Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

[[Dosya:Bakınız.png |thumb |350px | Köylünün bir şeyi yok, sıhhatı, ahlakı bitik;
Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik.

Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri;
Nerde evvelki refahın ancak onda biri?

Dam çökük, arsa rehin, bahceyi icra ister;
Bir kalem borca bedel faizi defter defter!

Hiç bakım görmediğinden mi nedendir, toprak,
Verilen tohumu da inkar edecek, öyle çorak,

Bire dört aldığı yıl köylü emin ol, kudurur:
Har vurur bitmeyecekmiş gibi, harman savurur.

Uğramaz, gün kavuşur, çitine yahut evine;
Sabah iskambil atar kahvede, akşam domine.

Muhtasar, gayr-i mufid ilmi kadardır dini;
Ne evamir, ne nevahi, seçemez hiçbirini.

Namazın semtine bayramlarda uğrar sade;
Hiç su görmez yüzünün düşmanıdır seccade.

Hani, üç beş kişiden fazla musalli arama;
Mescid ambarlık eder, başka ne yapsın, imama!

Okumak bahsini geç, Çünkü o defter kapalı,
Bir redif zabıtı mektepleri debboy yapalı,

Sıtma, fuhuş, içki, kumar, türlü fecayi salgın...
Sonra söylenmiyecek şekli de var hastalığın.

Bir taraftan bulanır levse hesapsız namus;
Bir taraftan serilir toprağa milyonla nufus.


Mehmet Akif ERSOY
ASIM: SAFAHAT- 6.Kitap
1919

RİBA

Sözlükte "artmak, çoğalmak, yükselmek, şişmek, fazlalaşmak" anlamlarına gelen riba, İslâm terminolojisinde, akitlerde şart koşulmuş bulunan karşılıksız fazlalık veya ribevi mallardan aynı sınıfına dahil olanların birbirleriyle veresiye olarak satılması anlamında kullanılmaktadır. Kur'ân'da riba konusu dört yerde geçmektedir. İçki yasağında olduğu gibi riba da aşamalı bir şekilde yasaklanmıştır. Mekke döneminde konuyla ilgili inen ilk âyette riba açıkça haram kılınmamakla birlikte Allah katında çirkin görüldüğüne ve bereketsizliğine değinilerek dolaylı olarak reddedilmekte ve müminler bu yönde uyarılmaktadır (Rûm, 30/39). Medine döneminde nazil olan Nisâ sûresinin 160-161. âyetlerinde ise Yahudilere faizin haram kılındığı, fakat onların bunu helal sayıp faiz alıp-vermeye devam ettiği, bu yüzden de bir çok ceza ve azaba uğradıkları ve uğrayacakları haber verilerek dolaylı da olsa faiz yasağına temas edilmiş ve bu konuda Müslümanlar yönlendirilmiştir. Üçüncü aşamada, "Ey îmân edenler, kat kat faiz yemeyin ..." (Âl-i İmrân, 3/130) buyrularak faiz açıkça ve kesin bir dille yasaklanmıştır. Bakara sûresinde ise faiz şiddetli bir üslupla yasaklanmış, faizi bırakanlara bazı imkanlar gösterilirken ısrar edenlere dünya ve ahirette karşılaşacakları kötü sonuçlar bildirilmiştir. (Bakara, 2/275-279).

Hz. Peygamber de Kur'ân'da getirilen "faiz yasağı"nı açıklamış, uygulamasını göstermiş, ayrıca Kur'ân'da işaret edilmeyen bazı işlemleri faizli işlem olarak gördüğünden yasaklamıştır. (bk. Buhârî, Büyü', 77-81; Müslim, Müsâkât, 79-85, 96, 101-103). Veda haccında Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Dikkat edin. Cahiliye döneminin faizlerinin hepsi kaldırılmıştır. Ana paranız sizindir. Bu suretle ne haksızlığa uğratılmış, ne de haksızlık yapmış olursunuz..." (Ebû Dâvud, Büyü', 5).

Kur'ân'da yasaklanan faizin dışında Hz. Peygamber; altın ve gümüşün; hurma, buğday, arpa ve tuzun (bu özellikte bulunan gıda maddelerinin) birbirleriyle veresiye veya fazla karşılıkla değişimini yasaklamıştır. Altın, gümüş ve bu özellikte olanlardan veya buğday, arpa, hurma, tuz ve bu özellikte olanlardan farklı cinslerin peşin olması kaydıyla mübadelesine izin vermiştir. Aynı şekilde kuru hurma ile yaş hurmanın, iyi cins hurma ile kötü cins hurmanın fazlalıkla değişimini, gümüşün vadeli olarak altın karşılığı satımını yasaklamış, altının altınla, gümüşün gümüşle değişimine ancak peşin ve tartılarının eşit olması halinde izin vermiştir. (Buhari, Büyü', 77-81; Müslim, Müsâkât, 79-85).

Kur'ân, kesin bir dil ile cahiliye faizi, borç faizi (ribe'd-deyn) veya ribe'n-nesie denilen, "vade karşılığında alacağın miktarının artırılması" şeklindeki faizi yasaklamış, sünnet de bu yasağı teyit etmiştir. Buna ilave olarak sünnet, Araplar arasında cari olup faizli işlem grubunda görülmeyen bir kısım ticari işlemleri ve mübadele şekillerini de yasaklamıştır. Vade sebebiyle tahakkuk ettirilen fazlalığın haramlığı konusunda âlimler arasında görüş ayrılığı yoktur. Buna mukabil paranın ve gıda maddelerinin peşin olarak, fakat fazlalıkla değişiminin (ribe'l-fadl) yasaklanmış olmasının illeti ve gerekçesi üzerinde farklı görüşler bulunduğundan, bu yasağın ölçüsü, sınırı ve hangi cins ve nevi malları kapsadığı konusunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

İslâm'ın faizi yasaklamasının birçok sebep ve hikmeti vardır. Bunlardan bazılarını şöylece sıralamak mümkündür: Faiz sermaye sahiplerinin ihtiyaç sahiplerini sömürmesine, sermayenin belli ellerde birikip sınıfların doğmasına ve sınıflar arasındaki gelir dağılımındaki farklılığın büyüyerek sosyal dengenin bozulmasına yol açar. İslâm Dini, servetin âtıl bırakılmamasını, üretim ve yatırım dışında tutulmamasını isteyerek faiz ortamının doğuşunu engelleyici bir ortamı hazırlamıştır. İslâm'da temel üretim faktörü olarak "emek" kabul edilip, sermayenin risk ve zarara katlanmadan tek başına kazanç aracı olması önlenmiştir. İslâm'daki sosyal dayanışma ve yardımlaşma ilkesi, zekat ve infak emri, emek ve sermayenin birlikte üretime ve yatırıma yönelmesi, kâr ve zararı birlikte göğüslemesi prensibi ve benzeri düzenlemeler, bir bütünün parçalarıdır.

Esasen, sabit bir oran ve miktar olan faiz, sermayenin verimliliğine sınır koymakla, onu çoğu zaman kısa vadeli yatırımlara yönlendirmekte, emeğin üretimden yeterli payı almasını önlemektedir. Bu yüzden İslâm, sermayenin üretim ve kârdan sabit bir pay olarak bütün risk ve sorumluluğu emeğe yüklemesine karşı çıkmış, sermayenin payını değişken bir oran/miktar üzerine oturtarak emek-sermaye arasında makul bir denge kurmuştur. (M.C.)

RIBA

Tartisi ve ölçüsü belli olan bir mali ayni cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karsiligi olmaksizin, pesin olarak veya veresiye degistirmektir. * Faiz. * Muamelede mesru miktardan tecavüz. * Bir seyin artmasi, çogalmasi. * Verilen borç para veya mal karsiliginda kâr isteyip zarara ortak olmamak suretiyle hâsil olan haram kazanç. (Bak: Faiz)

Ödünç verilen para için alinan ve ser'an haram olan kâr. Faizin is hayatindaki mânasi, "sen çalis, ben yiyeyim"dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paralari bankalarda toplanip, büyük yekûnlere ulasir. Banka bu parayi aldigindan daha büyük faizle is sahiplerine kredi olarak verir. Istihsâl edilen (üretilen) mallarin fiatina masraf olarak bu faiz eklenir. Böylece mallarin fiati faiz yüzünden %50 civarinda veya daha fazla artar. Bu mali satin alanlar, ödedikleri fiatla birlikte vaktiyle yatirimcinin ödedigi faizi kendileri ödemis olurlar. Böylece tasarruf sahipleri bankadan aldiklari faizden çok daha fazlasini bu mali satin almakla geri ödemis olurlar. Ayrica fiatlarin yükselmesiyle dar gelirlilerin haklarina tecavüz etmis olurlar. Çalismadan para alip vermekle zenginlesen bir zümrenin türemesine de sebep olurlar. Islâm, faizi haram kilmakla bu haksizliklari önler. (Bak: Riba) * Tasan, dolan.

Riba Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir. Faiz. Muamelede meşru miktardan tecavüz. Bir şeyin artması, çoğalması. Verilen borç para veya mal karşılığında kâr isteyip zarara ortak olmamak suretiyle hâsıl olan haram kazanç. (Bak: Faiz) Riba Bahar evleri, çadırlar. Arazi. Yaz yağmurları.

Nema Gelişme, büyüme.

Uzamak, artmak, çoğalmak, üremek.

Faiz.

FÂİZ

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:

Fâiz yiyenler, kıyâmet günü mezarlarından, sar'a hastası gibi perişân kalkacaklardır. (Bekara sûresi: 275)

Allahü teâlâ, fâiz alan ve verenlerin mallarının hepsini yok eder. İzini, eserini de bırakmaz. Zekât verenlerin malını elbette artırır. (Bekara sûresi: 276)

Receb'in ilk Cumâ gecesini ihyâ edene (ibâdetle geçirene), Allahü teâlâ kabir azâbı yapmaz. Duâlarını kabûl eder. Yalnız yedi kimseyi affetmez ve duâlarını kabûl etmez: Fâiz alan veya veren, müslümanları aşağı gören, anasına-babasına eziyet eden, karşı gelen çocuk, müslüman olan ve dînin emirlerine uyan kocasını dinlemeyen kadın, şarkı ve çalgıcılığı san'at edinenler, livâta ve zinâ edenler, beş vakit namazı kılmayanlar. (Hadîs-i şerîf-Riyâd-ün-Nâsihîn)

Daha fazlasını ödemesi şartı ile ödünç vermek fâizdir. Yâni böyle olan sözleşme haramdır. Haram anlaşma ile ele geçen malın hepsi haram olur. Meselâ on iki kile ödemesi şartı ile, on kile buğday ödünç verilse, alınan on iki kilenin hepsi haram olur. Fâiz ile ödünç vermek ve almak haram olduğu Kur'ân-ı kerîmde açık olarak bildirilmiştir... (İmâm-ı Rabbânî)

İsrâfın yâni malı, dînin uygun görmediği yerlere dağıtmanın kötülüğünü gösteren delillerden biri de, fâizin haram olmasıdır. Fâiz alıp vermek büyük günâhtır. Fâizin haram olmasının sebebi, insanların malını alış-veriş yaparken ziyân olmaktan korumaktır. (İmâm-ı Birgivî)

Son nefeste îmânsız gitmeye sebeb olan şeylerden biri de, fâiz alıp vermektir. (Hamzâ Efendi)

Fâiz, yalnız İslâmiyet'te değil, semâvî dinlerin yâni daha önce gönderilen hak dinlerin hepsinde haram idi. Fâizin azı da çoğu da haramdır. En büyük günâhlardandır. (Muhammed Rebhâmî)

Her menfaat getiren borç fâizdir. (Alâeddîn Haskefî)

Kuranda faiz Güzel Kurani kerimimizde geçen faiz ile ilgili ayetler. Kuranda geçen faiz ile ilgili ayetler tarafmizca seçilip otomatik listelenmekte.

Kuranda faiz ile alakali tahmini 7 ayet geçiyor

2:275 - Riba (faiz) yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkarlar. Bu ceza onlara, "alışveriş de faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Oysa Allah, alışverişi helal, faizi de haram kılmıştır. Bundan böyle her kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah'a kalmıştır. Her kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennem ehlidirler ve orada süresiz kalacaklardır.

2:276 - Allah faizi mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.

2:278 - Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz.

2:279 - Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız.

3:130 - Ey iman edenler! Kat kat artırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.

4:161 - Yahudilerin zulmetmeleri ve birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha önce kendilerine helâl kılınan temiz şeyleri haram kıldık. Onlardan kâfir olanlara can yakıcı bir azap hazırladık.

30:39 - İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz faiz, Allah yanında artmaz. Allah'ın rızasını dileyerek verdiğiniz zekata gelince, işte onlar, malları kat kat artmış olanlardır.

Faiz Yemek.

Faiz Yemek

Faiz Yemek Faiz yiyenlerin dışında hiç kimseye Allah, kitabında savaş ilan etmemiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı terkedin. Şayet (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız. Allah ve Rasulü tarafından (faizcilere karşı) açılan savaştan haberiniz olsun.” (Bakara: 2/278-279) Bu suçun Allah azze ve celle katındaki kötülüğünü açıklamaya bu kadarı yeter. Devletlerin ve fertlerin yaşam seviyelerine bakan; faizle alışveriş yapmanın yolaçtığı iflası, çöküntü ve yıkımı görür. İşlerin kesat gittiğini ve piyasa durgunluğunu görür. Borçların ödenemediğini, iktisadi hayatın felç olduğunu, işsizlik oranının yükseldiğini, bir çok şirket ve müessesenin battığını; günlük kazanç ve alın terinin, tefecilerin bitmek-tükenmek bilmeyen faizini ödeme yolunda akıtıldığını; büyük miktardaki sermayenin birkaç insanın tekelinde toplanması sebebiyle toplumda ortaya çıkan tabakalaşmayı görür. Ve belki de bu; Allah’ın, faizle muamelede bulunanları tehdit ettiği savaşın açıkça bir görüntüsüdür. Faize karışan asıl tarafların, aracıların ve yardımcı olanların hepsi, Rasûlullah’ın (s.a.v.) diliyle lanetlenmişlerdir. Cabir’den (r.a.) şöyle dediği nakledilir: Rasûlullah (s.a.v.); faiz yiyene ve yedirene, faizi yazana ve şahit olanlara lanet etti ve şöyle buyurdu: “Onların hepsi aynıdır.”[1] Dolayısıyla; faizin yazılması, miktarının belirlenmesi ve kaydedilmesi, teslim edilmesi ve alınması, emanet bırakılması ve korunması işlerinde çalışmak caiz değildir. Genel anlamıyla, hangi surette olursa olsun faize karışmak ve yardım etmek haramdır. Abdullah İbni Mes’ud’dan (r.a.) merfu’ olarak gelen hadiste Rasûlullah (s.a.v.) bu büyük günahın çirkinliğini açıklamaya özen gösterir. Şöyle buyurur: “Faiz yetmiş üç kısımdır. En basiti kişinin annesiyle nikahlanması gibidir. Ve faizin en kötüsü müslüman bir kimsenin ırzına dil uzatmak gibidir.”[2] Abdullah İbni Hanzale’den (r.a.) merfu’ olarak gelen hadiste de şöyle buyurur: “Kişinin bilerek yediği bir dirhem faiz otuz üç zinadan daha kötüdür.”[3] Faizin haramlığı geneldir. Bazılarının zannettiği gibi “zenginle fakir arasında olursa” şeklinde bir kayıt yoktur. Tersine, her durumu ve her kişiyi kapsar. Bir çok zengin insan ve büyük tüccar faiz sebebiyle iflas etmiştir. Yaşanılanlar buna şahittir. Miktar olarak artsa bile en azından malın bereketi kaybolur. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur: “Faiz çokluk getirse bile şüphesiz ki sonunda bir azlık olacaktır.”[4] Faizin haramlığı; yüzdesinin yüksekliğiyle, kıymetsizliği, azlığı ve çokluğuyla da kayıtlı değildir. Hepsi haramdır. Faiz yiyen; Kıyamet günü, şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden ve saradan kalktığı gibi mezarından kalkar. Allah, bu suçun çirkinliğine rağmen ondan tevbe edilebileceğini ve nasıl tevbe edilmesi gerektiğini bildirir. Ve bununla ilgili olarak faizcilere şöyle buyurur: “Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, ana sermayeniz sizindir; ne haksızlık etmiş, ne de haksızlığa uğramış olursunuz.” (Bakara: 2/279) İşte bu adaletin ta kendisidir! İnanan insan bu büyük günahtan nefret etmeli ve çirkinliğini kalbinde hissetmelidir. Paralarını, kaybolmasından ya da çalınmasından korktukları için mecburen faizli bankalara koyanların da zaruret hissini duymaları gerekir. Onların durumu leş yemek gibi veya daha kötü bir durumdur. Bununla birlikte Allah Teâlâ’dan bağışlanma dilemeli ve mümkün olduğunca başka bir çare bulmak için uğraşmalıdırlar. Bankalardan paralarının faizini talep etmeleri caiz değildir. Hatta, parasının faizi hesabına işlense bile caiz olan bir şekilde bu faizden kurtulması gerekir. Sadaka olarak veremez. Çünkü Allah, temizdir; ancak temiz şeyleri kabul eder. Herhangi bir şekilde faizinden yararlanması da caiz değildir. Ne yemede, ne içmede, ne giyinmede, ne ev edinmede; ne eşine, çocuğuna, anne ve babasına yapması gereken harcamada; ne zekat olarak vermede, ne vergilerini ödemede, ne de bir haksızlığı gidermede kullanılabilir. Sadece Allah Teâlâ’nın darbesinden korkarak ondan bir şekilde kurtulur. [5] [1] Müslim: 3/1229. [2] Hakim, Müstedrek: 2/37; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 3533. [3] Ahmed, Müsned: 5/225; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 3375. [4] Hakim, Müstedrek: 2/37; Bkz. Sahihu’l-Cami’: 3542. [5] Muhammed Salih el-Müneccid, İnsanların Önemsemediği Sakınılması Gereken Haramlar, Karınca Yayınları: 38-40.

"Kır ve Öde" Kaidesi İskonto Fâizi (Senet Kırma)

"Kır ve Öde" Kaidesi: İskonto Fâizi (Senet Kırma) İslâm'daki fâiz anlayışını en iyi izah edecek hususlardan biri de hiç şüphe yok ki, "vaz' ve ta'cil" veya "tenzîl ve te'diye" ya da "da' ve teaccel" dedikleri: "Kır ve erken öde" meselesidir. Bu, tıpkı bugünkü senet kırma muâmelesine benzemektedir. Bir adamın, diğer bir kişiden, bir sene sonra ödemesi gereken vâdeli bin akçe alacağı var. Alacaklı borçlusuna: "Bu borcu şimdi öde, beş yüz akçe olarak öde" diyor. Borçlu bu teklifi kabul edince akit yapılmış oluyor. Fakat acaba bu muâmele câiz ve bu yoldan kazanılan beş yüz akçe helâl mıdır? İbn Abbas, Nehâî ve Züfer gibi zevâta göre bu muâmele câizdir. Gerekçeleri: Hz. Peygamber Benû Nâdir yahûdilerini Medine'den kovmaya karar verdiği zaman, bazı Medineliler gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bunları sürüyorsun ama onların bizden henüz vâdesi dolmamış alacakları var" dediler. Rasûlullah da: "Kırın ve hemen ödeyin borcunuzu" buyurdu. Demek ki, vâdesi dolmayan borcu noksan ödemek câizdir. "Kır ve öde" meselesi, "vâde ver, borcu artırayım" şeklindeki ribânın tam zıddıdır. Ribâ haram olunca, zıddının helâl olması icap eder. Ribâ, borçlunun borcunu ağırlaştırıp onu altından kalkamayacağı bir yükün altına soktuğu halde, bu mesele ona borcunu hem erken, hem de hafif bir şekilde ödeme imkânını verir. Ribâ borçluya açıkça zarar verdiği halde, bu mesele ona kâr temin etmektedir. Ribâda alacaklı kendi isteklerini ve şartlarını borçlusuna baskı altında kabul ettirdiği halde, bu meselede tarafların anlaşmaları eşit şartlar altında olmaktadır. Borçlu alacaklısından daha güçlü ve avantajlı bir vaziyette bulunmakta, isterse erken ama tenzilatlı olarak, isterse vâdesinde ve tam olarak ödeme şekillerinden birini serbestçe tercih edebilmektedir. Alacaklı da bu işten kârlı çıkmaktadır. Zira bir sene sonra alabileceği bir meblağı hemen alarak ihtiyacını gidermektedir. Ribâ borçluyu zarara sokmak pahasına alacaklıya haksız bir kazanç temin ederken, bu muâmelede borçlu da alacaklı da kârlı çıkmaktadır. Bu bakımdan hem şekil, hem de mânâ olarak bu muâmele, ribânın zıddıdır. Ribâda fazla ödemeye karşı borçluya tanınan vâde, büyük bir zarara yol açmakta, bu sebeple borcun miktarı zamanla birkaç katına çıkmakta ve borçlu hiçbir fayda sağlamadan gittikçe artan bir borç yükünün altında kıvranmaktadır. Halbuki: "Tenzîl ve te'diye" borçluyu sorumluluktan kurtarmakta, alacaklıya istifade fırsatı vermekte, borcun katlanması gibi bir mahzuru değil; tam tersine bir kat eksilmesine yol açarak ödeme kolaylığı getirmektedir. Borç ödeme sorumluluğu ve yükümlülüğü altında bulunduğu için borçluya "esir" ismi verilmiştir. Vaz' ve ta'cil borçluyu bu esâretten kurtarıp hürriyete kavuşturmaktadır (İbn Rüşd, Bidâyetu'l-Müctehid Nihâyetu'l-Muktasıd, II/119; İbn Kayyım, İğâsetu'l-Lehfân, II/13, 14; Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'an, I/186, 187; İbn Rüşd, el-Cedd, el-Mukaddimât). Başta İbn Ömer olmak üzere İmam Mâlik, İmam Âzam ve Sevrî "vaz' ve ta'cil" muâmelesini câiz görmemişlerdir. Gerekçeleri: Hz. Mikdat diyor ki: "Bana yüz dinar borcu olan bir kişiye: 'Borcunu şimdi öde, on dinar eksik öde' diye teklifte bulundum. O da 'olur' dedi. Durumu Rasûlullah'a arz edince: "Ey Mikdat! Hem ribâ yedin, hem de yedirdin" buyurdu." Vâdeli alacağın peşine çevrilmesi halinde borcun bir miktar azaltılması ve düşülmesi, vâdenin düşülen miktar ve meblağ karşılığı satılması mânâsına gelir ve bu da ribâdan başka bir şey değildir. Vâdesi dolan borcun, bir miktar para ilâve edilerek bir müddet uzatılmasıyla vaz' ve ta'cil arasında esas itibarıyla hiçbir fark yoktur. "Vâdeyi kısalt, borcu düşüreyim" demekle, "Vâdeyi uzat, borcu artırayım" demek aynı şeydir. İlki câhiliye ribâsı olup haramdır. İkincisi de onun tıpkısıdır. Gerçi vaz' ve ta'cil muâmele ve şekil olark câhiliye ribâsının zıddıdır ama mâhiyet ve maksat olarak onun aynısıdır.

Ribânın haram oluşunun sebep ve gerekçelerinden bahsedilirken: "Allah'a âit olan ve herkes tarafından ortaklaşa ve eşit sûrette kullanılan mehil ve vâdenin haksız olarak satılması" ileri sürülmüştü. Aynı gerekçe ve sebep tam mânâsıyla burada da vardır. Aradaki fark, câhiliyye ribâsında zamanı ödünç veren sattığı halde burada bunu ödünç alan satmaktadır. Şayet bu muâmelelerden iki tarafın da faydalanmaları helâl olma sebebiyse, aynı şeyin fâizde de mevcut olması sebebiyle onun da helâl olması icap eder. Buna göre senet kırmanın hükmü ve cevâzı tâyin edilebilir. Cumhura göre bunun câiz olmaması lâzım gelir. Bugün senet kırmada sözkonusu olan eksik ödemenin vâde karşılığı olduğu için fâiz sayılması husûsunda hiçbir kimsenin şek ve şüphesi yoktur. Üstelik burada para para ile değiştirilmiyor, kıymetli bir evrak olan senet satılıyor. Hileciler, fâiz adı altında alınan fazla parayı senedin, yani kâğıdın karşılığı olarak da kabul edebilirler. Bir şekilde ortaya çıkınca haram sayılan bir muâmelenin, başka şekle girerek ortaya çıkması halinde helâl sayılması cidden şaşırtıcıdır. İktisadî ve ticarî muâmelelerde bu gibi şeyler son derece mânâsız olmaktadır. Burada konu ile ilgili önemli bir husûsa işaret edilmesi şarttır: Mervan zamanında, istihkak sahiplerine senelik maaş olmak üzere ödenecek gıda maddesinin ve hubûbâtın miktarını belli eden senetler veriliyordu. Bu senetleri ellerine alanlar, hasat mevsimi gelmeden evvel senetleri düşük fiyatla başkalarına devr ve temlik ediyorlardı. Bunun üzerine Ebû Hüreyre, Mervan'a "Sen ribâ alışverişini mubah mı kıldın, yoksa Hz. Peygamber'in gıda maddelerinin teslim alınmadan evvel satışını yasakladığını bilmiyor musun?" diye uyarmış, bu ikaz üzerine Mervan senet satışlarını yasaklamış, satılmış olanlarını da görevli memurlara toplatmıştı (Müslim, Büyû' 40; Muvattâ, Büyû' 44). Hasat mevsiminde teslim edilmesi devlet teminatı altında bulunan bir nevî hâmiline yazılı bonolara benzeyen bu senetlerin (sıkak) gününden evvel ucuza ve gerçek fiyatlarından düşük olarak satılmasının yasaklanması, senet kırdırmanın fâiz olduğunu gösterir.


NEMÂ

Sözlükte "artmak, çoğalmak, gelişmek" anlamlarına gelen nemâ, dinî bir kavram olarak, bir malın zekata tabi olabilmesi için aranan şartlardan biridir; zekat alınacak malın bilfiil nemalı veya nemalanması mümkün olmasıdır. Günümüz iktisadî anlayışına göre nema, malın sahibine kazanç ve fayda sağlar durumda olması veya kendiliğinden çoğalma ve artma özelliğine sahip olmasıdır. Günümüz vergi sistemlerine göre, kazanç, üretim veya irat temin etmesi veya malın kendisinin artması, çoğalması yeni irat hâline gelmesi şeklinde tanımlanabilir.

Dinî literatürde nemâ, hakiki ve takdiri olmak üzere iki çeşittir. Hakiki nema doğum, üreme, ticaret ve benzerleri ile çoğalmaktır. Takdiri nema ise, potansiyel olarak bir malın nemâ imkânının bulunması, artıp çoğalması, sahibinin veya vekilinin elinde olması demektir.

Nasslarda ve klasik fıkıh kitaplarında zekata tabi mallar, para (altın, gümüş, döviz vb.), ticaret malları, toprak ürünleri, hayvanlar, define ve madenler şeklinde sıralanmıştır. Bu mallar incelendiğinde hepsinin namî olduğu görülür.

Zekata tabi malda nemânın şart koşulması sebebiyle, tahıl ve meyveden bir defa zekat alındıktan sonra, malikinin elinde senelerce kalsa bile, artık bir daha ondan zekat alınmaz. Halbuki hayvanlar daima nemalanmaktadır; bunun için her yıl zekatının verilmesi gerekir.

Bütün bunlardan hareketle, naslarda adı geçmemiş olsa da nemâlı her malın zekata tabi olduğu söylenebilir. Buna göre, ticaret veya gelir getirmesi için alınan ev, daire, dükkan gibi akarların gelirleri ile fabrika gelirlerinden de zekat verilmesi gerekir. (İ.P.)

NEMA Gelişme, büyüme.

  • Uzamak, artmak, çoğalmak, üremek.
  • Faiz.

Faiz Ödünç verilen para için alınan ve şer'an haram olan kâr. Faizin iş hayatındaki mânası, "sen çalış, ben yiyeyim"dir. Küçük tasarruf sahiplerinin paraları bankalarda toplanıp, büyük yekûnlere ulaşır. Banka bu parayı aldığından daha büyük faizle iş sahiplerine kredi olarak verir. İstihsâl edilen (üretilen) malların fiatına masraf olarak bu faiz eklenir. Böylece malların fiatı faiz yüzünden %50 civarında veya daha fazla artar. Bu malı satın alanlar, ödedikleri fiatla birlikte vaktiyle yatırımcının ödediği faizi kendileri ödemiş olurlar. Böylece tasarruf sahipleri bankadan aldıkları faizden çok daha fazlasını bu malı satın almakla geri ödemiş olurlar. Ayrıca fiatların yükselmesiyle dar gelirlilerin haklarına tecavüz etmiş olurlar. Çalışmadan para alıp vermekle zenginleşen bir zümrenin türemesine de sebep olurlar. İslâm, faizi haram kılmakla bu haksızlıkları önler. (Bak: Riba) Taşan, dolan.

Faiz (Fevz. den) Dilediğine eren. Başaran. Korktuğundan kurtulan. Üstün gelen. Necat bulan. Kapının üstündeki eşik.

DAR-I HARP'TE FAİZ

Dâru'l-harp'te faiz olmaz, diyorlar. Türk bankalarından faiz alıp yiyebilir miyiz?

Dâru'1-harpte faizin cereyan edip etmemesiyle Türk bankalarından faiz alıp yemek ayrı ayrı şeylerdir. Önce bu hüküm sadece Imam Ebu Hanife ve Imam Muhammed'in kabul ettiği ve Imam Ebu Yusuf dahil, Şafiî, Malik ve Ahmed gibi diğer imamların karşı olduğu bir hükümdür. "Dâru'1-harp'te müslümanla harbî arasında faiz olmaz" anlamındaki bir hadise dayandırılır. Hadis, "Nasbu'r-râye" sahabi Zeyla'î'nin ve Allâme Ibn Hümâm'in tesbitlerine göre "âhad" bir haberdir ve garibtir (sahih değildir).(Zeyla'i, Nasbu'r-Râye, IV/44; Ibn Hümâm, Fethu'1-Kadîr, VN/39) Imam Şafiî böyle bir hadisin sabit olmadığını, binaenaleyh, delil olamayacağını söyler. Nitekim hadis, meşhur on hadis kitabında bulunmadığı gibi, "dâru'1-harb" ifadesi de bunun dışında Hadislerde geçmemektedir. "Dâru'1-harb", "Dâru'1-Islâm" gibi terimler sonradan müctehid imamlar döneminde ortaya çıkan terimlerdir. Nitekim Ibnü'1-Esîr de "en-Nihâye" adlı değerli eserinde "dâr" kelimesi ile ilgili böyle bir terimden söz etme-· mektedir. Işin bir yönü budur. Diğer bir yönü de bu hükmün usûl kaideleriyle çelişmesidir. Çünkü "haber-i vahidle ziyade, nesih sayılacağından caiz olmaz." Bu haber de haber-i vahiddir. Kabul edilmesi halinde faizi ayırım yapmadan (mutlak olarak) yasaklayan naslara ziyade bir hüküm getirmiş olur ki, bu caiz değildir. Işin, Allâme Ibn Hümâm'ın da irdelediği (Ibn Hümam, age. VN/39) bir üçüncü yönü vardır ki, sorunun cevabı açısından önemli olan da budur: Imam Azam ve Imam Muhammed bu hükmü verirken, parayı iktisadî bir silâh olarak düşünüp, müslümanın onu kafirin ülkesinde ve onun rızasıyla, herhangi bir yolla alabileceğini, böylece onu iktisaden zayıf düşüreceğini, müslümanın hiçbir surette faiz veremeyeceğini, yani fazlalığı müslümanın alması halinde bunun caiz olabileceğini kastettiklerini, arkadaşları olan imamlar açıklamışlardır. Nitekim Imamı Azam kumarı da aynı kategoriye sokmuş ve yüzde yüz kazanacağını bilmesi halinde müslüman Darü'1-Harpte bir harbî ile kumar oynayabilir, demiş ve mes'eleye Rum Sûresinin başında işaret edilen ve Hz. Ebu Bekr'in Şirk diyarı olan Mekkelilerle girdiği bahsi delil göstermiştir. Çünkü bahsin kumardan başka bir anlamı yoktur ama Hz. Ebu Bekr kazanacağını Allah Rasûlünün haber vermesiyle kesinlikle bilmektedir. Durum böyle olunca Imam Azam ve Imam Muhammed'in cumhurun karşısındaki bu görüşlerini alsak dahi, günümüzde müslümanın hiçbir yerde onların görüşüne göre de banka faizi alıp yiyemeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü faiz sistemi artık değişmiş ve fertlerin yerini müesseseler almıştır. Diyelim ki Almanya'da bir müslüman 100 markını bankaya yatırmış ve meselâ yılda: %10 faiz almış, sene sonunda da parası 110 mark olmuş olsun. Banka, hali hazırdaki sisteme göre bu sayede bu mevduatın (ankes hesabı ayrıldıktan sonra) yaklaşık 5 katıkredi verebilecek ve daha yüksek, meselâ % 15 faiz uygulayacağından 5x15=75 DM. kazanmış olacaktır. Yani müslüman Ahmet kendi kazandığı 10 DM karşılığında Alman Hans'a 65 DM. Kazandırılmış olacaktır. Görüldüğü gibi buna caiz diyen hiçbir Islâm Hukukçusu yoktur. Türkiye için durum daha da değişiktir. Darül-harp olduğunu söyleyen görüşten hareket etsek dahi, faiz müessesesi dediğimiz gibi bir banka olacaktır ve banka Yahudi Mason'un ve Masonlaşan Türkün olsa bile bir taraftan Ahmet Ağa yatırıp, öbür taraftan Mehmet Ağa almış olacağından, bir yönüyle müslüman faiz vermiş, öbür yönüyle de müslüman, müslümandan faiz almış olacaktır. Bu ise hiç caiz görülemez.


Soru: Benim babam, borçlarını kapatmak için bankadan kredi çekmemi istiyor. Ben de kredi çekmek istemiyorum, çünkü kendi imkânı var bu borcu kapatmak için. Mesela dairelerinden birini satabilir. Ama bunu yapmak istemiyor. Bana geri ödeyeceğini söylüyor hep. Ben “hayır, kredi çekmiyorum” deyince, babalık hakkımı sana helal etmiyorum dedi. Gerçekten babalık hakkı helal olmaz mı? Ne yapacağım şimdi? Bana yardımcı olabilir misiniz?

Cevap:

Allah’a isyan olan bir konuda kullara itaat edilemez. Bankadan faizli borç çekerek belki babanızı razı edebilirsiniz ama bu sefer Allah’a isyan etmiş olursunuz! Bunu ona anlatmaya çalışın. İmkânınız varsa ve verebiliyorsanız ona siz borç verin, ihtiyacını giderin. Bankadan faizli borç çekmiyorsunuz diye onun size hakkını helal etmemesi önemli değildir. Ana babaya itaat, Allah’ın çizdiği sınırlar dâhilinde gerçekleşir. Bunun dışında, Allah’a isyan olan konularda ona itaat etmeniz gerekmez. Fakat başta da dediğimiz gibi ona helal yollardan yardımcı olabilirseniz güzel bir iş yapmış olursunuz.


Soru: Banka kredisi kullanarak ev alabilir miyim? Birkaç hocaya sordum, zaruret olduğu için kredi kullanarak ev alabilirsin dediler. Fakat içim rahat etmiyor. Bir de size sormayı uygun gördüm. Ne dersiniz?

Cevap: Kredi demek, faizli borç demektir. Faiz ise İslam’ın en büyük yasaklarından biridir. Durup dururken, hiç ihtiyacı yokken hiç kimse faizli borç almaz. Önemli olan bir ihtiyaç durumunda faizden kaçınmaktır. Dolayısıyla içinizin rahat olmaması da bu yüzdendir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem, bu ölçüyü Vâbısa radıyallahu anh’a hitap ederek şöyle açıklamıştır:

“Nefsine danış, kalbine danış Vâ­bısa (“istefti kalbek”)! İyilik, nefsin yatış­tığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste te­reddüt do­ğuran şeydir. İsterse in­san­lar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bul­muş ol­sunlar.” (Sünen-i Dârimî, Büyû’, 2; Ahmed b. Hanbel, 4/228)


Soru: Öğrenim kredisi almak caiz midir? Faize girer mi?

Cevap: Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun internet sitesinde öğrenim kredilerinin geri ödenmesi hakkında şu bilgi yer almaktadır:

“Kurumdan öğrenim kredisi alan öğrencilerin borcu, öğrenim kredilerinin verildiği tarihten öğrenim süresi bitimine kadar geçen sürede veya herhangi bir sebeple kredisinin kesildiği tarihe kadar; öğrenim kredisi olarak verilen miktarlara, Türkiye İstatistik Kurumunun Toptan Eşya Fiyat Endeksindeki (TEFE) artışlar uygulanarak hesaplanacak miktarın ilave edilmesi suretiyle hesaplanmaktadır.”

Bu durumda öğrenim kredisi alınmasında herhangi bir sakınca olmaz.



Advertisement