i dünya ve dünyada mahiyet-i insan ve insanda mahiyet-i din hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını (Suhuf-u İbrahim’de aslı bulunan) güzel ve parlak bir temsil ile tefsir etmekle beraber, dünyanın mahiyetini ve dünyadaki ruh-u insanı ve insandaki dinin kıymetini göstermekle beraber, dinsiz insan en bedbaht mahluk olduğunu ispat etmekle ve şu âlemin tılsımını açan ve ruh-u beşeri zulümattan kurtarmak çarelerini göstermekle beraber, gayet latîf ve güzel bir muvazene ile fâsık olan bedbaht adamın müthiş vaziyetini, salih olan bahtiyar adamın saadetli vaziyetini gösteriyor.
DOKUZUNCU SÖZ: فَسُبْحَانَ اللّٰهِ حٖينَ تُمْسُونَ وَحٖينَ تُصْبِحُونَ ۞ وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحٖينَ تُظْهِرُونَ âyetinin mealinde ve beş vakit namaz hakkındaki âyâtın gayet mühim bir sırrını beş nükte ile tefsir etmekle beraber, malûm olan beş vakit namazın o vakitlere hikmet-i tahsisini o kadar güzel ve şirin bir tarzda beyan ediyor ki zerre miktar şuuru bulunan bir insan, bu cazibedar hikmet ve parlak hakikate karşı teslime mecbur olur. Ve cesed-i insan havaya, suya, gıdaya muhtaç olduğu gibi ruh-u insan da namaza muhtaç bulunduğunu gayet kat’î bir surette beyan eder.
ONUNCU SÖZ: فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ âyetinin mealinde ve haşir ve âhiret hakkındaki âyâtın mühim bir hakikatini, on iki mantıkî ve makul suret-i temsiliye ile ve on iki hakaik-i kātıa-i bâhire ile tefsir etmekle beraber, iman-ı bi’l-âhireti o kadar kuvvetli bir surette ispat eder ki bütün bütün kalbi ölmemiş ve bütün bütün aklı sönmemiş bir insan, o ispata karşı teslim olur. İzn-i İlahî ile imana gelir. İmana gelmezse de inkârdan vazgeçmeye mecbur olur.
ON BİRİNCİ SÖZ: وَالشَّمْسِ وَضُحٰيهَا ۞ وَالْقَمَرِ اِذَا تَلٰيهَا ۞ وَالنَّهَارِ اِذَا جَلّٰيهَا ۞ وَ الَّيْلِ اِذَا يَغْشٰيهَا ۞ وَ السَّمَٓاءِ وَمَا بَنٰيهَا ۞ وَ الْاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَا ۞ وَ نَفْسٍ وَمَا سَوّٰيهَا ۞ فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَ تَقْوٰيهَا ۞ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا ۞ وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا ۞وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ âyetlerinin yüksek ve geniş bir hakikatini Sure-i Şems’in mu’cizane işaret ettiği ve kâinatı muntazam bir saray suretinde gösterdiği ulvi ve vüs’atli bir temsil ile tefsir etmekle beraber, mahiyet-i insaniyedeki vezaif-i ubudiyet ve cihazat-ı insaniyeyi ve rububiyet-i İlahiyenin enva-ı tecelliyatına karşı ubudiyet-i insaniyenin mukabelelerini o kadar güzel bir surette ispat ediyor ki Sure-i Ve’ş-şems’in mu’cizane olan işaretini hârika bir surette ve en azîm bir dairede a’zam bir rububiyeti, ekmel bir ubudiyetle karşılaştırıyor.
ON İKİNCİ SÖZ: وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثٖيرًا ۞ وَ بِالْحَقِّ اَنْزَلْنَاهُ وَ بِالْحَقِّ نَزَلَ âyetlerinin mealinde ve hikmet-i Kur’aniyenin fazileti hakkında yüzer âyâtın mühim bir hakikatini, hikmet-i felsefe ile hikmet-i Kur’aniyenin muvazenesi suretinde gayet parlak bir temsil ile tefsir etmekle Kur’an’ın bir mu’cizesini ve i’cazını ve onun karşısında hikmet-i felsefenin aczini ve sukutunu hârika bir surette ispat eder, körlere de gösterir. Bu Söz, On Birinci Söz gibi gayet mühimdir. Herkes onlara muhtaçtır.
ON ÜÇÜNCÜ SÖZ: İki makamdır. Birinci Makam: وَنُنَزِّلُ مِنَ الْقُرْاٰنِ مَا هُوَ شِفَٓاءٌ وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِنٖينَ âyetiyle وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغٖى لَهُ âyetinin mealinde ve hikmet-i Kur’aniyenin kudsiyeti ve vüs’ati ve şiirden istiğnası hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını tefsir etmekle beraber, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın yüksek mu’cizane hikmetini, felsefenin aşağı ve dar hikmeti ile muvazene ediyor. Hikmet-i Kur’aniyedeki kesret ve vüs’ati ve felsefenin fakr ve iflasını muhtasar beyan etmekle beraber, Kur’an’ın şiirden istiğnasının ve adem-i tenezzülünün sebebi, hakaik-i Kur’aniyenin yüksekliği ve parlaklığı olduğunu gösterir. Ve mühim bir temsil ile bir nevi i’caz-ı Kur’aniyeyi beyan eder. İkinci Makam: Gençliği, dalalet ve sefahet uçurumuna düşmekten kurtaran ve imanda, bu dünyada dahi hakiki bir cennet lezzeti ve dalalette ise cehennemî bir azap ve sıkıntı bulunduğunu misallerle izah ve ispat eden bir derstir. İKİNCİ MAKAMIN HÂŞİYESİ: Mahpuslara teselli hakkında dört mektuptur. İKİNCİ MAKAMIN ZEYLİ: Leyle-i Kadirde ihtar edilen bir mesele-i mühimmedir. MEYVE RİSALESİNDEN ALTINCI MESELE: HÜVE NÜKTESİ:
ON DÖRDÜNCÜ SÖZ: Dar akıllara sığışmayan yüksek ve geniş bir kısım hakaik-i Kur’aniyeyi göze görünen emsal ve nazireleriyle fehme takrib ediyor. Mesela خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ فٖى سِتَّةِ اَيَّامٍ ۞ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ ۞ وَ السَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمٖينِهٖ ۞ اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ۞ وَمَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ âyetlerinin gayet yüksek ve gayet geniş hakikatlerini temsil ve tanzir ile akla kabul ettirir ve kalbi ikna eder bir tarzda beyan ediyor. Âhirinde, nefs-i emmareye müessir bir sille-i ikaz var. Nefse esir olan, onu okusa ve kabul etse esaretten kurtulur. ON DÖRDÜNCÜ SÖZ’ÜN HÂTİMESİ:Gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibrettir. ON DÖRDÜNCÜ SÖZ’ÜN ZEYLİ: Zelzele hakkında ehemmiyetli altı suale cevaptır.
ON BEŞİNCİ SÖZ: وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَابٖيحَ وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ âyetinin mealinde ve melaike ile şeytanların mübarezeleri hakkındaki âyâtın, kozmoğrafyacıların dar akıllarına yerleşmeyen mühim bir sırrını, yedi basamak namıyla yedi muhkem hüccet ve metin bir mukaddime ile tefsir ediyor. Ve şu âyetin semasından evham-ı şeytaniyeyi recmedip tard eder. ON BEŞİNCİ SÖZ’ÜN ZEYLİ: Kur’an’ın kelâmullah ve Hazret-i Muhammed (asm) Allah’ın Resulü olduğunu mukni delillerle ispat eden, münazara tarzında yazılmış beliğ bir risaledir.
ON ALTINCI SÖZ: اِنَّمَٓا اَمْرُهُٓ اِذَٓا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ۞ فَسُبْحَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ âyetlerinin mealindeki çok âyâtın ifade ettiği: “Ehadiyet-i zatiyesi ile külliyet-i ef’al ve vahdet-i şahsiyesiyle muînsiz umumiyet-i rububiyet ve ferdaniyetiyle şeriksiz şümul-ü tasarrufat ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması ve nihayetsiz ulviyetiyle her şeye yakın olması ve bir tek zat-ı ehadî olmakla her şeyi bizzat elinde tutmak” olan hakaik-i âliye-i Kur’aniyenin dört şuâ namıyla gayet mühim bir sırrını tefsir ediyor. Ve o hakaiki müstakim akıllara ve selim kalplere teslim ettiriyor.
ON YEDİNCİ SÖZ: اِنَّا جَعَلْنَا مَا عَلَى الْاَرْضِ زٖينَةً لَهَا لِنَبْلُوَهُمْ اَيُّهُمْ اَحْسَنُ عَمَلًا ۞ وَاِنَّا لَجَاعِلُونَ مَا عَلَيْهَا صَعٖيدًا جُرُزًا ۞ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌ âyetlerinin meallerinde: Lezzet-i hayat içinde elem-i mevt ve sürur-u visal içinde elem-i zeval hakkındaki âyâtın mühim bir sırrını ve ism-i Kahhar’a karşı Rahman isminin cilvesini gayet güzel bir suretle gösterip tefsir ediyor. Ve ehl-i iman için dünyanın mahiyetini, seyyar bir ticaretgâh ve muvakkat bir misafirhane ve birkaç günlük bir teşhirgâh ve kısa bir müddet için işleyecek bir tezgâh ve ahz u i’ta için yol üstünde kurulmuş bir pazar olduğunu gösterip, dünyadan berzah ve âhiret tarafına insan seyahatini sevdirir ve dehşetini izale eder. Ve bu sözün âhirinde bazı nüshalarda “Siyah Dutun Meyvesi” namıyla kıymettar ve cazibedar ve şiir kıyafetinde birkaç hakikat var. KALBE FARİSÎ OLARAK TAHATTUR EDEN BİR MÜNÂCAT: EHL-İ GAFLET DÜNYASININ HAKİKATİNİ TASVİR EDEN BİRİNCİ LEVHA: EHL-İ HİDAYET VE HUZURUN HAKİKAT-İ DÜNYALARINA İŞARET EDEN İKİNCİ LEVHA: BARLA YAYLASI, ÇAM, KATRAN, ARDIÇ, KARAKAVAĞIN BİR MEYVESİ: YILDIZLARI KONUŞTURAN BİR YILDIZNAME:
ON SEKİZİNCİ SÖZ: Bu söz, iki makamdır. İkinci makamı yazılmamış. Birinci makamı üç noktadır. Birincisi: لَا تَحْسَبَنَّ الَّذٖينَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا âyetinin fahre meftun, şöhrete müptela, medhe düşkün, hodbin nefs-i emmarenin kafasına sille-i te’dibi vuran bir sırrını, İkincisi: اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ nun, çirkin ve bahsi hilaf-ı edep görünen şeylerin güzel cihetlerini gösteren bir sırrını, Üçüncüsü: اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُونٖى يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ âyetinin risalet-i Ahmediyeye (asm) dair ince fakat kuvvetli bir delilini gösteren bir sırrını tefsir eder.
ON DOKUZUNCU SÖZ: يٰسٓ ۞ وَالْقُرْاٰنِ الْحَكٖيمِ ۞ اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلٖينَ âyetinin mealindeki yüzer âyâtın en mühim hakikatleri olan risalet-i Ahmediyeyi (asm) on dört reşha namıyla on dört kat’î ve parlak ve muhkem bürhanlarla tefsir ve ispat ediyor. Ve en muannid bir hasmı dahi ilzam eder. Güneş gibi risalet-i Ahmediyeyi (asm) izhar ediyor.
YİRMİNCİ SÖZ: İki makamdır. Birinci Makamı: Sure-i Bakara’nın başında Hazret-i Âdem’e meleklerin secdesi ve bir bakaranın zebhi ve taşlardan su çıkması hakkındaki üç mühim âyete karşı şeytanın gayet müthiş üç şüphesini öyle bir tarzda reddedip mahveder ki şeytanı ve şeytan gibi insanları öyle desiselerden perişan edip vazgeçiriyor. Çünkü onlar, tenkit ve itirazlarıyla lemaat-ı i’caziyenin kapısını açtırttılar. O üç âyetten üç lem’a-i i’caziye göründü. İkinci Makamı: Mu’cizat-ı enbiya aleyhimüsselâm yüzünde parlayan bir mu’cize-i Kur’aniyeyi göstermekle beraber, mu’cizat-ı enbiyaya dair âyât-ı Kur’aniyenin ne kadar manidar ve hikmet-medar olduklarını gösterir. Ve Kur’an’da kapalı kalmış çok defineler bulunduğunu ihtar eder.
YİRMİ BİRİNCİ SÖZ: İki makamdır. Birinci Makamı: Namazın o kadar güzel bir tarzda kıymetini ve faydasını gösterir ki en tembel ve en fâsık adama dahi namaza karşı bir iştiyak verir ve gayrete getirir. İkinci Makamı: Şeytanın çok istimal ettiği mühim desiselerini iptal ediyor. Ve vesvesesi ile mü’minlerin kalbinde açtığı yaraların beşine, güzel merhemler tarif ediyor.
YİRMİ İKİNCİ SÖZ: فَاعْلَمْ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ ۞ اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ mealinde ve tevhid-i hakiki hakkındaki yüzer âyâtın mühim bir hakikatini iki makam ile tefsir eder. Birinci Makam: Gayet güzel ve parlak ve muhkem bir hikâye-i temsiliye ile on iki basamak hükmünde on iki bürhan ile vahdaniyet-i İlahiyeyi, o kadar kat’î bir surette ispat eder ki en mütemerrid müşrikleri de tevhide mecbur ediyor. Ve kolay fakat kuvvetli ve basit fakat parlak bir surette Vâcibü’l-vücud’un vücudunu ve vahdetini ve ehadiyetini bütün sıfât ve esmasıyla ispat eder. İkinci Makamı ise: Hakikat-i tevhidi ve tevhid-i hakikiyi, on iki lem’a namıyla hikâye-i temsiliyenin perdesi altında on iki bürhan-ı bâhire ile vahdaniyet-i İlahiyeyi ispat etmekle beraber, evsaf-ı celaliye ve cemaliye ve kemaliyesini vahdaniyet içinde ispat ediyor. O Lem’alardaki deliller o kadar kat’îdir ki hiçbir şüphe yeri kalmıyor. Ve o kadar küllîdirler ki mevcudat adedince, belki zerrat sayısınca marifetullaha pencereler açıyor. Ve onun ile Vâcibü’l-vücud’un vücudunu, umum sıfât ve esmasıyla en muannidlere karşı ispat ediyor.
YİRMİ ÜÇÜNCÜ SÖZ: لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فٖٓى اَحْسَنِ تَقْوٖيمٍ ۞ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلٖينَ ۞ اِلَّا الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَ عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ âyetlerinin mealindeki çok âyâtın imana dair ve terakkiyat ve tedenniyat-ı insaniyeye medar hakikatlerini beş nokta ile ve beş nükte içinde herkese taalluk eden ve herkes ona muhtaç olan on mebhas ile o sırr-ı azîmi tefsir eder. İstidadat-ı insaniye ile vezaif-i insaniyeyi, gayet makul ve makbul bir surette beyan eder. Bu söz, şimdiye kadar binler adamı hâb-ı gafletten kurtardığı gibi çoklarını da imana getirmiş. Gayet kıymettar ve yüksek olmakla beraber, temsiller ile fehmi kolaylaşmış, herkes onun dilini anlıyor.
YİRMİ DÖRDÜNCÜ SÖZ: اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى âyetinin mealinde ve esma-i hüsnanın cilveleri hakkındaki çok âyâtın muazzam bir hakikatini beş dal namıyla mebahis-i azîme ile tefsir ediyor. Birinci ve İkinci Dalları, mühim esrarın muhtasar bir hazinesidir. Üçüncü Dal, hadîslere gelen evhamı on iki kaide ile reddeder. Evhamın esaslarını keser. Dördüncü Dal, kâinat sarayında istihdam olunan nebatat ve hayvanat ve insan ve melaike taifelerinin sırr-ı istihdamlarını ve güzel vazife-i ubudiyet ve tesbihlerini ve haşmet-i rububiyet-i İlahiyeyi cazibedar bir tarzda beyan eder. Beşinci Dal اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى âyetinin şecere-i nuraniyesinin hadsiz meyvelerinden beş meyvesini gayet parlak ve güzel bir surette gösteriyor. Bu beş meyve ve Otuz Birinci Söz’ün âhirindeki beş meyve, çok şirindirler. Tatlı ilim isteyenler onları alsın okusun. YİRMİ BEŞİNCİ SÖZ: قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَاْتُونَ بِمِثْلِهٖ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهٖيرًا âyetinin hakikatini teyid eden yüzer âyâtın en mühim bir hakikati olan i’caz-ı Kur’anîyi tefsir eder. Üç şuâ içinde kırk vücuh-u i’caziyeyi beyan ve tefsir ediyor ki Kur’an, kelâmullah olduğunu gündüzdeki ziya, güneşin vücudunu gösterdiği gibi öylece gösterir ve ispat eder. Nısf-ı evvel çendan süratli telif edilmiş fakat istirahat-i kalp ile yazıldığı için izahlıdır. Nısf-ı âhir bazı esbab-ı mühimmeye binaen muhtasar ve mücmel kalmıştır. Fakat bununla beraber her taifeye göre (ve ne fikirde bulunursa bulunsun) bu mübarek Söz, i’caz-ı Kur’an’ı ona gösterir ve ispat eder. Bu söz şimdiye kadar i’caz-ı Kur’an’a karşı çok muannidleri serfürû ettirerek secdeye getirmiş.
YİRMİ ALTINCI SÖZ: وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ ۞ وَ كُلَّ شَىْءٍ اَحْصَيْنَاهُ فٖٓى اِمَامٍ مُبٖينٍ mealindeki âyâtın sırr-ı kadere ait ve “İman-ı bi’l-kader hayrihî ve şerrihî minallahi teâlâ”nın ispatına medar mühim bir hakikatini dört mebhas ile öyle bir surette tefsir eder ki havassın fikirleri yetişmediği esrar-ı kaderiyeyi, basit avamların zihinlerine takrib edip anlattırıyor. Hâtimesinde, en kısa ve en selim ve en müstakim bir tarîkın esasını dört hatve namıyla tezkiye-i nefsin ve tekemmül-ü ruhun medarı olan dört mühim dersi veriyor. Ve hâtimenin hâtimesinde mesail-i müteferrikadan altı mesele var ki birisi Sure-i Feth’in âhirindeki âyetin bir sırr-ı i’caziyesini açıyor.
YİRMİ YEDİNCİ SÖZ: وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَ اِلٰٓى اُولِى الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذٖينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْ وَ لَوْلَا فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَتُهُ لَاتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ اِلَّا قَلٖيلًا âyetinin mealindeki âyâtın içtihada dair mühim bir hakikatini tefsir eder. Ve bu zamanda haddinden tecavüz edip içtihaddan dem vuranların haddini bildirip, ihtilaf-ı mezahibin sırrını güzel beyan eder. “Bu zamanda eski zaman gibi içtihad edebiliriz.” diyenlerin ne kadar yanlış hata ettiklerini ispat eder. Bu sözün zeylinde sahabe-i güzinin evliyadan yüksek olan mertebelerini gayet parlak bir surette ve kat’î bir tarzda ispat etmekle beraber, sahabelerin nev-i beşer içinde enbiyadan sonra en mümtaz şahsiyetler olduklarını ve onlara yetişilmediğini kat’î bir surette ispat eder.
YİRMİ SEKİZİNCİ SÖZ: وَبَشِّرِ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖى مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذٖى رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَ اُتُوا بِهٖ مُتَشَابِهًا وَ لَهُمْ فٖيهَٓا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ âyetinin cennete ve saadet-i ebediyeye dair hakikatini teyid eden yüzer âyâtın mühim bir hakikatini iki makamla tefsir eder. Birinci Makam: “Beş Sual ve Cevap” namıyla cennetin lezaiz-i cismaniyesine ve huriler hakkında medar-ı tenkit olmuş meseleleri öyle güzel bir surette beyan eder ki herkesi ikna eder. İkinci Makam: Arabiyyü’l-ibare olarak on iki lâsiyyema kelimesiyle başlar ve gayet kuvvetli ve kat’î ve hiçbir cihette sarsılmaz, haşre dair, cennet ve cehennemin hakkaniyetine medar binler bürhanı tazammun eden bir bürhan-ı bâhirdir ki o bürhan, Onuncu Söz’ün menşei ve esası ve hülâsasıdır.
YİRMİ DOKUZUNCU SÖZ: قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّٖى ۞ وَ الْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَ مَلٰٓئِكَتِهٖ ۞ وَ مَٓا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلَّا كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ ۞ مَا خَلْقُكُمْ وَلَا بَعْثُكُمْ اِلَّا كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ âyetlerinin mealindeki yüzer âyâtın haşir ve beka-i ruha ve melaikeye dair üç mühim hakikatini tefsir eder. Beka-i ruhu o kadar güzel ispat eder ki cesedin vücudu gibi ruhun bekasını gösterir. Ve melaikenin vücudlarını, Amerika insanlarının vücudları gibi ispat eder. Ve haşir ve kıyametin vücud ve tahakkuklarını o kadar mantıkî ve aklî bir surette ispat eder ki hiçbir feylesof, hiçbir münkir itiraza mecal bulamaz. Teslim olmazsa da mülzem olur. Hususan âhirindeki “Remizli Nüktenin Sırrı” namıyla haşr-i ekberin esbab-ı mûcibesini ve hikmetlerini öyle bir tarzda beyan eder ki tılsım-ı kâinatın üç muammasından bir muammasını gayet parlak bir surette halleder. (Hâşiye[1])
OTUZUNCU SÖZ قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا ۞ وَ قَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَا ۞ عَالِمِ الْغَيْبِ لَا يَعْزُبُ عَنْهُ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ فِى السَّمٰوَاتِ وَلَا فِى الْاَرْضِ وَلَٓا اَصْغَرُ مِنْ ذٰلِكَ وَلَا اَكْبَرُ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyetlerinin enaniyet-i insaniye ve tahavvülat-ı zerrat hakkındaki hakikate dair gelen âyâtın iki mühim sırrını iki maksat ile beyan eder. Birinci Maksat, enaniyet-i insaniyenin muamma-yı acibesini hallederek silsile-i diyanet ile silsile-i felsefenin menşelerini gayet parlak bir tarzda gösterir. İkinci Maksat, tahavvülat-ı zerratın tılsımını keşfediyor. Zerratın harekâtını, o derece hikmetli ve muntazam gösteriyor ki o umum zerreler, Sultan-ı Ezelî’nin muhteşem ve muazzam bir ordusu ve mutî ve musahhar memurları olduğunu kat’î delillerle ispat eder. Yirmi Dokuzuncu Söz nasıl ki tılsım-ı kâinatın üç muammasından birisini keşfetmiş. Bu Otuzuncu Söz dahi akılları hayrette bırakan ve feylesofları sersemleştiren o tılsımın üç muammasından ikinci muammasını halletmiştir. Hususan hâtimesinde yedi hikmet ve yedi kanun-u azîm ile bir ism-i a’zamın tecellisini göstermekle; tahavvülat-ı zerratın hikmetini gayet kat’î ve parlak bir surette gösterdiği gibi zîhayat cisimlerini, o zerratın seyr ü seferine bir misafirhane ve bir kışla ve bir mektep hükmünde gösterir, ispat eder.
OTUZBİRİNCİ SÖZ: سُبْحَانَ الَّذٖٓى اَسْرٰٓى بِعَبْدِهٖ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَى الَّذٖى ۞ وَ النَّجْمِ اِذَا هَوٰى âyetlerinin hakikatini teyid eden âyâtın en mühim bir hakikati olan mi’rac-ı Ahmediyeyi (asm) ve o mi’rac içinde kemalât-ı Muhammediyeyi (asm) ve o kemalât içinde risalet-i Ahmediyeyi (asm) ve o risalet içinde çok esrar-ı rububiyeti tefsir eder ve kat’î delillerle ispat eder bir risaledir. Muhtelif tabakattan olan insanlardan bu risaleyi kim görmüşse karşısında hayran olup, akıldan uzak mesele-i mi’racı en zahir ve vâcib ve lâzım bir tarzda gösterdiğini kabul ediyorlar. Hususan o şecere-i nuraniye-i mi’racın âhirlerinde beş yüz meyveden beş meyvesini o kadar güzel tasvir eder ki zerre miktar zevki, şuuru bulunan onlara meftun olur. ZEYL: Şakk-ı kamer mu’cizesine bu zaman feylesoflarının ettikleri itirazlarını beş nokta ile gayet kat’î bir surette reddedip, inşikak-ı kamerin vukuuna hiçbir mani bulunmadığını gösterir. Ve âhirinde de beş icma ile şakk-ı kamerin vuku bulduğunu gayet muhtasar bir surette ispat eder. Şakk-ı kamer mu’cize-i Ahmediyesini güneş gibi gösterir.
OTUZ İKİNCİ SÖZ: Üç mevkıftır. Birinci Mevkıf: لَوْ كَانَ فٖيهِمَٓا اٰلِهَةٌ اِلَّا اللّٰهُ لَفَسَدَتَا âyetinin mealindeki yüzer âyâtın vahdaniyete dair en mühim hakikatini öyle bir surette ispat eder ki şirk ve küfür yolunu muhal ve mümteni gösterir. Kâinatın etrafından küfür ve şirki tard eder. Zerrat adedince vahdaniyetin delilleri bulunduğunu beyan eder. Gayet latîf ve yüksek ve mantıkî bir muhavere-i temsiliye suretinde, hadsiz geniş mesaili o temsil içinde dercedip gösterir. Ve zeylinde gayet latîf birkaç mesele var ki hakikat oldukları halde şiirin en parlak ve geniş hayalinden daha parlak, daha geniştir. İkinci Mevkıf: قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ ۞ اَللّٰهُ الصَّمَدُ in hakikatine dair sırr-ı ehadiyete ve vahdete gelen teşkikat ve evhamı izale eder. Ehl-i dalaletin ehl-i tevhide karşı ettikleri itirazatı kat’î bir surette reddediyor. Birinci Mevkıf’tan daha kuvvetli, âyât-ı Kur’aniyenin vahdaniyete dair mu’cizane ispatlarını gösterir. Ehadiyet-i Zatiye ile bütün eşyayı birden bir anda tedbir ve terbiye etmek olan hakikat-i muazzama-i Kur’aniyeyi gayet güzel ve vâzıh bir temsil ile ispat eder. Aklı ikna ve kalbi teslime mecbur eder. Ve bilhassa bu İkinci Mevkıf’ın hâtimesinden evvel ikinci temsilin neticesinde Zat-ı Akdes-i İlahiye’den hiçbir şey saklanmadığını ve hiçbir şey ondan gizlenemediğini, hiçbir fert ondan uzak kalmadığını, hiçbir şahıs külliyet-i kudsiye kesbetmeden ona yanaşamadığını ve rububiyetinde ve tasarrufunda bir iş, bir işe mani olmadığını ve hiçbir yer onun huzurundan hâlî kalmadığını, her şeyde bakar ve işitir sem’ ve basarının cilvesi bulunduğunu, silsile-i eşya emirlerinin sürat-i cereyanlarına birer tel, birer damar hükmüne geçtiğini, esbab ve vesait sırf zahirî bir perde olduğunu, hiçbir yerde bulunmadığı halde her yerde ilim ve kudretiyle bulunduğunu, hiçbir tahayyüz ve temekküne muhtaç olmadığını ve uzaklık ve güçlük ve tabakat-ı vücudun perdeleri onun kurbiyetine ve tasarrufuna ve şuhuduna mani olmadığını ve maddîlerin, mümkinlerin, kesiflerin, kesîrlerin, mahdudların hâssaları onun dâmen-i izzetine yanaşamadığını ve tagayyür ve tebeddül ve tahayyüz ve tecezzi gibi emirlerden mücerred, münezzeh, müberra ve mukaddes olduğunu gayet güzel bir surette ispat eder. Bu İkinci Mevkıf’ın hâtimesinde sırr-ı ehadiyete dair Arabiyyü’l-ibare gayet mühim bir parça tercümesiyle beraber gayet parlak bir surette çok mesail-i mühimmeyi ifade eder. Hususan insanın muhasebe-i a’mali için haşir ve neşri yapmak, koca kâinatı tağyir ve tebdil ve tahrip ve tamir etmek sırrını beyan eder. Üçüncü Mevkıf: وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا مَتَاعُ الْغُرُورِ ۞ وَ اِنَّ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ âyetlerinin mealindeki yüzer âyâtın mühim bir hakikatini gayet mühim bir muvazene ile beyan eder. Ehl-i dalalet hakkında hayat-ı dünyeviye ne kadar müthiş neticeler getirdiğini ve ehl-i hidayet hakkında ne kadar güzel neticeler ve gayeler verdiğini gösterir. Hususan, muhabbet hakkındaki semerat-ı dünyeviye ve uhreviye; ehl-i dalalet için ne kadar elîm, ehl-i hidayet için ne kadar hoş olduğunu gösterir. Bu Üçüncü Mevkıf hakkında bazı müdakkik kardeşlerimiz demişler ki: “Sair risaleler yıldızlar olsa bu güneştir.” Diğer biri ona mukabil demiş: “Her bir risale, kendi âleminde ve kendine mahsus sema-i hakikatte birer güneştir. Uzak olanlara yıldız, yakın olanlara şemstirler.”
OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ: سَنُرٖيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى الْاٰفَاقِ وَفٖٓى اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ شَهٖيدٌ Otuz üç âyetin birer hakikatlerini tefsir eden otuz üç penceredir. Otuz üç risale olmaya lâyık iken gayet müsta’cel bir zamanda yazıldığı için bir veya yarım sahifelik pencereleri birer risale kuvvetinde ve birer risaleyi tazammun eden mahiyetinde olduğunu gösterir. Fakat maatteessüf baştaki pencereler gayet mücmel ve muhtasar kalmış, lâkin gittikçe inbisat ederek nısf-ı âhirdeki pencereler vâzıh düşmüştür.
LEMAAT: Risale-i Nur şakirdlerine küçük bir mesnevî ve imanî bir divandır.
KONFERANS:
FİHRİST: [1] Hâşiye: Yirmi Dokuzuncu Söz’ün göz ile görünen bir kerameti var. Ezcümle, on altı sahifesinde ihtiyarsız, tasannusuz her sahifenin satırlarının başlarında on altı elif gelmesidir. Bu tevafuku görmek isteyenler, el yazma nüshasına müracaat etsinler.

Ateist_Amerikalı_Profesörün_hayrete_düşüren_ilk_namazı-_Dona_kaldım,_secdeye_gidemiyordum!-2

Ateist Amerikalı Profesörün hayrete düşüren ilk namazı- Dona kaldım, secdeye gidemiyordum!-2

FB IMG 1449761776335
Bakınız

Şablon:Namazbakınız - d {{Namazbakınız}}


Namaz

Salat
Salavat
Yani namazlar Kur'an-ı Kerim de Havra demektir. Salavât
Salat-ı kıyam
Salat ayetleri. Namaz videoları. iman ile şirk ve küfür arasinda sadece NAMAZ vardır - Namazda itminan rükûdan itminan duyunca kadar kiyamda kal... /namazı tadil erkan ile kılmayanin aile efradına aciyin maişet darlığa düşmesine merhamet edin. İbrahim Nehai / İsmail Hakki Bursevi: Namazi tadil ekranla kılmayana vasılı illallah olamaz/ namazı zayi etmek- izaes salat Kum fe salli fe inneke lemtusalli lemitte haza dini muhammedi. Yahudilikte ibadette sallanmaya sal deniyor. Salat ordan geliyor. Elmalı tefsiri salat bahsi. Namaz ve rezonans - Namazı kılmamak kainatı tezyiftir - Namazı kılmayan kainatın hakkını ihlal etmiştir - İslamiyette imandan sonra en büyük hakikat namazdır
Bütün islam dünyası "salat" derken, Türkler neden "namaz" der?
BSN/Namaz Beyannamesi

Namaz hutbesi
Namaz, sefine-i dindir
Namazin bedduası Allahim sen beni hakkiyla eda edeni ... et.
Beni zayi edeni de, sen zayi et
Müslümanların perişaniyeti namazları yüzündendir
Resulullah’a soruldu:
Hangi Namaz daha faziletlidir?
KIYAMI UZUN OLAN NAMAZ
Namaza erken gitmenin fazileti
Ribat:Vakit girmeden namaza hazır olmak
Namaz, müminin ilk hesabda hesap vereceği ameldir
Namaz, dunyada terk edildiği zaman kiyamet kopacaktır
Müminlerin ahir zamanda son terk edeceği, namazdır
Namaz kılan ile kılmayan arasındaki fark

Namaz/Mevlana vecizeleri ilginç tesbitler
namazınız cisimleşecek ve kabirde arkadaşınız olacak
Namaz ve şeytanın vesvesesi
Namaz vakti
Namazın rükunları
Secde sacid
Rüku Raki'
Kıyam Kaim Kıraat Kari'

Namaz nasıl kılınır?
Abdest
Namaza niyet
İftitah tekbiri
Subhaneke
Elham
İnna A'tayna
Rüku
Subhanerabbiyelazim
Secde
Subhanerabbiyelala
Tahiyyat
Salli
Barik
Rabbena atina
Rabbenagfirli
Hz.Peygamberin namazdan çıkmadan yapılmasını emrettiği dua ve sahabenin okumayana namazı tekrar kıldırdığı dua
Selam
Kunut
Kunut duası
Esselamualeykümverahmetullah
Namaz vakitleri
Namaz vakitleri/Mersin
Namaz vakitleri/Bursa
Namazlar
Farz namazlar Sabah namazı Fecr namazı Öğle namazı Zuhr namazı İkindi namazı Asr namazı Akşam namazı Mağrib namazı Yatsı namazı İşa namazı
Kuşluk namazı
Duha namazı
Teheccüd namazı
Gece namazı
Kıyam-ül leyl

Evvabin namazı
Hacet namazı Hacet duası Hacet
Sefer namazı Tahıyyetu-l mescid namazı İstihare namazı Mirac gecesi namazı
Kaza Kaza (ilçe) Kadı Kaziye İktiza
Kaza namazı Eda namazı
Nafile namaz Sünnet namaz Kaza namazı olan nafile kılabilir mi? Kaza namazı/Hadisler Kaza namazı/Fıkıh kitapları Sahib-ül tertip Tertip sahibi
[[]]
Disambig Bakınız: salât, salâti, salāti, sälät, sälätle, sälätsez, salâte'z-zuhr, saláta, salata, salat boza


İkindi namazı kılınışı subhaneke sonrası euzu besmele var

Subhanekeden sonra euzu var

Şeytan ve namaz
Jewish_Prayer_-_الصلاة_اليهودية_-_כריעות_בשמונה_עשרה

Jewish Prayer - الصلاة اليهودية - כריעות בשמונה עשרה

Check out our new online prayerbook! [ http://torahjudaism.org/siddur.pdf ] EARLIER COMMENTS TO THE VIDEO ARE VERY INFORMATIONAL, CHECK'EM OUT. http://sagavyah.tripod.com/id4.html According to Talmudic law and the shita of Rambam (Maimonides) and his son R' Abraham. NOTE: Not EVERYTHING done in the clip is obligatory. I made this clear in the annotations. If someone is confused or mislead because he did not read, that is not my fault. READ.


TRANSLATION OF HEBREW http://sagavyah.tripod.com/id103.html#fullprayer INFORMATION ON BOWING http://sagavyah.tripod.com/id82.html#kneeling
In our days there are not many Jews who still kneel and bow during regular daily prayer. A noticable number of Orthodox Ashkenazi Jews do bow to the ground during Yom haKipurim and Rosh haShana. Most Jews are not even aware that such is the historical practice of the Jewish people to kneel and prostrate during regular daily prayer. Therefore, be prepared that if you kneel or prostrate in most synagogues, you are sure to get reactions of surprise. They may or may not be encouraging reactions. Nonetheless, so long as you are still able to concentrate properly while praying and are willing to endure the possible consequences of bowing and prostrating in public, I only encourage you to do so. It is a shame to fear men more than the Most High. How can bowing or prostrating be a sign of arrogance, especially when you know people may look upon you negatively for doing so? Rather, it is an expression of humility and submission to the Almighty. The following text of formal Jewish prayer and instruction on how it is done is according to Talmudic law as codified in the Mishneh Torah of Rambam (Maimonides). References to halakha are given in abbreviated form. For example, HT5:4 means "Hilkhoth Tefilah" chapter 5, the fourth halakha. Hilkhoth Tefilah is found in Sefer Ahavah in the Mishneh Torah: "The mention of bending-down {k'reya} in every place is on the knees.." (HT5:13) There are 5 places where one "bends-down" during this prayer (HT5:10). Each time one "bends-down," he should arch his back bending over until his backbone pokes out slightly (HT5:12). One need not bow in this manner if he is unable because it causes him pain (HT5:12). There are some additional reasons why a person may not need to fully bow, usually either because of stress of the situation or stress of the body (HT5:1). I will elaborate upon these later. The 5 places where one "bends-down" are highlighted in the text of prayer found in the link below. In the text of prayer found on that link, upon reading a word highlighted in bold letters, "bend-down" and make your body like an arch (qeshet). Afterwards, straighten back up into a standing position upon reading a word that is underlined. The content of this prayer were established by the Court established under Moses, at the time at which it was headed by Ezra, Nehemiah, Daniel, Zechariah, etc... with the exception of a few small portions that were added by a later generation of that same Great Court. This prayer is called the Amidah (standing) because the majority of it is prayed in standing position (HT5:2); It's also called the Shemoneh Esreh (eight-teen) because, though now it consists of 19 blessings, it originally consisted of 18 blessings to the Almighty When beginning any of the 3 daily prayers, start from a standing position facing toward the Temple in Israel, with feet side by side, eyes lowered, and ones right hand clasped over his left hand over his heart, with his heart turned to "Above" in fear, awe, and dread, as a servant before his master, (HT5:4). The text for the regular weekday prayer can be found HERE: http://sagavyah.tripod.com/id103.html#fullprayer http://www.torathmoshe.com http://www.mechon-mamre.org http://www.chayas.com MY SITE: http://sagavyah.tripod.com

Senai_Demirci_-_Alper_-_Fatma_Tatlı_-_Sabah_Namazı-1

Senai Demirci - Alper - Fatma Tatlı - Sabah Namazı-1

KIL BENİ EY NAMAZ 2 (SECDE) SENAİ DEMİRCİ FATMA TATLI ALPER 2015 İSTANBUL

BİR_İNCİ_-_BEŞİNCİ_SÖZ

BİR İNCİ - BEŞİNCİ SÖZ

BEŞİNCİ SÖZ

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

اِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوْا وَالَّذِينَ هُمْ مُحْسِنُوَن

Namaz kılmak ve büyük günahları işlememek, ne derece hakikî bir vazife-i insâniye ve ne kadar fıtrî, münasib bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Seferberlikte bir taburda biri muallem, vazifeperver; diğeri acemi, nefisperver iki asker beraber bulunuyordu.

Vazifeperver nefer , tâlime ve cihâda dikkat eder, erzak ve tayinâtını hiç düşünmezdi.

Çünki anlamış ki; onu beslemek ve cihâzâtını vermek, hasta olsa tedâvi etmek, hattâ indel- hâce lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi, tâlim ve cihaddır. Fakat Bâzı erzak ve cihâzât işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. 

Ona sorulsa: Ne yapıyorsun?

-Devletin angaryasını çekiyorum, der.

Demiyor: Nafakam için çalışıyorum.

Diğer şikem-perver ve acemi nefer ise, tâlime ve harbe dikkat etmezdi.

"O, devlet işidir. Bana ne?" derdi. Dâim nafakasını düşünüp onun peşine dolaşır, taburu terkeder, çarşıya gider, alış-veriş ederdi.

Bir gün, muallem arkadaşı ona dedi:

-"Birader, asıl vazifen, tâlim ve muharebedir. Sen, onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et. O, seni aç bırakmaz. O, onun vazifesidir. Hem sen, âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücâhede ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir der, ceza verirler.

Evet iki vazife, peşimizde görünüyor.

Biri, pâdişahın vazifesidir. Bâzan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir.

Diğeri, bizim vazifemizdir. Pâdişah bize teshîlât ile yardım eder ki,ta'lîm ve harbdir."

Acaba o serseri nefer, o mücâhid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır anlarsın!

İşte ey tenbel nefsim!

  • O dalgalı meydan-ı harb , bu dağdağalı dünya hayatıdır.
  • O taburlara taksim edilen ordu ise, cem'iyet-i beşeriyedir.
  • Ve o tabur ise, şu asrın Cemaat-ı İslâmiye'sidir.
  • O iki nefer ise; biri: Ferâiz-i dîniyesini bilen ve işleyen ve kebâiri terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttakî müslümandır. Diğeri: Rezzâk-ı Hakikî'yi ittiham etmek derecesinde derd-i maîşete dalıp, feraizi terk ve maişet yolunda rastgelen günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir.
  • Ve o tâlim ve tâlimat ise, (başta namaz) ibâdettir.
  • Ve o harb ise; nefis ve heva, cin ve İns şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır.
  • Ve o iki vazife ise; birisi, hayâtı verip beslemektir. Diğeri, hayâtı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır. Ona tevekkül edip emniyet etmektir.

Evet en parlak bir mu'cize-i san'at-ı samedaniye ve bir harika-yi hikmet-i Rabbaniyye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de odur. Ondan başka olmaz... Delil mi istersin? En zaîf, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtları ve balıklar gibi). En âciz, en nâzik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi).

Evet vasıta-yi rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz ve za'f ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları muvazene etmek kâfidir. Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki: Tâlimi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra cenab-ı Rezzak-ı Kerim'in matbaha-yi rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzat gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibâdettir. Hem insan ibâdet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazat-ı mâneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat Hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibâdet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir.

Demek ey nefsim!

Eğer hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksad yapsan ve ona daim çalışsan, en edna bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksad yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan; o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakk'ın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun.

İşte sana iki yol, istediğini İntihap edilirsin.

Hidâyet ve tevfikı Erhamürrâhimîn'den iste...


Beşinci Söz - ÇOCUKLARA RİSALE[]

Bismillahirrahmanirrahim,

“Şüphesiz ki Allah günahlardan kendini koruyanlarla (takvâya sarılanlarla), iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.” Nahl Sûresi, 16/128.

Namaz kılmak ve günah işlememek, insanların vazifesidir. Çünkü Allah insanları ibadet etsinler ve dua etsinler diye yaratmıştır. Günah işlesinler diye yaratmamıştır.

Hikayeyi dinleyelim:

Savaş çıktığı zaman askerlere çok önemli görevler düşer, yani yapmaları gereken önemli işleri vardır. İşte böyle önemli bir zamanda iki tane asker varmış. Bir tanesi bilgili ve görevini çok iyi yapmaya çalışırmış. Diğeri ise bilgisi az ve görevini yapmak yerine canı ne istiyorsa onu yapan bir askermiş.

Görevini yerine getiren asker savaşta neler yapacağına dikkat edermiş ve bugün ne yemek yiyeceğim, yemeği nerden bulacağım diye hiç düşünüp endişe etmezmiş. Çünkü anlamış ki onun yemeğini vermek, hasta olduğu zaman onu doktora götürüp ilaç vermek devletin göreviymiş. Çünkü askerler devleti korumak için çalışıyormuş. Ama bazen mutfakta diğer askerlerle sırasıyla yemek pişirmek, sofraya yemek getirmek ve bulaşık yıkamak da gerekiyormuş. Bu askere ne yapıyorsun diye sorsalar, asker olduğu için ve görevini bildiği için şöyle dermiş: “Devlet için karşılığında hiçbirşey almadan çalışıyorum’’ Kendim için çalışıp para kazanıyorum demiyor çünkü kendisi için çalışmıyor, askerlik görevini yapıyormuş.

Diğeri canının istediğini yapan, yemek yemeyi aşırı seven ve az bilgili asker ise, savaşta yapacaklarına hiç dikkat etmezmiş, çalışmazmış: "O, devlet işidir. Bana ne?" dermiş. Her zaman para kazanmak için başka başka işler bulmaya çalışır, diğer askerlerin yanından ayrılır, çarşıya gider, alış-veriş edermiş.

Bir gün, bilgili arkadaşı ona demiş ki: “-Kardeşim, asıl vazifen, görevin, yapman gereken savaş için silah kullanmayı öğrenmektir. Sen, onun için buraya getirilmişsin. Asker olmuşsun. Padişaha güven. O, seni aç bırakmaz. Senin yemeğini vermek, padişahın vazifesidir, sen boşuna yemek almak için başka işler bulmaya çalışma. Hem sen, zayıfsın, güçlü değilsin, hem fakirsin, zengin değilsin; her yerde kendine yiyecek bulamazsın. Hem savaş zamanıdır. Hem sana bu asker görevini yapmıyor, askerlik yapmaktan kaçıyor derler, ceza verirler.”

Evet iki vazife var: Biri askerlerin yemeklerinin hazırlanıp onlara verilmesi, bu pâdişahın görevidir, yaptığıdır. Bâzen biz de onun için biraz çalışırız ve yemeği pişiririz.

Diğeri, bizim vazifemizdir. Pâdişah bize bu görevimizde dahi yardım eder, o görev de savaşmayı öğrenmek ve savaşta yapmamız gerekenleri yapmaktır.” demiş.

Acaba o görevini yapmayan asker, o görevini yapan askeri dinlemezse, ne kadar tehlikede kalır değil mi?! Dinlemezse ne olur sizce çocuklar?

İşte ey görevini yapmak istemeyen, oyun oynamak isteyen, uyumak isteyen ve tembel olan içimdeki kötü huylu çocuk!

Aslında o savaş zamanı bu dünya hayatıdır.

O askerlerden oluşan ordu ise dünyadaki bütün insanlardır.

O iki askerin olduğu yer ise bu zamandaki müslüman insanların olduğu yerdir.

O iki asker ise; biri: namazını kılan, orucunu tutan ve günah işlemeyen, içindeki kötü huylu çocuğu ve şeytanı dinlemeyen, Allahın emirlerini dinleyen müslümandır.

Diğeri: Kendisine bu yiyecekleri ve rızıkları aslında kimin verdiğini bilmeyen, onu tanımayan, hatta bilmediği için yemek ve yiyecek parası kazanmak için başka başka işler yapmaya çalışan ve bunu yaparken namazını kılmayan, orucunu tutmayan hatta bazı günahları işleyen, zarara uğrayan kimsedir.

Yani çalışmak güzeldir ama ibadetimize engel olmamalıdır. Günaha sebep olmamalıdır.

Ve o askerin yaptığı eğitim ve çalışmalar ise aslında başta namaz ve diğer ibâdetlerdir.

Ve o savaş ise; içimizdeki kötü huylu çocuk ve şeytanın söylediği kötü şeylere karşı, mücadele edip, onları dinlemeyip günahlardan ve kötü davranışlardan kurtulmak ve böylece kalbimizi ve ruhumuzu kötüleşmekten kurtarmaktır.

Ve o iki vazife ise; birisi, hayâtı verip beslemektir. Canlılara hayatı veren ve onları besleyen Allah’tır.

Diğeri, hayâtı verene ve besleyene güvenip, inanıp yalvarmaktır. Çalışıp elinden geleni yaptıktan sonra Allah’ım sana güveniyorum demektir. Allah’ım bize rızık ver diye dua etmektir.

Evet hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve devam ettiren de odur. Ondan başka olmaz...

Evet rızkı, yani yaşamak için gerekli yiyecek ve ihtiyaçları kazanmak aslında güçlü olmaya, istemeye ve çok çalışmaya bağlı değildir. Aslında güçcüz olmaya ve zayıf olmaya bağlıdır.

Demek yemek bulmak için çalışıp para kazancam derken, işlerim çok fazla diye, namazını kılmayan, o askere benzer ki görevini bırakmış, çarşıya gitmiş, el açmış, dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Allah’ın hazırladığı rızıklardan kendi payına düşeni aramak için çalışmak güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibâdettir. Sevap kazandırır.

İşte sana iki yol, istediğini seç... Siz işe gidip çalışıyor olsaydınız namazınızı kılar mıydınız çocuklar? Yoksa işlerim çok diye namaz kılmaz mıydınız?


16.08.2011

Şablon:5.Söz

Advertisement