Yenişehir Wiki
Advertisement

Şablon:Fıkhi deyimler

Bakınız

D. Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe İngilizce Fransızca MKK/Düz Metin . MKK/Düz Metin linkli MKK/1-25 MKK/26-50 MKK/51-75 MKK/75-100 MKK. Mecelle/Hukukun Kavaid-i Külliyesi... Mecellenin külli kaideleri... Mecelle'den seçme hükümler... Majalla/ PART II... Mecelle/İlk 100 MADDE ... Mecellenin ilk 100 maddesi/Osmanlıca ... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe.... Mecellenin ilk 100 maddesi/Türkçe kelime izahlı... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arabi Türki İzahlı ve Şerhli.... ESK/Mecelle/1-100.... ESK/Mecelle/1-100/Kelime İzahlı.... Mecellenin ilk 100 maddesi/Osmanlıca... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arabi Türki İzahlı ve Şerhli... MKK.. Mecellenin Külli Kaideleri.... Mecelle/Hukukun Kavaid-i Külliyesi

Bakınız

D . 50. Md şablonu güzel. MKK. MKK1 . MKK/1-25.MKK/1-30.MECELLE. MC/Mukaddime MAKALE-İ ÛLÂ; İLM-i FIKHIN TARİF VE TAKSİMİ HAKKINDADIR . Definition of Jurisprudence: MC/1 . MC/2 . MC/3 . MC/4 . MC/5 . MC/6 . MC/7 . MC/8 . MC/9 . MC/10 . MC/7 MC/8 MC/9 MC/10 MC/11 MC/12 MC/13 MC/14 MC/15 MC/16 MC/17 MC/18 MC/19 MC/20 MC/21 MC/22 MC/23 MC/24 MC/25
MAKALE-İ SANİYE; KAVÂİD-İ FIKHİYYE BEYÂNINDADIR MC/2 - Bir işden maksad ne ise hüküm ona göredir. Yani bir iş üzerine terettüb edecek hüküm ol işten maksat ne ise ona göre olur.MC. 170, 769, 1240.; TMK. 1, 2, 3, 84, 114, 125.; TBK. 18, 20, , 41, 43, 48, 82, 83.; ZGB. 2., 3.; BGB. 157, 242, 932.; TCK. 45 MC/3 - Ukûdda itibar makâsıt ve maâniyedir, elfâz ve mebâniye değildir.MC. MC/262, MC/389, MC/648.; TMK. ı, 2, 3.; TBK ı, 18,25, 26, 154, 165, 178, 505.; MH. 314, Madde 4 - Şek ile yakin zâil olmaz.MC. MC/5, MC/6, MC/7, MC/8, MC/9, MC/10, MC/11, MC/12. Madde 5 - Bir şeylin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.MC. MC/6, MC/10, MC/1685, MC/1776, MC/1777.; TMK IS Madde 6 - Kâdim kıdemi üzere zikrolunur.MC. MC/166, MC/1224, MC/1197.; MH. 48; TBK. 125 - 140. Madde 7- Zarar kadim olmaz.MC. MC/6 , MC/166, MC/1166, MC/1224; MH. 48.; TBK. 125 - 140. Madde 8 - Berâ'et-i zimmet asıldır.MC. MC/9, MC/612. Madde 9Sıfât-ı ârizada asl olan ademdir.MC/8, MC/332 Madde 10Bir zamanda sabit olan şeylin hilâfina delil olmadıkça bekâsıyla hükmolunur. MC MC/5, MC/1621, MC/1592. Madde 11 - Bir emr-i hâdisin akreb-i evkâtına izâfeti asıldır. MC MC/10, MC/5, MC/8; HUMK 299. Madde 12 - Kelâmda asl olan manây-ı hakîkîdir.MC. MC/13, MC/60, MC/61.; TMK ı, 2; TBK18. Madde 13 - Tasrih mukâbelesinde delâlete i'tibar yokdur.MC. MC/12, MC/772.; TBK. ı. 2:, HUMK. 234, Madde 14 - Mevrid-i nassda ictihâda mesâğ yoktur.MC. MC/15, MC/16, MC/167.; TMK. ı, 2; TBK 18. Madde 15 - Alâ hilâfi'l-kıyâs sâbit olan şey sâire makîsün-aleyh olamaz.MC. MC/14, MC/16. MC/1659. Madde 16 - İctihâd ile ictihâd nakz olmaz.MC. MC/14, MC/15.; TMK. 1; TCK. 44 Madde 17 - Meşakkat tesyîri celbeder.MC. MC/18, MC/19, MC/20, MC/205, MC/223, MC/396, MC/799.; TMK. 2 Madde 18 - Bir iş zîk oldukda müttesi olur.MC. MC/17. Madde 19 - Zarar ve mukâbele bi'z-zarâr yokdur.MC. MC/20, MC/25, MC/26, MC/27, 28, MC/29.; TMK. 41, 61, vd; Madde 20 - Zarar izâle olunur.MC. MC/19, MC/21, MC/22, MC/25, MC/26, MC/27, MC/28, MC/29, MC/30, MC/32, MC/998, MC/1201.; TBK 41 vd. Madde 21 - Zarûretler memnû' olan şeyleri mübah kilâr. MC. MC/22, MC/96, MC/97, MC/1007.; TBK. 52; TCK 49-50, 516/4. Madde 22 - Zarûretler kendi mikdarlarınca takdir olunur.MC.MC/21, MC/23.; TBK. 52; TCK. 49-50, 516/4 Madde 23 - Bir özür için câiz olan şey ol özrün zevâliyle bâtıl olur.MC. MC/22, MC/517. Madde 24 - Mâni' zâil oldukda memnû' avdet eder.MC. MC/19, MC/335, MC/345, MC/347, MC/372, MC/869, MC/870, MC/1647, MC/1653, MC/1654. Madde 25 - Bir zarar kendi misliyle izâle olunamaz.MC. MC/26, MC/27, MC/28, MC/29, MC/31, MC/965, MC/1141, MC/1288, MC/1312.; TCK 49-50, 516/4; TBK 52

Bakınız

D MKK/25-50 Madde 25 - Bir zarar kendi misliyle izâle olunamaz. MC. MC/26, MC/27, MC/28, MC/29, MC/31, MC/965, MC/1141, MC/1288, MC/1312.; TCK 49-50, 516/4; TBK 52 Madde 26 - Zarar-ı âmmı def için zarar-ı has ihtiyâr olunur. MC. MC/20, MC/27, MC/28, MC/29, MC/1325. Madde 27 - Zarar-ı eşedd zarar-ı ehaf ile izâle olunur. MC. MC/25, MC/26, MC/20, MC/902, MC/906, MC/1044, MC/1224, MC/1440.; TMK. 656, 661 vd. Madde 28 - iki fesâd te'âruz etdikde ehaffí irtikâb ile a'zamının çaresine bakılır. MC. MC/20, MC/25, MC/26, MC/27, MC/29, MC/902.; TMK. 656, 661 vd. Madde 29 - Ehven-i şerreyn ihtiyâr olunur. MC. MC/21, MC/22, MC/26, MC/27, MC/28, MC/902.; TMK. 656, 661 vd. Madde 30 - Def'-i mefâsid celb-i menâfi'den evlâdır. Madde 31 -Zarar bi-kadari'l-imkân def olunur. MC. MC/28, MC/29, MC/30, MC/532, MC/533.; TMK. 656 ve 661. Bu maddede bahsedilen kıyas, İslâm Huküku'nun ana kaynaklarından birisidir. Bibliyografi Ali Haydar, Mecelle şerhi, 1/67, Ömer Nasuhi, Hukûk-l İslâmiye, 1/171, vd. Zeydan, age. sil. vd. Madde 32 - Hâcet umûmî olsun husûsî olsun zarûret menzilesine tenzîl olunur. Bey ' bili-vefânın tecvîzi bu kabîldendir ki Buhara ahâlîsinde borç tekessür etdikçe görülen ihtiyaç üzerine bu mu'âmele mer'iyyü'l-icrâ olmuştur. MC. MC/21, MC/118, MC/205, MC/213, MC/396, MC/420. Madde 33 - Iztırar gayrın hakkını ibtâl etmez. Binâen-alâ-zâlik bir adam aç kalıb da birinin ekmeğini yese ba'dehû kıymetini vermesi lazım gelir. MC. MC/400, MC/1007.; TCK: 49-50/4; TBK. 52 Madde 34 - Alması memnû' olan şeyin vermesi dahi memnû' olur. TCK 64 67 MC MC/35 tbk 50 Madde 35 - İşlenmesi memnû' olan şeyin istenmesi dahi memnû' olur. TCK 64-67.; TBK 50.; MC. MC/34, MC/1818. Madde 36 - Âdet muhakkemdir. Yani hükm-i şer'iyi isbât için örf ve âdet hakem kılınır. Gerek âmm olsun ve gerek hâs olsun. MC. MC/37, MC/38, MC/39, MC/40, MC/41, MC/42, MC/43, MC/44, 45, MC/230, MC/251, MC/291, MC/450, MC/460, MC/469, MC/574, MC/575, MC/576, MC/1340, MC/1790, MC/188, MC/354, MC/495, MC/555, MC/622, MC/829.; TMK. 1/1, 590/11, 592/281, 285, 420, 423. Madde 37 - Nâsın isti'mâli bir hüccetdir ki anınla amel vâcib olur. I'MK ı; MC. MC/36, MC/168, MC/389, MC/495. Madde 38 - Âdeten mümteni' olan şey hakîkaten mümteni' gibidir. MC. MC/36, MC/37, MC/39, MC/40, MC/1589, MC/1629. Madde 39 - Ezmanın tegayyürü ile ahkâm'ın tagayyürü inkâr olunamaz. MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/40, MC/244, MC/326, MC/596, MC/1716. Madde 40 - Âdetin delâletiyle ma'ânîy-ı hakîkî terk olunur. MC. MC/12, MC/36, MC/37, MC/38, MC/39, MC/61, MC/82, MC/912, MC/1584.; TMK ı, 2.; TBK. 18 Madde 41- Âdet ancak muttarid yâhut galip oldukda mu'teber olur. MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/39, MC/40, MC/42, MC/240.; TMK ı Madde 42 - İ'tibâr galib-i şâyi'adır, nâdire değildir. MC. MC/41, MC/987.; TMK ı; HUMK 238 Madde 43 - Örfe ma'rûf olan şey şart kılınmış gibidir. TMK 1; TTK ı; MC. MC/36, MC/37, MC/41, MC/42, MC/461, MC/563, MC/596, MC/871 Madde 44 - Beyne't-tüccâr ma'rûf olan şey beynlerinde meşrût gibidir. MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/790, MC/1463.; TMK 1/1, 2; TBK 18 Madde 45 - Örf ile ta'yîn nass ile ta'yîn gibidir, MC. MC/43, MC/44, MC/527, MC/528, MC/816, MC/1498, MC/1499.; TMK ı Madde 46 - Mâni' ve muktazi teâruz etdikde mâni' takdîm olunur. Binâen-alâ-zâlik bir adam borçlusu yedinde merhûn olan malını âhara satamaz. MC. MC/337, MC/350, MC/397, MC/96-MC/1192, MC/590-MC/1725, MC/756-MC/1192-MC/747, MC/1192-MC/1197, MC/1598-MC/1601. Madde 47 - Vücudda bir şeye tâbi' olan hükümde dahi ana tâbi' olur. tılmış olur. MC. MC/48, MC/50, MC/236, MC/903.; TMK. 619-622 Madde 48 - Tâbi' olan şeye ayrıca hüküm verilmez. Meselâ bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılamaz. MC. MC/47, MC/216, MC/224, MC/856.; TMK. 619-622 Madde 49 - Bir şeye mâlik olan kimse ol şeyin zarûriyyâtmdan olan şeye dahi mâlik olur. Meselâ, bir hâneyi satın alan kimse ana mûsil olan tarîka dahi mâlik olur. MC. MC/232, MC/1194 Madde 50 - Asıl sâkıt oldukda fer' dahi sâkıt olur. MC. MC/81, MC/661, MC/662, MC/1527, MC/1530

Bakınız

D MKK; MKK3 MKK/51-75

Bakınız

D. MKK/75-100. MKK/4

B – FIKHİ (HUKUKİ) DEYİMLER

Adetullah’a ittiba etmek[]

Adetullah’a uymak. Allah (C.C.)’ın yaratılış ve oluş kanunlarına uymak. Fiziksel, sosyal ve toplumsal olaylarda bu kanunların ne olabileceğini gözeterek karar vermek.

Adetullah’la ilgili bazı ayetler: Biz bir Resul göndermedikçe, hiçbir kimseye azap edecek değiliz. (İsrâ Suresi: 15).

Allah, bir topluma verdiği nimeti, onlar kendilerinin (iyi) hâlini (fenalığa) çevirmedikçe bozmaz. (Ra’d Suresi: 11).

Her ümmet (toplum) için belirlenmiş bir süre vardır. Bu süreyi ne uzatabilirler, ne de kısaltabilirler. (A’raf Suresi: 34)

ÖRNEKLER:

“Allah’ın yaptıklarının ve yarattıklarının hepsi mükemmeldir.

Güneş mükemmeldir, mesaisine de hiç geç kalmaz. Kuş mükemmel, yıldız mükemmel, kök mükemmel, yaprak mükemmel, çiçek mükemmel, insanın organları mükemmel... Müslüman’ın da yaptığı işler mükemmel olmalıdır. Buna adetullah denir. Adetullah’a ittiba etmeyen muvaffak olamaz!”(H. İsmail)114

“Madem tevfik Allah’tandır, muvaffakiyetin şartı da adetullaha ittibadır. Niyeti halis, gayesi rıza-yı İlahi, yolu sünnet-i seniyye ve nevâlesi ibadet olanlar adetullaha ittiba edenlerdir. Allah’a davet ederken sünnetullaha riayet, peygamberlerin olduğu gibi davetçilerin de mesleğidir.” (Ö. ABDÜLAZİZ)115


Ameller niyetlere göredir[]

Ameller niyetlere (maksada, amaca) göre değerlendirilir. Bir işte niyet ne ise, insanın fiilleri de ona göre değerlendirilir.

Meselâ, hatayla adam öldüren kimseye, öldürme kastı bulunmadığı için kasıtlı olarak adam öldürmüş gibi uygulama yapılmaz. Diğer bir misâl olarak, kaybedilmiş bir malı bulan kimsenin bunu duyurması ileride sahibi çıkarsa geri vereceğine delil teşkil eder ve bulduğu şey o kişinin isteği dışında elinden çıkarsa onun bedelini ödemez. Çünkü bu olaydaki niyeti, sahibi tarafından kaybedilmiş bir şeyi sahibine ulaştırmaktı.

Maksadın ne olduğunu anlamak ancak bir fiille belli olur. Niyetlendiği işte sonuç almak isteyen, iyi niyetle yetinmemeli, niyetini hedeflendirerek, onu uygulamaya koymalıdır. Çünkü bir işi yapmak için niyet tek başına yeterli değildir. Niyet edenin işi yapma şekli, tutulacak yol ve yöntem de önemlidir.

Bu hüküm, “Ameller niyetlere göre değerlendirilir.” hadîsinden alınmadır. Hadis-i Şerif: “Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise onun hicreti Allah ve Resûlü’nedir. Kimin hicreti de elde etmeyi umduğu bir dünyalık veya nikâhlanmak istediği bir kadın için ise onun hicreti de hedeflediği şeyedir.”

ÖRNEKLER:

“Bilindiği gibi gelişmiş bütün hukuk sistemleri şöyle der;

‘Ameller niyete göredir,’ Türk halkı da tabii ki iyi niyetle, özgürleşmek ve sosyo-ekonomik kalkınma gayesiyle AB’yi istiyor. Fakat niyet tek başına talebi ve neticeyi haklı ve hayırlı kılmaz, metot ve yollar da isabetli olmalıdır.” (Ö. Faruk UYSAL)116

“Müslüman, niyetindeki ebedî kulluk düşüncesiyle cennete hak kazanıyor. Kâfir de niyetindeki ebedî nankörlük azmiyle cehennemi hak ediyor. Amellerin en küçüğünden bila-istisnâ, en büyüğüne kadar bütününe değer ve kıymet kazandıran ve âdeta onlara hayat veren ancak ve ancak niyetlerdir... Böylece ‘Ancak ameller, niyetle amel haline gelir.’ demek olur ki, Ameller niyete göredir bu da niyetsiz hiçbir ibadetin makbul olmadığı mânasına gelir. Nitekim insan, niyetsiz bin rekât namaz kılsa, senelerce aç kalsa, malının hepsini sarf etse, hacca ait rükünlerin hepsini niyetsiz olarak ve haccı kasdetmeden yerine getirse, bu insan ne namaz kılmış, ne oruç tutmuş, ne zekât vermiş ne de hacca gitmiş olur.

Demek ki bütün bu hareket ve davranışları ibadet haline getiren insanın niyetidir.” (M. GÜL EN)117

Bâtıl, makîsün aleyh olmaz.[]

Yanlış olan doğru sayılamaz. Kendisi yanlış olan bir şey, başka şeye örnek olarak gösterilemez. Hakk’a bâtıl karıştırılamaz.

ÖRNEKLER:

“‘Batıl makîsün aleyh olamaz!’ Yâni, ‘Kötü, aslı yanlış, batıl olan bir şey esas alınarak, örnek alınarak ona uygun olarak iş yapılamaz!’ demek... Bâtıl makîsün aleyh olamaz, [[hak makîsün aleyh olur]]. ‘Peygamber Efendimiz şöyle yapmış, o halde ben böyle yapayım.’ diyebilirsin. ama ‘Ebûcehil şöyle yapmış, ben de öyle yapayım.’ diyemezsin; çünkü Ebûcehil bâtıl yoldadır.” (Prof. Dr. M.Esat COŞAN) 118

Bir vacibin varlığı için zaruri olan şeyler de vacibdir.[]

Zorunlu olan bir şey için gerekli olan şeylerin varlığı da zorunludur. Burada hiyerarşik bir gereklilik veya zorunluluk vardır. Bir devlet için demokrasi, demokrasi için de siyasi partiler gereklidir. Buradan hareketle, siyasi partiler ülke için gerekli hale gelmektedir. Yine, bir hukuk devleti için (kanun yapmak amacıyla) parlamento gerekli, parlamentoların yaptığı kanunları uygulamak için de mahkemeler gereklidir. Bu bakımdan, demokratik bir yönetim için mahkemeler vazgeçilmezdir.

ÖRNEKLER:

“Yine değişimin en önemli yönlendirici hükümlerinden biri İslâm Hukukundaki, ‘Bir vacibin varlığı için zaruri olan şeyler de vacibdir.’ kuralıdır. Bu tümce evrensel bir mantık kuralıdır. Örneklemek gerekirse: Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez, olmazsa olmaz unsurlarıdır. Demokrasinin siyasi partilere olan ihtiyacı, bu oluşumların sıhhatli işlemesi, sistemi ayakta tutacak, geliştirecek, iktidar ve muhalefet görevlerini yapabilecek donanıma sahip olmalarını da zorunlu kılar… [[Türkiye Cumhuriyeti için demokrasi vazgeçilmez, yani vacip ise, demokrasi için mutlaka gerekli olan şeyler (siyasi partiler) de vaciptir]].” (M. BALCI)119


Delilin yokluğundan, medlulün yokluğu lazım gelmez.[]

Varlığına delil bulunmayan şey, yok sayılamaz. Bir şey hakkında kanıt, tanık bulunamaması, o şeyin yok sayılmasını gerektirmez. Bir şeyin ispatlanamaması o şeyin inkârını haklı çıkarmaz. Bu şekilde karar vermek, varlığına delil bulunmayan herhangi bir şeyi nefy ve inkâr etmektir ki, doğru bir istidlal tarzı değildir. Çünkü bir şey hakkında delilin yokluğundan, hakkında delil aranan şeyin yokluğu sonucunu doğurmaz.

Diğer şekli: İstidlal bi-ademi’l-medârik

ÖRNEKLER:

“Fıkıh usûlü kitaplarında, varlığına delil bulunamayan herhangi bir şeyi kabul etmeme, ‘İstidlal bi ademi’l-medârik’ olarak tanımlanıp, bunun yanlış bir akıl yürütme şekli olduğu belirtilir. Çünkü delilin yokluğundan medlulün yokluğu lazım gelmez.” (Prof. Dr. İ. EMİROĞLU)120

“Geçmişte, şahidi gaibe mukayese etmenin sakim sonuçlarından birisi, antropomorfist (Allah’ı yaratıklara benzetme) anlayışların üretimi olmuştur. Bu bakış açısı, Haşeviye gibi tecsime inanan fırkaları doğurmuştur. Halbuki, Gazali’nin çok yerinde vazettiği gibi, delilin yokluğu medlülün yokluğunu gerektirmez.

Kasır ve kısır akıllarıyla, sonuca varmak istediklerinde; Allah’a teslim olma yerine, onu kendi kafalarıyla tayine kalkışmışlardır.

Dolayısıyla -la teşbih- Eflatun’un fil tanımında olduğu gibi körlerin fili tanımlamasına benzer bir sonuç elde etmişlerdir. Herkes başka bir mezhebe gitmiştir. Görme yetisinin eksikliği, tanımda gerçekle, tasavvur arasındaki farkı ortaya çıkarmıştır.” (M. ÖZCAN)121


Emir, vücub içindir.[]

Emirler yapılmak, yerine getirilmek içindir. Emrin yerine getirilmesi bir gerekliliktir. Diğer şekli: Emir, vücuba delâlet eder.


ÖRNEKLER:

“Meselâ, ‘emir vücub içindir’ bir kaidedir. ... ‘zekâtı verin’ (Bakara: 2/43) emirleri namazın ve zekâtın farziyetine delâlet eder.” (Prof. Dr. V. ZUHAYLİ)122

“Fakih, fer’î bir olayın hükmünü tesbit etmek istediğinde, sözünü ettiğimiz usûl kurallarını alır, o fer’î olayla ilgili delile (cüz’î veya tafsîlî delile) uygular. Böylece o delilin hangi şer’î hükme delâlet ettiğini ortaya koyar. Meselâ, fakih namazın hükmünü tesbit etmek istediğinde, namaz ile ilgili tafsîlî delilleri araştırır ve ‘namazı kılın’ âyetini bulur. Bu cüz’î delile bakar ve bu delilde namaz kılmanın ‘emredildiğini’ görür. Bu durumda ‘emir vücuba delâlet eder.’ şeklindeki emrin hükmünü açıklayan usûl kuralını kullanır ve bilir ki buradaki emri, emredilen şeyin vacip kılındığını göstermektedir. Böylece fakih, namazın vücubuna hükmeder ve ‘namaz vaciptir.’ der.” (Prof. Dr. Z. ŞA’BAN)123

Eşyada asıl olan ibahadır.[]

İşte ve eşyada esas olan helâl olmasıdır. Bir şeyin haram olduğuna dair herhangi bir hüküm yoksa o şey helâldir. Bir şey helâlken, onu haram saymak mümkün değildir.

Bu hüküm, Bakara Suresi’nin 29. ayetine dayanmaktadır: “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” “Kâinatta var olan her şeyin insanın hizmetine verildiğini” ifade eden diğer ayet-i kerimeler de bu genel kurala temel teşkil etmektedir. İslam düşünürleri, yaratılan şeylerin, insanın zikredilip onun hizmetine verildiğinin belirtilmesi ancak bunlar ona mübah kılınırsa bir mâna ifade edeceğini söylemişlerdir.

Haram veya yasak olan bir şeyi helal saymak mümkün olmadığı gibi, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram saymak veya yasaklamak da mümkün değildir.

AYET: “De ki: ‘Allah’ın kulları için yarattığı ziyneti ve temiz, hoş rızıkları kim haram etmiş?’” (Araf Suresi: 32)

Ancak bu konudaki inceliğin gözetilmesi gerekir: Temel doğruları ve yanlışları tayin edecek olan Allah’tır. Eşyada, yediklerimiz ve içtiklerimizde, davranışlarımızda ve ibadetlerimizde temel esasları Allah tayin edicidir. İnsanlar bu temel esaslardan kurallar çıkarırlar. Bu esaslarda, İslamın insana tanıdığı helâllik, temel ve geneldir. Ayrıntılarda, yani bu kural uygulandığında ortaya çıkacak durumları, diğer İslam prensipleri ile birlikte düşünmek gerekir. Yani, birçok şeyin mübah olmasından yola çıkılarak doğan genel serbestlikten türetilecek daha küçük kuralların diğer İslam prensiplerine aykırı olmaması gerekir.

ÖRNEKLER:

“Eşyada asıl olan ibahadır. Yani, bir şeyin haram olduğuna dair herhangi bir delil yoksa o şey helâldir. Bazı meselelerde titizlik bu kaidenin dışında kalır. Bakın, Hayber’i fethi esnasında Efendimiz’e (sav) ‘Yahudilerin kaplarını kullanalım mı?’ diye sorulduğunda, Efendimiz (sav), ‘Hayır eğer başka kap bulamazsanız, yıkayın, ondan sonra kullanın’ buyurmuşlardır.’ Demek ki, önemli bir husus da araştırma ve dikkatlice yaşamaktır. ‘Eşyada esas olan ibahadır.’ deyip her önümüze geleni yememiz, lâubâiliğin ta kendisidir.” (F. GÜL EN)124


Ez- zarurat tubihu’l- mahzurat : Zorunluluklar mahzurları mübah kılar.[]

“Peygamber’in (asv) Mekke kentinde verdiği mücadele adaletsizliğe karşı ‘savaşla direnme hakkı’ icra etmemekteydi. Mekke’de can ve malları üzerinde telefe niyet etmiş idarecilere yönelik çatışma teorisinin İslam’a yeni ihtida etmiş hiçbir Müslüman’da pratiğe geçmemiş olması düşündürücüdür. Karşı koyma hakkı bakımından Türkiye’deki İslamcı düşünceyi etkilemiş bulunan Abduh ve Reşid Rıza’nın geliştirdiği teori ise Mekke’deki tarihi sünnetin dışındadır.

‘Rıza, adaletsiz emirlere karşı isyan etme hakkı üzerinde durur (…)

Despotizmin söz konusu olduğu durumlarda ‘zorunluluklar yasakları mübah kılar’ (Ez- zarurattubihu el- mahzurat) ilkesi geçerlidir’ (9: 136).” (L. BERGEN)125

“Fıkhın insanların içinde bulundukları zorlukları kolaylaştırmaya matuf, Hz. Allah’ın rahmetinin bir tecellisi olan zaruret halinde mahzurların ortadan kalkması ‘Ezzarurat, tübîhulmahzurat’ diye literatürde yerini alan kapı acaba bugün geçerli midir? Şunu unutmamak icap eder ki bugün toplum birçok şeyi tayin edebiliyor ve birçok nimetler ile aç kalmadan yaşayabiliyoruz. Zaruret prensibinin tahakkuk etmesi için başka bir gıdanın olmaması icap eder. Müslümanlar daha temiz, daha dini kurallara uygun kesim imkânları ellerinde iken ya da bunu yaptırma imkânı ve gücü varken zaruret diyerek mevcut yanlışlara göz yummamalı dinimiz hususunda daha gayretli ve hassas davranmalıyız.” (Laedri)126

Fesadın kable’l-vuku def’i, ba’de’l-vuku ref’in’den esheldir.[]

Bir kötülük veya fenalığın, meydana gelmeden önce önlenmesi, meydana geldikten sonra ortadan kaldırılmasından kolaydır. Bir bozukluğu, fenalık veya kötülüğü ortaya çıkmasından sonra yok etmek yerine, tedbir yoluyla önlemek daha kolaydır.

“Fesadın kable’l-vuku def’i”ne çalışmak, kötü olan bir şeyin ortaya çıkmadan önlenmesi için tedbirle hareket etmek demektir. “Kable’l-vuku def etme” politikada, askerlikte, sağlık, sosyal ve hukuk gibi alanlarda da uygulanmakta ve giderek yayılmaktadır. “Kable’l-vuku def etme” için günümüzde siyasi ve askeri alanlarda “önleyici tedbir”, sağlık alanında “önleyici hekimlik” veya “önleyici tıp” gibi terimler kullanılmaktadır.

Mesela, mevcut sağlık düzenimiz “tedavi edici hekimlik” anlayışı üzerine kurulmuştur. Bu anlayış “önce hasta olmak, daha sonra tedavi olmak” fikrine dayanmaktadır. Fakat bu politika artık eleştirilmeye ve değiştirilmeye başlanmıştır. Onun yerini, hasta olmayı önleyici tedbirleri alan bir hizmet tarzı yerleşmektedir.

Aynı şekilde; endüstriyel faaliyetlerde, arıza meydana geldikten sonra tamir masrafı ve üretim kayıplarına meydan vermemek için “plânlı bakım” ve “koruyucu bakım” yapılır.

ÖRNEKLER:

“Bereketzâde, yakışıklılığı nedeniyle sürgüne gönderilen gencin olayında ‘Fesadın kable’l-vuku def’i, ba’de’l-vuku ref’in’den esheldir.’ ilkesine göre sürüldüğünü ifade eder.” (A. KOŞUM)127 84

Fetva arkadan gelsin.[]

Bir işi yapmaya başladıktan veya yaptıktan sonra gerekçesini, meşruiyet yolunu aramak. Bazen insanlar bir gerekçe olmadan bir şeyi yapmaya girişir, yaptıklarına sonradan gerekçe aramaya koyulurlar. Bu söz, bu şekilde davrananların yanlışlarını anlatmak için söylenir.

ÖRNEKLER:

“Siyah Kuşak Taşıyanlar Örgütü gibi olanlar da, ‘fetva arkadan gelsin’ hesabı, önce eyleme geçiyorlar, sonra eylemlerinin dini meşruiyetini bulmaya çalışıyorlar.” (A. BULAÇ)128

İlm-i hâkim, hükme medar olmaz.[]

Hâkimin bildiği kararını etkilemez. Bir hâkimin bakmakta olduğu dâvada, dâva konusu olayı görmüş olması veya herhangi bir sebeple dâva konusu hakkında özel bilgi sahibi olması durumunda, bu kişisel bilgisini karara dayanak yapmaması gerekir.

Çünkü hakim, bildiğine göre değil, delillere göre karar verir.

Örnek olarak; yargılama yapmakta olduğu bir olayı gören hâkim, öncelikle tanık durumundadır, ya dâvadan çekilecektir ya da gördüğünü yok sayarak mevcut delillere göre karar verecektir. Aynı şekilde; bir ruhsatsız tabanca bulundurma davasında, hâkim, tabancanın atışa elverişli olup olmadığını kendi tabancasından dolayı bilip anlasa bile, sağlamdır vs. diyerek hüküm veremeyecektir.

Bunun günümüz için anlamı; yönetenler, karar verenler mümkün olduğunca yalnız kendi bilgilerine dayanarak karar vermemelidirler. Özellikle verecekleri kritik kararlarda, durum hakkında kendi bilgileri olsa bile, başka fikir ve delillere dayanarak karar verirlerse daha isabetli bir iş yapmış olurlar. Çünkü yalnız karar verenin fikrine dayanarak verilen kararların içinde şahsilik ve kendi istek, arzu ve zaaflarına (kendi nefsine) dayanılarak karar verilmiş olabilir. Yönetenin kendi nefsine dayanarak verilen on karardan dokuzu doğru, birinde hata olsa bile, yönetenin sadece kendi bilgisine dayanarak karar vermekten vazgeçmesi gerekir. Diğer şekli: İlm-i hâkim, hükme esas olmaz.

ÖRNEKLER:

“Sayın bakan, bu kurumla daha önce olan ilişkisinden kaynaklanan bilgisi ile şikâyet konusu hakkında karar vermemelidir. Şikâyetle ilgili bir müfettiş göndererek inceleme yaptırması gerekir. Hukukta evrensel bir kural vardır: ‘İlm-i hâkim hükme medar olmaz.’ veya ‘İlm-i hâkim, hükme esas olmaz.’ diye. Kararın, inceleme sonunda ortaya çıkacak delillere göre verilmesi daha uygun olur.” (İ. ASLAN)129


İsimde iştirak, hükümde müsâvâtı müstelzim değildir.[]

Bir lafza verilen hükmü, onun eş seslisine de vermek gerekmez. Benzer iki olayda aynı şekilde hüküm verilmesi gerekmez.

Olayların ayrıntısına bakmak, her olayı ayrı değerlendirmek gerekir.

ÖRNEKLER:

“Bir cürm için kâfi bir ceza olmayan bir şey, diğer bir cürm için kâfi bir ceza olabilir. İsimde iştirak, hükümde müsavatı müstelzim olmaz.” (Ö. Nasuhi BİLMEN)130

Mâdumun satışı caiz değildir.[]

“Yok olanın” satışı caiz değildir. “Var olmayan” bir şey satılamaz.

Bu söz mecazi manasıyla, her gün insanlara sayısız çeşitte “yok” satan insanların davranışlarını çok güzel açıklamaktadır.

Toplumu yönlendirerek kullanabileceklerine kendilerini inandırmış insanlar, ideoloji ve paradigmalar adı altında ütopya, yani madum şeyler pazarlarlar.

ÖRNEKLER:

“Netice itibarıyla içinde yaşadığımız toplum şartları açısından sadece sözleşme usulü ev değil, gazete-dergi aboneliğinden -ki abonelik esnasında mevcut olmayan mallardır bunlar- üretimi gerçekleşememiş araba satışlarına kadar birçok şeyi içine alan madumun satışı, sözleşme anında var olmasına göre değil, teslim edilmesinin mümkün olup olmamasına göre değerlendirilmelidir.” (A. KURU CAN)131

Marufu emretmek, kötülüğü kaldırmak[]

İslami bakımdan iyiliklerin yayılması ve kötülüklerin ortadan kaldırılması için çalışmak. İyiliği yayma, kötülüğü menetme.

İyiliği yaymak ve kötülüğü kaldırmak için çalışmak insani bir görevdir. Bu gün, bu insani görevin çok azının yapıldığını söyleyebiliriz. Bu görevle ilgili değerlerin ortadan kalkmasıyla, insanlar birbirlerine tavsiyede bulunmaktan ve birbirlerini uyarmaktan çekinir hale geldiler. Hatta kimi kesimler tarafından bu ahlaki emirle yapılması istenenin tam tersinin yapılmakta olduğunu söylemek mümkündür. Marufu kaldırmak, kötülüğü yaymak!

İyilikten menetmek, kötülüğe teşvik etmek!

Toplumlarda, iyiliği yayma görevinin terk edilmesinden doğacak boşluğun kötülüğü yayma gayreti ile dolmasını beklemek gerekir. İnsani olmayan bu durumla karşılaşmak istemeyen toplumların mutlaka işin doğrusunu yapmayı terk etmemeleri gerekir.

Bu kural şu şekillerde de söylenebilmektedir:

Marufu yaymak, kötülükten menetmek.

Emr-i bi’l-mâruf, nehy-i an’ilmünker. El-emru bi’l-mâruf ve’n-nehyu ani’l-münker.

ÖRNEKLER:

“Marufu emr’ ve ‘münkerden nehy’e dair Kur’ânî nüansın ve bu nüans paralelinde Resûl-i Ekrem aleyhissalatu vesselamın sergilediği nebevî irşadın, bugünün mü’minlerine söylediği şey şudur: Yaşadığımız, gözlemlediğimiz ve razı olmadığımız fetret halini aşmak, fıtratın uyanışıyla mümkün olacaktır.” (M. KARABAŞOĞLU)132

“Müslümanlar, yaşadıkları her anın kendileri için çok kıymetli olduğunu bilerek hareket ederler. Tek bir anlarını bile boş bir işle oyalanarak, boş sözlere dalarak geçirmelerinin büyük bir kayıp olacağının ve bunun, ahirette insanın büyük bir pişmanlık duymasına neden olabileceğinin farkındadırlar. Her anlarını bu dikkat açıklığı ile geçirir ve daima Allah’ın rızasını kazanabileceklerini umdukları işlere yönelirler. Allah’ın, ‘Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, maruf olanı emreder, münker olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar salih olanlardandır.’

(Al-i İmran Sûresi: 114) ayetiyle bildirdiği gibi, yaşadıkları her anı Allah’ın rızasını kazanabilmek için ‘hayırlarda yarışarak’ geçirirler.” (C. KÜTAHNECİOĞLU)133


Mucibince amel oluna![]

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye’nin başında yer alan ifade. Özdeyiş şeklindeki bu ifade, Mecelle’de aşağıdaki düzen içinde yer alır:

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye

Sûret-i Hatt-ı Hûmayûn

Mucibince amel oluna

Kanunlara ve kurallara uymak, Doğu dünyasında üstünde dikkatle durulması gereken husustur. Genel olarak da uygulamanın gerçekten bizim için ders haline gelmesi gerekiyor. İnancımız var, amelimiz yok veya eksik. Laf üretmekten iş yapmaya fırsat kalmıyor. Kavlimizle fiillerimiz birbirine uymuyor.

ÖRNEKLER:

“Osmanlı padişahları önlerine gelen evraka ‘Mucibince amel oluna!’ yazarmış.” (N. SEVİNDİ)134

Usûl, esasa mukaddemdir.[]

Usûl, esastan önce gelir.

Hukukun genel ilkelerinden biridir. Metod bilimden, yöntemhukuktan önce gelir. Bir işte, esastan önce usulü dikkate almak gerekir.

Yüksek mahkemeler, bir davayı esastan ele almadan önce usûle bakarlar. Yargılamada usûl gözetilmiş midir, gerekli bütün tanıklar dinlenip bütün deliller toplanmış mıdır, diye.

Dȃva, usûl yönünden tamam ise, ancak ondan sonra esastan ele alınır.

Bir işi yapmakta usûl çok önemli ve çok zaman başarıya götürdüğü halde insanlar usûlsüzlüğü, kuralsızlığı, keyfiliği tercih ederler. Böylece, başta “kolaylık” gibi görünen usûlsüzlük, ne yazık ki, sonra “zorluk” olarak bize geri döner.

Bu ilkenin Mecelle’de yer aldığı zannedilirse de bu doğru değildir.

ÖRNEKLER:

“Sorun, ‘biçim’dedir, ‘usul’dedir. Bu da sorunun önemini azaltmaz, aksine artırır. Çünkü bilimde olduğu gibi hukukta da ‘usul, esasa mukaddemdir’, usul esastan önce gelir.” (T. AKYOL) 135

“Ayrıca, değerlendirmenin tabii uzantısı olarak, ‘Yanılıyor olabilir miyim; bilgi eksikliği, bilgi hatası, sıralama yanlışı, üst değerle çatışma noktalarında hatâm var mı?’ cinsinden özeleştiri safhası hayati derecede önemli ve kıymetli. Bilgi ister, zaman ister, tecrübe ister, usûl ister. Onun için, ‘Usûl, esasa mukaddemdir’

denilmiştir. Usûl, esastan daha önde gelir, hattâ öyle bir yer gelir ki, değerlendirme yaparken usûle aldırış edilmemişse esasın mânâsı ve değeri kalmaz.” (A. Turan ALKAN)136

Şablon:Fıkhi deyimler

Advertisement