Süleymaniye Kürsüsünde (Safahat'ın 2. Kitabıdır.) | |||
---|---|---|---|
Şablon:Süleymaniye Kürsüsünde bakınız . Şablon:Safahat 2 İkinci Kitap
| |||
Süleymaniye Kürsüsünde/I | Süleymaniye Kürsüsünde/I/1 - Süleymaniye Kürsüsünde/I/2 - Süleymaniye Kürsüsünde/I/3 - Süleymaniye Kürsüsünde/I/4 | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/II | Süleymaniye Kürsüsünde/II/1 | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/III | Süleymaniye Kürsüsünde/III/ | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/IV | Süleymaniye Kürsüsünde/IV/1 | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/V | Süleymaniye Kürsüsünde/V71 | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/VI | Süleymaniye Kürsüsünde/VI/1 | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/VII | Süleymaniye Kürsüsünde/VII/1 | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/VIII | Süleymaniye Kürsüsünde/VIII/1 | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/IX | Süleymaniye Kürsüsünde/IX/1 | ||
Süleymaniye Kürsüsünde/X | Süleymaniye Kürsüsünde/X/1 | ||
Tercümeler | Süleymaniye Kürsüsünde/İngilizce - Süleymaniye Kürsüsünde/Osmanlıca - Süleymaniye Kürsüsünde/Farsça - Süleymaniye Kürsüsünde/Arapça | ||
Diğer | Süleymaniye Kürsüsünde/Makaleler | ||
|
←İ'tiraf (Safahat 1.Kitap) | ' Mehmet Akif Ersoy |
Süleymaniye Kürsüsünde 2→ |
Ordudaki bozulmalardan, kazan kaldırmalardan bahseder: Şah beyitleri:
|
(Süleymaniye Kürsüsünde 32 kb.büyük olduğu için 10 bölüme ayrılmıştır.)
2'lü tablo sunumu[]
Şiir Metni
|
Güncel Türkçesi
|
'Kardeşim Fatin Hoca'ya
|
Kardeşim Fatin Hoca'ya
|
Köprüden çok geçerim; hem ne kadar geçtimse,Beni sevk etmedi bir kerrecik olsun ye´se,
|
'Köprüden çok geçerim; hem ne kadar geçtimse, 'Beni sevketmedi bir kerecik olsun ümitsizliğe' |
'Ne Halîc´in o yosun çehreli miskin suları;Ne onun hilkate küsmüş gibi durgun kenarı!
|
Ne Haliç'in o yosun çehreli miskin suları; 'Ne onun mahlukata küsmüş gibi durgun kenarı!
|
Herkesin hissi bir olmaz. Meselâ karşıdaki Sâhil in, baş başa vermiş, düşünen pis eski, |
Herkesin hissi bir olmaz. Mesela karşıdaki Sahilin, başbaşa vermiş, düşünen, pis, eski
|
'Ağlamış yüzlü, sakîl evleri durdukça, sizin 'İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lâkin, |
Ağlamış yüzlü, çirkin evleri durdukça, sizin İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lakin, |
Bak benim öyle değil. Siz de biraz şâir olun: 'Meselâ, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun,
|
Bak benim öyle değil. Siz de biraz şair olun: Mesela, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun, |
Cedd-i merhûmu aceb sal mı demekten ne çıkar? Geliniz farz edelim biz bunu: Sâbih bulvar! |
Merhum atası acaba' sal mı demekten ne çıkar? Geliniz farzedelim biz bunu:Yüzen bulvar! |
Köprüler asma imiş Avrupa âfâkında... Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark´ın da |
'Köprüler asma imiş Avrupa ufuklarında... 'Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Doğu'nun da, |
'Böyle daldırma olur... Hem açınız âsârı, '''Köprünün nerde görülmüş, hani, tahte´l-bahrı? |
'Böyle daldırma olur... Hem açınız kitapları, 'Köprünün nerde görülmüş, hani, deniz altında olanı? |
'Anladım: Ben ne kadar şi´re özensem de, 'demek, Seni, ey sevgili kâri ; bu telâkkî, pek pek,' |
Anladım: Ben ne kadar şiire özensem de,demek, Seni,ey sevgili okuyucu, bu anlayış, pek pek, |
Diyeceksin ki: "Hayâlin yeri yoktur... Boşuna!" 'Ya şu timsâl-i İlâhî de mi gitmez hoşuna? |
Diyeceksiniz ki: "Hayalin yeri yoktur... Boşuna!" Ya şu ilâhî sembol de mi gitmez hoşuna?' |
'Öyle ta´zîb-i nigâh eyleme bedbin olarak, ''''''''''''''''''''''''''''Bırak etrâfz da, karşında duran ma´bede bak:
|
Öyle bakışlarına eziyet etme karamsar olarak,
'Bırak etrafı da, karşında duran mabede bak: |
Başka bir sâhile gehvâre-i emvâcından, 'Böyle şeh-dâne çıkarmış mı yakınlarda zaman? |
'Başka bir sahile dalgalar beşiği içinden, 'Böyle büyük bir inci çıkarmış mı yakınlarda zaman? |
Ne seher pâre-i san´at ki ezelden mahmûr...' Leb-i deryâdan uçan bir ebedîhande-i nûr! |
'Sanatın şafağında doğmuş öyle bir eser ki, ezelden mahmur... 'Nurun deniz kıyısından uçan ebedî bir gülümsemesi. |
Sanki ummân-ı bekânın ezelî bir mevci 'Yükselirken göğe, donmuş da kesilmiş inci! |
'Sanki beka okyanusunun ezeli bir dalgası 'Göğe yükselirken, donmuş da kesilmiş inci! |
Bu güher pârenin eb´âd-ısemâvîsinde, 'Yorulan didelerin hâneden insin de, |
'Bu mücevher parçasının gökyüzü gibi sonsuz uzaklıklarında 'Yorulan gözlerin toprağa neden insin de, |
Levse dalsın yeniden? Etme, yazıktır, olmaz; 'Garbatevcîhediver, gel onu sen şimdi biraz: |
'Pisliğe dalsın yeniden? Etme, yazıktır, olmaz; 'Batıya döndür gözlerini sen şimdi biraz: |
Dur da Ma´bûd´una yükselmek için ilme basan 'Ma´bedin hâlini gör, işte serâpâ iman! |
'Dur da Yaratıcısına yükselmek için ilme basan 'Mabedin hâlini gör, işte baştan başa iman! |
'Yüce dağlar gibi, âfâka döşerken sâye, 'O, bekâdan daha câzib kesilen, âbediye, |
'Yüce dağlar gibi, ufuklara yayarken gölge, 'O, bekadan daha çekici kesilen âbideye, |
'Bir nazar, zevk-i bedi´inin yeter tatmîn... 'Durma öyleyse, urûc et o ziyâ âlemine.' |
'Bir göz atmak estetik zevkini tatmine yeter... 'Öyleyse durma, yüksel o ışık âlemine. |
O ziyâ âlemi bilmez ki karanlık ne demek?' O semâvî yuva kirlenmedi, kirlenmiyecek. |
'O ışık âlemi bilmez ki karanlık ne demek? 'O semavî yuva kirlenmedi, kirlenmeyecek. |
Onu i´lâ eden etmiş ebediyyen i´lâ. 'Etse dünyâları tûfan gibi levs istîlâ, |
'Onu yükselten sonsuza dek yükseltmiş. 'Pislik dünyalara tufan gibi yayılsa, |
Bu, semâlarda yüzen, şâhikanın pâk eteği, Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi. |
Bu, göklerde yüzen zirvenin temiz eteği, Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi. |
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın; Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın; |
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın;' Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın; |
Hakkı son sadmei kahrıyle bitirsin isyan;' Edebin şimdiki ma´nâsına densin "hezeyan´; |
Hakkı son yıkıcı darbesiyle isyan bitirsin;
Edep için şimdi bir "saçma söz" denilsin, |
Kalmasın, hâsılı, altüst olarak hissiyyât,
Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayât; |
Kalmasın, kısacası, altüst olarak duygular,
Ne yüreklerde yiğitlik, ne yiğitlikte hayat; |
Yine kürsî-i mehîbinde Süleymâniyye, Kalacak doğruluğun yerdeki tek yurdu diye. |
Yine görkemli kürsüsünde Süleymaniye,
Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye. |
Yıkılır birgün olur mahkemeler, ma´bedler;
En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; |
Yıkılır bir gün olur mahkemeler, mabedler;
En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; |
'Beşeriyyet yeni bir din tanıyıpilhâdı,'Beşerin hâfzzasındavn silinir Hakk´ın adı;
|
İnsanoğlu yeni bir din gibi görüp dinsizliği,
İnsanın hafızasından silinir Hakk'ın adı; |
Gömülür hufre-i târîhe meâlî... LâkinYine tek bir taşı düşmez şu Hudâlânesinin; |
Gömülür tarihin çukuruna yücelikler...
Lakin Yine tek taşı düşmez bu Allah yuvasının; |
Yine insanlığa nâ-mahrem olan bîgâne, Bu harîmin ebediyyen, giremez sînesine; |
Yine insanlıktan mahrum kalmış kayıtsızlar
Bu kutsal yerin koynuna sonsuza dek giremez; |
Yine yâdındaki Mevlâ yı şu dört taneminâr, Kalbe merbût birer dil gibi eyler ikrâr; |
Yine hatırasındaki Mevla'yı şu dört tane minare,
Kalbe bağlı birer dil gibi tasdik ve kabul eder. |
Yine mâzîye gömülmez bu muazzam çehre:
Leş değildir ki atılsın o umûmi kabre! |
Yine geçmişe gömülmez bu azametli çehre:
Leş değildir ki atılsın o umumi mezara! |
Şimdi ey sevgilikâri ; azıcık vaktin eğer,
Varsa -memnun olacaksın - beni ta´kîb ediver. |
Şimdi ey sevgili okuyucu, azıcık vaktin eğer,
Varsa -memnun olacaksın- beni takip ediver. |
Gireriz koynuna, düşsek bile şâyed yoıgun,
Karşıdan baktığımız heykel-i nûrânûrun. |
Gireriz koynuna, düşsek bile şayet yorgun,
Karşıdan baktığımız o nur dolu âbidenin. |
Göreceksin: O harîmin ebedîzıllinde,
San´atın rûhunu seyyâl bulut şeklinde. |
Göreceksin: O kutsal yapının ebedi gölgesinde,
Sanatın ruhunu akıp giden bulut şeklinde. |
"Gördüğüm var... " deme! Gel bir de berâber görelim.
Nereden? Haydi şadırvan kapısından girelim: |
"Gördüğüm var..." deme! Gel bir de beraber görelim.
Nereden? Haydi şadırvan kapısından girelim: |
Bir musanna´ kemer" üstünde kurulmuş 'Tevhîd;'Daha üstünde bir âyet ki: Hudâ´dante´yîd,
|
'Sanatkârane bir kemer, üstüne yazılmış 'Tevhid; Daha üstünde bir ayet ki:
|
Emr-i mevkût-i salâtın bize kat´iyyetine.
Şöyle bir baktı mı insan, kapının hey´etine, |
Doğrulamakta Allah'ın Kesin bir emri olduğunu bize beş vakit namazın. Şöyle bir baktı mı insan, kapının görünüşüne, |
Evvelâ her iki yandan oluyor çehre-nümûn:
Mütenâzır iki mihrâb, iki âzâde sütûn. |
Evvela her iki yandan yüzünü göstermekte: İki bağımsız sütun gibi simetrik iki mihrab. |
Sonra göz yükseliyor doğru yarım kubbelere
Ki dayanmış biri sağdan biri soldan kemere. |
Sonra göz yükseliyor doğru yarım kubbelere,
Ki dayanmış biri sağdan, biri soldan kemere. |
İstalaktitle donanmış o hazin sîneleri, Okşayıp nûr-i nazar, geçti mi artık ileri, |
İstalaktitle donanmış o hüzünlü sineleri,
Okşayıp bakışlarının ışığı, geçti mi artık ileri, |
Geliyor kısmen açılmış iki heybetli kanat,
Kite´ârîci, telâfifi ne müdhiş san´at! |
Geliyor kısmen açılmış iki görkemli kanat,
Ki kıvrıntı ve girintileri ne müthiş sanat! |
Sankim evlâmütefekkir, kocaman bir beyni, Açıvermiş bize göstermek için her yerini. |
Sanki daha iyi bir düşünür, kocaman bir beyni, Açıvermiş bize göstermek için her yerini.
|
3'lü tablo sunumu[]
Şiir Metni
|
Güncel Türkçesi
|
İngilizce Tercüme
|
'Kardeşim Fatin Hoca'ya
|
Kardeşim Fatin Hoca'ya
|
'To my brother' Fatin Hodja
|
Köprüden çok geçerim; hem ne kadar geçtimse,Beni sevk etmedi bir kerrecik olsun ye´se,
|
'Köprüden çok geçerim; hem ne kadar geçtimse, 'Beni sevketmedi bir kerecik olsun ümitsizliğe' |
I can pass through the bridge many times;and whenever I passed through the bridge
|
'Ne Halîc´in o yosun çehreli miskin suları;Ne onun hilkate küsmüş gibi durgun kenarı!
|
Ne Haliç'in o yosun çehreli miskin suları; 'Ne onun mahlukata küsmüş gibi durgun kenarı!
|
- It didn’t let me fall into the hopelessness for once,'''''''''''- Neither did the moss-faced lazy waters of Haliç(Golden Horse);
|
Herkesin hissi bir olmaz. Meselâ karşıdaki Sâhil in, baş başa vermiş, düşünen pis eski, |
Herkesin hissi bir olmaz. Mesela karşıdaki Sahilin, başbaşa vermiş, düşünen, pis, eski
|
'- Nor did his calm rim broke up with the creation!'- No feeling resembles one another. For instance
|
'Ağlamış yüzlü, sakîl evleri durdukça, sizin 'İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lâkin, |
Ağlamış yüzlü, çirkin evleri durdukça, sizin İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lakin, |
- As long as the dirty, old, ugly, thinking, - Cried-face houses of the opposite shore stand, |
Bak benim öyle değil. Siz de biraz şâir olun: '''''''''''''Meselâ, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun,
|
Bak benim öyle değil. Siz de biraz şair olun: Mesela, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun, |
I’m not one of them. You shall feel as a poet: For instance, the shaking old wooden path you passed through, |
Cedd-i merhûmu aceb sal mı demekten ne çıkar? Geliniz farz edelim biz bunu: Sâbih bulvar! |
Merhum atası acaba' sal mı demekten ne çıkar? Geliniz farzedelim biz bunu:Yüzen bulvar! |
- What would happen when you ask whether his poor father was once a raft or not? - Let us just consider it as: The swimming boulevard! |
Köprüler asma imiş Avrupa âfâkında... Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark´ın da |
'Köprüler asma imiş Avrupa ufuklarında... 'Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Doğu'nun da, |
'- Consider it as the bridges were hanging in the European horizons… - Let it be. Anything changes? In the East of us,
|
'Böyle daldırma olur... Hem açınız âsârı, '''Köprünün nerde görülmüş, hani, tahte´l-bahrı? |
'Böyle daldırma olur... Hem açınız kitapları, 'Köprünün nerde görülmüş, hani, deniz altında olanı? |
There be the immersion ones… Open (your) the books, - Is it possible to find a bridge built under sea? |
'Anladım: Ben ne kadar şi´re özensem de, 'demek, Seni, ey sevgili kâri ; bu telâkkî, pek pek,' |
Anladım: Ben ne kadar şiire özensem de,demek, Seni,ey sevgili okuyucu, bu anlayış, pek pek, |
- I got it. As much as I adore to the poetry, - This thought (ideology) will make you, dearest reader, |
Diyeceksin ki: "Hayâlin yeri yoktur... Boşuna!" 'Ya şu timsâl-i İlâhî de mi gitmez hoşuna? |
Diyeceksiniz ki: "Hayalin yeri yoktur... Boşuna!" Ya şu ilâhî sembol de mi gitmez hoşuna?' |
'You surely say that “No room for Dreams… Nonsense!”'- Don’t you like that sacred symbol, as well?
|
Öyle ta´zîb-i nigâh eyleme bedbin olarak, '''''''''''''Bırak etrâfz da, karşında duran ma´bede bak:
|
Öyle bakışlarına eziyet etme karamsar olarak,
'Bırak etrafı da, karşında duran mabede bak: |
- Never torture your looking with the dark thoughts, - Never mind the rest, look at the sanctuary in front of you: |
Başka bir sâhile gehvâre-i emvâcından, 'Böyle şeh-dâne çıkarmış mı yakınlarda zaman? |
'Başka bir sahile dalgalar beşiği içinden, 'Böyle büyük bir inci çıkarmış mı yakınlarda zaman? |
- Among the cradle of the waves in another shores, - Did the time take such a great pearl out recently? |
Ne seher pâre-i san´at ki ezelden mahmûr...' Leb-i deryâdan uçan bir ebedîhande-i nûr! |
'Sanatın şafağında doğmuş öyle bir eser ki, ezelden mahmur... 'Nurun deniz kıyısından uçan ebedî bir gülümsemesi. |
- Born in the dawn of the art such a creation, - Blear-eyed since the eternity… - The flying eternal smiling of the light from the seaside. |
Sanki ummân-ı bekânın ezelî bir mevci 'Yükselirken göğe, donmuş da kesilmiş inci! |
'Sanki beka okyanusunun ezeli bir dalgası 'Göğe yükselirken, donmuş da kesilmiş inci! |
Like an eternal wave of the ocean eternal - The pearl, frozen and torn into pieces while rising up high! |
Bu güher pârenin eb´âd-ısemâvîsinde, 'Yorulan didelerin hâneden insin de, |
'Bu mücevher parçasının gökyüzü gibi sonsuz uzaklıklarında 'Yorulan gözlerin toprağa neden insin de, |
- In the sky-like distances eternal of this jewel piece - Why would your tiring eyes get down onto the soil and, |
Levse dalsın yeniden? Etme, yazıktır, olmaz; 'Garbatevcîhediver, gel onu sen şimdi biraz: |
'Pisliğe dalsın yeniden? Etme, yazıktır, olmaz; 'Batıya döndür gözlerini sen şimdi biraz: |
- Sink into the dirt again? Please don’t, please have mercy: - Please, now look to the west a little more: |
Dur da Ma´bûd´una yükselmek için ilme basan 'Ma´bedin hâlini gör, işte serâpâ iman! |
'Dur da Yaratıcısına yükselmek için ilme basan 'Mabedin hâlini gör, işte baştan başa iman! |
- Stop and look at the sanctuary trying to reach his creator - Trying to reach by stepping the knowledge, that’s the pure, complete belief.' |
'Yüce dağlar gibi, âfâka döşerken sâye, 'O, bekâdan daha câzib kesilen, âbediye, |
'Yüce dağlar gibi, ufuklara yayarken gölge, 'O, bekadan daha çekici kesilen âbideye, |
'- Spreading the shadows as the holy mountains,'- That the most beautiful of the eternity that the monument,
|
'Bir nazar, zevk-i bedi´inin yeter tatmîn... 'Durma öyleyse, urûc et o ziyâ âlemine.' |
'Bir göz atmak estetik zevkini tatmine yeter... 'Öyleyse durma, yüksel o ışık âlemine. |
- Just a glance is enough to have all the joy of esthetic… - Then don’t you stop, rise up to the world of light. |
O ziyâ âlemi bilmez ki karanlık ne demek?' O semâvî yuva kirlenmedi, kirlenmiyecek. |
'O ışık âlemi bilmez ki karanlık ne demek? 'O semavî yuva kirlenmedi, kirlenmeyecek. |
- That the world of light doesn’t know what the darkness means! - That sky-like lair never got dirty, and never will be. |
Onu i´lâ eden etmiş ebediyyen i´lâ. 'Etse dünyâları tûfan gibi levs istîlâ, |
'Onu yükselten sonsuza dek yükseltmiş. 'Pislik dünyalara tufan gibi yayılsa, |
- The one, who raised it up, raised it up to eternity. - As much as the dirt covers all the world, |
Bu, semâlarda yüzen, şâhikanın pâk eteği, Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi. |
Bu, göklerde yüzen zirvenin temiz eteği, Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi. |
- This, as the pure skirt of the top of the swinging above the sky, - Will watch the flooding dirt from the opposite side. |
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın; Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın; |
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın;' Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın; |
|
Hakkı son sadmei kahrıyle bitirsin isyan;' Edebin şimdiki ma´nâsına densin "hezeyan´; |
Hakkı son yıkıcı darbesiyle isyan bitirsin;
Edep için şimdi bir "saçma söz" denilsin, |
- Let it finish the rebellion with his last destroying hit; '''''''''''''''''''''''- Now the decency is called the “nonsense”, |
Kalmasın, hâsılı, altüst olarak hissiyyât,
Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayât; |
Kalmasın, kısacası, altüst olarak duygular,
Ne yüreklerde yiğitlik, ne yiğitlikte hayat; |
- Let it not stay as the confused feelings, - Neither the bravery in the hearts, nor the life in the bravery; |
Yine kürsî-i mehîbinde Süleymâniyye, Kalacak doğruluğun yerdeki tek yurdu diye. |
Yine görkemli kürsüsünde Süleymaniye,
Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye. |
- There it is, Süleymaniye, in its great stand, - It will stay as the only land of the truth on the earth. |
Yıkılır birgün olur mahkemeler, ma´bedler;
En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; |
Yıkılır bir gün olur mahkemeler, mabedler;
En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; |
- Get destroyed the courts one day, and turn into sanctuaries; - Only the dirty steps pass over the only pure lands; |
'Beşeriyyet yeni bir din tanıyıpilhâdı,'Beşerin hâfzzasındavn silinir Hakk´ın adı;
|
İnsanoğlu yeni bir din gibi görüp dinsizliği,
İnsanın hafızasından silinir Hakk'ın adı; |
- As they, the mankind, considers the atheism as a new religious, - The name of the god gets erased in their minds; |
Gömülür hufre-i târîhe meâlî... LâkinYine tek bir taşı düşmez şu Hudâlânesinin; |
Gömülür tarihin çukuruna yücelikler...
Lakin Yine tek taşı düşmez bu Allah yuvasının; |
- Sinks into the deepest of the history all the greatnesses… - However, the only stone of the nest of Allah never falls; |
Yine insanlığa nâ-mahrem olan bîgâne, Bu harîmin ebediyyen, giremez sînesine; |
Yine insanlıktan mahrum kalmış kayıtsızlar
Bu kutsal yerin koynuna sonsuza dek giremez; |
- The feckless again lack the humanity - It can’t ever get beside to the sacred place; |
Yine yâdındaki Mevlâ yı şu dört taneminâr, Kalbe merbût birer dil gibi eyler ikrâr; |
Yine hatırasındaki Mevla'yı şu dört tane minare,
Kalbe bağlı birer dil gibi tasdik ve kabul eder. |
- Again the god in the memorials of those four minarets, - They accept it as the tongue tied up to the heart. |
Yine mâzîye gömülmez bu muazzam çehre:
Leş değildir ki atılsın o umûmi kabre! |
Yine geçmişe gömülmez bu azametli çehre:
Leş değildir ki atılsın o umumi mezara! |
- Again the magnificent face, can’t be buried into the past - It’s not a corpse to throw it into a publicly-opened graveyard! |
Şimdi ey sevgilikâri ; azıcık vaktin eğer,
Varsa -memnun olacaksın - beni ta´kîb ediver. |
Şimdi ey sevgili okuyucu, azıcık vaktin eğer,
Varsa -memnun olacaksın- beni takip ediver. |
- Now, dearest reader, if you’ve got some time,
- You’ll be pleased, please follow me. |
Gireriz koynuna, düşsek bile şâyed yoıgun,
Karşıdan baktığımız heykel-i nûrânûrun. |
Gireriz koynuna, düşsek bile şayet yorgun,
Karşıdan baktığımız o nur dolu âbidenin. |
- Although we get tired, we get in the bed of
- The monument full of light which we look at from the opposite side. |
Göreceksin: O harîmin ebedîzıllinde,
San´atın rûhunu seyyâl bulut şeklinde. |
Göreceksin: O kutsal yapının ebedi gölgesinde,
Sanatın ruhunu akıp giden bulut şeklinde. |
- You’ll see: In the eternal shadow of that sacred monument, - Sliding as a cloud the soul of the art, |
"Gördüğüm var... " deme! Gel bir de berâber görelim.
Nereden? Haydi şadırvan kapısından girelim: |
"Gördüğüm var..." deme! Gel bir de beraber görelim.
Nereden? Haydi şadırvan kapısından girelim: |
- Never tell you’ve seen it! Come and let’s just look at it together once. - From where? Let’s get in by the door of the fountain: |
Bir musanna´ kemer" üstünde kurulmuş 'Tevhîd;'Daha üstünde bir âyet ki: Hudâ´dante´yîd,
|
'Sanatkârane bir kemer, üstüne yazılmış 'Tevhid; Daha üstünde bir ayet ki:
|
- An arch so artful, written upon the “Tevhit”(There is no god, but Allah)
|
Emr-i mevkût-i salâtın bize kat´iyyetine.
Şöyle bir baktı mı insan, kapının hey´etine, |
Doğrulamakta Allah'ın Kesin bir emri olduğunu bize beş vakit namazın. Şöyle bir baktı mı insan, kapının görünüşüne, |
Such a verse that: Validates the definite order of Allah - The definite order of praying in five times a day. - When a man had a glance over the appearance of the door, |
Evvelâ her iki yandan oluyor çehre-nümûn:
Mütenâzır iki mihrâb, iki âzâde sütûn. |
Evvela her iki yandan yüzünü göstermekte: İki bağımsız sütun gibi simetrik iki mihrab. |
- First, it shows both sides of its face: - Like a two independent column symmetrical two altars. |
Sonra göz yükseliyor doğru yarım kubbelere
Ki dayanmış biri sağdan biri soldan kemere. |
Sonra göz yükseliyor doğru yarım kubbelere,
Ki dayanmış biri sağdan, biri soldan kemere. |
- Then the eye rises up to the domes half,
- The arch’s leaned upon by the left and right. |
İstalaktitle donanmış o hazin sîneleri, Okşayıp nûr-i nazar, geçti mi artık ileri, |
İstalaktitle donanmış o hüzünlü sineleri,
Okşayıp bakışlarının ışığı, geçti mi artık ileri, |
- Equipped with stalactite the sad-breasts,
- Touching the glance of the light, it passed ahead, |
Geliyor kısmen açılmış iki heybetli kanat,
Kite´ârîci, telâfifi ne müdhiş san´at! |
Geliyor kısmen açılmış iki görkemli kanat,
Ki kıvrıntı ve girintileri ne müthiş sanat! |
- Here it comes, the two half-opened splendid wings, - How wonderful the art with the folded alcove! |
Sankim evlâmütefekkir, kocaman bir beyni, Açıvermiş bize göstermek için her yerini. |
Sanki daha iyi bir düşünür, kocaman bir beyni, Açıvermiş bize göstermek için her yerini.
|
- As if a huge brain which belongs to a great philosopher,
- Is just opened to show us all the way. |
4'lü tablo sunumu[]
Şiir Metni
|
Güncel Türkçesi
|
İngilizce Tercüme
|
Osmanlıca
|
'Kardeşim Fatin Hoca'ya
|
Kardeşim Fatin Hoca'ya
|
'To my brother' Fatin Hodja
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Köprüden çok geçerim; hem ne kadar geçtimse,Beni sevk etmedi bir kerrecik olsun ye´se,
|
'Köprüden çok geçerim; hem ne kadar geçtimse, 'Beni sevketmedi bir kerecik olsun ümitsizliğe' |
I can pass through the bridge many times;and whenever I passed through the bridge
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Ne Halîc´in o yosun çehreli miskin suları;Ne onun hilkate küsmüş gibi durgun kenarı!
|
Ne Haliç'in o yosun çehreli miskin suları; 'Ne onun mahlukata küsmüş gibi durgun kenarı!
|
- It didn’t let me fall into the hopelessness for once,'''''''''''- Neither did the moss-faced lazy waters of Haliç(Golden Horse);
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Herkesin hissi bir olmaz. Meselâ karşıdaki Sâhil in, baş başa vermiş, düşünen pis eski, |
Herkesin hissi bir olmaz. Mesela karşıdaki Sahilin, başbaşa vermiş, düşünen, pis, eski
|
'- Nor did his calm rim broke up with the creation!'- No feeling resembles one another. For instance
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Ağlamış yüzlü, sakîl evleri durdukça, sizin 'İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lâkin, |
Ağlamış yüzlü, çirkin evleri durdukça, sizin İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lakin, |
- As long as the dirty, old, ugly, thinking, - Cried-face houses of the opposite shore stand, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Bak benim öyle değil. Siz de biraz şâir olun: ''''''''Meselâ, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun,
|
Bak benim öyle değil. Siz de biraz şair olun: Mesela, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun, |
I’m not one of them. You shall feel as a poet: For instance, the shaking old wooden path you passed through, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Cedd-i merhûmu aceb sal mı demekten ne çıkar? Geliniz farz edelim biz bunu: Sâbih bulvar! |
Merhum atası acaba' sal mı demekten ne çıkar? Geliniz farzedelim biz bunu:Yüzen bulvar! |
- What would happen when you ask whether his poor father was once a raft or not? - Let us just consider it as: The swimming boulevard! |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Köprüler asma imiş Avrupa âfâkında... Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark´ın da |
'Köprüler asma imiş Avrupa ufuklarında... 'Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Doğu'nun da, |
'- Consider it as the bridges were hanging in the European horizons… - Let it be. Anything changes? In the East of us,
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Böyle daldırma olur... Hem açınız âsârı, '''Köprünün nerde görülmüş, hani, tahte´l-bahrı? |
'Böyle daldırma olur... Hem açınız kitapları, 'Köprünün nerde görülmüş, hani, deniz altında olanı? |
There be the immersion ones… Open (your) the books, - Is it possible to find a bridge built under sea? |
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Anladım: Ben ne kadar şi´re özensem de, 'demek, Seni, ey sevgili kâri ; bu telâkkî, pek pek,' |
Anladım: Ben ne kadar şiire özensem de,demek, Seni,ey sevgili okuyucu, bu anlayış, pek pek, |
- I got it. As much as I adore to the poetry, - This thought (ideology) will make you, dearest reader, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Diyeceksin ki: "Hayâlin yeri yoktur... Boşuna!" 'Ya şu timsâl-i İlâhî de mi gitmez hoşuna? |
Diyeceksiniz ki: "Hayalin yeri yoktur... Boşuna!" Ya şu ilâhî sembol de mi gitmez hoşuna?' |
'You surely say that “No room for Dreams… Nonsense!”'- Don’t you like that sacred symbol, as well?
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Öyle ta´zîb-i nigâh eyleme bedbin olarak, ''''''''Bırak etrâfz da, karşında duran ma´bede bak:
|
Öyle bakışlarına eziyet etme karamsar olarak,
'Bırak etrafı da, karşında duran mabede bak: |
- Never torture your looking with the dark thoughts, - Never mind the rest, look at the sanctuary in front of you: |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Başka bir sâhile gehvâre-i emvâcından, 'Böyle şeh-dâne çıkarmış mı yakınlarda zaman? |
'Başka bir sahile dalgalar beşiği içinden, 'Böyle büyük bir inci çıkarmış mı yakınlarda zaman? |
- Among the cradle of the waves in another shores, - Did the time take such a great pearl out recently? |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Ne seher pâre-i san´at ki ezelden mahmûr...' Leb-i deryâdan uçan bir ebedîhande-i nûr! |
'Sanatın şafağında doğmuş öyle bir eser ki, ezelden mahmur... 'Nurun deniz kıyısından uçan ebedî bir gülümsemesi. |
- Born in the dawn of the art such a creation, - Blear-eyed since the eternity… - The flying eternal smiling of the light from the seaside. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Sanki ummân-ı bekânın ezelî bir mevci 'Yükselirken göğe, donmuş da kesilmiş inci! |
'Sanki beka okyanusunun ezeli bir dalgası 'Göğe yükselirken, donmuş da kesilmiş inci! |
Like an eternal wave of the ocean eternal - The pearl, frozen and torn into pieces while rising up high! |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Bu güher pârenin eb´âd-ısemâvîsinde, 'Yorulan didelerin hâneden insin de, |
'Bu mücevher parçasının gökyüzü gibi sonsuz uzaklıklarında 'Yorulan gözlerin toprağa neden insin de, |
- In the sky-like distances eternal of this jewel piece - Why would your tiring eyes get down onto the soil and, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Levse dalsın yeniden? Etme, yazıktır, olmaz; 'Garbatevcîhediver, gel onu sen şimdi biraz: |
'Pisliğe dalsın yeniden? Etme, yazıktır, olmaz; 'Batıya döndür gözlerini sen şimdi biraz: |
- Sink into the dirt again? Please don’t, please have mercy: - Please, now look to the west a little more: |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Dur da Ma´bûd´una yükselmek için ilme basan 'Ma´bedin hâlini gör, işte serâpâ iman! |
'Dur da Yaratıcısına yükselmek için ilme basan 'Mabedin hâlini gör, işte baştan başa iman! |
- Stop and look at the sanctuary trying to reach his creator - Trying to reach by stepping the knowledge, that’s the pure, complete belief.' |
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Yüce dağlar gibi, âfâka döşerken sâye, 'O, bekâdan daha câzib kesilen, âbediye, |
'Yüce dağlar gibi, ufuklara yayarken gölge, 'O, bekadan daha çekici kesilen âbideye, |
'- Spreading the shadows as the holy mountains,'- That the most beautiful of the eternity that the monument,
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Bir nazar, zevk-i bedi´inin yeter tatmîn... 'Durma öyleyse, urûc et o ziyâ âlemine.' |
'Bir göz atmak estetik zevkini tatmine yeter... 'Öyleyse durma, yüksel o ışık âlemine. |
- Just a glance is enough to have all the joy of esthetic… - Then don’t you stop, rise up to the world of light. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
O ziyâ âlemi bilmez ki karanlık ne demek?' O semâvî yuva kirlenmedi, kirlenmiyecek. |
'O ışık âlemi bilmez ki karanlık ne demek? 'O semavî yuva kirlenmedi, kirlenmeyecek. |
- That the world of light doesn’t know what the darkness means! - That sky-like lair never got dirty, and never will be. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Onu i´lâ eden etmiş ebediyyen i´lâ. 'Etse dünyâları tûfan gibi levs istîlâ, |
'Onu yükselten sonsuza dek yükseltmiş. 'Pislik dünyalara tufan gibi yayılsa, |
- The one, who raised it up, raised it up to eternity. - As much as the dirt covers all the world, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Bu, semâlarda yüzen, şâhikanın pâk eteği, Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi. |
Bu, göklerde yüzen zirvenin temiz eteği, Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi. |
- This, as the pure skirt of the top of the swinging above the sky, - Will watch the flooding dirt from the opposite side. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın; Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın; |
Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın;' Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın; |
örnek osmanlıca مقدمة
| |
Hakkı son sadmei kahrıyle bitirsin isyan;' Edebin şimdiki ma´nâsına densin "hezeyan´; |
Hakkı son yıkıcı darbesiyle isyan bitirsin;
Edep için şimdi bir "saçma söz" denilsin, |
'- Let it finish the rebellion with his last destroying hit; ''''''''''''''''''- Now the decency is called the “nonsense”, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Kalmasın, hâsılı, altüst olarak hissiyyât,
Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayât; |
Kalmasın, kısacası, altüst olarak duygular,
Ne yüreklerde yiğitlik, ne yiğitlikte hayat; |
- Let it not stay as the confused feelings, - Neither the bravery in the hearts, nor the life in the bravery; |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Yine kürsî-i mehîbinde Süleymâniyye, Kalacak doğruluğun yerdeki tek yurdu diye. |
Yine görkemli kürsüsünde Süleymaniye,
Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye. |
- There it is, Süleymaniye, in its great stand, - It will stay as the only land of the truth on the earth. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Yıkılır birgün olur mahkemeler, ma´bedler;
En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; |
Yıkılır bir gün olur mahkemeler, mabedler;
En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; |
- Get destroyed the courts one day, and turn into sanctuaries; - Only the dirty steps pass over the only pure lands; |
örnek osmanlıca مقدمة
|
'Beşeriyyet yeni bir din tanıyıpilhâdı,'Beşerin hâfzzasındavn silinir Hakk´ın adı;
|
İnsanoğlu yeni bir din gibi görüp dinsizliği,
İnsanın hafızasından silinir Hakk'ın adı; |
- As they, the mankind, considers the atheism as a new religious, - The name of the god gets erased in their minds; |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Gömülür hufre-i târîhe meâlî... LâkinYine tek bir taşı düşmez şu Hudâlânesinin; |
Gömülür tarihin çukuruna yücelikler...
Lakin Yine tek taşı düşmez bu Allah yuvasının; |
- Sinks into the deepest of the history all the greatnesses… - However, the only stone of the nest of Allah never falls; |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Yine insanlığa nâ-mahrem olan bîgâne, Bu harîmin ebediyyen, giremez sînesine; |
Yine insanlıktan mahrum kalmış kayıtsızlar
Bu kutsal yerin koynuna sonsuza dek giremez; |
- The feckless again lack the humanity - It can’t ever get beside to the sacred place; |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Yine yâdındaki Mevlâ yı şu dört taneminâr, Kalbe merbût birer dil gibi eyler ikrâr; |
Yine hatırasındaki Mevla'yı şu dört tane minare,
Kalbe bağlı birer dil gibi tasdik ve kabul eder. |
- Again the god in the memorials of those four minarets, - They accept it as the tongue tied up to the heart. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Yine mâzîye gömülmez bu muazzam çehre:
Leş değildir ki atılsın o umûmi kabre! |
Yine geçmişe gömülmez bu azametli çehre:
Leş değildir ki atılsın o umumi mezara! |
- Again the magnificent face, can’t be buried into the past - It’s not a corpse to throw it into a publicly-opened graveyard! |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Şimdi ey sevgilikâri ; azıcık vaktin eğer,
Varsa -memnun olacaksın - beni ta´kîb ediver. |
Şimdi ey sevgili okuyucu, azıcık vaktin eğer,
Varsa -memnun olacaksın- beni takip ediver. |
- Now, dearest reader, if you’ve got some time,
- You’ll be pleased, please follow me. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Gireriz koynuna, düşsek bile şâyed yoıgun,
Karşıdan baktığımız heykel-i nûrânûrun. |
Gireriz koynuna, düşsek bile şayet yorgun,
Karşıdan baktığımız o nur dolu âbidenin. |
- Although we get tired, we get in the bed of
- The monument full of light which we look at from the opposite side. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Göreceksin: O harîmin ebedîzıllinde,
San´atın rûhunu seyyâl bulut şeklinde. |
Göreceksin: O kutsal yapının ebedi gölgesinde,
Sanatın ruhunu akıp giden bulut şeklinde. |
- You’ll see: In the eternal shadow of that sacred monument, - Sliding as a cloud the soul of the art, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
"Gördüğüm var... " deme! Gel bir de berâber görelim.
Nereden? Haydi şadırvan kapısından girelim: |
"Gördüğüm var..." deme! Gel bir de beraber görelim.
Nereden? Haydi şadırvan kapısından girelim: |
- Never tell you’ve seen it! Come and let’s just look at it together once. - From where? Let’s get in by the door of the fountain: |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Bir musanna´ kemer" üstünde kurulmuş 'Tevhîd;'Daha üstünde bir âyet ki: Hudâ´dante´yîd,
|
'Sanatkârane bir kemer, üstüne yazılmış 'Tevhid; Daha üstünde bir ayet ki:
|
- An arch so artful, written upon the “Tevhit”(There is no god, but Allah)
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Emr-i mevkût-i salâtın bize kat´iyyetine.
Şöyle bir baktı mı insan, kapının hey´etine, |
Doğrulamakta Allah'ın Kesin bir emri olduğunu bize beş vakit namazın. Şöyle bir baktı mı insan, kapının görünüşüne, |
Such a verse that: Validates the definite order of Allah - The definite order of praying in five times a day. - When a man had a glance over the appearance of the door, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Evvelâ her iki yandan oluyor çehre-nümûn:
Mütenâzır iki mihrâb, iki âzâde sütûn. |
Evvela her iki yandan yüzünü göstermekte: İki bağımsız sütun gibi simetrik iki mihrab. |
- First, it shows both sides of its face: - Like a two independent column symmetrical two altars. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Sonra göz yükseliyor doğru yarım kubbelere
Ki dayanmış biri sağdan biri soldan kemere. |
Sonra göz yükseliyor doğru yarım kubbelere,
Ki dayanmış biri sağdan, biri soldan kemere. |
- Then the eye rises up to the domes half,
- The arch’s leaned upon by the left and right. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
İstalaktitle donanmış o hazin sîneleri, Okşayıp nûr-i nazar, geçti mi artık ileri, |
İstalaktitle donanmış o hüzünlü sineleri,
Okşayıp bakışlarının ışığı, geçti mi artık ileri, |
- Equipped with stalactite the sad-breasts,
- Touching the glance of the light, it passed ahead, |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Geliyor kısmen açılmış iki heybetli kanat,
Kite´ârîci, telâfifi ne müdhiş san´at! |
Geliyor kısmen açılmış iki görkemli kanat,
Ki kıvrıntı ve girintileri ne müthiş sanat! |
- Here it comes, the two half-opened splendid wings, - How wonderful the art with the folded alcove! |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Sankim evlâmütefekkir, kocaman bir beyni, Açıvermiş bize göstermek için her yerini. |
Sanki daha iyi bir düşünür, kocaman bir beyni, Açıvermiş bize göstermek için her yerini.
|
- As if a huge brain which belongs to a great philosopher,
- Is just opened to show us all the way. |
örnek osmanlıca مقدمة
|