Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Koç resmi
Dosya:20230701 201039.jpg

Kurban katliamı

Bakınız

D


Portal:Kurban

Kurban
Korbanot

Sacrifice

Edha
Edhâ

Nahr
Venhar
Fesalli li-rabbike venhar
Eyyam-ı nahr

Nüsikî
İnne salati ve nusuki ve mehyaye ve memati lillahi rabbi-l alemin
Divânü Lûgati't-Türk'te kurban karşılığı olarak "yagış" kelimesi geçmektedir. "يغش Bir de ıdhuk ıduk kelimesi geçmektedir.
"اذق Idhuk: Kutlu ve mübarek olan her nesne. Bırakılan her hayvana bu ad verilir. Bu hayvana yük vurulmaz, sütü sağılmaz, yünü kırkılmaz; sahibinin yaptığı bir adak için saklanır."[4] şeklinde tanımlanmıştır. Bu yoksa adak olmasın yani safın birisinin okuma yanlışı olmasın? (ESK yorumu)
Kurban bayramı
İ'du-l Edha

Hz. Peygamberin babası Abdullah'ın kurbanlık olması hadisesi
Ben iki kurbanın çocuğuyum
Binding of Isaac
Binding
sacrificeing
Kevser suresi Kevser Suresi/Elmalı Orijinal
Venhar emri

Allah’a kurban edilen develer Allah’ın işaretlerinden, yani şeairindendir

Kurban bayramı Zilhicce ayının 10. günüdür. En güzel Kurban Bayramı mesajları Kurban Bayramı size ne ifade ediyor? BBC sordu sizde yazın.
Arafe Arefe Arife Arefe günü Arafat Zilhiccenin 9. Günü Zilhiccenin 10. günü
Zilhicce Orucu Zilhicce (Hicri takvim)
Hacc Arafattır. Hadis.
İbrahim kurbanı Mount Moriah veya Mount Marwah The well-known site of Marwah (Arabic مروة) may be identified with the biblical Moriah (Hebrew מוריה) in Gn 22:2. Marwah being the mount just outside the perimeter of the Kaaba. However, it should be noted that the Hebrew Bible identifies the Temple Mount in Jerusalem as Mount Moriah, as early as the First Temple period in the book of Second Chronicles chapter 3 s:Bible (American Standard)/2 Chronicles#3, around 1,700 years predating Islam's account
Kurban türleri Akîka kurbanı Adak kurbanı Vacip kurban Nafile kurban
Kurban seferberligi
Kurban/VP Kurban/WP Kurban/Resim Kurban/Video
KURBAN-Abdulvahap Gözcü
Kurban düzenlemeleri --- Yenişehir Kurban Pazarına Danışma Noktası
Kurban makaleleri Kurbanın psikolojik ve toplumsal boyutu Kurban/Mümtazer Türköne
Kurban Kurbanat Korban Korbanot qorbanoth zevah [1]
Adha - Zebih - Edâhî - mizbe'ah - mezbaha
Wenhar emri
Kevser Suresi/Elmalı Orijinal Kurban emrinin olduğu suredir Kevser ve Kurban bağlantısı Hz İbrahim'de Arafe günü kurban sırrına mazhar olmuştu
Kurban kültürü
Kurban ve dinlerdeki yeri Kurban ve İslam Kurban ve Yahudilik Kurban ve İbrahim Kur'anda kurbanlık İsmail Tevratta kurbanlık İshak Sacrifice of Isaac Kurbanlık gönderilen koç Anadolu motiflerinde koç
Kurbanlık Kurbanlık Hakkı Tavuktan kurban olur mu? Kur'anda kabul edilen ve edilmeyen kurban Hz Adem'in oğullarından birisinin kurbanı kabul edilmemişti.
Kesim Kurbanlıkların bayıltılarak kesilmesi
Kurbanlık alırken nelere dikkat edilmeli Kurbanlık hayvanlardan hangileri ortak olarak kesilebilir?
Resmi Kurban Bayramında Alınacak Tedbirler Kurban Bayramı ve Halk Sağlığı Kurban Bayramı Yardım Programı
SYDV SYDV Kurban yardımları SYDV Kurban hizmetleri SYDV Kurban bağışları
Kurban hizmetleri Kurban Hizmetleri Komisyonu Merkez Kurban Hizmetleri Komisyonu İl Kurban Hizmetleri Komisyonu Mersin İl Kurban Hizmetleri Komisyonu/2010
Kurban Hizmetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığınca Yürütülmesine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik
Kurban Hizmetleri Şablon:Kurban Hizmetleri Kurban/VP Kurban/WP Yenişehir Kurban Hizmetleri Komisyonu / Toplantı Tutanağı Mersin İl Kurban Hizmetleri Komisyonu/2010
Arapça "Adha" yerine neden İbranice'den alınan "Korban" kelimesi kullanılır? Türkiye müslümanlığı ve ibrani kültürü
Korbanat Mushaf Mussaf
Kurban videolaro youtube araması Kurban google araması
Şablon:Kurban Şablon:Kurban Hizmetleri Şablon:Kurban Hizmetleri Komisyonunca Tesbit Edilen Aksaklıklar Şablon:Kurbanbakınız Şablon:Arefe

The_Power_Of_Words_BISMILLAH_ALLAH_HU_AKBAR_تأثير_إسم_الله_'Besmele'nin_gücü!.flv

The Power Of Words BISMILLAH ALLAH HU AKBAR تأثير إسم الله 'Besmele'nin gücü!.flv

Video:The Power Of Words BISMILLAH ALLAH HU AKBAR تأثير إسم الله 'Besmele'nin gücü!.flv‎ Besmeleli kesim - Helal et - Besmele - Besmeleli kesim - Besmeleli kesim için diyanet personelin kurban kesim yerlerinde görevlendirilmesi

Kurban bayramı bayramlaşma proğramı kapağı kurban boynuzu

Kurban - Korbanat Kurban bayramı

Abdullah, Ab­dül­mut­ta­lib’in erkek çocuklarından sekizincisi idi.[1]Sîret ve su­rette diğer kardeşlerinden çok farklıydı.

Dünyaya gelir gelmez babasının alnında parlayan Nur-u Mu­hammedî, onun alnına geçmişti. Bu nur, yüzüne harika bir güzellik ve müstesna bir tatlı­lık bahşetmişti. Ama hiç kimse, bu güzellik ve tatlılığın nereden ve niçin geldi­ğinin farkında değildi.

Hz. İsmail'in (a.s) kıssasından sonra tarih kitaplarında rastladığımız bir diğer kurban haadise si Resûlullah'ın (s.a.v) dedesi Abdülmuttalib'in, oğlu Abdullah'ı kurban etmek istemesidir.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buna işaret ederek, "Ben, (takdir-i ilâhîye boyun eğip) kurban edilmek istenen iki kişinin oğluyum"3 buyurmuştur.

Peygamberimizin (s.a.v) babası Abdullah'ın kurban hâdisesi işe şöyledir:

Resûlullah'ın (s.a.v) dedesi Abdülmuttalib, Kureyş kabilesinin reisliğini yapıyordu. Kabe ve Mekke'nin her türlü işlerinin sorumluluğu ona aitti.

Abdülmuttalib, bir rüyayı tekrar tekrar gördü. Bu rüyada bir adam kendisine emirler vererek her defasında kayboluyordu. İlkinde, "Tayyibe'yi kaz!", ikincisinde, "Berre'yi kaz!" üçüncüsünde, "Mednune'yi kaz!" şeklinde emreden adam sonuncusunda, "Zemzemi kaz!" deyince, Abdülmuttalib bunun ne anlama geldiğini sordu. Bunun bir su olduğu, hacıların ihtiyacını bununla karşılayacağı cevabını aldı.

Zemzem kuyusu daha önce, düşman istilâsından kaçan Cürhümlüler tarafından kapatılmış, yeri bir türlü bulunamamıştı. Bu rüya sayesinde kuyuları bulmak Resûlullah Efendimizin (s.a.v) dedesi Abdülmuttalib'e nasip oldu.

Abdülmuttalib zemzem kuyusunun yerini bulunca Kureyş kabilesinin ileri gelenleri arasında kuyudaki değerli eşyalar ve zemzem suyuna ortaklık ile alakalı bir tartışma yaşandı.

Abdülmuttalib On Çocuk İstiyor[]

Bu tartışma sonucunda zemzeme ortak edilmemeyi hazmedemeyen Kureyş ileri gelenlerinden Adiyy b. Nevfel, Abdülmuttalib'e yalnız bir kimse ve sadece bir oğluyla kendilerine nasıl karşı koyabileceğini sordu. Duruma çok içerleyen Abdülmuttalib, Allah'tan kendisine on erkek çocuk vermesini diledi ve bunlardan birini Kabe'de kurban edeceğini vaad etti. Cenab-ı Hakk, sevgili kulunun duasını kabul ederek on erkek evlât ihsan etti.


Abdülmuttalib'in bu faaliyetini başından beri gözleyen Kureyşliler, işin artık ortaya çıkmak üzere olduğunu farkedince, büyüklerine haber verdiler. Bir müddet sonra, Kureyş büyükleri, kazılan yere geldiler ve Abdülmuttalib'e,

"Ey Abdülmuttalib! Bu babamız İsmâil'in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız var. Bizi de bu işe ortak et." dediler. Abdülmuttalib,

"Hayır, yapamam" dedi. "Bu iş sadece bana tahsis edilmiş ve aranızdan ancak bana verilmiştir."

Abdülmuttalib'in bu kesin cevabı Kureyş ileri gelenlerinin hoşuna gitmedi. İçlerinden Adiyy bin Nevfel şöyle konuştu:

"Sen yalnız bir adamsın. Tek oğlundan başka dayanacağın bir kimsen de yok. Nasıl olur da bize karşı gelir, bize boyun eğmezsin?"

Bu söz, Abdülmuttalib'in âdetâ içini yaktı. Çünkü, Kureyşliler onu kimsesizlikle küçümsüyorlardı. Bu anlayıştan fazlasıyla rahatsız olduğunu hâliyle de belli etti. Bir müddet üzüntü içinde sustu. Sonra içini şöyle döktü:

"Yâ, demek sen beni yalnızlık ve kimsesizlikle ayıplıyorsun, öyle mi?"

Muhatabından hiçbir cevap gelmeyince, bir müddet düşündükten sonra, ellerini açarak yüzünü semaya doğru çevirdi ve,

"Yemin ederim ki, Allah bana on erkek çocuk verirse, bunlardan birisini Kâbe'nin yanında kurban edeceğim."(2) dedi.

Abdülmuttalib'in bu sözleri hem bir duâ, hem bir yemin, hem de bir adaktı.

Zemzem kuyusunu ortaya çıkardığı zaman Abdülmuttalib'in yaşı kemâl yaş olan kırkına basmıştı.

Otuz yıl sonra, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanı ile erkek çocuklarının sayısı onu buldu. Bu sırada seneler önce yaptığı va'dini hatırladı: Erkek çocuklarından birini Kâbe'de kurban etmek. Ama hangisini? Hepsi de birbirinden güzel ve sevimli idi. Fakat Abdullah çok daha başkaydı.

Abdullah, Abdülmuttalib'in on erkek çocuğundan sekizincisi idi. Sîret ve surette diğer kardeşlerinden çok farklıydı. Dünyaya gelir gelmez babasının alnında parlayan Nur-u Muhammedî onun alnına geçmişti. Bu nur, yüzüne harika bir güzellik ve müstesna bir tatlılık bahşetmışti. Ama hiç kimse bu güzellik ve tatlılığın nereden ve niçin geldiğinin farkında değildi.


Abdülmuttalib'in Oğullarıyla Konuşması[]

Oğullarının onu da büyümüştü. Va'dini unutmayan Abdülmuttalib, onları bir gün bir araya topladı ve işin hikâyesini anlatarak, içlerinden birini kurban etmesi gerektiğini bildirdi. Hepsi de tereddütsüz razı oldular. Sonra da babalarına sordular:

"Peki, nasıl yapalım bunu? Kimin kurban edileceğini nasıl tesbit edelim?"

Abdülmuttalib böyle bir durumda nasıl yapılması gerektiğini biliyordu. Şöyle dedi:

"Her biriniz birer ok alın, üzerine kendi isminizi yazın ve okları bana verin!"

İtâatkâr çocuklar, babalarının emrini derhal yerine getirdiler. Her biri okdanlığından bir ok çekti. Üzerine kendi ismini yazdıktan sonra, babasına uzattı. Okları toplayan Abdülmuttalib doğruca Kâbe'ye vardı. Meselenin nasıl halledileceği anlaşılmıştı artık: Hübel putunun yanında ok çekilecek, kimin oku çıkarsa o kurban edilecekti…

Böyle durumlarda Kureyş bu usule başvururdu.

Kur'a Çekilişi[]

Kâbe'nin yanına varan Abdülmuttalib'in etrafını şehir halkı sarmıştı. Elindeki on oku, Allah'a verdiği sözünden caymış sayılmaması için, tereddütsüz ok çekme memuruna uzattı. On okun üzerinde on ciğerpâresinin ismi vardı. Hangi ok çıkarsa çıksın, ciğerinden bir parça kopacaktı.

Memur oklardan birini çekti. Üzerindeki ismi titrek bir sesle okudu:

"Ab-dul-lah!"

Şefkatli baba, duyduğuna inanmak istemedi. Oku memurun elinden çekip aldı, dikkatlice baktı ve okudu:

"Abdullah."

Göz pınarları bir anda yaşlarla doldu. Boğazında hıçkırıklar düğümlendi. Şefkati ve hisleri öylesine kabardı ve coştu ki, bir an "Olamaz!.." diyerek haykıracak gibi oldu. Son anda Allah'a verdiği sözünü hatırlayarak çelik gibi iradesiyle şefkat ve hislerine gem vurdu. Yıkılmış bir halde yüzünü Abdullah'a çevirdi ve şöyle dedi:

"Oğlum Abdullah! Allah, kendisine kurban edilmek üzere seni seçti. Bu şerefi kardeşlerin arasında sana ihsan etti."

Bu haber, bir anda oradakileri hüzne boğdu. Herkes birbirine soruyordu:

"Abdullah mı? O güzel, o tatlı çocuk mu kurban edilecek?"

Abdülmuttalib yanan yüreğine, kasırgalaşan hislerine, okyanus dalgalarını andıran şefkat ve merhamet duygularına aldırmadan, biricik oğlu Abdullah'ın bileğini kavradı ve onu doğruca İsâf ve Nâile putlarının yanına götürdü. Nur yüzlü Abdullah'ta sanki Hz. İsmâil'in teslimiyeti vardı. Yüzünde en ufak bir memnuniyetsizlik belirtisi görünmüyordu. Abdülmuttalib'in bir elinde bıçak, diğer elinde oğlu Abdullah'ın eli vardı. Kurban edilmesi için her şey tamamdı. Bu sırada bir takım gürültüler duyuldu. Kureyş eşrafı geliyordu. İçlerinden biri seslendi:

"Ey Abdülmuttalib, ne yapmak istiyorsun?" Abdülmuttalib nur yüzlü oğluna bakarak cevap verdi: "Onu kurban edeceğim!"

Bu cevap, kalabalık arasında hayret ve heyecan meydana getirerek dalgalandı. Müdahale ettiler:

"Ey Abdülmuttalib," dediler. "Bu nasıl olur? Sen ki, Mekke'nin büyüğüsün; böyle yaparsan, sonra herkes senin yaptığını yapmaz mı? Herkes oğlunu kurban ederse, bizim de soyumuz kesilmez mi?.."

Bütün kalabalık Abdülmuttalib'in aleyhindeydi. Hatta hisleri, duyguları da... Lehinde olan tek şey, çelikten iradesi idi. Allah'ına söz vermişti ve bu sözünü mutlaka yerine getirmeliydi. Çünkü, Allah onun istediğini vermişti. On erkek çocuk ihsan etmişti. Kurban etmemek ona karşı nankörlük olurdu. Bu sırada Abdullah'ın dayısı Abdullah bin Mugîre ortaya atıldı ve,

"Ey Abdülmuttalib," dedi. "Vallahi meşru bir mazeret olmadıkça, sen onu kurban edemezsin. Onu kurtarmak için gerekirse bütün malımızı vermeye hazırız!"

Abdülmuttalib'in duyguları, şefkati, merhameti de sanki dillenmiş ve kendisine aynı şeyleri haykırıyorlardı. Fakat, çelikten iradesi bir türlü gevşemiyordu.

Kureyşliler ve oğulları yalvarmalarının netice vermediğini görünce bu sefer şöyle bir teklifte bulundular:

"Ey Abdülmuttalib! Abdullah'ı al, Şam'a git. Orada bir kadın var; kâhin ve bilgin bir kadın. Doğudan batıdan zorlukta kalan herkes, ülkeler aşıp ona gider. Herkesin derdine bir çare bulur. Elbette senin için bir çare bulur. Abdullah boğazlanacak derse, gel onu boğazla. Yok eğer seni de Abdullah'ı da bizi de üzüntüden kurtaracak bir çare bulursa, ona göre hareket edersin."

Bu fikir Abdülmuttalib'in aklına yattı. Derhal Abdullah'ı yanına alarak Şam'a doğru yola çıktı. Medine'ye geldiklerinde kâhin kadının Hayber'de olduğunu öğrendiler. Oradan Hayber'e geldiler. Arrafe adındaki kâhineyi buldular. Abdülmuttalib durumu olduğu gibi anlattı.

Kadın sordu:

"Sizde bir insanın diyeti nedir?"

Abdülmuttalib,

"On deve" dedi.

Bunun üzerine kâhin kadın,

"Gidin on deve hazırlayın. Çocukla on deveyi alıp ok çektiğiniz yere götürün. Bir tarafta çocuğunuz, diğer tarafta ise on deve olmak üzere ikisi arasında ok çekin. Eğer ok develere çıkarsa, develeri kurban edip çocuğu kurtarın. Yok, eğer ok çocuğa çıkarsa, her defasında develerin sayısına bir diyet miktarı daha ekleyerek Rabbiniz sizden razı oluncaya kadar ok çekmeye devam edin! Ne zaman ok develere çıkarsa, onları boğazlayıp kurban edin. Bu şekilde hem Rabbinizi razı etmiş hem de çocuğunuzu kurban olmaktan kurtarmış olursunuz."dedi. (3)

Ortaya konan çareyi uygun bulan Abdülmuttalib sevinçten uçacak gibi oldu. Vakit kaybetmeden Mekke'ye döndü. Abdülmuttalib âilesi ve Mekke halkı da bu habere son derece sevindi. Kur'a Neticesi

Mekke'ye dönüşünün ertesi günü idi. Abdülmuttalib, biricik oğlu Abdullah ve on deveyi alarak Kâbe'ye gitti. Kâhin kadının tavsiyesi üzerine Abdullah ile on deve arasında kur'a çekilecekti.

Abdülmuttalib sevinç içinde, memura, "Çek" dedi. Çekilen ok Abdullah'a çıktı. Develerin sayısını yirmiye çıkardılar. Memur tekrar ok çekti. Ok yine Abdullah'ı gösterdi. Develer otuza çıkarıldı. Ok tekrar Abdullah'a isabet etti. Devler kırk oldu. Ok yine Abdullah'a çıktı. Elli oldu; ok sanki Abdullah'a çıkmakta ısrar ediyordu. Altmış, yetmiş, seksen, doksan oldu. Ok ısrarla Abdullah'ı gösteriyordu. Sanki başka bir âlemden emir alır gibiydi.

Abdülmuttalib hayret ve heyecan içindeydi. Her çekim esnasında ellerini semaya doğru kaldırarak duâ etmekten de geri durmuyordu.

Nihayet develerin sayısı yüzü buldu. Tekrar ok çekilince, merakla bakanlar derin bir nefes aldılar. Çünkü ok develere çıkmıştı. Herkes gibi Abdülmuttalib'in de gözleri sevinçle parladı. Fakat, onun bu sevinci fazla sürmedi. Derhal ciddileşti. Kendisini fazla tebrike imkân tanımadı ve şöyle konuştu:

"Vallahi, üst üste üç defa daha ok çekeceğim. Tâ ki, kalbim mutmain olsun."

Çekiliş üç defa daha tekrarlandı. Her defasında sevinç çığlıkları atılıyordu. Çünkü, üç seferinde de ok develere çıkmıştı. Bu sevincini Abdülmuttalib,"Allahü ekber, Allahü ekber!" diyerek izhar etti ve diz çökerek duâda bulundu. Böylece Abdullah kurban edilmekten kurtuldu.

Sevgili oğlunun kurban edilmekten kurtulmasına son derece sevinen Abdülmuttalib, yüz devenin Safa ile Merve arasına götürülüp, yan yana kurban edilmesini emretti. Emri derhal yerine getirildi. Kurban edilen develerin etlerinden Mekke halkı bol bol istifade etti. Alamadıklarını da kurtlar, kuşlar, köpekler, vahşi ve ehil bütün hayvanlar paylaştılar.

O günden itibaren bir insan diyeti, Kureyşliler ve Araplar arasında, 100 deve olarak kabul edilme âdeti benimsendi.4

Resûl-i Ekrem Efendimiz de bu âdeti olduğu gibi bırakmıştır. 5


İki Kurbanlığın Oğlu[]

Bu olaya ve neslinden geldiği Hz. İsmail'in kurban edilmesi teşebbüsüne işâretle Rasûlulllah (s.a.s.) Efendimizin:

"Ben iki kurbanlığın oğluyum." (Hakim, el-Müstedrek, II, 604, 609; el-Aclûnî, Keşfü'l-Hafa, 1/199 (Hadis No.606), Beyrut 1351) buyurduğu nakledilmiştir. O zamana kadar 10 deve olan diyet (öldürülen bir kimsenin kan bedeli) de, bu olaydan sonra, 100 deveye yükselmiştir.(İbn Hişâm, 1/163) İslâm Hukuku'nda kan bedelinin 100 deve olması, zamanla örf hâline gelen bu olaya dayanmaktadır.

Hz. Abdullah'ın İffeti[]

Aynı gündü...

Herkes neticeden memnun kur'a yerinden dağılıyordu. Abdülmuttalib de sevgili oğluyla birlikte şehre geliyordu. Kâbe'nin yanından geçerlerken, babasından bir hayli geride kalmış Abdullah'ın karşısına bir kadın dikildi. Bu kadın, Abdullahın dillere destan güzelliğine hayranlardan biri olan Varaka bin Nevfel'in kızkardeşi Rukiyye idi. O da kardeşi Varaka gibi eski mukaddes kitapları okumuş, o kitaplarda ahirzamanda gelecek peygamberin sıfatlarını görmüş ve öğrenmişti. İç âleminde, Abdullahın yüzünde o âna kadar hiçbir kimsede görmediği müstesna parlaklıkla karşı karşıya kalınca bu sıfatlarla münasebet kurdu. Bu şerefi başkasına kaptırmamak için de güzelliğini, iffetini unutarak Abdullah'ın yanına yaklaştı ve şöyle fısıldadı:

"Delikanlı, biraz dursana. "Abdullah durdu. Kadın, "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Yüzünde parlayan nurun masumiyeti içinde, Abdullah, "Babamla gidiyoruz" diye cevap verdi.

Kadın, bu masum cevap üzerinde pek durmadı ve asıl maksadını açıkladı. Hz. Abdullah'a gayrimeşru ilişki teklif etti. Abdullah'ın yüzü bir anda kıp kırmızı kesildi. Masumiyetini yırtmak isteyen bu teklife pek aldırmadı ve yoluna devam etmek istedi. Fakat, Rukiyye ona sahip olmak istiyordu. Arzusunu bir başka teklifle cazip hâle getirdi:

"Eğer benimle beraber olmayı kabul edersen, senin için kurban edilen develer kadar develerim var, onların hepsini sana veririm." dedi. Abdullah bu cazip teklife de iltifat etmedi ve iffetini sergileyen şu cevabı verdi:

"Haram öyle acıdır ki, ölüm acısı onun yanında çok hafif kalır. Helâl ise çok tatlıdır. Ey kadın, sen git açıkça helâlinden ara! Şeref ve iffet sahibi olanlar namuslarını ve dinlerini titizlikle korurlar. Onlar, namussuzluk demek olan bir işe nasıl teşebbüs ve cesaret edebilirler?"

Bu asil cevabından sonra da, güzel Rukiyye'nin hüzün ve hayranlığı birleştiren bakışları önünde, yoluna devam etti.

Abdullahın alnındaki nurun kaybolması[]

Günler sonra, evlenmiş bulunan Hz. Abdullah, aynı kadınla Mekke sokaklarında bir kere daha karşılaştı. Aynı Rukiyye ona karşı en ufak bir arzu ve hasret belirtisi göstermedi. Bilâkis, hissiz ve bakışları hayranlık şöyle dursun, çok donuktu. Abdullah sebebini sordu:

"Ne oldu, sana? Halin değişmiş."

Rukiyye,

"O gün, alnında esrarlı bir nûr parlıyordu. O nur karşısında kendimden geçtim. Ama şimdi onu göremiyorum." diye cevap verdi.

Evet, Hz. Abdullah'ın alnında parlayan nur artık yoktu. Çünkü, Kâinatın Efendisine hâmile olan annelerin en büyüğü Hz. Âmine'ye intikal etmişti. Aslında Hz. Abdullah'a hayran ve meftun olan sadece bu kadın değildi. Kötü ahlâktan uzak, ter temiz ve en güzel haslet ve faziletlerle bezenmiş bu delikanlıya bütün Kureyş kızlarının gözleri çevrilmişti; ama, yüzündeki parlaklığın sırrına akıl erdiremeden, Hak Teâlânın ona âhir zaman peygamberinin babası olmak gibi, şereflerin en büyüğünü mukadder kıldığının hikmetini idrak edemeden.

Dipnotlar:[]

1. Sîre, 1/150151 2. Sîre, 1/160; Tabakât, 1/88; Taberî, 1/128 3. Sîre, 1/163; Tabakât, 2/174 4. Sîre, 1/164; Tabakât, 1/189; Taberi, 2/174 5. Tabakât, 1/89.

Advertisement