Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Hafiz Sami Efendi (1874-1943) , Hafız Sami veya soyadı kanunundan sonra Sami Ünokur Ünlü hanende ve Kur'an Karii

Hafız_Sami_Seni_Kim_Görse_(_Acemaşiran_gazel_)

Hafız Sami Seni Kim Görse ( Acemaşiran gazel )

http://www.youtube.com/watch?v=SdvY_zVyDX0

Türk mûsikisinde son devrin dínî ve din disi icralari ile taninan en ünlü hânendelerinden.

Bülbülleri Susturan Adam: Hafız Sami Efendi 24.06.2013 15:07Genel1541 İbrahim Refik

âfız Sami Efendi... Menkıbeleri dilden dile dolaşan bu cezbeli adam son devrin nev`i şahsına münhasır ses üstadlarından biridir. Bir zamanların billûr sesiyle gök kubbeyi çın çın çınlatan bu güzide ses sanatkârı Filibe`de dünyaya gözlerini açtı. 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı`nda Filibe`nin Ruslar tarafından işgali üzerine ailesiyle birlikte İstanbul`a göç etmek zorunda kaldı. Ses kabiliyetini dedesi Hafız Bekir Efendi`den miras alan küçük Sami, sıbyan mektebinde okuduğu yıllarda sesinin güzelliği ile dikkat çekmeye başladı. Sultan Selim Camii imamı reîsülkurrâ Hacı Hasan Efendi`nin yanında on iki yaşında hıfzını tamamladı. Birçok hocadan kıraat, tashih-i huruf, ta`lîm-i Kur`an dersleri aldıktan sonra icâzetini Abdüş Efendi`nin elinden aldı. Osmanlı`nın son döneminde yetişen ve başta Kur`an tilaveti olmak üzere mevlid, ezan, kaside, gazel gibi irticâlî okuyuşlarıyla devrinin erişilmesi güç simalarından biri olan bu altın sesli Hafız, ilk mûsiki bilgilerini Müştakzâde Hacı Edhem Efendi`den öğrendi. Daha sonra farklı hocalardan istifade ederek usta bir hanende, büyük bir sanatkâr, güçlü bir hafız olarak temayüz ederek birbirinden değerli birçok eser meşketti.

“OĞLUM SANA HÜDA MEŞKETMİŞ”

Bu genç Hafız, yeni palazlanmaya başladığı günlerin birinde mukabele okurken Zekai Dede ile karşılaşır. Dede, sesine hayran kaldığı bu hafızın kim olduğunu sorduğunda, etrafındakiler genci anlatıp, Zekai Dede`ye istikbal vaadeden bu gence üstadlık etmesi için ricada bulundular. Hafız Sami`yi dinledikten sonra yanına çağıran Zekai Dede, onun mûsikideki kabiliyetini ve istikbalini âdeta keşfederek şöyle der:

-”Oğlum, sana Hüdâ meşketmiş, benim meşkedecek bir şeyim yok! Gittiğin yolda böylece devam et!..”

Hafız Sami, ilk olarak on dört yaşında ramazanda Fatih Camii`nde mukabele okumaya başladığında, Kur`an hayranları bu muhteşem mabedi tıklım tıklım doldurur, büyük bir izdiham meydana getirirlerdi. Sadece İstanbul halkı değil, Anadolu`nun değişik yerlerinden birçok insan bu kulak ziyafetinden istifade edebilmek için camiye koşarlardı. Bilhassa 1900-1910 yılları arasında Fatih Camii`nde hünkar mahfilinin altında öyle ve ikindi arasında okuduğu mukabeleler meşhurdur. Kaynaklarda, onun kıraati esnasında cezbeyle kendinden geçen dinleyecilerin coşkulu feryadlarının kubbelerde yankılandığı belirtilir. Meşrutiyet yıllarında Esad Efendi Tekkesi`ndeki kıraati sırasında dervişlerin cezbeye kapılarak kendilerini yerlere atmaya ve bağırmaya başlamaları üzerine şeyh efendi yüksek sesle “el Fatiha” demek suretiyle Hafız Sami`nin okuyuşunu kesmek zorunda kalmıştır. Mânâya ve diksiyona oldukça dikkat eden Hafız Sami`nin yorulmak bilmeyen sesinin yanında çok uzun bir nefesi vardı. Kaynaklarda, mevlid okurken üç beyti bir solukta, gereken perde ve nağmeleri de göstererek okuduğu nakledilir..

BÜLBÜLLERİ SUSTURAN ADAM

Hafız Sami, gençlik yıllarında bir gün Metris Çiftliği`nde avlanırken bir ara arkadaşlarıyla bir ağacın altına oturup soluklanmışlar. Çok geçmeden vecd haline geçen Hafızımız başlamış muhteşem sesiyle ortalığı çın çın öttürmeye... Mevsim Mayıs, yani bülbüllerin şakıma zamanı... Hafız güzel sesiyle ortalığı inletirken altında oturduğu ağacın dalları arasında onunla birlikte dem çeken bülbüller birden bire suspus olurlar. Arkadaşlarının yemin ederek anlattıklarına göre de, dalların arasından sessizce süzülen bülbüller sessizce gelip Hafız`ın başına konarlar.

“SEN ÇOK YAŞA HAFIZIM”

Sultan Reşad`ın büyük oğlu Ziyaeddin Efendi mûsikiye meraklı biri olduğu için sık sık toplantılar tertip eder, Hafız Sami de zaman zaman bu cemiyetlere katılırdı. Yine böylesi bir mûsiki cemiyetlerinin birinde, Tanburî Cemil Bey, Hafız Osman ve Dârulaceze muhasebecisi Hafız İsmail gibi üstadların bulunduğu bir akşam, Hafız Sami bülbül gibi öyle bir şakımaya başladı ki, orada bulunanlar kendinden geçtiler. Hafızın hançeresinden fışkıran bu lahuti sesten son derece etkilenen Tanbûrî Cemil Bey, Hafız Sami`nin yanına yaklaşarak bütün içtenliğiyle duygularını şöyle dile getirdi:

-”Bundan sonra senin bulunmadığın meclislerde tanbur çalmak bana haram olsun! Meclisi ihya ettin. Çok yaşa hafızım!”

Hafız Sami, Tanbûrî`nin bu kıymet bilirliğini, “Ben, bu iltifatı şehzadenin altınlarına değişir miyim?” diyerek her vesile ile yad edecektir.

MÜZELİK BİR SES

Son derece müstağni bir hayat yaşayıp ayağına kadar gelen dünyevî nimetlerin hepsini tepen Hafız`ın bu harika sesi, İstanbul`da bulunan yabancı subayların da dikkatini çekmişti. Birinci Dünya Savaşı`nın devam ettiği yıllarda, bir gün Hafız`ı yüksek rütbeli bir Alman subayının da davetli bulunduğu meclise götürmüşlerdi. Nasılsa aşka gelip birkaç gazel söylemişti. Almanlar “Bu nasıl bir sestir?” diye hayret içinde kalmışlar, nihayet içlerinden biri sormuştu: -Böyle değerli bir sese sahip olmak için ne yaptınız?

Hazret, “Hiçbir şey” cevabını vermiş. Fakat Alman subayı bunun Allah vergisi olacağına inanmadığı için hafıza dönmüş, konuşmasını şöyle sürdürmüş: -Hayır; siz gırtlağınızın içine mutlaka platin kaplatmış olmalısınız. Bir insanın hançeresinden bu kadar kusursuz ses çıkması mümkün değidir!

Mütareke yılları içinde zengin bir Fransız subayı da -öldüksen sonra Paris Mûsiki Müzesi`nde teşhir edilmek üzere- hançeresini on bin liraya satın almak teklifinde bulunmuştu. 1910 yılında Hacca giden Hafız Sami`ye, Hicaz dönüşü Şeyhülislam Hüseyin Hüsnü Efendi tarafından hünkar imamlığı teklif edildi. Ama bu dünyaya metelik vermeyen adam, “Ben padişahın emri altına giremem!” diyerek teklifi kabul etmedi. Böylece de dolgun bir maaşı elinin tersiyle itmiş oldu. Bir gün Enver Paşa`nın kendisini çağırdığı haberini alınca, emri getiren Merkez Kumandanı Cevat Paşa`ya şu pervasız cevabı verdi: “Enver Paşa`ya selam söyle! Ben onun padişahına bile metelik vermedim! Hafız kimsenin uşağı değildir!”

Kaynaklar, Türk mûsikisinin bu ünlü hanendesinden mahrum kalan güzel ses âşıklarının, üstadı dinleyebilmek için kendilerine göre hilelere başvurduklarını kaydediyorlar. Bunlar, bazı mahalle kahvelerinde rast geldikleri Hafız`ı okumaya teşvik etmek için karşısına oldukça kötü sesli bir adamı oturtup avaz avaz bağırtırlarmış. Hafız önce aldırmaz; fakat çok geçmeden kendini tutamayarak birdenbire coşup başlarmış şakımaya...

ANA HASRETİNİN KAVURDUĞU YÜREK

Her sıradışı insan gibi Hafız`ın da garip halleri vardı. Kendisini yakinen tanımayanlar, onun bu davranışlarına bakarak deli olduğuna hükmedebilirlerdi. Oysa deli falan değildi, sadece annesini çok seven ve onun hasretiyle yanıp tutuşan bir hasretzede idi. Zaman zaman içini bır sıkıntı basıp da eliyle göğsünün sol tarafını oğuşturmaya başladığında “neyin var?” diye soruyorlardı. O da bu soruya: “Susun! Beni yine anamın perileri zaptetti!” cevabını verirdi. Bu sözlerin mânâsı ancak vefatından sonra anlaşılabildi. Merhumun yeğeni Söğütlüçeşme Camii baş imamı Hafız Cevdet, dayısının hayatını anlatırken şunları söylemişti: -”Onun büyük ruhî ıstırabının neden ileri geldiği birçok kimse için sırdır. Hafız Sami`ye hayatını zehir eden hangi hadise idi, bilir misiniz? Anasının ölümü... Bütün dünyada onun kadar anasına düşkün evlat zor bulunur. Bir sevgili uğruna kara sevdaya tutulup, ömrünü ah ve vah ile geçiren zavallılar çok görülmüştür. Fakat bir ana için... Sadece bir ana uğruna, her şeyi, yeryüzünde sevilebilecek ne varsa hepsini bir kenara atıp, yalnız onutarasına siyah bir harmani gibi sarılarak acıklı bir “tariki dünya” hayatı geçirmek, kaç fâniye nasip olmuştur? Dertli Hafız, zaman zaman yine böyle ruhu daraldığında hemen anasının mezarına gider, o güzel sesiyle hazin hazin Kur`an okurdu. Bu durumu farkeden bazı kimseler, onun ardından gizlice mezarlığın yolunu tutarlar, gizlendikleri otların ağaçların arasından bu Kur`an bülbülünü dinlerlerdi.

“ALLAH” DİYE DİYE YAŞADI, “ALLAH” DİYEREK ÖLDÜ

Bu içli Hafız, Hicaz`dan döndükten sonra hastalığı iyice arttı. Artık okumayı hemen hemen terketmişti. Son zamanlarda kulakları da da işitmez olmuştu. Bütün gece sabaha kadar uyuyamaz, “Ah anam!.. Ah anam!..” diye haykırırdı. 1936 yılında Gülhane Hastanesi2ne yatırılıp tedavi edilmeye çalışıldı. Ancak o hastalığının cismanî değil ruhanî olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla doktora gitmeyi gereksiz görüyor, ilaçları kullanmıyordu.

Bir gün kızkardeşinin ısrarına dayanamayarak doktora giderlerken yolda bir anda durdu ve gür bir sesle “Allah” diye haykırarak olduğu yere yığıldı. Ve tarihler 26 Nisan 1943`ü gösterdiğinde bu bülbül sesli Hafız Hakk`ın rahmetine kavuşmuştu. Bugün sanatçı adı altında lanse edilen ve daha bir yıl geçmeden silinip giden insanların medyayı, dolayısıyla gündemi boş yere işgal ettiğini gördükçe, sesi ve şahsiyetiyle vefatının üzerinden yıllar geçmesine rağmen bıraktığı izler silinmeyen Hafız Sami Efendi gibi hakiki sanatçıları rahmetle anıyor, bâki kalan bu kubbede bıraktıkları hoş bir sâdâdan dolayı da şükranlarımızı sunuyoruz.



Günümüzde Bulgaristan sinirlari icerisinde bulunan Filibe´de dogdu. Babasi Haci Ali Rizâ Efendi, annesi Zâtiye Hanim´dir. 1877-1878 Osmanli-Rus Savasi´nda Filibe´nin Ruslar tarafindan isgali üzerine ailesiyle birlikte Istanbul´a göc ederek Fatih´te Hâfizpasa semtine yerlesti. Tezgâhcilar (veya Mehmed Atâ) Sibyan Mektebi´nde okudugu sirada on yaslarinda iken sesinin güzelligiyle dikkati cekti. Sultan Selim Camii imami reîsülkurrâ Haci Hasan Efendi´nin yaninda hifzini tamamladi. Hasan Efendi´den kiraat, Yedi Emirler türbedari Haci Kadri (Kadir) Efendi´den tashîh-i hurûf ve ta´lîm-i Kur´ân dersleri aldi. Ayrica Eginli Rahmi ve Hafiz Idris efendilerle hadis âlimi Demirhisarli Haci Abdus Efendi´den medrese derslerini okudu ve otuz bes yasinda Abdus Efendi´den icâzet aldi.

1893-1906 yillari arasinda Halicioglu Topcu Mektebi imamligi görevinde bulundu. Vazifesinden istifa ederek hacca gitti. Hac dönüsü (1910) Şeyhülislâm Hüseyin Hüsnü Efendi kendisine hünkâr imamligini teklif ettiyse de Sâmi Efendi kabul etmedi. Bir ara Galata Camii´nde imamlik yapti. Fakat bir sinir hastaligina yakalanmasi üzerine görevinden ayrilmak zorunda kaldi (1912). Hayatinin bundan sonraki döneminde ancak bazi vesilelerle okumustur. 1936 yilinda Gülhâne Hastahanesi´ne yatirilip tedavi edilmeye calisildi. Bir müddet iyilesir gibi olduysa da daha sonra hastaligi nüksett. Ayrica kulaklari iyi isitmemeye baslayinca sikintilari daha da artti. 26 Nisan 1943 tarihinde ablasi ile doktora giderken yolda vefât etti ve Edirnekapi´da sair Bâkí nin mezarinin yanina defnedildi. Soyadi kanunundan sonra Ünokur soyadini almissa da daima

Hâfiz Sâmi olarak anildi. Osmanlilar´in son döneminde yetisen ve basta Kur´an tiláveti olmak üzere mevlid, ezan, kaside, gazel gibi irticâlí okuyuslarda devrinin erisilmesi güc birkac simasindan biri olan Hâfiz Sâmi, ilk mûsiki bilgilerini Müstakzâde Haci Edhem Efendi´den aldi. Daha sonra Bolâhenk Nuri Bey, Enderunlu Hâfiz Hüsnü Efendi, Haci Kirâmí Efendi, Bestenigâr Ziyâ Bey ve Sultanselimli Hâfiz Cemal Efendi´den faydalanarak diní ve din disi bircok eser mesketti. Meshur bestekâr Zekâí Dede, torunu Münir (kökden) Bey´in mesk icin kendisine getirdigi Hâfiz Sâmi´yi dinledikten sonra, " Oglum, sana Hüdâ mesketmis, benim meskedecek bir seyim yok !" diyerek bu gencin mûsikideki kabiliyetini ve istikbâlini âdeta kesfetmistir. Hâfiz Sâmi´nin ilk olarak on dört yasinda ramazanda Fâtih Camii ´nde okumaya basladigi mukabeleleri, daha sonra uzun yillar Beyazit ve Yerebatan camiilerinde büyük kalabaliklar önünde devam etmistir.

Bilhassa 1900-1910 yillari arasinda Fâtih Camii´nde hünkâr mahfilinin altinda ögle ile ikindi arasinda okudugu mukabeleler meshurdur. Kaynaklarda, onun kiraati esnasinda cezbeyle kendinden gecen dinleyicilerin coskulu feryatlarinin kubbelerde yankilandigi belirtilir. Rahatsizligindan sonra Kur´an ve mevlid mahfillerinde pek görülmemisse de 1928 Ramazaninda Fâtih Camii´nde bazi günler mukabele okumustur.

Hâfiz Sâmi Kur´an tilavetinde tecvide son derece dikkat eder ve lüzumsuz nagmelerden kacinirdi. Mevlid okuyusunda da ayni hassasiyeti gösteren Hâfiz Sâmi mânaya ve diksiyona özellikle dikkat ederdi.

Yorulmak bilmeyen sesi yaninda cok uzun bir nefesi vardi. Mevlid okurken üc beyti bir solukta, gereken perde ve nagmeleri de göstererek okudugu nakledilir. Misralari âdeta yasayarak seslendirdigini söyleyen Ali Riza Sagman, Meshur Hâfiz Sâmi Merhum adli eserinde Hâfiz Sâmi´nin mevlidi Kur´an´dan daha iyi okudugunu yazar. Tecvide riayet sebebiyle Kur´an kiraatinde sesi kullanma ve nagme yapma konusunda bir nevi sinirlama bulundugunu, mevlidde ise sesin kudretini gösterme imkâninin daha fazla oldugunu ifade ettikten sonra cok güzel mevlid okuyan kimseler tanidigin, ancak ideal mevlid okuyuculugunu

Hâfiz Sâmi´nin sahsinda gördügünü belirtir. Anadolu´nun bircok yerinde de mevlid okuyan Hâfiz Sâmi´nin hâfizalarda derin izler birakan bircok okuyusu arasinda 1901 yilinda Zeyrek Kilise Camii ´nde, 1910´da Dârülfünun (üniversite) genclerine Süleymaniye Camii ´nde okudugu mevlidler ve Mesrutiyet yillarinda Esad Efendi Tekkesi nde okudugu Mülk sûresi özellikle kaydedilmistir. Esad Efendi Tekkesi´ndeki kiraati sirasinda dervislerin cezbeye kapilarak kendilerini yerlere atmaya ve bagirmaya baslamalari üzerine

seyh efendi yüksek sesle "el Fatiha!" demek suretiyle Hâfiz Sâmi´nin okuyusunu kesmek zorunda kalmistir.

Ruşen Kam , Bazý sabahlar Mesud Cemil ile Aksaray'dan Sultanahmet'e gelerek, Sultan Ahmed ve Ayasofya câmilerinde ezan okuyan Hâfýz Sami ve Hâfýz Kemal Efendileri dinlediklerini ve orada büyük bir kalabalýðýn biriktiðini söylerdi. Ali Riza Sagman Meshur Hâfiz Sâmi Merhum adli kitaplarinda söyle anlatmaktadir:

Hafýz Sami'ye gelince: "O hangi akortun, hangi oktavýn, hangi perdesini dolaþýrsa dolaþssýn heceler ayný intizami muhafaza eder. Ses lastik gibidir. Uzadýkça uzanýr. Ne naðmeler, ne heceler külfete düþmezler. Ýþte bu hal, iktidar Sami'ye vergidir. Ancak böyle zamanlarda onun yüzüne bakmaya gelmez, en tizlerde okurken Sami' nin yüzü alelacayip þekillere girer. Aðýz o tarafa bu tarafa eðilir, bükülür. Gözünü yumacak, kulak kesileseksin bu yoldan aldýðýn, seni umduðun yerlere kadar götürmeye kafidir.......Þunu tekrar etmeliyim; okurken güftenin fesahatini bozmayan, söylenenin ne olduðunu iyice anlatan, gerek en peslerde, gerek en tizlerde heceleri bozmadan hem yakýnlara, hem uzaklara tane tane anlatarak okuyan biricik þantörümüz, iþte bu Hafýz Sami idi........O plaklarý ki hiç bir zaman Sami'yi temsil etmek kudretini gösterememiþlerdir. Bunun sebebi aþaðýya alýnan yazýmda söylemiþ olduðum arýzalardýr. Ne zalim bir tesadüftür ki onun okumak aþkýyle yanýp tüttüðü sýralar plaklar beceriksiz, baþarýsýz þeylerdi. Zaman geçti plaklar büyüdüler, olgunlaþtýlar. Sesin sahibine tam manasýyla tercümanlýk yapacak çaða eriþtiler. Ancak ne yazýktýr ki bu defa da koca Sami, okumamak aþkýyle yanýp tütmeye baþlamýþtý".

Hâfiz Sâmi üstat gazelhanlar arasinda yer alir ve bu konuda ismi Hâfiz Sasi Osman ile beraber anilir. Üc oktav üzerinde istedigi rahatlikla okuyabilen Sâmi Efendi güftenin fesahatini bozmadan tiz ve pestlerde, hecelerin hakkini verip vurgulara dikkat ederek okurdu. Ayrica meyan icinde meyan göstererek seyreden icralari da onun sahip oldugu ses genisliginin göstergeleriydi. Cogunlukla Mansur akordunun tiz nevâsi üzerinde okuyan Hâfiz Sâmi´nin gazellerinde âsikane bir eda hakimdi. Dinî ve din disi pek cok eseri plaga okumus ve bu plaklar büyük ilgi görmüstür. Ancak genclik yillarinda ve zamanin gelismemis teknikleriyle doldurdugu bu plaklar Hâfiz Sâmi´nin okuyusundaki özellikleri tam anlamiyla yansitmaktan uzaktir. Ayrica plaklardaki zaman sinirlamasi da onun tabii okuyusuna önemli bir engel teskil etmistir.

"Ey kamer-tal´at sarây-i âsumân durdukca dur " misrai ile baslayan Muhayyer gazeli, "ask ehline âlemde dilârâ mi bulunmaz" misrai ile baslayan Segâh gazeli plaklara okudugu meshur eserler arasindadir. Hicazkâr makaminda ve sözleri Seyh Esad Erbîlî´ye ait, "Tecellâ-yi cemâlinden habîbim nevbahâr âtes" misraiyla baslayan eser ise onun cok okudugu kaside olarak bilinir.

Eşi sözlük[]

1874 filibe dogumlu gazel okuyucusu. 1912'de ruhsal nedenlerle muzigi birakti ve bir daha buyuk teklifelere ragmen asla okumadi. gecen yuzyilin en buyuk sesi kabul edilir. Kusursuz okuyusu tiz ve pes perdelerdeki basarisi ile efsanelesti. fonograf silindirlerine ve 78 devirli plaklara pek cok gazel ve sarki okudu. zonophane ve odeon firmalari icin 50'ye yakin plak yapti 1943 yilinda istanbul'da oldu. ali riza sagman 1947 de "meshur hafiz sami merhum" ile hayatini kitaplastirdi. (caiphas, 29.11.2002 23:32)

Ali riza sagman'in "meshur hafiz sami merhum" baslikli kitabina gore: 26 nisan 1943 aksami saat yedi bucukta, sokakta, kendisini doktora goturmek isteyen ablasinin koluna tutunup "Allah" diyerek son nefesini vermistir.

Olaganustu bir sese ve hatasiz bir okuyusa sahip gazelhan, hafiz. gazellerinde genelde kendisine eslik eden sazlar cok nitelikli kimseler olmasalar da hafiz sami'nin ustun makam bilgisi, dogaclama yetenegi ve gurul gurul caglayan sesi alip goturur eseri. okuyusunun kusursuzlugu, notalari hatasiz basmasi, ya da hanceresine olan inanilmaz hakimiyeti kadar, okudugu esere kattigi ruhtan ve incelikten dogmakta. kalan muzik'ten cikan gazeller isimli arsiv cd'lerinin birincisinde bulunabilecek "seni kim gorse" isimli gazelindeki incelik, asikhane tavir ve sevgiliye uzanan bakisin derinligi esine az rastlanir guzellikte.

meraklilari asagidaki linkte hafiz sami'nin baska yerde yayinlanmadigini zannettigim eserlerinden yedisini bulabilirler.

http://www.archeophone.org/...extes/liste_disques.php

hafız sâmi kimilerince bu müziğin (klâsik türk müziği) o devir için popüler yüzüdür kimince yine o devrin üstâdıdır. hangisi olursa olsun sesinin kudreti şüphe götürmez, yeteneği şüphe götürmez. hafız'ı devrinin müzik dehâsı zekâi dede'ye götürmüşler musiki öğrensin üstâdından diye, Zekâi Dede "oğlum sana allah meşketmiş" deyip geri yollamıştır, zekâi dede bunu diyorsa durup bir düşünmek lâzımdır. meşhur hicazkâr gazelinde (bkz: derdime vâkıf değil cânân beni handan bilir ) tiz gerdâniyeleri tiz muhayyerleri bulan icrâsı ile hafız sâmi'nin herhangi bir gazelhân olmadığı hemencecik anlaşılır.

Dış linkler[]

HÂFIZ SÂMİ EFENDİ[]

Hâfız Sami Efendi 1874 yılında Filibe'de doğdu. Hacı Ali Efendi ile Zatiye Hanımın oğludur. Dedesi Bekir Efendi de çevresinde sesinin güzelliği ile tanınırmış. Hâfız Sami dört yaşında iken ailesi İstanbul'a göç ederek Fatih semtine yerleşti. Tezgâhçılar ve Ata mektebinde okurken Hâfız Hüseyin Efendi'den hıfza başladı ve on iki yaşında hıfzını tamamladı. Hacı Kadri Efendi, Eğinli Rahmi Efendi ile Muhaddis Hacı Abduş Efendi'den medrese dersleri görerek "icâzet" aldı. Çeşitli câmilerde imamlık yaptı. Hac'ca gitti.sonra eski hocası Hacı Hüseyin Efendi'den "ilm-i Kıraat" okudu ise de bitiremedi. Mûsikîyi Bolahenk Nuri Bey, Enderûnî Hâfız Yusuf, Bestenigâr Ziya Bey, Çarşambalı Cemal Efendi, Şeyh Hacı Edhem Efendi ve Hacı Kirâmî Efendi'den öğrendi. Mûsikîmizin pratik yönlerini çok iyi kavrayan, özellikle modülasyon ( geçki ) tekniğini ustalıkla kullanan güçlü bir hâfız ve gazelhandı. Münir Kökten, Sami Efendi'yi dedesi Zekâi Dede'ye götürerek dinletmiş, genç sanatkârı biraz yoklayan bu büyük usta sesini ve mûsikî bilgisini beğenmişti. Türk mûsikîsi alanında ses sanatkârları arasında en büyük seslerden biri olarak bilinir. Çok güzel bir uslûbla Mukabele, Kur'ân ve Mevlid okurdu. Kısa sürede ün kazanarak ülke çapında tanınan bir sanatkâr oldu. Kendinden sonra gelen hâfızları ve gazelhanları etkilemiştir. Ruşen Kam, Bazı sabahlar Mesud Cemil ile Aksaray'dan Sultanahmet'e gelerek, Sultan Ahmed ve Ayasofya câmilerinde ezan okuyan Hâfız Sami ve Hâfız Kemal Efendileri dinlediklerini ve orada büyük bir kalabalığın biriktiğini söylerdi. Hâfız Sâmi'nin sesi hem pestlerde hem de tizlerde çok geniş bir sahaya sâhipti ve kesinlikle falso yoktu. Tizlerde okuduğu zaman sanki sesinin tavanı yokmuş gibi nağmeleri peşpeşe sıralıyordu. Hac farîzasını yerine getirmek üzere Hicâz'a gittiği zaman Hicaz Emîri "Şerif Hüseyin Efendi" kendisini dinlemiş ve "Evlâdım senin sülâlende mutlaka bir arab vardır. Kur'ân'ın telâffuzunu böyle okuyabilmek için ancak arab olmak gerekir" diyerek iltifât etmişti. (Meşhur Hâfız Sâmî, Ali Rızâ Sağman, 1947) Bu da gösteriyor ki Hâfız Sâmî Kur'ân-ı Kerîm'i sâdece Türk Mûsikîsi makamlarıyla süslemekle kalmıyor, Arapça olan Kur'ân'ı telâffuzların hakkını vererek, mahreçlerde (Türk Makamlarını kullanırken mahreçleri farklı olan kaf, kef, ayın, ha, vav, he gibi harfleri Türkçe harflerin mahreçleri gibi telâffuz eden ve "ayın" ve "kaf" ları mübâlâğalı biçimde çatlatan bâzı hâfızlar gibi) mübâlağaya kaçmadan, kırâat ilminin bütün özelliklerini okuyuşuna yansıtıyordu. Türkçe olan sâdece okuyuş tavrı ve Mûsikîsi idi. Ne yazık ki bugün elimizde Kur'ân-ı Kerîm ve ezân okuduğu plâkları yoktur. Fâtih Câmii'nde okuyacağı zaman sadece İstanbul'dan değil yurdun bir çok yerlerinden onu dinlemeye gelindiği ve câminin dışarılarda bile yer kalmayıncaya kadar dolduğu bir dönemde bir çok gazel plâğı doldurmuş olmasına rağmen, Kur'ân'ı bu kadar güzel okuduğu bilinen bu üstâdımızın plâklara neden Kur'ân-ı Kerîm okumamış olduğunu düşünmek lâzımdır. Okumuş olup da bunların yurt dışına dağılmış olma ve Allah Kelâmı'nı "gereken saygı gösterilemez" endişesiyle plâklara okumadığı ihtimâlini de düşünmek lâzımdır. Sebepleri çeşitli olabilir. Fakat uzun bir süre ezânın yasak edildiği bir ülkede herhalde ezânı ve dolayısıyla Kur'ân'ı plâğa okumak cesâret işi olsa gerektir. Fakat buna rağmen okumuş olup da bunların Amerika ve Avrupa gibi dış ülkelere çıkmış olabileceği ihtimâlini ve bir gün bir yerlerden çıkıp geleceği hüsn-i niyetini taşıdığımı da belirtmeliyim. Mevcut olan gazel plâkları okuyuşu, sesi, mûsikî tavrı hakkında yeterli bilgi vermektedir. Türk Mûsikîsi makamlarını bütün incelikleriyle kullanıyor, her okuyuşunda makâmı târif ediyordu. "Şevkefzâ" makâmındaki gazeli onun okuyuşunu ifâde etmek için en güzel örneklerindendir. (hafızsami1) Hele bu sesle ve tavırla okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'i bir de dinleyebilseydik... Sami Efendi genç sayılabilecek bir yaşta ( Otuz yaşında ) bir ruh hastalığına yakalandı. Dinlemek isteyenlere önem vermez, içinden geldiği zaman okurdu. Tedavilerinden bir sonuç alınamadı. 26 Nisan 1943 tarihinde ablası ile doktora giderken Nişancı caddesinde öldü. Cenazesi Edirne kapısı mezarlığında şair Bakî'nin mezarının yanı başına defnedildi. Yaşadığı sürece büyük saygı ve sevgiye mazhar olan bu üstâdımıza Allah'dan rahmet diliyor, Onun okuduğu Kur'ân'ı hiç olmazsa âhirette dinlemeyi nasib etmesini niyâz ediyoruz. Allah ondan râzı olsun. (yalnızca başı)

Basın İletişim Muhammed Harun YILDIZ Muhammed Harun Yıldız kaf0001@hotmail.com

&ref=profile http://www.facebook.com/#!/profile.php?id=678029628&ref=profile

Dış linkler[]

  • Bizim de Sevdiğimiz Sanatçılar HÂFIZ SÂMİ EFENDİ
Advertisement