Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

Yahya Kemal Beyatlı/Eğil Dağlar
Çankırı Türküleri/Eğil Dağlar

[[Video:Yunan Türküsü|thumb|300px|right|Talim Türküsü [1]]] thumb|300px|right|[http://www.youtube.com/watch?v=Nly4EG39YIg&feature=related]


[[Video:Muharrem Ertas-egil daglar(güzel izmir duman gitmez basindan)|thumb|300px|right|Yunana Türküsü [2]]]

thumb|300px|right|[http://www.youtube.com/watch?v=MZd8h4mi2Qw] Yunana Savaşı Türküsü]]

[[Video:1821 Yunan İsyanı hakkındaki Yunan Belgeseli|thumb|300px|right|1821 Yunan İsyanı hakkındaki Yunan Belgeseli [3]]]

thumb|300px|right|İşte o dizi [http://www.youtube.com/watch?v=34gYyOrHl1A&feature=related]

thumb|300px|right|[http://www.youtube.com/watch?v=e-CdsAK1MX0&feature=related]

thumb|300px|right|[http://www.youtube.com/watch?v=R1EzMRupYMA&feature=related] thumb|300px|right|http://www.youtube.com/watch?v=wcBfjygHQmA&feature=related

EĞİL DAĞLAR

Hakkı Duran

Ziyaretime gelen Çankırılı bir hemşehrimiz, sohbete başlamadan biraz hayretle karışık “sizin bana hediye ettiğiniz Çankırı Türküleri CD’si ile aynı isimde bir kitap gördüm. Yahya Kemal Beyatlı’nın kitabıydı. Gelirken Kızılay’da Yapı Kredi yayınları’nın vitrininde gördüm.” dedi.

Zaten yaptırdığımız “Çankırı Türküleri” albümüne o adı vermemizin bu kitapla doğrudan ilgisi olduğunu anlattım kendisine…Aynı kitabın elimde olan Kültür Bakanlığınca yayınlanmış 1981 tarihli baskısını gösterdim. Sonra işin hikâyesini özetledim.

BU BENZERLİK NEDENDİR?

Yahya Kemal’in kitabının daha eski baskısını okumuştum. Millî Mücadele yazılarının toplandığı bu kitabına makalelerinden birinin başlığı olan “EĞİL DAĞLAR” adı verilmişti.

Daha önce Tahsin Nahit’in, Hasan Üçok’un kitaplarında sözleri biraz farklı kaydedilmiş bir türkünün sözleri ile Yahya Kemal’in bahsettiği türkünün sözlerinin aynı olduğunu farkettim.

Yalnız Çankırılı kaynaklar aynı türküye daha çok “Talim Türküsü” veya “Yunan Türküsü" diyorlardı.

Gazi Ethem Paşa komutasında Atina’ya doğru ilerleyen yiğit ordunun neferleri arasında söylenmişti. Ancak bu türkünün bestesi elde değildi.

Çankırı türküleri ile ilgili yazılı kaynakları araştırırken, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nın çıktığı derleme gezileri sırasında Çankırı’dan da türküler derlemiş olduğunu tespit ettim. Bu derlemeler, notaya çekilmiş ve küçük kitapçıklar şeklinde yayınlanmıştı. 1929 tarihinde basılmış bu kaynaklara biraz uğraşarak ulaşabildim. Bunları incelerken “Eğil Dağlar” adıyla bilinen Çankırı kaynaklarında “Talim veya Yunan Türküsü” şeklinde de isimlendirilen bu türkünün notasıyla karşılaştım.

KEŞİF HEYECANI HİSSETMEK

Keşif yapmış insanların duyduğu hazzı yaşadım. Derhal notaları Ankara radyosu sanatçılarından sayın Emine KOÇ’a seslendirmesi ricası ile verdim. Aslen Çerkeşli olan bu değerli sanatçımız, büyük bir incelik göstererek bu türküyle birlikte kaseti başka türkülerle doldurulmuş olarak gönderdi. İmparatorluk çapında önemli bir olayın sonucunda yakılmış olan bu türküyü, bir an önce dinlemek için sabırsızlanıyordum. Herkes aynı şekilde hissetmeyebilir, ancak bana olan tesiri anlatılmaz derecede idi. Defalarca dinledim.
Eğil Dağlar’dan yaklaşık 20 yıl sonra yakılmış olan Çanakkale Türküsü de bizim yabancımız değildir. (Bilindiği üzere,Çanakkale Türküsü Kastamonu’dan derlenmiştir. Çanakkale Savaşları’nın vuku bulduğu dönemde Çankırı, Kastamonu Vilayeti’nin livası olduğu için o türküde de ortaklığımız vardır.)

BİR ÇANKIRI TÜRKÜLERİ ALBÜMÜ: EĞİL DAĞLAR

Sıra, türkülerimizin bu türkümüzü de kapsayacak şekilde bir albüm haline getirilmesine gelmişti. Bunun için gerekli hazırlıkları yaptım. Un, şeker ve yağı bir araya getirip tekniğine uygun biçimde imal edilince helva oluyor. Bir ekip çalışması ile iş sonuçlandırıldı. Başarı ekibin çalışmasıyla oluşmuştur. İşi fikren ve fiilen başlatma, gerekli unsurları ve malzemeyi bir araya getirme işi tarafımdan yapılmıştır.


Ankara’daki bir Çankırı Derneği’ne Kültür Bakanlığı aracılığı ile kaynak aktararak Çankırı kitaplarının yayınlanması ve Çankırı Türküleri albümü yapılmasını sağladık. Her iki iş için birer uzman kişiyi editör olarak işin başına geçirdik. Konuları tespit eden kişi olarak işin her aşamasında çalışmaya dahil oldum. Albümün adını da şahsen belirledim.Bu albümde ilk defa seslendirilen başka türküler de vardır. Albüme yazdığımız “önsöz” de şunları kaydetmişiz:
Çankırı Türküleri albümüne bu adı vermemizin maksadını izah etmekle işe başlayalım. “Eğil Dağlar” Çankırı’dan derlenmiş olan bir seferberlik türküsüdür. “Talim Türküsü”, “Yunan Türküsü” diye de anılır.

YUNAN TÜRKÜSÜ (1)

Eğil dağlar eğil üstünden aşam
Yeni talim çıkmış (a ninem) varam alışam
Ölmeden bir dahi yare kavuşam

Aldılar yarimi elimden cihan uyansın
Buna taştan yürek ister can nasıl dayansın?

Atılan topları davul mu sandın
Al yeşil bayrağı (a ninem) gelin mi sandın
Yunan’a gideni gelir mi sandın

Aldılar yarimi elimden cihan uyansın
Buna taştan yürek ister can nasıl dayansın?

Sirkeci’den bindim vapur içine
Vapur aldı gitti (a ninem) Yunan içine
Mevlam hursat vermesin Yunan piçine

Aldılar yarimi elimden cihan uyansın
Buna taştan yürek ister can nasıl dayansın?

Gümüş cezvelerim kaynar ocakta
Yunan çöllerinde (a ninem) kaldım sıcakta
Altı aylık yavrum kodum kucakta

Aldılar yavrum elimden cihan uyansın
Buna taştan yürek ister can nasıl dayansın?

1074 yılından beri bir Müslüman Türk yurdu olan Çankırı, Oğuz-Ahilik ve fütüvvet geleneklerini kuvvetle yaşatmıştır. Alplik, yiğitlik ve disiplin Yaran meclisinde izlerini sürdürmektedir. Çankırılılar Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinde cephelerde ön safta yerini almıştır. En çok şehit veren illerimizin başında yer alan Çankırı’nın halk edebiyatı ürünleri, tarih boyunca durumun aynı olduğunu ispat etmektedir.
Genç Osman, Belgrat, Cezayir, Şıpka, Mısır, Özü, Sivastopol, Ey Gaziler gibi türküler, Çankırılı âşıklar ın dilinden bugüne kadar gelmiş ve bazıları söylenmeye devam etmektedir. Çankırı’dan derlenen “Eğil Dağlar” türküsü, halk edebiyatının önde gelen bir eseridir. Yaşatılması için bu albüme “Eğil Dağlar” adını verdik.


1897 Yunan Harbi’nde Gazi Edhem Paşa ordusunun Atina’ya doğru yürüyüşü sırasında yakılmış bir türküdür. “Eğil Dağlar” adını verdiği kitabında milli şairimiz Yahya Kemal Beyatlı, bu türkünün ifade ettiği mânâyı kendine has üslûbuyla veciz şekilde anlatmıştır.

“Eğil dağlar eğil üstünden aşam!”

"Bu türkü yeni Türk Şiirinin ilk ve mateessüf son güzel eseridir, çünkü ondan beri bu kadar şevkli, atılışlı, canlı mısralar söylenmedi.” Üst tabakanın şiirinden farklı olarak köylülerin kıyamını ve kendine güvenini takdir ediyor ve şöyle devam ediyor:

“Yazık ki bu türkü Osmanlı toprağını yalnız bir yaz canlandırdı. Fakat o ne yazdı! Arslan başlı Gazi Edhem Paşa’nın simasında bu millet eski heybetini bir daha gördü, onun arkasından yürüdü, Fatih’in geçtiği Tesalya yollarından bir daha geçip Dömeke ’ye kadar koştu, Yunan ordusunun arkasından yetişemedi.” (2) Harp tarihinde “askeri bir gezinti” diye yâd edilen bu Tesalya harbi vatanın son sürekli sevinciydi. Anadolu’nun, Rumeli’nin her tarafında bu türkünün sesi işitiliyordu.”


“Eğil dağlar eğil üstünden aşam
Yeni talim çıkmış varam alışam.”

Yeniçeri ve sipahiden kalma canlı türkülerimizden beri bu kadar samimi bir güfte, bu kadar savletli bir beste vatanın havasında dolaşmamıştır diyebiliriz.” (3)

1313 (1897) Yunan Harbi’nde söylenen bu türkü, “Yemen Türküsü”, “Çanakkale Türküsü” gibi hasreti, acıları ve kahramanlığı bünyesinde taşıyan millî ve tarihî bir anıt hüviyetindedir.

Çankırı’da derlenmiştir.

Merhum Ahmet Kemal Üçok’un kaydettiği Rumeli’den dönen redif askeri için yapılan –Mecbur Efendi’nin de dua ettiği- törenin türküyle münasebeti olduğunu düşünmekteyim. (4)

SÜLEYMAN NAZİF NE DİYOR?

Merhum Süleyman Nazif, bir mektubunda bu türküde dile gelen duyguları ve güçlü halk edebiyatını bakın nasıl övmektedir:


“-Geçen Yunan Muharebesi esnasında Anadolu’nun “Eğil dağlar eğil üstünden aşam!” mısraıyla başlayan bir türküsü bütün memleketin gönül tellerinden bir cereyan geçirmiştir.
Bir kur’a veya redif askerlerinin köyünden kıtasına giderken torbası omzunda geçtiği şimendifersiz, yolsuz, köprüsüz, geçit vermez dağlar karşısında keder ve boyun eğmişliğini fakat pek kahramanca bir surette ortaya koyan bu saf mısra, erkan-ı harp muhtıralarından daha veciz ve manidardır.


“Al yeşil bayrağı gelin mi sandın!” ilk söyleyen köylü bu sehli mümteni, belki söylenmesi çok güç mısraına ne kadar duygular, manzaralar ve tablolar dercetmiş... Bizim gibi şiiri aruz ve belagat kitaplarından öğrenmiş olan bin kişi bir araya gelse şu iki mısraı tanzir ve taklit edemez.” (5)


(1) Gazi Edhem Paşa(1844-1909): Başkumandan ve Harbiye nâzırı. Hayatı cephelerde geçmiş, değerli bir kumandan ve kahramandır. 1897 Osmanlı-Yunan Savaşında ordu komutanlığından başkomutanlığa getirildi. 17 Mayıs 1897’de DÖMEKE Meydan Muharebesi’nde Yunan Ordusu’nu bozguna uğrattı. Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez diye rapor verdikleri Termopil Geçidi’ni 24 saatte aşarak Atina yolunu açtı. 17 Aralık 1909’da vefat etmiş, Eyüp’de defnedilmiştir.

(2) Halk Türküleri, İstanbul Konservatuvarı Neşriyatı, Defter:8, (Çankırı ve Kastamonu’da Üçüncü Seyahatte Toplanan Otuz iki Türküyü Muhtevidir.) Evkaf matbaası, İstanbul-1929, s.31. Türkü, Çankırı Valiliği yayını olarak Nail Tan ve Salih Turhan tarafından hazırlanan “Çankırı Halk Müziği” adlı kitaba alınmıştır. Bu kitapta kaynak kişilerin Ahmet Altuner(Dobi Ahmet) ve Hüseyin Zevk(Urgancı Hüseyin) , notaya alanın Ferruh Arsunar olduğu belirtilmiştir. İstanbul’dan gelen derleme ekibi,Yusuf Ziya Demircioğlu, Ekrem Besim, Muhiddin Sadak, ve Ferruh Arsunar’dan müteşekkildir.

Yahya Kemal ve Eğil Dağlar

[4]


Eğil Dağlar, Yahya Kemal'in Kurtuluş Savaşı sırasında kaleme aldığı yazılardan oluşan bir eserdir. Ayrıca eser, Kur­tuluş Savaşının günü gününe yazılmış en yakın tarihidir. Yah­ya Kemal bu eserle, Millî Mücadeleye bilgi ve fikirle hizmet et­miş, milletimizin kendine güvenmesi ve dimdik ayakta dur­ması için neler yapması gerektiğini anlatmıştır. Kitapta Yahya Kemal'in Kurtuluş Savaşı için yazmış olduğu 86 yazı vardır.

YAHYA KEMAL

Eğil dağlar
2 Aralık 1884'te Üsküp'te dünyaya gelen Yahya Kemal, 1 Kasım 1958'te İstanbul'da vefat etmiştir. İlköğrenimini Üs­küp'te tamamlayan Yahya Kemal, Selanik'te başladığı orta öğrenimini 1902'de geldiği İstanbul'da Vefa Lisesi'nde ta­mamladı. Bir süre sonra da 1903 yılında Paris'e giden Yahya Kemal, Fransızca öğrendikten sonra Siyasal Bilgiler Fakülte-si'ne girdi. Dokuz yıl kaldığı Paris'ten 1912'de İstanbul'a döndü. 1915-1923 yılları arasında İstanbul Üniversitesi'nde çeşitli dersler okuttu. 1923 yılında ise Urfa milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girdi. Ardından 1926 yılında Varşova, 1929 yılında da Madrid Orta Elçiliklerine atandı. Yurda döndükten sonra ise önce 1935-1942 yıllarında Tekir­dağ, 1943-1946 yılları arasında ise İstanbul milletvekilliği yaptı. 1948 yılında yeniden büyük elçi olarak Pakistan'a git­ti, bir yıl sonra emekliye ayrılarak yurda döndü.

ESERLERİ

l.Kendi Gök Kubbemiz (1961)

2. Eski Şiirin Rüzgarıyla (1962)

3. Rubailer ve Hayyam Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963)

4. Aziz İstanbul (1964)

5. Eğil Dağlar (1966)

6. Siyasi Hikâyeler (1968)

7. Siyasi ve Edebi Portreler (1968)

8. Edebiyata Dair (1971)

9. Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1973)

10. Tarih Musahabeleri (1975)

11. Bitmemiş Şiirler (1976)

12. Mektuplar - Makaleler (1977)

EĞİL DAĞLAR

Yahya Kemal, klasik kültürden istifade ederek Batı tekni­ğiyle eserler verdi. Avrupa dönüşü Yeni Mecmua'da yayım­ladığı eserleriyle tanındı. Yahya Kemal'in asıl üstünde durdu­ğu konu, Osmanlı tarih şuuru ve şiiridir. Yeni üslup ve sade dille yazdıklarında da yazarın genel olarak Osmanlı medeni­yet ve kültürüne bağlı kaldığı görülür. Onda tarih, vatan, mil­let ve İstanbul sevgisi, hep bu açıdan işlenir. Duygu, düşünce ve hayali ustalıkla kaynaştıran yazar pek çoğuna hikâye ka­rakteri verdiği lirik, epik şiirlerinin konularını aşk, tabiat, de­niz, ölüm ve sonsuzluktan da alır.

Eğil Dağlar, Yahya Kemal'in Kurtuluş Savaşı sırasında kaleme aldığı yazılardan oluşan bir eserdir. Ayrıca eser, Kur­tuluş Savaşının günü gününe yazılmış en yakın tarihidir. Yah­ya Kemal bu eserle, Millî Mücadeleye bilgi ve fikirle hizmet et­miş, milletimizin kendine güvenmesi ve dimdik ayakta dur­ması için neler yapması gerektiğini anlatmıştır. Kitapta Yahya Kemal'in Kurtuluş Savaşı için yazmış olduğu 86 yazı vardır. Bunlardan bazıları şöyledir: Millî Fikirler, Misak-ı Millî, Rama­zanla Beraber, Kandiller Yanarken, Yunan Buhranı, Tevekkül ve Vazife, İstanbul'da Bekamız, İlimde Amel, Kıssadan Hisse, İstiklal Hissimiz, Yeni Türk Ruhu, 23 Nisan, vb.

EĞİL DAĞLAR'dan

Bu şehir Türk'tür ve Türk olmasa insaniyet güzelliğinden bir âlem kaybeder.

Mütarekenin ilk senesi, eli bayraklı Yunan taşkınlığı, ya­pılacak her alayiş gibi yapılmayacak her nümayişi yapmış, İstanbul'u yâr ü ağyâre bir Yunan şehri olarak göstermeye çalışmış bizim gibi ecnebilerin gözlerini de uzun bir müddet Elenizmos'un tütsüsüyle bulandırmıştı. O senenin ramazanı geldi. Bir gece Rumları tanıyan ve bizi seven bir ecnebi ile Moda'daydım. Karşıdan İstanbul, mahyalarıyla, minareleri­nin şerefelerindeki kandilleriyle görünüyordu. O ecnebi bu manzaraya baktı, baktı: "Bu şehir Türk’tür ve Türk olmasa in­saniyet güzelliğinden bir âlem kaybeder!" dedi. Bu heyeca­nından biraz sonra da bu muazzam mahya ve kandil nümayi­şi karşısında hatırına gelen bir mülahazayı söyledi: "Rumlar bir senedir bu şehri bize Yunanlı göstermek için ne çarelere başvurmadılar, kendi evlerinden sonra Beyoğlu'nda Türk emlakini da maviye beyaza gark ettiler, siz ses çıkarmadınız lakin bu akşam ne sizin ne de hükümetinizin tertibi eseri ola­rak minareler kendiliğinden öyle bir nümayiş yaptılar ki bu şehrin milliyetini tamamıyla gösterir." Hakikaten İstanbul'un o gece nümayişi, o senenin bütün çirkin nümayişlerini sön­dürmüştü.

Bu akşam İstanbul'u bir daha o hâlinde göreceğiz. Yalnız artık gönlümüz mahyalara kanmıyor. Uzun seneler vatanda gurbet nasıl olurmuş duyduk. Kazâ ve kaderin cilvesinden sonra istiyoruz ki ramazanı cedlerimiz gibi ferahlı bir müslüman kalbiyle idrak edelim.

Bugünkü Türkler siyasiyatta, ilmi, medeniyeti, hayatı te­lakkide daima üçe ayrıldıkları gibi ramazanı tahassüste de üçe ayrılıyorlar.

Bu üç zümrenin yalnız müşterek bir noktası var! Ramazana tehassür! Bir zümreye göre ramazan bir şehrayindir. Çörekli börekli, davullu dümbelekli, meddahlı Karagözlü, kahveli; nargileli, şuruplu şerbetli, amberli hacıyağlı, kandilli kâğıt fenerli bir şehrayin.

Bu zümrenin ramazan geldi mi hasreti coşuyor, hey gidi günler hey! Nerede eski ramazanlar diye bir acıklı hikâyedir tutturuyorlar ki her mevzu gibi yavaş yavaş beylik üsluba ge­çecek. İkinci bir zümre başta Dârü'l-Hikmetü'l-İslâmiyye ve bütün müttekîler ramazanı böyle anlayışa sinirleniyorlar, di­yorlar ki: "Ramazanı bizim mütemeddinlerimizin sevdiği tarz­da, bir şehrayindir, rengârenk gûnâgûn levhaları olan bir es­ki Şark âlemidir, diye Frenkler de seviyor; hattâ bu efendile­rin çoğu, ramazanı sevmeyi onların şairlerinden, ressamların­dan öğrenmiş olsalar gerek! Ramazan nefsimizle, dünyevi-hırslarımızla mücadele ettiğimiz bir aydır. Camilerimizde po­tinlerini çıkaramayanlar, pantolonları yüzünden diz çökeme-yenler bir gün, hatta o değil, iftira kadar ancak birkaç saat açlığa katlanamayanlar, neden seviniyorlar?" cedlerimizin mübarek an'anelerini güden bu muttaki, musalli, mutekid zümre hiç olmazsa bu ay müddetince orucu, namazı, sada­kayı, nefsimizi tezkiyeyi tavsiye ediyor. Lakin bir zamandır bu memlekette bir üçüncü zümre türedi. Bu zümre diyor ki: "Se­nede bir defa gelen bu otuz günlük sürekli şehrayin içinde büyük mazinin şaşaasını yaşıyoruz; lakin bu levha mazidir, biz onun içinde bir müzede dolaşır gibi dolaşıyoruz, zevk alıyoruz, eğleniyoruz. Kendimiz ondan değil ve ona Frenkler kadar yabancıyız. Eğer bu levhanın biraz daha hayatı varsa o eski sürekli hayattan bakiyedir; eski İslam medeniyeti sön­dükten sonra İslâm imamı da gevşedi. İbadet bile ancak bir teamül hâline girdi. Bununçündür ki Yunan Hükümeti gibi bu milletin, bu dinin imhasına çalışan bir hükümet, zaptettiği müslüman memleketlerinde müslüman ahâliye jandarma­larının kırbacıyla namaz kıldırmak, cezayı nakdi tertibiyle oruç tutturmak istihzasına cür'et ediyor. Emindir ki, bugünkü Müslümanların ibadeti o eski iman devirlerimizdeki ibadet gi­bi bir iman olmaktan uzak ve sadece bir teamüldür. Eğer bu­günkü ibadetlerimiz cedlerimizinki gibi pür iman olsaydı, Yu­nan Hükümeti aksine hareket ederdi. Müslümanların elinden her türlü hakk-ı hayatlarını aldığı gibi ibadetlerine de mâni olurdu.

Biz cedlerimiz kadar Müslüman, onların diyanetine sa­hip, onlar kadar imanı hararetli olursan bu mübarek ay yeni bir şaşaa ile dirilir. Bir müze, bir şehrayin olmaktan çıkar, her sene tekerrür eden bir tasfiye merhalesi olur."

Kimi eski ramazanlara mütehassir, kimi ramazanı cedlerimizin lezzetiyle hâlâ yaşıyor. Kimi ramazanın da her şey gi­bi zevalinden korkuyor. Maamafih ramazan eski medeniyeti­mizin ufak tefek güzellikleriyle devrine devam ediyor. Her se­ne gibi bu sene de ramazana girerken biraz gurbetten çıkaca­ğız!

EĞİL DAĞLAR

Eğil dağlar eğil üstünden aşam

Felâketin bin acısına mukabil bir hayrı da olmaz olur mu? Yunanlılar bin seneden beri Hudâvendigâr toprağına kök salmış olan Türklüğün köklerini koparmaya savaşırken o topraklar altında yatan ilk Türk beylerini, ilk İslam şehitlerini, ilk Osmanlı padişahlarını uyandırdılar. İki sene evvel İzmir rıhtımında açtıkları facia devresinde bu millet umdukları gibi kanlar içinde boğulmadı, bilakis kanlar içinde dirildi, gözleri­ni açtı, yeni, yepyeni bir hayat idrak etti. Ertuğrul'un türbesi­ni yıktıklarını duyanlar Küçük Asya'nın bütün dağlarından yavaş yavaş iniyor, Söğüt'e doğru yürüyor. Bu saat Hu­dâvendigâr toprağına doğru,, bütün Anadolu'da öyle önüne geçilmez bir yürüyüş var; Tesalya ovalarını inleten meşhur türkü bütün Anadolu vadilerinden geliyor:

"Eğil dağlar eğil üstünden aşam

Yeni tâlim çıkmış varam ahşam!"

Ah bu türkü! Yirmi dört sen evvel hangi şehirden, hangi köyden, hangi kulübeden birdenbire aksetti? Türkleri daima şen olan İzmir'den mi? Daima kahramanca olan Aydın'dan mı? Yoksa daima bağrı yanık olan Edirne'den mi? Nereden? Güftesini üslubu gibi bestesinin zevkinden de nereden çıktığı belli değil; her türkünün iklimi şivesinden az çok belli olur, bunun bilakis menşei Rumeli midir? Anadolu mu anlaşılamı­yor, o kadar millî!

Yirmi dört sene evvel ilk çıktığı zaman vatanın bütün so­kaklarında, Tesalya'ya doğru redif taşıyan Anadolu ve Rume­li trenlerinde yalnız bu türkü işitiliyordu:

"Eğil dağlar eğil üstünden aşam

Yeni tâlim çıkmış varam akşam!"

O harbin redifleri bu türküyü geçtikleri bütün şehirlere baktılar, İstanbul, Selanik, İzmir, Beyrut, Halep, Üsküp, Ma­nastır kafeşantanları sabahlara kadar tekrar ettiler. Erzu­rum'dan Yanya'ya kadar, Alasonya'dan Dökeme Tepeleri'ne kadar her tarafta bu türkü aksediyordu.

"Eğil dağlar eğil üstünden aşam!"

Bu türkü yeni Türk şiirinin ilk ve maatteessüf son güzel eseridir; çünkü ondan beri bu kadar şevkli, atılışlı, canlı mıs­ralar söylenmedi. Üst tabakanın edebiyatı ya bir nazire geve­lemesi, yahut da sıkıntı veren bir sinir iniltisi hâlinde iken alt tabakanın insanları köylüler: "Eğil dağlar! Eğil!" tarzında ne kadar atılışlı bir hayalle kıyam ediyorlardı, yeni talim çıktığını haber almış koşuyorlardı, yeni ve muntazam bir millet olma­ğa ne kadar şâyân-ı dikkat bir heves gösteriyorlardı.

Advertisement