Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Ayasofya[]
- Bakınız:EÇS/1/124
- On Altıncı Fasıl: Büyük İstanbul Şehrinde Olan Salatın Camilerini Bildirir
Önce, şekli, durumu vaktiyle yapılmış eski iş ve muazzam bina ve yüce Allah'a ibâdet olunacak yer yani Büyük Ayasofya, Yunan tarihçilerinden Yanivan'ın tarihinde söylediğine göre, evvelâ Hazret-i Süleyman dünyanın dört köşesini gezerken sabah rüzgârı Süleyman'ın tahtını Sarayburnu'nda durdurdu ve o da orada bir tapınak inşa ettirdi. Daha sonra, Hazret-i Âdem'in gökten yere inişinden 5052 sene geçince Madyan oğlu Yanko torunlarından (Vizendon) adlı kral meydana gelip İstanbul'u yedinci defa onardığı, dünyayı kıymetlendiren şanlı bir hükümdar olduğu yukarıda 8 inci fasılda etraflıca yazılmıştır. O (Vizendon)'un bir kızı Makendoya'da Sofya şehrinde doğduğundan ona nisbetle (Aya-Sofya) dediler. Babasının İstanbul'un dört bir tarafını yeniden yaptırdığını işitince iki milyonluk hazine ile babası Vizendon'a gelip Süleyman Aleyhisselâm'ın tapınağını genişletmeğe başlayıp para harcarken bir adam gelip «Bunun bütün lüzumlu şeylerini ve malzemesini benden alın ve şu biçimde bir mâbed yapın» diye Ayasofya'nin yapılması için gerekli temel bilgileri öğretti. Önce yeri kuyu derinliğinde kazıp Ahırkapı seviyesine kadar inince yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lâcivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra. İğnados isimli yapıcı bir mühendisin nezaretinde 30 000 işçi ve 7000 amele ve 3000 usta toplanarak gerekli görüşmelerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kub- https://yenisehir.fandom.com/tr/search?query=Ayasofya
Önce, şekli, durumu vaktiyle yapılmış eski iş ve muazzam bina ve yüce Allah'a ibâdet olunacak yer yani Büyük Ayasofya, Yunan tarihçilerinden Yanivan'ın tarihinde söylediğine göre, evvelâ Hazret-i Süleyman dünyanın dört köşesini gezerken sabah rüzgârı Süleyman'ın tahtını Sarayburnu'nda durdurdu ve o da orada bir tapınak inşa ettirdi. Daha sonra, Hazret-i Âdem'in gökten yere inişinden 5052 sene geçince Madyan oğlu Yanko torunlarından (Vizendon) adlı kral meydana gelip İstanbul'u yedinci defa onardığı, dünyayı kıymetlendiren şanlı bir hükümdar olduğu yukarıda 8 inci fasılda etraflıca yazılmıştır. O (Vizendon)'un bir kızı Makendoya'da Sofya şehrinde doğduğundan ona nisbetle (Aya-Sofya) dediler. Babasının İstanbul'un dört bir tarafını yeniden yaptırdığını işitince iki milyonluk hazine ile babası Vizendon'a gelip Süleyman Aleyhisselâm'ın tapınağını genişletmeğe başlayıp para harcarken bir adam gelip «Bunun bütün lüzumlu şeylerini ve malzemesini benden alın ve şu biçimde bir mâbed yapın» diye Ayasofya'nin yapılması için gerekli temel bilgileri öğretti. Önce yeri kuyu derinliğinde kazıp Ahırkapı seviyesine kadar inince yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lâcivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra. İğnados isimli yapıcı bir mühendisin nezaretinde 30 000 işçi ve 7000 amele ve 3000 usta toplanarak gerekli görüşmelerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kub-
Evliya Çelebi şöyle der:
Önce, şekli, durumu vaktiyle yapılmış eski iş ve muazzam bina ve yüce Allah'a ibâdet olunacak yer yani BüyüEvliya Çelebi şöyle der:
Önce, şekli, durumu vaktiyle yapılmış eski iş ve muazzam bina ve yüce Allah'a ibâdet olunacak yer yani Büyük Ayasofya, Yunan tarihçilerinden Yanivan'ın tarihinde söylediğine göre, evvelâ Hazret-i Süleyman dünyanın dört köşesini gezerken sabah rüzgârı Süleyman'ın tahtını Sarayburnu'nda durdurdu ve o da orada bir tapınak inşa ettirdi. Daha sonra, Hazret-i Âdem'in gökten yere inişinden 5052 sene geçince Madyan oğlu Yanko torunlarından (Vizendon) adlı kral meydana gelip İstanbul'u yedinci defa onardığı, dünyayı kıymetlendiren şanlı bir hükümdar olduğu yukarıda 8 inci fasılda etraflıca yazılmıştır. O (Vizendon)'un bir kızı Makendoya'da Sofya şehrinde doğduğundan ona nisbetle (Aya-Sofya) dediler. Babasının İstanbul'un dört bir tarafını yeniden yaptırdığını işitince iki milyonluk hazine ile babası Vizendon'a gelip Süleyman Aleyhisselâm'ın tapınağını genişletmeğe başlayıp para harcarken bir adam gelip «Bunun bütün lüzumlu şeylerini ve malzemesini benden alın ve şu biçimde bir mâbed yapın» diye Ayasofya'nin yapılması için gerekli temel bilgileri öğretti. Önce yeri kuyu derinliğinde kazıp Ahırkapı seviyesine kadar inince yer altından sular fışkırdı. Tam bir ay bu temel içinde ateşler yakıp kurşun akıttılar. Sanki mavi-lâcivert bir kurşun denizi oldu. Bu kurşun denizi temelde senelerce durduktan sonra. İğnados isimli yapıcı bir mühendisin nezaretinde 30 000 işçi ve 7000 amele ve 3000 usta toplanarak gerekli görüşmelerden sonra kurşun temel üzerine direkler, kemerler ve kubbeler yapıldı. Altı su sarnıcı olup zelzeleden korkmamak ve muhafazalı olmak düşüncesiyle temelini önce böyle tamamladılar ve sarnıcı su ile doldurdular. Ve sarnıcın gereken yerlerini tamir ve onarım için kayıklar hazırladılar. Halen bu kayıklar durur ve Ayşe Sultan Sarayına ve Hasan Paşa-zâdeler ve Kade-Mehmed kethüda ve Arslanhâne ve Saray meydanı ve Enderun Cebehânesi ve Scğukçeşmelere varıncaya kadar yazılan sarayların altı baştan ayağa boş olup tatlı su ile doludur. Ayasofya'nın ortasında bakır kapaklı bir kuyu ağzı vardır. Oradan kovalarla su çekilip cemâat içerek susuzluklarını giderirler. Daha sonra Ayasofya'nın dört tarafının duvarlarının yapılmasına başladılar ki, bunun kuruluş ölçülerini seyreden hayran olur ve yapı şeklini ve yüksek binasını görenlerin başları döner ve sersemleşir. Ayasofya'nın yapılış hikâyesi böyle anlatılır ki, dünyanın yedi ikliminde bulunan çok kıymetli taşları ya binanın temeline yüklenmiş veya çok ağır olanları, ağırlan kaldırma bilgisi ile düzgün çalışma ve dökülen gayretlerle o taşları zorla çeke çeke binayı yükseltip renkli mermerler ve taş sütunlarla tamamlandı. Ve yedi iklimden türlü türlü, renk renk şaşılacak Bukalemun nakşında iri mermerler gemilerle taşındı ve Ferhad ayarında sanatkârlar, üstadlar eliyle keskin yerleri aşındı, yani traşlamp düzeltildi. O kadar büyük himmet gösterdiler ki camiin yarısını yedi senede tamamladılar. Ve pek çok taşlar Ayasloğ ve Aydıncıktan gelmiştir.
Ve renkli mermerler Karaman ve Şam ve Kıbrıs adasından ve binlerce sonraki, bal rengi, zeytin rengi, sarı ve mermer rengi diğer parlak sütunlar Atina yakınlarındaki temâşâlıktan ve ham mermerler Marmara adasından taşınmıştır. Yüzlerce mimar ve mühendis yapının çeşitli kısımlarında ustalığa başlayıp her biri yüzlerce beğenilecek hünerler gösterip ihsan alırlardı. Ama bütün mimarların reisi Mimar İğnados idi. Onun nefis vaziyet planını tatbik ederlerdi. Nihayet bu muazzam yapı, Kısra'nın takı gibi aort ana kemer ayaklarına kadar tamamlanınca bir gece mimarbaşı İğnados kayboldu. Meğer kılık değiştirerek (Kızıl elma) (65) diyarına gitmiş ve orada da Papanın izniyle bir kiliseye başlayıp onu da yarısına kadar yedi senede tamamlayarak bir gece oradan da kaçıp İstanbul'a gelince mabedi . yaptıran (hükümdar) tarafından azarlandı. İğnados «böyle bir muazzam binanın temeli çok sağlam olması lâzımdır. Kaçmasam binayı bitirmek üzere zorlanacaım şüphesizdi. O halde bina da sağlam olmazdı» diyerek tekrar kubbenin inşasına başladı. Yüz kadar sonraki direkler üzerine kubbeler ile iki kat da son direkler üzerine Havarnak takları üzerine gök kubbe gibi, tersine dönmüş kâseye benzer ve mavi - lâcivert renkli halis kurşunla örtülü bir muazzam kubbe yaptılar ki çeşitli renklerde olan gökyüzü altında böyle şaşılacak durumda bir kubbe ne evvelce ne de sonra yapılmamıştır. Bu çok yüksek kubbenin en sivri üst kısmında yüz İskender kantarı ağırlığında altından bir haç alem konulmuş olup güneşin parlatmasıyle tâ Alemdağından ve Keşiş dağından (Uludağ) ve îstranca dağlarından fark edilirdi.
40 sene içinde tapmak tamamlamca iç ve dış hizmetleri için 12 000 hizmetçi tayin edildi. Hattâ Peygamberimizin doğumundan 965 sene evvel Büyük İskender zamanında Yunan taifesi (kavmi, milleti) Kıpti denilen çingeneler elinden Mısır'ı alıp Ayasofya'ya vakfettiler. Bu suretle o kadar zengin ve mamur oldu ki Hıristiyanların, benzetmek gibi olmasın, Kâbeleri oldu.
Daha sonra, iki cihan Resulü olan Peygamberimizin doğuşunu müjdeleyen mübarek gecede vuku bulan büyük zelzele, Kisrâ'nın tâkmı, Roma'nın ve Ayasofya'nın kubbelerini yıktı. Zaman geçtikten sonra Hazret-i Peygamberin hatırlatması ile üç yüz kadar Busrâ'da oturan manastır papazları, Buhayrâ adlı meşhur papazın delaletiyle Mekke'ye giderek o zaman henüz küçük yaşlarda olan Hazret-i Muhammed'in (A. S.) ağız suyundan bir parça alıp bir de mübarek elinin örneğini ceylân derisi üzerine Peygamberin amcası Ebu Tâlib'e çizdirmişlerdir ki hâlâ duran bir çekmecede saklıdır. Bu suretle Peygamberin ağız suyu ile zemzem suyu ve Mekke'nin temiz toprağından birer miktar alınarak bu papazları İstanbul'a gelip kubbenin yıkılmış olan kısmını, yapmağa başladılar. Halen Peygamberin tükrüğiyle yapılan bu kısım kubbenin kıble tarafında otuz iki nakışlı kısım böylece zahmetsizce yeniden yapılmıştır. Bilenler buna baktıkça Allahümme salli alâ Muhammedi derler. Çünkü kubbenin diğer taraflarından burası daha belli ve daha nurludur. İstanbul'un fethinden sonra Fâtih «Bu kubbe Hazret-i Peygamberin ağız suyu ile durdu» diye büyük kubbenin ortasına bir zincir ile uğur sayarak bir altın top asmıştır ki elli Rum kilesi buğday alır. Bu top altında Hazret-i Hızır'ın bulunduğu ve arasıra dini bütün Müslümanlardan bâzılarıyle buluştuğu cihetle dilek sahipleri arasında Hızır'la buluşabilmek için o altın top altında kırk gün sabah namazı kılmak sözleri halk arasında söylenegelmektedir.
eski mâbed büyük ayasofya'nin tertip ve tanzim şekilleri ve sanat kısımlarının yapılışlarInI ve enini boyunu bildirir.
Ayasofya camii, İstanbul şehrinin doğu kısımları sonunda Ahırkapı denizine bin adım ve kuzeyinde ve Sarayburnuna bin adım uzak bir yüksek tepe üzerinde gökyüzüne baş uzatmış kagir bir muazzam binadır ki benzeri bir kubbe daha yapılmamıştır.
Bu altın işlemeli kubbeden başka kıble tarafında bir yarım kubbe içinde, ondan da biraz küçük bir kubbe içinde mihrap ve sağ tarafında beyaz ham mermer yapılmıştır. Kıble kapısı üzerinde de çok yüksek muazzam bir yarım kubbe yapılıdır. Bu kubbelerden başka Ayasofya'nin dört tarafında bu üç katlı yapıda 380 kemer çok güzel katlar teşkil etmektedir. Ama ortadaki kubbe çok büyüktür. Bunun dört bir tarafı çepçevre billur ve necef (bir nevi parlak kıymetli taşlar) cam ve pencerelerle süslenmiştir. Bu kubbe camlarından başka dış ve içlerinde olan camlar (pencereler) tamamı bin yetmiş tanedir. Adı geçen bu kubbelerin hepsinin içinde süsleme ve nakış üstadı (................... ) adlı zat kaplama ve altınlı ve mineden resimlerle tuhaf ve acayip şeküler ve büyüleyici bir suretle melekler ve başka insanlar resimleri yapmıştır ki dikkat gözüyle seyredenlerin hayretlerinden parmakları ağızlarında ka-
__________________________________________________________________
yet beyaz mermerden 4 sülün vardır. Diğer sütunlar da Trova, Atina, Delos, Sırik ve Mısır'dan gelmiştir.
İşte bu suretle inşası 548 Müâdî tarihinde yapılarak içi birçok put ve resimlerle süslenmişti. Kubbesinin tuğlaları Rodos'da yapılarak getirtilmiş olup bunlar o kadar hafiftir ki 12 tanesi bri tuğla ağırlığındadır.
Yapılalıdan beri birçok kere imparatorlar tarafından onarıldığı gibi en son onarım da 1265 (M. 1844) yılında Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır.
Fatih Hazretleri tuğladan minare ile medrese ilâve etmiş ve vakıf gelirinden de tahsisat vermişlerdi. Sultan İkinci Bayezid Bâb-ı Hümâyun tarafındaki minareyi ilâve ve medreseyi genişletmişlerdi. Diğer iki minare de İkinci Sultan Selim tarafından yaptırılmıştır. Camiin içinde bulunan mermer küplerle dört mahfel Üçüncü Sultan Murad'ın, taş kürsü Dördüncü Murad'ın, birinci kattaki hünkâr mahfeli ile camie bitişik kütüphane, okul ve aşevi Birinci Sultan Mahmud'un eserlerindendir (1152)-(M. 1739).
Top kandil yerinde vaktiyle bir altın top varken Üçüncü Sultan Ahmed zamanında o top kandil ile değiştirilmiştir Eski celi yazıları hattat (yazı ustası) Tekneci-İbrahim Efendinin eseri idiyse de şimdiki yazılar Sultan Abdülmecid zamanında Kazasker rahmetli Mustafa İzzet Efendiye yazdırılmıştır.
lir. Bu şekillerden başka büyük kubbenin dört büyük ayağının üst kısımlarında dört köşede birer melâike resmi vardır. Benzetmek olmasın, biri Cebrail, biri Mikâil, biri İsrafil, biri Azrail resimleridir ki hâlen kanadlarını açmış durmakta, boy posları kanadlarıyle birlikte ellişer zıra'dır (eski ölçülerden).
Hazret-i Peygamber dünyaya gelinceye kadar bu melâike resimleri, göbeğinde olan ağızları ile konuşarak, Cebrail resmi, olmuş ve olacak hâdiseleri bildirirmiş, Mikâil resmi batı tarafında olup düşman zuhur edeceğini ve kıtlık ve açlık olacağını haber verirmiş, İsrafil resmi kuzeyde olacak olaylardan ve Azrail resmi de hükümdarların öleceklerinden haber verirlermiş.
Halen anlatılan bu dört heybetli resim rahatlıkla görülebilmektedir. Camiin doğudan batıya olan uzunluğu 134 ve genişliği 122 zıra'dır. Câmün içinde ve dışında büyük ve küçük pek çok sayıda göklere uzanan yüksek sütunlar, direkler vardır ki güya her biri gökyüzünün ayaklarıdır. Ve ateş kırmızısı parlak sonraki sütunlar var ki kıymetli mücevherlerden dünyada kıt bulunur benzersiz çok büyük direklerdir ve her birisinin boyu kırkar Mekke ziraidir. İkinci kattaki direkler otuzar zıra'dır. Bu camiin üç tarafında ikişer kat cemâatin ibâdet edeceği kısımlar vardır ki iki tarafta merdivenlerden at ile çıkmak mümkündür. Zeminine beyaz mermer döşenmiştir. Cami içinde tâ kubbeye kadar üç kat kandil yakacak duvar aralıkları dehlizler vardır ki camiin içten tamamını kuşatmıştır. Camide 361 tane kapı vardır. Fakat 100 tanesi çok büyük kapılardır. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç kere saysak bir kapı daha meydana çıkar. Ona da işaret koyup tekrar saysanız işaretsiz bir kapı daha bulursunuz. Tuhaf bir haldir bu. Ve bütün kapıların boyu yirmişer zira' olup kanadlan altın işleme ile süslenmiş, donatılmış, gümüş mine işlenmiş pirinç ki sanat itibariyle ibret ve hayretle seyredilecek büyük ve yüksek kapılardır. Kıble tarafın orta kapısı hepsinden daha büyük ve yüksekliği 50 zira' bir kocaman kapıdır. Bunun tahtalarının hazret-i Nuh'un un cudi dağındaki gemisinin enkazından olduğu da söylenmektedir.
Bu orta kıble kapısı üzerinde sarı pirinç madeninden tabuta benzer uzun bir sandık içinde Kraliçe Sofya'nın cesedi mumya olarak durduğunu da söylerler. Birçok şahıslar bu sandığa el uzatmağa cesaret ettikleri zaman cami içinde büyük bir gürültü ve titreşme olmuş ki teşebbüslerinden vaz geçmeğe mecbur olmuşlarmış, Bir büyük tılsım da budur. Onun yukarısındaki küçük direklerin kemeri üzerinde mermer bir kitabe üzerinde Kudüs-ü Şerif'in kıble olduğu zamanki eski resmi konulmuştur. İçi türlü türlü, çeşit çeşit cevahirle süslenmiştir. Bu da tılsımlı olup el sürmeğe cesaret olunamaz. Burada yeşil renkli bir direk daha vardır ki, seyretmeğe değer. O direğin üzerinde de Meryem Ana'nın temsilî bir resmi vardı. Elinde bir kandil vardı ki, sanki bir beyaz güvercin gibi idi. Her gece bunun ışığı camii aydınlatırdı. Bu da zelzelede yıkılmış olup hâlen Roma'dadır derler. İspanyalılar tarafından oraya götürülmüş imiş. Camiin iç yüzü duvarları baştan aşağı beşer altışar zira dört köşe cilâlı taşlarla kaplıdır.
Kelâmî Ağanın başından geçenler
Sultan Süleyman'ın rikâptarlığı ile yetişip ilerlemiş bir takatsiz ihtiyar vardı ki yüz elli yaşında öldü. Tarikate mensup bir insandı. Bu zat anlatmıştı ki,. Gazi Sultan Selim zamanında İstanbul'da tâûn (veba) = (salgın hastalık) çıkıp günde üç bin cenaze kapılardan çıktığını Sultan Selim haber alınca on gün tellâllar bağırtıp İstanbul ahalisini Kadir gecesi Ayasofya'da topladılar ki hastalığın önlenmesi için hep birlikte dua edeceklerdi. Ayasofya insan denizi haline gelip omuz omuzu sökmez oldu. Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi Hazretleri duadan önce kürsüye çıktı. Vaiz ve nasihat etti ve zaten bütün halk onu bekliyorlardı. Bu Yahya Efendi Trabzon'da yetişmiş olup Sultan Süleyman Hazretleri ile süt kardeş idi. İkinci Selim zamanında bilginlikte en üst dereceye ayak basıp halktan uzak durmağa başlamışdı,vaiz ve nasihatini değil, kimse yüzünü göremez olmuştu. O gün İstanbul ahalisi katkat üstün halde va'zında hâzır bulunu Ayasofya içinde ayak basacak yer kalmadı. O esnada yukarıda adı geçen Kelâmı Ağanın büyük abdesti sıkıştırıp kocaman karnı Bağdad davulu gibi gümbürdemeğe başladı. «Bre hay medet, halim nice olur?» diye şaşıp sıkıntısından vücudu fiske fiske kabarıverdi. İki üç kere ayağa kalkıp etrafına bakarak yine oturdu. Zira insan denizine düşmüş gibi idi. Adım atacak yer yoktu. Adamın sıkıntısı da o derece arttı ki yerinden kımıldayacak hali kalmadı. Hemen Şeyh Efendiye dönüp içinden ve cân-ı gönülden yardım istedi. Ve «Beni bu cemâat içinde halka kepaze etme» diye içinden yalvardı. Hemen yanında sipahi kılıklı bir adam peyda olup Bre adam. Senin derdin nedir? Yüzün gözün şişmiş, hoşluğun yoktur. Senin derdine çare bulayım ama bu gizli kalsın. diye yemin teklif etti. Kelâmı Ağa da yemin etti. Sipahi cübbesinin (paltosunun) sağ yenini Kelâmî Ağa'nın başına örttü. Kelâmî Ağa kendini Kâğıthane nehri kenarında bulup sıkıntısını giderdi. Yeniden abdest alıp kırk kere Allah'a şükür secdesi ederek «Nedir bu başıma gelen, rüya mıdır, yoksa aslı var mıdır?» diye düşünürken kendisini yine Ayasofya'da oturduğu yerde buldu. Adı geçen sipahiyi de yanında görüp «Bre medet, ben her halde Hızır Peygambere rastladım. Eteğini bırakmayayım.» diye sipahiye hürmet etmeğe başladı. Yahya Efendi va'zını bitirip kürsüde duaya başladı. Cemâat da âmin dediler. Duâ bitti. Ayasofya kapılarını kapayıp yalnız büyük kapıyı açık bıraktılar. Ve Defterdar Derviş Çelebi kapıda durup çıkan cemâati saydılar. Hepsi elli yedi bin adam çıktığını tesbit ederek yazıp Sultan Selim'e arzettiler. O esnada Kelâmî Ağa sipahinin eteğine yapışarak «Sultânım, ben şimdiden sonra senin eteğini elimden bırakmam ve sana kul ve kurban olurum. Lütfet. Beni dileklerime kavuştur!» diye rica etmeğe başladı. Sipahi ise «Ben senin dediğin adam değilim be adam. Git beni kendi halime bırak» diye çeşit çeşit münasebeetsiz sözler söyleyip küfür dahi ederek kalb kırıcılık etti ise de Kelâmî Ağa sipahinin yine eteğini bırakmayıp inançla sarılıyordu.
Sipahi, Kelâmî Ağayı «eteğimi bırak» diye fırıldak gibi çevirip birkaç yerden başını dahi yaralayıp sırtındaki samur kürkünü parça parça etti. Ve cemâatten bâzı kimseler bunların aralarını bulup gittilerse de Kelâmî Ağa Sipahinin yanından bir adım ayrılmayıp rica ve yalvarma ve inatla mücadele ederek Ayasofya 'nın helalarına kadar geldiler. Sipahi hemen bir helaya girdi. Kelâmî Ağa kapının dışında beklerken biraz sonra dolamalı ve belinde gümüş zincirli bıçak ve burma sarıklı bir yeniçeri çıktı. Kelâmı Ağa hemen yeniçerinin yakasından tutup rica ve yalvarmaya başladı. Yeniçeri «Git be adam. Sen bunamışsın. Ben senin dediğin adam değilim. Bana yaklaşma!» dediyse de asla fayda vermeyince Kelâmî Ağaya bir dayak attı ki seyredenler acıyıp elinden kurtardılar. Yeniçeri oradan Ayasofya çarşısında bir bozacı dükkânına girdi. Kelâmî Ağa da beraber gidip ondan ayrılmadı. Yeniçeri asla yüz vermeyip kebap ve ekmek yiyerek ve boza içerek açlığını giderince dışarı çıkıp gitti. Kelâmı Ağa yine peşine düşüp giderken Soğukçeşme üstlerinde bir daracık sokak içinde bir tenha yere varınca yeniçerinin ayağına kapanıp «Aman, Hazret-i Peygamber aşkına olsun beni bermurad eyle (dileklerime ulaştır) » deyince yeniçeri gülümseyip «Hakikaten doğru bir âşıksın. Ama tecrübesiz, toy ve acemisin. Birkaç kere tecrübe için sana dokundum. Ama yine benden yüz çevirmeyip tam bir inançla eteğimden ayrılmadın. Şimdi seni bir yere götüreceğim. İçeriye girip selâm verince sana köşkte kırk gün çile çekeceksin diyecekler. Ama orada olanların hiçbir işine karışmayıp sağır ve dilsiz gibi durup asla dünya sözü konuşma. Görelim feleğin âyinesi ne gösterir?» diye o tenha yerlerde karanlık bir köşede pis ve sidikli bir kapıya gelip yeniçeri kapıyı çalınca kapı açıldı. İçeriden zenci yapılışlı, asık suratlı bir Arap görünüp bunlar içeriye girince hemen o zenci Kelâmî Ağanın kolundan sıkıca yapışarak yarım elma gibi evin içine attı. Kelâmî Ağanın aklı başına gelince orada olanlara Esselamü aleyküm diye selâm verince hepside selamını aldılar.
Adı geçen yeniçeri, Kelâmî Ağaya yer gösterip orada pis bir toprak üzerinde kaldı. Kendisi de aşçı gibi kılık değiştirerek baş köşede oturan tarikatin öncüsü bir ihtiyarın mübarek elini öperek Kelâmı Ağa ile geçen macerayı anlattı.
İhtiyar dedi ki «Dünya tadlarından ve her şeylerden ilgisini kesti ise bu Kırklar dergâhında mutluluğa erişir ve postunu baş köşeye koyarız. Safa geldin kişi» diye Kelâmî Ağaya iltifat ve hürmet etti. Kelâmî Ağayı orada üç gün üç gece aç ve susuz bıraktılar. Bitkin ve dermansız kalan zavallının Unkapanı'ndaki evi köyü, çoluğu çocuğu hatırına gelip «Acaba bu işin sonu ne olacak?» diye Allah'a boyun eğip otururken dördüncü gün köşede oturan ihtiyar, adamlarına «Allah'ın emriyle vazifeli olduğunuz işleri görün.» diye emir verince hemen yukarıda yazılı yeniçeri kılığına giren adam ayağa kalkıp bir odayı açarak içeriden 38 türlü silâh âleti çıkardı. Otuz sekiz adamın önüne birer tane koyup kendi önüne de bir leğen içinde su koydu. Herkes yerinde dururken Kelâmî Ağa «Şu sudan biraz içsem» deyince «sabreyle bugün görelim sana bu sudan içmek nasip olur mu?» dediler. Biraz vakit geçtikten sonra karşı tarafta bir adam önündeki kılıcı alıp bir küçük çocuk peyda olunca o adam kılıcıyle oğlanın başını kesti. Hemen Kelâmî Ağa «Canım, o adamı neye öldürdü?» diye sorunca yeniçeri «Arkadaş, sorucu olma demedim mi?» diye cevap verdi. Yine karşı taraftan iki adam daha çıktı. Bunları bir arslan kovalayıp ortaya getirince adamlardan biri Şeyhin arkasına saklanıp kurtulur, diğerini arslan parçalar ve yer. Kelâmî Ağa dayanamayıp yine sorar. Derken bir adam önünden yine bir oğlan çocuğu belirir. Arkasında bir kurt çocuğu kovalarken seccadede oturan adamlardan birisi ok atarak kurdu öldürür. Sonra çocuk bir köşede kaybolur. Kelâmî Ağa bu sefer Allah'a şükreder. Bu defa da karşı taraftan üç adam çıkar. Şeyhin emriyle ikisini asıp, üçüncüyü de asarken Kelâmî Ağa dayanamayıp Şeyhin huzuruna varıp ve herifin affedilmesini yalvarırken yeniçeri Kelâmi Ağa'nın yakasından yapışarak yerine oturtur ve «Bre, ben sana kırk gün sabret demedim mi?» diye tenbih eder. O esnada yeniçerinin önündeki leğen içinde olan su çalkalanmağa ve dalgalanmağa başlar ve bu arada leğende iki küçük gemi belirir.
Gemiler batmak üzereyken yeniçeri geminin birinin direğinden yapışıp yelkenini üf diye şişirerek dalgaların öldürmesinden kurtulup giderler. Öteki gemi suyun dalgalanmasından batmak hâline gelince içinde olan Allah kullarının Yâ Allah diye ağlaşıp bağrışmaları göğe yükselir. Bu esnada yeniçeri, Şeyhin emriyle geminin direğine basıp gemiyi batırınca içinde olan canlıların hepsi de suya gömülüp kimisi kurtulurken yeniçeri gemiyi tamamen batırır. Bu esnada bir oğlancıkla bir kızcağız leğenin kenarına çıkarlarken yeniçeri kenardan oğlanı batırıp kızı leğenden dışarı çıkarır. Kelâmî Ağa bu hali görünce «O suçsuz çocuğu neden batırıp kanına girdin ve Allah'ın bu kadar yaratığının kanına neden girdin?» diye bağırınca hemen baş köşedeki Şeyh, «Buna bir ekmek parası verelim. Getirin şu Kırklar huzurunda bir duâ edelim» diye Kelâmî Ağayı konuşma yerine getirir. Mecliste bulunanların hepsinin önünde Kelâmî Ağaya bir ekmek, bir akçe, bir salkım üzüm, bir hurma, bir zeytin verip «Tabiî ölüm gününe kadar sağlık ve afiyetle yaşamasına ve bütün yiyeceklerini gizli hazinesinden yüce Tanrı gönderip meleklerin yanında saygı ve itibâr görmesine ve gök ve yerde bütün âfetlerden kurtulmuş ve muhafaza edilmiş olarak dünyanın sonuna kadar zürriyetinin tükenmemesine gün günden nesli devam edip son nefesinde güzel bir bitiş ile Peygamberin bayrağı altında gölgelenmesine...» diye hayırlı duâ eder. Orada bulunanların hepsi âmin deyip duadan sonra yeniçeri ve zenci kapıcı Arap, Kelâmî Ağanın yakasından tutup «yum gözünü» derler. Zavallı Kelâmî de uyku ve hayâl gibi göz yumup açınca kendisini Galata meyhaneleri içinde bulur. «Bre hay medet. Elime geçmiş devleti elden kaçırdım!» diye içi yanarak köşe bucak gezip sonunda bir meyhaneye girince baktı ki birçok sarhoş yeniçeri «Gel dostum, bir dolu kadehimizi iç» diye yanlarına çağırırlar.
Zavallı Kelamı Aga evvelce Ayasofya çarşısında beraber oluğu sipahiden değişme yeniçeri ile bozahâneye girmişti. Bunları daona benzetip, üç günden beri de aç olduğundan meyhane yemeği ile karnını doyurup açlığını giderir. Ama yine de bu meyhâneli adamları birlikte düşünüp bunlardan yardım ister. Nihayet vakit akşama yaklaştığında Galata'dan onlarla beraber kayığa binerek Unkapanı tarafına geçip Kelâmı Ağaya bir desti şarap yükletirler. «Bu da beni imtihandır.» diye inançla yürürken akşamdan sonra bir tenha sokakta Kelâmı Ağanın başından sarığını ve sırtından samur kürkünü alırlar ve «Ya bu şaraptan içersin, yahut seni ödürürüz.» diye zorlayarak olmayacak tekliflerle sıkıştırıp o inançlı ihtiyar ister istemez bir bardak içince «Ya Allah» diye o anda soyunup çıplak oiarak evine geldi. Ve artık dışarı çıkamayıp dünya işlerinden elini çekerek halktan uzak, kimseyle görüşmeyen çekici kuvvet sahibi bir büyük adam oldu. Ama, Unkapanının iç yüzünde, kuyumcular içinde oturup sarayında gelen ve gidene yiyecek ve harcıyacağı o kadar bol idi ki bu kadar zenginlik ve bu kadar hesapsız masrafın nereden geldiğine kimsenin aklı ermiyordu. Rahmetli ve Allah'ın mağfireti üzerine olası Kelâmı Ağanın Ayasofya camii içinde Kırklar makamı denilen yerde başından geçen bu macerayı kendisinden dinleyip yeri geldiği için buraya yazdık. Doğruluğu ve sorumluluğu söyleyene aittir.
Hadîs-i Şerif: El kezzab men yetehaddese bi-külli Mâ sem'ahû.
Şimdi yine Ayasofya'daki makamları anlatalım.
1 Havvariyun Makamı :
Hazret-i isa'nın on iki arkadaşına ayrılan bu bölüm yukarı katın doğu tarafında, oradan Ak-Şemsüddin makamı Terler direk yakınındadır.
2 Terler direk ziyaret yeri:
Bu tere bulanmış direk hakkında çeşitli dedikodular vardır ki yaz, kış, gece ve gündüz terleyip durmaktadır.
Camiin geride kıble kapılarının batı tarafının sonundaki kapının iç yüzündeki bucakta dört köşeli bir beyaz mermer direk konulmuştur ki, boyu on bir zira'dır. Alt kısmı bir insan boyu bakır kaplıdır. Yine böyle daima terler durur. Bir rivayete göre onun temelinde tılsımlı define vardır. Başka bir söylentide kalede kapatılmış kalan Yâ Vedûd Sultanın yürekler yakıcı ânının sıcaklığından bu zamana kadar terler derler. Bir söylentide de Hazret-i Peygamber'in ağız suyu ile (tükrüğüyle) yapılan harç bu direğin altında yapıldığı için onun nemli tesiri dolayısıyle terler denilir. Görülecek bir acayip şeydir.
İçindekiler
1 Terler direğin hassaları:
2 Diğer hassası:
3 Üçüncü hassası:
4 Kıble kapısı,makamı:
5 Ayasofya kuyusunun hassası:
6 Altın topun hassası:
1 Terler direğin hassaları:
Bir adam baş ağrısı çekerken bu direğin terinden sürerse Allah'ın emriyle iyileşir.
2 Diğer hassası:
Bir adam zahir (dizanteri) denilen hastalığa tutulup yüreğinden kan gitse bu direğin terinden yalarsa Allah'ın izniyle kurtlur.
3 Üçüncü hassası:
Bir adamı sıtma tutsa, bakırın deliklerinden parmakla toprak çıkarıp bağlarsa Allah'ın emriyle gasyân ederek hastalıktan kurtulur. Tecrübe edilmiştir.
4 Kıble kapısı,makamı:
Bu mübarek kapının kanadları Hazret-i Nuh'un gemisinin tahtasından olduğu söylendiğinden bütün deniz tüccarları misafirler o kapı dibinde iki rekât namaz kılarak ellerini kapının tahtasına sürüp Nuh Peygamber ruhuna bir Fatiha okuyup yola çıkarlar. Gayet tecrübelidir.
5 Ayasofya kuyusunun hassası:
Bir adam yürek oynamasına (çarpıntıya) tutulmuş olsa üç cumartesi Ayasofya içindeki kuyunun suyundan sabahleyin aç karnıma üçer kere içse Allah'ın izniyle kurtulur derler.
6 Altın topun hassası:
Bir kimse unutma hastalığına tutulup işittiği hatırında kalmazsa Ayasofya kubbesinin ortasında asılı olan top altın-da yedi kere sabah namazı kılıp üç kere (Allahümme yâ kâşif 'el-müşkilât ve yâ âlim üs sırrı ve'l-hafiyyat = Ey zorlan keşfeden ve ey gizli ve kapalıları bilen Allahım) diye her vakitte (beş namaz vaktinde) yedişer siyah üzüm yese Allah'ın emriyle öyle zeki tabiatlı, temiz ve uyarıcı olup işittiği sözler taşa oyulmuşçasına aklında kalır. Zira bu kubbe Hazret-i Peygamber'in ağız suyu ile tamir olunmuştur. Altında bir defa ibâdet edenin dünyada ve âhirette hayır dilekleri yerine gelir. Hattâ Göynük kasabasında Ak-Şemsüddin oğlu Hamdi Celebi'ye o kadar bunama gelmiş ki, bir adam kendisine selâm vermek istese kâğıda selâm sözü yazar, o da kâğıda bakıp (ve aleyküm selâm) dermiş. Bütün hekimler çare ve ilâç bulamamışlar. Nihayet Ak-Şemsüddin Hazretlerinin öğretmesi üzerine Hamdi Çelebi Ayasofya'ya gelip yedi kere mezkûr top altında namaz kılarak yukarıda yazılan duayı her sabah üç kere okuyup yedişer tane siyah üzüm yemiş ve Allah'ın izniyle bunaklık ve ahmaklıktan kurtulup o zaman Yusuf ve Züleyhâ adlı eserini yazamağa başlamış ve yedi ayda bitirmiştir. Ondan sonra Kıyafetnâme 'yi yazmıştır ki, dünyaca meşhurdur.
Soğuk pencere makamı:
Ayasofya'nın kıble tarafında ve hünkâr kapısının iç yüzünde kuzeye açılmış canlar safası bir penceredir ki daima lâtif ve serin bir rüzgâr eser ve insana hayat verir. Güya dışarıda bulunan cennet bahçesinin güzel nağmeli bülbüllerinin ötüşlerinden adamın ruhu gıdalanır. Bu iç açıcı yerde Ak-Şemsüddin fethin ilk günlerinde öğrencilerine tefsir-i şerif dersini anlatıp, «Burada Kur'ân okuyan ve sair bilgilerle meşgul olan bütün ilimleri öğrenip âlim olsun» diye hayırlı duâ ederdi. Bugüne kadar orada bir kere Besmele çeken hayatta mahrum kalmamıştır. Hattâ üstadımız, şeyhler şeyhi kurra sahibi Evliya Efendi bu pencerede on türlü okuma ilmini öğretmiş ve burada binlerce kişi Kur.ân okuma öğrenmiştir.
1 îsâ beşiği makamı:
Yukarı katın doğu tarafında bir köşede kırmızı renkli ve mermer tekneye benzer bir beşiktir. Günahkâr kadınların çocukları, hasta ve muzdarip oldukları zaman bu beşiğe koyarlarsa inançları dolayısıyle Allah'ın emriyle burada rahatlığa kavuşurlar.
2 Hazret-i İsa'nın yıkandığı yer :
îsâ'nın beşiğine yakın dört köşe bir teknedir. îsâ Peygamber Meryemden doğunca bu teknede yıkanmıştır. Kostantin'in bu tekneyi (Beytüllâhım)'dan getirdiği doğrudur. Ama ben Beytüllâhımda İsâ'nın yıkandığı bu tekneyi gördüm. Bu Ayasofya'daki tekne içinde dürüst olmayan çocuklar yıkanırsa kanı, canı ve vücudu dürüst olup güya İsâ'nın kanına ulaşıp yaşarlar. Dünyaca meşhur taş bir teknedir.
3 Yediler kapısı makamı:
Yine yukarı katın doğu tarafında çok büyük bir kapıdır. Kanadları tahta değildir. Şaşılacak kadar nakışlı, süslü beyaz mermerden kapı kanadlarıdır ki, güya bâb-ı muallâdır. Dünya yüzünde benzeri yoktur. Dünyayı gezen seyyahlar ve mimarlar arasında şöhreti gökleri tutmuş bir seyredilecek kapıdır. Her vakit Yediler orada ibâdet ederler.
4 Nurlu taşlar temâşâlığı:
Yine üst katın doğu tarafında beş altı parça ince ve çeşit çeşit tahta gibi biçilmiş taşlar vardır. Dünyayı aydınlatan güneş felek kubbesinden doğduğu zaman ışığı bu çeşitli taşlara vurunca her taştan bir güneş gibi ışık saçıp insanoğlu bakmağa dayanamaz. Sözün kısası fukaranın Kâbesi gibi Ayasofya'nın içinde ve dışında ziyaret edilen yüksek makamlar pek çok ise de benim bildiklerim bu yazdıklarımdır.
Ayasofyanın üzerinde bulunan kurşun bu kadar seneden beri bozulmamış, çürümemiştir. Zira dökülüşünde altın karışık olduğunu duydum.
Beyt
Reeynâ cevâmi-üd-dünyâ cemîan Ve lâkin mâ reeynâ misle hazâ
(Dünyanın bütün camilerini gördük. Lâkin bunun gibisini görmedik.)
Fetihten sonra Fatih bu Ayasofya'yı tamir edip cennet gibi bir Allah evi ettikten sonra Kadırga limanı yakınındaki Küçük Ayasofya'nm onarımına başlamıştır.
2 Küçük Ayasofya caminin vasıflarını bildirir
Kostantin'in anası Eline'nin (Eleni) yaptırdığı bu bina Ayasofya tarzında bir cami olduğu için Küçük Ayasofya derler (67). Kıble kapısından mihraba kadar boyu ve eni kırk üç adımdır. Ve çeşitli direkler üzerine kurulmuş kurşun örtülü bir büyük ibâdet evidir. Kapısı ve minaresi birer tanedir. Minaresi bir şerefelidir. Ve bahçesi etrafında taşlarla süslenmiş bir eski tapınaktır
Şablon:Ayasofya