Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Sefir Elçi. Bir devletten diğer devlete bazı işler için gönderilen memur. Islık sesi.

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] elçi,
[2] Bir devletten diğer devlete bazı işler için gönderilen memur,
[3] Islık sesi,


Nuvola apps bookcase Köken

[1] Nuvola apps bookcase Köken

Balance icon Eş Anlamlılar

[1]

sefîr ELÇİ Alm. Botschafter (m), Fr. Ambassadeur (m), İng. Ambassador. Bir devleti, devamlı veya geçici olarak, gönderilen yerde temsil etmekle görevli şahıs. Devlet başkanının temsilcisi olup, gönderildiği memlekette devletinin ve vatandaşlarının hak ve menfaatlerini korur. Buradaki siyâsî, askerî, kültürel ve teknik gelişmeleri tâkib eder. Dışişleri bakanlığına bağlı olan elçiler, bakanlığın emirlerine göre, antlaşma ve sözleşmeleri imzâlar. Elçilerin târihi çok eskidir. Diplomasinin kurallara bağlanmadığı eski çağlarda elçiler geçici olarak gönderilirdi. Dâimî elçi göndermek 14. asırda İtalya ve Venedik’te gelişmeye başladı. Bundan iki asır sonra İngiltere, Almanya ve İspanya gibi devletler de devamlı elçi göndermeyi benimsediler. Osmanlıların ilk devirlerinde Memlûk, Bizans, Germiyan, Karaman, Candar, Timuroğulları, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve sâir devletlerle dostâne veya hasmâne olmak üzere iki taraf arasında elçiler gidip gelmişti. Ancak 15. yüzyıl ortalarından îtibâren Osmanlı Devletinin kudretinin artması üzerine, yabancı ülkeler bu devlette kalıcı elçiler ve maslahatgüzârlar bulundurmaya başladılar. Osmanlı memleketine gelen sefirlerin bir kısmı dâimî, bir kısmı ise geçiciydi. Ayrıca Avusturya ve Rusya gibi bâzı devletler de merkezde kapı kethüdâsı ismi altında maslahatgüzâr bulundurmuşlardır. Buna mukâbil Osmanlı Devletinin Avrupa’da hiç sefiri yoktu. Osmanlılar gerek İslâm devletlerine ve gerek münâsebette bulunduğu Hıristiyan devletlerine ara sıra sefir göndermişse de bunlar bir pâdişâhın cülûsunu bildirmek, yeni kral veya hükümdârın hükümdârlığını tebrik veya muhârebeyi müteakip yapılan antlaşma münâsebetiyle, âdet üzere hükümdârın nâmesiyle hediyeleri götürmeye mahsus geçici bir gidişti. Osmanlı Devletinin elçiler hakkında muâmelesinin son derece medenî olduğunu yabancı kaynaklar da yazmaktadır. Ahitnâmelerine ve devletin şeref ve haysiyetine riâyet gösteren elçilere karşı dînî ve örfî îcâplara uygun şekilde davranılmıştır. Aksine davrananlara karşı ise, Osmanlılar da iyi muâmele göstermemişlerdir. Türkler arasında bugün de darb-ı mesel hâlinde söylenen “elçiye zeval yok” sözü onların her ne sûretle olursa olsun, emniyet içinde bulunduklarını göstermektedir. Osmanlı Devleti nezdine gönderilen bir sefir huduttan içeri girer girmez, kendisini İstanbul’a götürmek üzere bir mihmândâr gönderilir ve Türklere has misâfirperverlik kâidesi üzere bütün yol ve yiyecek masrafı hükûmet tarafından verilirdi. Ancak Osmanlıların Üçüncü Selim Handan îtibâren devamlı elçi göndermeleri sırasında yabancı ülkeler tarafından uygulanmayan bu âdeti Sultan Selim Han da kaldırdı. Osmanlı Devletinde dâimî olmak kaydıyla ilk defa; 1792’de Londra’ya Yûsuf âgâh Efendi, 1798’de Pâris’e Seyyid Ali Efendi ve 1801’de Berlin’e Aziz Efendi elçi tâyin olundular. Viyana Antlaşmasının eklerinden biri olan 19 Mart 1815 Nizamnâmesiyle elçilerin statüsü yeniden belirlendi. Buna göre diplomasi memurları büyükelçi, ortaelçi, maslahatgüzâr olarak üç sınıfa ayrılıyordu. Büyükelçiler bulundukları devlet başkanının yanında, kendi devlet başkanlarını temsil ederlerdi. Bu bakımdan doğrudan devlet başkanından mülâkat isteyebildikleri gibi, diğer elçilerden de üstün kabul edilirlerdi. Ortaelçiler ise; devlet başkanlarının şahsını değil, işlerinde ülkelerini temsil ederlerdi. Bu durumda bulundukları yerin devlet başkanlarından doğrudan mülâkat isteyemeyip, dışişleri bakanı aracılığıyla isterlerdi. 18 Nisan 1961’de Viyana’da diplomatik ilişkiler ile yeniden yapılan sözleşme, diplomasi temsilcilikleri bakımından bir yenilik getirmemiştir. Yalnız tatbikâtta ortaelçilik kaldırılarak yerine büyükelçilik göndermek usûlü devletler arasında kabûl edilmiştir. Türkiye Cumhûriyeti hukûkunda elçilerin görev yerleri Resmî Gazete’de yayımlanan bir kararnâme ile belirlenir. 1984’te çıkarılan kânun hükmünde kararnâmeyle misyon şefinden sonra birinci meslek memuru olarak görev yapmak üzere elçi-müsteşar makâmı kurulmuştur. Elçilerin görevlerini tam yapabilmeleri için hemen hemen bütün devletlerce bâzı imtiyâz ve dokunulmazlıklardan istifâde etmeleri kabul edilmiştir. Devletler Hukûku Enstitüsünün kararlarına göre elçilere; şahıs ve elçilik binâsının dokunulmazlığı, kazâ ve vergi dokunulmazlığı verilir. Elçi; sorguya çekilmez, yargılanmaz, tutuklanmaz, tanık olarak bile mahkemeye çağrılmaz. Elçiler gezi ve haberleşme serbestliğinden faydalanırlar. Görevi herhangi bir sebeple sona eren elçi, dönüş seyâhati boyunca da dokunulmazlıklardan istifâde eder. (Bkz. Diplomasi) Peygamberler, Allah'ın insanlar arasından seçtigi ve özel olarak egitip yetiştirdigi seçkin insanlar ve elçilerdir. Peygamberlik çalışmakla elde edilecek bir makam değildir. Onlar eylemlerinin çoğunu Allah'ın emri ve özel mesajı (vahiy) ile yaparlar. Bir insan olarak kendiliklerinden yaptıkları işlerde yanıldıkları, ya da işin en doğrusuna isabet edemedikleri olursa, bunu Allah (c:c.) kendilerine derhal bildirir ve onlara mutlaka en doğru olanı yaptırır. Peygamberlerin bütün yaptıkları Allah tarafından kontrol edilip düzeltildiği için, onların bütün hayatları din adına birer örnek haline gelmiş ve dinin canlı misalini oluşturmuştur. Ilk insan, aynı zamanda ilk peygamber olan Hz. Adem(a.s.)'dir. Son Peygamber ise Hz. Muhammed (s:a.s.)'dir. Bu ikisi arasında sayıları yüzbinleri aşkın peygamber gönderilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm, bunların hepsinin isimlerinin bize bildirilmediğini haber verdiği için, bizim onların sayılarını öğrenip ona inanmamız şart değildir. Sadece peygamber olarak gönderilen her insanın Allah'ın elçisi olduğunu söyler ve öyle inanırız. Bazı peygamberlerin isimleri Kur'ân-ı Kerîm'de zikredilmekte ve hayat hikâyelerinden bölümler verilmektedir. Onları da anlatıldığı gibi kabul eder ve inanırız. Kur'ân'da isimleri zikredilen peygamberler şunlardır: Âdem, Idris, Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakub, Yûsuf, Şuayb, Hârûn, Mûsâ, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, Zülkifl, Yûnus, Ilyas, Elyesa, Zekeriyya, Yahya, Isâ ve Muhammed (Allah'ın salât ve selâmı üzerlerine olsun). Bütün peygamberler Allah tarafından gönderildiği için hepsi aynı temel inanç esaslarını getirmiş ve öğretmişlerdir. Hepsinin öncelikle yaptıkları iş; "Tevhid" e, yani yalnız Allah'a inanıp O'nun dışındaki ilâhları inkâra çağırmak olmuştur. Onların hepsi bu işi yapmış ve insanları canlı veya cansız ilâhlara kul olmaktan kurtarmaya, yani özgürlüğe çağırmıştır. Peygamberler, peygamberliklerini mûcizelerle isbatlarlar. Mûcize; peygamberlerin, Allah'ın gücüne dayanarak başkalarının yapamayacağı harika işler yapmalarıdır. Allah her peygambere özellikle kendi zamanında çok ileri giden bilim ve tekniğe göre bir mûcize vermiştir. Meselâ Hz. Mûsâ zamanında sihirbazlık çok gelişmiş ve Allah ona mûcize olarak sihirleri boşa çıkaran bir asa (baston) vermiş, Hz. Isâ zamanında tıp çok ilerlemiş, Allah da ona mûcize olarak körleri gördürme, alaca hastalığını iyileştirme, hattâ ölüyü diriltme kabiliyeti vermiş Hz. Muhammed zamanında da edebiyat çok ilerlemis, Allah da ona mûcize olarak Kur'ân-ı Kerim'i göndermiştir. Öyle ki, en büyük edebiyatçılar bile onun en küçük sûresine dahi benzer bir metin yazamamışlardır. Önceki peygamberlerin, peygamberlikleri gibi mûcizeleri de geçici iken, Hz. Muhammed'in en büyük mûcizesi olan Kur'ân-ı Kerîm'in mûcizeliği de onun peygamberliği gibi süreklidir. Peygamberlere verilen mûcizeler böyle birer taneden ibaret değildir. Onlar her istendiğinde Allah'ın yardımıyla mûcize gösterebilirlerdi. Meselâ, Hz. Muhammed'in daha yüzlerce mûcizesi vardır. Peygamberleri diğer insanlardan ayıran bazı özellikler vardır: a) Onlar Allah tarafından yetiştirilir ve terbiye edilirler, insanlar ise akılları ve çabalarıyla bilgi edinirler, b) Peygamberlerin gayesi Allah'ın emirlerinin yerine getirilmesidir, insanlar ise bilgi ve becerileriyle başka şeyler, meselâ şöhret isteyebilirler, c) Peygamberler Allah'tan getirip öğrettiklerini kendi hayatlarında tastamam yaşayan insanlardır. Peygamberler hiç yalan söylemeyen, yaratılıştan, üstün anlayış ve ahlâk üzere olan, son derece güvenilen, hiç günah işlemeyen ve Allah'tan aldıkları bilgileri tastamam insanlara aktaran ve ulaştıran insanlardır. (Ismet, emanet, fetanet, sıdk, tebliğ) Peygamberler'in peygamberlikleri arasında bir fark yoktur, hepsini peygamber olarak kabul eder ve inanırız. Ancak yerine getirdikleri görev bakımından aralarında derece farkı vardır ve Hz. Muhammed, hem bütün peygamberlerin hem de bütün insanların en üstünüdür. Ondan sonra diğer peygamberler, sonra büyük melekler, sonra diğer insanların iyileri, sonra da diğer melekler gelir. Hz. Muhammed son peygamberdir. Peygamberlik zinciri onunla tamamlanmıştır. Onun getirdiği din bütün insanlığa gelmiş son dindir. Artık ne başka peygamber, ne de başka din gelecektir. O, cinlerin de peygamberidir. Halbuki, ondan önceki peygamberler belli bölgelere ve belli milletlere gönderilen ve getirdikleri din, dünyada bulunan herkesi ilgilendirmeyen peygamberlerdi. Hz. Isâ Allah'ın büyük peygamberlerinden biridir ve Hz. Adem'in topraktan yaratıldığı gibi, o da Babasız olarak Allah'ın dilemesiyle Hz. Meryem'den doğmuştur. Annesi de iffetli bir kadındır. O, -hâşâ- hiristiyanların dediği gibi Allah'ın oğlu değildir. Onların iddia ettikleri gibi öldürülüp çarmıha gerilmemiştir. Allah onu öldürüp kendi katına çıkardığını haber vermektedir. Indirilişi nasıl olacaktır, bilmiyoruz ama, sonra da dünyaya indirilecektir. Aklımıza, peygamberlerin gönderilmesine ne lüzum vardı? diye bir soru takılabilir. Aslında bunu,.Allah'ın büyük bir lûtfu ve iyıliği saymamız gerektiğini hatırlamalıyız. Sonra: l. Insanlar hem dünyaları, hem de sonları için, kendi çıkarlarına ve faydalarına olan şeyleri sırf akıllarıyla bulamazlar. Bunu çok basit konularda bile insanların, çok değişik şeyler düşündüklerinden anlıyoruz. Işte peygamberler akılların çözemediği ya dâ çözmekte zorluk çektigi noktalarda, Allah'ın öğretmesiyle insanlara rehberlik yaparlar. 2. Daha önce muazzam bir makineye benzettiğimiz insanların, nasıl hareket etmeleri gerektiğini bildiren broşürler durumundaki kitapların anlaşılmalarını sağlar ve deyim yerinde ise, bu konuda bir teknisyen görevi yaparlar. 3. Allah'ın gönderdiği emirlerin canlı bir uygulayıcısı olmakla, yanlış anlayış ve uygulamalara yer bırakmazlar. Bütün bunları Allah bizzat kendisi yapsaydı, doğru ve eğriyi herkese kendisi söyleseydi de, bir takım insanları peygamber yapmasaydı ne olurdu? diye de düşünülebilir. Buna cevap olarak denilebilir ki, o zaman herkes Allah'ı duyularıyla hisseder ve algılardı. Böyle algılanan bir şeyin, meselâ Güneşin olup olmadığı konusunda tartışmaya girmek anlamsız olduğu gibi, onun varlığını kabul etmenin de hiçbir özelliği olmazdı, kimse güneş vardır dediği için bir değer kazanmış olmaz. Allah da herkesle konuşsaydı, inanma-inkâr etme mücadelesi olmazdı. Kısaca imtihan, özelliğini kaybederdi. Dolayısı ile Cennet ve Cehennem anlamsızlaşırdı.

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Bir devleti başka bir devlet katında temsil eden kimse, sefir
[2] Bir uzlaşma sağlamak veya iş bitirmek için birinin yanına gönderilen kimse
[3] Yalvaç, peygamber, resul

Nuvola apps bookcase Köken

[1] (Türkçe)

Nuvola Turkish flag Türk Dilleri


  • Azerice: [[elçi#Azerice|elçi]] (az)
  • {{{1}}}: [[ilçe#{{{1}}}|ilçe]] (tt)

|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Elçi
[2] görücü
[3] dünürcü

Gagavuzca
[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] elçi

Crystal Clear app internet Çeviriler

  • (İngilizce): [1] [[envoy#(İngilizce)|envoy]] (en)

|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar

  • Şablon:Kaynak-EtymDict

Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar

Advertisement