Yenişehir Wiki
Advertisement

Bir Mersiye/Güncel Türçesi 

Cânan Yurdu Safahat Bayrak
Mehmet Akif Ersoy
Dirvâs
Disambig Bakınız: Bir Mersiye/1 , Bir Mersiye/2 , Bir Mersiye/3 , Bir Mersiye/4 , Bir Mersiye/Osmanlıca , Bir Mersiye/Açıklama , Bir Mersiye/Arapça , Bir Mersiye/Farsça , Bir Mersiye/Azerice , Bir Mersiye/İngilizce


Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken bu cihân-ı zulmete vedâ ederek, âlem-i nûr’â-nûr-ı dîdâra yükselen yâr-i cânım Hilmi hakkında)

Nihâyet oldu nazardan nihân o nûr-i mübîn,

Peyinde kaldı ufuklarda bir hayâl-i defin!

Zevâl, o emr-i tabiî kemâle derpeydir:

Fezâda yükselen encüm olur ufûle karîn;

Fakat bu necm-i emel sanki berk-ı hâtif idi,

Ki birden etti gurûbuyle ufku leyl-âkîn.

Tenezzül etmedi nâsûta, döndü lâhûta;

Kemîne pâye-i iclâli oldu illiyyîn.

Hayâli yâd-ı hazînimde, rûhu bâlâ-gerd,

Vücûdu bister-i makberde iğtirâb-güzîn...

Tehallül eyledi gûyâ o nûr-i yekpâre,

Nigâh-ı bârika-bîn oldu bir de hârika -bîn!

Bir âsümân-ı celâlin muhîti, oldukça,

Nazarda arş ile yeksân olursa çok mu zemîn?

Kitâbe, seng-i mezârında hep kitâb-ı ledün;

Sirâc, fevk-ı serinde ziyâ-yı nûr-i yakîn.

Sütûnu merkadinin Hakk'a yükselen tehlîl;

Revâkı meşhedinin nâzilât-ı arş-ı berîn.

Zemîn-i hâkine ferrâş, dest-i nâz-ı nesîm;

Fezâ-yı kabrine sâkî sehâb-ı nesr-âyîn.

Nücûm, türbesinin türbedâr-ı bîdârı;

Bahâr, lâhdine pûşîde sütre-i rengîn.

Açılmadan kuruyan gonce-i izârı için

Seherde nevha-i bülbül terâne-i Yâsîn!

Havâda mevcesidir şehper-i melâikenin,

Eden riyâh değildir bu servilikte enîn.

Leyâl o tayf-ı lâtîfın harîm-i ismetidir;

Şafak ki hâtıra-i iğtirâbıdır, ne hazîn!

Bütün mekân, nazarımda o rûha nüzhet-gâh,

Eğerçi yükselerek oldu lâmekânda mekîn.


Ey aslına iltihâk eden nûr,

Sensin bana her tarafta manzûr;

Olsan da zılâl içinde mestûr,

Bir an değilim o lem'adan dûr:

Rûhumda ebed-karâr şû'len.


Mevvâc sabâhatin seherde

Berk urmada nâsiyen kamerde;

Şeb sahn-ı harem-serâna- perde.

Matvî evrak-ı verd-i terde

Bir şemme kitâb-ı nükhetinden!


Nağmendir eden riyâhı tehzîz,

Senden bu nevâ yı şûriş-engîz!

Tayfın beni eyliyor seher-hîz...

Ey hâtırasıyle rûh lebrîz,

İndimde bu kâinât hep sen!


Ey lem'a-i şu'le-i İlâhî,

Ey subh-i ebed karârgâhı.

Hiç bulmaya tâbişin tenâhî...

Envârına gelmesin tebâhî...

Bir böyle bekânı isterim ben.


Sönmez yanan ihtimâli yoktur,

Sönmek sözünün meâli yoktur...

Yok, nâre demem zevâli yoktur,

Nûrun fakat öyle hâli yoktur.

Olmaz ona hiç adem nişîmen.


Ey hâtırasıyle kaldığım yâr,

Artık aramızda bir cihan var!

Sen gökte safâ-güzîn-i dîdâr,

Ben yerde azâb içinde bîzâr!

Gûşumda bütün terâne şîven!


Şîven demi nây-i nağme-kârın,

Şîven cereyânı cûybârın,

Şîven sesi bâd-ı bî-karârın,

Şîven bana âh yâdigârın...

Sen gökleri hande-zâr ederken!

{{




Bir Mersiye şiiri[]

Şiir Metni
Güncel Türkçesi
(Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken 'bu cihân-ı zulmete vedâ ederek, ''âlem-i nûr’â-nûr-ı dîdâra yükselen


yâr-i cânım Hilmi hakkında)

Henüz on dokuz yirmi yaşlarında iken bu karanlık dünyaya veda ederek Allah'ın nurlu alemine yükselen can dostum Hilmi hakkında
Nihâyet oldu nazardan nihân o nûr-i mübîn,
Peyinde kaldı ufuklarda bir hayâl-i defin!
Sonunda o apaçık nur gözden kayboldu,
Arkasında ufuklara gömülmüş bir hayal kaldı
Zevâl, o emr-i tabiî kemâle derpeydir:
Fezâda yükselen encüm olur ufûle karîn;
Kemalin sonunda bir yok oluşa dönmesi tabii bir şeydir.
Fezada yükselen yıldızlar da sonunda batar.
Fakat bu necm-i emel sanki berk-ı hâtif idi,
Ki birden etti gurûbuyle ufku leyl-âkîn.
Fakat bu emel yıldızı sanki göz kamaştıran şimşekti,
Ki batmasıyla birden ufku karanlığa boğdu.
Tenezzül etmedi nâsûta, döndü lâhûta;
Kemîne pâye-i iclâli oldu illiyyîn.
Tenezzül etmedi dünyaya döndü ilahi âleme
Yüksekliğinin en alt basamağı cennetin en güzel yeri oldu.
Hayâli yâd-ı hazînimde, rûhu bâlâ-gerd,
Vücûdu bister-i makberde iğtirâb-güzîn...
Hayali hüzünlü anılarımdadır, ruhu yücelerde
Vücudu mezarın döşeğine inip yatmayı tercih etti.
Tehallül eyledi gûyâ o nûr-i yekpâre,
Nigâh-ı bârika-bîn oldu bir de hârika -bîn!
Sanki bütün bir nur kendi parçalarına ayrıldı
Sanki o şimşekler seyreden ve harikalar gören bir bakış oldu.
 
Bir âsümân-ı celâlin muhîti, oldukça,
Nazarda arş ile yeksân olursa çok mu zemîn?
Bir ululuk ve yücelik semasını kucaklamışken yeryüzü
Göğün yüceleriyle yer birleşip karışmış göründü desek çok mudur?
Kitâbe, seng-i mezârında hep kitâb-ı ledün;
Sirâc, fevk-ı serinde ziyâ-yı nûr-i yakîn.
Mezar taşının kitabesi hep ilahi bilgiler kitabından,
Başucundaki kandil ise kuşkusuz görünen nurun parıltısıdır.
 

Sütûnu merkadinin Hakk'a yükselen tehlîl;

Revâkı meşhedinin nâzilât-ı arş-ı berîn.

Hakk'a yükselen tehlil kabrinin direği

Yüce gökten inen şeyler türbesinin kemeri.

Zemîn-i hâkine ferrâş, dest-i nâz-ı nesîm;

Fezâ-yı kabrine sâkî sehâb-ı nesr-âyîn.

Rüzgarın nazlı eli kabrinin toprağını süpürmekte

İnciler yağdıran bulut, kabrinin fezasında sâkilik etmekte

Nücûm, türbesinin türbedâr-ı bîdârı;


Bahâr, lâhdine pûşîde sütre-i rengîn.

Yıldızlar türbesinin uyanık bekçileri

Bahar ise lahdini örten güzel bir örtü

Açılmadan kuruyan gonce-i izârı için

Seherde nevha-i bülbül terâne-i Yâsîn!

Bir gonca gibi açıulmadan solan ve kuruyan yanağına

Yasin okur seher vakti bülbülün nağmesi

Havâda mevcesidir şehper-i melâikenin,

Eden riyâh değildir bu servilikte enîn.

Üstünde uçuşan meleklerin kanat sesidir;

Bu servilikte inleyen rüzgar değil

Leyâl o tayf-ı lâtîfın harîm-i ismetidir;
Şafak ki hâtıra-i iğtirâbıdır, ne hazîn!
Geceler o güzel hayalin kendine has iffet evidir
Şafak ki o güneşin batışını hatırlatır ne hazin
 

Bütün mekân, nazarımda o rûha nüzhet-gâh,

Eğerçi yükselerek oldu lâmekânda mekîn.

Gerçi o ruh yükselip mekanın ötesinde karar kıldı,

Ancak yine degözümde bütün mekan onun gezinti yeridir.

Ey aslına iltihâk eden nûr,

Sensin bana her tarafta manzûr;

Ey dönüp aslına karışan nur,

Bana her tarafta sen görünürsün

Olsan da zılâl içinde mestûr,

Bir an değilim o lem'adan dûr:


Rûhumda ebed-karâr şû'len.

Gölgelerle örtülmüş de olsan,

O parıltıdan uzak değilim bir an,


Ruhumda sonsuza dek durur ışığın

Mevvâc sabâhatin seherde

Berk urmada nâsiyen kamerde;

Dalgalanır güzelliğin seherde,

Alnının ışığı parlamakta ayda

Şeb sahn-ı harem-serâna- perde.

Matvî evrak-ı verd-i terde



Bir şemme kitâb-ı nükhetinden!

Gece kendine has sarayının önündeki perde,

Taze gül yapraklarına sarınmış olan koku,


Senden gelmiş bir kokudur.

Nağmendir eden riyâhı tehzîz,

Senden bu nevâ yı şûriş-engîz!

Rüzgarları harekete geçiren senin nağmendir,

Bu fırtınalar koparan ses sendendir

Tayfın beni eyliyor seher-hîz...

Ey hâtırasıyle rûh lebrîz,


İndimde bu kâinât hep sen!

Beni seherde uyanık tutan hayalindir,

Ey hatırasıyla ruhumu dolduran


Gözümde bu kainat hep senden ibarettir.

Ey lem'a-i şu'le-i İlâhî,

Ey subh-i ebed karârgâhı.

Ey ilahi ışığın parıltısı,

Ey sonsuz sabahın karargâhı varlık.

Hiç bulmaya tâbişin tenâhî...

Envârına gelmesin tebâhî...


Bir böyle bekânı isterim ben.

Parıltın hiç bitmesin,

Nurların eksilmesin,


Senin için böyle bir beka isterim ben.

Sönmez yanan ihtimâli yoktur,


Sönmek sözünün meâli yoktur...

Yanıp parlayan nurun sönme ihtimali yoktur,

Sönmek sözünün burda bir anlamı yoktur.

Yok, nâre demem zevâli yoktur,

Nûrun fakat öyle hâli yoktur.



Olmaz ona hiç adem nişîmen.

Demiyorum ki ateşin sönme ihtimali yoktur,

ancak nurun böyle bir hali yoktur,[]

O hiçbir zaman yoklukta karar kılmaz |- | Ey hâtırasıyle kaldığım yâr,


Artık aramızda bir cihan var! | Ey hatırasıyla kaldığım yâr,

Artık aramızda bir cihân var |- | Sen gökte safâ-güzîn-i dîdâr,

Ben yerde azâb içinde bîzâr!Gûşumda bütün terâne şîven! | Sen gökte ilahi güzelliği seyretmenin safasında,

Bense yerde bıktırıcı ayrılığın azabında,


Bütün nağmelerin kulağıma bir feryat gibi gelmesi bundan. |- | Şîven demi nây-i nağme-kârın,

Şîven cereyânı cûybârın, | Nağmelere dem tutan neyin sesi feryat,

Akan derelerin şırıltısı feryat, |- | Şîven sesi bâd-ı bî-karârın,

Şîven bana âh yâdigârın...


Sen gökleri hande-zâr ederken! | Kararsız kalmış rüzgarın sesi feryat,

Bana yadigar kalan şey feryat,


Gökler tebessümlerinle bezenirken, |- | | |- | | |}

Bir Mersiye şiirinin Anadolu Liseleri için sunumu[]

Şiir Metni
Güncel Türkçesi
İngilizce Tercüme

(Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken


bu cihân-ı zulmete vedâ ederek,


âlem-i nûr’â-nûr-ı dîdâra yükselen

yâr-i cânım Hilmi hakkında)

Henüz on dokuz yirmi yaşlarında iken bu karanlık dünyaya veda ederek Allah'ın nurlu alemine yükselen can dostum Hilmi hakkında
İngilizce Tercüme Buraya

Nihâyet oldu nazardan nihân o nûr-i mübîn,


Peyinde kaldı ufuklarda bir hayâl-i defin!

Sonunda o apaçık nur gözden kayboldu,Arkasında ufuklara gömülmüş bir hayal kaldı
İngilizce Tercüme Buraya

Zevâl, o emr-i tabiî kemâle derpeydir:


Fezâda yükselen encüm olur ufûle karîn;

Kemalin sonunda bir yok oluşa dönmesi tabii bir şeydir.Fezada yükselen yıldızlar da sonunda batar.
İngilizce Tercüme Buraya

Fakat bu necm-i emel sanki berk-ı hâtif idi,


Ki birden etti gurûbuyle ufku leyl-âkîn.

Fakat bu emel yıldızı sanki göz kamaştıran şimşekti,Ki batmasıyla birden ufku karanlığa boğdu.

Tenezzül etmedi nâsûta, döndü lâhûta;


Kemîne pâye-i iclâli oldu illiyyîn.

Tenezzül etmedi dünyaya döndü ilahi âlemeYüksekliğinin en alt basamağı cennetin en güzel yeri oldu.

Hayâli yâd-ı hazînimde, rûhu bâlâ-gerd,


Vücûdu bister-i makberde iğtirâb-güzîn...

Hayali hüzünlü anılarımdadır, ruhu yücelerde,Vücudu mezarın döşeğine inip yatmayı tercih etti.

Tehallül eyledi gûyâ o nûr-i yekpâre,


Nigâh-ı bârika-bîn oldu bir de hârika -bîn!

Sanki bütün bir nur kendi parçalarına ayrıldı,Sanki o şimşekler seyreden ve harikalar gören bir bakış oldu.

Bir âsümân-ı celâlin muhîti, oldukça,

Nazarda arş ile yeksân olursa çok mu zemîn?

Bir ululuk ve yücelik semasını kucaklamışken yeryüzüGöğün yüceleriyle yer birleşip karışmış göründü desek çok mudur?

Kitâbe, seng-i mezârında hep kitâb-ı ledün;

Sirâc, fevk-ı serinde ziyâ-yı nûr-i yakîn.

Mezar taşının kitabesi hep ilahi bilgiler kitabından,Başucundaki kandil ise kuşkusuz görünen nurun parıltısıdır.

Sütûnu merkadinin Hakk'a yükselen tehlîl;


Revâkı meşhedinin nâzilât-ı arş-ı berîn.

Hakk'a yükselen tehlil kabrinin direği

Yüce gökten inen şeyler türbesinin kemeri.

Zemîn-i hâkine ferrâş, dest-i nâz-ı nesîm;


Fezâ-yı kabrine sâkî sehâb-ı nesr-âyîn.

Rüzgarın nazlı eli kabrinin toprağını süpürmekte

İnciler yağdıran bulut, kabrinin fezasında sâkilik etmekte

Nücûm, türbesinin türbedâr-ı bîdârı;


Bahâr, lâhdine pûşîde sütre-i rengîn.

Yıldızlar türbesinin uyanık bekçileri

Bahar ise lahdini örten güzel bir örtü

Açılmadan kuruyan gonce-i izârı için

Seherde nevha-i bülbül terâne-i Yâsîn!

Bir gonca gibi açıulmadan solan ve kuruyan yanağına

Yasin okur seher vakti bülbülün nağmesi

Havâda mevcesidir şehper-i melâikenin,

Eden riyâh değildir bu servilikte enîn

Üstünde uçuşan meleklerin kanat sesidir;

Bu servilikte inleyen rüzgar değil

Leyâl o tayf-ı lâtîfın harîm-i ismetidir;


Şafak ki hâtıra-i iğtirâbıdır, ne hazîn!

Geceler o güzel hayalin kendine has iffet evidirŞafak ki o güneşin batışını hatırlatır ne hazin

Bütün mekân, nazarımda o rûha nüzhet-gâh,


Eğerçi yükselerek oldu lâmekânda mekîn.

Gerçi o ruh yükselip mekanın ötesinde karar kıldı,

Ancak yine degözümde bütün mekan onun gezinti yeridir.

Ey aslına iltihâk eden nûr,


Sensin bana her tarafta manzûr;

Ey dönüp aslına karışan nur,

Bana her tarafta sen görünürsün

Olsan da zılâl içinde mestûr,


Bir an değilim o lem'adan dûr:


Rûhumda ebed-karâr şû'len

Gölgelerle örtülmüş de olsan,

O parıltıdan uzak değilim bir an,


Ruhumda sonsuza dek durur ışığın

Mevvâc sabâhatin seherde


Berk urmada nâsiyen kamerde;

Dalgalanır güzelliğin seherde,

Alnının ışığı parlamakta ayda

Şeb sahn-ı harem-serâna- perde.


Matvî evrak-ı verd-i terde


Bir şemme kitâb-ı nükhetinden!

Gece kendine has sarayının önündeki perde,

Taze gül yapraklarına sarınmış olan koku,


Senden gelmiş bir kokudur.

Nağmendir eden riyâhı tehzîz,


Senden bu nevâ yı şûriş-engîz!

Rüzgarları harekete geçiren senin nağmendir,

Bu fırtınalar koparan ses sendendir

Tayfın beni eyliyor seher-hîz...


Ey hâtırasıyle rûh lebrîz,


İndimde bu kâinât hep sen!

Beni seherde uyanık tutan hayalindir,

Ey hatırasıyla ruhumu dolduran


Gözümde bu kainat hep senden ibarettir.

Ey lem'a-i şu'le-i İlâhî,

Ey subh-i ebed karârgâhı.

Ey ilahi ışığın parıltısı,

Ey sonsuz sabahın karargâhı varlık.

Hiç bulmaya tâbişin tenâhî...


Envârına gelmesin tebâhî...


Bir böyle bekânı isterim ben.

Parıltın hiç bitmesin,

Nurların eksilmesin,


Senin için böyle bir beka isterim ben.

Sönmez yanan ihtimâli yoktur,


Sönmek sözünün meâli yoktur...

Yanıp parlayan nurun sönme ihtimali yoktur,

Sönmek sözünün burda bir anlamı yoktur.

Yok, nâre demem zevâli yoktur,


Nûrun fakat öyle hâli yoktur.


Olmaz ona hiç adem nişîmen.

Demiyorum ki ateşin sönme ihtimali yoktur,

Ancak nurun böyle bir hali yoktur,


O hiçbir zaman yoklukta karar kılmaz

Ey hâtırasıyle kaldığım yâr,


Artık aramızda bir cihan var!

Ey hatırasıyla kaldığım yâr,

Artık aramızda bir cihân var

Sen gökte safâ-güzîn-i dîdâr,


Ben yerde azâb içinde bîzâr!


Gûşumda bütün terâne şîven!

Sen gökte ilahi güzelliği seyretmenin safasında,

Bense yerde bıktırıcı ayrılığın azabında,


Bütün nağmelerin kulağıma bir feryat gibi gelmesi bundan.

Şîven demi nây-i nağme-kârın,

Şîven cereyânı cûybârın,

Nağmelere dem tutan neyin sesi feryat,

Akan derelerin şırıltısı feryat,

Şîven sesi bâd-ı bî-karârın,


Şîven bana âh yâdigârın...


Sen gökleri hande-zâr ederken!

Kararsız kalmış rüzgarın sesi feryat,

Bana yadigar kalan şey feryat,


Gökler tebessümlerinle bezenirken,

Bir Mersiye şiirinin Sosyal Bilimler Lisesi için sunumu[]

Şiir Metni
Güncel Türkçesi
İngilizce Tercüme
Osmanlıca

(Henüz, on dokuz, yirmi yaşlarında iken bu cihân-ı zulmete vedâ ederek,

âlem-i nûr’â-nûr-ı dîdâra yükselen yâr-i cânım Hilmi hakkında)

Henüz on dokuz yirmi yaşlarında iken bu karanlık dünyaya veda ederek Allah'ın nurlu alemine yükselen can dostum Hilmi hakkında
İngilizce Tercüme Buraya
örnek osmanlıca مقدمة

Nihâyet oldu nazardan nihân o nûr-i mübîn,

Peyinde kaldı ufuklarda bir hayâl-i defin!

Sonunda o apaçık nur gözden kayboldu,Arkasında ufuklara gömülmüş bir hayal kaldı
İngilizce Tercüme Buraya
örnek osmanlıca مقدمة

Zevâl, o emr-i tabiî kemâle derpeydir:

Fezâda yükselen encüm olur ufûle karîn;

Kemalin sonunda bir yok oluşa dönmesi tabii bir şeydir.Fezada yükselen yıldızlar da sonunda batar.
İngilizce Tercüme Buraya
örnek osmanlıca مقدمة

Fakat bu necm-i emel sanki berk-ı hâtif idi,


Ki birden etti gurûbuyle ufku leyl-âkîn.

Fakat bu emel yıldızı sanki göz kamaştıran şimşekti,Ki batmasıyla birden ufku karanlığa boğdu.
İngilizce Tercüme Buraya
örnek osmanlıca مقدمة

Tenezzül etmedi nâsûta, döndü lâhûta;


Kemîne pâye-i iclâli oldu illiyyîn.

Tenezzül etmedi dünyaya döndü ilahi âlemeYüksekliğinin en alt basamağı cennetin en güzel yeri oldu.

Hayâli yâd-ı hazînimde, rûhu bâlâ-gerd,


Vücûdu bister-i makberde iğtirâb-güzîn...

Hayali hüzünlü anılarımdadır, ruhu yücelerdeVücudu mezarın döşeğine inip yatmayı tercih etti.

Tehallül eyledi gûyâ o nûr-i yekpâre,


Nigâh-ı bârika-bîn oldu bir de hârika -bîn!

Sanki bütün bir nur kendi parçalarına ayrıldıSanki o şimşekler seyreden ve harikalar gören bir bakış oldu.

Bir âsümân-ı celâlin muhîti, oldukça,


Nazarda arş ile yeksân olursa çok mu zemîn?

Bir ululuk ve yücelik semasını kucaklamışken yeryüzüGöğün yüceleriyle yer birleşip karışmış göründü desek çok mudur?

Kitâbe, seng-i mezârında hep kitâb-ı ledün;


Sirâc, fevk-ı serinde ziyâ-yı nûr-i yakîn.

Mezar taşının kitabesi hep ilahi bilgiler kitabından,Başucundaki kandil ise kuşkusuz görünen nurun parıltısıdır.

Sütûnu merkadinin Hakk'a yükselen tehlîl;


Revâkı meşhedinin nâzilât-ı arş-ı berîn.

Hakk'a yükselen tehlil kabrinin direği

Yüce gökten inen şeyler türbesinin kemeri.

Zemîn-i hâkine ferrâş, dest-i nâz-ı nesîm;


Fezâ-yı kabrine sâkî sehâb-ı nesr-âyîn.

Rüzgarın nazlı eli kabrinin toprağını süpürmekte

İnciler yağdıran bulut, kabrinin fezasında sâkilik etmekte

Nücûm, türbesinin türbedâr-ı bîdârı;


Bahâr, lâhdine pûşîde sütre-i rengîn.

Yıldızlar türbesinin uyanık bekçileri

Bahar ise lahdini örten güzel bir örtü

Açılmadan kuruyan gonce-i izârı için


Seherde nevha-i bülbül terâne-i Yâsîn!

Bir gonca gibi açıulmadan solan ve kuruyan yanağına

Yasin okur seher vakti bülbülün nağmesi

Havâda mevcesidir şehper-i melâikenin,


Eden riyâh değildir bu servilikte enîn.

Üstünde uçuşan meleklerin kanat sesidir;

Bu servilikte inleyen rüzgar değil

Leyâl o tayf-ı lâtîfın harîm-i ismetidir;


Şafak ki hâtıra-i iğtirâbıdır, ne hazîn!

Geceler o güzel hayalin kendine has iffet evidirŞafak ki o güneşin batışını hatırlatır ne hazin

Bütün mekân, nazarımda o rûha nüzhet-gâh,


Eğerçi yükselerek oldu lâmekânda mekîn.

Gerçi o ruh yükselip mekanın ötesinde karar kıldı,

Ancak yine degözümde bütün mekan onun gezinti yeridir.

Ey aslına iltihâk eden nûr,


Sensin bana her tarafta manzûr;

Ey dönüp aslına karışan nur,

Bana her tarafta sen görünürsün

Olsan da zılâl içinde mestûr,


Bir an değilim o lem'adan dûr:


Rûhumda ebed-karâr şû'len.

Gölgelerle örtülmüş de olsan,

O parıltıdan uzak değilim bir an,


Ruhumda sonsuza dek durur ışığın

Mevvâc sabâhatin seherde


Berk urmada nâsiyen kamerde;

Dalgalanır güzelliğin seherde,

Alnının ışığı parlamakta ayda

Şeb sahn-ı harem-serâna- perde.


Matvî evrak-ı verd-i terde


Bir şemme kitâb-ı nükhetinden!

Gece kendine has sarayının önündeki perde,

Taze gül yapraklarına sarınmış olan koku,


Senden gelmiş bir kokudur.

Nağmendir eden riyâhı tehzîz,


Senden bu nevâ yı şûriş-engîz!

Rüzgarları harekete geçiren senin nağmendir,

Bu fırtınalar koparan ses sendendir

Tayfın beni eyliyor seher-hîz...


Ey hâtırasıyle rûh lebrîz,


İndimde bu kâinât hep sen!

Beni seherde uyanık tutan hayalindir,

Ey hatırasıyla ruhumu dolduran


Gözümde bu kainat hep senden ibarettir.

Ey lem'a-i şu'le-i İlâhî,


Ey subh-i ebed karârgâhı.

Ey ilahi ışığın parıltısı,

Ey sonsuz sabahın karargâhı varlık.

Hiç bulmaya tâbişin tenâhî...


Envârına gelmesin tebâhî...


Bir böyle bekânı isterim ben.

Parıltın hiç bitmesin,

Nurların eksilmesin,


Senin için böyle bir beka isterim ben.

Sönmez yanan ihtimâli yoktur,


Sönmek sözünün meâli yoktur...

Yanıp parlayan nurun sönme ihtimali yoktur,

Sönmek sözünün burda bir anlamı yoktur.

Yok, nâre demem zevâli yoktur,


Nûrun fakat öyle hâli yoktur.


Olmaz ona hiç adem nişîmen.

Demiyorum ki ateşin sönme ihtimali yoktur,

ancak nurun böyle bir hali yoktur,


O hiçbir zaman yoklukta karar kılmaz

Ey hâtırasıyle kaldığım yâr,


Artık aramızda bir cihan var!

Ey hatırasıyla kaldığım yâr,

Artık aramızda bir cihân var

Sen gökte safâ-güzîn-i dîdâr,


Ben yerde azâb içinde bîzâr!


Gûşumda bütün terâne şîven!

Sen gökte ilahi güzelliği seyretmenin safasında,

Bense yerde bıktırıcı ayrılığın azabında,


Bütün nağmelerin kulağıma bir feryat gibi gelmesi bundan.

Şîven demi nây-i nağme-kârın,


Şîven cereyânı cûybârın,

Nağmelere dem tutan neyin sesi feryat,

Akan derelerin şırıltısı feryat,

Şîven sesi bâd-ı bî-karârın,


Şîven bana âh yâdigârın...


Sen gökleri hande-zâr ederken!

Kararsız kalmış rüzgarın sesi feryat,

Bana yadigar kalan şey feryat,


Gökler tebessümlerinle bezenirken,


Safahat logo

Şablon:Düz liseler için safahat projesi
Şablon:Anadolu liseleri için safahat projesi
Şablon:Sosyal Bilimler Liseleri için safahat projesi
Şablon:Türki Dillerde Safahat Projesi
Şablon:Safahat İngilizceye Tercüme Projesi

Bir mersiye 1

Mehmet Akif Ersoy'un Bir Mersi şiiri

Bir mersiye 2

Mehmet Akif Ersoy'un Bir Mersi şiiri

Bir mersiye 3

Mehmet Akif Ersoy'un Bir Mersi şiiri

Advertisement