Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Hz. Ömer Ömer Kuzey Türk devletı İbni Hattâb İbn-i Hattâb

İkinci Raşid Halife. İslâmı yeryüzüne yerleştirip, hakim kılmak için Resulullah (s.a.s)'ın verdiği tevhidî mücadelede ona en yakın olan sahabilerden biri. Hz. Ömer (r.a), Fil Olayından on üç sene sonra Mekke'de doğmuştur. Kendisinden nakledilen bir rivayete göre o, Büyük Ficar savaşından dört yıl sonra dünyaya gelmiştir (İbnül-Esîr, Üsdül-Ğâbe, Kahire 1970, IV,146). Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka'b'da Resulullah (s.a.s) ile birleşmektedir. Kureyş'in Adiy boyuna mensup olup, annesi, Ebu Cehil'in kardeşi veya amcasının kızı olan Hanteme'dir (bk. a.g.e., 145).

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)'in müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemezler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere çobanlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmektedir. O, Suriye taraflarına giden ticaret kervanlarına iştirak etmekteydi (H. İbrahim Hasan, Tarihul-İslâm, Mısır 1979, I, 210). Cahiliyye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin sifare (elçilik) görevi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Ömer gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümünde etkin rol alır ve verdiği kararlar bağlayıcılık vasfı taşırdı (Suyûtî, Tarihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 123; Üsdül-Ğâbe, IV, 146).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâma karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammed (s.a.s)'ı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamberi öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim şekli onun müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömer (r.a)'in müslüman oluşu şöyle gerçekleşmişti: Ömer, Resulullah (s.a.s)'ı öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)'i öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömer'in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yöneldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur'an okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur'an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Ömer (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kızkardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kızkardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. Kendisine verilen sahifelerden Kur'an ayetlerini okuyan Ömer (r.a), hemen orada imân etti ve Resulullah (s.a.s)'ın nerede olduğunu sordu. O sıralarda müslümanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)'ın evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullah (s.a.s)'ın Daru'l-Erkam'da olduğunu öğrenen Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer silahlarını kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu. Hz. Hamza: "Bu Ömer'dir. İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydır" diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah (s.a.s), Ömer (r.a)'ın iki yakasını tutarak;

"Müslüman ol ya İbn Hattab! ALLAHım ona hidayet ver!" dediğinde, Ömer (r.a), hemen Kelime-i Şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı (İbn Sa'd, Tabakatu'l Kübra, II, 268-269; Üsdül-Ğâbe, IV, 148-149; Suyûtî, Tarihu'l-Hulefa, Beyrut 1986, 124 vd.).

Rivayetlere göre Ömer (r.a)'ın müslüman oluşu, Resulullah (s.a.s)'ın yapmış olduğu; ALLAHım! İslâmı Ömer b. el-Hattab veya Amr b. Hişam (Ebû Cehil) ile yücelt" şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti (İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fi Temyîzi's-Sahâbe, Bağdat t.y., II, 518; İbn Sa'd, aynı yer; Suyûtî, a.g.e., 125).

Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında müslüman olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı zaman müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı (İbn Sa'd, aynı yer).

Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı müslümanlar, Beytullah'a gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı. Ömer (r.a) müslüman olunca doğruca Beytullah'ın yanına gitti ve müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların, müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullah'ta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması müslümanlara büyük bir moral desteği sağlamıştı. Abdullah İbn Mes'ud'un; "Ömer'in müslüman oluşu bir fetihti" (Üsdül-Ğâbe, IV,151; İbn Sa'd, a.g.e., III, 270) sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Taberî'nin İbn Abbas'tan tahric ettiği bir hadise göre, müslümanlığını ilk ilân eden kimse Hz. Ömer (r.a) olmuştur (Suyûtî, a.g.e.,129). Ömer (r.a) benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla, küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir tehdide aldırış etmeden mücadele ediyordu. Müşrikler, şecaat ve kararlılığını eskiden beri bildikleri için ona sataşmaya cesaret edemiyorlardı.

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)'ın yanında bulunmuş, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir.

O, imân ettikten sonra müşriklere karşı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kimseden çekinmeden herkese meydan okuyarak savunmuştur. İslâm tebliğinin yeni bir veche kazanması için Medine'ye hicret emrolunduğu zaman müslümanlar Mekke'den gizlice Medine'ye göç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer, gizlenme ihtiyacı duymamıştı. Ömer (r.a), beraberinde yirmi arkadaşı olduğu halde Medine'ye doğru yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır: "Ömer'den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlandığında kılıcını kuşandı, yayını omuzuna taktı, eline oklarını aldı ve Kâ'be'ye gitti. Kureyş'in ileri gelenleri Kâ'be'nin avlusunda oturmakta idiler. O, Kâ'be'yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-ı İbrahim'de iki rek'at namaz kıldı. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara; "Yüzler pisleşti. Kim anasını evladsız, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa şu vadide beni takip etsin" dedi. Onlardan hiç biri onu engellemeye cesaret edemedi (Suyûtî, a.g.e., 130). Bunun içindir ki İbn Mes'ud;

"Onun hicreti bir zaferdi" (İbn Sa'd, aynı yer; Üsdül-Ğâbe, IV, 153) demektedir.

Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)e "FARUK" lakabının verilmesinin bir sebebi de şudur: Yahudilerden birisi münafıklardan birisi ile, bir mesele hakkında ihtilafa düştü; aralarında anlaşamadılar. Bu anlaşmazlığı halletmek için Yahudi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın huzurunda mahkeme olmak istedi. Sebe bi; Rasululah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın rüşvet almayacağına ve adilane hükmedeceğine olan inancıdır.

Münafık da Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' ın huzurunda değil de (Rüşvet kabul edeceklerini tahmin ettiği için) kendi hakimleri yani Yahudi hakimin önünde muhakeme edilmek istedi. Bazı rivayetler o sırada Yahudi hakimin Kab bin Eşref olduğu yolundadır.

Tabii ki; Yahudi'nin ısrarının ağır basması ile Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' a gelirler. Rasulallah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz her ikisini de dinledikten sonra, Yahudi' nin davasında haklı olduğuna hükmeder.

Münafık bu hükme razı olmayıp, bir de Ömer'ul Faruk'a gidelim diye ısrar etti. Güya kurnazlık yapıyor. Münafık her ne kadar inanmasa ve kafir olsa da, zahiren Müslüman gözüktüğü için, davalı olduğu kişi de Yahudi olduğu için Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'in meseleyi dinlemeden taraf tutar, kendisi lehinde karar verir, düşüncesiyle Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' e gitmek ister. Nitekim gittiler. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)' in yanına varınca Yahudi söze başlayarak:

-Anlaşmazlığımız halli için Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'a gittik, bizi dinledi ve benim lehime hükmetti, beni haklı buldu. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in bu hükmüne razı olmayan bu adam, bir de sizin, hükmünüze baş vurmamızı söylüyor, dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) münafığa dönüp :

-Yahudi'nin söyledikleri doğru mudur? Diye sordu. Münafık:

-Evet doğrudur, dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

-"Siz burada bekleyin ben biraz sonra gelip hükmümü vereceğim" der ve eve gider. Az sonra elinde kılıcıyla çıkagelir ve münafığın kellesini gövdesinden ayırır. Ve der ki;

-"Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)ın hükmüne razı olmayan kimseye ben böyle hüküm veririm."

İşte bu hadise bir taraftan Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'ın, Ömer'ül Faruk diye tesmiyesine vesile olurken, diğer taraftan şu Ayet-i Celile’nin nuzülüne sebep oluyor.

Ömer (r.a), Medine dönemi boyunca İslamın yücelişini etkileyen bütün olaylara aktif olarak iştirak etmiştir. Resulullah (s.a.s)'ın önemli kararlar alacağı zaman görüşlerine başvurduğu kimselerin başında Ömer (r.a) gelir. Onun ileri sürdüğü görüşler o kadar isabetliydi ki; bazı ayetler onun daha önce işaret ettiğine uygun olarak nazil oluyordu. Resulullah (s.a.s) onun bu durumunu şu sözüyle ifade etmekteydi: "ALLAH, hakkı Ömer'in dili ve kalbi üzere kıldı" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151).

Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katılmış, bunların bansında komutan olarak görev yapmıştır. Bunlardan biri Hicretin yedinci yılında Havazinliler'e karşı gönderilen seriyyedir.

Ömer (r.a), bütün meselelere karşı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı düşmanlığı; müşriklerin, İslâma karşı olan saldırılarını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye'de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, ALLAH Teâlâ'nın gösterdiği doğrultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve olayın iç gerçeğini kavramıştı.

Resulullah (s.a.s)'ın vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir'in halife seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer büyük rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir'in kısa halifelik döneminde en büyük yardımcısı Ömer (r.a) olmuştur.

Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladığında, Hz. Ömer'i kendisine halef tayin etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açıklayarak bazı sahabilerle istişarelerde bulunmuştu. Herkes Ömer (r.a)'ın fazilet ve üstünlüğünü kabul etmekle beraber, onu bu iş için biraz sert mizaclı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve diğer bazı sahabiler ona; "Rabbin seni Ömer'i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir" demişlerdi. Hz. Ebû Bekir onlara; "Derim ki: ALLAHım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım" karşılığını vermişti. Sonra da Hz. Osman'ı çağırarak bir kâğıda Hz. Ömer'i halife tayin ettiğini yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, Hz. Osman dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta yazılı olan kimseye bey'at edilmesini istedi. Oradakilerin bey'at etmesiyle Hz. Ömer'in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi gerçekleşmiş oldu (Üsdü'l-Ğâbe, IV,168-199; İbn Sad, a.g.e., III, 274 vd.; Suyûtî a.g.e., 92-94).

Hz. Ömer Döneminde İslam Devleti ve Fetihler

Resulullah (s.a.s)'ın sağlığında Arap yarımadası İslâmın hakimiyetine boyun eğdirilmiş ve insanlar bölük bölük ihtida ederek müslümanlarla bütünleşmişlerdi.

Bunun peşinden Resulullah (s.a.s), İslam tebliğinin insanlara ulaştırılmasının önünde bir set teşkil eden, müşrik zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluğuna karşı askerî seferleri başlatmıştı. Ebû Bekir (r.a), Resulullah (s.a.s)'ın vefatından hemen sonra ortaya çıkan Ridde hareketlerini bastırdıktan sonra, Bizans hakimiyetindeki topraklara askerî akınlar başlatmış, öte taraftan çağın despot devletlerinden ikincisi olan İran imparatorluğuna karşı da askerî faaliyetlere girişmişti. Hz. Ömer (r.a)'in üzerine düşen, bu siyaseti devam ettirmekten ibaretti. Hz. Ömer bir taraftan Suriye'nin fethinin tamamlanması için gayret gösterirken, öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevkediyordu. Kadisiye savaşıyla İran ordusu hezimete uğratılmış ve Kisrâ, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştı. Peşpeşe gönderilen ordularla İranın bazı bölgeleri savaş ile, bazı bölgeleri de sulh yoluyla İslam'ın hakimiyetine boyun eğdirilmişti. Kuzeye yönelen Muğîre b. Şu'be, Azerbaycanı sulh yoluyla ele geçirmişti. Ermenistan bölgesi fethedilen yerler arasındaydı.

Suriye'nin fethi tamamlandıktan sonra bu bölgedeki askerî harekât batıya doğru kaydırıldı. Etraftaki şehir ve kasabalar fethedildikten sonra Kudüs kuşatma altına alındı. Şehirdeki hristiyanlar bir süre direndilerse de sonunda barış istemek zorunda kaldılar. Ancak, komutanlardan çekindikleri için şart olarak şehri bizzat halifeye teslim etmek istediklerini bildirmişlerdi. Durum Ebu Ubeyde tarafından bir mektupla Hz. Ömer (r.a)'a bildirildi. Hz. Ömer (r.a) Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, Medine'den komutanlarıyla buluşmayı kararlaştırdığı Cabiye'ye doğru yola çıktı. Cabiye'de yapılan bir anlaşmadan sonra Hz. Ömer, bizzat Kudüs'e kadar giderek şehri teslim aldı (H.16-M. 637). Hz. Ömer (r.a) kısa bir müddet Kudüs'te kaldıktan sonra Medine'ye geri döndü.

Bu arada İran cephesinde durumlar karışmaya başlamıştı. Hz. Ömer, bölgede bulunan orduları takviye ederek İran meselesini kesin bir sonuca bağlamaya karar verdi. Hicri 21 yılında başlayan ve sürekli takviye edilen akınlarla Azerbaycan ve Ermenistan da dahil olmak üzere, Horasan'a kadar bütün İran toprakları İslam devletinin sınırları içine alınmış ve Fars cephesinde askerî harekâtlar tamamlanmıştı.

Öte taraftan Amr b. el-As, hazırlayıp uygulamaya koyduğu harekât planıyla Mısır'ı fethetmeyi başarmış, müslümanları Mısır'dan geri püskürtmek için İskenderiyede hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine yürüyerek burayı ele geçirmişti (H. 21). Böylece Suriye'den sonra, Mısır'da da Bizans'ın hakimiyetine son verilmiş oluyordu (Şibli Numanî, Bütün yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi, Terc. Talip Yasar Alp, İstanbul t.y., I, 285-286).

İslam ordularının fethettiği bölgelerdeki halk, müslümanlardan gördükleri müsamaha ve âdil davranışlardan etkilenerek kitleler halinde İslâma giriyorlardı. Asırlarca Bizans ve İran devletlerinin zulmü altında ezilen, horlanan topluluklar İslâmın kuşatıcı merhameti ile yüz yüze geldiklerinde müslüman olmakta tereddüt göstermiyorlardı. Kendi dinlerinden dönmek istemeyenler ise hiç bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, geniş bir inanç hürriyetine kavuşuyorlardı.

Hz. Ömer, bir taraftan İslâmın insanlığa tebliğinin önündeki engelleri kaldırmak için ordular sevkederken, öte taraftan da henüz müesseselerine kavuşmamış bulunan devleti teşkilatlandırmaya çalışıyordu.

Hz. Ömer'den önce, orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar belirli defterlere yazılıp kayıt altına alınmazdı. Bu durum normal olarak bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olur, gelir ve giderlerin hesabı yapılamazdı. İlk zamanlar buna pek ihtiyaç da yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılması zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıtlarının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin dağıtımının kaydedildiği "divan" teşkilatını kurdu.

Ayrıca, Suriye ve Irak'ta bulunan divanlar varlıklarını korumuşlardır. Bunlar vergilerin toplanması ile alakalı çalışmaları yürütmekteydiler. Suriye ve Irak'taki divanlar her ne kadar İran ve Bizans malî teşkilatından kalma idiyse de, onun Medine'de tesis ettiği divan hiçbir yabancı tesir söz konusu olmaksızın, ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamak için kurulmuştur.

Hz. Ömer, feyden elde edilen gelirlerden verdiği atıyyeleri bir gruplandırmaya tabi tutmuştur.

Hz. Ömer, yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kadılar tayin eden ilk kimsedir. O, Kufe'ye, Şureyh b. el-Haris'i, Mısır'a da Kays b. Ebil-As es-Sehmî'yi kadı tayin etmiştir. Onun Medine'deki kadısı Ebû Derda (r.a)'dır. Bu dönemin tanınmış kadılarından birisi de Ebu Mûsa el-Eşari'dir. Hz. Ömer, tayin ettiği kadılara, görevlerini ne şekilde ifa etmeleri gerektiğine dair talimatlar verir ve onların bu çerçeve dışına çıkmamalarını tenbihlerdi (Mustafa Fayda, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, II, 176-177).

Hz. Ömer (r.a)'ın, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konu adâlet meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun yanında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.

O, her tarafta adâletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülkenin en ücra köşelerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetmemiş, hristiyan ve yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.

Devletin temel görevlerinden birisi ilmin insanlara ulaştırılmasıdır. Hz. Ömer, fethedilen bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur'an-ı Kerim'i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilmesini sağlama yolunda gayret sarfetmiştir. İslâm'ın, müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabîlerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir. Kur'an, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağlar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer, devletin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun zamanında dört bin tane cami yapılmış olduğu rivayet edilmektedir (Ahmed en-Nedvi, Asrı Saadet, Terc. Ali Genceli, İstanbul 1985, I, 317).

İlk defa bir takvimin kullanılmasına Hz. Ömer zamanında ihtiyaç duyulmuş ve böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan problemler ortadan kaldırılmıştır (H. 16).

İslâm devleti, bağımsız bir devlet olmasına ve çok geniş bir coğrafî sahayı kaplayan ekonomik faaliyetlerin yürütülmesine rağmen, kullanılan paralar yabancı kaynaklıydı. Irak ve İran bölgelerinde Fars dirhemleri; Suriye ve Mısır taraflarında da Bizans dinarları tedavülde bulunmaktaydı. Bu durum o devirde henüz hissedilmeye başlanmamış olsa bile, bir ekonomik baskı tehlikesini beraberinde getirmekteydi. Hz. Ömer'in, devleti müesseselere kavuşturup yapısını sağlamlaştırmaya çalışırken, bu duruma da müdahale etmemesi düşünülmezdi. O, Hicri 17 de para bastırarak piyasaya sürdü. Ayrıca Halid b. Velid'in Taberiye'de Hicrî 15 tarihinde dinar darbettirdiği de bilinmektedir (Hassan Hallâk, Dırâsât fî Tarihil-Hadâretil-İslamiye, Beyrut 1979, 13-15).

Hz. Ömer (r.a), İslâm devletinin dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı güvenliğini sağlamak ve orduları düşman bölgelerine yakın yerlerde bulundurabilmek için ordugah şehirler tesis etmiştir. İran ve Hindistan taraflarından gelebilecek deniz akınlarına karşı Basra ordugah şehri kuruldu. Bu şehrin mevkii bizzat Hz. Ömer tarafından tesbit edilmiştir. O, bu iş için Utbe b. Gazvan'ı görevlendirmişti. Utbe, sekizyüz adamıyla o zaman boş ve ıssız olan Haribe bölgesine gelip H. 14 yılında Basra şehrinin inşasına başladı.

Sa'd b. Ebi Vakkas, Kadisiye'de kazandığı büyük zaferden sonra İran içlerine akınlara başlamıştı. Onun ordusu Medâin'de bulunmaktaydı. Ancak buranın ikliminin Arap askerlerin sağlığını olumsuz yönde etkilediği anlaşılınca, Hz. Ömer, Sa'd'a iklim bakımından uygun ve merkez ile arasında deniz bulunmayan bir yer bulup burada bir şehir kurması talimatını verdi. Bu iş için görevlendirilen Selmân ve Huzeyfe, Kufe mevkiini uygun buldular. H. 17 de kurulan bu ordugah şehir kırk bin kişiyi iskân edebilecek büyüklükte inşa edildi.

Amr b. el-As, Mısır'ı fethettikten sonra İskenderiye'yi karargah edinmek için Hz. Ömer (r.a)'dan izin istedi. Hz. Ömer (r.a), haberleşme açısından endişe duyduğu için Kendisiyle Mısır'daki kuvvetler arasında bir nehrin bulunmasını kabul etmedi. Amr, Nil'in doğu yakasına geçerek burada Fustat adlı şehri kurdu (H. 21). Bu ordugah şehirlerinden başka yine askerî amaçlı merkezler de oluşturulmuştur.

Hz. Ömer'in idare anlayışı Hz. Ömer, toplumu ilgilendiren meselelerde karar vereceği zaman müslümanların görüşüne başvurur, onlarla istişare ederdi. O "istişare etmeden uygulamaya konulan işler başarısızlığa mahkûmdur" demekteydi. İstişarede takip ettiği yöntem şuydu: Önce meseleyi müslümanların ulaşabildiği çoğunluğu ile görüşür, peşinden Kureyşliler'in düşüncesini sorar, son olarak da sahabilerin görüşlerini alırdı. Böylece en isabetli fikir ortaya çıkar ve uygulamaya konulurdu. Hz. Ömer, müslümanların yaptığı işlerde bir hata gördükleri zaman kendisini uyarmalarını isterdi. Başka dinlere mensup olup, zımmî statüsünde bulunan kimselerle alâkalı işlerde de onların görüşlerine baş vurur ve meseleyi onlarla istişare ederdi. Bu durum Hz. Ömer'in adâlet anlayışının ne kadar kapsamlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Hz. Ömer idarede görevlendirdiği memurlarına karşı oldukça sert davranır, onların bir haksızlıkta bulunmalarına asla göz yummazdı. Halka karşı ise son derece şefkatle yaklaşır, onların varsa gizledikleri problemlerini öğrenip çözümlemek için gece-gündüz uğraşıp dururdu. O bu hassasiyetini: "Fırat kıyısında bir deve helak olsa, ALLAH bunu Ömer'den sorar diye korkarım" sözü ile ortaya koymaktadır. Hz. Ömer, merkezden uzak bölgelerde halkın durumunu yakından görmek için seyahatler yapma yoluna gitmişti. O, insanların çeşitli dertlerini uzak diyarlarda olmaları sebebiyle kendisine ulaştıramadıklarından endişe ediyordu. Bazı bölgeleri dolaşmasına rağmen başka yerlere gitmeyi tasarladığı halde ömrü o şehirlere ulaşmasına yetmemişti. İslâm tarihinde adâletin timsali olarak yerini alan Hz. Ömer (r.a) hakkında rivayet edilen şu olay onun bu sıfatla bütünleşmiş olduğunun en açık delilidir.

Bir defasında Eslem'le birlikte Harra taraflarında (Medine'nin dış bölgesi) dolaşırlarken ışık yanan bir yer gördü ve Eslem'e; "Şurada, gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi onların yanına gidelim" dedi. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken gördüler. Hz. Ömer, onlara; "Işıklı aileye selâm olsun" dedi. Kadın selâmı aldıktan sonra yanlarına yaklaşmak için izin alan Hz. Ömer ona yanındaki çocukların neden ağladıklarını sordu. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince, Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sordu. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyledi ve; "ALLAH bunu Ömer'den elbette soracaktır" diye ekledi. Hz. Ömer, ona; "Ömer bu durumu nereden bilsin ki?" diye sorduğunda kadın;

"Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu" karşılığını verdi. Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem'le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Ömer (r.a); "Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım" diyerek buna izin vermedi; çuvalı omuzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (r.a) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Eslem; "O, ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum" demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; "Siz bu işe Ömer'den daha layıksınız" dedi. Hz. Ömer;

"Ömer'e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun" dedi.

Bu onun insanlara yardım etmede ve mağduriyetlerini gidermede gösterdiği hassasiyetin örneklerinden sadece bir tanesidir.

İlmi

Hz. Ömerin fıkıh ilminde ayrı bir yeri vardır. O her yönüyle devleti teşkilatlandırmaya çalışırken diğer taraftan da bu teşkilatlanmanın alt yapısı olan ilmî gelişmeyi sağlayabilmek için gayret sarfediyordu. Fıkıh usulünün oluşumu Hz. Ömer ile başlar. Fıkıh ilminin temellerini meydana getiren kaideleri, karşılaştığı kazâî ve idarî meseleleri çözüme kavuştururken takip ettiği yöntemlerle belirlemeye başlamıştır. Ondan sahih senetlerle rivayet olunan fıkhî hükümlerin sayısı birkaç bini bulmaktadır.

Hz. Ömer'in içtihadlarının İslâm hukuku açısından çok büyük bir önemi vardır ve Resulullah (s.a.s)'ın hadislerinden başka hiç bir şey onun bu içtihadlarının üzerinde değildir (Muhammed Revvâs Kal'acı, Mevsuatu Fıkhı Ömer b. el-Hattab, 1981, 8; Bu kitabta Hz. Ömer'in Fıkhî içtihadları bir araya toplanarak ansiklopedik bir tarzda tasnif edilmiştir).

Hz. Ömer (r.a) , Hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmıştır. O, Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden bazı kimseleri sorguya çekmiş, onlardan rivayet ettikleri hadisler için şahid istemişti. Hz. Ömer'in kendisinden beş yüz otuz dokuz hadis rivayet edilmiştir (Suyutî, a.g.e., 123).

Ayrıca o, Kur'an-ı Kerim'in te'vil ve tefsirinde ilim sahibiydi. İbn Ömer'den rivayet edildiğine göre, kendisine Resulullah (s.a.s) hayattayken kimlerin fetva verdiği sorulduğunda: "Ebu Bekir ve Ömer'den başkasının fetva verdiğini bilmiyorum" karşılığını vermişti (H.İ. Nasan, İslâm Tarihi, İstanbul 1985, I, 319).

Hz. Ömer Halife olduktan sonra da doğruların uygulanması ve hakkın elde edilmesi konusunda titiz davranmaya ve en ufak ayrıntıları bile bizzat takip etmeye aşırı dikkat göstermiştir. O, bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman ilk önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi; "Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. ALLAH'a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım".

Sert bir mizaca sahip olmasına rağmen insanlara karşı oldukça mütevâzî davranırdı. Geniş toprakları, güçlü orduları olan bir devletin başkanı olması onu diğer insanlar gibi mütevazî ve sade bir hayat yaşamaktan alıkoyamamıştır. Pahalı, lüks elbiseler giymekten kaçınır, diğer insanlar gibi gerektiğinde alelade işlerle uğraşmaktan çekinmezdi. Tanımayan kimse onun müslümanların halifesi olduğunu asla anlayamazdı. Çünkü çoğu zaman giydiği elbise yamalarla doluydu.

Hz. Ömer güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve konuşurken beliğ bir uslubla konuşurdu. Onun üstün kabiliyeti yazı için de geçerliydi. Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir numune addedilmekteydi. Hz. Ömer şiire de ilgi duyan ve şiir zevki olan sahabilerden birisidir. Çok sayıda Arap şairlerinin şiirlerini ezberlemiş, az da olsa şiir yazmıştır.

Hz. Ömer ibadet ederken bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece kılar, ev halkını sabah namazına; "ve namazı ailene emret" (Tâhâ, 20/132) mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. O, her sene haccetmeyi asla ihmal etmez ve hac farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen hacılara bizzat riyaset ederdi. Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında öylesine ezilirdi ki, kıyamet günü hesaptan, cezasız kurtulmayı başarabilirse sevineceğini söylerdi. O, ölüm döşeğinde bu endişesini şu anlamdaki bir beyitle dile getiriyordu:

"Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime zulmetmiş bulunuyorum" (Şıblî, a.g.e., II, 373).

Hz. Ömer (r.a)'in, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer (r.a), Bizans ve İran'a karşı büyük ordular sevkeden ve onları tarihlerinde pek nadir tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazan da günün yorgunluğunu hafifletmek için mescid'in çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medine'den Mekke'ye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir. Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında Arapların ileri gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömer (r.a)'i ziyarete gitmiş; onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu halde koşar bir vaziyette bulmuştu. Ömer (r.a), Ahnef'i gördüğünde ona; "Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun" dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdüğünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmediğini söyleyince O; "Benden daha iyi köle kimmiş?" diyerek karşılık vermiştir (Şıblî, a.g.e., I, 384-385). Günlük yaşayışını gösteren bu örnekler, Hz. Ömer (r.a)'ın ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yaşayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde, insanlardan ve onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz. Ömer (r.a)'a âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde İslâm'ı yeryüzüne hakim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır. Hz. Ömer (r.a) geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamber (s.a.s)'in Medine'de ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayber'in fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer (r.a) kendi payına düşen araziyi vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti: "Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz; geliri fakirlere, akrabaya, kölelere, ALLAH yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur" (Buharî, Şurût, 19). İslâmda ilk vakıf olayı budur.

Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi iaşesinin temini için Ashab'a müracaat etmiş, Hz. Ali (r.a)'ın teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı sağlanmıştı. H. 15 yılında müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri gelen Ashab'a verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazi meblağdı. Ömer (r.a), yemek olarak genellikle şunları yerdi: Ekmek (buğdaydan olduğu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.

Hz. Ömer (r.a)'ın fazileti ve üstünlüğü hakkında çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır. Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi. Bir defasında Resulullah (s.a.s)'in yanına gitti. Resulullah (s.a.s)'dan bir şey istemek için orada bulunan kadınlar, Hz. Ömer'in sesini duyduklarında hemen kalkıp perdenin arkasına geçtiler. Hz. Ömer içeri girdiğinde Resulullah (s.a.s) gülüyordu. Hz. Ömer ona; "ALLAH yaşını güldürsün ya Resulullah" dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.s); "Şu benim yanımda olanlara şaşarım. Senin sesini işitince perdeye koştular" dediğinde Hz. Ömer; "Ya Resulullah, onların çekinmesine sen daha layıksın" dedi. Sonra da kadınlara dönerek; "Ey nefislerinin düşmanları! Resulullah (s.a.s)'den çekinmiyorsunuz da benden mi çekiniyorsunuz?" diyerek onlara çıkıştı. Kadınlar; "Evet. Sen Resulüllah (s.a.s)'den sert ve haşinsin" dediler. Resulullah (s.a.s), Nefsim yed-i Kudretinde olan ALLAH'a yemin olsun ki, şeytan sana bir yolda rastlamış olsa, mutlaka yolunu değiştirirdi" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 22).

Başka bir rivayette Resulullah (s.a.s) onun için şöyle buyurmuştu:

"Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer'e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer'den kaçmasın" (Suyûtî, a.g.e., 133).

Resulullah (s.a.s), hakkı görmek ve onu tatbik etmek konusunda Ömer (r.a)'ın üstünlüğünü şöyle ifade etmekteydi: "Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetimde onlardan biri bulunursa, Ömer b. Hattab onlardandır" (Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, II). Bu, Hz. Ömer (r.a)'ın işlerinde ve verdiği kararlarda isabetli davranmasını bir anlamda açıklar niteliktedir. Nitekim Resulullah (s.a.s); ALLAH doğruyu Ömer'in lisanı ve kalbi üzere kılmıştır" (Üsdül-Ğâbe, IV, 151; Suyutî, 132) demektedir. Bir defasında da Hz. Ömer'i göstererek şöyle demişti: Bu aranızda yaşadığı sürece, sizinle fitne arasında kuvvetlice kapanmış bir kapı bulunacaktır" (Suyûtî, aynı yer).

Ömer (r.a)'ın bu durumunu bazı konularda inen ayetlerin daha önce onun gösterdiği doğrultuda olması da te'yid etmektedir. Hz. Ömer şöyle demiştir: "Rabbime üç şeyde muvafık düştüm: Makam-ı İbrahim'de, hicab'da ve Bedir esirlerinde" (Müslim, Fedâilüs-Sahabe, II). Hz. Ömer ötekileri zikretmemiştir. Örneğin münafıkların cenaze namazını kılmaması için Resulullah (s.a.s)'e inen ayet bunlardan biridir (bk. Müslim, aynı bab; Hz. Ömer (r.a)'ın görüşleri doğrultusunda nâzil olan ayetler için bk. Suyûtî, a.g.e., 137-140).

Hz. Ömer, sert bir mizaca sahip olup, İslâma karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almaktaydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlardan yüz çevirmeğe çağıran Muhammedı öldürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Peygamber(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)i öldürmek için harekete geçmiş, ancak olayın gelişim şekli onun Müslümanların arasına katılması sonucunu doğurmuştu.

Müslüman Oluşu

Tarihçilerin ittifakla naklettikleri rivayete göre, Ömerin Müslüman oluşu şöyle gerçekleşmişti Ömer, Resulullahı öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karşılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammedi öldürmeye gittiğini söylemişti. Nuaym, Ömerin ne yapmak istediğini öğrenince ona, kızkardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğrenen Ömer öfkeyle eniştesinin evine yöneldi.

Kapıya geldiğinde içerde Kuran okunmaktaydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kuran sayfalarını sakladılar. İçeri giren Ömer eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kızkardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamıştı. Kızkardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerinden dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bildirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti.

Kendisine verilen sahifelerden Kuran ayetlerini okuyan Ömer hemen orada imân etti ve Resulullahın nerede olduğunu sordu. O sıralarda Müslümanlar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkamın evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resulullahın DarulErkamda olduğunu öğrenen Ömer doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığında gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler endişelenmeye başladılar. Zira Ömer silahlarını kuşanmış olduğu halde kapının önünde duruyordu. Hz. Hamza Bu Ömerdir.

İyi bir niyetle geldiyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydır diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah Ömerın iki yakasını tutarak Müslüman ol ya İbn Hattab! Allah(Azze ve Celle)ım ona hidayet ver dediğinde Ömer hemen Kelimei Şehadet getirerek imân ettiğini açıkladı. Rivayetlere göre Ömerın Müslüman oluşu, Resulullahın yapmış olduğu Allah(Azze ve Celle)ım İslâmı Ömer b. el Hattab veya Amr b. Hişam Ebû Cehil ile yücelt şeklinde bir duanın sonucu olarak gerçekleşmişti. Ömer risaletin altıncı yılında Müslüman olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı zaman Müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi kadardı.

Beytullaha Gidişi

Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tepkiden dolayı Müslümanlar, Beytullaha gidip namaz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebiliyorlardı. Ömer Müslüman olunca doğruca Beytullahın yanına gitti ve Müslüman olduğunu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gösterdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların, Müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı ve bir avuç Müslümanla birlikte herkesin gözü önünde Beytullahta namaza durdu. Onun bu şekilde saflarına katılması Müslümanlara büyük bir moral desteği sağlamıştı.

Abdullah İbn Mesudun Ömerin Müslüman oluşu bir fetihti sözü bunu açıkça ortaya koymaktadır. Taberînin İbn Abbastan tahric ettiği bir hadise göre, Müslümanlığını ilk ilân eden kimse Hz. Ömer olmuştur. Ömer benliğini kuşatan imanın verdiği heyecanla, küfre karşı açık ve net bir şekilde, hiç bir tehdide aldırış etmeden mücadele ediyordu. Müşrikler, şecaat ve kararlılığını eskiden beri bildikleri için ona sataşmaya cesaret edemiyorlardı. Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullahın yanında bulunmuş, onu korumak için elinden gelen gayreti göstermiştir.

Şahsiyeti

Hz. Ömer, inandığı şeyi yerine getirme hususunda şiddetli davranmakla tanınır. O, müslüman olmadan önce ilk iman edenlere karşı sert muamele etmişti. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliği İslâm'ın lehine müşriklere karşı yönelmiştir.

Hz. Ömerin, şahsi hayatı oldukça sadeydi. Hz. Ömer Bizans ve İrana karşı büyük ordular sevkeden ve onları tarihlerinde pek nadir tattıkları sürekli yenilgilerle perişan eden güçlü ve muktedir bir devletin başkanıdır. Ama o buna rağmen yamalı elbiseler, eskimiş sarık ve yırtık ayakkabılarla hayatını sürdüren bir kişidir. O, bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazan da günün yorgunluğunu hafifletmek için mescidin çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Medineden Mekkeye çok sayıda yolculuk yapmış olduğu halde hiç bir zaman yanına çadır almamış ve yolda, bir çarşafı dalların üzerine gererek basit bir şekilde dinlenmeyi tercih etmiştir.

Yine bir gün, Ahnef b. Kays yanında Arapların ileri gelenlerinden bazı kimselerle birlikte Hz. Ömeri ziyarete gitmiş onu, elbisesinin eteklerini beline sıkıştırmış olduğu halde koşar bir vaziyette bulmuştu. Ömer Ahnefi gördüğünde ona Gel de kovalamaya katıl. Devlete ait bir deve kaçtı. Bu malda kaç kişinin hakkı olduğunu biliyorsun dedi. Bu esnada biri ona neden kendini bu kadar üzdüğünü ve deveyi yakalamak için bir köleyi görevlendirmediğini söyleyince O Benden daha iyi köle kimmiş? diyerek karşılık vermiştir.

Günlük yaşayışını gösteren bu örnekler, Hz. Ömerın ümmetin sorumluluğunu üstlenen kimselerin yüklenmiş oldukları görevleri ne şekilde yerine getirmeleri ve makamlarının cazibesine kapılıp sıradan insanların yaşayış tarzından kopmadan hükmetmeleri gerektiğini, çağları aşan bir örnek sergileyerek ortaya koymuştur. Bir devlet başkanı ancak bu şekilde, insanlardan ve onların günlük yaşamlarından kopmadan âdil bir yönetim kurabilir. Hz. Ömere âdil sıfatını kazandıran, onun bu şekilde İslâmı yeryüzüne hakim kılma yolunda varlığını ortaya koymuş olmasıdır.

Hz. Ömer geçimini ticaretle temin ederdi. Bunun yanında Peygamber(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in Medinede ona bazı tarlalar verdiği de bilinmektedir. Hayberin fethini müteakip burada ele geçirilen araziler, savaşa katılanlar arasında taksim edilmişti. Ancak, Hz. Ömer kendi payına düşen araziyi vakfetmiş ve bir vakıf şartnamesi de düzenlemişti Bu arazi satılamaz, hibe edilemez ve miras yolu ile sahip olunamaz geliri fakirlere, akrabaya, kölelere Allah(Azze ve Celle) yolunda, yolcu ve misafirlere harcanacaktır. Vakfı yöneten kişinin ölçülü olarak yemesinde ve yedirmesinde bir sakınca yoktur. İslâmda ilk vakıf olayı budur. Halife olduktan sonra, devlet işleriyle uğraşmasından dolayı kendi iaşesinin temini için Ashaba müracaat etmiş Hz. Alinin teklifine uyularak ona ve ailesine normal ölçülerde devlet malından geçim imkânı sağlanmıştı.

H.15 yılında Müslümanlara maaş bağlandığı zaman, ona da ileri gelen Ashaba verilen miktarda, beş bin dirhem maaş tayin edilmişti. Ancak onun günlük gideri çok mütevazi meblağdı. Ömer , yemek olarak genellikle şunları yerdi Ekmek buğdaydan olduğu zaman kepekli, bazen et, süt, sebze ve sirke. Ömerin halifelik dönemi birçok yeniliğe sahne oldu. Onun zamanında ülke, yönetim birimlerine ayrıldı. Valiler, ve Halifeye bağlı olarak kadılar atandı. İlk kez adalet işlerinde kadıların görevlendirilmesiyle, yönetim ve adalet işleri birbirinden ayrıldı. Hicri takvimin uygulamaya konulması, devletin önemli sorunlarının görüşüldüğü bir meclisin ve devlet hazinesinin oluşturulması yine bu yıllarda gerçekleşti.

Peygamberimiz Hazreti Ömerin Hayat Özeti İle İlgili Bütün Bilgileri Okuyalım. Evet hz Ömerin hayatından kesitler bütün tüm bilgileri aşağıdan öğrenelim.

Hz. Ömer; Hayatı ve Şahsiyetiyle İlgili Bilgiler.

Adaleti, cesareti ve devlet yönetimindeki üstün başarısıyla meşhur olan Hz. Ömer (r.a), tüm insanlığa İslam’ın kazandırdığı örnek ve eşsiz büyüklerden biridir. Hz. Ömer’in nesebi, Peygamberimiz’in nesebi ile sekizinci cedde birleşir. Babası Hattab, annesi ise Ebu Cehil’in (Amr b. Hişam) kızkardeşi Hanteme binti Hişam’dır. En meşhur rivayete göre hicretten kırk sene evvel doğmuştur. Buna göre, Peygamberimiz’den 12 veya 13 yaş küçük olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. Ömer’e çocukluğu zamanında babası tarafından deve çobanlığı yaptırılmakta idi. Bu meslek Araplar arasında hakir görülmezdi. Hz. Ömer bütün gün develerin arkasında dolaşır, yorulduğu zaman biraz istirahat etmek isterse, babası tarafından dövülürdü. Hz. Ömer (r.a) halife olduktan sonra bir gün çobanlık yaptığı havaliden geçmiş, orada gözleri yaşararak şunları söylemiştir; “Ya Rabb, ne büyüksün! Hayatımda öyle bir zaman geçti ki, buralarda deve güder, bîtab kalarak biraz dinlenmek istediğim zaman babam beni döğerdi. Bugün ise en yüksek makamı deruhte etmiş bulunuyorum. Ve Allah’tan gayrisine baş eğmiyorum”.

Delikanlılık çağında Arap eşrafının meşgul oldukları yüksek işlerle vakit geçirmiştir. Ensab ilmini öğrendi. Arap dili ve edebiyatı ile uğraştı. Bu sebeple kuvvetli bir hatip sayılırdı. Ata binmek, silah kullanmak, güreşmek onun en başta gelen zevlerindendi. islam’dan önce okuma-yazma bilen nadir kimselerden biri idi. Ticaretle de uğraşırdı. Bu sebeple Şam ve Irak’a seferleri olduğu, bu esnada Arap ve Acem hükümdarları ile görüştüğü biliniyor.

Hz. Ömer, yirmiyedi yaşında, kızkardeşi Fatma binti Hattab ile eniştesi Sadi bin Zeyd’in gayretleriyle müşlüman olmuştur. Müslüman olmasında işittiği Kur’an ayetlerinin tesirini bütün tarihçiler kaydekmektedir. Müslüman olduğu gün İslam’la şereflenen erkeklerin sayısının kırkı bulduğu rivayet edilmiştir. Hz. Ömer’in müslümanlığı kabul etmesi, İslamiyet tarihinde yeni bir devir açtı. O’nun alenen müslümanlığı kabulü ile müslümanlar ilk defa Kabe’de cemaatle namaz kıldılar. Hz. Ömer’e, hak ile batılı birbirinden ayırd edici anlamına gelen el-Faruk lakabını bizzat Peygamberimiz vermiştir. Medine ye hicrete müsade edildikten sonra Ashab’dan bazıları Medine’ye gittiler.

Diğerleri gizlice hicret ederken, Hz. Ömer aleni olarak hicret eyledi. “Anasını ağlatmak, evladını yetim ve karısını dul bırakmak istiyen kimse, şu vadinin öte tarafında bana kavuşsun”! dedi. Mekke’nin ileri gelenleri bu meydan okuyuşu duydukları halde arkasına düşen olmadı.

Peygamber Efendimiz’in irtihaline kadar, O’nunla birlikte bütün gazvelerine, muahedelerine, idari tedbirlerine, İslam için vukubulan bütün teşebbüslerine iştirak etmiştir.

Bedir’de ilk şehit düşen, Hz Ömer’in kölesi Mihca’dır. Bu gazvede, Hz. Ömer, dayısı olan As bin Hişam’ı bizzat katletmiştir.

Uhud, Hendek, Hudeybiye, Mekke’nin Fethi, Tebük Gazvesi’ndeki rolünü anlatmak yerine, Hz. Ebu Bekir’in hilafeti zamanındaki hizmetlerinden kısaca bahsedip kendi halifeliği dönemi hakkında da birkaç hususa temas edelim. Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesinde en etkin rolü oynamış, irtidat olaylarının tenkilinde, Kur’an’ın toplanmasın da kıymetli hizmetleri olmuştur. Hz. Ebu Bekir’in tavsiyesi üzerine Ashab, Hz. Ömer’i halife seçti.

Ön yıllık hilafeti döneminde büyük işler başardı. İran, Irak, Suriye ve Mısır’ın fethi gerçekleşti. Binlerce insan İslam’a girdi. En çok adalete dikkat etti. “Hz. Ömer’in adaleti” tabiri sadece müslümanlar tarafından değil, tüm insanlığın ortak örnek ve övüncü olmuştur. Devlet idaresini sağlam esaslar üzerine oturtmuş ve birçok yeni müesseseler kurmuştur. Görevlendirdiği memurları çok dikkatli seçmiş, akrabasından hiçkimseye devlet hizmetinde görev vermemiştir. Ashab’a ve ihtiyaç sahihlerine derecelerine göre yıllık tahsisat vermiştir.

Hz. Ömer, uzun boylu, buğday tenli, geniş alınlı, saçları dökük ve bıyıkları uzun idi. Yetiştirdiği çocuklarının hepsi, tarihte iz bırakacak kadar önemli roller oynamıştır. Kızı H. Hafsa (r.anha). Sevgili Peygamberimiz’in (s.a.v) pak zerrelerinden biri idi. Kur’an, hadis, fıkıh ilimlerine çok hizmeti geçmiştir. Zahidane bir hayat yaşamıştır.

Evinin yevmiye masrafı on dirhemi geçmezdi.

Vefatı

Birgün Kab el Ahbar geldi ve Hazreti Ömere - Ey müminlerin emiri Günlerini say, üç gün sonra bir kölenin elinden ecel şerbeti içeceksin dedi. Hazreti Ömer - Nereden biliyorsun? deyince - Tevratta yazıyor diye cevap verdi. Efsanevi tarzda anlatılan bu rivayetlerden Hazreti Ömer, bu kölenin bir sabah namazında safların arasından girip, elindeki iki ağızlı bir hançerle vurması sonucu şehit edildiği anlaşılıyor.

Hazreti Ömer, yaralı olduğu hâlde eve gelerek, oğlu Abdullaha katili aramasını söyledi. Sonra bir tabip çağrıldı. Fakat, bunun bir faydası olmadı. Hicri 23. yılın Zilhicce ayında Kasım 644 Çarşamba günü aldığı altı hançer yarasından kurtulamadı. Vasiyeti üzerine cenaze namazını Hz.Suheyb kıldırdı. Hilafetinin on yıl altı ay sürdüğü rivayet edilir. Ayrıca rivayetlerde şehit olduğunda Hazreti Ömerde Resûlullah ve Hazreti Ebu Bekir gibi atmış üç yaşında olduğu hususu da vardır.

Hz, Ömer, kendi icadı olan Hicri Takvim’le, 23 yılında Zerdüşt bir köle olan Ebu Lülü Firuz tarafından suikastle şehit edildi.

Hz.Aişenin muvakatiyle Hz. Peygamber’in ve Ebu Bekir’in yanına defnedildi.

DÜNYA SOSYOLOGLARIN HAYRANLIĞINI KAZANAN HALİFE

(Adaleti idareden diyarlara taşıyan insan) Hz. Ebû Bekir, hastalandığında vefat edeceğini hissedince, ölümünden önce müslümanlara halife olacak kişinin belirlenmesinin faydalı olacağını düşündü. Zira halife seçiminin yeni karışıklıklara sebep olacağından endişe ediyordu.

Bulduğu çözüm yolu, müslümanlara bir kişiyi teklif etmesi, onların da onu seçmeleri ve bîat etmeleriydi. Buna bir nevi «Veliaht» denebilirdi. Bu sırada kendisini halife olmaya ehliyetli gören bir çok sahabe vardı. Hz. Ebû Bekir ise, daha çok Hz. Ömer'i tercih ediyordu. Hz. Ömer'in halifeliği konusunda, sahabeden bazılarıyla istişare etti. Onlardan her biri ayrı ayrı şeyler söyledi. İçlerinde Hz. Ömer'i beğenenler de vardı, tasvip etmeyenler de. Çünkü Ömer’i aşırı asabi, öfkesini kontrol edemeyen gergin ve şiddet yanlısı görenler vardı.Önce Âbdurrahman b. Avf'la görüşerek, fikrini sordu. Abdurrahman» «Senin görüşün mutlaka en faziletli olanıdır» dedikten sonra, «Ömer' in sert mizaçlı olduğunu» söyledi. Hz. Ebû Bekir ise, Ömer'in hilâfet sorumluluğunu üstlendiği zaman yumuşayabileceğini belirtti. Âbdurrahman b. Avf ayrılırken Hz. Ebû Bekir ona, konuşulanları kimseye, söylememesini tenbih etti. Daha sonra Osman b. Affan'ı çağırarak onun da görüşünü aldı. Hz. Osman, Hz. Ömer'i överek «Onun içi dışından daha hayırlıdır. Onun benzeri aramızda yoktur» dedi ve hilâfete ehil olduğunu söyledi. Hz. Ebû Bekir, ona da konuşulanlardan kimseye bahsetmemesini tenbih etti. Yapılan bu tür görüşmeler sonunda, Hz. Ömer' in halifeliğine genel anlamda bir direniş olmayacağı anlaşıldı.

Osman b. Affan'ı çağırarak şunları yazdırdı:

«Bismillâhirrahmanirrahim , Ebû Bekr b. Ebî Kuhâfe'den müslümanlara taahhüttür. Şöyle ki? (bu ibareyi yazdırdıktan sonra baygınlık geçirdi. Sonra kendisine geldi ve devam etti.) Ömer b. Hattab'ın size halife olmasını istiyorum. Âdil davranacağını ümit ve temenni ediyorum, eğer zulüm ederse "ben gaybı bilemem. Ben sizin için hayırlı olanı tavsiye ediyorum.!» Sonra Hz. Osman'a, «Yazdıklarım oku» dedi. Okudu. Hz. Ebû Bekir tekbir getirdi ve vasiyetin halka tebliğini istedi. Vasiyet tebliğ edildikten sonra yanında bulunanlara seslendi:Size bir kişiyi halife olarak teklif ediyorum ki, o benim akrabam değildir. Ömer b. Hattab'ı halife kabul ediyor musunuz? Bence hilâfete en yakın olan odur.» Hep birden, «Kabul ediyoruz» cevabını verdiler.

Biyografisi:

Ömer b. Hattab Hz. Peygamber'den on üç yaş küçüktür. Doğruluk, mertlik, cesaret, âlicenaplık gibi üstün meziyetlerle yetiştirildi. Doğruluktan ve doğruyu söylemekten ne pahasına olursa olsun çekinmez¬di. Hz. Peygamber'e risalet geldiğinde yirmi yedi yaşındaydı. İslâm'a ilk davetinde risaletin gerçekliğine inanmamış, üstelik müslümanlara karşı mücadele edenlerin başında yer almıştı. Müslümanların ondan çok canı yandı. Öyle ki Ömer'in ezasından cefasından kurtulmak için Habeşistan'a göçe başladılar. Hz. Ömer, bu kadar işkenceye rağmen müslümanların dinlerine olan bağlılıklarında en küçük bir zayıflama görmeyince bunun sebebini araştırdı. îşte bu araştırma, onun hidayete ermesini sağladı, islâm'a girmeye karar verdi ve doğru Hz. Muhammed'in yanına gitti ve şehadet getirdi.

Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in bütün savaşlarına katıldı. Hiç birinde bulunmazlık etmedi. Hz. Ebû Bekir Hz. Peygamber'in istişare ettiği iki önemli müşavir idiler.Peygamber ile akrabalığı vardı. Dul kalan kızı Hafsa, Hz. zevceleri arasına girmişti. Hz. Peygamber'in vefatından sonra Ebû Bekir'in halife seçilişinde Hz. Ömer büyük rol oynadı. Bu tartışmaların ve fikir ayrılıklarının önünü almak için Hz. Hz. Ebû Bekir'e ilk biat eden kişi oldu. Diğer sahabe de onu takip etti. Kendisi Hz. Ebû Bekir’in âdeta sağ koluydu. Adalet mekanizmasını ismen değilse bile fiilen o yönetiyordu. Halifeye istişarî görüşlerini sunuyor, gerektiğinde onun adına tayinlerde bulunuyordu. Hz. Bekir’in sohbetleri ona vakar ve merhamet kazandırmış ve onun daha da geliştirmişti.

Hutbesi:

Hz. Ömer, halife seçildikten sonra, Hz. Ebû Bekir'in başlattığı geleneğe uyarak ilk hutbesini okudu. Bu hutbede o da, Hz. Ebû Bekir gibi takip edeceği siyaseti anlattı. «Mü'min çekingen bir deveye benzer. Binicisinin kırbaçlarına maruz kalmamak için, onun reflekslerini daha, önceden anlar ve ona tam itaat eder. Ben, Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki, bu ümmeti en doğru yola yönelteceğim.» Hz. Ömer, bu kısa hutbesi ile müslümanlan itaatkâr bir deveye benzetiyordu. Mesele deveyi iyi yönetmekti. Bunun gibi müslümanlar da iyi îdare edilirse, bütün engelleri aşabilirlerdi. Bu bakımdan Müslümanları yönetecek kimseler, büyük sorumluluk taşıyorlardı. «Sizi en doğru yola yönelteceğim» derken bu sorumluluğun idraki içinde olduğunu vurguluyordu.

İcraatları:

Hz.Ömer Suriye’nin fethedilmesine önem verdi. Görevlendirdigi birlikler kısa sürede Suriye’nin tamamını fethettiler. Fethedilen şehirlerdeki hristiyanlar din ve ibadetlerinde serbest bırakıldılar. Suriye’nin fethi tamanlandığında Filistin ve kudüs hariç her yer fethedilmişti.kudüs halkı sıranın kendisine geldigini görerek Bizans’tan yardım istedi.Deniz yoluyla büyük bir Bizans ordusu Filistine geldi.Ecnadin denilen yerde yapılan savaşı islam ordusu kazandı.Böylece Suriye ve Filistin’de müslümanların karşısına çıkacak bir Bizans ordusu kalmadı. Savaşın sonunda Kudüs kuşatıldı.Kudüs patriği şehri ancak halifeye teslim edeceğini söyleyince Hz.Ömer Kudüs’e gelerek şehri teslim aldı.Sasanilerle yapılan Kadisiye ve Nihavent savaşlarının sonucunda İran ve Irak toprakları müslümanların eline geçti.Bu yenilgiler sonucunda Sasani imparatorlugu 651 yılında yıkılmıştır.

İslam orduları Hz..Ömer döneminde Azerbaycan , Yukarı Mezopotamya ve Mısır’ı fethederek Trablusgarp’a kadar ulaşmıştır.İslam devleti’nin sınırlarının hızla genişlemesi ve nüfusun artması yönetim konusunda bazı sorunların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu sorunların çözümlenmesiyle;

-Fethedilen yerler yönetim birimlerine ayrılarak büyük iller oluşturulmuş ve bu illere valiler tayin edilmiştir.

-Mali ve askeri amaçlı divan örgütü kurulmuştur.

-Devlet hazinesi( Beytülmal) oluşturulmuştur. Böylece maliye sistemini kurmuştur.

-Adli teşkilat kurularak yönetim birimlerine kadılar gönderilmiştir.

-ilk ordu teşkilatı kurulmuştur.Sınırlarda ordugahlar kurularak savunma ve fetih hareketleri kolaylaştırılmıştır.

-Fethedilen bölgelerde yeni şehirler kurularak buralara müslümanlar yerleştirilmiştir.

-İkta sistemi uygulanmaya başlanmıştır

-Hicri takvim kabul edilmiştir

Hz. Ömer İslam devletine ayrı bir yapılandırma getirmiş, kamu güvenliği ve yararını gözeterek idari konularda halkın fikir ve görüşlerinin alınması için mahalli-yerel meclisler kurdurmuştur. Ayrıca coğrafyası geliştikçe gelişen İslam devletinin aksamadan icrası için sistematik mekanizmaları devreye koymuş,halkın birbirini denetlediği ve sorumluluk altına girdiği bir anlayış ile huzur ve güven toplumu kurmuştur.Hz. Ömer döneminde genişleyen topraklarda yaşayan her etnik kökenden ve inançtan yelpaze oluşturan halk kavgasız çatışmasız bir hayat sürmüş bu hususta halifeye şükranlık duymuşlardır. Adli ve mülki idari yenilikler huzur toplumunun adalet damarını beslemiştir.

Merkezi yönetiminde bu sayede yükü hafiflemiştir. Hz. Ömer, valilerden ayrı ve müstakil olarak kadılar (hak| tayin eden ilk halifedir. Kûfe'ye tabiînden, Şureyh’i kadı olarak tayin etmişti. Kûfe'de elli yedi yıl kadılık yapan Şureyh bu süre içinde gayri Müslimlerin dahi haklı takdirini almıştır. Kadı tayininde ve kadılık müessesesinde, Hz. Ömer'in metodunu anlamak için, halife tarafından Abdullah b. Kays'a gönderilen bir genelgeyi burada sunmak gerekir:«Bismillahirrahmanirrahim, Mü'minlerin emiri ve Allah'ın kulu Ömer'den Abdullah b. Kays'a. Selâmdan sonra. Kaza, muhkem farz ve uyulan sünnettir. Şunu bil ki sana bir dava getirildiği zaman tatbiki mümkün olmayan delillerin faydası olmaz.

İnsanlara karşı şahsi münasebetlerinde ve adaletinde, eşit muamele yap ki, kuvvetli senin nüfuzundan korksun, zayıf da adaletine sığınsın. Davalara bakarken telâşa, çığırtkanlığa ve tarafların kırıcı davranışlara asla müsaade etme. Çünkü adaletin oluşması için sükûnet ve ciddiyet şarttır. Hakkın tecelli etmesi adaletin itibar kazanmasına sebep olur. Bir müslümanın niyazı Allah, onun insanlarla olan münasebetlerini ıslah eder. Ancak iç başka dışı başka olursa, Allah ona musibet verir. Bu durumda görevi Allah'ın rızk ve rahmet hazinelerinin kullan arasında dağıtılmasını sağlamaktır. Vesselam» Hz. Ömer'in, bu mektubu, kadıların meslekî rehberi olarak tarihe geçmiştir.

Hz. Ömer kamu hakları hususunda aşırı bir titizliğe sahipti. Kendisi makamında devletin işlerinde devlet malı, özel işlerinde ise kendinsin harcamada bulunduğu kişisel giderlerden karşılardı. Devlet malı konusunda duyarlıydı ve devlet memurlarını bu konuda uyarırdı. Devlete ait eşyaların özel işlerde kullanılmasında ağır cezalar uygulardı. Hatta bir keresinde vergi memuru olan oğlunun maliyenin parası ile (ki hazineden alınan bu para kısa süreli ödünç alınmış ve yerine konulmasına rağmen) devlet memuru ticaret yapamaz ve hazineden para alamaz diyerek kendi oğlunu memuriyetten kovdu. Ardından vasiyetinde benim ailemden kimse asla devlet kademesinde çalıştırılmayacak diye not aldırdı.

Şehadeti:

Hz. Ömer, 645 yılının son ayında Ebû Lü’lü Firuz adında Yahudi bir köle tarafından namaz kılarken şehid edildi. Bu köle Hz. Ömer’e gelip efendisinden alınan verginin çok olduğunu iddia etti. Hz. Ömer, “Senden alınan miktar fazla değildir” dedi. Hz. Ömer’in bu sözüne razı olmayıp, düşmanlık gösteren Firuz, Hz. Ömer’e kastetmeyi plânladı. Görünüşteki sebep böyle görünmekle beraber işin esası böyle değildi. İran casusu olarak aldığı emri yerine getiriyordu. Hz.Ömer bir gün esnaf teftişinde iken, Firuz’a, “ Duydum ki, senin değirmen yapmanda üzerine yokmuş” deyince, “ Şayet sağ kalırsam,sana öğle bir değirmen yapacağım ki, doğda ve batıda herkeks ondan bahsedecek” demişti. Hz. Ömer ‘de, “ Vallahi bu beni tehdit etti” buyurmuştu. Buna rağmen açıkca suç teşekkül etmediği için cezalandırmamıştı.

Hz Ömer ile vergi tartışmasından bir gün sonra elbisesi içine bir hançer saklayıp, sabah namazı vaktinde mescide girdi. Beklemeye başladı. Hz. Ömer safları düzeltip tekbir alarak namaza durur durmaz, Firuz yerinden fırlayıp Hz. Ömer’e arka arkaya altı darbe vurdu. Darbelerden biri karnına isabet etti. Firuz bir kişiyi daha yaralayıp kaçtı ve yakalanmadan önce intihar etti. Hz. Ömer evine kaldırıldıktan bir müddet sonra ayılıp “Katilim kimdir? diye sordu. Ebû Lü’lü Firuz olduğu söylenince “Allah’a şükürler olsun ki bir Müslüman tarafından vurulmadım...” dedi. Ağır öldürücü bir darbe alan Hz. Ömer’e kendisinden sonra oğlu Abdullah bin Ömer’i halife tayin etmesi istenince, “Bir aileden bir kurban yeter!” buyurdu. Kendinden sonra halife olacak kimsenin tayini için Eshâb-ı kirâmdan, Cennet ile müjdelenenlerden altı kişiyi seçti.

Bundan sonra oğlu Abdullah’a “Mü’minlerin annesi Hz. Âişe’ye git ve O’na Ömer İbni Hattab’ın selâmını söyle, müminlerin emiri deme, ben bugün müminlerin emiri değilim. O’na Ömer, sahibinin yanına defnedilmek için izin istiyor de!” buyurdu. Hz. Âişe, izin verince “Bu benim en büyük dileğimdi” buyurarak çok memnun oldu. Vefat ederken oğluna, “Başımı yastıktan al da yere koy, umulur ki, Cenab-ı Hak, beni bu halimden dolayı merhamet edip affeder!” Yaralandıktan yirmi dört saat sonra kelime-i şehadet getirerek vefat etti. Hazret-i Ömer ölüm döşeğinde iken, emri üzerine borcunu hesâb ettiler, seksen altı bin dirhem civarında borcu çıktı ve Hz. Ömer: “Çocuklarımın serveti buna kâfi gelirse borcumu ödesinler. Şâyet yetişmezse Adiy kabilesine mürcâat edin. Şâyet bu da yetişmezse Kureyş’den bu borcu te’mîn edin ve başkalarına baş vurmayın” dedi.

Hz. Ömer'e: “Ey mü’minlerin emiri, bize vasiyet et, dedik. Hz. Ömer, “Benden sonra halife olacak zâta tavsiylerimden birisi, ilk muhacirlere hürmet edip saygı göstermesidir. Ayrıca ilk îmânı kabûl edip servetlerini muhâcirlere bölüşen Ensar’a karşı iyi davranmasını iyiliklerini takdirle karşılayıp, kusurlarını bağışlamasını tavsiye ederim. Bütün şehir halkına karşı iyi davranmasını tavsiye ederim. Zira onlar İslâmiyetin yardımcıları ve orduyu ayakta tutan servet kaynakları ve aynı düşmanın kızdıkları kimselerdir. Onlardan ancak kendi rızaları ile mallarının fazlasını almalıdırlar. Ayrıca Bedevîlere de iyi muâmelede bulunmasını tavsiye ederim. Onların mallarından aldıkları zekât ve sadakaları, onların yoksullarına dağıtmalıdır. Ayrıca zimmîlere (Gayri müslimlere) karşı da iyi davranmasını, onlara karşı verdiği sözde durmasını, güçlerinin yetmiyeceği ağırlığı onlara yüklememesini tavsiye ederim” dedi.

Her fânî gibi o da ruhunu teslim edince, gerekli işlem yapıldıktan sonra cenâzeyi alarak Hz. Âişe validemizin kapısına geldik. Oğlu Abdullah izin istedi. Hz. Âişe müsaade etti ve biri Resûl-i Ekrem, diğeri de Sıddîk-ı a’zam olan iki arkadaşının yanına defnedildi. Abdullah İbn Abbâs’ın anlattığına göre Hz. Ömer bir musalla üzerine kondu. Oradan kaldırılmadan cemâat namazını kıldı ve kendisine duâ ettiler. Ben de o arada bulunuyordum. Benimle kimse ilgilenmiyodu. Bu arada Hz. Ali’yi gördüm. Hz. Ömer’in tabutuna üzüntü içinde bakıyordu. Kendi kendine şunları söylüyordu: “Senin amelin gibi amel ile Allah’a mülâki olacak kimseyi geride bırakmadın. Senin, o iki arkadaşınla beraber olacağına kat’î kanaatım vardır. Çünkü ben çok def’a Resûl-i Ekrem’in, “Ben, Ebû Bekir ve Ömer gittik. Ben, Ebû Bekir ve Ömer çıktık. Ben, Ebû Bekir ve Ömer girdik” dediğini, yâni her ikisini daima bir arada andığını duyardım. Ümid ederim ki Allahü Teâlâ seni de onların arasına alacaktır”

Hz. Ömer’in hayatından anekdotlar:

“Nimetin kıymetini bilin!”

Hz. Ömer, kuru arpa ekmeği yer, kalın kumaşlardan elbise giyerdi. Zamanında çok fetihler oldu. O’nun zamanında sekiz bin câmide Cum’a namazı kılınıyordu. Her nereye asker gönderse, zafer bulup, sağ salim olarak ganimetle dönerdi. Ordusunun mağlup olduğu görülmemiştir. Çünkü çok hazırlıklı, tedbirli ve adâletli hareket ederdi. Kuvveti, adâleti, askerleri üç kıtayı titreten İslâm halifesini görmeye gelenleri hayrette bırakmıştı. Kudüse geldiğinde orada bir hutbe okudu ve buyurdu ki: “Allahü teâlâ, bizi İslâm dini ile şerefli kıldı. Muhammed Aleyhisselâm ile doğru yolu gösterdi. Bizden dalâleti, sapıklığı kaldırdı. Buğz ve adavetten, ayrılık ve tefrikadan uzaklaştırdı.

Ey müslümanlar, bu büyük nimete hamd ediniz. Zirâ böyle yapmamız, nimetin artmasına sebep olur. Allahü Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîmde buyuruyor ki: “Nimetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız, onları arttırırım. Kıymetini bilmez, bunları beğenmezseniz, elinizden alır, şiddetli azâb ederim” Sizlere kendisinden başka her şey fâni olan, kendisi Bâki olan, Allahü teâlâdan korkmanızı tavsiye ederim. O’na itaat eden evliyasından olur. O’na isyan edenin ahireti yok olur. Ey insanlar, mallarınızın zekâtını veriniz, böylece kalblerinizi ve nefislerinizi temizlersiniz. Allah’tan başka hiçbir mahluktan karşılık ve teşekkür beklemeyiniz. Öğütlerimi iyi anlayınız. Akıllı olan dinini muhafaza eder. Saîd olan başkasının nasihat ve öğüdünü kabul eder. İslâmiyete, Resûlullah’ın sünnetine yapışınız. Kur’ân-ı kerîm’in emirlerine uyunuz. Zira O’nda dertlere deva ve sevâb vardır.”

Peygamberlerden sonra insanların en üstünü Hz. Ebû Bekir’dir. Ondan sonra Hz. Ömer’dir. Hadîs-i şerifte buyuruldi ki: “Cebrâil bana gelip dedi ki: “Ömer’in ölümü üzerine bütün İslâm âlemi ağlayacaktır.” Hz.Ömer’in nasihatı: “Sâdık arkadaşlar bulun ve onların arasında yaşayın. Dürüst ve samimi arkadaşlar, darlıkta yardımcı, genişlikte süs ve zinetdirler. Dostunun sana düşen işini güzel bir şekilde gör ki, lüzumunda, sana daha güzeli ile karşılıkta bulunsun. Düşmanlarından uzaklaş, her dosta bel bağlama, ancak emin olanları seç. Emin olanlar, Allahü teâlâdan korkanlardır. “İzzeti, şerefi başka yerde aramayız!”

Hz.Ömer’in güzel sözleri:

“Hz. Ömer bir defasında Şam’a gitmişti. Orada giydiği eski elbiselerden dolayı söz edildiğini duyunca “Biz İslâmiyet ile izzet bulduk, izzeti, şerefi başka yerde aramayız.” buyurdu. Yolu bir mezbeleden geçse, orada durur ve: “İşte hırsla sarıldığımız dünya” derdi. Dul kadınlara, yetimlere sırtında un taşırdı. Bu halini gören biri: Bırakın biz taşıyalım deyince, Hazreti Ömer: “Ya kıyamet günü günahımı kim taşır” buyurdu. “Allah’a itaat eden büyük zatların sözlerine dikkat edin. Çünkü onlara Allah tarafından gerçekler tecelli eder ve onu konuşurlar.” “Çok gülenin heybeti azalır. Çok şaka yapan eğlenceye alınır. Bir şeyi çok yapan onunla tanınır. Çok konuşan çok yanılır, hataya düşer. Böyle kimsenin hayâsı azalır. Hayâsı azalan şüpheli şeylerden az kaçınır. Şüpheli şeylerden az kaçınanın kalbi ölür.”

“Hakkımda hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemediğim için darlık (fakirlik) ve bolluk (zenginlik) günlerimin hiçbirine aldırış etmedim.” “Amellerin efdali farzları yapıp haramlardan kaçınmak ve Allah katında sâdık niyyetdir.” “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin. Amelleriniz tartılmadan önce tartınız.” “Âhiret işlerinde zarar etmektense, dünyaya ait işlerde zarar ediniz. Böylesi sizin için daha hayırlıdır.” “Tevbe edenlerle oturun, onların kalbleri yumuşak olur.” “Tevazunun başı, bir müslüman ile yolda karşılaşırsan ilk önce selamı senin vermen, bir mecliste en geride oturmaya razı olman ve şöhretten uzak durmandır.”

“İnsanların en cahili, ahiretini başkasının dünyası için satandır.” “Allahü teâlâ başkasına acımayana acımaz, affetmeyin affetmez, özür kabul etmeyenin özrünü kabul etmez.” “Tevbe’den maksad günahı bilip yapmamaktır. Amel-i salihte bulunmaktan maksad, kendini beğenmemektir. Şükürden maksad, aczini itiraf edip kulluğu bilmektir.” “Mescidde oturan kimse, Allahü teâlâ’nın huzurunda bulunuyor demektir.” “Helâlin onda dokuzunu harama düşmek korkusu ile terk ederdik.” “Bana ayıplarımı, kusurlarımı söyleyen kimse Allahü teâlânın merhametine kavuşsun.” “Adâleti zirvesine ulaştırdın”

Amr bin Meymun anlatıyor: Hz. Ömer sû’-i kasde uğradığı vakit, onunla aramızda Abdullah bin Abbâs vardı. Hz. Ömer namazı kıldıracağı zaman saflar arasına durur, safları düzeltir ve bu iş tamam olduktan sonra tekbir alarak namaza dururdu. Cemâatın yetişmesi için çoğunlukla sabah namazının ilk rek’atında Yûsuf, En-Nahl ve benzeri uzun sûreleri okurdu. O sabah da tam safları düzeltip tekbir aldığı sırada Mugîre bin Şûbe’nin mecûsî olan kölesi Ebû Lü’lü’ onu bıçağı ile yaraladı. Hz. Ömer, Abdurrahman bin Avf’ı imamlığa geçirdi. Benim gibi, Ömer’e yakın olanlar durumu müşâhede edebiliyordu. Fakat arak saflarda olanlar durumu göremiyor ancak Hz. Ömer’in sesini duymadıkları için, “Sübhânellah, sübhânellah” deyip duruyorlardı.

HZ. ÖMER İBN-İ HATTAB... (Radıyallahu Anh)

Şekil ve şemaili: Esmer tenli, uzun boylu iri g övdeli idi. İnsanlar arasında yaya olarak yürürken, binitli imiş gibi, insanların üzerinde görünürdü. Kaba ve seyrek sakallı olup kızılımtırak ve çok saçlı idi. Gözlerinin akında, çokça kırmızılık vardı. Yürürken ise hızlı, yürürdü.

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) Rasul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in ikinci halifesidir. Aşere-i Mübeşşereden ve Sahabe'nin en büyüklerindendir. Çok adil, abid, zahit ve merhametli idi, fakirce yaşardı. Adaleti, şecaat ve cesareti İlayi Kelimetullah için fedakarlığı meşhurdur. Bir çok Hadis-i Şerif ile methedilmiştir. Ebu Hafs künyesi olup Hattabın oğludur.

Şekil ve şemaili: Esmer tenli, uzun boylu iri gövdeli idi. İnsanlar arasında yaya olarak yürürken, binitli imiş gibi, insanların üzerinde görünürdü. Kaba ve seyrek sakallı olup kızılımtırak ve çok saçlı idi. Gözlerinin akında, çokça kırmızılık vardı. Yürürken ise hızlı, yürürdü.

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) Rasul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) 'in ikinci halifesidir. Aşere-i Mübeşşereden ve Sahabe'nin en büyüklerindendir. Çok adil, abid, zahit ve merhametli idi, fakirce yaşardı. Adaleti, şecaat ve cesareti İlayi Kelimetullah için fedakarlığı meşhurdur. Bir çok Hadis-i Şerif ile methedilmiştir. Ebu Hafs künyesi olup Hattabın oğludur.

Nesebi ise; Hz.Ömer (Radıyallahu Anh), Kureyşlilerin eşrafından olup, Rasulallah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile, Kab ismindeki dedesi ile birleşir. Ebu Bekir (Radıyallahu Anh)'e nazaran bir batın daha Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' e yakındır. Çünkü Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), Peygamber (Sal lallahu Aleyhi ve Sellem)' imizle Mürre'de birleşmektedir. Mürre ise Kab'ın oğludur. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' ın annesi Hanteme bint-i Haşim, Ebu Cehil'in amcasının kızı olduğundan Ebu Cehil Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' in dayısı mevkiinde idi.

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh),Hz.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh)' den sonra insanların en faziletlisidir. Lakabı ise Faruk'tur. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'i "FARUK" lakabı ile çağırırlardı. "Faruk"; haklıyı haksızdan ayıran, doğru ile eğriyi ortaya koyan, hak ile batılın arasını tefrik eden ayıran manasını taşır.

İbn-i Ömer (Radıyallahu Anhüma) anlatıyor: Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:

"Allah Teala Hazretleri, hakkı, Hz.Ömer'in diline ve kalbine koydu."

İbn-i Ömer (Radıyallau Anhuma) der ki: halkın başına ne zaman bir iş gelmiş, (o hususta) Ömer bir şey demiş, halk da başka bir şey demiş ise mutlaka Ömer (Radıyallahu Anh)'in dediği üzere Kur'an'dan bir vahiy gelmiştir.(1)

Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)e "FARUK" lakabının verilmesinin bir sebebi de şudur: Yahudilerden birisi münafıklardan birisi ile, bir mesele hakkında ihtilafa düştü; aralarında anlaşamadılar. Bu anlaşmazlığı halletmek için Yahudi, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ın huzurunda mahkeme olmak istedi. Sebe bi; Rasululah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'ın rüşvet almayacağına ve adilane hükmedeceğine olan inancıdır.

Münafık da Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' ın huzurunda değil de (Rüşvet kabul edeceklerini tahmin ettiği için) kendi hakimleri yani Yahudi hakimin önünde muhakeme edilmek istedi. Bazı rivayetler o sırada Yahudi hakimin Kab bin Eşref olduğu yolundadır.

Tabii ki; Yahudi'nin ısrarının ağır basması ile Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' a gelirler. Rasulallah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz her ikisini de dinledikten sonra, Yahudi' nin davasında haklı olduğuna hükmeder.

Münafık bu hükme razı olmayıp, bir de Ömer'ul Faruk'a gidelim diye ısrar etti. Güya kurnazlık yapıyor. Münafık her ne kadar inanmasa ve kafir olsa da, zahiren Müslüman gözüktüğü için, davalı olduğu kişi de Yahudi olduğu için Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'in meseleyi dinlemeden taraf tutar, kendisi lehinde karar verir, düşüncesiyle Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' e gitmek ister. Nitekim gittiler. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)' in yanına varınca Yahudi söze başlayarak:

-Anlaşmazlığımız halli için Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'a gittik, bizi dinledi ve benim lehime hükmetti, beni haklı buldu. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in bu hükmüne razı olmayan bu adam, bir de sizin, hükmünüze baş vurmamızı söylüyor, dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) münafığa dönüp :

-Yahudi'nin söyledikleri doğru mudur? Diye sordu. Münafık:

-Evet doğrudur, dedi. Bunun üzerine Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

-"Siz burada bekleyin ben biraz sonra gelip hükmümü vereceğim" der ve eve gider. Az sonra elinde kılıcıyla çıkagelir ve münafığın kellesini gövdesinden ayırır. Ve der ki;

-"Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)ın hükmüne razı olmayan kimseye ben böyle hüküm veririm."

İşte bu hadise bir taraftan Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'ın, Ömer'ül Faruk diye tesmiyesine vesile olurken, diğer taraftan şu Ayet-i Celile’nin nuzülüne sebep oluyor.

"Sana indirilen kitaba ve senden önce indirilen kitaplara iman ettiklerini iddia eden o kimseleri görmedin mi ki onlar, tağutu reddetmekle emrolundukları halde, tağutun hükmüne müracaat etmek isterler. Şeytan da onları, haktan pek uzak bir sapıklıkla saptırmak ister."(2)


Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' dan on üç yaş küçük olan Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) nübüvvetin altıncı yılında Hz.Hamza (Radıyallahu Anh) Müslüman oluşundan üç gün sonra Cuma günü Müslüman olmuştur. Otuz dokuz olan Müslümanların sayısı Kendisi ile kırk olmuştur. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) ile İslam çemberi genişlediği sırada bazı rivayetlere göre şu ayet nazil olmuştur.

"Ey Peygamber, sana da, mü minlerden senin izinden gidenlere de Allah yeter "(3) Böylece İslam topluluğuna Allah (Celle Celalühu) büyük bir teminat vad etmiş oldu.

Bundan önce Dar-ı Erkam'da Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dua buyurmuştu. İbni Ömer (Radıyallahu Anhuma) anlatıyor: Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle dua etmişti:

"Allah'ım, İslam'ı şu iki şahıstan sana en sevgili olanla aziz kıl; Ebu Cehil ile veya Ömer İbn'ul Hattab ile, bunlardan Allah (Celle Celalühu) daha sevgili olanı Ömer İbnu'l Hattab idi.4)

O gecenin sabahında müşriklerin ileri gelenleri Harem-i Şerif’te toplandılar; Ebu Cehil Kureyş müşriklerine;

-Ey Kureyş cemaati! Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ilahlarınıza dil uzattı, akıllılarınızı akılsız saydı, ecdadımızdan kalan dinimizi ortadan kaldırmak, putlarımızı tesirsiz hale getirmek istedi. Haberiniz olsun ki; Muhammed'i öldürecek kimseye, benden yüz adet kızıl deve, bin ükiye altun, şu kadar misk göbeği, şu kadar elbise var ve dahası da var! Dedi. Ve Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'e dönerek bu işi üzerine alması için teşvik etti. Bu haller senin asaletine necabetine dokunmuyor mu? Bu kadar kudrete kuvvete sahip olduğun halde putlarımıza yardım etmeyi, Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)i öldürmeyi düşünmüyor musun? Diyerek O’nu Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' imize cephe almaya teşvik ettiler. Hz.Ömer'in (Radıyallahu Anh) damarını kabarttılar O da:

-Ben buna talibim dedi. Ve onlarla bu hususta anlaşma yaptı. Kılıcını kuşandı ve yola çıktı. Gayesi Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)ı öldürmek İslam'ın önderini ortadan kaldırmaktı. Yolda Beni Zühre' den Nüaym'a rastladı. (O da gizli Müslümanlardandı)

-Ey! Ömer nereye gidiyorsun? Diye sordu.

-Bizim büyüklerimizi ahmaklıkla vasıflayan, putlarımıza dil uzatan onları hiçe sayan Muhammed'i öldüreceğim. Nuaym (Radıyallahu Anh) O’nu kararından vazgeçirmek için korkutmak istedi.

-Ey! Ömer, vallahi nefsin aldatmıştır seni. Sen Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i öldürünce, Abdi Menaf oğullarının, seni yeryüzünde gezer bırakacağını mı sanıyorsun. Ömer:

-Ey! Nuaym, herhalde sende Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' e iman ettin, O’nun dinine girdin. Bunu bilseydim önce seni öldürürdüm, dedi. Nuaym da:

-O candan sevdiğim Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' in dinine yalnız ben mi girdim? Senin kız kardeşin Fatıma ve enişten Said bin Zeyd ikisi de Müslüman oldular ve Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' e uydular. Sana önce onlarla ilgilenmek düşer. İnanmıyorsan onların evine git.

Ömer (Radıyallahu Anh), bir fırtına gibi kız kardeşinin evine gitti. Resullullah (Sallahu Aleyhi ve Sellem) Habbab b.Ereti onların evine göndermiş kendilerine Kur'an öğretiyordu. Ömer Faruk kapının önüne gelip bir zaman okunan Kur'an'ı dinledi sonra sert bir şekilde kapıyı çaldı. İçerdekiler korktular. Habbab bin. Eret (Radıyallahu Anh) ve okunan Kur'an sahifesini gizlerler. Kapıya açtılar.

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

İşitmiş olduğum o şey ne idi?! Okuduklarını söylemediler konuyu geçiştirmek istediler. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh):

İkinizinde Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'e uyduğunuzu ve O’nun dinine girdiğinizi haber aldım, diyerek eniştesi Said b.Zeyd (Radıyallahu Anh)'in üzerine çullandı. Kız kardeşi Fatma (Radıyallahu Anhum) O’nu kocasının üzerinden kaldırmak, ayırıp uzaklaştırmak için araya girmek isteyince Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) O’na da okkalı bir vuruşla vurunca ağzı yüzü kan revan içinde kaldı. Bu haliyle abisine olanca sesiyle haykırırarak;

-Evet! Biz, Müslüman olduk, Allah (Celle Celalühu) ve Resul'üne, iman ettik! Elinden geleni ardına koyma.! deyince. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) son derece şaşırdı. O günün şartlarında ve geleneklerinde bir kadının ağabeyine kükrercesine konuşması ne ile izah edilebilirdi. O’na bu cesareti veren kimdi!

Ve Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) kız kardeşinin kan revan içinde kalmasına sebep olduğu için yaptığına pişman oldu. Kalbinde bir takım kıpırtılar olduğunu hisseder gibi oldu.

-Az önce okuduğunuz şeyi getirir misiniz. Ne idi O..? Kız kardeşi:

-Biz senin o sahifeyi imha etmenden korkarız, dedi. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

-Korkma! dedi. Okuduktan sonra geri vereceğim, dedi. Yemin etti ve kız kardeşi Müslüman olacağını umarak Ağabeyine:

-Putlara taptığın müddetçe pissin (temiz değilsin), halbuki O’na (Kur'an yazılı sahifeye) pak olmayandan başkası dokunamaz! dedi. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) kalkıp yıkandıktan sonra sahifeyi verdiler "Taha" suresi yazılı idi. Baş tarafından okumaya başladı.


"Ta ha, Biz Kur'an'ı sana zahmet çekesin diye değil. Ancak (Allah’tan (Celle Celalühu)) korkacak kimselere bir öğüt ve o yüce gökler ile yerleri yaratanın tedricen indirdiği bir (kitap) olmak üzere indirdik". (5) Ayetler birer birer okundukça, Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)’ in kalbine rahmet yağmurları gibi düşüyor ve Ömer (Radıyallahu Anh) adeta bir inkılap yaşıyordu. Kalbi bir inkılap... Ve şu Ayete geldi.

"Ben O Allahım (Celle Celalühu)'ki benden başka ibadete müstahak ilah yoktur. O halde yalnız Bana ibadet et ve Beni hatırlamak için namaz kıl". (6) O koskoca dev gibi Ömer (Radıyallahu Anh) ağlıyordu, hıçkıra hıçkıra, sarsıla sarsıla. Az önce Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i öldürmeye giderken, şimdi O’na (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) karşı kalbinde tarifi imkansız bir sevgi meydana gelmişti. Bu durumu sezen Habbab (Radıyallahu Anh) saklandığı yerden çıktı. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'ın yanına geldi.

-Ey Ömer (Radıyallahu Anh), Vallahi Rasullullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' ın duasının sana nasip olacağını umuyorum. Ben dün Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' tan işittim ki:

"Ey Allahım! İslam-ı Ebu Cehil veya Ömer İbn'ul Hattap ile güçlendir" diyerek dua etmişti. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

-Ey Habbab (Radıyallahu Anh), beni Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Selleme)' e götür. Habbab (Radıyallahu Anh) sevincinden uçarak, O’nu Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' ın yanına götürdü. Müslümanlar Safa tepesinin yanında bir evde toplanmışlardı.

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' in geldiğini, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'a bildirirler. Ömer (Radıyallahu Anh) kılıcını kuşanmış bir vaziyette gelmişti. İçerdekiler Ömer (Radıyallahu Anh)'in bu durumundan tedirgin oldular, Hz.Hamza (Radıyallahu Anh):

Bırakın gelsin; Eğer iyilik için geldi ise ne ala, kendisine bol bol iyilik ederiz. Eğer kötülük için geldiyse, kendi kılıcıyla kendisini öldürürüz, dedi. Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

-İzin verin gelsin, buyurdu. Kalkıp O’na doğru yürüdü kendisi ile avluda karşılaştı. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'i kuşağından tutarak kendisine doğru çekti ve;

-"Ey Hattab'ın oğlu, ne ile geldin? Allah (Celle Celalühu)' ın sana bir musibet indirmesine kadar duracağını sanmıyorum. Küfür ve şefkat yolundan hala dönmüyor musun"? buyurdu. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh), Rasul-i Kibriya'nın nur gibi parlayan yüzünü görüp, heybet ve şefkat dolu sözlerini duyunca iliklerine kadar ürperdi. Ve dedi ki:

-Ey Allah'ın Rasul'u (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah (Celle Celalühu)'a, Rasul'üne (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve sana, Allah (Celle Celalühu)' tan gelen şeylere iman edeyim diye geldim. Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

-"Allahu Ekber!" diyerek Tekbir getirdi. Sahabe-i Kiram'dan (Radıyallahu Anhüm) evde bulunanlar, Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)' ın Müslüman olduğunu anladılar ve Tekbir getir diler. Tekbir sesleri Mekke yollarından duyuldu. Cenab-ı Hakka (Celle Cellalühu) sonsuz Hamd-ü senada bulundular. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' le musafaha ettiler, kucaklaştılar. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) İslam'a girinceye kadar Müslümanlar gizli yerlerde toplanıp ibadet edebiliyorlardı.

O gün, Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

-Ya Resulullah! Biz ister ölü, ister diri olalım, hak üzerinde değil miyiz? Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

-Evet, varlığım, kudret elinde bulunan Allah (Celle Celalühu)' a yemin ederim ki: Siz ister ölü, olunuz ister diri olunuz hiç şüphesiz, hak üzerinizdedir. Buyurdu. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

-Ya Rasullulah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)! Biz Hak üzerinde bulunduğumuz, onlar batıl üzerinde oldukları halde, ne diye Dinimizi gizliyoruz. Vallahi Biz, İslamiyet'i küfre karşı açıklamaya daha layıkız. Allah (Celle Celalühu)' ın Dini, Mekke'de muhakkak üstün gelecektir. Ey Allahın Rasulu (Sallahu Aleyhi ve Sellem) Emir verin gidip Haremi Şerif'te, açık ta namaz kılalım. Bakalım bizim namazımıza kim karşı çıkacak? Bize kim mani olacak! dedi.

Ve Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) o günü şöyle anlatıyor.

İki saf halinde çıktık. Saflardan birinin başında Hz.Hamza (Radıyallahu Anh), diğer safın başında da, ben vardım. Sert adımlarla, yerin topraklarını, un gibi, tozuta tozuta Mescid-i Haram'a girdik. Kureyş Müşrikleri bir bana bir Hz.Hamza (Radıyallahu Anh)' ya bakıyorlardı. Onlar o günün bir benzerine daha uğramadıkları, hüzün ve kedere uğradılar. "Eyvah dediler, Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ömer (Radıyallahu Anh)'i kendi dinine döndürmüş. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunu sihirle yapmıştır, gördünüz mü? "Bu esnada Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sahabeleri (Radıyallahu Anhüm) ile birlikte, Hacer'ül Esved ile Beytullah’ın kapısının arasında herkesin gözü önünde namaz kılıp, Kabe'yi tavaf ettiler. Abdullah İbni Mesud (Radıyallahu Anh) der ki:

-Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) İslam namına bir rahmet timsali oldu, Vallahi Ömer (Radıyallahu Anh) Müslüman oluncaya kadar, Kabe'nin yanında açıktan namaz kılmaya kadir olamadık. O (Radıyallahu Anh) Müslüman olunca kendisi Kabe' nin yanında namaz kıldı, biz de kıldık. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'in hicreti de bambaşkaydı. Hz.Ali (Radıyallahu Anh) anlatıyor:

-Muhacirlerden hiçbir kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmesin, amma Ömer b.Hattab bundan müstesnadır. O hicret edeceği zaman, kılıcını kuşandı, yayını omzuna astı. Oklarını ve mızrağını eline alarak Kabe'ye vardı. Kureyş müşrikleri ve ileri gelenleri Kabe'nin yanında bulunuyorlardı. Hz.ömer (Radıyallahu Anh) ağır ağır sükunet içinde Kabe'yi yedi kez tavaf etti. Sonra Makam-ı İbrahim'e gelip namaz kıldı. Namazını bitirdikten sonra, onların yanına gelip durdu. Onların başucuna dikilip:

-Anasını ağlatmak, çocuklarını yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadinin arkasında bana gelip kavuşsun dedi. Hz.Ali (Radıyallahu Anh) sözüne devamla diyor ki:

-Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' ı zayıf ve fakirlerden bir kaç kişinin dışında hiç kimse takip ettmedi. Zaten O’da, onlara buluşacakları yerleri öğretmişti. Sonra Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) tek başına Mekke'den çıkıp gitti.

Hz.Ebubekir (Radıyallahu Anh) vefat edince, Sahabe-i Kiram Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) biat ettiler. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) ferdi hayatındaki kişiliği direnci ve mücadelesini hilafetinde de gösterdi. Allah (Celle Celalühu) O'nunla İslam'ın şanını yaydı yükseltti. Şa'bi (Radıyallahu Anh) anlatıyor:

-Ömer b.Hattab (Radıyallahu Anh) hilafet vazifesini üzerine aldığında minbere çıktı ve:

-"Allah, (Celle Celalühu) Ebu Bekir (Radıyallahu Anh)'in oturduğu yere kendimi ehil görmemi tasvip buyurmaz. "Diyerek bir basamak aşağı indi." Allah (Celle Celalühu)'a Hamd ve Sena ettikten sonra şöyle buyurdu:

-Kur'an'ı okuyun ki onunla tanınasınız, Onunla amel edin ki müntesiplerden olasınız hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekiniz, Allah (Celle Celalühu)'a arz olunacağınız ve Allah (Celle Celalühu) hiçbir şeyin gizli kalmayacağı o en büyük arz günü için süsleniniz. Allah (Celle Celalühu) isyanla emredenin, isyan ile ilgili emri dinlenmez. İyi dinleyiniz! Ben kendimi, Beytül malı koruma konusunda; yetimin malını korumayı üstlenmiş kimse mesabesinde görüyorum. İhtiyacım olmasa ona el sürmem, muhtaç duruma düşersem maruf ölçüde yerim.(7)

-Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) az yemek yerdi, kalın giyecek giyerdi. On buçuk yıl hilafette kaldı. Öyle ki, devamlı zafer müjdeleri gelirdi. Bütün kafirleri zelil etti. Bütün düşmanlar, Araplar, Acemler, Rumlar ve diğerleri O’na boyun eğdiler. O’nun zamanında İslam Orduluları kuzeyde, Ceyhun ırmağı kıyısına kadar uzandı. İran, Azerbaycan, Horasan fethedildi. Doğu tarafından Sind'e, Hind'e ve Bahreyn yönünden Umman'a, Kirman'a değin ilerledi. Şam yönlerinden ise taa Bizans sınırlarına kadar gitti. Halk boyun eğdi fermanını dinlediler.

Onun zamanında; 8.000 Camii de Cuma namazı kılınıyordu. Tüm bunlara rağmen bu kadar saltanata sahip olurken, bir zerre bile kendi halini değiştirmedi. Ne köşk, ne saray yaptı. Ne yemesinde, ne içmesinde, ne de konuşmasında hiç bir değişiklik olmadı, ifrata gitmedi ve büyüklenmedi, kibirlenmedi sonunda pişman olacağı iş yapmadı.

Bir gün Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) Medine-i Münevvere’de yolda gidiyordu. Yolun kenarında oturan acüze bir kadına:

-İçeri gir, Emir-ül-Mümin'in geliyor dedi. İhtiyar kadın:

-Dün buradan geçerken O’na Ömer derlerdi. Bu gün Emir-ül Mümin'in mi oldu? Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) bu sözleri işitince geri dönüp:

-Ömer (Radıyallahu Anh)' i Ömer’e kim gösterdi? Kendini tanımasına kim sebep oldu? Buyurdu. Ondan sonra her gün o ihtiyarın kapısına gelir:

-Atılacak çöpün, görülecek işin, doldurulacak su kabın var mı? Yapayım. Çünkü, Ömer’i senden başka kimse bilemedi. Buyurdu.

Halkın malını nasıl muhafaza ettiği ile alakalı Menkıbeyi de burada zikredelim. Yüce Mevla (Celle Celalühu) İran'ın Fethini Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' e nasip kıldı. İran'ın fethedileceği gece, Hz.Osman (Radıyallahu Anh), Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'ın huzuruna girmişti. Baktı ki acele olarak bir mektup yazıyor, selam verdi oturdu. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh), selama cevap vermeden mektubu bitirdi kandili söndürüp başka bir kandil yaktı ve selamı aldı. Hz.Osman (Radıyallahu Anh) bunun hikmetini sorunca dedi ki :

Ey Osman bu kandil Beytül-mal’ındır onda Müslümanların hakkı vardır. Bu mektup Müs-lümanların işleri için yazıldığından o kandili yaktım. Onun ışığında bana gelen misafir ile özel görüşme yaparak hasbihal edemem. Kıyamet günü Müslümanların benden haklarını istemelerinden ve Cenabı Hak (Celle Celalühu)ka cevap veremeyeceğimden korkarım. Buyurdu.

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) halifelik devrinde hiçbir kimsenin yapamayacağı adaleti yapmış ve adalet güneşi olmuştur. Adalet denince, akla Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'in adaleti gelir. Adaleti dünyaya yaymış, ve herkese her konuya örnek oluşturacak bir hükmü vardır. O’nun (Radıyallahu Anh) devrinde kurt koyuna zarar vermekten çekinirdi. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) şehit edildiği gün, kurtlar koyunlara saldırdı, bir çoban:

Eyvah! Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) vefat etti, deyip istiraca etti. (Biz Allah (Celle Celalühu)'den geldik ve Allah (Celle Celalühu)'a gideceğiz ayetini okudu.) Diğer çobanlar sordular:

Bu Dağın başında nereden bildin Ömer (Radıyallahu Anh)'ın öldüğünü. Çoban:

-O’nun sağlığında kurt koyuna tecavüz edemezdi (O’nun adaleti dağdaki canavarın kalbine işlemişti) Şimdi ise kurdun koyuna saldırışını gördüm. Vefatını bundan anladım dedi. Rivayet olmuştur ki: Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) Ahrete teşrif buyurduğu zaman, yeryüzü hep karanlığa büründü. Hatta çocuklar korkularından ağlamaya başladılar. "Acaba kıyamet kopma zamanı mı geldi, Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) gibi adalet timsali bir insan ahrete teşrif buyurdu, adaletin güneşi söndü onun için yeryüzü karanlığa büründü diyorlardı.


"Fırat kenarında bir koyunu kurt aşırsa, Abd-i ilahi Ömer (Radıyallahu Anh) den soracak onu". Çok dikkatli, hakka hukuka riayet ettiği halde devamlı ağlardı. Bu kadar korku ve ağlamasının sebebini sordular. Dedi ki:

Bir koyun veya keçi Fırat nehri kenarında gezerken kurtlara yem olsa kıyamet gününde onu benden sorarlar diye korkarım.

İşte, Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) bu derece adalet sahibi idi. Gece sabahlara kadar uyumaz istihbarat ederdi. Gece yarılarında, koskoca halife çuvalı omuzlayıp, ihtiyarların, düşkünlerin, fakirlerin evlerine getirirdi. Zayıf olan cariye ve hizmetçilere yardım ederdi. Geceleri Abdurrahman bin Avf (Radıyallahu Anh) ile kervan bekler, şehri dolaşır adeta gece bekçiliği yapardı.

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' ın şehadetinden sonra, Abdurrahman bin Avf (Radıyallahu Anh) anlatıyor:

Ben Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'de çok acayip şeyler gördüm, şayet sağ olsaydı bunları anlatamazdım. Biz çoğu zaman geceleri şehri dolaşırdık, bir sokak vardı, oraya gelince beni bekletir kendi gider bir müddet sonra gelirdi ve benimde o sokağa girmeme müsaade etmezdi. Geldiği zaman nereden geldiğini sormaya cesaret edemezdim. Amma ölümünden sonra bir gece o sokağa gittim ve Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)’in sağlığında gittiği eve giderek kapıyı tıklattım. İçerden:

-Kim o, Ömer mi? Gel yavrum.

-Hayır ben arkadaşıyım, dedim girdim. İçeride yatalak bir yaşlı kadın gördüm. sordu:

-Ömer'e ne oldu ki, bu gece gelmedi halbuki her gece gelirdi.

-Başımız sağ olsun, Ömer şehit oldu deyince, ihtiyar kadın bir aaah! çekip bayıldı. Ayılınca dedim ki:

-Ana, ben Ömer'in arkadaşıyım, O, öldüyse ben sağım, O ne yaptıysa aynı hizmeti bundan sonra ben yapayım. Kadın ağlayarak dedi ki:

-O koca Ömer'in yerini kim tutabilir? Her gece gelir bana yiyecek getirir, çamaşırlarımı yıkardı. Hatta yatalak olduğum için yatağımı pisletirdim, gece gelir yatağımı temizler, yıkar pisliğimi atardı. Eğer bana yardım etmek istiyorsan duama amin de...

-"Ya Rabbi! ben bu hastalığa Ömer gibi bir Devlet Reisi'nin yardımıyla katlanıyordum. O’nsuz bu hastalığa bir gün dahi katlanacak takatim yoktur. Hemen ruhumu kabzederek beni’de Ömer'e kavuştur" diye dua etti. O günden sonra, O kadının teçhizü teklifi ile meşgul oldum ihtiyacını tamamladım.

Daha böyle nice rivayetler ve menkıbeler Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) hakkında anlatılır. Hilafeti esnasında bütün Alem-i İslam, Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' imiz devrindeki gibi huzur ve rahat içinde yaşamıştır. Zamanında çok büyük fütuhat ve ilerlemeler kaydedilmiştir. On buçuk sene, dünyada kimseye nasip olmayan bir adalet içinde halifelik yapmıştır.

Öyle şecaatli idi ki, O’ndan (Radıyallahu Anh) şeytanlar bile korkardı. Bir mektubu ile seneler önce kurumuş olan Nil'in suyu akmaya başladı. O’nun (Radıyallahu Anh) kamçısı ile, yerde olan zelzele sükunete kavuştu. Medine'deki hutbesinde sesi, yüzlerce kilometre uzaklıkta olan Nihaved'den işitildi. Cenab-ı Hak (Celle Celalühu), O’nun (Radıyallahu Anh) isteğine uygun Ayet-i Kerime’ler inzal buyurdu. Bunun gibi bir çok fazilet sahibiydi. Bir gece rüyasında; kırmızı bir horozun kendisini, iki defa gagaladığını görüp" beni Acemlerden bir adam öldürecek" demiş ve şehit olacağını ummuştur. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) altmış üç yaşında şehit edilmiştir.

Abdullah b.Mes'ud (Radıyallahu Anh) der ki:

-Ömer (Radıyallahu Anh)'in Müslüman oluşu, bir fetih idi. Hicreti bir yardım, Halifeliği ise bir rahmet oldu.

Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) Cennetle müjdelenen on sahabeden biridir. Başta Bedir, Uhud ve Hendek olmak üzere bütün savaşlarda Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'imiz ile birlikte oldu.

Adil halife Hz.Ömer (Radıyallahu Anh), yine bir gün her zamanki gibi, Medine sokaklarında gezerken, muhtaç bir kimse var mı yok mu? Çarşının, pazarın durumu, alış-veriş işleri nasıl diye kontrol ediyordu.

Herkes geceleri bile sabaha kadar uyumayıp, muhtaçların imdadına koşan, herkese Adalet dağıtan Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) muhabbet, saygı ve sevgi ile bakıyordu. Yalnız birisi vardı ki, bakışları farklı idi. Adeta gözlerinden öfke, kin fışkırıyordu. Bu Mugireb. Şüne'nin kölesi, Ebu Lü'lü idi. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh), Ebu Lü'lü' nün bakışlarını görmezlikten gelerek selam verdi, halini hatırını sordu. Ebu Lü'lü efendisine ödediği günlüğün çok olduğundan dolayı, şikayette bulundu. Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) ona, ne iş yaptığını sordu. Demircilik, nakış ve marangozluk yaptığını öğrenince, ödediği miktarın gayet normal olduğunu, çok olmadığını söyledi. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

-Duydum ki, yel değirmeni yapmakta üstüne yokmuş, bana da bir tane yapar mısın? Ebu Lü'lü öfkeli bakışları ile:

-Sana öyle bir yel değirmeni yapacağım ki, şarktan garba her yerde bu değirmen konuşulacak, dedi. Bu sözleri işiten Hz.Ömer (Radıyallahu Anh), bu köle beni tehdit etti, beni öldürmek için elinden geleni yapacak. Bunun üzerine Ashap:

-Emir buyurun da, biz bu mecusiyi öldürelim, dediler.

-Hayır, Kendisi öldürmeden kısas yapılamaz, dedi.

Ebu Lü'lü ondan sonra durmadan fırsat kolladı, hazırladığı iki başlı, ortasından saplı ve zehirli hançeriyle amacına ulaşmak için fırsat kollamaya başladı. Hicret'in yirmi üçüncü yılında, Zilhicce ayının sonlarına doğru Mescid-i Nebevi'nin bir köşesinde gizlendi. Bu sırada Medine semalarını, Ezan'ı Muhammediye kaplamıştı. Müminler teker teker evlerinden çıkarak namaza gidiyorlardı. Halife-i Müslim'in de o gün adeti veçhile herkesten evvel kalkmış dışarı çıkmış "Hayyeales-salah! Hayyeales-salah! diye diye camiye gidiyordu. Mescidi Nebeviyi tıklım tıklım dolduran cemaatle, birlikte sabah namazının sünnetini kıldı. Sonra yine adeti olduğu üzere safları birer birer kontrol etmeye, düzeltmeye başladı. Safları düzelttikten sonra mihraba geçti. Tekbir aldığı zaman Mugire bin Şübe'nin mecusi kölesi Ebu Lü'lü hızla ileri atılıp kimsenin kendini tutmasına fırsat bırakmadan iki ucu zehirli hançerini üst üste indirmeğe başladı. Kaçarken de on üç kişiyi yaraladı, bunlardan dokuzu öldü. Yakalanacağı sırada bıçağı kendisine saplayarak intihar etti. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh). Abdurrahman bin Avf (Radıyallahu Anh)' a imamlığa geçmesi için işaret etti. Abdurrahman b.Avf (Radıyallahu Anh) namazı kıldırdıktan sonra Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

-Abdurrahman! bak bakalım beni kim bıçakladı? Kendisini bir Mecusi’nin bıçakladığını öğrenince de Allah (Celle Celalühu)'a hamd olsun ki ölümümü bir Müslüman'ın değil de gayri Müslim birinin eliyle takdir buyurmuş.

-Namaz biter bitmez tüm sahabe, halifenin yanına koştu, hepside ağlıyordu. Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) baygın halde eve götürüldü ve kısa bir süre sonra kendine geldi. Sahabenin bir kısmı yara tehlikeli derken, bir kısmı işin ciddiyetini kavrayamadı. Hekim, hurma suyu gitti getirdi, Getirilen hurma suyunu Halife’ye içirdiler, su Halife’nin karın kısmında olan bıçak yarasından dışarı çıktı. Süt içirdiler, süt de yarasından sızınca; Hz.Ömer (Radıyallahu Anh):

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'a, Hz.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) ve diğer dostlarına kavuşacağını anlamıştı.

Oğlu Abdullah (Radıyallahu Anh)' a hitaben oğlum;

-Hz.Aişe (Radıyallahu Anhu)' ye git benden selam söyle, Ravzai-i Rasulullah'ta Hz.Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve Hz.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh)' in yan başına gömülmem için müsaade iste. Hz.Abdullah (Radıyallahu Anh) babasının söylediklerini müminlerin annesi, Hz.Aişe (Radıyallahu Anhu)' ye nakledince, Hz.Aişe (Radıyallahu Anh) validemiz çok müteessir oldu, demek yaralanmıştı Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' in yadigarı Ömer'de ahrete göçüyor, ağlayarak dedi ki:

-O yeri kendim için düşünüyordum, amma bugün O’nu kendime tercih ediyorum, dedi.

-Hz.Ömer (Radıyallahu Anh), heyecanla haber bekliyordu. Oradakiler işte Abdullah göründü dediler, gelince ne haber? Diye sordu. İstediğin gibi oldu, Hz Aişe (Radıyallahu Anha) teklifini kabul etti, Elhamdülillah... benim için bundan önemli bir şey yoktu, buyurdu. Haşır sabahına kadar uyanıncaya dek cismiyle Habibullah ve Sıddik-i ekber ile komşu olacaktı...

-Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)'i ziyarete gelenler:

-Ya Emir'ul Müminin bize bir halef bırak, bu konudaki vasiyetini bize bildir, dediler. Hatta bazıları ya Emir'ul Müminin, oğlun Abdullah'ı halef bırakmaz mısınız? Hz.Ömer (Radıyallahu Anh)' in cevabı çok ilginç oldu:

-Bir hanedandan bir kurban yetişir! Sahabeler halef tayini için ısrar ettiklerinde;

-Resül-u Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' in kendilerinden razı olarak ahrete göçtüğü kimseleri halef tayin edeceğim. Onlar bu işi istişare ile hallederler.

-Hz.Ali (Radıyallahu Anh), Hz.Osman (Radıyallahu Anh), Hz.Zübeyr (Radıyallahu Anh), Hz.Sa'd b.Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh), Hz.Talha (Radıyallahu Anh) ve Hz.Abdurrahman b.Avf (Radıyallahu Anh), Emir'ul Müminin yukarıda ismi zikredilen sahabe-i Kiram’ın büyüklerini yanına çağırdı. Onlara dedi ki:

-"Ben ölünce üç gün istişare edin, bu arada halkın namazını Suheyb kıldırsın, fakat dördüncü gün içinizden biriniz mutlaka halife seçilmelidir."

-Hz.Ömer (Radıyallahu anh) ile herkes helalleşiyordu, hastalığı ilerledikçe ağzından Kelime-i Tevhid' den ve Lafzatullah'tan başka bir söz çıkmaz olmuştu. Sık sık istiğfar ediyor, Mevla (Celle Celalühu)'dan af diliyordu. Bir ara oğluna:

-"Ya! Abdullah, başımı yastıktan al, yere koy. Umulur ki, Allah (Celle Celalühu) beni bu halde görüp merhamet eder", dedi. Ve kelime-i Şahadet getirmeye başladı, cümleyi tamamlar tamamlamaz Ruhunu Rahman (Celle Celalühu)' a teslim etti. Daha sonra Sahabeler Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)'in mübarek Na' şını, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)' in ve Hz.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh)'in taşındığı sedye ile taşıyarak Ravza-i Mutahhara’ya getirdiler. Hz. Ali (Radıyallahu Anh), Hz.Saad b.Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh), Hz.Osman (Radıyallahu Anh), Hz.Abdurrahman b. Avf (Radıyallahu Anh), Hz.Zübeyr (Radıyallahu Anh) O’nu kabre yerleştirdiler.

Hz.Ali (Radıyallahu Anh) dedi ki:

-Senin amelin gibi amel ile Allah (Celle Celalühu)' a kavuşacak kimse geride kalmadı. Senin o iki arkadaşın ile beraber olacağına kati kanaatim vardı. Çünkü Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'tan çok defa işittim ki:

-"Ben Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) ve Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) ile filan yere gittik..." "Ben, Hz.Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) ve Hz.Ömer (Radıyallahu Anh) falanca yere çıktık..." "Ben, Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ömer şuraya girdik...", buyurduğunu yani her ikisini devamlı bir arada andığını duyardım.

-Rabbül Alemin bizleri de onlarla beraber Haşrü Cem eylesin AMİN!...

DİPNOTLAR:

1. Tirmizi, Menakip,(3683), Ebu Davut, Harac 18,(2962)

2. Nisa, 60

3. El-Enfal, 64

4. Tirmizi, Menakip (3682)

5. Ta-Ha 1,2,3,4

6. Ta-Ha, 14

7. ed-Dineveri, el-Kaz 8 / 210

Advertisement