Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
DUA_-_ELMALI_HAMDi_YAZIR

DUA - ELMALI HAMDi YAZIR

DUA - ELMALI HAMDi YAZIR TRT-1 Elmalı Tefsirinin MUKADDİMESİNDEKİ (Girişindeki) Duası: TRT-1'den?-02-0001?-02-0001?-02-0002?-02-0001?-02-0001

Türkçe_kuran_meali_1.cüz_1.video

Türkçe kuran meali 1.cüz 1.video

Elmalı tefsirinden Türkçe kuran meali 1.cüz 1.video

Elmalılı_Hamdi_Yazır_Tefsir_Yazması_ve_Ruh_Hali_1

Elmalılı Hamdi Yazır Tefsir Yazması ve Ruh Hali 1

Elmalılı Hamdi Yazır Tefsir Yazması ve Ruh Hali 1- Kur'anı tercüme ettirmek isteyenlere be hey sersem Kur'anın tercümesimi olurmuş deyişi

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (d. 1878, Antalya – ö. 27 Mayıs 1942, İstanbul), Türkçe Kur'an tefsirlerinden en önemlisi olan Hak Dini Kur'an Dili adlı tefsirin müfesseri, Mülkiyenin üstad hocalarından , filozof, mebus , İttihat Terakki Fırkası ilim şubesi üyesi, Evkaf Nazırı (Bakanı) kadı , Dar-ül Hikmet-ül İslamiye azalığı ve başkanlığı, ayan, müderris, fakih,  mütercim ve hattat.

Hayatı[]

1878'de Antalya'nın Elmalı kazasında doğdu. Ailesi baba tarafından aslen Burdur Gölhisar'lı olup, babası Hoca Numan Efendi'dir. Numan Efendi daha küçük yaşlardayken Burdur'un Gölhisar kazasının (Yazır Türkmenleri nce kurulmuş) Yazır köyünden ayrılarak Elmalı'ya gelmiş, tahsilini orada tamamlamış, Şeriye Mahkemesi başkâtibi olmuştur. Annesi Elmalı alimlerinden Esad Efendi'nin kızı Fatma hanımdır.

Lisan Bilgisi[]

Türkçe'nin yanında Arapça ve Farsça ile şiir yazacak kadar üst seviyede bir bilgiye sahipti. Ancak yazılarında sade bir Türkçe kullanmıştır. Bunların yanı sıra Fransızca da bilmektedir. "El-metalip ve'l-mezahip" adında Fransızcadan çevirdiği bir felsefe tarihi kitabı vardır..

Eğitimi[]

Elmalılı Hafız Muhammed Hamdi Yazır ilk ve ortaokul tahsilini Elmalı'da Rüşdiye Mektebinde gördü. Hafızlığını da tamamladıktan sonra, Arapça okudu ve İslami ilimler i öğrenmek için, dayısı Hoca Mustafa Sarılar Efendi ile birlikte 1895'de İstanbul'a geldi. Kayserili Mahmud Hamdi Efendi'nin Beyazıt Camii'ndeki derslerine devam etti. Of'lu Mahmut Kamil Efendi 'den fıkıh dersleri aldı. Devrin ileri gelen değerli hocalarından ders görerek icazet aldı.

Bilimsel Kariyeri[]

Mekteb-i Nuvvab'a girdi ve buradan birincilikle mezun olarak kadılık icazeti aldı. 1905'ten itibaren Beyazıt Camii'nde talebelere ders vermeye başladı ve bu hizmeti 1908 yılına kadar devam etti. Bu arada Şeyhülislamlık'ta Mektubi Kalemi'ne dahil edildi. Bir yandan da Nuvvab'da ve Mülkiye Mektebi'nde ahkam-ı evkaf, Medrese-t-ül Vaizin'de fıkıh, Süleymaniye Medresesi'nde mantık derslerini okutmayı sürdürdü. 1908 yılında dersiam oldu. Devrin ünlü hattatları Sami Efendi ve Bakkal Arif Efendi'den hat dersleri aldı. Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Kur'an-ı Kerim İlk kez Türkçe tefsirini yapması için görevlendirilmiş Mehmet Akif Ersoy 'dan sonraki ikinci kişi dir.

Siyasi Hayatı[]

2. Meşrutiyet'in ilanından sonra Meclis-i Mebusan'a Antalya mebusu olarak girdi. Şeyhülislam fetvayı vermediği için, 1. Fetva Emini olarak 2. Abdulhamit'in tahttan alınması için gereken fetva yı İttihad Terakkicilerin isteği doğrultusunda müsvedde olarak yazdı.Mustafa Armağan, Abdulhamid'in Kurtlarla Dansı 2, İstanbul 2010,Timaş Yay. s.51, Daha sonra da karşı cephe olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nda faaliyetler sürdürdü. Daha sonra sırasıyla, Dar-ül Hikmet-ül İslamiye azalığına (Ağustos 1918), Nisan 1919'da bu kurumun başkanlığına tayin edildi. Damat Ferit Paşa'nın kabinelerinde Evkaf (Vakıflar) Nazırı olarak görev yaptı. Eylül 1919'da Ayan Meclisi üyeliğine getirildi. İttihat ve Terakki'nin ilim şubesinde görev yaptı.

Mülki ve Hukuki Yönü[]

1909 yılında Mülkiye Mektebi'nde Ahkâm-ı Evkâf ve Arâzî dersleri okutmuş ve yine aynı yıllarda Mekteb-i Kuzâtta "Fıkıh" dersleri vermiştir. Daha sonra Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye (Şeyhü'l-İslâmlığa bağlı Yüksek Müşavere Heyeti) üyeliğine ve bir müddet sonra da başkanlığına tayin edilmiştir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Evkaf Nazırlığı'nda bulunmuş ve bu sırada Âyan Meclisi üyesi olmuştur.

Felsefi Yönü[]

Felsefeylede ilgilenen Elmalılı Hamdi Yazır, Batılı yazarların eserlerinide tercüme etmiştir. Bu eserlerde ileri sürülen konulara eleştirel yaklaşım sergileyen Elmalılı Hamdi Efendi, felsefe ve din arasında cereyan eden tartışmalara çözüm bulmaya çalışmıştır. Filozofların gerçeği kavrayamadıklarını belirtmiş, akıl ile iman bütünleştiği zaman gerçeğin kavranıp doğrulanabileceği fikrini savunmuştur.

Cumhuriyet Döneminde[]

Cumhuriyet'in ilanı esnasında Medrese-t-ül Mütehassisin'de mantık dersleri okutuyordu. Damat Ferit Paşa kabinelerindeki görevi dolayısıyla, bu kabinelerin Milli Mücadele aleyhine verdiği kararlarda sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle gıyabında idama mahkum edildiyse de, aynı zamanda yeğeni Emin Paksüt 'ün kayınpederi olan Kel Ali' nin başkanlık ettiği Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yapılan yargılamasından sonra suçsuzluğu tespit edilerek beraat etti.

Cumhuriyetin ilânı sırasında Mütehassısîn medresesinde mantık müderrisi idi. Medreseler kaldırılınca evinde inzivaya çekilmiş, ilmî tetkik ve araştırmalarına devam etmiştir. Yirmi yıl kadar devam eden bu uzlet (yalnızlık) devresi, "Hak Dini Kur'an Dili" adındaki Türkçe tefsiri hazırlamasına imkân vermiştir. Tefsire başlamadan önce Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa'nın teşviki ile "Büyük İslâm Hukuku Kâmusu" ile meşgul bulunuyordu. Bu eserle birkaç yıl meşgul olduktan sonra yarım bırakmış ve tefsiri yazmaya başlamıştır.

Vefatı[]

Elmalılı Hafız Muhammed Hamdi Yazır, Uzun zaman devam eden kalp yetmezliği rahatsızlığından ötürü Erenköy'de 27 Mayıs 1942'de vefat etti. Kabri Sahrayı Cedit Mezarlığı'ndadır.

Eserleri[]

Beyânül-Hak ve Sebîlürreşad dergilerinde Küçük Hamdi veya Elmalılı Küçük Hamdi mahlası ile makalelerini yayınlanmıştır. Tefsirinde ise Elmalılı Hamdi Yazır imzasıyla eserini yayınlamıştır.

1. Hak Dini Kur'an Dili (Kuran'ı Kerim'in Türkçe Tefsiri) ve Atatürk[]

Dosya:Elmalı 35 baskısı.jpg

Atatürk'ün Elmalı'ya yazdırdığı tefsir olup günümüzde de önde gelen İslam alimleri tarafından da hala en güvenilir tefsir olarak kabul edilmektedir.

Atatürk'ün Diyanet İşleri Başkanlığı'na verdiği talimatı üzerine yazdırıldı.

1926'da Diyanet İşleri Riyaseti 'Kur'an'ı çağın icablarına göre yeniden tefsir edebilecek bir alim aradı.

Sonunda görevi talimat üzerine Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'a verildi.

Devlet eliye yazdırılan bu tefsirle Atatürk bizzat ilgilendi.

Atatürk Şeyh Sait Ayaklanmasının bastırıldığı, çağdaşlaşma ve modernleşme adına yapılan inkılaplara yönelik itirazların arttığı bir dönemde İslamiyet'in temel kaynağı olan Kur'an'ın yeniden yorumlanmasını istedi.

Atatürk yedi madde ile nasıl bir tefsir istediğini ortaya koydu.

Bu yedi madde daha sonra Diyanet İşleri Riyaseti ile Elmalılı Hamdi Yazır arasında imzalanan protekole kondu.

Atatürk, Diyanet'e gönderdiği yazıda özellikle iki maddenin üzerinde duruyordu.

Yeni tefsir ' Ehli Sünnet ' itikadına ve ' Hanefi ' mezhebinin görüşlerine göre hazırlanacaktı.

Diğer bir isteği de ' ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetlerin genişçe izah edilmesi' idi.

Atatürk, hüküm içeren ayetlerin de Türk-İslam geleneği göz önünde bulundurularak yorumlanmasını arzu ediyordu.


Diyanet'le Hamdi Yazır arasında imzalanan protokol maddeleri[]

  • 1- Ayetler arasında münasebetler gösterilecek.
  • 2- Ayetlerin nüzül (iniş) sebepleri kaydedilecek.
  • 3- Kıraat-i Aşere'yi (10 okuma tarzını) geçmemek üzere kıraatler hakkında bilgi verilecek.
  • 4- Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplerin dil izahı yapılacak.
  • 5- İtikadda ehli sünnet ve amelde Hanefi mezhebine bağlı kalınmak üzere ayetlerin ihtiva ettiği dini, şer'i, hukuki, ictimai ve ahlaki hükümler açıklanacak.
  • 6- Ayetlerin ima ve işarette bulunduğu ilmi ve felsefi konularla ilgili bilgiler verilecek.Özellikle tevhid konusunu ihtiva eden ibret ve öğüt mahiyeti taşıyan ayetler genişçe izah edilecek.
  • 7- Konuyla doğrudan ya da dolaylı ilgisi bulunan İslam Tarihi olayları anlatılacak.
  • 8- Batılı müelliflerin yanlış yaptıkları noktalarda okuyucunun dikkatini çeken noktalar konularak gerekli açıklamalar yapılacak.
  • Eserin başında Kur'an hakikatını açıklayan ve Kur'an'la ilgili önemli konuları izah eden mukaddime (önsöz) yazılacak.

Hak Dini Kur'an Dili 1936-1938 arasında tamamlandı 1935-1939 arasında dokuz cilt olarak 10 bin takım bastırıldı. Eserin üzerinden telif süresi bittiğinden serbestçe basılmaktadır.

İki bin takımı Elmalı Hamdi Yazıra'a verildi. Kalan 8 bin takım din adamları olmak üzere kamuoyunun önde gelen isimlerine ücretsiz olarak dağıtıldı.

  1. Örnek:Elmalı Tefsirinin Girişindeki Dua: TRT-1'den
  2. Elmalı Tefsiri Okumaları
  3. Tefsirinde Kur'anın Türkçeleştirilmesine önsözde karşı çıkması [1]

2. Metalip ve Mezahip[]

Tahlil-i Tarih-i Felsefe-Metâlib ve Mezahib-Maba'de't-Tabia ve Felsefe-i İlahiyye (Paul Janet ve Gabriel Seailles'ın Histoire de la philosophie çevirisi)

3. İrşadü'l Ahlâf fî Ahkâmi'l-Evkâf[]

(Mektebi Mülkiye için ders kitabı)

4. Beyânul-Hak[]

Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad mecmualarında makaleler

Basılmamış Olanlar [1]

  • Usûl-i Fıkıh'a ait bir eseri
  • Sûrî mantık üzerine bir eseri
  • Hukuk Kâmusu (tamamlanmamış)
  • Divan (eksik şekilde)

Cevaplar[]

ELMALILI HAMDİ YAZIR (1878–1942)

1. BÖLÜM[]

Bizim bin senelik tefsir tarihimizde Arab âlemi dâhil, eşi menendi az yetişmiş bir zat.. Belki tefsir tarihinde onun gibi iki tane insan göstermek mümkün veya değildir. MFG

TAKDİM[]

Osmanlı ilim çınarı, gümbür gümbür yıkılırken bile, kendinden sonraki fetret dönemi için ne bereketli tohumlar vermiştir; Bediüzzaman, Zahid Kevseri, Babanzade Ahmed Naim, Elmalılı Hamdi Efendi, İskilipli Atıf Efendi, Mustafa Sabri Efendi, vs gibi.. Biz bu çalışmamızda, âlim kelimesinin kendisi hakkında yetersiz kaldığı için "allame" dediğimiz Elmalılı Hamdi Efendi'yi anlatmaya çalıştık. Gerçekten, son devir Osmanlı uleması arasında onun ayrı bir yeri vardır. Yazdığı tefsir-i şerifin tefsirler arasında mümtaz bir yeri olduğu gibi.. İlimle hilmi cem eden bu muhterem zatı çok sevdiğimden, çalışma kemalini bulsun diye masamda bir sene beklettim. Ama daha da fazla bekletmeye gönlüm razı olmadı. Eksiklikleri ileride tamamlarım ümidiyle bu haliyle de olsa sizlerle paylaşmak istedim. Hocamızın ruhuna bir fatiha okumanıza rica ederken, istifadeye medar olmasını Mevla'dan niyaz ederim. Saygılarımla.


Not: Elmalılı Hamdi Efendi hakkında benim en hoşuma giden malumat, yeğeni Fatma Paksüt hanımefendinin "Dayım Hamdi Yazır " adıyla kaleme aldığı ve Altınoluk Mecmuamızın 1992 sayılarında 3 sayı yayınlanan yazılar ile Ömer Nasuhi Efendi 'nin Tefsir Tarihi 'nin ikinci cildinde serapa samimiyet, kadirşinaslık ve ihlâs kokan ifadeleridir. Bu çalışmada en çok onlardan istifade ettiğimi de belirtmek isterim. Salih Okur

Nesebi

Ecdadı, Burdur'un Gölhisar Nahiyesine bağlı Yazır köyüne yerleşmiş bir Oğuz kabilesine mensuptur. Ondan dolayı, soyadı kanunu çıkınca Yazır soyadını almıştır.

Doğum Tarihi ve Yeri[]

Elmalılı Muhammed(Mehmed) Hamdi Efendi, 1295(1878, bazı kaynaklarda 1877) tarihinin Cemaziyülâhır ayında Antalya'nın Elmalılı kazasında dünyaya geldi.

İlim ehli bir sülale[]

Kendileri hem anne hem de baba tarafından ilim ehli sülalelerden geliyordu. Hal tercümesini bizzat kendisinden tespit eden merhum İbnü'l Emin Mahmud Kemal İnal "Son Hattatlar" adlı eserinde şu bilgiyi vermektedir: "Hafız Mehmed Hamdi Efendi, erbab-ı ilimden Numan Efendi'nin oğludur. Büyükbabaları sırasıyla şunlardır: Mehmed Efendi, el-Hâc Bekir Efendi, Hasan Efendi, Bedrüddin Efendi. Hepsi ilmiyedendir."

Anne ve Babası[]

Babası Numan Efendi, küçük yaşta Yazır köyünden çıkıp, Aydın medreselerinde tahsilini tamamlamış bir hocaefendi idi. Numan Efendi, tahsil sonrası Elmalı'ya gelmiş, orada evlenmiş ve Şer'iye Mahkemesi başkâtibi olmuştur. Annesi, Elmalı hocalarından Sarılarlı Mehmet Efendi'nin kızı Fatma hanımdır. Hamdi Efendinin yeğeni Dr. Fatma Paksüt , annesinin küçük Mehmed Hamdi üzerindeki tesiri hakkında: " Yetişmesinde annesinin, âlim babası kadar, belki daha da etkili olduğunu söylemek, yanlış olmasa gerektir.'"' demektedir.

Çocukluğu[]

Hamdi Efendi de yaradılışının gereği, çevresindeki eşya ve hadiseye karşı büyük bir tecessüs ve merak duygusu küçüklüğünden beri vardı:" Hamdi Yazır, çok üstün yeteneklerle yaratılmış bir insandır; kıvrak zekâsı, işlek muhakemesi daha çocukken belli olur; her alanda arkadaşlarını aştığı görülür; çok okuması, çabuk öğrenmesi ile olduğu kadar, öğrenme arzusunun sınırsız oluşu ile de herkesi hayrete düşürür; ilgilenmediği konu, ilgisini çekmeyen şey yok gibidir; her şeyin aslını aramak, her şeyin daha iyisinin nasıl olacağını düşünmek, daha iyisini yapmağa çalışmak büyük zevkidir. Bir düğünde, cihaz odasındaki işlemeli çevreleri, eyfalı yemenileri, güzel dantelleri görmek, onda yeni çevre modelleri çizmek, yeni oya ve dantel örnekleri çıkarmak hevesi uyandırır. Çizdiği modelleri komşu ablalar kapışır; çıkardığı örnekler elden ele dolaşır; bir başka sefer, harçlıkları ile kumaş alıp kız kardeşine elbise dikmesi, sonra onun elinden tutup bayram ziyaretine gitmesi ile şaşkınlığa yol açar."

İlim tahsiline başlaması[]

Medrese usulü ilk Arapça derslerini babasından alan Küçük Hamdi, öte yandan ilk mektebe başlamıştır. Bir yandan Sofu İbrahim ve diğer bazı zatlardan nahv, feraiz, mukaddemat-ı fıkıh okudu, diğer yandan kısa zamanda hafız oldu. Yeğeni Fatma Hanım, hocamızın hafızlığı konusunda bize şu ilginç bilgiyi veriyor: "Nitekim bir gece oğlunu yatağında göremeyen annesi, onu alt kattaki odada, bir mumun ışığında hafızlığa çalışırken bulur. Herkesten habersiz başladığı bu işi hemen hemen yarılamış durumdadır. Büyük bir gayretle çalışarak, sanıldığından kısa bir sürede sonuca ulaşır." Ömer Nasuhi Bilmen merhum da, onun hafızlığının güzelliğini şöyle anlatıyor: "Hilkaten pek sabih (şirin) olan bu yüksek sima, daha pek genç iken Kur'an-ı Kerim'i tamamen hıfz ederek kuvvetli hafızlar arasına karışmıştı. Güzel bir sadâ ile tilavet ettiği Kur'an ayetleri dinleyenlerin ruhlarını latif duygular içinde bırakırdı. Hele, hususi bir cemaate hatim ile kıldırdığı teravih namazları cemaatinin kalplerini ruhani neşvelere gark eder, dururdu." Fıtraten pek sevimli bu zat, okulunda da en sevilen, en başarılı, hocalarının parmakla gösterdiği parlak bir öğrenci idi. İlk mektep (mekteb-i ibtidai) sonrası Rüştiye mektebini de büyük bir başarıyla bitirdi.

İlim Yolunda Hicret[]

Yıl 1895..Artık genç Hamdi Efendinin önünde başka ufuklar açılmaya başlamıştı. Her ilim talibi gibi onun da aklı fikri İstanbul'a gitmek ve oranın mütebahhir ulemasının dizinin dibinde ilimde kemale, irfanda zirveye çıkmaktı. O sıralar İstanbul'daki ilim seviyesinin durumunu, kendisi de İstanbul'da yetişmiş olan dersiamlardan merhum Çalekli Hacı Dursun Efendi(1883–1977) muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendiye şöyle anlatmış: "İstanbul, medreseler sayesinde dünyanın nazar-ı dikkatini celbeden bir ilim ve irfan beldesi olmuştu. Avrupa, hukuka ait halledemediği birçok meseleyi İstanbul'daki Dar-ül Hikmet'ül İslamiye 'den sual ederdi. İstanbul'da yetişen ulemanın emsali ne Mısır'da, ne Pakistan'da, ne de dünyanın başka bir yerinde yoktu. Mısır'daki El-Ezher Üniversitesi Şeyhlerinden Meşhur Şeyh Bahid Efendi İstanbul ulemasını ziyarete gelmişti. Bu ziyareti esnasında aynen şöyle buyurdu: "Taaccüp ediyorum. Doğrusu buradaki ulemanın emsali ne bizde, ne de dünyanın herhangi bir yerinde yoktur." O sırada kendisi de İstanbul'da okuyan dayısı Hoca Mustafa Sarılar, yeğenin de kendisi ile İstanbul'a gelmesini ve İstanbul'da tahsiline devam etmesini isteyince, ailesi ilk başta bir tereddüt geçirdi. Çünkü bu sevimli ve saygılı, insan canlısı evlatlarından ayrı kalmak çok zordu. Numan Efendi kısa bir tereddüt yaşadı ise de, bu büyük istidatın ancak İstanbul'da kozasından çıkabileceğini düşündü ve gitmesine izin verdi. Değerli bir hoca kızı olan validesi de yüreğine taş basmış, çok sevdiği oğlunu gurbete gönderirken "seni ilim yoluna gönderiyorum şükürler olsun Allah'a, ne mutlu bana..." diyerek uğurlamıştır. Gerek ilk gidişinde gerek daha sonraki sıla dönüşlerinde bu mübarek ananın ağlayıp sızladığını gören olmamıştır. Gözyaşlarını yastığına gizleyen Fatma Hanım, çektiği elemi bir sözüyle anlatmak istemiştir sanki: "efendi hanımı olmak kolay olsa da, efendi anası olmak kolay değildir." Dayı-yeğen, tehlikeli bir yolculuk sonrası payitahta vardılar. Yeğeni Fatma Paksüt Hanımefendi bunu şöyle anlatır: " O zamanlar bugünkü ulaşım imkânları yoktur. Elmalı-İstanbul yolculuğu, genellikle Finike veya Antalya'dan vapura binilerek yapılmakta, bu şehirlere de bugün olduğu gibi bir kaç saatte değil hayvanla ancak iki günde ulaşılmaktadır. Hem vapurların hızı daha az olduğu hem de bunlar, henüz bizim idaremizde olan Rodos, Sakız ve Sisam gibi adalara uğradıkları için, denizde geçen süre de daha uzundur. Kısacası; Elmalı-İstanbul yolu, zorunlu olmadıkça göze alınabilecek bir yol değildir. Fakat yolun uzunluğu, yolculuğun zorluğu, genç Hamdi Yazır'ın umurunda değildir. Çıktığı yolculukta o hep yeni şeylerle karşılaşmaktadır. Yazık ki böyle güzel giden bir yolculuğun son kısmı bir hayli tatsız olur. Çanakkale Boğazı'nı geçip İstanbul'a yöneldikleri sırada ansızın şiddetli bir fırtına kopar. Dağ gibi dalgalar vapuru sallamaya, sağa sola atmaya başlar. Vapur ha battı ha batacak durumda, yolcular korku içindedir; kimi ayılır kimi bayılır, kimi hastalanır yere serilir. Çocuklar bağrışır, kadınlar ağlaşır; fırtına bazen yavaşlar, bazen hızlanır; ama bir türlü dinmek bilmez; o dinmeyince de çekilen çilenin sonu gelmez. Oysa herkesin fırtına sandığı şey, büyük İstanbul zelzelesinin denize yansımasıdır. (Tevfik Fikret'in şiirine göre 1310 senesi) Ancak bu, İstanbul'a çıktıktan sonra anlaşılacaktır."

Tahsil Yılları:[]

Hayalini kurduğu İstanbul yerine, zelzele ile zir ü zeber olmuş bir şehirle karşılaşan Hamdi Efendi sukutu hayale uğrarsa da, bu durum kısa sürmüş ve yeni ortamına kısa zamanda intibak etmiştir. Dayısının kaldığı Küçük Ayasofya Camii medresesine yerleşen Hamdi Efendi, bir süre bazı hocaları gezse de, bir türlü mutmain olamadı. En nihayet, Tetkikat-ı Şer'iyye Meclisi Reisi iken vefat eden Kayserili Mahmud Hamdi Efendi de karar kıldı. Onun Beyazıd Cami-i mübarekindeki derslerine başladı. Hocası aynı zamanda adaşı olduğundan kendisine "Küçük Hamdi Efendi" hocasına da "Büyük Hamdi Efendi" dendi. Başta hocası olmak üzere kısa zamanda herkes ondaki zekâ, fetanet ve merak duygusuna hayran olmuştu: Bu durumu yeğeni şöyle anlatmakta: "Bir gün derste, Hocanın ortaya attığı bir soruya, Hamdi Yazır cevap verir, ikinci soruya cevap yine ondan gelir. Sonra sorudan soruya geçilir... Hoca ile yeni öğrenci arasında bir konuşma gelişir. Yavaş yavaş sınıf düzeyinin üstüne çıkıldığı için öğrencilerin çoğu, bu konuşmayı izlemekte, anlamakta güçlük çeker. Sınıf şaşkınlıktan şaşkınlığa düşer. Bu yetenekli öğrenciye hayranlık duyan babam, dersten sonra bir süre arkadaşları ile konuşur. Ama onların da fazla bir şey bildiği yoktur. Söyledikleri kısaca şudur: "Adı Hamdi, memleketi Elmalı olan bu öğrenci, Küçük Ayasofya medresesinde, dayısının yanında kalıyor. Onu derse getiren dayısı, dersten sonra hemen alıp gidiyor. Kimsenin onunla konuşmasına, arkadaş olmasına fırsat vermiyor. Görüşmek için odasına gidenleri de kovuyor." Bu bilgiyi alacağım derken eve dönmekte geciken babamı eniştesi, biraz telaşla "ne var; ne oldu; neden öyle üzgünsün?" soruları ile karşılar. Sınıfta geçenleri, gecikme nedenini anlatan babam da sözünü şöyle tamamlar: "Küçük bir öğrenci hocaya çatır çatır cevap verirken, biz koca koca adamlar şaşkın bakarsak üzülmemek mümkün mü? Ne kadar bilgisiz olduğumu görüyorum, kendimden utanıyorum." Eniştesi bu defa gülmeye başlar. Babamın son sözlerini "aman oğlum, hele dur, o kadar üzülme; çünkü o Elmalılı öğrenci yalnız seni şaşırtmamış, Hoca da hayret içinde; son günlerde onu dilinden düşürmüyor; oturup kalkıp onu öğüyor; yerimi ancak o tutabilir diyor" şeklinde karşılar." Bir yandan medrese eğitimini tahsil ederken bir yandan da Arif ve Sami Efendilerin hat derslerine devam ederek bu alanda da icazet sahibi oldu. Yazı çeşitlerinden sülüs, nesih ve ta'likte güzel yazı örnekleri verdi. Burada çıktığı zirveyle alakalı, yeğeni Fatma Paksüt hanımefendi şunları söylüyor: " Dayımın hattatlığını değerlendirmek, hiç şüphesiz, benim haddimi aşan bir iştir. Ama o sıralarda yazıp sonra anneme hediye ettiği bir güzel levha için, yazının estetiğini bilen, felsefesini yapan, bir yazı üstadı olan küçük dayım Mahmut Yazır, yıllar sonra bana şöyle demiştir: "Ağabeyimin çok ince bir kamış kalemle, çok küçük harflerle yazdığı bu yazının en büyük özelliği, büyüteç altında güzelliğinden hiç bir şey yitirmemesi, büyüteç altında da onda en küçük bir hata görülmemesidir. Ne ben böyle bir yazı yazabilirim ne bir başkasının yazacağını düşünebilirim."

"Türkçeyi ne kadar güzel öğrenmiş"[]

Hamdi Efendi eğitimi sırasında Arapça'yı o kadar mükemmel öğrenmişti ki, İstanbul'da okuyan bir Arap talebe, onun konuşmasına bakarak kendisini Arap zannetmiş, arkadaşlarına hayretle şöyle demişti; " Hamdi Efendi Türkçeyi ne güzel öğrenmiş." Aynı zamanda edebiyata olan merakı ve Farş şairlerini yakından tanıma isteği onu Farsçaya yöneltmiş ve bu lisanda da çok üstün bir mevkie getirmiştir.Musiki'ye de merak salmış ve bu alanda da ileri bir seviyeyi ihraz etmiştir. Üstün başarı ile medrese eğitimini bitiren Hamdi Efendi 1904 senesinde Büyük Hamdi Efendinin en mümtaz talebesi olarak icazetname(diploma)sini aldı. Kendisinden bahsedilirken haklı olarak "İlmiyye sınıfının nâsıye-i pâki,(temiz siması) medârı iftiharı" denmeye başladı.

Ruus imtihanı[]

1905(1324) senesinde, daha sonra beraber Dar'ül Hikmet adlı akademide beraber âzâ olarak görev alacağı arkadaşı Ermenekli Mustafa Saffet Efendi(Aysu) ile birlikte Ruus imtihanına girdi. Ruus imtihanı medrese mezunlarının dersiam olmaları için şart olan imtihandı ve Hamdi Efendi büyük başarı ile çıktığı bu sınav sonucu Beyazıd dersiamı oldu. İki sene bu vazifede bulundu. Aynı zamanda, Şeyhülislam'lıkta Mektub-i Kalemi dairesinde memur olarak çalışmaya başladı.

Mekteb-i Nüvvab'da[]

Hocaefendi, ne kadılıktan ne de müderrislikten vazgeçebildiği için medreseye devam ederken bir yandan Mekteb-i Nüvvab'ı(Hukuk Fak.) birincilikle bitirdi. Bu yıllarda ayrıca kendi kendine Riyaziye, Felsefe, Edebiyat öğrendi. Matematik, felsefe, edebiyat sahalarında incelemelerde bulundu. Arapça ve Farsça yanında -üstelik altı ay gibi kısa bir sürede- tercüme yapabilecek düzeyde Fransızca'yı da öğrendi.

Elemli Bir Hatıra[]

Hamdi Efendi, bir talebelik hatırasını tefsirinde şöyle anlatıyor; "Mekteb-i Nuvvab'da talebe iken bir gün öğleden sonra dersten çıkıp Nuruosmaniye'de ikametgâhım olan hattat odasına geldim, yalnız, pencerenin önüne oturdum. Oturur oturmaz henüz bir şeyle meşgul olmaksızın birdenbire büyük amcam Muhammed Emin Efendi hatırama doğdu ve derhal kalbime derin bir hüzün çöküverdi. Ağlamak istedim, hâlbuki başka zamanlar onun hatırasından lâbud bin neş'e ve inşirah duyardım, nâdirü'l-vücud bir fazilet-i mücesseme idi. Bugünkü hatıranın hem tarz-ı huturu, hem de mutâd neş'enin hilafına öyle bir hüzün gelmesi, istiğrabımı mucib oldu, hemen kaydettim. On beş gün sonra memleketten posta ile mektup aldım. Pederim "o gün amcamın vefat ettiğini ve bana yadigâr olmak üzere birkaç kitabını vasiyet eylediğini" yazıyordu. O vakit ki postanın on günde geldiği bir mesafeden o hüzünlü vak'anın hüznünü duymuştum ve gözlerim dolmuştu."(Hak Dini Kur'an Dili - Yusuf Suresi 98. ayetinin tefsirinde)

Mekteb-i Nüvvab’dan mezuniyet[]

1906’da medreseden mezun olan Hamdi Efendi, ertesi sene Mekteb-i Nüvvab’ı(Hukuk fakültesi) birincilikle bitirdi ve altın madalya ve beratla ödüllendirildi.

Tedrisat dönemi[]

Küçük Hamdi Efendi, parlak neticelerle medreselerden mezun olduktan sonra, Bayezid ve Şehzade camilerinde medrese öğrencilerine ders vermeye başladığı gibi, Medresetü’l- Kuzat’ta Molla Hüsrev’in Dürer adlı eserini okutma vazifesini üstlendi. Ömer Nasuhi Efendi bu konuda şunları yazmakta; “Hele fıkıh ilminde büyük bir mütehassıs idi. Bu mühim ilmi, senelerce Medresetü’l- Kuzat’ta tedris etmiş, İslam hukukunun vus’atini, teâlisini, insani ve içtimai kıymetini büyük bir salahiyetle tavzihe çalışmış, Medresetü’l- Kuzat’tan muktedir hâkimlerin yetişmesine mühim hizmetlerde bulunmuştu.” Bir yandan da Mekteb-i Nüvvab’da ahkâm-ı evkaf, Medresetu’l- Vaizin’de usul-i fıkıh, Süleymaniye medreselerinde mantık, Mülkiye mektebinde ahkâm-ı evkaf derslerine girmeye başladı. Hamdi Efendi’nin ilim deryasında aldığı mesafe, zamanında herkesçe kabul edilmiş bir husus idi. Vefatını duyuran bir gazetedeki şu ifadeler bunu anlamaya kâfidir; “Ulum-u Şer’iyye’de ve hatta Ulum-u Garbiyye’de ihata ve ihtisas-ı azimi ile zamanımızın feridi addedilmeye layık olan ve “Küçük Hamdi” ünvanı ile maruf olan Elmalılı Efendi.”

İzdivacı[]

1908’de ailesi İstanbul’a taşındı. Aynı sene Firdevs hanımla evlenen Hocaefendinin, bu izdivaçtan dört tane evladı dünyaya geldi; 1-Ahmed Muhtar(1910-1980) 2-Numan: 1916-1931 3-Hamdun: 1919-1988 4-Ve kızı Fitnat(1911-1946)

Meşrutiyet Yılları[]

O yıllar memleketin çok çalkantılı yıllarıydı. II. Abdülhamid’in siyasetini yersiz bulan ve ancak yeniden anayasalı bir monarşiye dönülmekle yurdun kurtarılacağına inanan İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin asker üyeleri, 1908 yılının Temmuz ayı içinde saraya başkaldırdılar. Padişahın bu hareketi bastırma girişimleri işe yaramadı. Sonunda, II. Abdülhamid kapalı bulunan parlamentoyu yeniden toplama kararı aldı. Mebus seçimlerinin yeniden yapılması kararlaştırıldı. Seçimler yapıldı ve Parlamento 17 Aralık 1908'de açıldı. 31 Mart Olayı üzerine II. Abdülhamid tahttan indirildi. Anayasada önemli değişiklikler yapılarak parlamenter sisteme yönelindi. Hükümet meclise karşı sorumlu kılındı.

İttihad Terakki’ye girmesi[]

Elmalılı Hamdi Efendi de zamanın birçok ileri geleni gibi, hürriyeti ve onun lokomotifi gibi kendini gösteren İttihad Terakki cemiyetini alkışlıyordu. Tabii o ve emsalinin bundan amacı, meşrutiyet ve hürriyeti din kuvvetiyle muhafaza ve kökleştirmekti. Şeyhülislam Musa Kazım Efendi’nin o günleri anlatırken kullandığı şu ifadeler o sâfi niyetleri ne güzel anlatır: “Meşrutiyetin ilanından sonra, Cemiyetin İlmiye Şubesine dâhil oldum. Meşrutiyetin ilanını kim alkışlamamıştı ki? Bu memlekette Meşrutiyeti alkışlamayan kimse kalmamıştı. Biz de o zaman alkışlıyorduk ve inanıyorduk ki, memleket meşrutiyet sayesinde şöyle terakki edecek, böyle yükselecek diye bir takım hayaller, tasavvurlar takip ediyorduk. Bu yüce şube teşekkül edince biz de dâhil olduk. Arz ettiğim gibi Manastırlı İsmail Hakkı, şimdi Â’yan reisi Mustafa Asım Efendi, şimdiki Evkaf nâzırı Hamdi Efendi, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’den ibaret ilmi bir heyet teşekkül etmişti.” O ve bazı emsali ulemanın ilk dönemlerde İttihad ve Terakki erkânına hüsnü zannını merhum Mahir İz Bey, hatıratında şöyle anlatıyor: “Zamanın ulema ve ricalinden bazılarının Talat Paşa hakkında büyük itimatları olduğu görülüyordu. Sonradan bunu Akif Bey ve Hamdi Efendi merhumlarda da gördüm. Hele Hamdi Efendi’nin o ittikası ile bu fikrini bir türlü bağdaştıramadım. Talat Paşanın altın saatini nezaret odacısına rehin verip, iki altın ödünç aldığını söylerler ve istikametine bu hadiseyi ve yaşayışını misal gösterirler. Talat Paşa’nın şahsen dürüst olması, sade bir hayat yaşaması servet ve gelir temin etmemesi gibi ferdi fazileti, kendisini hükümet ve cemiyetin en nüfuzlu üç unsurundan biri olarak tarih millet, kanun ve âmme vicdanına karşı taşıdığı mesuliyetten kurtarabilir mi? Mamafih, siyasi ve idari suçların cezası ekseriya mahşere kalmaktadır.”

Antalya mebusluğu[]

Yapılan seçimlerde Antalya mebusu olarak meşrutiyet meclisine giren Hamdi Efendi, meclisin en dikkat çekici simalarından biri olarak, 1876 anayasası üzerindeki değişikliklerde büyük rol oynamıştır. Hazırladığı mazbata; derin bilgisini, kapsamlı siyasi görüşünü yansıtır niteliktedir. Bu konuda İbnül Emin Mahmud Kemal Bey şöyle demektedir; “Muaddel Kanun-u Esasi ile mehâkim-i Şer’iyye Kanunu esbabı mazbataları da onun eser-i kalemidir. Bu mazbataları yazarken Fransızcayı kırk günde kendi kendine öğrendiğini-terceme-i hâlini takrir ettirüp zabtettiğim sırada- söyledi.” Ömer Nasuhi Efendi de bu konuda şunları yazmakta:“Kanun-u Esasi’nin tadili hakkında kaleme aldığı mazbata vesilesiyle de ilmi, siyasi kudretini ibraza muvaffak olmuştur.” Hocaefendinin, mebusluğu kendi arzusuyla gerçekleşmemiştir. Yeğeni Fatma Hanım bu durumu şöyle anlatıyor: “Hürriyet ilan edilince, Antalya halkı onu mebus seçip mazbatasını göndermiş; dayım mebusluğundan ancak o zaman haberdar olmuştur. Halkın arzusuna, gösterilen güvene karşı duramamış; kendisine verilen görevi en iyi şekilde yapmaya çalışmış ama politikada kalmayı düşünmemiştir. O, okumayı öğrenmeyi sevdiği kadar, okutmayı öğretmeyi de sevmekte, ders vermekten, öğrencinin öğrendiğini görmekten mutluluk duymaktadır. O kadar ki, “Allah onu hocalık için yaratmış” dense yeridir.”

Abdülhamid Han’ın Hal’i[]

İttihad Terakki içindeki müstebid kadro, sadece meşrutiyetin ilanı ile sakinleşecek gibi değildi. İttihadcı cuntacıların amacı, önlerinde büyük bir engel olarak gördükleri Sultan Abdülhamid’i hal ve devletin dizginlerini ele geçirmekti. Bunun için bir olay olması gerekiyordu. Gerekiyordu ki, durumdan vazife çıkaranlar “vatanın selameti” için “vatanın idaresine” el koysunlardı. Meş’um 31 Mart hadisesi onlara bu fırsatı altın bir tabakta sundu. Üzerinde hâlâ sis perdeleri bulunan, ama derin bir elin işe karıştığı belli olan 31 Mart vakıası, ardından Hareket ordusunun müdahalesi, Osmanlı devletinin son dönüm noktalarından birini oluşturuyordu. Duruma el koyan zinde güçler, meclis üzerinde büyük bir baskı oluşturarak sultanın görevden alınması için karar çıkmasını sağladılar. Hareket ordusunun kumandanı Mahmud Şevket Paşa, meclis başkanına; “Asker arasında Sultan Abdülhamit aleyhinde şiddetli bir galeyan vardır. Bu babta meclisçe bir karar alınmasını ve neticenin tarafıma bildirilmesini talep ederim” diye bir telgraf çekmişti. Hâsılı, sonunda sultan hakkında askerin isteğini kabul eden bir karar çıktı. Ama, Fatma Paksüt hanımefendinin dediği gibi, bu kararı kabul eden üyeler içinde sultanı istemeyenler ve 31 Mart vakıasının onun tertibi olduğuna inananlar vardır. Ama bunun yanında fısıltı gazetesinin ortalığa esirip durduğu “hal edilmez ise öldürülecek” söylentisine inananlar, bu yüzden hiç olmazsa padişahın canını kurtarmayı düşünenler, kendi canlarının kaygusuna düşenler ve de Meşrutiyet düzeninin devam edebilmesini sağlamak, yani meclisin kapatılmasını, böylece memleketin topyekûn bir anafora sürüklenmesini engellenmek isteyenler de vardır.

Hal Fetvasının Müsveddesinin Yazılması[]

Sultan Abdülhamid’in hal kararı alınmıştır. Şimdi sıra işin fetvasının alınmasına gelmiştir. Ali Fuat Türkgeldi “Görüp İşittiklerim” adlı eserinde bu konuda şu bilgileri vermektedir: “Sadrazam ve Şeyhülislam, a’yan ve mebusan reisleri ile mebusandan Mustafa Asım ve Küçük Hamdi Efendiler hazır oldukları halde Meclis-i Mebusan reisinin odasında Fetva emini Nuri Efendi’ye fetva teklif olundukta; -Fetva i’tâsı bana ait değil, Şeyhülislam’a aittir. Fetva emini yalnız müsveddesini yazar, şeyhülislam imza eder. Ben fetva emanetinden istifa etmiştim. İstifayı sizin kanun-u esasiniz de kabul ediyor, demiştir. Hamdi Efendi ise: -Bir ferd-i müslim, size Fetva emini sıfatıyla değil, memleketin ulemâ-yı meşhuresinden bir zat sıfatıyla müracaat edip de, bunun caiz olup olmadığını sorarsa cevap vermeye şer’an mecbursunuz demesi üzere: - Sen akıllı bir adama benziyorsun. Hal’de şeamet (uğursuzluk) vardır. Bunu yapmayın. Rusya muharebesi esnasında Sultan Abdülaziz’in hal’inden sonra ben, muhacirin-i İslamiye çocuklarını omuzlarımda taşıdım. Omuzlarım çürüdü. Feragat teklif edin. Belki nefsini azleder, demiştir. Mustafa Asım Efendi: -O halde fetva, feragat teklifi ve hal suretiyle iki şık üzerine yazılsa ne dersiniz? -Bu olur, diye mukabele etmiştir. Bunun üzerine fetvayı Hamdi Efendi yazmıştır.” Hamdi Efendi, daha sonra bu fetva müsveddesini yazmaktan ömür boyu pişman olmuştur. Bir defa bu işin içyüzünü soran oğluna son derece üzgün ve buruk bir şekilde: -Cinayet, cinayet… Bu iş bir cinayetti. Bunu bana bir daha sorma” demiştir. Son bir nakilde daha bulunalım; Oğlu Muhtar Yazır'ın, babasının defterinden naklettiğine göre M. Hamdi Efendi "Hayatımda yaptığım en büyük hata, Sultan Hamid'in haline karışmamdır" demiştir.

Yol Ayrımı[]

İttihad Terakki kadroları içindeki mason güçler memlekette dizginleri ele geçirmeye başlamış ve filozof Rıza Tevfik’in “Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat ” adlı şiirinde belirttiği şu durumlar zuhur etmişti; “Sen hafiyelerle dem sürdün ancak Bunlar her tarafa kurdu salıncak Eli yüzü kanlı bir sürü alçak Kement attı dehrin mihru mahına” Bunun üzerine, içlerinde Elmalılı Hamdi Efendi’nin de bulunduğu ulema ve suleha onlardan yüz çevirdiler. Bu durumu merhum Mahir İz beyefendi şöyle anlatır: “O bıçaklı, tabancalı, tehditli seçimler, İkdam, Sabah ve Peyam-ı Sabah ve Peyam muharriri Ali Kemal Bey’in ayyuka çıkan feryatları, İttihad ve Terakki’nin mahiyet-i hakikiyesini bütün millete öğretmişti. Meclis-i Mebusanda Dersim mebusu Lütfi Fikri Bey’in Bekirağa Bölüğündeki işkence hadiselerini kürsüden milletvekillerine ve gazetelerle bütün efkâr-ı millete arz edişi ve nihayet Tevfik Fikret’in yazdığı Doksanbeşe Doğru ve Han-ı Yağma manzumeleri o yağma ocağının mahiyetini bütün çıplaklığıyla meydana çıkarmıştı.” “ Meşhur ulemadan Mustafa Sabri, Elmalılı Küçük Hamdi, Adanalı Hayret Efendilerle dersiamlardan tanınmış kimseler, Mehmet Akif Bey, Babanzâde Naim Bey gibi, isimleri devrin tarihinde ebedileşmiş zevat, bidayette, kemâl-i safvet ve samimiyetlerinden dolayı bu dolaba girmişlerdi. Fakat çabuk başları döndü, tertemiz sıyrıldılar ve muhalefete geçerek halkı ikaz etmek istediler. Ne fayda ki iş işten geçmiş komite maksadına nail olmuş, devlet otoritesini eline geçirmişti.” O günleri idrak eden merhum Ramazonoğlu Sami Efendi hazretlerinin merhum Ali Ulvi Kurucu’ya söylediği şu ifadeler de çok düşündürücüdür; “O günlerde insanların, siyaset kavgaları içinde bir tavuk kadar kıymetleri yoktu. Muhalifler vurulup öldürülüyordu.” Burada meseleyi hitama erdirirken, merhum âlim Ahmed Feyzi Kulun şu yorumlarını da ekleyelim; “Âyet-i kerimenin “sizden zalim olanlar ” manasına olan fıkrasının 1912 -1913 tarihlerini göstermesi ve diğer veche-i hesabiyelerin bunu aynen teyid etmesi çok şayan-ı hayrettir. Çünkü tarihî bilgimize müracaat edince bu tarih, merkez-i İslâm olan memleketimizde masonların ve Avrupa hayranı İslâm düşmanlarının mukadderatımıza hâkim olduğu ve fiilî tesirlerini icraya başladığı tarihtir. Filvaki’ ekseriyeti mason ve memleketimizi ve milletimizi gayr-ı İslâmî bir mecraya sevk etmek ve kendi tabirleriyle milleti garplılaştırmak kararıyla işe girişen İttihadçılar, bu tarihte milletimizin başına musallat olmuş ve masonluğun emr-i iradesini tatbike başlayarak 1914’te milletimizi Birinci Cihan Harbi gibi milyonlarca kurban verdiğimiz müthiş bir helâk cehennemine sürüklemişlerdir.” “İttihatçıların içinde dindar ve sahib-i hamiyet ve hüsn-ü niyet sahibi kimselerin de mevcudiyeti şüphesiz kabil-i inkâr değildir. Fakat onlar masonların umumî tesiri altında kalmış ve onların ihtirasat ve telbisatına kurban gitmişlerdir.. Bununla beraber İttihatçıların kâffesinin mason olduğu da iddia edilemez. Fakat masonların telkinatına tâbi’ ve zehirli fikirlerinin tesiratı altında kalmış, İslâmiyet’e düşmanlıkta ve garb hayranlığında onların peşinden giden kimseler olduğu ve mason âmâline şuursuzca hizmet ettikleri de muhakkaktır.”

Huzur Dersleri[]

Siyaseten elini çekip, ilmi hizmetlerle uğraşan Hamdi Efendi, 1915-17 seneleri arasında, saraydaki Huzur derslerine “muhatap” olarak davet edildi. Huzur dersleri sarayda, padişahın huzurunda Ramazanda başlayan ve ay boyunca devam edip, sekiz derste bitirilen ilmi sohbetlerdi. Bu derslere “Huzur-u Hümayun Dersleri” denirdi. Huzur derslerine mukarrir denen ve dersleri veren bir hocaefendi ile ona çeşitli sorular sorarak dersin daha verimli geçmesine vesile olan ulema- ki, bunlara muhatap denirdi- ve saray erkânı katılırdı.

Dâr’ül Hikmet’il-İslamiyye Âzâlığı[]

Elmalılı Hamdi Efendi 4 Ağustos 1334(1918)’de, 5000 kuruş maaşla Dar’ül Hikmet azalığına getirilmiş, 2 Nisan 1335’te de, 10.000 kuruş maaşla, bu müessesenin reisliğine getirilmiştir. Dar’ül Hikmet, Şeyhülislamlığa bağlı olarak kurulan, İslam’a ait gerek içeriden gerek Avrupa’dan gelecek soru, istifham ve şüphelere cevap verecek şekilde düşünülmüş bir nevi yüksek âlimler konseyi idi. 1 Eylül 1918 tarihli gazetelerin yazdığına göre; “Dâr’ül Hikmeti’l-İslamiye azalığına, Medrese-i Süleymaniye ilm-i kelam dersiâmından Arapgirli Hüseyin Avnî.. Tefsir-i Şerif müderrisi dersiâmlarından Bergamalı Cevdet.. İlm-i nefs ve ahlak müderrisi dersiâmından Şevket.. Mantık müderrisi dersiâmından Elmalılı Hamdi.. Fuzalay-ı mutehayyizeden Haleb me'busu Şeyh Beşir.. Şam ulemasından Şeyh Bedreddin.. Senedat-ı hâkaniye Şer'i memuru Haydarizade İbrahim.. Amasya müftüsü Mustafa Tevfik.. Bediüzzaman-ı Kürdî Efendiler.. ve baş kitabetine de, Dar’ül Hilafetil-âliye müderrisi, Edebiyat-ı Türkiyye müderrisi ve Sebilür Reşad baş müellifi Mehmed Akif Bey tayin buyrulmuşlardır. Not: Dar’ul-Hikmetil İslamiye riyaseti vekâletine fetva emini Ali Rıza Efendi Hazretleri tayin kılınmıştır.”

Evkaf Nazırlığı ve Senato Azası Oluşu[]

Meşrutiyet sonrası memleket kendisini İttihadçı-itilafçı parti çekişmeleri içinde buldu. Bu sıralar Hamdi Efendi tarafsız bir politika sürdürmeye ve sırf ilmi hizmetlerle uğraşmaya özen göstermiştir. Birinci Dünya Savaşından yenik çıkılmasıyla, İttihatçıların ileri gelenlerinin ülke dışına çıkması üzerine İtilafçılar İstanbul’a döndüler. Birbiri ardı sıra kısa süren hükümetler gelip geçti. Birinci Damat Ferit hükümeti kurulduğunda kendisine Evkaf nazırlığı(bakanlığı) görevi teklif edildiyse de, red etti. Ama ikinci defa gelen ve padişahın yazılı emri ile iletilen teklife hayır diyemedi. Bu görevini de canla başla yapmaya çalıştı. Bu arada İrşâdu’l Ahlâf fi Ahkami’l Evkaf adlı eserini bastırdı. Damat Ferit Paşa kabinesinin istifasından sonra bakanlığı sona eren Hamdi Efendi, daha sonra Ayan meclisine(Senato) kaydı hayat şartıyla üye seçildiyse de o da uzun süreli olmadı. Çünkü 1922 senesine gelinmiş ve Osmanlı Devleti tarihe karışmıştı.

Tutuklanması ve İstiklal Mahkemesinde Yargılanması[]

Memleketin düşmandan temizlenmesi ve İstanbul’a milli kuvvetlerin girmesinden kısa bir süre sonra, Milli Mücadele sırasında İstanbul hükümetlerinde görev yaptığı için İstiklal Mahkemesi'nce gıyabında idama mahkûm edildi. Kısa bir süre sonra, bir polis baskını ile Fatih’teki evinden alındı ve yine polis nezaretinde Ankara’ya götürüldü. Mahkûmiyet günleri kısaca şöyle anlatılıyor: “İlk gecesini adi suçlularla beraber geçiren bu asil insan, 20 seneye mahkûm bir katilin dikkatini çeker. Bu mahkûm arkadaşlarına şöyle der; “Arkadaşlar! Bu adam bizlere hiç benzemiyor; nasılsa aramıza düşmüş; bizim misafirimiz sayılır. Ona rahatça yatabileceği bir yer bulmalıyız.” Ve kendisine rahat edebileceği bir yer hazırlanır. Daha sonra o zamanın ünlü hukukçusu ve Ankara Kadısı Ali Himmet Berki, bu eski arkadaşının Ankara’da hapishaneye düştüğünü öğrenir öğrenmez, hemen evinden bir yatak gönderir ve ihtiyacını sordurur.” Hocaefendi mahkemede avukat tutmayıp, kendi savunmasını kendisi yaptı. Sonunda 40 gün süren mahkeme safahatı, Bilmen merhumun ifadesiyle; “siyasi şaibelerden berî, nezih bir sima-yı ilmü irfan olduğu” anlaşıldığından beraatla sonuçlandı. Ankara’daki dostları tarafından uğurlanan Hocaefendi, trenle İstanbul’a avdet etti.

İnziva dönemi:[]

İdamla yargılandığı bu mahkeme sonrası Hamdi Efendi, evinde inzivaya çekilmeyi yeğledi. Bu devir “ecnebi muahedelerin icbarıyla bu vatanda ehemmiyetli sarsıntılar ve felsefenin tahakkümüyle bu dindar millette ehemmiyetli değişimler vücuda geldiği” bir devir ve devredir. O devreyi, yine Rıza Tevfik Bey şiirinde ne güzel anlatır: “Çok kimseye şimdi vatan mezardır. Herkesin beladan nasibi vardır. Selamete eren pek bahtiyardır. Bu şeb-i yeldanın şen sabahına.” O da, emsali birçok kişi gibi “Eğer hahi selamet der kenarest ”(Eğer selamete ermek istiyorsan kenarda dur”) sözüne tevfik-i hareket ederek, zaruri haller dışında evinden dışarı çıkmamıştır. Gerçi bu inzivayı da toplumun sorunlarından el etek çekmek manasına anlamak yanlış olur. Bu konuda merhum Ömer Nasuhi Efendi şunları yazar; “Mehmed Hamdi Efendi, son senelerinde münzeviyane bir halde yaşıyordu. Fakat bu inziva, kendisinin alakasını hayat âleminden kesmesi değildi, o inziva âleminde de bütün İslam şuununu(işlerini) takip ederdi. İslam muhitine, İslam esasları dâhilinde nezih bir fikir aşılamak gayretinde bulunurdu.”

Tevhid-i tedrisat kanunu gereğince medreseler lağv edilince, diğer dersiâmlar gibi kendisi de boşta kalmış ve bir müddet maddi sıkıntıya duçar olmuştur. 1922 yılından itibaren, Fransızcadan tercüme ettiği ve tutuklanmasıyla yarım kalan Metalib ve Mezahib adlı Felsefe tarihinin çevirisini hızlandırarak, 1925’te bastırdı. Bu dönemde, Mısır hidivi Abbas Halim Paşa’nın teşvikiyle İslam Hukuku Kamusu hazırlamaya başlamış, fakat eserini yarıda bırakarak, Hak Dini Kur’an Dili’ne başlamıştır. Denebilir ki, yirmi yıl kadar devam eden bu inziva safhası "Hak Dini Kur'an Dili" adındaki Türkçe tefsiri hazırlamasına imkân vermiştir.

Hak Dini Kur’an Dili’nin Yazılması[]

Elmalılı denilince ilk akla gelen şey olan ve emsalsiz denebilecek bir özellikte bulunan Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirin yazılış hikâyesini Prof. Dr. Suat Yıldırım Bey şöyle anlatıyor; “Cumhuriyetten sonra medreseler kapatıldı; okullarda Arapça dersi kaldırıldı. Artık Kur'ân-ı Kerim’i anlayıp anlatacak bir nesil bu okullardan yetişmeyecekti. Öte yandan yanlışlarla dolu Kur'ân tercümeleri piyasaya çıkmaya başladı. Dini gayret ve hamiyeti olan Kastamonu Mebusu Mahir Bey, Denizli Mebusu Mazhar Müfid Bey gibi zatların teklifi ve Diyanet Müşavere Heyeti azası Aksekili Ahmed Hamdi Bey’in gayreti ile, Türkçe bir tefsir ve meal hazırlatma kararı Büyük Millet Meclisinden çıkarıldı. Bu iş için on iki bin lira tahsisat ayrıldı. Diyanet Reisi Rıfat Börekçi ve Hamdi Efendi’nin talebesi olup, o sırada Diyanet İşleri başkan muavini olan Ahmed Hamdi Efendi'nin ısrarları ile M. Hamdi Tefsîri, M. Akif de meali hazırlamayı kabul etti. Fakat M. Akif'in Mısır'dan meal gönderme konusundaki tereddüdü ve sonunda Diyanet İşleri Başkanlığı ile yaptığı anlaşmayı feshetmesi üzerine, meal de M. Hamdi Efendi'nin uhdesine geçti.” Yazır Hocaefendi’nin büyük bir dirayetle kaleme aldığı bu şaheser, Ömer Nasuhi Bilmen hazretlerinin ifadesiyle; “Türkçe’de nâziri bulunmayan pek kıymetli bir tefsirdir. Bizim için bir ilim ve irfan hazinesi sayılmaya layıktır.” 1934’de geçirdiği kalp krizi hocaefendiyi bir ay yatağa mahkûm etti. Bu da eserini tamamlayamama endişesi ve bunun sonucu bazı yerlerin ilk ciltlerin aksine kısa geçilmesine sebebiyet verdi. Bu durumu Ömer Nasuhi merhum şöyle anlatıyor; “Merhum müfessir bu güzide eserini yazarken son senelerinde ağır bir kalp hastalığı içinde kıvranıp duruyordu. Kendisini her ziyaret ettikçe, tefsirini ikmale muvaffak olamayacağı endişesini izhar ediyordu. Acizleri de bu muhterem üstadın ömür ve afiyetine dualar ederek, hüsnüniyetle başlamış olduğu bu hayırlı eseri ikmale muvaffak olacağına dair kanaatimi kendisine arz ediyordum. Ne kadar şükrana şâyândır ki, bu mübarek eseri ikmale muvaffak oldu, intişarını müşahede etti.” 1926 senesinde yazımına başlanan bu mübarek tefsir, 12 sene içinde bitirildi. Eser 1935 senesinden itibaren cüz cüz basılmaya başlandı. Nihayet 1938 yazında çalışmalar sona erdi ve eserin son kısımları da baskıya girdi. Hak Dini Kur’a Dili, Diyanet İşleri Reisliği bütçesinden verilen tahsisat ile, 1935-1939 seneleri arasında Ebü’z- Ziyâ matbaasında on bin takım olarak basılmış, iki bin takımı müellifine verilmiş, kalanı parasız olarak halkın istifadesine arz edilmiştir. Prof. Dr. M. Orhan Okay hocamız; “İri puntolu hurufatla güzel bir kâğıda basılmış olan ilk baskısını, o zamanki Diyanet İşleri Reisliği, bir dilekçe yazana, dokuz cildini birden bedava gönderiyordu” diye yazmaktadır.

Son Yılları Ve Vefatı[]

Elmalılı Hamdi Efendi, tefsirinin yayınlanmaya başlamasından sonra yine Diyanet İşleri Başkanlığının isteğiyle, Hindistan’ın bağrından çıkmış, büyük müceddid Şah Veliyullah Dehlevinin Huccetullahi’l-Baliğa adlı şaheserini Arapçadan tercümeye girişti. Ama uzun senelerdir çekmekte olduğu kalp hastalığının ağırlaşması bu teşebbüsü yarım bıraktı. Nihayet 27 Mayıs 1942 Çarşamba sabahı, bu fena yurdundan rıhlet emrini aldı ve Erenköy’deki Sahra-i Cedit mezarlığında, babasının yanında defnedildi. Allah Rahmet eylesin. “Gitti Türk’ün en büyük âllamesi”(1361) ifadesi ölümüne tarih düşürülmüştür. Tahir ül Mevlevi’nin kaleme alıp, Hamdi Efendi’nin kardeşi hattatMahmud Bedreddin Yazır ’ın hattıyla yazılan şu şiir ise kabir taşına hak edilmiştir: “Hamdi-i fâzıl Bekaya gitti âh Rahmet etsin ruhuna Allah hû Müjde, gufranını bildirmede Rıhlet tarihi; Mağfurun leh(1361)

Şemail ve Ahlakı[]

Hamdi Efendi hazretleri, kısaya yakın orta boylu olup, vücudu küçük idi. Geniş göğüslü, beyaz tenli, siyah saçlı, kara gözlü, şirin bir zattı. Vefatına kadar saçları azalmamış ve pek ağarmamıştı. O kadar çok okuduğu halde hiç gözlük kullanmadı. Ömer Nasuhi Efendi, onun ahlakına şu sözlerle ışık tutar; “Mehmed Hamdi Efendi merhum; halûk(güzel huylu), mütevazı, kıymetşinas idi. Hiçbir kimsenin ilmi kıymetini tenkise kalkışmazdı, hiçbir kimsenin meşkûr mesaisini takdirden çekinmezdi… Velhasıl Hamdi Efendi merhum, mütevekkil, müteverri(vera sahibi, takva ehli) metin seciyeli, kanaatinde musır(ısrarlı) bir zat idi. Derin düşüncelerden, tetkiklerden zevk alırdı. Kendisinin kıymetli bir âlim, hakiki bir mütefekkir olduğu herkesçe müsellemdir. Bu cihetle, herkes kendisini sever, kendisini takdir ederdi. Merhum da bu muhabbetlere, bu takdirlere cidden layık idi, onun ulvi nazarları daima İslamiyet’in i’tilasına mün’atıf idi(İslamiyet’in yüceltilmesine bakardı), o daima İslam şuununu(meselelerini) düşünür, daima İslam cemiyetlerinin yükselmesi esbabını(sebeblerini) mülahaza ederdi.” İbnül Emin Mahmud Kemal Bey de onun yüksek ahlak hakkında şöyle der; “Erbab-ı kemâldendi. Halim, selim, mütedeyyin hocalardandı.” Yukarıda Ömer Nasuhi Efendi’nin işaret ettiği kanaatlerinde ısrarcı olması yönü hakkında Mahir İz merhum da şunları yazıyor; “Merhum üstadımız Hamdi Efendi inandığına kuvvetle bağlanır ve hiç kimse onu fikrinden çeviremezdi.” Herkese ve bilhassa çocuklara şefkati çok fazlaydı. Yeğeninin şu hatırası buna ne güzel ışık tutmaktadır; “Dayımın söğüt alından yaptığı düdükler, bizi, satın alınan oyuncaklardan çok sevindiriyor; hiç ummadığımız bir zamanda cebinden çıkarıp verdiği kırmızı kâğıtlı çikolatalar neşemizi artırıyordu. Zaman oldu, biz bahçede oynarken dayımı karşımızda görüp şaşırdık. Oyunlarımızı izledi. Hatta oyunlarımıza katıldı. Zaman oldu, biz ders çalışırken kapıyı açıp yanımıza geldi. Kitaplarımızla ilgilendi. Ders programlarımıza göre, hepimize ayrı ayrı sorular sordu, bilgimizi artırdı. Bahçemize çıkamadığımız yağmurlu, karlı tatil günleri, alt kattaki taşlıkta bize topaç çevirdi; orta kattaki salonda dama, domino oynadı.” Onu kısaca tarif edersek ilimle hilmin mecz olduğu bir tatlı insandı demek doğru olacaktır kanaatindeyim.

Bazı hususiyetleri[]

Muhammed Hamdi Efendi hatimle namaz kıldıracak kadar sağlam hafızdı ve onu dinleyenler, okuyuşuna hayran kalırlardı. M. Hamdi Efendi'nin dini ilimlerden başka şiir, dini musiki ve güzel yazıkabiliyetleri vardı. Sülüs, nesih, ta'lik, celi, rik'a hatlarında mahir idi. Tezhib ve teclid (ciltleme) sanatlarında usta idi.

Kahve ve sigara tiryakisi idi. Sevdiği yemek genellikle tatlılar, sevdiği spor güreş, sevdiği oyun satranç idi. Satrançın kendisini dinlendirdiğini söylerdi. Eğer ziyaretine gelen misafirleri arasında satranç bilen varsa muhakkak bir parti çevirirdi. Güreş haberlerini ilgiyle takip ederdi. 1914 senesinde vefat eden hocası Kayserili Büyük Hamdi Efendi’ye tazimi üst seviyede idi. Onu çok sever ve “Hoca Merhum” diye hep saygıyla anardı. Hocası da talebesinin parlak günlerine şahit olmak bahtiyarlığına ermiş ve vefat ettiği zaman, ders verdiği sedefli rahlesi vasiyeti gereği Hamdi Efendi’ye verilmişti. Şabaniyye tarikatına mensup olduğu rivayet edilir. Genelde son devrin ulemasında tasavvufa karşı bir tedirginlik olmasına rağmen, Abdülhamid han devrinde bu soğukluğun giderilmesine yönelik çalışmalar onu da etkilemiş olsa gerektir. Prof. Dr Mehmed Demirci Bey bu meseleye merhum Akif Bey vesilesi ile şöyle değinir; “Mehmed Akif, Sırat-ı Müstakim ve Sebilü’r Reşad mecmuaları etrafında bir araya gelen İslamcı diye tarif edilen yazarlardandır. Bunlar çoğunluk itibarıyla akılcı bir anlayışa sahiptirler. Bu arada, Abdülhamid devrindeki Gazali tercümeleri medrese zihniyetine karşı, tasavvufla kelam ve felsefeyi uzlaştıran daha geniş bir görüşün yeşermesine yol açmıştır. Bu hükümdarın son zamanlarına doğru kuvvetli bir tasavvuf cereyanı doğmuş ve bu vadide önemli şahsiyetler yetişmiştir.”

Ulema ile Münasebeti[]

Merhum Hamdi Efendi, yumuşak huylu, mütevazı, kadirşinas bir zat idi. Hiçbir kimsenin ilmi kıymetini noksan görmeye ve göstermeye çalışmaz, hiç kimsenin çalışmasını takdirden çekinmez, kolay anlaşılır bir zat olduğu için, asrının ulema sınıfının da takdirlerini kazanmış idi. Burada kısaca onun devrinin bazı mühim simaları ile münasebetlerine yer vereceğiz. 1-Bediüzzaman ve Hamdi Efendi: Elmalılı Hamdi Efendi ile Bediüzzaman’ın münasebetinin, Üstad Bediüzzaman’ın 1907’de İstanbul’a gelmesinden itibaren olduğunu tahmin ediyoruz. Daha sonra beraber Dar-ül Hikmet-il İslamiye adlı kurumda üyelik yapmışlardır. Üstad’ın talebelerinden merhum Selahaddin Çelebi, 03.06. 1944 tarihinde Denizli Mahkemesinde yaptığı müdafaada Hamdi Efendi’nin Bediüzzaman hakkında hüsnü şahadeti konusunda şunları söylüyor: “Altı-yedi sene evvel İstanbul'da, ulemâdan eski Fetva Emini Ali Rıza ve Elmalılı Hamdi Efendi gibi meşhur âlimlerin bir musahabelerinde Bediüzzaman üstadımın ilminin vehbî olduğunu, vaktiyle Anglikan kiliseleri başpiskoposunun ve Japonya'nın başkumandanının İslâm ulemâsından sorduğu suallere cevap veren ve bütün âlimleri ilmiyle teshir ve hayrette bırakan ve yirmi seneye yakın bir vakitten beri dünyayı terk eden bu şahsiyetten bahsetmeleri bende, muhitimizde olan bu zatı ziyaret etmek arzusunu uyandırdı.” Muhterem Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Hayatım Hatıralarım adlı eserinde, Elmalılı merhumdan ders almış olan Erzurum ulemasından Mustafa Necati Efendi’den naklen, Elmalılı Hamdi Yazır’ın şöyle dediğini naklediyor: “Bediüzzaman berrak sular gibi temiz bir vicdana, çok güzel bir ruha sahip bir zat idi. İstanbul’un âlimlerinin gözü öyle bir âlim görmemiştir.” 2-Ömer Nasuhi Efendi-Hamdi Efendi: Ömer Nasuhi Efendi hazretleri her mümtaz şahsiyet gibi Elmalılı Hamdi Efendi merhumu da büyük bir edep ve kadirşinaslık içinde kaleme almış ve şöyle demekten kendini alamamıştır; “Vefatı İslam âlemi için telafisiz bir ziyâ olan bu büyük âlimi, ilim tarihi daima hürmetle yâd edecektir.” Ömer Nasuhi Efendi, muhterem Emin Saraç hocamıza da şu hatırasını anlatmışlar; “Muvazzah İlm-i Kelam adlı eserimi bastırınca(1923) bir adet, Üstad Hamdi Yazır’a takdim ettim. Bir iki hafta sonra karşılaştığımızda bana; “Ömer Efendi! Eserini ahirinden evveline kadar okudum. Pek muvaffak olmuşsun. Müellifler genelde te’liflerinin baş taraflarında büyük itina gösterirler. Sonlarına doğru aynı dikkati göstermezler. Senin eserinin son tarafı da baş tarafı gibi başarılı” dedi. 3- Babanzade Ahmed Naim ve Elmalılı Hamdi Efendi: Bu iki büyük insan birbirlerini çok sever ve takdir ederlerdi. Merhum Abdurrahman Şeref Güzelyazıcı Hocaefendi, Ahmed Naim Efendi’nin, Hamdi Efendi’nin Metalib ve Mezahib tercümesini çok takdir ettiğini ve Dar-ül Fünun talebelerine: “ Çocuklar, ben o kitabı size ders kitabı olarak tavsiye ediyorum. O kitaptan derslerimizi takip edeceğiz. Orada bir takım haşiyeler(Elmalılı’nın düştüğü dipnotlar) vardır. Onlar kimsenin aklına gelmez. O müelliflere karşı çıkacak kudret ve kuvvet sahibi de Hocadan başka pek bulunmaz. O haşiyeleri de beraber okuyacağız ve bu şekilde hocanın fazlu kereminden istifade edeceğiz” dediğini nakletmektedir. 4-Mustafa Sabri Efendi ve Elmalılı Hamdi Efendi: Son Şeyhülislamlardan Mustafa Sabri Efendi’nin de Hamdi Yazır Efendi’ye büyük sevgi ve saygısı vardı. Merhum Ali Ulvi Kurucu, hatıratında buna şöyle değiniyor: “Mustafa Sabri Efendi çok takdir ettiği ve sevdiği kimseler arasında Elmalılı Hamdi Efendi’yi, İsmail Hakkı Bey’i, Ferid Kam ve benzerlerini sayardı.” Mısır Ezher mezunlarından Prof. Dr. Ali Özek de, Sabri Efendi’nin huzurunda şahit olduğu bir vakıayı şöyle anlatıyor:“Bir defasında herkese memleketini soruyordu. Ben de Muğla'nın Fethiye kazasının Doğanlar köyünden olduğumu söyledim. Bizim köy Elmalı'ya yakındı. Elmalılı Hamdi Efendi’nin hemşehrisi sayılırdık. Mustafa Sabri bu vesileyle Elmalılı'ya olan hayranlığını izhar etti.

Merhum Ali Ulvi Kurucu’nun naklettiğine göre, merhum M. Sabri Efendi Mısır’da bir sohbetinde şöyle demiştir: “Elmalılı Hamdi Efendi’ye hangi meseleyi verirseniz verin içinden çıkar, üstesinden gelir. Kendisiyle birlikte bulunduğumuz bir mecliste; “Hamdi Efendi, senin bir Fransızcan vardı. Biraz daha ilerletsen de mütercime filan ihtiyacımız kalmasa” dedik.

Bunun üzerine altı ay bir gayret etti. Fransızcayı ilerletti. Fransızcadan, bir felsefe tarihi olan Metalib ve Mezahib’i tercüme etti. Birçok kimse kitap tercüme eder, fakat tercüme ettiği kitabı ya anlar, ya anlamaz.” Şunu da belirtelim, İslam âlimleri birbirinin kıymetini takdir eder, gerekli hürmeti göstermede asla kusur etmezlerdi. Ama bu, onların birbirlerinin fikirlerini hakkaniyet namına eleştirmelerine bir mâni teşkil etmezdi. İslam Ansiklopedisi’nin Elmalılı Hamdi Yazır maddesini hazırlayan Yusuf Şevki Yavuz Bey, Mustafa Sabri Efendi’nin böyle bir eleştirisini yazmaktadır; “Çağdaşlarından Mustafa Sabri Efendi, inkârcı akımlara karşı verdiği fikri mücadeleyi takdir etmekle birlikte onu Eş'ariyye ve Maturidiyye'yi epistemoloji bahsinde septisizme dâhil etmesinden dolayı haklı olarak eleştirmiştir.” Yeri gelmişken, Seferilik bahsinde yorumu münasebetiyle Ahıskalı Ali Haydar Efendi tarafından eleştirildiğini Emin Saraç Hocaefendi’den dinlediğimi de nakledeyim. Bu seferilik konusunda kendisini başka âlimlerin de(Ahmed Hamdi Akseki gibi) tenkit ettiğini, hatta Manisa’nın büyük âlimi Hacı Emin Zeyrek Efendi’nin de tefsirini çok beğenmesine rağmen bu konuda Elmalılıyı eleştirdiğini, oğlu İsmail Hakkı Zeyrek Hocaefendi 20.06. 2008 tarihindeki görüşmemizde anlattılar.

Hakkında Denilenler - Muhammed Hamdi Yazır/Vecizeler[]

  • *Mehmed Akif Ersoy’un kanaati: Merhum Mahir İz Bey, hatıratında bu konuda şunları yazmaktadır: “Akif Bey’in, Hamdi Efendi’nin ilmine itimadı vardı. Ben bir kere, Ankara’da iken, ulemamız hakkında fikrini sorduğumda bana; “Hamdi ve Naim, bunlar sikâ dandır. Ne derlerse öyledir, sözleri senet teşkil eder” demişti.
  • “Hâsılı, merhum; bihakkın âlim, mütefennin, mütefekkir bir zat idi. Son zamanlarda bakımsızlık yüzünden ufûle yüz tutmuş olan medreselerin beşeriyet muhitine ilim ve irfan ziyalarını neşr için en son olarak yetiştirmiş olduğu pek feyizli âlimlerden biri bulunuyordu. Merhumun vücudu, bu kadîm ilmi müesseselerin mâzide ne büyük âlimler, mütefekkirler yetiştirmiş olduğunu isbat edecek mahiyettedir. Kendisi, eslafın bir hayr’ül-halefi idi, hayfâ ki, kendisine de başkalarının halef olabilmesi pek şüpheli bulunmaktadır.” Ömer Nasuhi Bilmen
  • Dar-ül Hikmet-il İslamiyye ’nin başkanvekillerinden büyük âlim Nasuhizade Mustafa Asım Yörük Efendi(vefatı:1943) Elmalılı Hamdi Efendi’nin vefatında şu dizeleri yazmış ve ebced hesabıyla vefat tarihine not düşürmüştür:
Sensin ol bahri hakem, dalgalanır leyl ü nehar
Feyz alır medrese-i dahilü sâhil Hamdi
Sen idin Sâd-ı zamân, İbn-i Kemal-i devran
Gösterilsin sana, ger varsa mümâsil Hamdi
Seni görseydi Gazali, der idi bi şüphe
Aferin ey müteferrid, mütekemmil Hamdi
  • Erbab-ı kemâldendi. Halim, selim, mütedeyyin hocalardandı. - İbn-ül Emin Mahmud Kemal İnal
  • Elmalılı Muhammed Hamdi son nefesine kadar mefkûresinden kıl kadar ayrılmamıştır” diyen Eşref Edib Fergan, 1942`de Elmalılı’nın vefatı sebebiyle yazdığı “İslam İlim Âlemi İçin Büyük Bir Ziyâ ” başlıklı yazıdaki şu ifadeleri çok dikkat çekicidir:
  • "O muasır İslam uleması arasında misli nadir bir zat idi. Kanaat ve içtihatlarına büyük itimadı vardı. Bu hususta yalnız da kalsa fikir ve kanaatlerine en ufak bir sarsıntı bile arız olamazdı...
  • Teceddüde taraftardı ve bunu Müslümanlığın icabatından addederdi; ancak bu teceddüt milli hüviyeti değiştirmemek şartı ile. Tetkik ettiği her hangi bir meseleyi derinleştirmekten, ne kadar mümkünse incelemekten zevk alırdı. '
  • En zor meseleler onun keyfini getirirdi'.
  • Alelade meseleler üzerinde durmazdı. Daha ziyade fikir ve muhakemeye dayalı meselelerle meşgul olmak isterdi. Nakilciliği pek sevmezdi.
  • Okuduklarını dimağında hamur ederek yeni bir şekilde ortaya koymaya çalışırdı.
  • Düşündüklerini istediği gibi anlatamadığı kanaatinde idi.
  • O, Mustafa Asım (Yörük) gibi bir lisan, Mustafa Sabri gibi bir kalem isterdi. Yüksek meseleleri herkesin anlayamayacağını da tabii addederdi. Zekası çok yüksekti, anlayışı çok kuvvetli idi..”
  • Vefatında, Mevlevi şeyhi Ahmed Remzi Akyürek’in yazdığı şiir:
Allame-i müdekkik, Elmalılı muhakkik
Esmar-ı ilmi aldı, eksiltti gitti Hamdi
Nefsinde yoktu noksan, tefsiri elde burhan
Ahd’üs-semiyyi elhak berkitti gitti Hamdi
Hulk-ı Muhammedi’de bir mert idi güzide
Mûr-ı zayıfı sanma incitti gitti Hamdi
Enmuzec-i seleftin, sen mefhar-ı halefdin
Sermaye-yi fazail, hem bitti gitti Hamdi
Set-satr-ı Sure-i Hamd ile yazdık tarihin
Zir-i liva-i Hamd’e azm etti gitti Hamdi”
  • İslam Türk Ansiklopedisi- Muhit’ül Maarif Mecmuası kendisinden şöyle bahsediyor:

" Muhammed Hamdi Efendi, muasır İslam uleması arasında misli nâdir bir zat idi. Allah’a ve Peygambere bütün kalbi ile bağlı idi; derin bilgisi ve geniş düşünüşü ile cihan hadiselerini hep İslam’ın hayat ve istikbali ile muhakeme eder, beşeriyetin felah ve saadetinin ancak Müslümanlık esaslarına bağlanmakla mümkün olacağına, mütemadi dalalette yürünemeyeceğine, zaman gelecek, beşeriyet beka-yı nevini temin için doğru yola düzelmek mecburiyetinde olacağına gelecek asırlarda İslam idealinin daha iyi anlaşılacağına ve tatbik edileceğine imanı kuvvetli idi. Yeniliği Müslümanlık icaplarından addederdi, ancak milli hüviyetini değiştirmemeyi esas ittihaz ederdi. Her meseleyi en ince teferruatına kadar derinleştirmekten zevk alır, deha derecesinde bir zekâya malik, zahid, mütteki bir zat idi.”

  • Tefsir, Kelam, Usul, Fıkıh, Felsefe ve Mantık dallarında dirayetini eserleriyle ortaya koymuş olan Hamdi Efendi, o günkü neslin değil, daha önceki nesillerin dahi anlamaktan aciz olduğu eserleri tetebbu etmiş ve bu eserlerden öğrenilmeye ve öğretilmeye değer bilgileri toplayıp hülasa ederek ve asrın idrakine temas eden kendi düşüncesiyle mezcetmek suretiyle günün insanlarına sunmuştur. - Ömer Rıza Doğrul
  • Bugünkü nesil bir Türkçe üstadı olan Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirini bile anlayamıyor. Oysa Arapçada dahi onunkine denk bir tefsir yazılmamıştır'; Hamdi Yazır’ın, kendisinden nakillerde bulunduğu büyük müfessir Fahruddin Razi’nin Tefsir-i Kebir’i bile Elmalılı’nın Hak Dini Kur’an Dili adlı eserinin çapına erişemez. Fakat neslimiz o kıymetli eseri anlamaktan aciz olduğu gibi, Kâmil Miras, Ahmet Hamdi Aksekili, Babanzade Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı ve Şemsettin Günaltay gibi dil üstadlarının sözlerini ve Risale-i Nur Külliyatı gibi eşsiz eserleri anlamaktan da uzaktır. MFG
  • Şunu hemen arz edeyim ki, Elmalı'nın tefsirine bir hoca söz söylemeli belki. Fakat hemen yine arz edeyim ki, son devirde Türkçe olarak kâ’bına kimsenin ulaşmasına imkân olmayan bir tefsir yazmıştır merhum Elmalılı. Herkesin bir kusuru, bir seyyiesi vardır. Fakat şunu arz edeyim, Elmalılı kabul buyurursa. Ben onun büyüklüğü, allâme hüviyeti ve tefsiri karşısında kendisine kendimi talebe olarak lâyık görmüyorum. Kabul buyururlarsa talebe olmak isterim.


  • İnsan haddini bilmeli, hatta Abduh’u anarken dahi haddini bilmeli. Herhalde Elmalılı'nın tefsirinde öyle mudill, öyle müşkil, öyle muğlâk noktalar vardır ki, erbâb-ı ilim dahi uhdesinden kalkamaz, anlayamaz'. İnsan haddini bilmeli. MFG
  • Hamdi Yazır, son devrin en velud dimağı. MFG

* Hamdi Yazır’ın dili' ise şahanedir. MFG

* Allame Hamdi Yazır’ın fikirlerinden çok istifade etmişimdir', takdirle yâd ederim. MFG

* Memleketimizde yetişmiş ve gerçekten bizim bin senelik tefsir tarihimizde Arab âlemi dâhil, eşi menendi az yetişmiş, belki tefsir tarihinde onun gibi iki tane insan göstermek' mümkün veya değildir. MFG

  • Ben hep demişimdir, çok takdir ettiğim, sevdiğim, tesirinde kaldığım, “Allame Hamdi Yazır’ın tefsiri Arapçaya tercüme olsa da Araplar da bir tefsir görse” demişimdir. Şimdiye kadar eski yeni tefsirlerde bir iki tefsirden birisidir. . MFG
  • Memleketimizin değerli âlimlerinden Mehmed Kırkıncı Hocaefendi ile 20.06. 2008 tarihinde telefonla görüştüğümüzde, Elmalılı Hamdi Efendi’nin kendisi gibi tefsirinin de “emsalsiz” olduğunu söyleyen Hocaefendi, bir müddet Elmalılı’nın yanında bazı dersler gören ilk hocası Mustafa Necati Efendi’nin kendilerine Hamdi Efendi’yi çok meth-u sena ile anlattığını, aklını, ilmini ve mantığını çok beğendiğini söyledi ve Mustafa Necati Efendi’nin şu sözünü naklettiler; “O sıralar Hamdi Efendi’nin emsali ne Mısır’da ne de dünya üzerinde yoktu.”
  • Müfessir, mütekellim, mütefekkir, fakih, filozof, İslam âlimi… İlim dünyamızın yüz akı… Fikir ve kanaatleriyle önümüzü aydınlatan, ufkumuzu açan, açık ve anlaşılır diliyle kalbimize ve zihnimize derinden taht kuran büyük ilim ve fikir adamı… Hak Dini Kur’an Dili tefsiri; elimizden düşmeyen, Fahreddin Razi ekolünün temsilcisi, pek çok problemimizi halleden bir dirayet tefsiri… Metalib ve Mezahibiyle mantık ve felsefeye aşinalığın güzel örneği… Makaleleri ve özellikle hayatı ve duruşuyla, bakışı ve iradesiyle her an ders veren bir heybetli İslam âlimi hüviyetinde… Prof. Dr. Şerafettin Gölcük
  • Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, asrımızın önde gelen tefsir âlimlerindendir. En büyüğüdür demeyi gönlüm istiyor, ama haddim bunu söylemeye müsait değildir. - Prof. Dr. M. Orhan Okay

* Muhammed Hamdi Yazır, yakın dönem Türk fikir ve ilim hayatının müstesna simalarından biri olup, uzun yıllar iyi tanıtılamamıştır. Hâlbuki o, dinamik bir din ve İslam anlayışı ile fikri ve ilmi yönden İslamiyet’i yeniden yorumlayarak çağımızda Müslümanlara yeni ufuklar açmaya çalışmış', kafalardaki ve ruhlardaki donukluğu gidermenin yollarını göstermiştir. Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay

  • Hamdi Yazır, bir meşrutiyet mütefekkiri olarak gerek Cumhuriyetten önce, gerekse Cumhuriyet döneminde hem dini, hem hukuki, hem içtimai hem de felsefi meseleler üzerinde derinlemesine düşünmüş; bunların bir kısmına yeni sayılabilecek çözüm yolları getirmiştir. Böylece Mehmed Akif’in “Asırlar var ki, İslam’ın muattal beyni, bazusu” dediği İslam’ın kafasını ve pazusunu ataletten kurtarmaya önemli bir katkıda bulunmuş, belki de yakın devrin din mütefekkiri olarak tek istisnayı teşkil etmiştir. - ” Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay

Fikir Hüzmelerinden[]

  • · “Kur’an her yüz senede bir tefsir edilmeli, ilim ve fennin ulaştığı en son bilgiler nazar-ı itibara alınmalıdır.”
  • · “Hürriyet, hukukuna mâlikiyettir.”
  • · İki kıble ile tevhid yolunda gidilemez. Ya Dost'un rızası olur, ya nefsin hevası.”
  • · Hep şiir olmak istersiniz; hakikatin darbeleri karşısında nazım ve ahengi kaybedersiniz... Hep akıl ve mantık olmak istersiniz; hayatın gücünüzü aşan kimi olayları sizi karamsarlığa iter... Her şeyi akılla, fikirle, analizle

(akl-ı fail) halletmek istersiniz; yarın ki Hakk'ın tecellileri karşısında kör bir mutaassıp olur, Hakk'ın ilhamından, tecrübe feyzinden mahrum kalırsınız.

  • · “İran'da çıkan yünden, Avrupa'da bükülen ipten, Türk tezgâhında dokunan halıyı, Türk malı tanıdım. Bir binanın mimarisi Türk olmak için bütün kerestesi yerli olması lâzım değildir, diye işittim. Afrika madenlerinden çıkmış bir altının üzerinde bir Türk sikkesi gördüğüm zaman ona Afrikalının değil, bizim altınımız dedim. Ruhî Bağdadi’nin: Sanma ey hâce ki senden zer u sim isterler "Yevme lâ yenfe'u"de "kalb-i selim" isterler sözünü duyduğum vakit bunu Türkçeden başka bir lisanın Edebiyatına kaydedemediğim gibi, Türkçenin en güzel sözlerinden biri bilmekte tereddüt etmedim."
  • · Hakikat-i Muhammediyye'nin zuhuru bütün hilkatin gayesidir.
  • · Demek ki, insan için Hakk’ı sevmek, Hakk’a hizmet etmek, akıbet Cemal-i Hakk’a ermekten büyük bir hazz-ı saadet yoktur. Lakin zevki duymayan hayaline mahkûm, tahkiki bilmeyen taklide zebundur. Allah’ı bilmeyen dünyaya sarılır, Dünyayı bilmeyen hülyaya sarılır. Dilberi görmeyen resmine bayılır, önünü görmeyen sonunda ayılır.”
  • Hak olan hususlarda ne kadar ileri gidilse taassup ve ifrat sayılmaz.
  • · Halkı dindar, aydınları dindar olmayan memlekette ise, halk ile aydınlar arasında dayanışma ve uzlaşma bulunmaz.

ESERLERİ[]

1-Hak Dini Kur’an Dili(İlk baskısı:1935-1939)



2-Metalib ve Mezahib(Paul Janet, Gabriel Seailles’ten tercüme)-1926



3-İrşâdu’l Ahlâf fi Ahkami’l Evkaf-1911: Vakıf eserleri hükümlerine dair bu eser, Mülkiye mektebinde okuttuğu ders notlarını ihtiva etmektedir. 4-Mantık-ı İstintaci ve İstikrai: İngiliz filozofu Aleksander Bain’e ait bu eseri tercüme ederek Süleymaniye Medresesinde talebelerine okutmuştur.



Bunlardan başka Beyânu’l Hak, Sırât-ı Müstakim ve Sebilü’r Reşad dergilerinde birçok makalesi neşredilmiştir.



5-"Hz. Muhammed (sav)'in Dini" Anglikan Kilisesinin, Şeyhülislâmlık makamına, İslâmiyet hakkında sorduğu sorulara cevap mahiyetindedir.



6-Sefer Bahri". Sefer mesafesinin mutad vasıta (tren) ile on sekiz saatlik mesafe olarak itibar edilmesi gerektiğine dair risalesidir. Bakara sûresinin 183. ayetinin tefsîrinde belirttiği bu tatbikine vaki itirazları kendisine nakleden Ahmed Hamdi Akseki'ye gönderdiği uzunca bir mektuptan ibaret olup, Tefsirin 1960 neşrinin 8 ve 9. ciltlerinin başına, oğlu Muhtar Yazır tarafından konulmuş olup, toplam 20 sayfa kadardır.



Basılmamış Olanlar:



1-Kâmûs-i Fıkıh(madde başlıkları tespit edilen ve ancak dörtte biri yazılan bu eser tamamlanmış olsaydı nevi şahsına münhasır güzel bir fıkıh lügati meydana gelmiş olacaktı)



2-Huccetullahi’l Baliğa Tercümesi: Şah Veliyullah Dehlevi’nin bu meşhur eserini Diyanet İşleri Başkanlığı adına tercümeye başlamış ise de bitirememiştir.



3-Şiir Divanı



4-Usul-i Fıkha dair bir eser



5-Çeşitli gazete ve dergilerdeki makaleleri..(Bunlar da sonradan Makaleler adıyla iki cilt olarak neşredildi)



Not: İbnül Emin Mahmud Kemal İnal Bey, Son Hattatlar adlı eserinde Elmalılı Hamdi Efendi’nin eserlerinden bahsederken şöyle diyor: “Bazı eserlerinin Fatih yangınında yandığını, Kamus-u Fıkıh yazmaya başlamışsa da yarım kaldığını söyledi.”



KAYNAKLAR[]

1-Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu- TDV Yayınları-Ankara-1993 2-Hak Dini Kur’an Dili- Elmalılı Hamdi Yazır-Sadeleştirilmiş Metin- Azim Dağıtım 3-Büyük Tefsir Tarihi-Ömer Nasuhi Bilmen-Bilmen Yayınları-İst-1974 4-Kur’an-ı Kerim Meali- Elmalılı Hamdi Yazır-Sadeleştirilme: Sıtkı Gülle- Huzur Yayınları-İst-2005 5-Son Hattatlar- İbn-ül Emin Mahmud Kemal İnal-İst-1970 6-Son Devrin Osmanlı Uleması-Cilt: 3- Sadık Albayrak- Milli Gazete Yayınları-İst-1980 7-Yılların İzi- Mahir İz- Kitabevi Yayınları- İst-2000

8- Ali Ulvi Kurucu’nun Hatıraları-Cilt:1 ve Cilt:3- Haz: Ertuğrul Düzdağ-Kaynak Yayınları-İst-2007

9- Osmanlıdan Cumhuriyete İslam Âlimleri- Vehbi Vakkasoğlu- Cihan Yayınları-İst-1987 10-TDV İslam Ansiklopedisi- Cilt-11- İst-1985 11-Huzur Dersleri-2-3. ciltler- Ebul’ulâ Mardin-İst-1966 12-Metalip ve Mezahib-Hamdi Yazır-Eser Neşriyat-İst-1978 13-Türkiye Edebiyat Ve Kültür Adamları Ansiklopedisi-Cilt: 3-İhsan Işık- Elvan Yayınları-Ankara-2006 14-Hayatım Hatıralarım- Mehmed Kırkıncı- Zafer Yayınları-İst-2004 15-Babanzade Ahmed Naim-Hüseyin Hansu-Kaynak Yayınları-İst-2007 16-Yahya Kemal Ve Mehmed Akif’te Tasavvuf- Mehmet Demirci- Akademi Kitabevi-İst-1993 16-Mufassal Tarihçe-i Hayat-Abdülkadir Badıllı-İttihad Neşriyat-İst-1998

17-Müdafaalar- Said Nursi-Zehra Yayıncılık-İst-2004 18-Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı-Mustafa Armağan-Ufuk Kitap-İst-2006 19-Son Şahitler- Necmeddin Şahiner- Nesil Yayınları 20-Fasıldan Fasıla-1-- Nil Yayınları-İzmir-1997 21-Ruhumuzun Heykelini Dikerken- Nil Yayınları-İzmir-2001 22- FG’le 11 Gün-Mehmet Gündem- Alfa Basım Yayın-İst-2004 23- Şüpheler Ve Çıkış Yolları-36. kaset-MFG 24-http://www.herkul.org/kiriktesti/index.php?view=article&article_id=1990 25-http://www.yeniumit.com.tr/konular.php?konu_id=756&yumit=bolum2&sayi_id=20 26-http://eilahiyat.com/content/view/298/229

27-http://www.vuslatdergisi.com/?vuslat=yazi&id=155&k=36 28-http://www.gercekhayat.com/bolum.php?action=yazidetay&yaziid=2462&sayi=375

Referanslar[]

Wikimedia Commons'ta:
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ile ilgili çoklu ortam kategorisi bulunur.

Hasan Basri Çantay'ın "Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim" adlı eserinde , Rum Suresi onyedinci ayetinde "Haydi akşama girerken" ibaresine akşam ve yatsı namazlarının dahil olduğu dipnotuyla bildirilmektedir. (Hasan Basri Çantay, Kuran-ı Hakim ve Meal-i Kerim, cilt 2, s.720, İstanbul 1984)

Süleyman Ateş, "Kur'an-ı Kerim'in Meali" adlı eserinde, Abdullah ibn Abbas'a göre Rum suresi onyedinci ve onsekizinci ayetlerinin beş vakit namazı içinde topladığını belirtmektedir. (Süleyman Ateş, Kur'an-ı Kerim'in Meali, s.370, İstanbul 1975)

Resim Galerisi[]


az:Məhəmməd Həmdi Yazır en:Muhammed Hamdi Yazır

Advertisement