Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Hüsrev Altınbaşak Subay Üniforması ile Birinci Cihan Harbinde
Bakınız

D
Hüsrev.
Hüsrev Altınbaşak.
Ahmet Hüsrev Altınbaşak
Hüsrev Altınbaşak/14.Şua/13.Parça
Hüsrev Altınbaşak/Hattımın değiştiğini görüyorum
Bediüzzaman'ın varisleri


Tevâfuklu Kur'an
Tevafuklu Kur'an-ı Kerim
Tevâfuklu Kur’ân’ın yazılışı
bediüzzaman said nursi kitabında belirttiği üzere “kur'anın gözle görülen bir nevi lem'a-i i'caziyeyi, beş-altı mushafta işaretler yaptım, hatt-ı arabî-i kur'anîleri mükemmel olan kardeşlerime taksim ettim. bunların içinde hatt-ı arabî-i kur'an'da hüsrev onlara yetişemediği halde, birden umum o kâtiblere ve hatt-ı arabî muallime tefevvuk eyledi. ve hatt-ı arabîde, en mümtaz kardeşlerimizden on derece geçti. umumen onlar tasdik edip: "evet bizden geçti, biz ona yetişemiyoruz" dediler.” şeklinde beyan ederek, üstadının işareti ve talimatıyla tevafuklu kuran-ı kerimi yazmaya muvaffak olan yegane talebelerindendir.

Altinbasak-ahmet-husrev-2
Ahmed_Husrev_Altınbaşak-1

Ahmed Husrev Altınbaşak-1

Hüsrev_Altınbaşak_Abinin_takvası_Üstad_Kadir_Mısıroğlu

Hüsrev Altınbaşak Abinin takvası Üstad Kadir Mısıroğlu

Ahmed_Husrev_Altınbaşak_Efendi'nin_Sesinden_Haşir_Risalesi

Ahmed Husrev Altınbaşak Efendi'nin Sesinden Haşir Risalesi

Haşir risalesi.

Bediüzzaman,_Hüsrev_Altınbaşak'ı_Neden_Kastamonu'ya_Çağırdı?

Bediüzzaman, Hüsrev Altınbaşak'ı Neden Kastamonu'ya Çağırdı?

İsmail_Müftüoğlu-Hüsrev_Altınbaşak_hatırası-SES_KALİTELİ-0

İsmail Müftüoğlu-Hüsrev Altınbaşak hatırası-SES KALİTELİ-0

İsmail bey biz bir takdirin gereği olarak buradayız.Onun için müteessir değiliz.Bizim üstadımız bediüzzaman ömrünü hapishanelerde geçirdi. Bizim için hapishane, medrese-i yusufiyedir. Burada sabır sahibi olmak önemli gelişmelerin kapısını açar. Elhamdülillah başka suçtan içerde olsa idik, yüzünüze bakamazdık. Sonucu Allah takdir edecektir. Biz sadece esbaba tevesül ediyoruz.

Biri biriyle boğuşanlar müsbet hareket edemez

Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerîm’in kâtibi Ahmed Husrev Efendi, 1899 yılında Isparta’nın Senirce köyünde dünyaya geldi.

Izdırabım

EŞREF EDİP’İN 1952 YILINDA BEDİÜZZAMAN’LA YAPTIĞI RÖPORTAJ
IZDIRABIM
İstanbul seyahatinden muzdarip olup olmadığını sordum.
Bana ızdırap veren, dedi, yalnız İslâm’ın maruz kaldığı tehlikelerdir. Eskiden tehlikeler hariçten gelirdi, onun için mukavemet kolaydı. Şimdi tehlike içeriden geliyor. Kurt, gövdenin içine girdi. Şimdi mukavemet güçleşti. Korkarım ki cemiyetin bünyesi buna dayanamaz çünkü düşmanı sezmez. Can damarını koparan, kanını içen en büyük hasmını dost zanneder. Cemiyetin basîret gözü böyle körleşirse iman kalesi tehlikededir. İşte benim ızdırabım, yegâne ızdırabım budur. Yoksa şahsımın maruz kaldığı zahmet ve meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli meşakkate maruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa.
Yüz binlerce imanlı talebeleriniz size âti için ümit ve teselli vermiyor mu?
— Evet, büsbütün ümitsiz değilim.
Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor. Manevî temelleri sarsılan Garp cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felaketi gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri illete karşı, İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garb’ın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, bâtıl formülleriyle mi? Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum.
Risale-i Nur’u anlamıyorlar yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben, bütün müsbet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hattâ bu hususta da bazı eserler telif eyledim. Fakat ben, öyle mantık oyunları bilmiyorum. Felsefe düzenbazlıklarına da kulak vermem. Ben, cemiyetin iç hayatını, manevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’an’ın tesis ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki İslâm cemiyetinin ana direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.
Bana “Sen şuna buna niçin sataştın?” diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış. Ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler! Dar görüşler
Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Bütün ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında yahut memleket hapishanelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefa, görmediğim eza kalmadı. Divan-ı Harplerde bir cani gibi muamele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilattan men’edildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere maruz kaldım. Zaman oldu ki hayattan bin defa ziyade ölümü tercih ettim. Eğer dinim intihardan beni men’etmeseydi belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.
Benim fıtratım, zillet ve hakarete tahammül etmez. İzzet ve şehamet-i İslâmiye beni bu halde bulunmaktan şiddetle men’eder. Böyle bir vaziyete düşünce, karşımda kim olursa olsun, isterse en zalim bir cebbar, en hunhar bir düşman kumandanı olsa tezellül etmem. Zulmünü, hunharlığını onun suratına çarparım. Beni zindana atar yahut idam sehpasına götürür, hiç ehemmiyeti yoktur. –Nitekim öyle oldu– Bunların hepsini gördüm. Birkaç dakika daha o hunhar kumandanın kalbi, vicdanı zulümkârlığa dayanabilseydi Said, bugün asılmış ve masumlar zümresine iltihak etmiş olacaktı
İşte benim bütün hayatım böyle zahmet ve meşakkatle, felaket ve musibetle geçti. Cemiyetin imanı, saadet ve selâmeti yolunda nefsimi, dünyamı feda ettim. Helâl olsun. Onlara beddua bile etmiyorum. Çünkü bu sayede Risale-i Nur, hiç olmazsa birkaç yüz bin yahut birkaç milyon kişinin –Adedini de bilmiyorum ya, öyle diyorlar. Afyon Savcısı beş yüz bin demişti. Belki daha ziyade– imanını kurtarmaya vesile oldu. Ölmekle, yalnız kendimi kurtaracaktım fakat hayatta kalıp da zahmet ve meşakkatlere tahammül ile bu kadar imanın kurtulmasına hizmet ettim. Allah’a bin kere hamdolsun
Sonra ben, cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne cennet sevdası var ne cehennem korkusu. Cemiyetin, yirmi beş milyon Türk cemiyetinin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur’an’ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur
Hazret coşmuştu. Bir yanardağ gibi lavlar saçıyordu. Bir fırtına gibi gönül denizini dalgalandırıyordu. Bir şelale gibi haşmetli zemzemelerle ruhun en derin noktalarına çarpıyordu. Çok heyecanlanmıştı. Millet kürsüsünde coşmuş bir hatip gibi devam ediyor, sözünün kesilmesini istemiyordu. Yorulduğunu hissettim. Bu heyecanlı bahsi değiştireyim, dedim.
Mahkemede sıkıldınız mı? diye sordum.
Dinî tedrisata kadınlarımızın, muhterem hemşirelerimizin terbiye-i İslâmiye dairesinde iffet ve şereflerini muhafaza etmelerine taraftar olmanın bir suç olduğuna dair kanunlarda bir madde var mı? “Kalbe gelen hakikat” gibi tabirleri de şahsî nüfuz temini maksadına delil göstermelerinin manasını da bu ilimle, hukukla meşgul doçentlerden sorarım.
Üstadla görüşmemiz çok uzamıştı. Müsaade alıp ayrıldığım zaman vakit hayli geçmişti.
1952 – Eşref Edib Kaynak: Risale-i Nur KülliyatıTarihçe-i Hayat

Add category

Advertisement