Yenişehir Wiki
Advertisement
Wikipedia-logo-tr
'den Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Ayasofya ile ilgili bir şeyler var.
Bakınız

D


Ayasofya
Büyük Ayasofya
Küçük Ayasofya
EÇS/1/41
EÇS/1/125
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Ayasofya

Lament_for_Constantinople-_Γιατί_πουλί_μ’_δεν_κελαηδείς_-_Nektaria_Karantzi_(Lyric_Video)-2

Lament for Constantinople- Γιατί πουλί μ’ δεν κελαηδείς - Nektaria Karantzi (Lyric Video)-2


Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Ayasofya[]

Ayasofya

Önce, şekli, durumu vaktiyle yapılmış eski iş ve muaz­zam bina ve yüce Allah'a ibâdet olunacak yer yani Büyük Ayasofya, Yunan tarihçilerinden Yanivan'ın tarihinde söyle­diğine göre, evvelâ Hazret-i Süleyman dünyanın dört köşesini gezerken sabah rüzgârı Süleyman'ın tahtını Sarayburnu'nda durdurdu ve o da orada bir tapınak inşa ettirdi. Daha sonra, Hazret-i Âdem'in gökten yere inişinden 5052 sene geçince Madyan oğlu Yanko torunlarından (Vizendon) adlı kral mey­dana gelip İstanbul'u yedinci defa onardığı, dünyayı kıymet­lendiren şanlı bir hükümdar olduğu yukarıda 8 inci fasılda etraflıca yazılmıştır. O (Vizendon)'un bir kızı Makendoya'da Sofya şehrinde doğduğundan ona nisbetle (Aya-Sofya) dediler. Babasının İstanbul'un dört bir tarafını yeniden yaptırdığını işitince iki milyonluk hazine ile babası Vizendon'a gelip Sü­leyman Aleyhisselâm'ın tapınağını genişletmeğe başlayıp para harcarken bir adam gelip «Bunun bütün lüzumlu şeylerini ve malzemesini benden alın ve şu biçimde bir mâbed yapın» diye Ayasofya'nin yapılması için gerekli temel bilgileri öğretti. Ön­ce yeri kuyu derinliğinde kazıp Ahırkapı seviyesine kadar inince yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lâcivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra. İğnados isimli yapıcı bir mühendisin nezaretinde 30 000 işçi ve 7000 amele ve 3000 usta toplanarak gerekli görüşme­lerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kub- https://yenisehir.fandom.com/tr/search?query=Ayasofya


Önce, şekli, durumu vaktiyle yapılmış eski iş ve muaz­zam bina ve yüce Allah'a ibâdet olunacak yer yani Büyük Ayasofya, Yunan tarihçilerinden Yanivan'ın tarihinde söyle­diğine göre, evvelâ Hazret-i Süleyman dünyanın dört köşesini gezerken sabah rüzgârı Süleyman'ın tahtını Sarayburnu'nda durdurdu ve o da orada bir tapınak inşa ettirdi. Daha sonra, Hazret-i Âdem'in gökten yere inişinden 5052 sene geçince Madyan oğlu Yanko torunlarından (Vizendon) adlı kral mey­dana gelip İstanbul'u yedinci defa onardığı, dünyayı kıymet­lendiren şanlı bir hükümdar olduğu yukarıda 8 inci fasılda etraflıca yazılmıştır. O (Vizendon)'un bir kızı Makendoya'da Sofya şehrinde doğduğundan ona nisbetle (Aya-Sofya) dediler. Babasının İstanbul'un dört bir tarafını yeniden yaptırdığını işitince iki milyonluk hazine ile babası Vizendon'a gelip Sü­leyman Aleyhisselâm'ın tapınağını genişletmeğe başlayıp para harcarken bir adam gelip «Bunun bütün lüzumlu şeylerini ve malzemesini benden alın ve şu biçimde bir mâbed yapın» diye Ayasofya'nin yapılması için gerekli temel bilgileri öğretti. Ön­ce yeri kuyu derinliğinde kazıp Ahırkapı seviyesine kadar inince yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lâcivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra. İğnados isimli yapıcı bir mühendisin nezaretinde 30 000 işçi ve 7000 amele ve 3000 usta toplanarak gerekli görüşme­lerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kub-

Evliya Çelebi şöyle der:

Önce, şekli, durumu vaktiyle yapılmış eski iş ve muaz­zam bina ve yüce Allah'a ibâdet olunacak yer yani BüyüEvliya Çelebi şöyle der:

Önce, şekli, durumu vaktiyle yapılmış eski iş ve muaz­zam bina ve yüce Allah'a ibâdet olunacak yer yani Büyük Ayasofya, Yunan tarihçilerinden Yanivan'ın tarihinde söyle­diğine göre, evvelâ Hazret-i Süleyman dünyanın dört köşesini gezerken sabah rüzgârı Süleyman'ın tahtını Sarayburnu'nda durdurdu ve o da orada bir tapınak inşa ettirdi. Daha sonra, Hazret-i Âdem'in gökten yere inişinden 5052 sene geçince Madyan oğlu Yanko torunlarından (Vizendon) adlı kral mey­dana gelip İstanbul'u yedinci defa onardığı, dünyayı kıymet­lendiren şanlı bir hükümdar olduğu yukarıda 8 inci fasılda etraflıca yazılmıştır. O (Vizendon)'un bir kızı Makendoya'da Sofya şehrinde doğduğundan ona nisbetle (Aya-Sofya) dediler. Babasının İstanbul'un dört bir tarafını yeniden yaptırdığını işitince iki milyonluk hazine ile babası Vizendon'a gelip Sü­leyman Aleyhisselâm'ın tapınağını genişletmeğe başlayıp para harcarken bir adam gelip «Bunun bütün lüzumlu şeylerini ve malzemesini benden alın ve şu biçimde bir mâbed yapın» diye Ayasofya'nin yapılması için gerekli temel bilgileri öğretti. Ön­ce yeri kuyu derinliğinde kazıp Ahırkapı seviyesine kadar inince yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lâcivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra. İğnados isimli yapıcı bir mühendisin nezaretinde 30 000 işçi ve 7000 amele ve 3000 usta toplanarak gerekli görüşme­lerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kubbeler yapıldı. Altı su sarnıcı olup zelzeleden korkmamak ve muhafazalı olmak düşüncesiyle temelini önce böyle tamamla­dılar ve sarnıcı su ile doldurdular. Ve sarnıcın gereken yer­lerini tamir ve onarım için kayıklar hazırladılar. Halen bu ka­yıklar durur ve Ayşe Sultan Sarayına ve Hasan Paşa-zâdeler ve Kade-Mehmed kethüda ve Arslanhâne ve Saray mey­danı ve Enderun Cebehânesi ve Scğukçeşmelere varıncaya kadar yazılan sarayların altı baştan ayağa boş olup tatlı su ile doludur. Ayasofya'nın ortasında bakır kapaklı bir kuyu ağzı vardır. Oradan kovalarla su çekilip cemâat içerek susuz­luklarını giderirler. Daha sonra Ayasofya'nın dört tarafının duvarlarının yapılmasına başladılar ki, bunun kuruluş ölçüle­rini seyreden hayran olur ve yapı şeklini ve yüksek binasını görenlerin başları döner ve sersemleşir. Ayasofya'nın yapılış hikâyesi böyle anlatılır ki, dünyanın yedi ikliminde bulunan çok kıymetli taşları ya binanın temeline yüklenmiş veya çok ağır olanları, ağırlan kaldırma bilgisi ile düzgün çalışma ve dökülen gayretlerle o taşları zorla çeke çeke binayı yükseltip renkli mermerler ve taş sütunlarla tamamlandı. Ve yedi iklim­den türlü türlü, renk renk şaşılacak Bukalemun nakşında iri mermerler gemilerle taşındı ve Ferhad ayarında sanatkârlar, üstadlar eliyle keskin yerleri aşındı, yani traşlamp düzeltildi. O kadar büyük himmet gösterdiler ki camiin yarısını yedi se­nede tamamladılar. Ve pek çok taşlar Ayasloğ ve Aydıncık­tan gelmiştir.

Ve renkli mermerler Karaman ve Şam ve Kıbrıs adasın­dan ve binlerce sonraki, bal rengi, zeytin rengi, sarı ve mermer rengi diğer parlak sütunlar Atina yakınlarındaki temâşâlıktan ve ham mermerler Marmara adasından taşınmıştır. Yüz­lerce mimar ve mühendis yapının çeşitli kısımlarında ustalığa başlayıp her biri yüzlerce beğenilecek hünerler gösterip ihsan alırlardı. Ama bütün mimarların reisi Mimar İğnados idi. Onun nefis vaziyet planını tatbik ederlerdi. Nihayet bu muaz­zam yapı, Kısra'nın takı gibi aort ana kemer ayaklarına ka­dar tamamlanınca bir gece mimarbaşı İğnados kayboldu. Meğer kılık değiştirerek (Kızıl elma) (65) diyarına gitmiş ve orada da Papanın izniyle bir kiliseye başlayıp onu da yarısına kadar yedi senede tamamlayarak bir gece oradan da kaçıp İstanbul'a gelince mabedi . yaptıran (hükümdar) tarafından azarlandı. İğnados «böyle bir muazzam binanın temeli çok sağlam olması lâzımdır. Kaçmasam binayı bitirmek üzere zorlanacaım şüphesizdi. O halde bina da sağlam olmazdı» diyerek tekrar kubbenin inşasına başladı. Yüz kadar sonraki direkler üzerine kubbeler ile iki kat da son direkler üzerine Havarnak takları üzerine gök kubbe gibi, tersine dönmüş kâseye benzer ve mavi - lâcivert renkli halis kurşunla örtülü bir muazzam kubbe yaptılar ki çeşitli renklerde olan gökyüzü altında böyle şaşılacak durumda bir kubbe ne evvelce ne de sonra yapılmamıştır. Bu çok yüksek kubbenin en sivri üst kısmında yüz İskender kantarı ağırlığında altından bir haç alem konulmuş olup güneşin parlatmasıyle tâ Alemdağından ve Keşiş dağın­dan (Uludağ) ve îstranca dağlarından fark edilirdi.

40 sene içinde tapmak tamamlamca iç ve dış hizmetleri için 12 000 hizmetçi tayin edildi. Hattâ Peygamberimizin do­ğumundan 965 sene evvel Büyük İskender zamanında Yunan taifesi (kavmi, milleti) Kıpti denilen çingeneler elin­den Mısır'ı alıp Ayasofya'ya vakfettiler. Bu suretle o kadar zengin ve mamur oldu ki Hıristiyanların, benzetmek gibi ol­masın, Kâbeleri oldu.


Daha sonra, iki cihan Resulü olan Peygamberimizin doğu­şunu müjdeleyen mübarek gecede vuku bulan büyük zelzele, Kisrâ'nın tâkmı, Roma'nın ve Ayasofya'nın kubbelerini yıktı. Zaman geçtikten sonra Hazret-i Peygamberin hatırlatması ile üç yüz kadar Busrâ'da oturan manastır papazları, Buhayrâ adlı meşhur papazın delaletiyle Mekke'ye giderek o zaman he­nüz küçük yaşlarda olan Hazret-i Muhammed'in (A. S.) ağız suyundan bir parça alıp bir de mübarek elinin örneğini ceylân derisi üzerine Peygamberin amcası Ebu Tâlib'e çizdirmişlerdir ki hâlâ duran bir çekmecede saklıdır. Bu suretle Pey­gamberin ağız suyu ile zemzem suyu ve Mekke'nin temiz top­rağından birer miktar alınarak bu papazları İstanbul'a gelip kubbenin yıkılmış olan kısmını, yapmağa başladılar. Halen Peygamberin tükrüğiyle yapılan bu kısım kubbenin kıble ta­rafında otuz iki nakışlı kısım böylece zahmetsizce yeniden ya­pılmıştır. Bilenler buna baktıkça Allahümme salli alâ Mu­hammedi derler. Çünkü kubbenin diğer taraflarından burası daha belli ve daha nurludur. İstanbul'un fethinden sonra Fâtih «Bu kubbe Hazret-i Peygamberin ağız suyu ile durdu» diye büyük kubbenin ortasına bir zincir ile uğur sayarak bir altın top asmıştır ki elli Rum kilesi buğday alır. Bu top altında Haz­ret-i Hızır'ın bulunduğu ve arasıra dini bütün Müslümanlar­dan bâzılarıyle buluştuğu cihetle dilek sahipleri arasında Hı­zır'la buluşabilmek için o altın top altında kırk gün sabah na­mazı kılmak sözleri halk arasında söylenegelmektedir.

eski mâbed büyük ayasofya'nin tertip ve tanzim şekilleri ve sanat kısımlarının yapılışlarInI ve enini boyunu bildirir.


Ayasofya camii, İstanbul şehrinin doğu kısımları sonunda Ahırkapı denizine bin adım ve kuzeyinde ve Sarayburnuna bin adım uzak bir yüksek tepe üzerinde gökyüzüne baş uzat­mış kagir bir muazzam binadır ki benzeri bir kubbe daha ya­pılmamıştır.

Bu altın işlemeli kubbeden başka kıble tarafında bir ya­rım kubbe içinde, ondan da biraz küçük bir kubbe içinde mih­rap ve sağ tarafında beyaz ham mermer yapılmıştır. Kıble kapısı üzerinde de çok yüksek muazzam bir yarım kubbe ya­pılıdır. Bu kubbelerden başka Ayasofya'nin dört tarafında bu üç katlı yapıda 380 kemer çok güzel katlar teşkil etmektedir. Ama ortadaki kubbe çok büyüktür. Bunun dört bir tarafı çepçevre billur ve necef (bir nevi parlak kıymetli taşlar) cam ve pencerelerle süslenmiştir. Bu kubbe camlarından başka dış ve içlerinde olan camlar (pencereler) tamamı bin yetmiş ta­nedir. Adı geçen bu kubbelerin hepsinin içinde süsleme ve nakış üstadı (................... ) adlı zat kaplama ve altınlı ve mineden resimlerle tuhaf ve acayip şeküler ve büyüleyici bir suretle melekler ve başka insanlar resimleri yapmıştır ki dikkat gö­züyle seyredenlerin hayretlerinden parmakları ağızlarında ka-


__________________________________________________________________


yet beyaz mermerden 4 sülün vardır. Diğer sütunlar da Trova, Atina, Delos, Sırik ve Mısır'dan gelmiştir.


İşte bu suretle inşası 548 Müâdî tarihinde yapılarak içi birçok put ve resimlerle süslenmişti. Kubbesinin tuğlaları Rodos'da yapı­larak getirtilmiş olup bunlar o kadar hafiftir ki 12 tanesi bri tuğla ağırlığındadır.


Yapılalıdan beri birçok kere imparatorlar tarafından onarıldığı gibi en son onarım da 1265 (M. 1844) yılında Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır.


Fatih Hazretleri tuğladan minare ile medrese ilâve etmiş ve vakıf gelirinden de tahsisat vermişlerdi. Sultan İkinci Bayezid Bâb-ı Hü­mâyun tarafındaki minareyi ilâve ve medreseyi genişletmişlerdi. Diğer iki minare de İkinci Sultan Selim tarafından yaptırılmıştır. Camiin içinde bulunan mermer küplerle dört mahfel Üçüncü Sultan Murad'ın, taş kürsü Dördüncü Murad'ın, birinci kattaki hünkâr mahfeli ile ca­mie bitişik kütüphane, okul ve aşevi Birinci Sultan Mahmud'un eser­lerindendir (1152)-(M. 1739).


Top kandil yerinde vaktiyle bir altın top varken Üçüncü Sultan Ahmed zamanında o top kandil ile değiştirilmiştir Eski celi yazıları hattat (yazı ustası) Tekneci-İbrahim Efendinin eseri idiyse de şimdiki yazılar Sultan Abdülmecid zamanında Kazasker rahmetli Mustafa İzzet Efendiye yazdırılmıştır.


lir. Bu şekillerden başka büyük kubbenin dört büyük ayağı­nın üst kısımlarında dört köşede birer melâike resmi vardır. Benzetmek olmasın, biri Cebrail, biri Mikâil, biri İsrafil, biri Azrail resimleridir ki hâlen kanadlarını açmış durmakta, boy posları kanadlarıyle birlikte ellişer zıra'dır (eski ölçülerden).


Hazret-i Peygamber dünyaya gelinceye kadar bu melâike re­simleri, göbeğinde olan ağızları ile konuşarak, Cebrail resmi, olmuş ve olacak hâdiseleri bildirirmiş, Mikâil resmi batı tara­fında olup düşman zuhur edeceğini ve kıtlık ve açlık olacağını haber verirmiş, İsrafil resmi kuzeyde olacak olaylardan ve Azrail resmi de hükümdarların öleceklerinden haber verirlermiş.


Halen anlatılan bu dört heybetli resim rahatlıkla görüle­bilmektedir. Camiin doğudan batıya olan uzunluğu 134 ve ge­nişliği 122 zıra'dır. Câmün içinde ve dışında büyük ve küçük pek çok sayıda göklere uzanan yüksek sütunlar, direkler var­dır ki güya her biri gökyüzünün ayaklarıdır. Ve ateş kırmızısı parlak sonraki sütunlar var ki kıymetli mücevherlerden dün­yada kıt bulunur benzersiz çok büyük direklerdir ve her bi­risinin boyu kırkar Mekke ziraidir. İkinci kattaki direkler otuzar zıra'dır. Bu camiin üç tarafında ikişer kat cemâatin ibâdet edeceği kısımlar vardır ki iki tarafta merdivenlerden at ile çıkmak mümkündür. Zeminine beyaz mermer döşen­miştir. Cami içinde tâ kubbeye kadar üç kat kandil yakacak duvar aralıkları dehlizler vardır ki camiin içten tamamını ku­şatmıştır. Camide 361 tane kapı vardır. Fakat 100 tanesi çok büyük kapılardır. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç kere saysak bir kapı daha meydana çıkar. Ona da işaret koyup tekrar saysanız işaretsiz bir kapı daha bulursunuz. Tuhaf bir haldir bu. Ve bütün kapıların boyu yirmişer zira' olup kanadlan altın işleme ile süslenmiş, donatılmış, gümüş mine işlenmiş pirinç ki sanat itibariyle ibret ve hayretle seyredilecek büyük ve yük­sek kapılardır. Kıble tarafın orta kapısı hepsinden daha bü­yük ve yüksekliği 50 zira' bir kocaman kapıdır. Bunun tahta­larının hazret-i  Nuh'un un cudi dağındaki gemisinin enkazından olduğu da söylenmektedir.


Bu orta kıble kapısı üzerinde sarı pirinç madeninden ta­buta benzer uzun bir sandık içinde Kraliçe Sofya'nın cesedi mumya olarak durduğunu da söylerler. Birçok şahıslar bu sandığa el uzatmağa cesaret ettikleri zaman cami içinde bü­yük bir gürültü ve titreşme olmuş ki teşebbüslerinden vaz geçmeğe mecbur olmuşlarmış, Bir büyük tılsım da budur. Onun yukarısındaki küçük direklerin kemeri üzerinde mermer bir kitabe üzerinde Kudüs-ü Şerif'in kıble olduğu zamanki eski resmi konulmuştur. İçi türlü türlü, çeşit çeşit cevahirle süs­lenmiştir. Bu da tılsımlı olup el sürmeğe cesaret olunamaz. Burada yeşil renkli bir direk daha vardır ki, seyretmeğe de­ğer. O direğin üzerinde de Meryem Ana'nın temsilî bir resmi vardı. Elinde bir kandil vardı ki, sanki bir beyaz güvercin gibi idi. Her gece bunun ışığı camii aydınlatırdı. Bu da zelze­lede yıkılmış olup hâlen Roma'dadır derler. İspanyalılar tara­fından oraya götürülmüş imiş. Camiin iç yüzü duvarları baş­tan aşağı beşer altışar zira dört köşe cilâlı taşlarla kaplıdır.


Kelâmî Ağanın başından geçenler


Sultan Süleyman'ın rikâptarlığı ile yetişip ilerlemiş bir takatsiz ihtiyar vardı ki yüz elli yaşında öldü. Tarikate men­sup bir insandı. Bu zat anlatmıştı ki,. Gazi Sultan Selim zama­nında İstanbul'da tâûn (veba) = (salgın hastalık) çıkıp gün­de üç bin cenaze kapılardan çıktığını Sultan Selim haber alın­ca on gün tellâllar bağırtıp İstanbul ahalisini Kadir gecesi Ayasofya'da topladılar ki hastalığın önlenmesi için hep bir­likte dua edeceklerdi. Ayasofya insan denizi haline gelip omuz omuzu sökmez oldu. Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi Hazretleri duadan önce kürsüye çıktı. Vaiz ve nasihat etti ve zaten bü­tün halk onu bekliyorlardı. Bu Yahya Efendi Trabzon'da ye­tişmiş olup Sultan Süleyman Hazretleri ile süt kardeş idi. İkinci Selim zamanında bilginlikte en üst dereceye ayak basıp halktan uzak durmağa başlamışdı,vaiz ve nasihatini değil, kimse yüzünü göremez olmuştu. O gün İstanbul ahalisi katkat üstün halde va'zında hâzır bulunu Ayasofya içinde ayak basacak yer kalmadı. O esnada yukarıda adı geçen Kelâmı Ağanın büyük abdesti sıkıştırıp kocaman karnı Bağdad da­vulu gibi gümbürdemeğe başladı. «Bre hay medet, halim nice olur?» diye şaşıp sıkıntısından vücudu fiske fiske kabarıverdi. İki üç kere ayağa kalkıp etrafına bakarak yine oturdu. Zira insan denizine düşmüş gibi idi. Adım atacak yer yoktu. Ada­mın sıkıntısı da o derece arttı ki yerinden kımıldayacak hali kalmadı. Hemen Şeyh Efendiye dönüp içinden ve cân-ı gönül­den yardım istedi. Ve «Beni bu cemâat içinde halka kepaze etme» diye içinden yalvardı. Hemen yanında sipahi kılıklı bir adam peyda olup Bre adam. Senin derdin nedir? Yüzün gö­zün şişmiş, hoşluğun yoktur. Senin derdine çare bulayım ama bu gizli kalsın. diye yemin teklif etti. Kelâmı Ağa da yemin etti. Sipahi cübbesinin (paltosunun) sağ yenini Kelâmî Ağa'nın başına örttü. Kelâmî Ağa kendini Kâğıthane nehri kenarında bulup sıkıntısını giderdi. Yeniden abdest alıp kırk kere Allah'a şükür secdesi ederek «Nedir bu başıma gelen, rüya mıdır, yoksa aslı var mıdır?» diye düşünürken kendisini yine Ayasofya'da oturduğu yerde buldu. Adı geçen sipahiyi de yanında görüp «Bre medet, ben her halde Hızır Peygambe­re rastladım. Eteğini bırakmayayım.» diye sipahiye hürmet etmeğe başladı. Yahya Efendi va'zını bitirip kürsüde duaya başladı. Cemâat da âmin dediler. Duâ bitti. Ayasofya kapıla­rını kapayıp yalnız büyük kapıyı açık bıraktılar. Ve Defter­dar Derviş Çelebi kapıda durup çıkan cemâati saydılar. Hepsi elli yedi bin adam çıktığını tesbit ederek yazıp Sultan Selim'e arzettiler. O esnada Kelâmî Ağa sipahinin eteğine yapışarak «Sultânım, ben şimdiden sonra senin eteğini elimden bırak­mam ve sana kul ve kurban olurum. Lütfet. Beni dileklerime kavuştur!» diye rica etmeğe başladı. Sipahi ise «Ben senin dediğin adam değilim be adam. Git beni kendi halime bırak» diye çeşit çeşit münasebeetsiz sözler söyleyip küfür dahi ederek kalb kırıcılık etti ise de Kelâmî Ağa sipahinin yine eteğini bırakmayıp inançla sarılıyordu.

Sipahi, Kelâmî Ağayı «eteğimi bırak» diye fırıldak gibi çevirip birkaç yer­den başını dahi yaralayıp sırtındaki samur kürkünü parça parça etti. Ve cemâatten bâzı kimseler bunların aralarını bu­lup gittilerse de Kelâmî Ağa Sipahinin yanından bir adım ayrılmayıp rica ve yalvarma ve inatla mücadele ederek Ayasof­ya 'nın helalarına kadar geldiler. Sipahi hemen bir helaya gir­di. Kelâmî Ağa kapının dışında beklerken biraz sonra dolamalı ve belinde gümüş zincirli bıçak ve burma sarıklı bir yeniçeri çıktı. Kelâmı Ağa hemen yeniçerinin yakasından tutup rica ve yalvarmaya başladı. Yeniçeri «Git be adam. Sen bunamışsın. Ben senin dediğin adam değilim. Bana yaklaşma!» de­diyse de asla fayda vermeyince Kelâmî Ağaya bir dayak attı ki seyredenler acıyıp elinden kurtardılar. Yeniçeri oradan Ayasofya çarşısında bir bozacı dükkânına girdi. Kelâmî Ağa da beraber gidip ondan ayrılmadı. Yeniçeri asla yüz vermeyip kebap ve ekmek yiyerek ve boza içerek açlığını giderince dı­şarı çıkıp gitti. Kelâmı Ağa yine peşine düşüp giderken Soğukçeşme üstlerinde bir daracık sokak içinde bir tenha yere varınca yeniçerinin ayağına kapanıp «Aman, Hazret-i Pey­gamber aşkına olsun beni bermurad eyle (dileklerime ulaş­tır) » deyince yeniçeri gülümseyip «Hakikaten doğru bir âşık­sın. Ama tecrübesiz, toy ve acemisin. Birkaç kere tecrübe için sana dokundum. Ama yine benden yüz çevirmeyip tam bir inançla eteğimden ayrılmadın. Şimdi seni bir yere götürece­ğim. İçeriye girip selâm verince sana köşkte kırk gün çile çe­keceksin diyecekler. Ama orada olanların hiçbir işine karışmayıp sağır ve dilsiz gibi durup asla dünya sözü konuşma. Görelim feleğin âyinesi ne gösterir?» diye o tenha yerlerde karanlık bir köşede pis ve sidikli bir kapıya gelip yeniçeri ka­pıyı çalınca kapı açıldı. İçeriden zenci yapılışlı, asık suratlı bir Arap görünüp bunlar içeriye girince hemen o zenci Kelâmî Ağanın kolundan sıkıca yapışarak yarım elma gibi evin içine attı. Kelâmî Ağanın aklı başına gelince orada olanlara Esselamü aleyküm diye selâm verince hepside selamını aldılar.

Adı geçen yeniçeri, Kelâmî Ağaya yer gösterip orada pis bir toprak üzerinde kaldı. Kendisi de aşçı gibi kılık değiştirerek baş köşede oturan tarikatin öncüsü bir ihtiyarın mübarek elini öperek Kelâmı Ağa ile geçen macerayı anlattı.

İhtiyar dedi ki «Dünya tadlarından ve her şeylerden ilgisini kesti ise bu Kırklar dergâhında mutluluğa erişir ve postunu baş köşeye koyarız. Safa geldin kişi» diye Kelâmî Ağaya iltifat ve hürmet etti. Kelâmî Ağayı orada üç gün üç gece aç ve susuz bıraktı­lar. Bitkin ve dermansız kalan zavallının Unkapanı'ndaki evi köyü, çoluğu çocuğu hatırına gelip «Acaba bu işin sonu ne olacak?» diye Allah'a boyun eğip otururken dördüncü gün köşede oturan ihtiyar, adamlarına «Allah'ın emriyle vazifeli olduğunuz işleri görün.» diye emir verince hemen yukarıda yazılı yeniçeri kılığına giren adam ayağa kalkıp bir odayı aça­rak içeriden 38 türlü silâh âleti çıkardı. Otuz sekiz adamın önüne birer tane koyup kendi önüne de bir leğen içinde su koydu. Herkes yerinde dururken Kelâmî Ağa «Şu sudan biraz içsem» deyince «sabreyle bugün görelim sana bu sudan içmek nasip olur mu?» dediler. Biraz vakit geçtikten sonra karşı ta­rafta bir adam önündeki kılıcı alıp bir küçük çocuk peyda olunca o adam kılıcıyle oğlanın başını kesti. Hemen Kelâmî Ağa «Canım, o adamı neye öldürdü?» diye sorunca yeniçeri «Arkadaş, sorucu olma demedim mi?» diye cevap verdi. Yine karşı taraftan iki adam daha çıktı. Bunları bir arslan kovala­yıp ortaya getirince adamlardan biri Şeyhin arkasına sakla­nıp kurtulur, diğerini arslan parçalar ve yer. Kelâmî Ağa da­yanamayıp yine sorar. Derken bir adam önünden yine bir oğ­lan çocuğu belirir. Arkasında bir kurt çocuğu kovalarken seccadede oturan adamlardan birisi ok atarak kurdu öldü­rür. Sonra çocuk bir köşede kaybolur. Kelâmî Ağa bu sefer Allah'a şükreder. Bu defa da karşı taraftan üç adam çıkar. Şeyhin emriyle ikisini asıp, üçüncüyü de asarken Kelâmî Ağa dayanamayıp Şeyhin huzuruna varıp ve herifin affedilmesini yalvarırken yeniçeri Kelâmi Ağa'nın yakasından yapışarak yerine oturtur ve «Bre, ben sana kırk gün sabret demedim mi?» diye tenbih eder. O esnada yeniçerinin önündeki leğen içinde olan su çalkalanmağa ve dalgalanmağa başlar ve bu arada leğende iki küçük gemi belirir.

Gemiler batmak üzerey­ken yeniçeri geminin birinin direğinden yapışıp yelkenini üf diye şişirerek dalgaların öldürmesinden kurtulup giderler. Öteki gemi suyun dalgalanmasından batmak hâline gelince içinde olan Allah kullarının Yâ Allah diye ağlaşıp bağrışma­ları göğe yükselir. Bu esnada yeniçeri, Şeyhin emriyle gemi­nin direğine basıp gemiyi batırınca içinde olan canlıların hepsi de suya gömülüp kimisi kurtulurken yeniçeri gemiyi tamamen batırır. Bu esnada bir oğlancıkla bir kızcağız leğenin kena­rına çıkarlarken yeniçeri kenardan oğlanı batırıp kızı leğen­den dışarı çıkarır. Kelâmî Ağa bu hali görünce «O suçsuz ço­cuğu neden batırıp kanına girdin ve Allah'ın bu kadar yara­tığının kanına neden girdin?» diye bağırınca hemen baş kö­şedeki Şeyh, «Buna bir ekmek parası verelim. Getirin şu Kırklar huzurunda bir duâ edelim» diye Kelâmî Ağayı konuş­ma yerine getirir. Mecliste bulunanların hepsinin önünde Ke­lâmî Ağaya bir ekmek, bir akçe, bir salkım üzüm, bir hurma, bir zeytin verip «Tabiî ölüm gününe kadar sağlık ve afiyetle yaşamasına ve bütün yiyeceklerini gizli hazinesinden yüce Tanrı gönderip meleklerin yanında saygı ve itibâr görmesine ve gök ve yerde bütün âfetlerden kurtulmuş ve muhafaza edilmiş olarak dünyanın sonuna kadar zürriyetinin tükenme­mesine gün günden nesli devam edip son nefesinde güzel bir bitiş ile Peygamberin bayrağı altında gölgelenmesine...» diye hayırlı duâ eder. Orada bulunanların hepsi âmin deyip dua­dan sonra yeniçeri ve zenci kapıcı Arap, Kelâmî Ağanın yaka­sından tutup «yum gözünü» derler. Zavallı Kelâmî de uyku ve hayâl gibi göz yumup açınca kendisini Galata meyhane­leri içinde bulur. «Bre hay medet. Elime geçmiş devleti elden kaçırdım!» diye içi yanarak köşe bucak gezip sonunda bir meyhaneye girince baktı ki birçok sarhoş yeniçeri «Gel dos­tum, bir dolu kadehimizi iç» diye yanlarına çağırırlar.


Zavallı Kelamı Aga evvelce Ayasofya çarşısında beraber oluğu sipahiden değişme yeniçeri ile bozahâneye girmişti. Bunları daona benzetip, üç günden beri de aç olduğundan meyhane ye­meği ile karnını doyurup açlığını giderir. Ama yine de bu meyhâneli adamları birlikte düşünüp bunlardan yardım ister. Nihayet vakit akşama yaklaştığında Galata'dan onlarla be­raber kayığa binerek Unkapanı tarafına geçip Kelâmı Ağaya bir desti şarap yükletirler. «Bu da beni imtihandır.» diye inançla yürürken akşamdan sonra bir tenha sokakta Kelâmı Ağanın başından sarığını ve sırtından samur kürkünü alırlar ve «Ya bu şaraptan içersin, yahut seni ödürürüz.» diye zor­layarak olmayacak tekliflerle sıkıştırıp o inançlı ihtiyar ister istemez bir bardak içince «Ya Allah» diye o anda soyunup çıplak oiarak evine geldi. Ve artık dışarı çıkamayıp dünya işlerinden elini çekerek halktan uzak, kimseyle görüşmeyen çekici kuvvet sahibi bir büyük adam oldu. Ama, Unkapanının iç yüzünde, kuyumcular içinde oturup sarayında gelen ve gidene yiyecek ve harcıyacağı o kadar bol idi ki bu kadar zen­ginlik ve bu kadar hesapsız masrafın nereden geldiğine kim­senin aklı ermiyordu. Rahmetli ve Allah'ın mağfireti üzerine olası Kelâmı Ağanın Ayasofya camii içinde Kırklar makamı denilen yerde başından geçen bu macerayı kendisinden din­leyip yeri geldiği için buraya yazdık. Doğruluğu ve sorumlu­luğu söyleyene aittir.

Hadîs-i Şerif: El kezzab men yetehaddese bi-külli Mâ sem'ahû.


Şimdi yine Ayasofya'daki makamları anlatalım.


1 Havvariyun Makamı :


Hazret-i isa'nın on iki arkadaşına ayrılan bu bölüm yu­karı katın doğu tarafında, oradan Ak-Şemsüddin makamı Terler direk yakınındadır.

2 Terler direk ziyaret yeri:


Bu tere bulanmış direk hakkında çeşitli dedikodular var­dır ki yaz, kış, gece ve gündüz terleyip durmaktadır.

Camiin geride kıble kapılarının batı tarafının sonundaki kapının iç yüzündeki bucakta dört köşeli bir beyaz mermer direk konulmuştur ki, boyu on bir zira'dır. Alt kısmı bir in­san boyu bakır kaplıdır. Yine böyle daima terler durur. Bir rivayete göre onun temelinde tılsımlı define vardır. Başka bir söylentide kalede kapatılmış kalan Yâ Vedûd Sultanın yürek­ler yakıcı ânının sıcaklığından bu zamana kadar terler derler. Bir söylentide de Hazret-i Peygamber'in ağız suyu ile (tükrüğüyle) yapılan harç bu direğin altında yapıldığı için onun nemli tesiri dolayısıyle terler denilir. Görülecek bir acayip şeydir.

İçindekiler


1 Terler direğin hassaları:


2 Diğer hassası:


3 Üçüncü hassası:


4 Kıble kapısı,makamı:


5 Ayasofya kuyusunun hassası:


6 Altın topun hassası:


1 Terler direğin hassaları:


Bir adam baş ağrısı çekerken bu direğin terinden sürerse Allah'ın emriyle iyileşir.

2 Diğer hassası:


Bir adam zahir (dizanteri) denilen hasta­lığa tutulup yüreğinden kan gitse bu direğin terinden yalarsa Allah'ın izniyle kurtlur.

3 Üçüncü hassası:


Bir adamı sıtma tutsa, bakırın delikle­rinden parmakla toprak çıkarıp bağlarsa Allah'ın emriyle gasyân ederek hastalıktan kurtulur. Tecrübe edilmiştir.


4 Kıble kapısı,makamı:


Bu mübarek kapının kanadları Hazret-i Nuh'un gemisinin tahtasından olduğu söylendiğinden bütün deniz tüccarları mi­safirler o kapı dibinde iki rekât namaz kılarak ellerini kapı­nın tahtasına sürüp Nuh Peygamber ruhuna bir Fatiha oku­yup yola çıkarlar. Gayet tecrübelidir.


5 Ayasofya kuyusunun hassası:


Bir adam yürek oynamasına (çarpıntıya) tutulmuş olsa üç cumartesi Ayasofya içindeki kuyunun suyundan sabahle­yin aç karnıma üçer kere içse Allah'ın izniyle kurtulur derler.


6 Altın topun hassası:


Bir kimse unutma hastalığına tutulup işittiği hatırında kalmazsa Ayasofya kubbesinin ortasında asılı olan top altın-da yedi kere sabah namazı kılıp üç kere (Allahümme yâ kâ­şif 'el-müşkilât ve yâ âlim üs sırrı ve'l-hafiyyat = Ey zorlan keşfeden ve ey gizli ve kapalıları bilen Allahım) diye her va­kitte (beş namaz vaktinde) yedişer siyah üzüm yese Allah'ın emriyle öyle zeki tabiatlı, temiz ve uyarıcı olup işittiği sözler taşa oyulmuşçasına aklında kalır. Zira bu kubbe Hazret-i Peygamber'in ağız suyu ile tamir olunmuştur. Altında bir defa ibâdet edenin dünyada ve âhirette hayır dilekleri yerine gelir. Hattâ Göynük kasabasında Ak-Şemsüddin oğlu Hamdi Celebi'ye o kadar bunama gelmiş ki, bir adam kendisine selâm vermek istese kâğıda selâm sözü yazar, o da kâğıda bakıp (ve aleyküm selâm) dermiş. Bütün hekimler çare ve ilâç bu­lamamışlar. Nihayet Ak-Şemsüddin Hazretlerinin öğretmesi üzerine Hamdi Çelebi Ayasofya'ya gelip yedi kere mezkûr top altında namaz kılarak yukarıda yazılan duayı her sabah üç kere okuyup yedişer tane siyah üzüm yemiş ve Allah'ın iz­niyle bunaklık ve ahmaklıktan kurtulup o zaman Yusuf ve Züleyhâ adlı eserini yazamağa başlamış ve yedi ayda bitir­miştir. Ondan sonra Kıyafetnâme 'yi yazmıştır ki, dünyaca meşhurdur.

Soğuk pencere makamı:


Ayasofya'nın kıble tarafında ve hünkâr kapısının iç yü­zünde kuzeye açılmış canlar safası bir penceredir ki daima lâ­tif ve serin bir rüzgâr eser ve insana hayat verir. Güya dı­şarıda bulunan cennet bahçesinin güzel nağmeli bülbüllerinin ötüşlerinden adamın ruhu gıdalanır. Bu iç açıcı yerde Ak-Şemsüddin fethin ilk günlerinde öğrencilerine tefsir-i şerif dersini anlatıp, «Burada Kur'ân okuyan ve sair bilgilerle meş­gul olan bütün ilimleri öğrenip âlim olsun» diye hayırlı duâ ederdi. Bugüne kadar orada bir kere Besmele çeken hayatta mahrum kalmamıştır. Hattâ üstadımız, şeyhler şeyhi kurra sahibi Evliya Efendi bu pencerede on türlü okuma ilmini öğ­retmiş ve burada binlerce kişi Kur.ân okuma öğrenmiştir.


1 îsâ beşiği makamı:


Yukarı katın doğu tarafında bir köşede kırmızı renkli ve mermer tekneye benzer bir beşiktir. Günahkâr kadınların ço­cukları, hasta ve muzdarip oldukları zaman bu beşiğe koyar­larsa inançları dolayısıyle Allah'ın emriyle burada rahatlığa kavuşurlar.


2 Hazret-i İsa'nın yıkandığı yer :


îsâ'nın beşiğine yakın dört köşe bir teknedir. îsâ Pey­gamber Meryemden doğunca bu teknede yıkanmıştır. Kostantin'in bu tekneyi (Beytüllâhım)'dan getirdiği doğrudur. Ama ben Beytüllâhımda İsâ'nın yıkandığı bu tekneyi gördüm. Bu Ayasofya'daki tekne içinde dürüst olmayan çocuklar yıkanır­sa kanı, canı ve vücudu dürüst olup güya İsâ'nın kanına ula­şıp yaşarlar. Dünyaca meşhur taş bir teknedir.


3 Yediler kapısı makamı:


Yine yukarı katın doğu tarafında çok büyük bir kapıdır. Kanadları tahta değildir. Şaşılacak kadar nakışlı, süslü be­yaz mermerden kapı kanadlarıdır ki, güya bâb-ı muallâdır. Dünya yüzünde benzeri yoktur. Dünyayı gezen seyyahlar ve mimarlar arasında şöhreti gökleri tutmuş bir seyredilecek ka­pıdır. Her vakit Yediler orada ibâdet ederler.


4 Nurlu taşlar temâşâlığı:


Yine üst katın doğu tarafında beş altı parça ince ve çeşit çeşit tahta gibi biçilmiş taşlar vardır. Dünyayı aydınlatan gü­neş felek kubbesinden doğduğu zaman ışığı bu çeşitli taşlara vurunca her taştan bir güneş gibi ışık saçıp insanoğlu bak­mağa dayanamaz. Sözün kısası fukaranın Kâbesi gibi Ayasof­ya'nın içinde ve dışında ziyaret edilen yüksek makamlar pek çok ise de benim bildiklerim bu yazdıklarımdır.


Ayasofyanın üzerinde bulunan kurşun bu kadar seneden beri bozulmamış, çürümemiştir. Zira dökülüşünde altın karışık olduğunu duydum.


Beyt


Reeynâ cevâmi-üd-dünyâ cemîan Ve lâkin mâ reeynâ misle hazâ


(Dünyanın bütün camilerini gördük. Lâkin bunun gibisini görmedik.)


Fetihten sonra Fatih bu Ayasofya'yı tamir edip cennet gibi bir Allah evi ettikten sonra Kadırga limanı yakınındaki Küçük Ayasofya'nm onarımına başlamıştır.


2 Küçük Ayasofya caminin vasıflarını bildirir


Kostantin'in anası Eline'nin (Eleni) yaptırdığı bu bina Ayasofya tarzında bir cami olduğu için Küçük Ayasofya derler (67). Kıble kapısından mihraba kadar boyu ve eni kırk üç adımdır. Ve çeşitli direkler üzerine kurulmuş kurşun örtülü bir büyük ibâdet evidir. Kapısı ve minaresi birer tane­dir. Minaresi bir şerefelidir. Ve bahçesi etrafında taşlarla süs­lenmiş bir eski tapınaktır



Şablon:Ayasofya

Advertisement