Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Ilk

DUA_-_ELMALI_HAMDi_YAZIR-0

DUA - ELMALI HAMDi YAZIR-0

IMG 20190901 065655

Atatürk'ün Tabiat Risâlesi ve Atatürk'ün Kur'an'ı Türkçeleştirme projesi ve Bediüzzaman Said Nursi nin reddiyesi olan Tabiat risâlesi

Bakınız

D Şablon:HDKDbakınız


En son çalışılan konu:
HDKD/10 gece
HDKD/Fecr
Zilhiccenin ilk on günü

HDKD/MEAL

HDKD/Audio
HDKD/Spotify
HDKD/Sesli meal
HDKD/Sesli meal/Yusuf Ziya Özkan

HDKD/Felak
HDKD/Tablo
30.cüz/20.sayfa

{{Alıntı|konum=sağ|{{HDKD}}|10px|30px}}
<div lang="ar" dir="rtl" style="font-size:1.5em;padding:0.25em;">Büyük punto ayet </div>
<span style="font-size:20px;">Punto</span>
Arapça font problemi
HDKD nin Güncel Türkçeleştirilmesi
Yapılacaklar:
1- iç linkler verilecek 2- alt başlıklar verilecek 3- Arabi ifadeler eklenecek; önce latin hurufu ile okunuşu sonra da Arabi aslı eklenecek
wikisource: Ayet al [ https://ar.wikisource.org/wiki/%D8%A7%D9%84%D9%82%D8%B1%D8%A2%D9%86_%D8%A7%D9%84%D9%83%D8%B1%D9%8A%D9%85]
HDKD
Hak Dini Kur'an Dili/Mukaddime
Hak Dini Kur'an Dili Şablonda tabloda yapılan ve yapılacak işlerin çetelesi ve Dünya dillerine çeviri yöntemi var. HDKD/MEAL
HDKD/Örgütsel delil sayılması ve müsaderesi
Güncel
Bakara Suresi/HDKD/Sadeleştirilmiş
Sadeleştirilmiş Elmalı Tefsiri
HDKD/Sadeleştirilmiş
HDKD/Güncel Türkçe
HDKD/Sadeleştirilmiş/Fatiha
HDKD/Fatiha
HDKD/Fatiha/Sadeleştirilmiş
Fatiha/HDKD/Sadeleştirilmiş
Fatiha Suresi/HDKD/Sadeleştirilmiş
Bakara Suresi/HDKD/Sadeleştirilmiş
Hak Dini Kur'an Dili/Fatiha Suresi sadeleştirilmesi

HDKD tercümeleri çalışması
HDKD/Arapça
HDKD/İngilizce

Elmalı tefsiri
Elmalı Tefsiri
Elmalı Tefsir

Elmalı Tefsiri (Orjinal)
Mürselat Suresi/Elmalı Orijinal
Elmalılı Orjinal Tefsiri
Elmalı Orjinal Tefsir PDF formatında

Elmalı Orjinal Meali
Elmalı Mealini oluşturmak için düzenleme bilgileri
EHY/Akademik Elmalı'lı Muhammed Hamdi Yazır
Hak Dini Kur'an Dili/Mukaddime
Hak Dini Kur'an Dili/Mukaddime taslağı
Tefsir çalışmalarında HDKD < Fatiha Tefsiri/Hak Dini Kur'an Dili
HDKD Mukayeseli çalışmalar Fatiha Suresi / Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri (Aslı ile güncel Türkçesinin mukayesesi)
Hak Dini Kur'an Dili/Fatiha Suresi
Hak Dini Kur'an Dili/Fatiha Suresi taslağı
Hak Dini Kur'an Dili/Fatiha Suresi sadeleştirilmesi
Hak Dini Kur'an Dili/Fatiha Suresi İngilizce
Hak Dini Kur'an Dili/Fatiha Suresi mukayesesi
Hak Dini Kur'an Dili/Nas Suresi
Hak Dini Kur'an Dili/Nas Suresi İngilizce
Hak Dini Kur'an Dili/Nas Suresi Arapça

HDKD/Sadeleştirilmiş
HDKD/Fatiha
HDKD/Bakara
* Dosya:1-Fatiha.pdf * Dosya:2-Bakara.pdf * Dosya:3-Al-i-Imran.pdf * Dosya:4-Nisa.pdf * Dosya:5-Maide.pdf * Dosya:6-Enam.pdf * Dosya:7-Araf.pdf * Dosya:8-Enfal.pdf * Dosya:9-Tevbe.pdf HDKD/Yunus . HDKD/Yûnus/Meal. Dosya:10-Yunus.pdf * Dosya:11-Hud.pdf * Dosya:12-Yusuf.pdf * Dosya:13-Rad.pdf * Dosya:14-Ibrahim.pdf * Dosya:15-Hicr.pdf * Dosya:16-Nahl.pdf * Dosya:17-Isra.pdf * Dosya:18-Kehf.pdf * Dosya:19-Meryem.pdf * Dosya:20-Taha.pdf * Dosya:21-Enbiya.pdf * Dosya:22-Hacc.pdf * Dosya:23-Muminun.pdf * Dosya:24-Nur.pdf * Dosya:25-Furkan.pdf * Dosya:26-Suara.pdf * Dosya:27-Neml.pdf * Dosya:28-Kasas.pdf * Dosya:29-Ankebut.pdf * Dosya:30-Rum.pdf * Dosya:31-Lokman.pdf * Dosya:32-Secde.pdf * Dosya:33-Ahzab.pdf * Dosya:34-Sebe.pdf * Dosya:35-Fatir.pdf * Dosya:36-Yasin.pdf * Dosya:37-Saffat.pdf * Dosya:38-Sad.pdf * Dosya:39-Zumer.pdf * Dosya:40-Mumin.pdf * Dosya:41-Fussilet.pdf * Dosya:42-Suara.pdf * Dosya:43-Zuhruf.pdf * Dosya:44-Duhan.pdf * Dosya:45-Casiye.pdf * Dosya:46-Ahkaf.pdf * Dosya:47-Muhammed.pdf * Dosya:48-Fetih.pdf * Dosya:49-Hucurat.pdf * Dosya:50-Kaf.pdf * Dosya:51-Zariyat.pdf * Dosya:52-Tur.pdf * Dosya:53-Necm.pdf * Dosya:54-Kamer.pdf * Dosya:55-Rahman.pdf * Dosya:56-Vakia.pdf * Dosya:57-Hadid.pdf * Dosya:58-Mucadele.pdf * Dosya:59-Hasr.pdf * Dosya:60-Mumtehine.pdf * Dosya:61-Saff.pdf * Dosya:62-Cuma.pdf * Dosya:63-Munafikun.pdf * Dosya:64-Tegabun.pdf * Dosya:65-Talak.pdf * Dosya:66-Tahrim.pdf * Dosya:67-Mulk.pdf * Dosya:68-Kalem.pdf * Dosya:69-Hakka.pdf * Dosya:70-Mearic.pdf * Dosya:71-Nuh.pdf * Dosya:72-Cin.pdf * Dosya:73-Muzemmil.pdf * Dosya:74-Muddessir.pdf * Dosya:75-Kiyame.pdf * Dosya:76-Insan.pdf * Dosya:77-Murselat.pdf * Dosya:78-Nebe.pdf * Dosya:79-Naziat.pdf * Dosya:80-Abese.pdf * Dosya:81-Tekvir.pdf * Dosya:82-Infitar.pdf * Dosya:83-Mutaffifin.pdf * Dosya:84-Insikak.pdf * Dosya:85-Buruc.pdf * Dosya:86-Tarik.pdf * Dosya:87-Ala.pdf * Dosya:88-Gasiye.pdf * Dosya:89-Fecr.pdf * Dosya:90-Beled.pdf * Dosya:91-Sems.pdf * Dosya:92-Leyl.pdf * Dosya:93-Duha.pdf * Dosya:94-Insirah.pdf * Dosya:95-Tin.pdf * Dosya:96-Alak.pdf * Dosya:97-Kadr.pdf * Dosya:98-Beyyine.pdf * Dosya:99-Zilzal.pdf * Dosya:100-Adiyat.pdf * Dosya:101-Karia.pdf * Dosya:102-Tekasur.pdf * Dosya:103-Asr.pdf * Dosya:104-Humeze.pdf * Dosya:105-Fil.pdf * Dosya:106-Kureys.pdf * Dosya:107-Maun.pdf * Dosya:108-Kevser.pdf * Dosya:109-Kafirun.pdf * Dosya:110-Nasr.pdf * Dosya:111-Tebbet.pdf * Dosya:112-Ihlas.pdf * Dosya:113-Felak.pdf * Dosya:114-Nas.pdf
HDKD/Tanrı HDKD/Besmele
Şablon:Elmali Tefsir Şablon:Elmalı Tefsiri Tablolu HDKD çalışamaları çetelesi Şablon:Elmalıbakınız Şablon:Elmalı meali Şablon:HDKD Şablon:HDKD/Sadeleştirilmiş

   
Hak Dini Kur'an Dili/Mukaddime
'Elmalı Tefsiri'nin önsözü (mukaddimesi)ilk kez internette Yenişehir'de.
Halbuki bir şeyin özü esası yapılmak isteneni onun önsözünde yazılır. Esası
ÖNSÖZ'
dür. Diyanet işleri başkanlığı, tefsirin mukaddimesini yani önsözünü girişini ilk baskısında Türkçe Kur'an projesine be hey sersem, Kur'an'ın tercümesi mi olur? gibi cümleler kullanıldığından korkudan mukaddimesi bastırılmamıştır. Mukaddimesindeki örneklerden birisi Tebbet suresidir.Bu örnekte Atatürk'ün tebbet suresi eleştirisine düzeltme yapılmakta ve yanlışu gösterilmektedir. Mukaddime,

Atatürk'ün Kur'an tercüme edilsin, ne olduğu görülsün değerlendirmesini de tashih etmek, yanlışları ortaya koymak amaçlı TERCÜME ÜZERİNE YAZILMIŞ EN KLAS MAKALELERDEN BİRİSİ olmasına rağmen Diyanet İşleri Başkanlığı Türkçe Kur'an projesiyle çatışmamak uğruna önsözü bastıramadığı değerlendirilmektedir. Emeği geçenlere teşekkürler.

   
Hak Dini Kur'an Dili/Mukaddime

Dua[]

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ

اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ


İlâhi!

Hamdini sözüme sertâc ettim,

Zikrini kalbime mı'rac ettim,

Kitabını kendime minhâc ettim.

Ben yoktum vâr ettin,

Varlığından haberdâr ettin,

Aşkınla gönlümü bikarâr ettin.

Inayetine sığındım,, kapına geldim,

Hidayetine sığındım lûtfüne geldim,

Kulluk edemedim afvine geldim.

Şaşırtma beni, doğruyu söylet,

Neş'eni duyur, hakikati öğret.

Sen duyurmazsan ben duyamam,

Sen söyletmezsen ben söyleyemem,

Sen sevdirmezsen ben sevdiremem.

Sevdir bize hep sevdiklerini,

Yerdir bize hep yerdiklerini,

Yâr et bize erdirdiklerini.

Sevdin Habibini kâinata sevdirdin.

Sevdin de hıl'ati risaleti geydirdin.

Makamı İbrahimden makamı Mahmuda erdirdin.

Serveri asfiyâ kıldın.

Hatemi Enbiyâ kıldın.

Muhammed Mustafâ kıldın.

Selât-ü selâm,

tahiyyât-ü ikram,

her türlü ihtiram ona,

onun AlEshabetbaına

Ya Râb!


Bu duyguları yaşıyan bu cigay (1) sabık müderrislerden Elmalılı Hafız Muhammed Hamdi, babası Nu'man, babası Muhemmed babası Hacı Bekir, Babası Hasan, Babası Bedrüddin:

غفرالله لهم وللمؤمنين وحشرهم مع المؤمنين والصديقين والشهداءوالصالحين

Manası: Allah onlara ve müminlere mağfiret etsin, Onları müminlerlerle, sıddıklerle, şüheda ve salihlerle haşretsin.

Gördüm[]

Gördüm ki: gecesi gündüzü ardı ardına biribiriyle döğüşüp değişip giden şu fani hayatta baki kalmak için biçare beşeriyyetin elimde hiç bir tutamak yok.

Gördüm ki: Onun yer ile gök arasında maziden istikbale doğru kaynaşan, coşan coşup coşup çarpışan dalgaları arasında her dem kendine çağırıp duran ebedi hayatın nidâi da'vetine çınlıyor.

Her dem Hak "bana gel" diye çağırıyor.

İnsan kulak kısıyor, duymak istemiyor, sanki kaçınmak için çırpınıyor.

Fakat çırpınıp çırpınıp âkibete teslim olmaktan başka ne yapıyor?

Halbuki sevmediğine teslim olmakla sevdiğine teslim olmak arasında ne büyük fark vardır?

Demekki insan için Hakkı sevmek, Hakka hizmet etmek akıbet cemali hakka ermekten büyük bir hazzı saadet yoktur.

Lâkin zevkı hakkı duymıyan haline mahkûm, tahkiki bilmeyen taklide zebundur.

Allah'ı bilmiyen Dünyaya sarılır.

Dünyayı bilmiyen hülyaya sarılır,

Hülyaya sarılan hakikate darılır.

Yiğidi görmiyen ismine bayılır.

Dilberi görmiyen resmine bayılır.

Önünü görmiyen sonunda ayılır.

Kanunu tanımıyan kânunda ayılır.

Kitabı tanımıyan hisabda uyanır.

Kur'anı anlamıyan da tercemesine dolanır.

Bundan dolayı memleketimizde Kur'anı Kerim tercemesi namiyle şöyle böyle ba'zı neşriyyat görüldü,

Öyle ki içlerinde aslından değil de yabancı tercemanlardan terceme edilenler bulundu.

Gerçi bunu yapanların maksadları ne olduğunu Allah bilir.

Şu kadar ki zahire nazaran en büyük saik, hissedilen bir ihtiyacı vesile edinerek ba'zı kitabcıların ticaret sevdasına düşmüş olmaları görülüyor.

Bu da bilerek, bilmeyerek, وليردوهم وليلبسواعليهم دينهم Enam 6/137 vadisinde yürümek oluyordu.

Buna karşı Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Diyanet İşleri Riyasetine bir vazife tahmil edilmişti.

Bunun üzerine bir teveccüh eseri olarak benden bir tefsir ve terceme yazmam istendi.

Ben evvel emirde i'tiraz ettim, çünkü Kur'an-ı Kerim'in hiç bir lisana hakkiyle tercemesi mümkin olmadığını bilmezlerden değildim.

Fakat ıktizayi hale binaen mümkin olduğu kadar bir tefsir yazmıya çalışmam ve buna hulâsa olarak bir meâl dercetmem için ısrar edildi.

Bunu reddetmek yaraşmazdı.

Bil'akis لتبيننه لناس medlûlünce bu bir vazife idi.

'Kalemim kırılmış, mürekkebim tükenmiş iken avni hudaya sığınarak, ve vesile-i rahmet-ü mağfiret olmasını ümid ederek, tefsire başladım, sonra mefhum tarzında bir meâl yazmıya ibtidar eyledim. Hemen Cenab-ı Hak rızasına karin ve hüsni hitam ile mazharı tahsin buyursun amin. (1)

Kur'anın Tercümesi olur mu?[]

Kur'anı kerimin tercemesi mümkin olub olamıyacağı hakkında biraz sonra Fatihanın ayetlerini sayarken fasıla bahsinde bir ifade gelecek ve surei "Bakarede","Âli İmran" da, "Hud" da bahusus "İbrahım"de ve münasebet geldikçe daha diğer yerlerde de izahat verilecek ise de burada da terceme, tefsir, te'vil, kelimelerin üzerinde ta'rif ve teşrih tarzında ba'zı izahat ile Kur'anın isimlerini ve isimlerinin ma'nalarını beyan ile başlamak münasib olacaktır. Şöyle ki:

Terceme- Bir kelâmın diğer bir lisanda dengi bir ta'bir ile aynen ifade etmektir. Terceme aslın ma'nasına tamamen mutabık olmak için sarahatte delâlette, icmalde tafsılde, umumda, hususta, ıtlakta takyidde, kuvvette isabette, hüsni edada, üslûbı beyanda hasılı ilimde san'atta asıldaki ifadeye müsavi olmak ıktıza eder. Yoksa tam bir terceme değil eksik bir anlatış olmuş olur. Halbuki muhtelif lisanlar beyninde hututı müştereke ne kadar çok olursa olsun herbirini diğerinden ayıran bir çok hususiyyetler de vardır.

Fenni eserler ile edebi ve zevki eserlerde tercüme edilebilirliği ve edebi eserlerde tanzir[]

Onun için lisanî hususiyyeti olmayıb sırf akl-ü mantıka hıtab eden kuru bir fenni eserlerin kabiliyyeti ilmiyesi terakki etmiş olan lisanlara hakkiyle tercemesi kabil olduğunda söz yoksa da hem akla, hem kalbe yahut yalnız zevk-ü hissiyata hıtab eden ve lisan noktai nazarından edebî kıymeti ve zevkı san'atı haiz bulunan canlı ve bediî eserlerin tercemelerinde muvaffakiyyet görüldüğü nadirdir. Bunları tanzir etmek terceme etmekten daha kolay gelir, en basit misal olarak Türkçemizin şu beytini alalım.

Geh gözde gel gönülde hadengin mekân tutar
Her kanda olsa kanlıyı elbette kan tutar

Şüphe yok ki bu mazmunda buna benzer ve belki daha güzel nazîreler söylenmiştir. Lâkin bu beyt aynı letafetle aceba başka bir lisana terceme edilebilir mi?

Hatta şimdiki lehcemizle "her nerde olsa kanlıyı elbette kan tutar" denilse mısraın bir cinası ve telmihi aceba zayi edilmiş olmaz mı?

Böyle her nerede olursa olsun kanlıyı iki kan arasında yakalayip tutturmak hissini verecek mütecanisı üç kelimeyi cem'edip bir mısraa dercedivermek kaç lisanda mümkin olabilir?

Fuzuli ve tercüme üzerine[]

Meşhur Türk şairi Fuzulî merhum güzel sözleri yanlış yazı ile berbad edenlere beddua ederek divanın dibacesinde evvelâ şu Arabî kıt'ayi söylemiştir:

تبت يدا كاتب لولاه ما خربت

معمورة اسست بالعلم والادب

اردى من الخمر في فساد نسخته

تستظهر العيب تغييراً من العنب

Tebbet yeda Katibin levlahu ma xarabet
Ma'muretün esseset bil ilmi vel edeb
Uridu minel xamri fî fesadi nusxatihi
Testazheru aybe tağyiran min el ıneb

Bunun nesren meâli şu oluyor:

Elleri kurusun o kâtibin ki o olmasa idi
ilm-ü edeb ile te'sis edilen hiç bir [ma'mure]] harab olmazdı.
Nüshasını ifsad etmekte şarabdan daha kötüdür:
عنب ıneb(üzüm) den bir tağyir yaparak ortaya عيب ayb(ayıp) çıkarmak ister.

Görülüyor ki bu meâl harfiyyen terceme gibi göründüğü halde aslının dengi olamıyor.

Ahengi nazmı olmadığı için aslı gibi makamına göre bir mesel halinde irad olunabilmekten uzaktır.

Onun için Fuzulî bunu kendisi Türkçeye şu suretle terceme etmiş ve güzel bir yadigâr bırakmıştır:

Kalem olsun eli ol kâtibi bedtahririn
Ki fesadı rakamı sûrumuzu şûr eyler
Gâh bir harf sukutiyle kılar نادر nadirii نار nar
Gâh bir nokta kusuriyle كوز gözü كور kör eyler

İşte bu kıt'a evvelki kıt'a mazmununun aynı değil, lakin dengi bir tabir ile ifadesidir. Ve binaenaleyh edebî bir tercemesidir.

Asıl mazmun itibariyle kıymeti edebiyyece onun yerine konabilir.

Evvelkinden bıraktığı cihetleri diğer cihetten itmam eylemiştir.

Inebi ayb yapmakla sûrü şûr, nadiri nar, gözü kör etmek hepsi aynı ifsadtağyir mefhumunun misalleridir.

Bununla beraber harfiyyen değil, tanzîren bir tercemedir.

Ve tanzîr olduğu içindir ki denk bir terceme olabilmiştir.

Edebî eserlerin tercemesi için de bundan başka yol yoktur. Lâkin böyle edebî mahiyyette beliğ bir eser şiirden ibaret olmayıp aynı zamanda ilmî , hukukî ve sair bir suretle hükmü dahi havi bulunursa o vakit bu yolda bir terceme, terceme değil, tahrif olur. Netekim evvelki kıt'ada asıl maksud şarabın haddini beyat etmek veya üzümü bozup şarab yapmanın şer'an cezasını anlatmak olsaydı gözü kör etmek cinayeti onun hiç bir zaman tercemesi olamazdı. Çünkü vesikai hükmiyye mahiyyetinde bulunan kelâmların, kanunların, mukavelelerin, muahedelerin, vazifeleri ta'yin eden emirlerin nehiylerin, çerçiveleri nasslarıdır. Onun için hukukî bir mukavele veya muahedenin hükmünde ancak resmî metni muteber olur. Tercemesi olsa olsa anlamak için bir vesile olabilir, bir vesikai hukukiyye teşkil etmez.

Kelam vakideki hakikati haber verirken aldığı muhtelif tarzlar:"Zeyd kıyam etmiş" örneği[]

Bir de her hangi lisanda olursa olsun bir kelâm, vaki'deki en basit bir hakikati haber verirken yerine göre muhtelif tarzlarda ifade eder.

Meselâ; Zeyd kıyam etmiş, bu bir hadise olmuştur.

Bunu anlatmak için Arabcada bir takım hukusiyyetler vardır:

  • Evvelâ kıyama ehemmiyet vererek anlatacağı zaman قام زيد - Kame Zeydün der.
  • Zeyde ehemmiyyet vererek anlatacağı zaman زيد قام der.
  • Bir mütereddide karşı tahkik mevkıinde anlatacağı zaman
    • قد قام زيد yahut
    • ان زيد اقام der.
  • Bir münkire karşı anlatacağı zamanda inkârın derecesine göre
    • ان زيدا قد قام yahut
    • ان زيد لقام yahut
    • ان زيدا لقد قام yahut
    • ولله ان زيد اقام yahut
    • ولله ان زيدا لقام yahut
    • ولله لقد قام ان زيدا der. İh.

Bu farkları şerh-ü tefsir etmeksizin aynen her lisanda göstermek kabil olmaz.

Asıl vak'a ifade edilirse de sözün lâekal nezaketi gaib olur ve bundan da ma'kûs neticeler tahaddüs edebilir.

Meselâ tercemeyi okuyan hoşlanacağı bir noktada ürker, ürkeceği bir noktada hoşlanacak olur: Sulh olacağı yerde ilânı harbe, harbedeceği yerde musalehaya kalkışır, ve o vakit Fuzuli'nin dediği gibi sûr şûr, nadir nar, göz kör olur ve öyle metercimlere eli kurusun denir.


Halbuki Kur'anın pek çok ulum-ü maarife ve ahkâm -ü hikmete müteallik maksudi aslî olan meanisinden maada bir de nâzmının ehemmiyyeti bediiyyesi vardır.

Kur'an isminin verilmesi ve nazmı üzerine[]

Hem Kur'ana Kur'an isminin verilmesi bilhassa nazmı itibariyledir.

Zira kıraet olunan evvelen ve bizzat manâ değil, manâsını en beliğ surette ifade eden nazımdır.

Ve bundan dolayıdır ki Kur'an arabîdir.

انا انزلناه قرانا عربيا buyurulmuştur.

Şu Arabcadır, şu Turkçedir denilen ise elfazdır.

Çünkü manânın bir lisana ıhtisası yoktur.

Manâsı itibariyle Kur'an daha ziyade "fürkan, hüda, nur, ruh," gibi diğer isimler ile tesmiye edilmiştir.

Ve bunlar arabî olmakla tavsıf olunmamıştır.

Elkitâb ve kitâbı mübîn isimleri de hem nazım hem manâ itibariyledir. Netekim كتاب فصلت اياته قرانا عربيا buyurulmuştur.

Bunda fazla olarak bir de yazılması haysiyyetine işaret vardır. Bu cihetle Kur'anın yazısında da bir hususıyyeti gözetile gelmiştir.

Sonra Kur'anın bir ismi de "Hüküm"dür.

Bu da hem nazım hem manâ itibariyledir, onun için surei "Hud" da حكما عربيا buyurulmuştur.

Çünkü Kur'andan ahkâm istinbatında nazmının da manâsı gibi bir ehemmiyeti mahsusası vardır.

Bilhassa Kur'an, hüküm, kitab isimlerinde arabî vasfı tasrih edilmesi bu üç isimde nazmın ehemmiyyetini isbat eder.

Kur'anın arabî olarak indirildiği mansus olduğu için "tenzil" isminin de hem manâ hem nazım itibariyle olduğunda şüphe kalmaz.

الذكر de böyledir.

Bütün bu isimlerin içinde ise en mümtaz isimi hass, Kur'an ismidir ki kıraet ve tilâvet bulunan hükmi hassıdır.

Kur'an metlüvvdür denilmesi de bunun içindir ve bu Arabîdir.

Şüphesiz Arabî olan da nazımdır.

İşte u arabî nazmın diğer lisanda muâdilini yapmak mümkin olsaydı Kur'an terceme edilmiş olurdu.

Yanlız o terceme Arabî olmıyacağı için Kur'an olmaz da Kur'anın tercemesi olurdu.

Kur'an nasıl bir nazımdır?[]

Lâkin nazm-ı Kur'an nasıl bir nazımdır?

Her kesin bildiği harflerin, seslerin en güzellerinden, yerine göre en güzel nağmelerinden, bütün Arabın bildiği ve dolayisiyle bütün insanların anlıyabileceği kelimelerin en güzellerinden seçilerek, Allahdan başka kimsenin yapamacağı canlı bir nescile dizilip dokunmuş, lâfız, manânın manâ , lafzın ayinesi halinde namütenahi iltimaatı beyan ile parlatılmış, "haydi bunun Allahdan indirildiğinde şübheniz varsa Allahdan başka bütün güvendiklerinizi çağırarak ve hatta İns-ü Cin bir araya gelerek bunun, hatta bir suresinin mislini yapın, fakat imkânı yok yapamazsınız." diye bütün cihana meydan okuyan gayet basit bir teklif ve ğaibden kar'i bir ıhbar ile sahai şuhuda gelmiş her âyeti bir sehli mümteni olan öyle "i'cazkâr" bir nazımdır ki hiç Arabî bilmiyen bir kimseye bile okunduğu zaman tatlı ve güzel bir kelâm olduğunu duyurur. Biraz Arabca bilen bir kimse bir ayeti işittiği zaman derhal bir manâ anlar ve anladım zanneder, ben de söyleyivereceğim gibi tevehhüm eder, bir de bakar ki anlamamıştır. Çünkü nazmının her noktasından bir çok manâlar fışkırmağa başlar Taklidine özendikce yükselir, derinleşir, ölçüsü mıkyası bulunamaz. Âyetten âyete terkibine geçildikçe zevkı tezauf eder. Sirri hayat gibi namütenahiye giden esrarının ihatası beşeri kudretin fevkinde kalır. Eğer öyle olmasaydı bu basit teklife karşı paralar sarfederek, silâhlar çekerek, ordular toplıyarak asırlardan beri Kur'anı kaldırmak için harb edib duran münkir beşeriyyet bu zahmetleri çekecek yerde onun bir nazîrini yapıvermez miydi? Fakat yapamamıştır ve yapamaz, Kur'anın verdiği haberleri kimse yalancı çıkaramaz.

Ne kadar yüksek olursa olsun Haysiyyeti edebiyye kazanmış her hangi bir şahsiyyetin üslûbi ifadesi meşk edile edile az çok taklid ve tanzîr olunmuş iken Kur'anın nüzulü anında beri bütün üdeba ve bülegayı Arab belâgati Kur'anı lisanına nümune ittihaz etmiş ve bu sayede Arab lisan ve edebiyyat noktai nazarından yükselmiş olduğu halde nazmı Kur'anı taklid ve tanzîre yanaşabilen kimse zuhur etmemiştir. O halde kendi lisanında bile taklid ve tanzîri kabil olamamış olan Kur'anın nazm-u üslûbunu diğer bir lisanda taklid veya tanzir etmek elbette mümkin olamaz. Olamayınca da aynen terceme edilemeyeceği gibi tenzîr sûretiyle hiç terceme edilemez. Çünkü tenzîr edilemedikten başka ilmî haysiyyetinden tağyir ve tahrif de edilmiş, Kur'anda olmıyan şeyler Kur'ana katılmış olur.

Gerçi Kur'anda ma'nası bulunmıyacak hiç bir kelime yoktur.

Fakat ma'nası pek derin olan kelimeler buluduğu gibi bir kelime etrafında bir çok ma'naların tezahum ettiği ve ba'zı ifadelerin hepsi de sahih olmak üzere müteaddid vecihlerin, ihtimallerin içtima ettiği yerlerde çoktur ki bunlar tefsir ve te'vile tevakkuf eder. Ve ba'zılarını doğrudan doğruya terceme mümkin olsa bile hepsini bütün vücuhiyle tercemeye sığdırmak mümkin olmaz. Bunları aynen almak veya ma'nayı edebîsi feda edilerek te'vil ve tefsir tarzında ifade etmek lazım gelir. Ve bu cihetten Kur'anı anlamakta yalnız dirayetı lisaniyye kâfi gelmez.

Sahibinden rivayete veya hâdisatın inkişafına tevakkuf eder. Onun için ba'zen bir hâdise karşısında Kur'anın âyetlerinden o vakte kadar hissetmediğıniz bir ma'na anlarsınız. Ve o anda o âyet o hâdise için nâzil olmuş sanırsınız ki bu da garaibi Kur'andandır. Tercemede bunlar ihata edilemiyeceğinden zayi olur. Bu cümleden olmak üzere surei Âli İmranın baş tarafından geleceği veçhile âyetlerin bir muhkematı birde müteşabihatı vardır. Bir âyette hem muhkem hem müteşabih cıhetlerin içtimaı da bulunur. Müteşabihat ise وما يعلم تاويله الا الله olduğundan bunda terceme ta'yin edilemiyeceği gibi tefsir ve te'vil de ta'yin edilemez. Ve binaenaleyh bunlar için bir meâl de gösterilemez. Olsa olsa aynı lâfızların muhafazasiyle duyulabildiği kadar mübhem bir mefhuma işaret olunabilir ki bu nokta çok tehlükelidir. Onun için meâl ta'birimiz bile mahzurdan salim denemez.

Şimdi insaf ile düşünelim. Bu şeriat altında Kur'an terceme ettim veya ederim diyenler yalan söylemiş olmaz da ne olur.

Doğrusu Kur'anı cidden anlamak, tetkik etmek istiyenlerin onu usuliyle Arabî yolundan ve tefasiri merviyyesinden anlamağa çalışmaları zarurîdir. Kur'anın falan tercemesinden şöyle demiş diyerek ahkâm istinbatına, mes'ele münakaşasına kalkışmamalıdır. Bunu imanı olanlar yapmaz, kendini bilen ehli insaf da yapmaz.

Kur'andan bahsetmek isteyenlar onu hiç olmazsa harekesiz olarak yüzünden okumayı bilmelidir. Maamafih öyle kimseler görüyoruz ki Kur'anı harekesiz olarak şöyle dursun harekesiyle bile dürüst okuyamadığı halde onun ahkâm ve maanisinden ictihada kalkışıyor.

Öylelerini görüyoruz ki Kur'anı anlamıyor ve tefsirlere müfessirlerin te'villeri karışmıştır diye onları da kale almak istemiyor da eline geçirdiği tercemeleri okumakla Kur'anı tetkik etmiş olacağını iddia ediyor, düşünmeyor ki okuduğu tercemeye âlim müfesirlerin te'vili değilse cahil mütercimin re'yi ve te'vili hatası, noksanı karışmıştır. Bazılarını da duyuyoruz ki Kur'an tercemesi demekle iktifa etmiyor da "Türkçe Kur'an" demeye kadar gidiyor,

:Türkçe Kur'an mı var behey şaşkın?[]

Kur'an Arabîdir. Zira انا انزلناه قرانا عربيا mansustur. Düşünmeli ki Kur'anı tefsir etmek üzere Peygamberin irad buyurduğu hadîse bile Kur'an denemez, denirse küfrolur. Hasılı terceme Kur'andan mütercimin anlıyabildiği kadar bazı şeyleri anlatabilirse de hakkiyle anlatamaz. Anlattığı şeylerde de Kur'an hükm-u kıymetini haiz olamaz. Maamafih şunu da unutmamalıdır ki Kur'an anlaşılmaz bir kitab değildir. Hatta ولقد يسرنا القران للذكر فهل من مدكر buyurulduğu üzere manâsını en kolay ve açık bir surette anlatan ve tekellüfsüz, tasannu'süz su gibi akan, nur gibi parlıyan bir kitâbi mübindir. O kendisini bütün insanlığa duyurmak ve anlatmak için nâzil olmuş ve duyurmuştur. Ancak onun maanisi ihata olunub bitirilemez. Bir manâsı inkişaf ederken arkasından bir manâ daha, arkasından bir manâ daha ilh... Yüz gösterir. Nurunun şa'şaai vüzuhu içinde hafa zuhur eder. Mü'mine hıtab ederken kâfire bir inzar fırlatır, kâfiri inzar ederken mü'mine bir tebşir nüktesi uzatır, avama hıtab ederken havassı düşündürür, âlime söylerken cahile dinletir, Cahile söylerken âlime dokundurur, geçmişten bahsederken geleceği gösterir, bu günü tasvir ederken yarını anlatır. En sade müşahedelerden en yüksek hakikatlere götürür. Mü'minlere gaybı anlatırken kâfirleri halden bizar eder. Ve bütün bunları hale, makama mekâna, zamana mevzûa göre en uygun, en ra'na kelimelerle ifade eder. Meselâ taşın çatlayıb su çıkardığını anlatırken ينشق veyahud يتشقق demekle iktifa etmez de لما ينشق = yeşşakkaku >> diyerek çatlayışın, akışın bütün fışırtısını şakırtısını, takırdısını duyurur. Böyle tabiî delâletlerle müterafık olan elfazı hassı âmmı, müştereki; hakikati, mecazı, sarihi, kinayesi; zahiri, nassı müfesserî, muhkemi, hafisi, müşkili, mücmeli, müteşabihi; ibaresi, işareti, delâleti,ıktızası; mütabekati, tazammunu, iltizamı, gibi bir çok vücuh ile ayrı ayrı ma'naları bir yere toplayıb anlatıverir. Sonlar bunları muhtelif haysiyyetlerden izah ve tafsıl de eder كتاب احكمت اياته ثم فصلت . Sonra bunları anlıyanların anlamıyanlara beyan etmesini de vazife kılmıştır. Bu beyan vazifesi tebliğ ve tefsir vazifesini teşkil eder. Güzel Arabca bilenler dahi bu tefsir ihtiyacndan vâreste kalamazlar, kalamadıklarındandır ki ilk evvel tefsir Arabca bilenler için arabi olarak yapılmıştır. Ve bu tebliğ ve tefsir vazifesini evvelâ bütün usulile ihtiyaca göre Peygamber iyfa etmiş ve ıhtilâfı elsineye göre onun neşr-u ta'mimini ümmetine emreylemiştir.


İşte bu vazifenin teveccühü dolayisile ben de dilimin dönebildiği kadar bir tefsir ve meâl yazmağa çalıştım.

Bu mealde uygulanan yöntem:[]

Meâlin mümkin olduğu kadar sade ve vecîz olmasına gayret ettim.

Bununla beraber şimdiye kadar mukarrer olan Edebiyyatımızda kullanıla kullanıla lisanımızın öz malı olmuş kelimeleri, kılişe haline gelmiş ba'zı terkibleri veya cemi'leri ıktizasına göre a taassuba sapmadım. Meselâ hamde "hamd" rahmete "rahmet" hidayete "hidayet" dedim. Zulmete "karanlık" dedimse nur ve ziya yerine "aydınlık ve ışık" demek için ısrar etmedim. Gök yerine "sema"yı tercih ettiğim mevki oldu. Ekseriya "Gökler ve Yer" dedimse ba'zan da "Semavat-ü Arz" demek hoşuma geldi. "Güneş ve Ay" dedim Lâkin Güneşi ve Ayı diyemediğimden Şems-ü Kameri tercih ettim . Bütün halk Rabbülâlemîni tanırken âlemlerin Rabbı demekte faideden ziyade zarar gördüm. "Sıratı müstekim" yerine müstekim sırat diyemedim. "Doğru Yol" didiğim zamanda sıratın nüktesiyle istikametin zevkinden bir şey zayi olduğunu hissettim.

Edebiyatımızın yüksek ve cem'iyyetli nümunelerinden olan ıktibas, iradi mesel, mülemma gibi güzel san'atlarından pek az olmakla beraber makamına göre tek tük istifade etmekten de hâli kalmadım. Hasılı nassın asıl ma'nasından mümkin mertebe uzaklaşmamak için esası Arabî ve Farisîden alınmış olan kelimeler kullandım. Ve fakat bunları Arabın ve Fürsün isti'maline göre değil, Türkçemizin malı olarak ve bizim kullandığımız ma'na ve tarz ile kullandım. Lisanımızda mukabilini bulamadığım veya başka ma'na ıfade ettiğini gördüğüm kelimeleri tefsirine müracaat edilmek üzere aynen iktıbas eyledim. Türkçe söylenen bir sözün şerh-ü tefsire değeri olmamak lazım geleceği iddiasında bulunmadım. Gökte bir yıldızı göstermek için bütün içindekileri ortaya dökmek lazım geleceği fikrini beslemedim.Ben halis Anadolulu öz Oğuz, Yazır Türküyüm: onbeş yaşımda İstanbula geldim, Ne Arabistana gittim ne Türkistana. Ne İranı gördüm ne Frenkistanı Öğrendiğimi bu vatanda öğrendim. Yazırın Kayı, Kınık, Bayındır, Eymir, Avşar gibi büyük Oğuz kabilelerinden biri olduğunu da Arabçadan: "Divanı Lûgat-i Türk" ten öğrendim. İranda çıkan yünden, Avrupada bükülen ipten, Türk dezgâhında dokunan halıyı Türk malı tanıdım. Bir binanın mi'marîsi Türk olmak için bütün kerestesi yerli olması lazım değildir diye işittim. Afrika ma'denlerinden çıkmış bir altının üzerinde bir Türk sikkesi gördüğüm zaman ona Afrikalının değil, bizim altınımız dedim.

Ruhîi Bağdadînin:

Sanma ey hâce ki senden zer-ü sim isterler
"Yevme lâyenfe'u" de "kalbi selim" isterler

Sözünü duyduğum vakit bunu Türkçeden başka bir lisanın Edebiyatına kaydedemediğim gibi Türkçenin en güzel sözlerinden tanımakta tereddüd etmedim.

Yerinde kurultay dedim, yerinde de oltimatom demekten çekinmedim. Yazı lisanımızda pek şayi' olmıyan bir takdim ve te'hir yapmadımsa muhakkak muhavere lısanımızda mevcud olduğu için yapmışımdır. Eğer nadir bir istimal aldım ise makamın da nadir olmasından dolayı almışımdır. Biz zaman olur "şu kuşa bak" deriz. Diğer zaman da olur "bak şu kuşa" deriz. Sırası gelir "bahar geldi" deriz, sıra da gelir "geldi bahar" deriz. Fakat nesir yazılarımızda ekseriya evvelkileri yazarız diye lüzumu halinde nazımda yapdığımız gibi ikinciyi ihtiyar ettiğimizden dolayı şivei lisane muhalif zannedilmemeli de nüktesi aranmalıdır. "Çamlıcanın manzarasına bayıldım" dimeyib de " bayıldım manzarasına şu Çamlıcanın" dediğimiz zaman hata etmiş değil, bir nükte sarfetmiş oluruz. Bazı yerde belki iyi olmamıştır. Lâkin âyetleri alt üst ederek karışdırmayıp her âyetin meâlini kendi mevkıinde göstermek için bir çok yerde zaruri olmuştur.

Bazı meâllerin manzum gibi rast geldiği yerler vardır kı iyi okunursa belki hoşa gider. Bütün bunlardan maksad Kur'anı biraz duyurmağa çalışmaktır. Bir iki âyetin manâsına ait mefhum edindikten sonra Kur'anı tekrar okuyan şuurlu bir kimse kelâmı ilâhi ile kelâmı beşer arasındaki farkı duymamak kabil değildir. Ümid ederim ki yanlış bir manâ yazmamışımdır, fakat eksiği çoktur; bir kelimede bir veya iki manâyi anlatabildimse duyduğum veya duymadığım bir takım manâlar da anlatılamadan kalmıştır. Binaenaleyn okuyanlardan tekrar reca ederim ki Kur'anı bu yazdıklarımdan ölçmeğe kalkmasınlar.

Tefsire gelince: []

Bir kerre her tefsirde esas gibi olan ve Arabî kavaide taalluk eyliyen elfaza müteallik tahliller çok eksik denecek kadar azdır. Elfazdan ziyade manânın tavzih ve teşrihine çalışılmıştır. O da her âyette değil, kısmendir. Dikkat edilirse âyetlerin surelein münasebat ve irtibatlarını anlatmak hususunda bir çok yerlerde bariz bir hizmeti vardır. Esbabı nüzule nâsıh ve mensuha, bazen mevaıza ve ahlâka, akaid ve a'mâle, hakaik-u ahkâma dair izahat bulunur. Zamanımızı alâkadar eden ulum-u fünuna hikemiyyata müteallık hayli bahıslere tesadüf edilir. Bilhassa bu cihetten başka tefsirler de bulunamıyacak veya pek güç anlaşılabilecek şeylerde bir hususiyyeti olsa gerektir. Mukavelede verilen proğram şu idi:

Tarzı tahrir:

Evvelâ âyet veya âyatı kerime yazılarak altına meâli şerifi ve bunu müteakib tefsir ve izah yazılacaktır. Tefsir ve izah kısmında berveçhi ati nıkat nazarı dikkate alınacaktır.

1- Ayatı kerime beynindeki münasebat.

2- Esbabı nüzul.

3- Kıraet-i Aşereyi tecavüz etmemek lâzımdır.

4- İktizasna göre terkib ve kelimatın izahatı lisaniyyesi.

5- İtikatca Ehli sünnet mezhebine ve amelce hanefî mezhebine riayet olunarak âyatın mutazammın olduğu ahkâmi dinniye, şer'iyye ve hukukiyye, ictimaiyye ve ahlakiyyeye işaret ettiği veya alâkadar bulunduğu mebahis-i hikemiyye ve ilmiyyeye müteallık izahat, bilhassa tevhide tezkir ü mevaıza meteallik ayatın mümkin mertebe bast-u izahı, alâkadar ve yahut münasebatdar olduğu tarihi islâm vukuatı.

6- Frenk müelliflerince yanlış veya tahrif yollu şeyler dermiyan edildiği görülebilen noktalarda tenbihi muhtevi not.

7- Baş tarafa mühim bir mukaddime ile hakikatı Kur'anın ve Kur'ana müteallık bazı mesaili mühimmenin izahı.

İşte ben de bu esaslar üzerinde yürümeğe çalıştım. Onun için bu tefsir, Arabca muayyen bir tefsir kitabının tercemesi değildir. Lüzumuna göre bir çok tefsirlere müraceat olunmuştur. Ebusuud, Kazı. Keşşaf, Fahri razînin tefsiri kebiri, Cessas Ebubekri razînin Ahkâmı Kur'anı, Ebuhayyanın Bahrimuhıt namındaki tefsiri kebiriyle nehrimarid namındaki telhısı, İbni Ceririn tefsiri kebiri, Tefsiri Nisaburî, Alusi tefsiri kebiri, hadîsten Kütübi sitte, Nihaye daima nezdimde bulunan me'hazlerdi.

Bunlardan maada icabı halinde İstanbul kütüphanelerinde mevcud olan bir çok tefsirlere ve diğer ulûm-ü fünun kitablarına da müraceat edilmiştir.

Ihtilâf naklettiğim noktaları cem'i caiz olmayacak mesailden ise karineyi teredüde bırakmamak için ekseriya bir hall-u tercih ile neticelendirmeğe çalışmışımdır.

Meşhurun hılaâfına bir mütalea serdettiğim veya bir dava dermiyan eylediğim zaman nakil ve rivayete mütavakkıf olan hususlarda me'hazimi göstermişimdir.

Her halde doğrusunu söylemeğe özendim.

Ekser tefsirlerde meşhur ve şayi olan her manâ ve mes'elede me'haz tasrihine lüzum görmedim.

İhtimal ki bazı yerlerde kendimi alamıyarak sözü uzatmış isem bu da ya mes'elenin ehemmiyyetine veya faidesi umumî olsun diye sırf ilmi ıstılâhat ile iktifa etmeyib sözün nerelere kadar mütehammil olduğunu anlatmak için bir nümune vermek maksadından ve yahut tenkıh için zaman bulamamaktan neş'et etmiştir.

Yoksa bir çok cihetler muhtasar geçilmiştir.

İnşaallah hıtamı müyesser olur da tekrar bir daha işlenirse belki biraz daha tekemmül eder, her halde matlub rızai Hakdır.

Burada kelâmı İlâhî ile vahye dair de bir mukaddime yazmak isterdim. Fakat Kur'anın ve tefsirin içinde muhtelif yerlerde bunlara dair beyanat geleceği için onunla iktifa ettim.

Kur'an nedir?[]

'Kur'an:' Allah tealâ tarafından Resuli kibriyası Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallalahü aleyhi vessellem Efendimiz Hazretlerine Arabî olarak indirilib bize tevatüren naklolunan kitabi mübinin ismidir. Aslı lugatte Kur'an, gufran vezninde kıraet manâsına masdar idi. Bu kitabı münzelin ahkâm ve evsafı mümeyyizesinden birisi de

وقرانا فرقناه لتقراه علي الناس علي مكث لتتلو عليهم الذي اوحينا اليك ورتل القران ترتيلا

mentuklarınca ağır ağır tertil ve tilâvet ile kıraet olunmak olduğu cihetle buna "Kur'an" tesmiye buyurulmutur. سورت البقره de قل من كان عدوا لجبريل فانه نزله علي قلبك باذن الله مصدقا لما بين يديه وهدى وبشرى للمؤمنين ve !Suretünnahıl" de قل نزله روح القدس من ربك بالحق Suretüşşuara" da نزل به الروح الامين علي قلبك buyurulduğu üzere Kur'an Allah tealâ tarafından kalbi Peygamberîye Ruhi emin ve Ruhulkudüs dahi denilen Cibril vasıtasiyle hakkolarak nâzil oldu. İndirilmesi de bihakkin, inmesi de bihakkin oldu. وبالحق انزلناه وبالحق نزل hem hiç i'vicacsız Arabî Kur'an olarak nâzil oldu. قرانا عربيا غير ذى عوج Kur'an olmak üzere nâzil olmıyana Kur'an denilmedi. Çünki Kur'an olmak üzere vahyolunmuş değildir. Lâkin kâfirler 'Allah tarafından nâzil olduğuna inanmak istemediklerinden buna Muhammed "sallahü aleyhi vesellem" in kendi söylediği kendinden uydurub Allaha isnad ettiği bir kitab veya bir şiir veya bir kâhin sözü dediler, Halâ da öyle derler.

Onun için Kur'an'da bunları reddeden bir çok âyetler nâzil olmuştur. Ezcümle فمن اظلم ممن افترى علي الله كذبا او قال اوحى الي ولم يوح اليه شى Enam ve ام يقولون افتراه قل ان افتريته فلا تملكون لي من الله شيا Ahkafve ولو تقول علينا بعض الاقاويل لاخذنا منه باليمين ثم لقطعنا منه الوتين , فما منكم من احد عنه حاجزين Elhakka يي وما علمناه الشعر وما ينبغي له

Yine bundan dolayı Kur'anın bir ismi de "Tenzil"dir. تنزيل من رب العلمين dir.Çünkü ceste ceste indirilmiştir.

Elkitâb: Kur'anın bir ismi de الكتاب dır. Kitabın tarifi için الم ذالك الكتاب لا ريب فيه e bak.

Elfürkan: Fürkan da esasen ayırmak manâsına masdardır. Kur'anın hakkile batılı, halâl ile haramı ayırması itibariyle bir ismi de Elfürkan olmuştur. وانزل الفرقان

Elhüda: Esasen hidayet etmek manâsına masdardır. Hidayet almak manâsına da gelir, sonra hidayet eden rehbere ve hidayet olunan doğru yol manâsına da ıtlak olunur. Kur'an da هدى للناس هدى للمتقين هدى للمتقينolduğu için birde الهدى tesmiye edilir. Netekim Kalbleri, Fikirleri tenvir etmesi itibariyle bir ismi de النور dur. واتبعوا النور الذي انزل معه

Ezzikr: Zikir dahi esasen masdar olub anmak, anış ve anılan şey manalarını dahi ifade eder. Anmak da ya kalb veya lisan ile olur . Ragıbın Müfredatta ve kamus sahibinin Besairde beyân ettikleri üzere ذكرmaddesiyle bâzan şol hey'eti nefsiye murad olur ki insanan kesbeylediği ma'rifeti hıfzeylemesi anınla mümkin olur. Bu surette hıfzıle muradif olur. Lâkin hıfız kalbde ihrazı ve zikri istihzari itibariyledir. (1-) Bâzan da zikir bir şeyin kalbe ve yahut kavl-ü lisana hâzır olmasına ıtlak olunur. Bu cihetle denir ki zikir ikidir:

Biri "kalben zikir" biride "lisanen zikir" dir.(2-) ki her biri de ikidir: Unuttuktan sonra zikretmek, hiç unutmayib devam üzere zikretmek. Sonra zikir, nam ve şöhret Medh-u sena, şerefü şan manâlarına gelir. Namaza ve duaya ıtlak edilir. Bir de zikir din ve şeriati tafsıl ve ahkâmı milleti vaz eden semav"i kitablara denir.هذا ذكر من معي و ذكر من قبلي و لقد كتبنا في الزبور من بعد الكر االقي الذكر عليه من بينناgibi bunda obir manâların her birinden bir vecih vardır işte bu manâ ile Kur'anın bir ismi de الكرdir. انا نحن نزلنا الذكر وانا له لحافظون الذكرالحكيمhuküm isminin manâsı da geçmişti.

Sure[]

Sûre: Kur'anın akalli üç ayeti havi ve bir kitabı mahsus gibi hususi ismi haiz aksamı mahsusasından her birine sûre denilmiştir ki bunda başlıca iki vechi teşbih vardır: Çünki sûre aslı lûgatte iki manaya gelir: Birisi menzilei refia yani yüksek rütbe demektir, birisi de bir medineyi yani büyük bir şehri ihata eyliyen bir sûr demektir. Birincisine nazaran Kur'an âlemi semaya ve her sûre semanın yüksek rütbede bulunan manzumelerine teşbih edilmiş olur ki bunun zımnında her âyet de bir yıldıza benzer. İkincisine nazaran Kur'anın yer yüzünde yüksek bir medeniyyet tesis edeceğine işaret eden her suresi büyük bir suru bulunan müstahkem bir şehre ve bunun zımnında her âyet de bir konağa teşbih edilmiş olur. Uzun surelerde Aşr ve Rüku tabir olunan hatâbeler de vardır ki bunlar secavend de ع işaretiyle gösterilir.

Ayet[]

Âyet: Aslı lûgatte açık alâmet demektir. Mahsusatta da ma'kulâtta da istimal olunur. Türkce "bellik, farisîde nişane denilen alâmet-ü alem zaten o zahir şey'e ıtlak edilir ki onun gibi zahir olmıyan diğer bir şeyin mülâzimi olmakla bir müdrik o zahiri idrâk edince bizzat idrâk etmediği diğer şey'i onunla idrak eyler. Çünkü hukümde müsavidirler. Bir yol arayan kimse eğer o yolun alâmetlerini bilirse onları gördüğü vakıt yolu bulduğunu bilir. Şu halde alâmet zaten zahir ve açık demek olunca âyet onun daha zahiri demek olur. Meselâ bir dağ alâmet ise zirvesi bir âyet olur, güneş bir gündüz âyeti, ay bir gece âyetidir. Cami bir alâmet ise minare onun bir âyetidir.

Zuhurundan dolayı yüksek bir binaya da âyet denilir: Netekimبكل ريع اية تعبثون buyurulmuştur. Lisanımızda da "koca bir alâmet yapmış" tabiri bunu andırır. Her şey alâmetiyle tanınır her hakikat âyetiyle bilinir, onun için insanların ilimdeki kabiliyet ve mertebelerine göre kendisinde yapılacak tefekkür ve teemmül nisbetinde mutefavit marifetlere sebeb olan alâim ve delâilin hepsine de âyet denilir. Mesela تدل علي انه واحد - ففي كل شيء له اية beytinde âyet bu manâya olduğu gibi ان في ذلك لايات لقوم يعقلون gibi bir çok âyetlerde de bu manâyadır.

Demek ki "âyet haddizatında zahir bir alâmet ise de onun bir âyet ve alâmet olması kabiliyyet veya tefekkür ve teemmülü eksik kimselere hafi kalabilir.

Mesela her devletin bayrağı onun bir alamet ve ayetidir,lakin bir kimse o bayrağın hangi devlete aid olduğunu bilmezse yahut dikkat etmemiş ise onun bir alamet olmasına halel gelmez.Ayetin manasına zahir olmak mefhumu bulunduğu halde zuhurun meratibine nazaran ayet bazan <Beyyin> olmakla tavsıf edilerek ايات بينات denilir. وبين zıya gibi kendisi açık diğerini de mübeyyin manalarını ifade ettigine göre bunun iki vechi vardır.Birisi kendisi ve delaleti güneş gibi nazardan kaçmıyacak kadar vazıh ve parlak bir beyyine olmasıdır, mucizelere ayet veya beyyine ıtlak edilmesi bu mana iledir. ولقد اتينا موسى تسع ايات بينات ikincisi kendisi vahız olmakla beraber delaletini yalnız aklen degil lisanen de ifade etmesi haysiyyetidir ki bu her mucizede olmaz,işte Peygamberlerin kendileri böyle birer ayeti beyyine oldukları gibi Kur'an mucizesi de böyle âyâtı beyyinattır.Kur'anda ayet kelimesi yerine göre bu manalardan her birinde kullanılmıştır. Ve bunların hepsi lugatte alameti zahire mefhumunun meratibidir.Bununla beraber Kur'anın ayetlerinden bir fasıla ile ayrılmış olan zümrelerinden her birine bir ayet denilir ki bunlar Kur'anın nazmında birer cüzü'tam teşkil ederler.Ya'ni her biri birer Kur'an olan ayetlerdir.Kur'an ayetleridir.Ve işte ayet kelimesinin urfışeri' de en hususi manası budur.Lisanımızda da en ziyade mütearef olan budur.Ayetlerin ekserisi bir veya birkaç cümleden müteşekkil müstakil birer kelamdır.Maamafih içlerinde bir cümle teşkil etmiyen müfred veya mürekkeb mümtaz birer sıfat gibi kayid halinde bulunanlar da vardır.Mesela fatihada الرحمن الرحيم bir ayettir,fakat bir cümle degil iki sıfatı mümtazedir الرحمن süresinde مدهامتان bir kelimedir böyle iken bunlar bir kelam neş'esine müstakilen okunabilirler,üzerinde vakıf olunabilir.Müddessir suresinde ثم نظر iki kelime bir cümledir ثم عبس وبصر dört kelime iki cümledir.Bu suretle ayetlerin,kısası,ortası,uzunu ve her birinin mütenevvi mertebeleri vardır.Ayetelkürsî ve Ayet-i vüzu'gibi yarım sahife kadar ve daha kısa,ve daha uzun olanları bulunur.Hatta Âyeti Müdayene tam bir sahifedir.Fasıla harfleri de daima muttarid değil,gah mahsus,gah gayri mahsus farklarla tenevvü' eder, bu gibi sebeblerden dolayı ayetlerin ayrılması ve tertibi,tevkîfidir.Ya'ni şi'rin mısraı,sec'in fıkrası gibi yalnız dırayet ile ta'yin olunamaz,rivayete mütevakkıf olur. Mesela حم عسق iki ayet olduğu yalnız diyaret ile bilinemez. Daha sonra Kur'anın ahkamı ilahiyyeden bir hüküm ifade eden her kısmına da bir ayet ıtlak edildiği vardır. Mesela kadınların tesettürü hakkında ayet vardır denilir. Bu ma'naca ayet, ba'zan bir ayet bir ayette bir cümle, bir cümlede bir kayid olabilecegi gibi bir kaç ayet , bir kıssa, bir sure bile olabilir. Bu ayet şu sebeple nâzil oldu denildigi zaman ayet bu ma'naya olarak ekseriya bir kaç âyete şamil olur.

Mushaf[]

Mushaf -- Ma'lüm oldugu üzere Kur'anın sahifelerini cami' olan Şirazeli mücelledin ismidir ki iki yanımdaki kablarına دفتين denilir.Kütübi salifeye sahifenin cem'i olarak صحف denilir idise de Mushaf ismi Kur'ana mahsustur.Miminde zamma,fetha, kesre üç hareke caizdir. Zammile mushaf,, bir araya toplanıb baglanmış sahifeler, fethile mashaf,, sahifelerin ictimaı mahalli, kesr ile mıshaf,, sahifelerin ictimaı aleti manasını ifade eder.

Kur'an nazil oldugu zaman nüzulü vechile ve ayrı ayrı ter temiz sahifelere yazılıyordu ve bunların hangi sureye ve neresine aid olduguna işaret buyuruluyordu.Bu sahifelerin hepsi bir araya cildlenmiyor,nesh melhuz bulunuyordu,yalnız صحف مطهرة صحف مطهرة olarak kemali tekrim ile hıfzoluyordu.İstinsah edenler de o suretle yazıb ezberleyorlardı. İlk evvel Ebubekri Sıddık radıyallahüanh Hazretlerinin hılafetinde bütün bu sahifelerin hepsi birlikte yazılıb toplu olarak şirazelendi ve mushaf,, ismi verildi ki buna cem'-i Kur'an mes'elesi tabir olunur.(Surei beraenin ahirinde لقد جاءكم رسول ayetine bak)ondan sonra Ashabı kiram sahifelerini mushaf haline koydular, Hazreti Osmanın hılafetinde etraf vilayetlerde bazı ıhtilaf yüz gösterdiginden müşarünileyh Hazreti Ebibekir zamanında ilk cem olunan mushafı kıraet eimmesi olan Ashabı kiramın huzuriyle bir daha tatbik ve tedkik ederek sekiz nüsha daha yazdırıb yedisini esas olmak üzere Medine ,Mekke,yemen,Bahreyn,Şam;Kûfe,Basra,gibi merkez olan vilâyetlere gönderdi, birini de kendi yanında alıkoydu ve ondan sonra bütün mushaflar bunlara tevfikan yazıldı.Bunun için Hazreti Osmanın yanında alıkoydugu mushafına İmam,, tesmiye olunmuştur.

Tefsir ve Te'vil[]

Tefsir aslı lûgatte فسر maddesinden tef'ildir. Kamusda الفسر الابانة وكشف المغطى ya'ni fesr ibane etmek ve örtülüyü açmaktır, diyor.

Bunun zahiri ma'kulden ziyade mahsuse, maaniyden ziyade ecsama aid görünüyor,

lâkin Ragıbın müfredatında fesr اظهار معنى معقول ma'kul mahsüsün mukabili, ma'na cevher mukabili olduguna göre kavl ve fi'le şamil olursa da ızhar olunan şey'in ma'na olması şarttır.

Bu surette bir lâfızdan veya bir işten altındaki ma'nayı anlamak veya anlatmak fesr olacagı gibi bir cisimden bir ma'na çıkarmak bir fesr olabilirse de bir cisim örtüsünü açmağa veya teşrih ve tahlilini yaparak diger bir cisim meydana koymağa fesr denemeyecektir ve hatta fesr hisse ızhar etmekten ziyade akla ızhar eylemek olacaktır.

Filvaki سفر كشف ظاهر فسر كشف باطن denildigi külliyati ebilbekada mesturdur.Hulâsa fesr bir keşf ü ızhardır ve işte tefsire delâlet ettigi için

Ragıbın dediği gibi tefsir tefsirin mübalegası, ya'ni kuvvetlisidir ki iyicekeşf ve bir şeyden aslının lâfzından daha kolay bir lafz ile ta'bir eylemek

usuli fıkıh ilminde de tefsir hafası bulunanı izah diye ta'rif olunur ve beyanın aksamından bir kısım sayılır.

Şöyle ki:izah-ı meram diye ta'rif olunan beyan evvel emirde iki kısımdır: birisi ibtidaen beyan diğeri de binaen beyandır.Bir manâ îlk evvel söylendiği zaman ibtidaen beyandır.

Bir nevi ifade sebkettikten sonra yapılan beyana da binaen beyan tabir olunur.

Bu da beyan-ı takrir, beyan-ı tefsir, beyan-ı tağyir, beyan-ı tebdil, beyan-ı zaruret namiyle beş kısımdır.

Ve işte tefsir bu beş kısımdan ikincisidir ki ايضاح ما فيه خفاء diye tarif olunur.Nazımda hafanın aksamı da dörtür:Hafiy,müşkil,mücmel,mütaşabih.Tefsirde bu dörtten hafiy,müşkil,mücmel kısımlarına lâhık olur.Manayı muradı tefsir edilmemiş olan mücmel müteşabih kalır. Hafiy ve müşkil olanlar taleb ve teemmül ve usule müracaat suretiyle dahi tefsir olunabilirse de mücmelin tefsiri ancak sahibinden beyana vabeste oldugundan ancak Allah ve resülünün beyaniyle olabilir.Asıl tefsir de işte budur.Yani tevkifidir:rivayete mütevakkıftır.Fıkhî ve hukukî manasiyle tefsirin mümtaz manası budur.Bundan dolayı diğerlerine tefsir demekten ziyade tevil tâbir olunur.

Te'vil ise اول maddesinden tefildir.Rağıb müfredatında bunu şöyle iyzah eder: اول asla rücu' demektir.Tevil de bir şeyi ilmen veya fi'len kendisinden muradolan gayeye redd-ü irca eylemektir. Ilmîsi هل ينظرون الا تاويله âyetinde oldugu gibi,filîsi de وما يعلم تاويله الا الله âyetindeki gibiidir.ih.meselâ sudan maksud olan gaye hayât olduguna göre suyu hayata irca' eylemek bir te'vil ve hayat suyun bir meâli olur.Su lafzından mecazen hayât mefhumunu murad etmek bir te'vili lafzî ve su denilen cismin nasıl bir hayat yapacagını bilmek bir te'vili manevidir ki bu ikisi te'vil böyle ilmî ve fi'li oldugu gibi tefsir de öyledir.Ekseriya tefsir ile te'vil muradif gibi kullanılır, bununla beraber farklı olarak kullanıldıkları cihetler de çoktur. Mesela balada işaret ettigimiz veçhile diyarete taallûk edene te'vil, rivayete taallûk edene tefsir denilir.Bunu imam Mâturidi Hazretleri

şöyle ayırmıştır:'Tefsirde şu lâfızdan murad şudur diye kestirmek ve Allah bu lâfızdan bunu murad eyledi diye Allaha karşı bir şehadet vardır.Onun için kat'î bir delil olursa sahih, yoksa rey ile tefsir olmuş olur ki menhidir.Te'vil ise kat'iyet ve Allaha karşı şehadet olmaksızın lafzın ihtimalatından birini tercih eylemktir اه Ba'zan tefsir daha ziyade elfaz ve müfredatın izahında te'vil de müfred cümlelerin izahında kullanılır:şu lâfzın kendisinden zahir olan ma'nanın hilafına bir ma'na ile olur.Bunun başlıca iki şartı vardır birisi bu ma'na nın evvel emirde lâfızdan muhtemel olmasıdır. Binaenaleyh lâfzın hiç muhtemeli olmayan bir ma'na ile te'vile batıl olur.İkincisi zahirin murad olmadığına dair bir karine bulunmalıdır.Üçüncü bir şart da te'vil olunan ma'nanın tayinine aklı veya nakli bir karine bulunmalıdır, mütekillim muradını kendi tefsir ettigi zaman bu tefsir ayni karine olabilirse de te'vilin kendisi karine olamaz ve te'vilin kuvveti bu karinenin kuvetine göre mu'teber olur.Bir lâfzın hakikatini bırakıb da mecaz veya kinaye ile tefsir veya te'vili bu hilafı zahir kabilindendir.Eğer karinei mania ve muayyine kaviy ve zahir ise bir hılafi zahir olan bu te'vil asıldan daha zahir olur, yoksa nusus zahirinden çkıarılamaz. Karineler hafiy veya zaiyf olur. Lisanımızda te'vil kelimesi ekseriyya hılafı zahir olan te'vil de mütearef olmuştur, onun için bu farkları bilmeyenlerin bir çokları te'vil denildigi zaman sahih ve fasidi ayıramazda hepsini çürük ve sırf indi bir re'y zanneder. Halbuki tefsir ve te'vil bir ilimdir ve bu ilimden maksad da te'vilin doğrusu ile eğrisini, kavisiyle zaiyfini ayırmaktır.Istılahta tefsir bu ilmin ismi olmak i'tibariledir ki ekseriya tefsir ile te'vil muradif gibi kullanılır.

İlmi tefsir şöyle ta'rif olunmuştur: bir ilim ki ondan elfazı Kur'anın keyfiyyeti nutkundan, medlûlâtından,ifradterkibi ahkamından ve terkibi halindeki maanisi ile bunların tetimmatından bahsolunur. Elfazı Kur'anın keyfiyyeti nutku ilmi kıraettir ki tecvidi de tazammun

eder. Kıraet ya kelimenin harflerinin cevherine taallûk eder من تحتهاتحتها فاز لها فازا لهما ملك مالك هو وهو gibi. Bunda tevatür bilittifak şarttır. Veya hey'etine ya'ni hareke ve sûkununa taallûk eder, ma'lûm ve mechul sigalarile تعرف تعرف nasb veya cerr ile ارجلكم ارجلكم gibi. Bunlar sarf ve nahv kaidelerile bilinebilirse de ma'na degişebiliceği cihetle bunda da tevatür şarttır.Yahud yalnız,med,sıla,imale,işmam,teshil,ıhfa,ızhar,ıklâb,sekt,nakl gibi yalnız edaya ve tecvide taallûk eder.Bunda tevatür lâzım değildir diyenler olmuş ise de ulema bunların da mütevatirini,meşhurunu şazzını göstermişlerdir.

Kur'anın yazısı harekeden kat'i nazarla esasında mütevatir olan kıraetlerin hepsine mümkin oldugu kadar mutabık olacak veçhile yazılmıştır. Meselâ Hattı Osmanîde ملك يوم الدين hem مالك يوم الدين hemde ملك يوم الدين okunabilecek surette yazılır تحتها ile من تحتها وهو ile وهو gibi farkı bir iki yerden ibarettir. Biz bu tefsirde cevhere mütaallık olanları göstermişizdir. Hey'ete mütaallık olanları baştan bir kaç surede Aşere kıraetine nümune olmak üzere gösterdik ise de sonraları yalnız mühim ma'na farkı olanlarla iktifa etmişizdir. Eda kabilinden olanlara da belki bir iki yerde işaret ettiğimiz olmuştur. Mushaflarımız mütevatir kıraatı seb'aden kûfi Asım kıraeti ve hafs rivayeti üzere harekelenmiştir.İlmi tefsirin ta'rifindeki diğer kayıdlarda sarfnahv,mââni,beyan, bedi' gibi ilmi edebden başlıyarak bir çok ulûma taalûk eden cihetlerdir.

Şunu da ihtar eyliyelim ki, Kur'anın tefsirinde birinci esas yine kendisidir.Çünkü Fatiha bir الحمد in tefsiri ve bütün Kur'an Fatihanın tefsiri oldugu gibi bir çok âyetler yekdiğerinin müşkilat ve mücmelatını tefsir ve iyzah ederler. İkincisi esas Resulullah sallallahü aleyhi vesellem Efendimiz Hazretlerinin hadislerinde varid olan tefsirleridir.Üçüncü esas da eshab ve tabiînden tefsir siyakında menkul olan beyanattır ki bunlarda bir taraftan şüphei hadis bir taraftan da şüphei te'vil vardır. Dördüncüsü de bu üç esas teharri edildikten sonra ulûmı arabiye ve şer'iye ile ma'kulatı ilmiyye dairesinde istihrac


edilebilen te'vil kısmıdır.

İyi Arabî için kur'anın muhkematı hiç bir tefsire muhtaç olmıyacak kadar vazıhtır ancak bu muhkematın da biribirlerine nazarantakrir,tahsıs,istisna,nesih gibi münasabetlerini gözetmek lâzım gelir ki bu da ilmi tefsir ile usuli fıkıh işidir.

Arabi bilmeyenler için ise Kur'anın her kelimesini iyzah etmek ıktıza ettigi cihetle Türkçe bir tefsirde bütün bunları taahhüd etmek kabil olmadıgından yalnız ba'zı nümûnelerini gösterebilmekten ileri gidemiyeceğimizi i'tiraf etmek de hakşinaslık olur .

Kaldı ki arabî bir tefsirin meselâ خبرا وصفة demekle ifade ediverdiği iki mefhumu anlatmak için ben satırlarla yazı yazmak mecburiyetinde kaldım.

Meal nedir? Peki neden meal denildi?[]

Meâl -- Kelimesi de esasen te'vilin me'hazı olan "evl,, manasına masdar-ı mimîdir.Bir şeyin varacağı gaye manasına ismi mekân da olur ki te'vilin hasılı demektir.Bundan başka meâl bir kelâmın manasını her veçhile aynen değil de bir az noksaniyle hasılına göre ifade etmeğe de meâl denilmiştir.Bizim meâl tabirini ihtiyar edişimiz de bu eksiklik haysiyetiyledir.

Kur'anın faziletleri[]

Kur'anın fezâili -- Müfessir Ebu Hayyanı endelüsi Bahrimuhıtında der ki: Kur'anın fezâili hakkında Ebu ubeyd Kasım ibni Selâm ve daha diğer bir çok zevat, müstakil tasnifler yapmışlardır. Ez cümle şunlar,rivayet olunan hadîslerdendir. Resulullah sallalahü aleyhi vesellem buyurdu ki;

انه ستكون فتن كقطع اليل تامظلم قيل فماالنجاة منها يا رسول الله قال كتاب الله تعالى فيه نبا من قبلكم و خبر من بعدكم وحكم ما بينكم وهو فصل ليس بالهزل من تركه تجبر اقصمه الله تعالى ومن ابتغى الهدى في غيره اضله الله تعالى وهو حبل الله المتين و نوره المبين والذكر الحكيم والصراط المستقيم وهو الذي لاتزيغ به الاهواء ولا تتشعب معه الاراء ولا يشبع منه العلماء ولا يمله الاتقياء من علم علمه سبق ومن عمل به اجر ومن حكم به عدل ومن عضم به فقد هدى الى صراط مستقيم

muhakkak ki ileride muzlim gece kıt'aları gibi fitneler olacak.Ya Resulallah,denildi:Ondan necat ne ? Buyurduki:Allah tealânın kitabı;Ondan sizden evveldekilerin nebei,sizden sonrakilerin haberi,ve mabeyninizin hükmü vardır. O hezl değil, bir fasıldır.

Onu tecebbüren terk edenin Allah belini kırar.Dogru yolu onun gayrisinde arayanı Allah dalâlete düşürür.O Allahın habli metîni, nurı mübini,zikri hakîm ,sıratı müstakimdir.Keyflerin sapıtmamasına,reiylerin dağılmamasına yeğane sebeb odur.Ulema ona doymaz,etkiya ondan usanmaz.Onun ilmini bilen ileri gider ,onunla amel eden me'cur olur.Onunla hükmeden adalet eder.Ona sıkı sarılan dogru yola hidayeti bulur.

Bir de Resulullah sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki من اراد علم الاولين والاخرين فليثور القران Evvelkilerin ve sonrakilerin ilmini arayan Kur'anı deşelesin,,.

Yine Resulullah sallallahü aleyhi vesellem buyurdu ki:Bu Kur'anı tilâvet eyleyin,çünkü Allah teâla size her harfine on hasene ecir verecek,amma şunu bilin ki ben size <<الم>> bir harftir demem ve lâkin elif bir harftir,lâm bir harftir,mim bir harftir,,"Yine aleyhissalatü vesselâm rivayet olundu ki şöyle buyurdu:"her kim Kur'anı kıraet eder de başka birine kendisine verilenden daha efdali verilmiş oldugu re'yinde bulunursa Allahın büyüttüğünü küçük saymış olur,,.

Yine aleyhissaltü vesselâmdan;buyurdu ki:Allah indinde Kur'andan efdal hiç bir şefaatci yoktur, ne Peygamber ne de Melek,,.Buyurdu ki:"Ümmetimin şereflileri hamele-i Kur'andır.

Buyurdu ki:evlerin en hakiri Allahın kitabından sıfır olan evdir,,.Buyudu ki:Kur'ana çalışıb da zoruna gelene iki ecir vardır, Kur'anı kolay okuyan ise seferei kiramı berere ile beraberdir,,.

Bir gün Resuli ekrem sallallahü aleyhi vesellem Hazretlerine Ensardan bir takımı:Ya Resulallah ne buyurursun;bu gece Sabit ibni Kaysın hanesi parıldıyordu,etrafı yıldızlar gibi idi dediler, belki Surei bakare okumuştur,buyurdu. Bunu üzerine Sabit ibni Kayse varılıb soruldugunda da sûrei Bakare okudum dedi.Filhakika Buharide de Üseyd ibni Hudayr radıyallahü anh Hazretlerinin sûrei Bakare okumasiyla sesine karanlıkta peyderpey melaike inmiş oldugu tahric edilmiştir.Ukbetibni Âmir radıyallahü anh demiştir ki:Resulullah sallallhü aleyhi vesellem"Hıccetülveda,,da bize ahd verdi de buyurdu ki عليكم بالقران Kur'ana iyi sarılın.Bir de Resuli ekrem sallallhü aleyhi vesellem Hazretlerine insanların Kur'anı kıraetce veya sesce en güzelinden sual edilmiştir,şöyle buyurdu: الذي اذا سمعته وايته يخش الله تعالى dinlediğin zaman kendisini Allah tealâya haşyet besliyor gördüğündür.ih

Bununla Kur'an ve tefsir okumaktan maksad ne oldugunu da anlamış oluyoruz. طه ما انزلنا عليك القران لتشقى الا تذكرة لمن يخشى Hemen Cenabı Allah kalblerimizi nûr-ı Kur'an ile tenvir buyursun.

Yenişehir..

Şablon:Sadeleştirilmiş ET


Advertisement