Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

HIRSIZLIK

Mülkiyet hakkına karşı işlenen temel suçlardan biri olan hırsızlık; başkasına ait bir malı, korunduğu yerden sahibinin bilgisi dışında gizlice almaktır. İslâm'a göre insanın hayatı, ırz ve namusu gibi malı da muhteremdir. Bu nedenle hırsızlık, hem hukuk düzeni açısından suç kabul edilerek cezalandırılmış, hem de dînen ve ahlâken büyük günah ve ayıp sayılmıştır (Mâide, 5/38). (İ.P.)


Hırsızlık; Anlam ve Mâhiyeti[]

Hırsızlık eski Türkçe'de uğrulama, Arapça'da sirkat ve serika kelimeleriyle ifâde edilmiş, hırsız için de eski Türkçe'de uğru, Arapça'da sârik ve lıss kelimeleri kullanılmıştır. Sirkat sözlükte ve örfte "başkasının malını gizlice çalma" mânâsında olup

Kur'an'da, bu anlam çerçevesinde mecâzî bir kullanım olarak "başkasının konuştuğunu gizlice dinleme" mânâsında "istirâku's-sem'a" tâbiri geçer (15/Hıcr, 18).

Hadislerde namazın rükûn ve şartlarını eksik bırakmaya "namazdan hırsızlık" (Dârimî, Salât 78; Şevkânî, Neylu'l-Evtâr, II/299) denilmiştir.

Arap dilinde "kaçamak bakış" anlamında "bakış hırsızlığı" (müsârakatu'n-nazar) denilmesi, Arap edebiyatında bir şâirin başkasının şiirini kendisininmiş gibi ifâde etmesine "sirkat" tâbir edilmesi de böyledir.

Hukuk dilinde hırsızlığın terim anlamı, ayrıntı teşkil eden farlılıklar gözardı edilirse hemen hemen bütün hukuk sistemlerinde aynı olup kelimenin sözlük ve örfteki anlamından farklı değildir. Toplumlar ve medeniyetler arası farklılıklar, hırsızlığın suç teşkil ettiği ve çeşitli müeyyide ve tedbirlerle önlenmesi gerektiği noktasında değil, suçu önleyecek tedbirlerin seçimi, suçun oluşma şartları ve suça uygulanacak müeyyide/yaptırım husûsunda yoğunlaşır.

İnsanlık tarihi kadar uzun bir geçmişi olan hırsızlık suçu, bireysel boyutta ve şahsî öç alma aracı bir eylem olarak kalmamış, kamu düzenini ihlâl eden bir suç sayılarak ilk toplumlardan itibaren cezâlandırılması cihetine gidilmiştir. Hırsızlığın bütün toplumlarda suç olarak görüldüğü, fakat hangi tür eylemin hırsızlık sayılacağı ve ne tür bir yaptırım ile cezâlandırılacağı husûsunun toplumlara ve dönemlere göre değişiklik gösterdiği bir vâkıadır.

İslâm hukukunda hırsızlığın, mezheplerin kendi yaklaşımlarını ve eylemin had cezâsını gerektiren bir suç teşkil etmesi konusundaki özel şartlarını yansıtır tarzda birbirinden kısmen farklı birçok tanımı yapılmışsa da, hukukî bir terim olarak hırsızlık eylemi "başkasına âit bir malın mülk edinme kastıyla muhâfaza edildiği yerden gizlice alınması" şeklinde tanımlanabilir ve suçun tanımında ana unsuru (rükûn) malın gizlice alınması teşkil eder. Klasik fıkıh literatüründe tanımla ilgili olarak yer verilen "cezâî ehliyeti hâiz kimsenin nisab miktarı mütekavvim bir malı mülkiyet şüphesi bulunmaksızın kendi isteğiyle alması" gibi ilâve kayıtlar, suçun oluşması için aranan şartları tanıma dâhil etme çabasının ürünüdür. Cezâî müeyyidesinin Kur'an ve Sünnet'te belirlenmiş olması sebebiyle hırsızlık İslâm cezâ hukukunun had, kısas-diyet ve ta'zîr şeklindeki üçlü ayrımının had grubunda yer alır. Özellikle Hanefî literatüründe bazen hırsızlığın ikiye ayrılıp eşkıyâlık, silâhlı gasp ve soygun suçuna "büyük hırsızlık" (es-serikatü'l-kübrâ),

basit hırsızlığa da "küçük hırsızlık" (es-serikatü's-suğrâ) denildiği olur. Ancak "sirkat" ve "serika" kelimeleri yalın kullanıldığında kural olarak basit hırsızlık kastedilir.

Hırsızlık suçunun tanımında yer alan unsurlar, onu benzeri suç ve eylemlerden ayırmaya yarayan birer kriter görevi de görür. Nitekim eşkıyâlık ve gasp suçları, cebir, şiddet ve tehdit kullanılarak işlenmeleri yönüyle; yankesicilik, dolandırıcılık, zimmet ve emniyeti sûistimal suçları da ele geçirilen malın nisap miktarı olması, muhâfaza altında bulunması veya gizlice alınması şartlarının eksik olabilmesi yönlerinden hırsızlıktan ayrılır.

Eski Çin ve Hint'ten Asurlular ve Hititler'e kadar kadim toplumlarda ve dinlerde (meselâ Brahmanizm, Konfüçyanizm) hırsızlığın büyük suç ve günahlardan sayıldığı ve değişik müeyyidelerle cezâlandırıldığı, meselâ eski İran'da, Sumerler'de ve Hammurabi kanunlarında hırsızlığa karşı, çalınan malın birkaç katının ödenmesinden hırsızın öldürülmesine kadar çeşitli ağır cezâların öngörüldüğü bilinmektedir.

Eski yunan[]

Eski Yunan'da gasp ve yağmacılığın hırsızlık kapsamında görülmeyip kahramanlık ve beceri örneği sayıldığına dair bilgileri, o toplumun genel telâkkîsi şeklinde değil; topluluklar arası düşmanca ilişkilerle sınırlı bir yargı olarak algılamak gerekir.

Ahd-i Atîk'te (Tevrat'ta) yer alan "on emir"den biri "çalmayacaksın"dır (Çıkış, 20/15). Hırsızlara verilen genel cezâ, çalınan malın misliyle ödetilmesidir (Çıkış, 22/1-5). Eğer çalan kişinin malı yoksa köle olarak satılır (Çıkış, 22/3).

İsrâiloğulları'na ve eti yenen hayvanlara karşı işlenen hırsızlık üzerinde özellikle durulur. Tevrat'taki bu ilk ögeler Talmud hukukunda başka suçlarla irtibatlandırılarak daha genişletilmiş, eğer kişi hırsızlığı şabatta (Cumartesi) yapmışsa o zaman ölüm cezâsına kadar giden bir anlayış hâkim olmuştur (Ketubbot 31a; Yadayim Genevah 3/1-2).

Roma hukuku fortum dolandırıcılık ve emniyeti suistimal[]

Roma hukukunda geniş bir anlam içeren "furtum" hırsızlığın yanı sıra dolandırıcılık, emniyeti sûistimal, zimmet, ihtilâs gibi mal aleyhine işlenen diğer suçları da kapsar. İlk dönemlerden itibaren, mâbedlere ve devlete âit malın çalınması ile kişire âit malın çalınması arasında ayrım yapılmış, ikinci nevi hırsızlık şahsî bir suç sayılarak suç mağdûruna, uğradığı zararı tazmin ettirmekten fâili köle edinmeye veya öldürmeye kadar varan bir dizi hak tanınmıştı. XII. Levha Kanunu'ndan sonra, suçüstü yakalanmasına ve köle olmasına da bağlı olarak hırsız ölümle cezâlandırılabilir, değilse köle statüsüne geçirilebilir veya çaldığının iki katı ödetilebilirdi. Kaynaklarda hakkında pek az bilgi bulunan eski Türk hukukunda meselâ Hunlar'da hırsızın, sayısı yedi ile 700 arasında değişen sopa cezâsıyla veya çaldığının dokuz katını ödemekle cezâlandırıldığı, at vb. şeyleri çalanların veya ikinci defa hırsızlık yapanların öldürüldüğü bilinmektedir.

Hristiyanlık[]

Hıristiyanlıkta da hırsızlığın yasak olduğu bildirilmekle beraber Ahd-i Atîk'teki gibi açık bir cezâ öngörülmemiş, Pavlus'un, "Hırsızlık yapan artık hırsızlık yapmasın" şeklindeki dinî-ahlâkî çerçevedeki öğüdü (Efesoslular'a Mektup, 4/28) esas olmuştur. Kilise hukukunda başlangıçta hıristiyan ahlâkiyâtının da etkisiyle, gizli hırsızlıkla tabiî ihtiyaçları karşılamaya mâtuf basit ve alenî hırsızlığı birbirinden ayırıp ikinci tür hırsızlara şefkatle yaklaşma ve daha hafif cezâ uygulama düşüncesi hâkim olmuşsa da orta ve ileri dönemlerde Roma cezâ hukukuna, kanonik hukuka ve mahallî örf ve âdet hukukuna dayanan ve yaklaşık 18. yüzyılın ortalarına kadar süren müşterek Avrupa cezâ hukukunda hırsızlık ağır bir şekilde cezâlandırılmış, hırsızın bazı organlarının kesilmesi ve damgalanması gibi cezâlar getirilmiştir. Bu tarihten sonra Batı'da fikir akımlarının ve hürriyet mücâdelesinin açık etkisiyle, biraz da bu ağır cezâ uygulamasına tepki olarak hırsızlık suçunu daha hafif şekilde cezâlandırma düşüncesi hâkim olmuş ve kanunlarda diğer birçok suç gibi bunun da prensip itibarıyla hapisle cezâlandırılması cihetine gidilmiştir.

Cahiliyedearaplardahırsızlık[]

İslâmiyet'ten önce Hicaz-Arap toplumunda hırsızlık, kural olarak ayıp ve suç sayılmakla birlikte, merkezî bir siyasî otorite bulunmadığından suçun düzenli bir tâkibâta ve cezâlandırmaya mâruz kaldığı söylenemez. Meselâ göçebe Araplar kabile fertlerine, dost kabilelere, mâbedlere ve kamuya âit malın çalınmasını suç sayarken, diğer kabilelerden çalınan malı -ki bunlar genelde deve ve giyeceklerdir- ganimet sayar, bu tür eylemleri de ces3aret ve beceriyi simgeleyen davranışlar olarak görürlerdi. Öte yandan hırsızın sosyal konumu ve kabilesinin gücü de cezâlandırılmasında önemli farklılıklar doğuruyordu. Kaynaklar, câhiliyye Arapları arasında hırsızlığın bir hayli yaygın olduğundan söz eder. Öyle ki hırsızlık, Araplar'da sosyal hayatın aynası durumunda bulunan Arap edebiyatının da ana temalarından birini teşkil etmiş, Araplar arasındaki meşhur hırsızlar ve hırsızlık vak'aları etrafında oluşan çeşitli şiir, darb-ı mesel ve menkıbeyi konu alan bir literatür türü ortaya çıkmıştır (Bu konuda geniş bilgi ve örnekler için bk. Abdülmuîn el-Mellûhî, Eş'âru'l-Üsûs ve Ahbâruhum, Dımaşk 1987, s. 11-14, 15 vd.; Yûsuf Halîf, eş-Şuarâü's-Saâlik fî Asri'l-Câhilî, Kahire 1986, s. 7-17). Câhiliyye toplumunda da hırsızlığın hapis, el kesme, kabile himâyesinden çıkarma, dayak gibi çeşitli yaptırımlarla önlenmeye çalışıldığı ve bu dönemde bazı münferit olaylarda hırsızın elinin kesildiği bilinmekle birlikte, bu uygulamanın uzunca bir geçmişinin bulunmadığı, hatta hırsızlık için el kesme cezâsını ilk koyanın Abdülmuttalib veya Velîd bin Muğîre olduğu rivâyetleri vardır.[1] [1] Ali Bardakoğlu, TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 17, s. 384-385

Hırsızlığın Günümüzdeki Bin Bir Çeşidi...[]

Adına hırsızlık denilmeyip başka ifâdelerle belirtilen değişik hırsızlıklar vardır. Bunların sayısı ve çeşidi her gün arttığından tümünü saymak mümkün gözükmemektedir. Farklı hırsızlık çeşitlerini yukarıda genel hatlarıyla sayıp açıklamaya çalıştık.

Ama "kim demiş memleket ilerlemiyor" diye? Bu konuda büyük gelişmeler kat ettiği rahatlıkla iddia edilebilir. O yüzden, diğer hırsızlık çeşitlerini özetle ve kısa yorumlarıyla burada ele alıp, yukarıdaki genel listeye ilâve yapmak gerekiyor. Teknolojinin yaygınlaşmasıyla hırsızlık çeşitlerinin artışı arasında doğru orantı vardır. Teknolojik âletler hem kolay çalınıyor, taklit ediliyor, sahteleri üretiliyor ve hem de çaldırıyor. Başka çalmalara aracılık ediyor. Ey teknoloji, sen nelere kaadirmişsin? Eskiden âdî hırsızlığın dışında hırâbe denilen yol kesicilik (eşkıyâlık) vardı, bir de nebbâşlık denilen mezar/ölü soygunculuğu. Sonradan toplumun Batılılaşmaya başlamasından sonra bunlara ihtilâs veya tarrârlık denilen yankesicilik ilâve oldu. Şimdi ise, küçük hırsızlık içinde kapkaççılık, büyük hırsızlık içinde de hortumculuk ve banka boşaltma moda. Bilindiği gibi modalar da sık sık değişir. Akla hayale gelmedik yolsuzluklar, zimmet ve sûistimaller, görevi kötüye kullanmalar, kendisine emânet olarak bırakılan emânetten çalmalar, metreden, teraziden, gramajdan çalmalar, malzemeden çalmalar, müteahhitlikte demirden ve çimentodan çalmalar... İşten görevden kaytarma, yani zaman çalma gibi mal dışına da taşar bu hırsızlıklar. İşçisinin hak ettiği maaşı zamanında (teri kurumadan) ve tam olarak vermeyen, ya da sigorta primini ödemeyen, çok daha fazlasını hak ettiği halde, piyasayı veya asgarî ücreti örnek göstererek ihtiyacını karşılamayacak kadar az bir maaş veren kimse işçisinin, emekçisinin hakkını, parasını çalmış olmuyor mu? İşçi de verimli iş üretmeyerek, kontrol olmayınca işi rolantiye alarak patronunun kârını çalıyor. Çalınacak şey ve fırsat varsa, işyerinden başka şeyler çalıyor. Böyle patrona böyle işçi. O da aynı düzen(sizliğ)in çocuğu, yani patronunun kardeşi. Kardeş kardeşi kazıklar mı diyeceksiniz. Zaman 21. asır, yer de Türkiye ise, evet. Zaten artık halk öyle demiyor mu? "Bu devirde kardeşine bile güvenmeyeceksin arkadaş!"

Hırsızlık çeşitlerini saymak, hele günümüz Türkiye'si açısından, başarılması zor bir iş.

Bunun tümüyle başarılamayacağı bilinciyle, biz bunlardan bazılarını saymaya çabalarken, kim bilir kaç çeşit hırsızlık çeşidi daha icat edileceğini tahmin etmenin mümkün olmadığını değerlendirerek aklımıza gelenleri ilâve edelim: Ülke soygun yerine dönmüş, arazi ve arsa soygunları artarken, hazine arazilerine el konulup binâ kondurulurken ormanlar ha bire talan edilir, halkın ekmeği çalınır, ekmeğin gramajı çalınır, süte su katan sütçü hileyle çalar, kalitesiz mal üreten kaliteden çalar. Vakit, nakitten kıymetlidir. Trafikte, kahvede, maçta, televizyon karşısında... insanların zamanları çalınır.

Belediye otobüsü saatinde gelmediği, bilmem kaç dakika geciktiği için duraklardaki o kadar insanın vakitlerini çaldığını şoför düşünmez bile. Tabii, helâllık da dile(ye)mez. Sürücü, karşıdan gelen diğer sürücünün hakkını çalar, on saniye kazanmıştır, ama çalarak. Otobüste, dolmuşta iki kişilik yerin birbuçuk kişilik yerini kaplayan yolcu, yanına oturan vatandaşın hakkını gasbetmiş, yerini çalmış olmaktadır. Askerde şu kadar uzun süre askerlerin ömürlerinden çalınır, okulda zihin ve gönüllerinden. Sınavlarda bazı öğrencilerin çalışmalarının çalındığı, haklarının gasbedildiği olur, çalınan aslında gelecekleridir. İmam-Hatiplilerin hakları çalınır, kızların başörtüleri... Aslında bunlar sadece hırsızlığın görünen tarafıdır. Görünmeyen tarafları; tüm müslümanların, tüm halkın, tüm değerlerinin çalındığı...

Cumhuriyetin ilk dönemlerinde birçok câmi, medrese ve tekke binası ve vakıf yeri, daha çok da gayri müslimlere satılmış, paralarının hesabı sorul(a)mamıştır. "Onlar eskidendi, şimdi bu tür şeyler olmaz" diyenler etrafına atgözlüğüyle bakanlardır. Halkın yaptırdığı birçok İmam-Hatip Lisesi binası gasbedilerek farklı amaçlar için kullanılıyor.

Câmi bahçelerinde halkın yaptırdığı Kur'an Kursu vb. yerler, hiç hakkı olmadığı halde Vakıflar Genel Müdürlüğünün malı olabiliyor. Şahıs arazisi olmadığı için hazine arazisi olduğu gerekçeyle kullanım hakkını, kiraya verme hakkını devlet kendinde görüp halkın yaptırdığı binaları resmen çalıyor. Zaten Vakıflar Genel Müdürlüğü, Osmanlı'dan, 500 seneden beri müslümanların hizmetine vakfedilmiş binlerce, on binlerce medrese, han, hamam, dükkân, işyeri, değişik bina ve arâziye el konulmuş, (ç)alınıp gasbedilerek oluşmuş. Bu paraların bir kısmıyla Vakıflar Bankası kurulmuş, diğer gelirler de devletin hazinesine havâle edilmiştir. Cemaatleri tarafından yapılacak yeni binalara el koymak için de Vakıflar Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur. Yani, vakıflarla ilgili resmî kurum, sadece günümüzdeki câmi çevresindeki İslâm'a ve müslümanlara hizmet için vakıf olarak yapılmış binâlara değil; yüzlerce seneden bu yana çok değişik alanlarda Allah için vakfedilmiş binâ ve arâzileri vakfeden insanların ve onlardan yararlanan milyonların hakkını da çalmıştır. Bu tür gerçeklerden yola çıkarak düzene "hırsız düzen" diyenler mi suçludur, düzen mi? "Hırsız düzen" diyen, devlet sırrını ifşâ ettiği için mi suçlu kabul edilecektir? Artık, bunların sırları dökülmüş, gizler ortadan kalkmış, her şey alenî yapılmaya başlanmıştır. O yüzden yavuz hırsızın ev sahibini bastırmasına evin gerçek sahipleri artık müsaade etmemelidir. Boş arâziler yağmalanıyor, hazine arazisi denilen, aslında tüm halka âit olan ve içinde garibin ve yetimin de hakkı bulunan arsalara gecekondular, apartmanlar, villalar, hatta fabrika ve üniversiteler kuruluyor. Ormanlar kesilip yakılarak, açılan yerlere fındık, çay fidesi dikilebiliyor, ya da bina oturtulabiliyor. Artık komşu komşudan emin değil; "bana nasıl zarar verir?" diye düşünüyor. Tarla veya bahçesinin toprağından çalabileceğini, tarla sınırını değiştirebileceğini düşünüyor, şüpheye düşüyor, ya da bu tür şeyler başına geliyor. "Allah nezdinde hıyânetin en büyüğü, iki arâzi veya ev komşusundan birinin, diğerine âit bir arşın toprağı kendi zimmetine geçirmesidir. Allah kıyâmet gününde, bu toprağın yedi katını, onun boynuna geçirir." (Ahmed bin Hanbel, IV/140, 202, V/341, 344).

Eski insanımız karşısındaki komşunun güneşini çalmış olmamak için, evini karşı evden daha yüksek tutmaz, tek katlı komşu evinin karşısına iki kat çıkmayı "kendi arsamın üzerine, kendi paramla değil mi, yasak da olmadığına göre" demez, bu hakkı kendinde görmezdi. Şimdi bırakın böyle davranmayı, bunu duysalar komedi filmine alay edilsin diye "enâyinin biri" adıyla monte ederler.

Güneşimizi çalanlar, oksijenimizi de, havamızı da çalıyor. Organize suç örgütü denilmese de çok sayıda meslek grubu, her biri ayrı bir yönüne hücum ederek insan sağlığını, beden ve ruh sağlığını çalıyor. Sağlığı düzelsin diye doktora gitmeye kalkıyor hasta, hastahane hiç gereği yokken üç-beş tahlil, bir de röntgen istiyor, bir de o çalıyor, yetmiyor bir de doktor, olmadı bir de ilaç firmaları. Her kurum, hırsızlık şebekesi olmuş. Hırsızı hırsıza şikâyet eden suçlu çıkacaktır. Hakkını ararken de soyulmayayım diye sineye çekiyor, o zaman da stres denilen çağdaş canavarın kucağına düşüyor. Cumaları imamın elindeki ve dilindeki hutbeler çalınır. Vâizlerin dilleri çalınır. Hakkı ketmeden/gizleyen, kendisine emânet edilen din ilimlerini kendinde saklayıp ihânet etmiş, kutsal emâneti gasbetmiş bir çeşit hırsızdır. "... Âyetlerimi az bir para/ücret karşılığında satmayın. Sadece Ben'den korkun" (2/Bakara, 2/41) diyor Cenâb-ı Hak. Karşılığında dünyadaki tüm paraları, tüm dünyayı almış olsa da, Allah'ın âyetlerini ucuza satmıştır hakkı ketmeden, hakkı bâtıla âlet edip hakka bâtılı karıştıran bel'am. Rüşvet cinsinden aldığı bu para veya maaş, kendi cennetinin satış bedeli olmuştur. Hacca gidenlerin parasını üç-beş ay önce alıp bankaya yatırarak fâizini alan devlet ve Diyânet, aday hacıların parasından daha önemli olan sevaplarını çalarken, Suudi Arabistan, hacılardan toprak bastı vb. adıyla bu soyguna ortak olur. Moda adlı bir maske takarak çok sayıda farklı iş alanı, sektör olmuş, yolunacak kaz veya kız arıyor. Genç erkeklerin hayâlarını, müslümanca yürüme hakkını çalmaya çıkan genç kız ve kadınlar da ava giderken avlanıyorlar. Yazık, eteklerinin yarısını kesip çalmışlar sokaktaki kızcağızların. Hiç mi acıma yok bu hırsızlarda nice kadının bluz ve tişörtlerinin altını bile kesip çalmışlar, göbekleri apâşikâr açıkta kalmış zavallıların. Ama durun, ben bu hırsızı tanıyorum; daha önce de bu kadınların başörtüsünü, iffet ve hayâsını çalan hırsız değil mi o?

Gönül hırsızı gençlerin karşı cinsin gönlünü çalması güzel hırsızlık olur mu bilmem ama, hırsızlık hırsızlıktır. Organ mafyası, çocukların ya da ölülerin organlarını çalmaktan çalıp pazarlamaktan çekinmez. Bundan daha fecîsi, çocukların fıtratları, hayâ ve iffetleri, iman ve âhiretleri çalınır. İnsanların onurları, hakları, özgürlükleri çalınır. Müslümanca yaşama hakları, sadece Allah'a kulluk yapma özgürlükleri çalınır. Hırsız demek eli uzun demek. Şimdiki hırsızlık kurumlaştığı için elleri o kadar uzun ki, ta Ankara'dan Hakkâri'nin köyüne uzanabiliyor, ta uzaydan filanın evine girebiliyor. Halkın cebine uzanan el, ondan daha fecîsi gönlüne ve kafasına uzanıp oraları boşaltmış, boş gönül ve kafayla hırsızlığı da, hırsızları da tanımak mümkün olmuyor. Halkın sevgisi, tepkisi, buğzu, sevdâsı, dâvâsı, umudu, ideali, hedefi, aklı, mantığı çalınmış, çalınıyor.

İnsanımızın şarkısını ve türküsünü, sanatını ve edebiyatını, zevkini ve eğlencesini, örfünü ve edebini, okulunu ve câmisini, insanlığı ve müslümanlığı, kalemini ve dilini, dinini ve imanını, insanı insan yapan tüm değerlerini de çalmışlar, çalmaya devam ediyorlar. Bize "hırsız var!..." deme hakkını bile vermiyorlar. Bu hakkımızı da çalmışlar. "Hırsız var!" diye caddede bağırsak, herkes kaçar, cadde boşalır mı dersiniz? Niçin ve kimden kaçacak hırsızlar ki!? Âdî hırsız bile hırsızlığını kabul etmiyor, bin bir gerekçe ile yaptığını normal gösterip kendini temize çıkarmaya çalışıyor; dolaylı olarak hırsızlığa katılan ve yaptıklarının hırsızlık olduğunu aklından bile geçirmeyenler, bunların hırsızlık olduğunu nasıl anlayıp kabul edecek, hangi cezâ ile gözü korkutulacak ki, bundan vazgeçsin?

Ömer Nasuhi Bilmen[]

BÜYÜK İSLAM İLMİHALİ’NDEN

Bir kimse bir eşya çalamaz, çalınmasına razı olamaz, ona yardım edemez bu haramdır, yasaktır.

Ferdlerin ve cemiyetlerin selametine, selamet ve mutluluğuna aykırı olan şeyler, İslam dininde yasaktır, haramdır. Bunların yapılması, hem dünyaca, hem de ahiretçe sorumluluğu gerektirir. Bunlara “Günah, masiyet, ism” denir.

Günah olan şeyleri bizzat yapmak caiz olmadığı gibi, o gibi şeylere razı olmak ve bir zorlama olmadıkça yardım etmek de caiz değildir.

Misal: Bir kimse, bir eşya çalamaz, bu haramdır, cezayı gerektirir. Bir kimse bir şeyin çalınmasına razı da olamaz, ona yardım da edemez. Bu da haramdır, yasaktır.

Günah olan şeylere razı olmak veya yardım etmek, yerine göre ya haram ya da mekruh olur. Bu, dinde bir esastır. Bunun üzerine çeşitli binlerce mesele bina edilebilir.

Misal: Bir kimse, herhangi bir haksızlığı geçerli kılmak için bir kimseden bir mal alamaz. Bu rüşvettir, haramdır. Onun için bir haksızlığı geçerli kılmak için bir insan bir mal veremez ve böyle bir malın verilmesine aracı da olamaz. Bunlar da haramdır, yasaktır. Çünkü böyle alınması yasak olan bir şeyin, verilmesi de, verilmesine aracı olunması da haramdır, yasaktır. Bir hadis-i şerifte buyurulmuştur: “Yüce Allah rüşvet alana da, rüşvet verene de, bunların arasında rüşvete aracı olana da lânet etsin.”

Karaçay Balkarca
[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Çok konuşan, geveze

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Başkasının malını çalan kimse, arakçı.

Crystal Clear app Community Help Atasözleri

Acındırırsan arsız olur; acıktırırsan hırsız olur
Çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin.
Hırsız evden olursa mandayı bacadan aşırır
Kırk hırsız bir çıplağı soyamamış
Kurnaz hırsız ev sahibini bastırır
Yavuz hırsız ev sahibini bastırır
Yüz verme arsız olur, az verme hırsız olur

Nuvola Turkish flag Türk Dilleri


  • Şablon:Krc: [[uru#Şablon:Krc|uru]] (krc)
  • {{{1}}}: [[qaraq#{{{1}}}|qaraq]] (tt)
  • {{{1}}}: [[öy basuçı#{{{1}}}|öy basuçı]] (tt)
  • {{{1}}}: [[käkre qullı#{{{1}}}|käkre qullı]] (tt)

|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

Crystal Clear app internet Çeviriler

  • Şablon:De: [1] Dieb (de) e.
  • (İngilizce): [1] [[thief#(İngilizce)|thief]] (en)

|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

Advertisement