Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Mehmet Akif Ersoy'un hüsran şiirleri:[]

Mehmet Akif Ersoy'un hüsran şiirleri : Safahat IV Kitaptakiler :Alınlar Terlemeli - Süleyman Nazif'e - Firavun ile yüzyüze - Gece - Mehmet Akif Ersoy - Safahat - Bir Ariza - Bülbül - Hicran - Secde - Umar Mıydın? - Hüsran-ı mübin - Hüsrân - Mehmet Akif Ersoy - Safahat - Yeis Yok!

Alınlar Terlemeli[]

Bugün ferdî mesâînin nedir mahsûlü? Hep hüsran;

Birer beyhûde yaştır damlayan tek tek alınlardan!

Gece - Mehmet Akif Ersoy - Safahat[]

Vurur mihrâbdan mihrâba alnım şimdi hüsranla;

Tesellî bulmanın imkânı yok ferdâ-yı gufranla.

Serilmiş, secdemin inler durur yerlerde mi´râcı!

Semâlardan gelir ummanların tehlîl-i emvâcı!

Karanlıklar, ışıklar, gölgeler sussun ki, Allah´ım,

Bütün dünyâyı inletsin benim secdem, benim âhım.

Süleyman Nazif'e[]

"Rûhum benim oldukça bu îmanla berâber Üç yüz sene, dörtyüz sene, beş yüz sene bekler."

Malta - Süleyman Nazif

Beş yüz sene bekler mi? Nasıl bekliyeceksin?

Rûhun da asırlarca bu hüsrânı mı çeksin?

Karşımda duran dehşeti - gûyâ - edip îmâ,

"Hüsran"deyiverdim, hani, birdenbire, amma,

Mahşer gibi âfâkımı sarmış zulümâtın,

Teşrîhine kâmûsu yetişmez kelimâtın!

Kaç yüz senedir bekliyoruz, doğmadı ferdâ;

Artık yetişir çektiğimiz leyle-i yeldâ.


Firavun ile yüzyüze []

Huşû´ içinde tavâf eylemişti heykelini;

Bu Fir´avun, bu görünmez kazâ, bu saklı belâ,

Ki bir zaman tapılıp dendi: "Rabbune´l-a´lâ!"...

Ne intikâm-ı İlâhî, ne sermedi hüsran:

Gelen, geçenlere ibret, yatar sefil, üryan!

Soyulmadık eti kalmış, bilinmiyor kefeni;

Açıkta, mumyası hâlâ dağılmıyan, bedeni.

Soyulmadık eti kalmış, bilinmiyor kefeni;

Açıkta, mumyası hâlâ dağılmıyan, bedeni.


Bu çehre miydi ki titrerdi karşısında zemîn?

Bunun mu handesi âfâka tarh ederdi enîn?

Hayır, bu çehre değil şimdi, bir sicill-i azâb:

Bütün hutûtu perîşan, bütün meâli harâb.

Birer siyâh uçurum gürleyen, çakar gözler

O yıldırımların artık yerinden yeller eser!

Ölüm derinleşe dursun çökük şakaklarda,

Düğümlü bir acı hüsran henüz dudaklarda.

Nedir düşündüğü, bilmem, o seyrelen sakalın;

Bir ıztırâb-ı mehîbin zebûnu lâkin alın.

Yanık kütüklere dönmüş, karın, kasık, el, ayak;

Yakında küllenerek hepsi târumâr olacak.

Bir Ariza[]

Bükülmüş beller, incelmiş boyunlar, kaynamaz kanlar.

Düşünmez başlar, aldırmaz yürekler, paslı vicdanlar;


Tegallüpler, esâretler, tahakkümler, mezelletler;

Riyâlar; türlü iğrenç iptilâlar, türlü illetler;


Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar;

Ekinsiz tarlalar, ot basmış evler, küflü harmanlar;


Cemaatsiz imamlar, kirli yüzler, secdesiz başlar;

“Gazâ” nâmiyle dindaş öldüren biçare dindaşlar;


Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar;

Emek mahrûmu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar!...


Geçerken, ağladım geçtim; dururken ağladım durdum;

Duyan yok, ses veren yok, bin perîşan yurda başvurdum.


Mezarlar, âhiretler, yükselen karşımda dûradûr;

Ne topraktan güler bir yüz, ne göklerden güler bir nûr?


Derinlerden gelir feryâdı yüz binlerce âlâmın;

Ufuklar bir kızıl çember, bükük boynunda İslâm’ın!


Göğüsler hırlayıp durmakta, zincirler daralmakta;

Bunalmış kalmış üç yüz elli milyon, cansa gırtlakta!


İlâhi! Gördüğüm âlem mi insâniyetin mehdi?

Bütün umrânı târîhin bu çöllerden mi yükseldi?


Şu zâirsiz bucaklar mıydı vahdâniyetin yurdu?

Bu kumlardan mı, Allah’ım, nebîler fışkırıp durdu?


Henüz tek berk-ı îman çakmadan cevvinde dünyânın,

Bu göklerden mi, yâ Rap, coştu, sağnak sağnak, edyânın?


Serendip’ler şu sahiller mi, Cûdî'ler bu dağlar mı?

Bu iklîmin mi İbrahim’e yol gösterdi ecrâmı?


Haremler, Beyt-i Makdisler bu topraktan mı yoğruldu?

Bu vâdiler mi dem tuttukça bihûş etti Dâvûd'u?


Hirâ’lar, Tûr-ı Sinâ’lar bu âfâkın mı şehkârı?

Bu taşlardan mı, yer yer, taştı Rûh-ullah’ın esrârı?


Cihânın Garb’ı vahşet-zâr iken, Şark’ında Karnak’lar,

Haremler, Sedd-i Çinler, Tak-ı Kisrâlar, Havernaklar,


İrem’ler, Sûr-ı Bâbil’ler semâ-peymâ değil miydi?

O mâziler, İlâhi, bir yıkık rüyâ mıdır şimdi?


Ne yapsın, nâ-ümid olsun mu Şark’ın intibâhından?

Perişan rûhumuz, hâib, dönerken bâr-gahından?


Bu heybetten usandık biz, bu hüsran artık elversin!

İlâhi, nerde bir nefhan ki, donmuş hisler ürpersin,


Serilmiş sineler, kâbusu artık silkip üstünden.

“Hayat elbette hakkımdır! ” desin, dünya “değil! ” derken.

Bülbül[]

Tesellîden nasîbim yok, hazan ağlar bahârımda;

Bugün bir hânumansız serserîyim öz diyârımda.


Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serapa Garb'a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!


Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,

Salâhaddîn-i Eyyûbî'lerin, Fâtih'lerin yurdu.


Ne zillettir ki: Nâkûs inlesin beyninde Osman'ın;

Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!


Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzi serâp olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!


Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden Yıldırım Hân'ın;

Şenâatleri çiğnensin muazzam Kabri Orhan'ın!


Ne heybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,

Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!


Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!


Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Hicran[]

İlahi! Bir hata ettimse, elvermez mi hüsranım ?

Güneşler doğdu,aylar doğdu,ben hala perişanım!

Çakar şimşeklerin karşımda yırtar, çiğner afakı;

Henüz ruhum, fakat, bir yağmurun bir canla müştakı,

Sen ey dilber ki, serpildikçe handen,fışkırır, yer yer,

Semalardan,zeminlerden şafaklar,laleler,güller;

Şu öksüz yurda bir gülmez misin ? Hala yetimindir

Bütün yangındı indirdiklerin,bir gün de nur indir.

Hayır, ben handeden geçtim, celalim etmesin tehdid,

Açar haşyetle donmuş her sücudum renk renk ümmid.


İlahi ! Pek Bunaldım, nerde nurun ? Nerde gufranın ?

Cehennem gezdirip dursun mu afakımda hicranım ?

Secde[]

Şuhûdundan cüdâdır, çok zamanlar var ki, îmânım;

Bu vahdet-zâra - gûyâ! - geldim amma bin peşîmânım:

Huzûr imkânı yok dünyâyı etmiş cezben istîlâ;

Ne hüsrandır, İlâhî, ma'bedim, çepçevre, vâveylâ!

Derinlikler, kovuklar, kuytular, şellâleler, yarlar,

Bulutlar, yıldırımlar, çöller, enginler, sular, karlar,

Güneşler, gölgeler, aylar, şafaklar... Hepsi çığlıkta;

Gelir tarrâkalar çaktıkça ecrâmın karanlıkta!


Hüsran[]

Feryatımı artık boğarak, naş'ımı tuttum,

Bin parça edip şi'rime gömdüm de bıraktım.

Seller gibi vadiyi eninim saracakken,

Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım.

Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz;

İnler 'Safahat'ımdaki Hüsran bile sessiz

Umar Mıydın?[]

"Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım:

O gün akşama kadar İslam'ın garibliğine,

müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım... "

Sebîlürreşâd Şimal müslümanlarından Atâullah Behâeddin


Görünmez âşinâ bir çehre olsun rehgüzârında;

Ne gurbettir çöken İslâm'a İslâm'ın diyârında?


Umar mıydın ki: Ma'betler, ibâdetler yetîm olsun?

Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?


Umar mıydın: Cemâ'at bekleyip durdukça minberler,

Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?


Umar mıydın: Tavanlar yerde yatsın, rahneden bîtâb?

Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrâb?


Umar mıydın: O, taş taş devrilen, bünyân-ı mersûsun,

Şu vîran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun?


İşit: On dört asırlık bir cihânın inhidâmından,

Kopan ra'dın, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!


Civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem;

Kulak ver: Çarpıyor bir mâtemin, kalbinde bin âlem!


Ne hüsrandır ki: Doldursun bugün tevhîdin enkâzı,

O, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!


Gezerken tavr-ı istîla alıp meydanda bin münker,

Şu milyonlarca îman "nehye kalkışsam" demez, ürker!


Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,

Silinmiş emr-i bi'l-ma'rûfun artık ismi yâdından.


Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde...

Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!


Vefâ yok ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;

Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.


Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;

Nazarlardan taşan ma'nâ ibâdullâhı istihkâr.


Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:

Ne din kalmış, ne îman, din harâb, îman türâb olmuş!


Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl...

Bu izmihlâl-i ahlâki yürürken, durmaz istiklâl!


Sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;

Nihâyet, ye'se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.


Samîmî yaşlarında coştu rûhum, herc ü merc oldu;

Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.


Cemâ'at intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla?

Çalışmak!.. Başka yol yok hem nasıl? Canlarla, başlarla.


Alınlar terlesin, derhal iner mev'ûd olan rahmet,

Nasıl hâsir kalır "tevfıki hakkettim" diyen millet?


İlâhî! Bir müeyyed bir kerim el yok mu, tutsun da,

Çıkarsın Şark'ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?

Yeis Yok! []

"Dalâile düşmüşlerden başka kim Tanrı'sının

rahmetinden ümîdini keser?" (Hicr, 56)


Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin!

"Ölmüş"mü dedin?Ah onu öldürmeli miydin?


Hakkın ezeli fecri boğulmazdı, a zâlim,

Ferdâlanın artık göreceksin ki ne muzlim!


Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez.

Yıllarca bakınsan, bir ufak lem'a görünmez.


Beyninde uğuldar durur emvâcı leyâlin;

Girdâba vurur alnını, koştukça hayâlin!


Hüsran sarar âfâkını, yırtıp geçemezsin.

Arkanda mı, karşında mı sâhil seçemezsin.


Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın!

Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın:


Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de,

Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde.


Bir parça açılsın, diyorum, çünkü bunaldın;

Nevmîd olarak nûr-i ezelden donakaldın!


Ey, Hakk'a taparken şaşıran, kalb-i muvâhhid!

Bir sîne emelsiz yaşar ancak o da: Mülhid.


Birleşmesi kâbil mi ya tevhîd ile ye'sin

Hâşâ! Bunun imkânı yok elbette bilirsin.


Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun?

Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun?


Doğduk, "Yaşamak yok size!" derlerdi beşikten;

Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten!


Telkîn-i hayât etmedi aslâ bize bir ses;

Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes,


Ye'sin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı;

Mel'un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı!


"Devlet batacak!" çığlığı beyninde öter de,

Millette bekâ hissi ezilmez mi ki? Nerde!


"Devlet batacak!" İşte bu öldürdü şebâbı;

Git yokla da bak var mı kımıldanmaya tâbı?


Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik,

Batmazdı, hayır batmadı, hem batmıyacaktır;


Tek sen uluyan ye'si gebert, azmi uyandır:

Kâfi ona can vermeye bir nefha-i îman;


Davransın ümidîn; bu ne haybet, bu ne hırmân?

Mâzîdeki hicranları susturmaya başla;


Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşıla,

Allah(c.c.)'a dayan, sa'ye sarıl, hikmete râm ol...

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.





Lupa Ad Ico libri Anlamlar

[1] Zarar.ziyan,beklenilenin elde edilmemesi yüzünden duyulan acı.

  • Hüsran Ümit edilenin elde edilememesinden duyulan elem.
  • Mahrumiyet acısı.
  • Zarar,
  • ziyan, kayıp

Nuvola apps bookcase Köken Nuvola apps bookcase Köken

Advertisement