Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

 

Bakınız

Şablon:KTFbakınız - d


Kur'an Terimleri Fihristi Kur'an Fihristi/Görsel Eşbah Ve Nezair EL-EŞBÂH VE'N-NEZÂİR Fİ'L-QUR'ÂNİ'L KERÎM
Online Mucem : http://kuranmeali.com/mucem.asp
KTF
KKF [1] {{KTF}}
A B C Ç D E F G H I İ K Kef Q Qaf L M N O Ö R S Ş T U Ü V W Y Z
Amaç: Ülkemizin online en zengin Kur'an terimleri fihristini oluşturmaktır.
Her Kur'ani terime iç link verilecek ve terimle ilgili ansiklopedik madde oluşturulacak ve ansiklopedik maddenin içerisine ilgili ayetler link olarak verilecek.Böylece her bir Kur'anİ terimin geçtiği tüm ayetlere ve ayetlerin tüm meal ve tefsirlerine aynı anda ulaşılabilecektir. Hatta önlerimin geçtiği hadislere ve önemli sözlere aynı anda aynı sayfada ulaşılacaktır.
Yöntem : 1. KTF nde bulunan kavramlara iç link verielerek sayfa oluşturulacak . 2. O konu ile ilgili izah sayfaya eklenecektir. 3. HDKD tefsirinden bulunacak Kur'an terimlerina ait izahlar kavramla ilgili ansiklopedik sayfaya eklenecek, 4. KTF de olmayan kavramlar için yeni sayfa oluşturularak ve fihrsitin olduğu sayfaya alfabetik sıra gözetilerek eklenerek fihrist geliştirilecektir. 5. Ayrıca Mu'cemül Müfehresden alınan ayetler bu sitede ilgili kuran teriminin ansiklopedik sayfasına eklenecektir. aşağıda ayetlerin alınacağı link bulunuyor. http://www.kuranmeali.com/%5Cmucem.asp
sonuç:Böylece internetteki en zengin "Kur'an terimleri fihristi" kollektif ve kollebratif bir usulle oluşturulmuş olacaktır. başta öğretmenlerimiz olmak üzere emeği geçenlerden Allah razı olsun. Bursa Valiliği'nde görevli hizmetli Mustafa'ya da teşekkürlerimizi de unutmayalım.
Mu'cem-ul Müfehres - Kur'an Kelimeleri Fihristi - Mucem
ا ب ت ث ج ح خ د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ك ل م ن ه و ؤ ى ي ئ ة

Yeni eklenen Kur'an terimleri: Huleta' خلطاء

Haber:[]

Haber[1]Muhammed: 47/31., insana gerek uykuda gerek uyanıkken gelen bir bilgidir.

  • Herkes tarafından birbirine söylenmeye, her söylenişinde taze gibi dinlenmeye değer söz demektir. [2]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 131. (3540, 2556)


Habke /Hubuk :[]

Habke[3]Zariyat: 51/7, dikkat ve özenli sağlam ve sanatla dokunmuş, yol yol hareli kumaşa denir.

  • Hubuk, "habke"nin de "hibak"ın da çoğulu olabilir.
  • "Tarık"ın çoğulunun "turuk", "misal"ın çoğulunun "müsül" olduğu gibi.
  • Hibak ise, rüzgâr latif estiğinde denizde veya kumda meydana gelen yol yol kırıntılara denir.
  • Saçların çok kıvırcıklığından oluşan dalgalanmalara da "hubük"' denilir.
  • Bu maddenin aslı "habk"tır. "Habk", sıkı bağlayıp, muhkem kılmak ve kumaşı, sıkı, sağlam, üzerinde sanat eseri ortaya çıkacak şekilde, güzel bir zemin üzere dokumak mânâsına gelir.
  • Kısacası, kumaşı güzel ve sıkı dokumak demektir.
  • Bazılarınca, kumaşların desen desen dokunmasından kinaye olarak, yıldızların yolları olarak da tefsir edilmiştir.[4]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 131/132. (4528-4529)


Habîsât :[]

Habîsât[5]Nur: 24/26., murdar ve kötü olana, kötü kadınlara, çirkin sözlere, murdar /pis /çirkin olan her şeye denir.

  • Ancak, "habisin" ifadesi cem-i müzekker olduğundan yalnız erkekler için kullanılır.
  • Böyleyken kötü kötü kişiler anlamında erkeklerle beraber kadınları da takliben/değişim yoluyla kapsaması mümkün olabilir.
  • Bunların zıddı olan "tayyibât" ile "tayyibîn"de de durum aynıdır. [6]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 132. (3493-3494)


Hab /Habbe :[]

Hab[7]En’am: 6/95, dane demektir ve ot tohumlan için kullanılır.

  • "Habbe" nin cins ismidir.
  • Hem azı hem de çoğu için kullanılır. Çoğulu "hubûb ", bunun çoğulu da "hubûbâf'tır.
  • Türkçe'de kullanıldığı üzere özellikle buğday, arpa, pirinç, susam gibi yenen daneler için meşhur olmakla beraber, bütün ot, çiçek ve bitki tohumları için kullanılır.
  • Besâir'de hubûbun bir tekine "habbe" denilmesinin nedeni olarak maddenin aslı ve özü olması gösterilir.
  • Bu itibarla bir habbe hayatın ilk başlangıcı olan bir hücreye karşılık gelir.
  • Neva ise, çekirdek demek olan "nevât"ın çoğul ismi makamında cins isimdir.
  • Nevât, yeni çekirdek, ağaç tohumlarına karşılık gelir.
  • Ancak, ot ve ağaç ikisi de bitki olduğundan, "nevat"ı danenin içindeki bitkisel öz gibi düşünmek mana bakımından daha uygun olacaktır.
  • Buna "nevat " kelimesinin küçülmüşü olarak "nüveyye" de denilir.
  • Fransızlar'ın "nuvayya " deyiminin buradann alındığı sanılmaktadır. [8]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 132. (1986-1987, 4024-4025 )


Habl :[]

Habl[9]Hud: 111/5, ip ve bağ demektir.

  • Damar mânâsına da gelir.
  • Verid ipi, servi ağacı gibi genelin özele izafetiyle açıklama kabilinden verid damarı demektir.
  • Habl, atık, yani boyun dibi mânâsına da gelir. "Habl-i verid' şahdamarı anlamına da gelebilir. [10]


Hablullah :[]

[11]'Al-i İmran: 3/103,112Hablullah[12]Al-i İmran: 3/103., Allah'ın ipi anlamındadır.

  • Allah-u Teâlâ'ya kavuşma sebebi olan delil ve vasıta demektir.
  • Kur'ân, Allah'ın emrini yerine getirme ve cemaat, ihlas, İslâm,Allah'a söz verme Allah'ın emri diye tefsir edilmiştir. [13]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133. (1153-1145)
  • (İ’tesemtu bihablihi): Bir kişinin kopmayacağından emin olduğu sağlam bir ipe tutunarak yüksek bir yerden (o iple) aşağı inmesine temsil olabilir veya habl/ip, ahdi için; i'tisam/tutunmak da ahde güvene istiare olabilir.
  • Ya da habl'in kendisine en münasip olana istiaresi için terşih (sözü özlü söyleme sanatı) olabilir.
  • (Ayetin) Anlamı Allah'tan yardım dileme ve ona güvenme hususunda bir araya gelin, ondan ayrılmayın.
  • Ya da kullarına verdiği ahde tutunmak üzere bir araya gelin ki o (ahd), iman ve taattir.
  • Veya O'nun kitabına (tutunmak üzere bir araya gelin).
  • Zemahşeri bu yorumunu Resulullah (as)dan gelen meşhur "Kur'an Allah'ın sağlam ipidir/habl"...[14]Tirmizi, Darimi.şeklindeki hadisle güçlendirmiştir. [15]Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. 1,3 s. 423.
  • (Va'tesimu bihabli’llahi cemi'en): Allah'ın dinine ve Kur'an'a tutunun, diyor.
  • Sünnet ve hidayet yoluna tutunun (anlamında olduğu da) söyleniyor.
  • (Va'tesimu bihabli'llahi cemi'en): Yani yardımı kabile ve aşiretlerden değil Allah'tan isteyin.
  • (Va'tesimu bihabli'llahi cemi'en): Çıkmazda olduğunuz konuları Allah'ın kitabına havale ediniz.
  • Allah'ın, "bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah ve Resulü'ne havale ediniz." [16]Nisa: 4/59 sözü gibi.
  • Hükemadan bir kısmı şöyle demiş: Dünyadaki kişinin durumu, içinde her türlü afetin bulunduğu bir kuyuya düşen ve ondan çıkması, afetlerinden kurtulması ancak sağlam bir iple mümkün olabilen kişinin durumuna benzer.
  • Aynen bu şekilde, dünya zorluk yurdudur ve onda afetlerin her türlüsü vardır.
  • Sağlam bir ipe tutunmaktan başka ondan kurtuluşa giden yol yoktur ki bu (yol) Allah'ın kitabıdır. [17]Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 1 s. 234-235.
  • Habl... : Ulaşma ve kendisiyle bir şeye ulaşılan her şey için istiare kılınmıştır.
  • Aziz ve Celil olan Allah; (va'tesimu bihabli'llahi cemi'en) demiştir: Onun ipi/habl kendisine tutunduğunda seni onun civarına götürecek olan Kur'an, akıl ve bunların dışmdakilerle beraber ona ulaşılan şeydir.
  • Ahde de "habl" denir... [18]İsfahani, Müfredat, tsz-, s. 107.
  • (Va'tesimu hihabli'llahi): Yani Allah'ın ahdine (tutununuz ki) bu Kur'an’dır [19]Müleklıin, Garib, 1987, s. 96.
  • Topluca Kur'an'a ve İslam dinine tutunun ve cahiliyyede olduğu gibi bölünmeyin, [20]Zuhayli, Veciz, 1996, s. 6-1.
  • Allah'ın dinine ve kitabına toptan sarılın... "Allah'ın ipine sarılınız"...
  • Bu cümlede istiare-i tasrihiyye yoluyla Kur'an-ı Kerim ipe benzetilmiştir.
  • Müşebbeh'ün bih olan habl kelimesi, Müşebbeh olan Kur'an kelimesi yerinde müstear olarak kullanılmıştır.
  • Benzetme yönü ise, her ikisinin de kurtuluş vesilesi olmasıdır. [21]Sabuni, Safvet, 1995, c. 1, s. 412-413.

Müfessirlerin "hablullah" ile ilgili değerlendirmelerini şöylece toparlamak mümkündür:

a- Allah'ın dini

b- Allah'ın kitabı

c- Allah'ın ahdi

d- Sünnet

e- Hidayet vb.

  • Kur'an tercümelerine baktığımızda, genelinde, bu terkibin muhtemel anlamlarından hiçbirine işaret edilmeden lafzi anlamıyla tercüme edildiğini görüyoruz:
  • Al-i İmran: 3/103 üzerinde durulacaktır:
  • Elmalı: Allah'ın ipine ...
  • Ebu Said el-Hudri'den rivayet olunduğu üzere

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Semadan arza indirilmiş olan hablullah (Allah'ın ipi) Allah'ın kitabıdır.

  • Çantay: Allah'ın ipine ...
  • Kur'an-ı Kerim'e, Allah'ın dinine, Allah için ihlasa, Allah'ın emrine, Allah'a itaate...
  • D.İ.B.: Allah'ın ipine ...
  • Bilmen: Allah'ın ipine ...
  • Yavuz: Allah'ın dinine (Şeriatına) ...
  • Davudoğlu: Allah'ın) ipine (Kur'an'a) ...
  • Ateş; Allah'ın ipine...
  • Bulaç: Allah'ın ipine ...
  • T.D.V.: Allah'ın ipine (İslam'a) ...
  • Y. Öztürk : Allah'ın ipine...
  • Atay: Allah'ın andına ...
  • A. Öztürk Allah'ın ipine ...
  • Koçyiğit: Allah'ın ipine...
  • Hizmetli: Allah'ın ipine ...
  • Varol: Allah'ın ipine ...
  • Piriş: Allah'ın ipine ...
  • Merhum Elmalı ve Çantay'ın ilgili açıklamaları konunun anlaşılmasının önündeki engelleri bertaraf etmesi açısından son derece önemli ve yerindedir.
  • Yavuz ve Atay "Hablullah"ın deyimsel anlamını doğrudan meallerine yansıtmışlar ki en doğrusu bizce budur.
  • Davudoğlu ve T.D.V.'nin parantez içi ifadeleri de yine Hablullah’ı açıklamaya yönelik faydalı çabalar olarak değerlendirilmelidir.
  • Bunların dışında kalan zatların tercümeleri bizce: "Hablullah'ın niteliğine ilişkin herhangi bir emare içermediği için eksiktir.
  • Çünkü "Allah'ın ipi"yle kasdolunan şeyin anlaşılması, İslam ve Kur'an kültürüyle belli ölçüde bir aşinalık gerektirir. *Böyle bir aşinalığı olmayan veya İslami terminolojiye tamamiyle yabancı olan birileri için "Allah'ın ipi"nin ne tür bir şey olduğu herhalde anlaşılmayacaktır.
  • Allah'ın insanlığa gönderdiği Kur'an'ı biz de insanlık için anlaşılır kılmak istiyorsak, anlaşılmasını engelleyecek herşeyi ortadan kaldırmaya çalışmalıyız.

Netice olarak Hablullah”ın aşağıdaki şekillerde tercüme edilebileceğini belirtmek istiyoruz:

“Allah'ın dini

“Allah'ın kitabı veya Kur'an

“Allah'ın ahdi vb.

Örnek Al-i İmran :3/103 Topluca Allah'ın kitabına sanlın ve ayrılmayın.[22]Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 53-56.


Hacc :[]

Hacc[23]Bakara: 2/196 sözlükte özel bir maksat ve niyet anlamına gelir.

  • Bir şeye çokça gidip gelmek anlamındadır. İ'timar, "umre" ile aynı köktendir. İ'timar' da ziyaret etmek demektir.
  • Şer'î bakımdan hac ve umre, Beyt-i Şerîf'i bilinen şekilde ve niyetle ziyaret etmektir.
  • Haccın özel bir vakti vardır. Umrenin yoktur. [24] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133. (554, 703)
  • Kur'ân'da türeviyle birlikte 13 âyette geçen bu kelime, lügatta "kasdetmek, yönelmek"[25]İbn Fâris, Mucmelu'1-Luğa, 1, 221. gibi anlamlar ifade etmektedir.
  • Yönelme manasıyla bu kelimeyi kullanan câhiliye şa'irlerinden el-Muhabbel es-Sa'di şöyle demektedir:
  • "Avf kabilesinden bir çok topluluğun, safran bitkisiyle boyanmış, (Hısn b. Bedr et-Temîmî'nin) sarığına yöneldiğine şahit oluyorum."[26]İbn Fâris, a.g.e., el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. el-Ensârî, el-Câmi'u li Ahkâmi’l-Kur'an, Mısır, 1967, II, 122.
  • Bazı tarihçiler, şiirde adı geçen, Zibirkân'ın her yıl hacca gidip, sarığını, Kabe'nin koku sürülmüş duvarlarına çokça sürüp sararttığını, hacca gitmeyenlerin ise gelip bu sarığa yüzlerini sürdüklerini anlatmaktadırlar.[27]İbn Fâris, a.g.e., el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. el-Ensârî, el-Câmi'u li Ahkâmi’l-Kur'an, Mısır, 1967, II, 122.
  • Câhiliye döneminde, hac biliniyor ve her sene edâ ediliyordu.
  • Bundan dolayı "yıl"ın karşılığı olarak da "el-hıcce" kullanılıyordu.
  • Hatta bundan türetilen "zu’l-hicce" hac ayı manasını ifade etmektedir.
  • en-Nâbiğa bir beytinde şöyle der:
  • "Hac maksadıyla ziyaret ettiğim o yere yemin olsun."[28]en-Nâbiğatu'z-Zubyânî, a.g.e., s. 19.
  • Görüldüğü gibi "hac" kelimesinin lügat anlamı mutlak yönelmektir.
  • Ancak aynı dilde, yönelme manasında kullanılan "tevecehe" fiiliyle "hacce" fiilinin arasında fark olduğunu düşünüyoruz.
  • Çünkü el-Muhabbel'in şiirinde de görüldüğü gibi, insanlar hacc yapan birine yöneldiklerinde, özellikle bu fiilin kullanılması dikkat çekicidir.
  • Fakat normal birisi ziyaret edilecek olsaydı her halde "teveccehe", "zâre" veya daha başka bir fiil kullanılırdı. *Diğer taraftan, hac mekânını kastederek oraya yönelen kimsenin hareketi de, bu hac fiiliyle ifade edilir.
  • Bunu, yukarıda verilen Nâbiğâ'nın beyti te'yid etmektedir.
  • Netice itibariyle yukarıda sunmaya çalıştığımız manalardan anlaşılıyor ki, "Hac" iki dönemde de aynı manayı taşımaktadır.
  • Ancak câhiliye dönemindeki ziyaret, hem Kabe'yi ve hem de putları içine alıyordu.
  • Kur'ân'ın nüzûluyla bu ziyaret; sadece Allah rızasını kastederek, belli kurallar çerçevesinde edâ edilen ve İslâmî bir kongreyi hedef alan bir ibadet şeklini ifade eder olmuştur.
  • Yani İslâm düşüncesinde "Hac", müslümanı bireysel şuurdan toplumsal şuura ulaştırmakla kalmaz, enternasyonal şuura yüceltir.
  • Ve oradan evrensel kozmik şuura yükselterek varlık ve birlik sırrını gerçekleştirir.[29]Öztürk, Y. N uri, İslâmî Kavramlar Ansiklopedisi, İst. 1991, s. 83.
  • Kur'ân'ın genel düşünce yapısı çerçevesinde hac ibadeti değerlendirildiğinde, Kur'ân, haccın müşrik Arapların elinde gerçek gayesinden saptırıldığını belirtir.
  • Ancak yine de bu ibadetin yeniden ihya edildiğini belirtmekle birlikte, haccın Hz. İbrahim'e dayanan bir ibadet olduğunu belirtir.[30]Mustansir, a.g.e., s. 73. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 43-46.

Hadâik :[]

Hadâik[31]Neml: 27/60., içinde su bulunan gözbebeği gibi kıymetli bostan demektir. [32]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133. (3693)

Hadis :[]

Hadis[33]En’am: 6/28., söz, olay veya hadise demektir

  • Hadis, insana gerek uyanıklık anında, gerek uykuda vahiy ve işitme biçiminde gelen söze denir.
  • Genel anlamda hadis, herkes tarafından birbiririne aktarılarak söylenmeğe, hikaye edilmeğe ve her söylenişinde taze gibi dinlenmeğe layık söz ve haber demektir. Hadisin çoğulu "ehâdis"dir.
  • Kur'ân'da "sana ... haberi geldi mi?" şeklindeki ifadeler genellikle bir vahyi açıklama veya bir kıssayı anlatmak içindir.
  • Örneğin, "ğâşiye" de böyle önemli ve özel bir haberdir.
  • "Te'vîl-i ehâdis" ise, terkibi ya nefsindeki sözün vakıadaki mealini veya nefsin taalluk ettiği hadisatın ilerideki meal ve akibetini anlamak demek olur.
  • Demek ki rü'ya ta'bir etmek ya söz ya da hadise te'vil etmek mânâsında bir anlayıştır. [34]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133. (5772,4535)

Hâdu :[]

Yahudiliği din edindiler.

Hâffîn :[]

Hâffîn, kenarlarından ve yanlarından kuşatanlar.

Hafîra :[]

Hâfira, "Önceki hale dönmek" demektir. 

  • Bir kimse, geldiği yoldan geri döndüğünde, "Racea fulânun fi hâfiratihi" denir.

Şâir şöyle der:

  • İhtiyarlayıp saçlarım döküldükten sonra, eski durumuma mı döneceğim?!
  • Beyinsizlik ve utanılacak şey yapmaktan Allah'a sığınırım.[35]Bu beyti İbnu'l-A'râbî söylemiştir. Mânâsı şudur: İhtiyarlayıp saçlarım döküldükten sonra, gençliğimdeki flört ve aşk hayatına mı döneceğim?!
  • Hafîra ve "hafere" kazıcı manasına sıfat olmakla beraber, atın tırnağına isim olmuştur.
  • Bu nedenle tırnağın kazdığı çukura, bıraktığı ize, bu suretle açılan çığıra, "merdiyye" manasına "radiye" gibi tanımlanır.
  • Bu nedenle geldiği yoldan dönmeye "hafîr" denilir. Aynı şekilde müşterinin daha ilk konuşmada malı alıp parayı sayması da "hafir" olarak ifade edilir. [36] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133-134. (5557)

Hâka:[]

İndi ve kuşattı.

Hâka bihim :[]

İndi ve onları her taraftan kuşattı.

Hakk :[]

Hakk[37]Yunus: 10/5. kelimesi, masdar, sıfat ve isim olur. Bu şekilde çeşitli anlamlarda kullanılır.

  • Masdar olarak en genel anlamı; vücudun, varlığının sabit oluşu ve gerçekleşmesi diye ifade olunursa da, esas anlamında "uygunluk" manası vardır.
  • Buradan hareketle, nefislerle, nefis dışındakilerin bilgi ve bilenin uygunluğunu ifade eder.
  • Zihinlere uygunluğu itibariyle kullanıldığı zaman doğruluk ve doğru gibi görüşlere, kaza ve hükümlere, iradenin kastedilen amacına uygunluğu itibariyle, adalet ve hikmet gibi fiillere sıfat olur.
  • A'yan açısından düşünüldüğünde ise gerçekleşen ve olan (tahakkuk ve vuku) demek olur.
  • Frenkler evvelkine "verite", ikinciye "realite " derler.
  • Evvelki sujenin, ikincisi objenin sıfatıdır.
  • Ancak yalnız değil diğerine uygunluğu itibariyle.
  • İşte hak ve hakikatin hakikati bu iki yönün uyumu ve birliği olduğundan, hak manen ve sureten (anlam ve şekil) her şekilde vücud (varlık) diye tarif edilir. Bu da vücûb-i vücuddur (varlığın zorunluluğudur).
  • Vücûb-i vücûd, yalnız yüce Allah'tır ve "el-Hakk" ismi, onun esmâ-i husnâsındandır.
  • Hak Teâlâ, enfüs ve âfâkın, dünyaya ait bütün bağların (izâfât) üstünde, onların uyum noktalarına ve zorunlu varlıklarına hükmedendir.
  • Bütün, hak mertebeleri O'nundur, O'ndan dolayıdır, O'nun içindir.
  • Bütün manalarında hakkın karşıtı batıldır ki, bunlar imkansızlık, yokluk, helak olma, hata, zulüm, haksızlık, abes, saçma ve boş anlamlarına gelir.
  • "Vâcib-i lizâtihî" (kendiliğinden zorunlu) manasına gelen "el-Hakk" isminin çoğulu yoktur.
  • Diğer anlamlarında "hak"kın çoğulu yerinde "hakâyık" kullanılır.
  • Bir de "hak vâcibün leh" (bir şeyin lehine olan vacip, zorunlu) anlamına gelir ki, özel bir kullanış olmakla birlikte asıl manaya bağlıdır.
  • "El-Hakk" ismi bunun da kaynağı ve zamanıdır. Bu anlamın çoğulu için "hukuk" kullanılır. Karşıtı "vacibin aleyh" veya sadece vecibe, borç, örfümüzde buna ödev dahi denilir.
  • "Hak dini" ifadesi, "hak din" ifadesinden daha kuvvetlidir. "Hak dini" olmayan; yani Hak ile alakadar olmayan, hak meselesini haricinde tutan veya hakka ihtisası bulunmayan, emr-i hak olmayan bir din, "hak din" olamaz. [38]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 134-135. (2675-2677, 2506)

El-Haqq, onbir şekilde tefsir edilir:

1. Allah ve Allah'ın birliği

  • "Eğer haqq (Allah) onların (müşriklerin) hevâlarına tâbi olsaydı, gökler ve yer fesada uğrardı." [39]Mü'minûn: 23/71
  • "Birbirine haqqı (Allah'ı, O'nun birliğini) tavsiye edenler..." [40]Asr: 103/3

2. Kur'ân

  • "Tâ haqq (Kur'ân) ve Rasûl-i mübîn onlara gelinceye kadar.
  • Ne zaman ki haqq (Allah indinden Kur'ân) onlara geldi, "Bu sihirdir.
  • Muhakkak biz ona kâfirleriz" dediler."[41][Zuhruf]]: 43/29-30
  • "Hayır, kendilerine geldiğinde haqqı (Kur'ân ı) yalanladılar.
  • O sebeple onlar karışık bir iş içindedirler."[42]Kaf: 50/5
  • "Onlara, indimizden haqq (Kur'ân) gelince, "Mûsâ'ya verilen gibisi verilmeli değil miydi?" dediler." [43]Kasas: 28/48

3. İslâm

  • "De ki: "Hakk (yani, İslâm) geldi ve bâtıl (yani, şeytana ibâdet ve şirk) zevale erdi." [44]İsrâ: 17/81
  • "Ta ki haqqı (İslâm'ı) haqq olarak tanıtsın. Bâtılı (şirki: şeytana ibâdeti) ibtal etsin." [45]Enfâl: 8/8
  • "Doğrusu sen haqq (İslâm) üzeresin." [46]Neml: 27/79

4. Adalet

  • "O gün Allah haqq dînlerini (cezalarını) eksiksiz verecek (adaletli bir şekilde hesaba çekecek) ve bilecekler ki: Muhakkak Allah, apaçık haqq (adil/adaletli) O'dur." [47]Nûr: 24/25
  • "Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasını haqq (adalet) ile ayır!" [48] A'râf: 7/89
  • "Aramızda haqq (adalet) ile hükmet!" [49]Sâd: 39/22

5. Tevhîd

  • "Hayır, haqq (tevhîd) ile gelmiş ve gönderilenleri tasdik etmiştir." [50] Sâffât: 37/37
  • "Onda bir cinnet var" diyorlar. Bilakis, o onlara haqq (tevhîd) ile geldi. Halbuki onların çoğu haqq'tan (tevhîdten) hoşlanmıyorlar." [51]Mü'minûn: 23/70
  • "O vakit haqqın (tevhidin) muhakkak Allah'a ait olduğunu bilecekler..." [52]Kasas: 28/75
  • "Yahut haqqı (tevhidi) yalanlayan..."[53]Ankebût: 29/68

6. Doğru/gerçek

  • "Allah'ın va'di haqq'tır (O'na/Kendisine döndürüleceğiniz hususundaki va'di doğrudur)." [54]Yûsuf: 12/4
  • "O'nun sözü haqq'tır (doğrudur!. Egemenlik Onundur." [55]En'âm: 6/73
  • "O hak mıdır" (doğru mudur)? diye, haber almak için sana soruyorlar."[56]Yûnus: 10/53

7. Vâcib olmak: gerekli olmak/icab etmek

  • Fakat Benden şu söz (azâb kelimesinin gerçekleşmesi) haqq (vâcib/gerekli) oldu: ... [57] Secde: 32/13
  • "İşte bunlar… üzerlerine söz (azâb kelimesinin gerçekleşmesi) haqq (vâcib/gerekli) olmuş kimselerdir. [58] Ahkâf: 46/l8
  • "İşte böylece, Rabbinin (azâb) kelimesi haqq (vâcib/gerekli) oldu; o küfredenler üzerine: muhakkak ki onlar cehennem ashabıdır." [59]Mü'min: 40/6

8. Bâtıl olmayan, bizatihi haqq

  • "Bu böyledir. Çünkü Allah, haqq O'dur. O'nu bırakıp çağırdıkları (O'nun dışındaki ilahlar) ise bâtıldır."[60]Hacc: 22/62
  • "Hepsi haqq mevlâları (hakkın ta kendisi/bizatihi hakk olan O'dur, O'nun dışındaki ilahlar ise bâtıldır) Allah'a reddolunmuş olacak; uydurdukları onlardan kaybolacaktır." [61]Yûnus: 10/30
  • "Sonra, haqq (hakkın kendisi/bizatihi hakk olan) mevlâları Allah'a reddolurlar.
  • Bilin ki hükm O'nundur ve O hesâb görenlerin en süratlisidir."[62]En'âm: 6/62
  • "Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak haqq ile yarattık (bâtıl olarak/boş yere: herhangi bir maksat gözetmeksizin yaratmadık)." [63]Ahkâf: 46/73

9. Borç-borçlu

  • "Üzerinde haqq olan (üzerinde borç bulanan/borçlu) da imla ettirsin." [64] Bakara: 2/282
  • "Üzerinde haqq olan (üzerinde borç bulunan/borçlu)..."[65] Bakara: 2/282

10. Evlâ (daha layık, daha öncelikli)

  • "Halbuki biz krallığa ondan ehaqqız (evlâyız/daha layıkız, daha öncelikliyiz)." [66] Bakara: 2/247
  • "İki fırkadan hangisi güven duymaya ehaqq'tır (evlâdır/daha layıktır)?!" [67]En'âm: 6/81
  • "Acaba hakka ileten mi tâbi olmaya ehaqq (evlâ/daha layık)..." [68]Yûnus: 10/35
  • "Halbuki ehaqq (evlâ/öncelikli) olan Allah'ı ve Rasûlü'nü hoşnut etmeleridir." [69]Tevbe: 9/62
  • "Eğer mü'min iseniz huşu duymaya Allah ehaqqtır (evlâdır/daha layıktır)." [70] Tevbe: 9/13


11. Pay

  • "Onların mallarında malum bir haqq (farz olan bir pay) vardır." [71]Me'âric: 70/24
  • Bunun bir benzeri de Zâriyât sûresindedir. [72]Bkz. Zâriyât: 51/19.

Hakka :[]

Hakka, kıyamet demektir.

  • Kesin olarak meydana gelecek bir gerçek olduğu için buna "hakka" ismi verilmiştir. 

Hakkat :[]

Gerekli oldu, vacip oldu.

Hakîm :[]

Hakîm, her şeyi yerli yerine koyan ve hikmetin gerektirdiğini yapan, hikmetli, hakim, sağlam, kendisiyle bir konuda hükmedilen, hükmü kesin olan anlamlarına gelir.

  • Kur'ân hakkında her biri gerçektir ve Kur'ân'ın isimlerinden birisidir.
  • "El-Hakîm" ifadesi ise, Allah'ın esmâ-ı husnâsındandır.

Halâk :[]

Halâk; nasip, pay demektir.

Zeccâc der ki:

  • Bu kelime, hayırdan bol pay demektir. Çoğunlukla hayırda kullanılır.

Halâif :[]

Halâif, "Halîfetun" kelimesinin çoğuludur.

  • Halîfe, herhangi bir işte başkasının yerine geçen demektir.

Halet :[]

Geçti, yok oldu demektir.

Haleqakum :[]

Sizi yarattı.

  • Halk, icat etmek ve örneği olmaksızın yaratmaktır. Bu kelimenin luğat manası "ölçmek" demektir.
  • Bir kimse takunyayı ölçü aleti ile ölçüp düzgün bir şekilde yaptığında Araplar "Haleka'n-na'le" derler.
  • Tulum yapmak için deriyi ölçtüğünde de "Haleka'l-edime" derler.

Haccâc şöyle der:

  • "Ne Ölçtüysem onu kestim, ne vadettiysem onu yerine getirdim."

Halet :[]

Gelip geçti demektir.

Hâlidun :[]

"Sürekli olarak kalırlar" demektir.

Halife :[]

Halife, başkasının arkasından gelen ve onun yerine geçen kimse demektir.

  • Bu kelime (faîl) kalıbında olup (fail) manasınadır.
  • Sonundaki tâ mübalağa için gelmiştir.
  • İnsan, Allah (c.c.)'ın hükümlerini icra etme ve O'nun rabbanî emirlerini uygulama hususunda O'na vekalet ettiği için "halife" diye isimlendirilmiştir.
  • Nitekim: "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık."[73]Sâd: 38/26 mealindeki âyette de bu manada kullanılmıştır.

Halîl :[]

Halîl bir kimsenin işleri ve sırları arasına giren ve sevgisi, kalbin her yanına nüfuz eden dostu demektir.

  • Hiçbir eksikliği olmayan sevgi anlamına "hullet "den alınmıştır.
  • Allah'ın İbra¬him'i halîl (dost) kılması onu bir dost olarak, özel olarak, özellikle seçip, lütfetmiş ve rabbani sırlara mazhar etmiş olmasından mecazdır.

Hâlisa :[]

Hâlisa, akibet ve afiyet kelimeleri gibi mastar olup, hulûs manasınadır.

  • Yani, "Size mahsus, hiç kimse onda size ortak olmayacak" demektir.

Halk :[]

Halk[74]En’am: 6/1., yaratmak ve inşa etmek demektir.

  • "Halk" ile "caala" kelimesi eş anlamlı iki kelimedir. Ancak "halk" tekvin ile ilgili inşaya tahsis edilmiş, bir takdir ve tavsiye manasını içine alır.
  • Yani "halk"da, yaratılanın her yönüyle özel kaderini yoktan var eden ve takdir eden öncü bir kapsayıcı ilim ve ona göre, gerek maddesiz ve gerek bir maddeden yapma ve düzen verme manası vardır.
  • Bu şekilde "fıtrat" kelimesinin anlamı, halk ve hilkat kelimelerinin anlamından bir cüzdür. "Caale" kelimesi dilimize daha çok "yapmak", "kılmak" şeklinde çevrilebilir. [75]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 135-136. (1866-1867)

el-Halg, yedi şekilde tefsir edilir:

1. Din

  • "(İblis dedi ki): "Onlara Allah'ın halqını (dînini) tağyir etmelerini emredeceğim/söyleyeceğim." [76]Nisâ: 4/119
  • "Allah'ın halqı (dîni) için tebdil yoktur." [77]Rûm: 30/30


2. Mahlûk (icat etmek/uydurmak) ve yalan söylemek

  • "Bu başka değil, evvelkilerin halqıdır (öncekilerin uydurup/icat edip söyledikleri bir yalandır)."[78]Şu'ara: 26/137
  • "İfk halq ediyorsunuz (yalan söylüyorsunuz /iftira uyduruyorusunuz)."[79]Ankebût: 29/17
  • "Bu başka değil, bir ihtılâq'tır (o uydurmadır/yalandır: o yalanı Muhammed kendiliğinden uydurmuştur)." [80]Sâd: 38/7


3. Tasvirler/suretler

  • "Hani Benim iznimle tinden bir kuş biçimi halq ediyordun (çamurdan kuş benzeri bir tasvir/suret yapıyordun!." [81]Mâide: 5/110
  • Bunun bir benzeri de Al-i İmrân sûresindedir. [82]Al-i İmrân: 3/49'a işaret etmektedir. (Çeviren).
  • "Allah'ı bırakıp da çağırdıklarınız hiçbir şey halq edemezler; zira onların kendileri halq olunurlar (yani, kendilerine suret verilir)."[83]Nahl: 16/20
  • Bunun bir benzeri de Furkân sûresindedir.[84]Furkân: 25/3'e işaret etmektedir. (Çeviren).


4. Konuşmak/konuşturmak[85]Halq kelimesinin, konuşturmak manasına geldiği, ya da konuşturmak manasında kullanıldığı iddiasının, herhangi bir delili yoktur. Fussilet: 41/21. âyetten böyle bir sonuç çıkar¬mak, ancak çok yüzeysel bir bakışla mümkün olabilir. (Redaktör).

  • "Her şeyi konuşturan Allah bizi de konuşturdu ve sizi ilk defa O halq etmişti (dünyada sizi O konuşturmuştu)." [86]Fussilet: 41/21


5. Ca'l (kılmak, yapmak, yaratmak)

  • "Rabbinizin sizin için halq ettiği ezvâcınızı (eşlerinizi) (Rabbinizin sizin için yaptığı/kıldığı-yarattığı (ce'ale) kadınlarınıza fercten yaklaşmayı) terkedip/bırakıp..." [87]Şu'arâ: 26/166


6. Ba's (ölümden sonra diriliş)

  • "Halq itibariyle (ölümden sonra âhirette diriltmek bakımından), kendilerini yaratmak mı daha zor, yoksa..."[88]Sâffât: 37/11
  • "Sizi halq etmek (ölümden sonra âhirette diriltmek) mi daha zor, yoksa..." [89]Nâziât: 79/27
  • "Onlar gibisini halq etmeye (âhirette tekrar diriltmeye) kadir değil midir?!" [90]Yâsîn: 36/81


7. Dünyada halketmek (yaratmak)

  • "O ki, gökleri ve yeri halq etti (daha önce yok iken onları halketti/yarattı)"[91]Aynca bkz. A'râf: 7/54, Yûnus: 10/3, Ahkâf: 46/33, Hadîd: 57/4. En'âm: 6/1
  • "Andolsun ki, Biz insanı tinden bir sülaleden halq ettik (o Rabb dünyada onları böylece yarattı)." [92]Mü'minûn: 23/12. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 339-341.

Hamd :[]

Hamd sevgi ile birlikte, tazim ve saygı göstererek güzellikle övmektir.

  • Hamd, zemmin zıddı olup şükürden daha umumî bir mânâ ifade eder. Çünkü şükür, nimet karşılığı olur, hamd böyle değildir.
  • Hamd, İsteğe bağlı yapılan bir iyiliğe veya onun başlangıç noktası olan bir iyiliğe karşı, gönül rahatlığıyla o iyiliğin sahibine saygı ifade eden bir övgü sözüdür.
  • Kısmen medh, kısmen teşekkür ile birleşen bir övgü, bir çeşit övmek veya övülmek, iyi bir övüş veya övülüş, güzel bir övücü veya övülen olmak, ciddi bir övücülük veya övülücülük demektir.
  • Kısacası, hamd bu anlamları kapsayan bir sözdür.
  • Arapça'da hamd kelimesi bu anlamların hepsi için kullanılır.
  • Türkçe'de ise, çoğunlukla mastar ismi olarak kullanılır. Diğer kiplerde hamd etmek veya edilmek, hamd ediş veya ediliş, hamd eden veya kendisine hamd edilen, hamidiyet, mahmudiyet (övülmeye değer olmak) denilir ve bugünkü dilimizde bunun öztürkçe olan bir eşanlamlısı yoktur. Şükür de böyledir.


Hamdin sırası ile en yüksek rütbeleri şunlardır:

1- Hamidiyet (hamd etmek)

2- Mahmudiyet (övülmeye değer olmak)

3- Hamidiyet ve mahmudiyet

4- Mahmudiyet ve hamidiyet Ayrıca medh, bağıştan önce de sonra da yapılabilir.

  • Hamd ise kesinlikle bir iyilikten sonra yapılır; şu kadar var ki, onun hamd edene ulaşmış olması şart değildir. Şükürde bu da şarttır.
  • Türkçe'de bir övme var ki, o da methetme ve sena ile eş anlamlıdır.
  • Hamd ise medh ile şükür arasında bir nevi övme ve özel bir medihtir. Çünkü medh, canlı ve istediği gibi haraket etme yeteneği olana da olmayana da yapılır.
  • Örneğin güzel bîr at ve güzel bir inci övülmüş olabilir; fakat onlara hamd edilmez.
  • Hamd, inci ve atı bağışlayan, istediğini yapmakta serbest olan Allah'a hatta onun ilmi ve lutfuna yapılır, ancak vücut güzelliğine yapılmaz. [93]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 136. (56-61)
  • Kur'ân'da türevleriyle birlikte 68 âyette geçen 'hamd', dilde övme anlamına gelir. Câhiliye döneminde çokça kullanılan bu kelime, o dönemde insanların birbirlerini övmesiyle sınırlıydı.
  • Mesela, Zuheyr b. Ebî Sulmâ'nın şu beyti bunu teyid etmektedir:
  • "Bir kimse, iyiliğe müstahak olmayan bir başkasına iyilik yapacak olursa, bu kişi kendisine iyilik yapanı övecek yerde yerer. O da yaptığı iyilikten dolayı pişman olur."[94]ez-Zevzenî, a.g.e., s. 75.
  • "Hamd" kelimesi, câhiliye ve İslâmî dönemlerde "övmek ve yüceltmek" anlamlarında kullanılmıştır.
  • Ancak Kur'ân, bu kelimeyi sadece Allah'a has kılarak buna özel bir mana kazandırmıştır.
  • Câhiliye döneminde ise böyle bir sınırlama yoktur.[95]Ûde,a.g.e., s. 307, 'Ûde, a.g.e., s. 307. Zira Arapçada "övme" manasında "medh, sena" gibi isimler de kullanılır.[96]Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 114.

Hame'in Mesnûn :[]

Hame'in mesnûn[97]Hicr: 15/26., insan tohumu olan nutfe demektir.

  • Gerçekten, nutfe her anlamıyla mesnun, yani hem başkalaşan hem de bir kanun gereği şekillenmiş bîr balçıktır.
  • Bu mesnun balçığa "tinil azıb" yapışkan bir çamur[98]Saffat: 37/11., "sulaletin min main mehin", sülale olmuş / dayanıksız hakir bir su[99]Secde: 32/8., karışık nutfe demek daha doğrudur.
  • Bu kavram insan türünün bütün çeşitleri için geçerlidir. İlk örnek olan Adem de sperm halini almış bir balçıktan yaratılmıştır.
  • "Hume ", uzun süre su ile yumuşayıp başkalaşmış cıvık, kokar çamur, yani balçık demektir.
  • Tekili "hemze" vezninde "heme"dir.

Mesnûn değişik anlamlarla tefsir edilmiştir.

1- Başkalaşan manasına,

2- Hakk olunmamış, sürtülmüş, kazınmış veya bilenmiş anlamına,

3- Dökülmüş, atılmış anlamına,

4- Bir biçim ve örnek üzere tasarlanmış, düşünülmüş anlamına.

  • Ayrıca Kâmûs'ta zikredildiği gibi, çekme yüzlü, çelimsiz dilbere, "memlesehu hesenetin sehlehe" yahut, yüzü ve burnu bir dereceye kadar söbece olan kimseye de "mesnûnu'1-vech" denilir. [100]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 136-137. (3056-3058)

Hamîd :[]

Hamîd, öğülmeye ih¬tiyacı olmayan, zâtı hamde layık olandır. "El-Hamîd" Allah'ın esmâ-ı hüsnâsındandır.

Hâmidûn :[]

Hâmidûn, sönmüş ateş gibi hareketsiz, ölüler demektir.

Hamîm :[]

Hamim, son derece sıcak, ısısı şiddetli, kaynar su demektir.

  • Cehennemin bağırsakları parçalayan suyuna verilen isimdir

Ancak bu kelime farklı üç anlamda kullanılır.

1-"Veliyy-i hamım" gibi yakın yakılgan, hısım veya dost anlamlarına.

2- "Hamim en" gibi kaynar sıcak su anlamına, öyle ki, Cehennemin suyuna "hamım" denmesi bundandır.

3- Kâmûs'ta geçtiği üzere soğuk su mânâsına da gelir. Ezdaddandır. Zira soğuk kaynak suyu sıcakta buğulanır.[101]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 137. (5335, 5542, 4056)


Hamîm, iki şekilde tefsir edilir:

1. Yakın rahim sahihleri/yakın akrabalar

  • "Ve bir hamîm, bir hamîm'e (hiçbir yakın akraba, kâfir olan hiçbir yakın akrabasını) sormayacak."[102]Me'âric: 70/10
  • "Hamim (yakın) bir sadîk (dost) yok."[103]Şu'arâ: 26/101
  • "Hamîm (yakın akrabalığı bulunan) bir velî (dost/koruyucu) gibi olur." [104]Fussilet: 41/34

2. Sıcak/kaynar

  • "Hamîm (sıcak /kaynar) bir sudan sulanıp da bağırsaklarını paramparça eden kimselere..."[105]Muhammed: 47/15
  • "Başlarının üstünden hamîm (sıcak/kaynar su) dökülür." [106]Hacc: 22/19
  • "Sonra başının üstüne hamim (sıcak/kaynar su) azabından dökün..."[107]Duhân: 44/48
  • "Sonra onun üzerine, onlar için hamîm'den (sıcaktan) bir katkı/haşlama vardır." [108]Sâffât: 37/67
  • "Onun (cehennem) ile hamîm (sıcak/kaynar su) arasında dönüp dolaşacaklar." [109]Rahmân: 55/44.Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 428-429.

Hamiye :[]

Hamiye[110]Ğaşiye: 88/4.: Şiddetli hararet, sıcaklık mânâsına "hami" den kızgın, kızışkın demektir.

  • "Hamiye'1-vatisu" "Fırın kızıştı", "Hamiye eş-şemsü ve'n-nâru" "güneş ve ateş kızıştı" demek olur. *Masdarı "hamyen", "humyen" ve "humuyyen" gelir.
  • Ateş zaten kızgın demek iken, "nâr" denildikten sonra, bir de "hamiye" ile nitelendirilmesi sanki, diğer ateşlerin buna göre soğuk kalacağı ifade edilmek istenmekte, ateşin müthiş yakıcılığı anlatılmaktadır. [111]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 138. (6038)

Hamiyyet :[]

Hamiyyet, izzet-i nefis ve şiddetli öfke demektir.

  • Hamiyyet, namus gayretiyle kızmak, bir şeyden utanarak sapmak, arlanarak yüz çevirmektir.
  • Râgıb; "kuvve-i gadabiyye" (kızgınlık ve öfke duygusu) kabarıp çoğaldığı zaman buna hamiyet denilir, demiştir, *"Hameytu alâ fulânen" (falana karşı hamiyete geldim/kızdım) demek "gadabtu aleyhi" (ona öfkelendim) demektir.
  • "Hamiyyeti cahiliyye" cahiliye hamiyeti, hakkı kabul etmeye engel olan hamiyettir:

==Hammalete’l-Hatab :==' [112]Mesed: 111/4Hammâlete'l-hatab[113]Leheb: 111/4. deyimi, odun hamalı, odun taşıyıcısı demek olduğu gibi, nemmam, koğucu, öteye beriye laf getirip götüren, fesadçı manasına mecaz olarak da kullanılır.

  • Keşşafta; halk arasında koğuculuk eden müfside, fesat çıkaran kişiye, "yahmilu'l-hatabu beynehum" (aralarında odun taşıyorlar) denildiği ifade edilmiş, aynca bir şiirde;
  • "Beyazları (yüzleri ak, temiz kimseleri) avlamağa çalışmadın, Alçaklığın sırtına binerek oba arasında yaş odun (beynet hayyi bi'l-hatab)la yürümedin." diyerek, yaş odun taşımanın, yaş odunun dumanın çok olacağından dolayı şerrin ve nifakın büyüklüğüne işaret edilmek istenmiştir.
  • Türkçe'de kundakçılık etmek, yangına körükle gitmek tabirleri buna benzer.
  • Leheb Sûresi ile birlikte düşünüldüğünde, izzet ve servet içinde büyümüş bir kadınının odun hamalı olması acıklı bir sefalettir. [114]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 138-139. (6263-6264)
  • ... (Ve karısı): O Harb'in kızı, Ebu Süfyan'ın kızkardeşi Ümm-ü Cemil'dir.
  • Geceleyin diken, çalı vb. şeylerden bir tutam alır, götürüp Resulullah (as)'in yoluna serpiştirirdi.
  • Onun asılsız sözler/iftiralar yaydığı da söylenir. İnsanların arasını bozan iftiracıya "ara(larm)da odun taşıyor" denir; yani aralarındaki ateşi körüklüyor ve geriye kendi payına bozgunculuk kalıyor.


  • Ya'kub bir şiirinde şöyle demektedir:
  • Onurun göstergesi sürekli diğerlerini kınamayı bir av biniti yapmamak
  • Ve toplum içinde dedikodu (Hetebu'r-ratb) yapmamaktır.[115]Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c.4, s. 821.


  • ... Yani günahlar ve hatalar taşıyıcısı. (Hammalete'l-hatabin) "asılsız sözler yayıyor" anlamına geldiği de söylenir.
  • Buna binaen "asılsız sözler/nemime", "odun/hatab" diye tesmiye edilmiş, zira o toplumun temeline düşmanlık ve kin eker. [116]Semerkandi, B. Ulum, 1996, c.3, s. 632.
  • ...Odun ve çalı çırpı yüklenip Nebi (as)'in yoluna atardı.
  • Hammalete'l-hatabın, insanlar arasında dedikodu yapmaya kinaye ya da günahların çokluğuna istiare olduğu da söylenmiştir. [117]Mülekkin, Garib, 1987, s. 600.
  • Lafzen "odun hamalı", insanlar arasında "nefret ateşini tutuşturmak için" gizliden gizliye gerçek dışı söylentiler yayan ve iftiralar atan kişiyi anlatan meşhur bir deyim.[118]Zemahşeri: bkz- ayrıca Taberi'nin nakliyle Îkrime, Mücahid ve Katade.
  • Kadının adı Erva' Ümm-ü Cemil binti Harb b. Ümeyye idi. Ebu Süfyan'ın kardeşi ve dolayısıyla Ümeyye saltanatının kurucusu Muaviye'nin halası idi. Onun Muhammed'e ve O'na tâbi olanlara karşı nefreti o kadar şiddetli idi ki, sık sık karanlıkta Hz. Peygamber'in evinin önüne onu yaralamak için dikenli çalılar serperdi ve bu büyük öfkesini sürekli olarak Hz. Peygamberi ve onun mesajını zedeleyici iftiralar atmak suretiyle gösterirdi [119]Esed, Mesaj, 1996, c.3, s. 1320.
  • Buradaki "hammalete'l-hatab" kelimesi "odun toplayan kadın" anlamındadır.
  • Müfessirler bu konuda pek çok mana beyan etmişlerdir.


  • İbn Abbas, İbn Zeyd, Dahhak ve Rubeyye b. Ans diyorlar ki:
  • Geceleri dikenli ağaç dalları getirterek Resulullah'ın kapısının önüne bırakan bu kadına yaptığı hareketten dolayı "odun toplayan kadın" denilmiştir.


  • Katade, İkrime, Hasan Basri, Mücahid ve Süfyan Sevri de diyorlar ki:
  • O kadın, fesat çıkarmak için laf taşırdı.
  • Onun için Arapça ıstılahına uygun olarak ona "odun toplayan kadın" denmiştir.
  • Araplar fesat ateşini körükleyen bu tip kişiler için "odun toplayan kişi" derler.


  • Said b. Cübeyr diyor ki:
  • Bir kimsenin kendi günahlarını taşımasına, "Fulanun yahtabu ala zahrihi" (falan şahıs sırtında odun taşımaktadır) denir.
  • Dolayısıyla "hammalete'l-hatab"m manası da "günahını taşıyan kadın" olur. [120]Mevdudi, Tefhim, 1986, c. 7, s. 295-296.
  • Odun (hamalı) taşıyıcısı terkibinde, istiâre-i latife vardır.
  • Bu terkib, "laf taşımak" için müstear olarak kullanılmıştır. Bu meşhur bir istiaredir. [121]Sabuni, Safvet, 1995, c. 7, s. 470.


Müfessirlerin "hammalete'l-hatab" deyimi için öne sürdükleri anlamları aşağıdaki şekillerde özetlemek mümkündür:

a) Asılsız sözler/iftiralar yayan,

b) İnsanların arasını bozan iftiracı,

c) Günah ve hata taşıyıcısı,

d) Fesat ateşini körükleyen kişi.

e) Günahlarını taşıyan kadın.

  • Anlaşılan odur ki ayette yer alan ve anlaşılmasında problem bulunan kelime "hatab/odun" kelimesidir.
  • Fakat bu kelimeyi havi terkib ve bu terkibin bağlamı, aslında kelimenin, basmakalıp anlamını aşan bir mahiyette kullanıldığına işaret ediyor.
  • Zira "hatab" kelimesi buradaki haliyle kadim Arap literatüründe kendisine atfedilen sembolik anlamlan karşılıyor.
  • "Hammalete'l-hatab" terkibinin, Ümm-ü Cemil'in diken, çalı vb. şeyler taşıyıp Peygamberimiz (as)'in yoluna bırakmışlığıyla herhangi bir ilgisi yoktur.
  • Ümm-ü Cemil'in diken, çalı vb. nesneleri geceleri götürüp Peygamber'in geçeceği yollara bırakmasıyla bu sıfatı aldığını düşünmek onun tarihte İslam'a ve peygamberine karşı üstlendiği rolü ve deyimin anlamını fazlasıyla basitleştirmek, yüzeyselleştirmek olacaktır.
  • Bilakis ona; taşıdığı laflardan, günahlardan, hatalardan, asılsız sözlerden ve takındığı bozgunculuk tavrından dolayı bu tanımlama yapılmıştır ve artık bu deyim neredeyse sadece onu hatırlatır olmuştur.
  • D.İ.B., Bilmen, Yavuz, Davudoğlu, Ateş, Bulaç, T.D.V., Y. Öztürk, Atay, A. Öztürk, Koçyiğit, Hizmetli, Varol ve Piriş gibi mütercimler "hammalete'l-hatab" terkibinin literal çevirisini tercih ederek bunun aynı zamanda deyimsel bir ifade olabileceği görüşünü okuyucunun takdirine bırakmak yolunu seçmemişler ve böylece "odun hamalı" şeklindeki bir tercümeyle onu eksik bilgilendirmişlerdir.
  • Bu nedenle okuyucu terkibin deyimsel anlamını öğrenme fırsatından mahrum kalmıştır.
  • Elmalı ve Çantay ise konuya dipnotlarıyla açılım sağlamaya çalıştıkları için tercümeleri üzerinde durmayı gerekli görüyoruz.
  • Elmalı: Karısı da odun hamalı olarak; ...
  • Hammalete'l hatab tabiri Arapçada nemmam, koğucu dedikoducu.
  • Öteye beriye laf götüren fesatçı manasına mesel olmuştur.
  • Nitekim insanlar arasında nemimelerle koğuculuk eden müfside "aralarında odun taşıyor" denilir.
  • Buna lisanımızda kundakçılık da denir ki "yangına körükle gitmek" buna benzer. Fakat lisanımızda "odun hamalı... tabirinden biz bu manayı değil, küçük düşürmek (tezlü) manasını anlarız. Bu nedenle biz diğer manaları da dikkate alarak ahiretteki sefaletlerini göstermek üzere odun hamalı diye tercüme etmeyi uygun bulduk.
  • Çantay: Karısı da (Hem) odun hamalı olarak
  • Çünkü (Ümmü Cemil denilen ve "Ebu Süfyan"ın hemşiresi olan o kadın, Resulullah (as)'ın geçeceği yollara diken atardı. *"Beyzavi, Celaleyn, Medarik". Yahud: Resulullah sallallahu aleyhi veselleme düşmanlığının ve zevcini de ona eziyyet etmeye teşvikinden dolayı. Yahud: Düşmanlık ateşini körükleyen nemmamlığından ötürü günahların hammalı olarak. [122]Beyzavi.
  • Merhum Çantay, terkible ilgili görüşleri sadece nakletmekle yetinerek tercih hakkını okuyucuya bırakmıştır.
  • Bu duyarlı davranış, okuyucunun ilgisini uyandırmaya vesile olabileceğinden ötürü takdire mazhar olmakla beraber kanaatimizce terkibin mecazi anlamına ulaşma noktasında yetersizdir
  • Merhum Elmalı'nın açıklamaları konunun anlaşılması açısından gerekli bilgileri te'min edecek niteliktedir.
  • Ancak biz bütün bu bilgilere rağmen, hem Çantay hem de Elmalı'nın yaptığı gibi, deyimin "odun hamalı" olarak tercüme edilmesinden yana değil.
  • Bilakis, önereceğimiz tercümelerin terkibi anlamayı daha çok kolaylaştıracağına inanıyoruz:

- Asılsız sözler/iftiralar yayan karısı da.

- İğrenç söylentilerin taşıyıcısı olan karısı ile birlikte (Esed)

- Fesat ateşini körükleyen karısı da

- Dedikodu yapan karısı da

- Günahlarını taşıyan karısı da vb.

Hamr :[]

Hamr, örtmek anlamına masdar olduğu halde çiğ üzüm şırasından keskinleşmiş ve köpüğünü atmış olan şaraba isim olmuştur.

  • Çünkü şarap aklı bürüyüp örter.
  • Başka bir deyişle "kafayı dumanlar" ki buna "humar" denilir.
  • "Hamr" kelimesinin bu üzüm şarabına isim olarak verilmesi özel bîr isimlendirmedir.
  • "Hamr" kelimesi genel olarak, akla humar veren yani "kafayı dumanlandıran şey" anlamında kullanılır.
  • Bu anlama göre sarhoşluk veren herşey "hamr"dır.

Hanif :[]

Hanif, batıl dine karşılık hak dine meyleden demektir.

  • Hanf meyletmektir. Ayaklarının birinde eğiklik olan kişiye "ahnef" ismi verilir.
  • Şâir şöyle der: Biz yaratıldığımızda, bütün batıl dinlerden uzak, hanif dini üzerine yaratıldık.[123]Keşşaf, 1/145
  • Hanif ve haniflik, İslâm'ın akîde, ahlâk, sosyal ve toplumsal yönü itibariyle seçkin özelliklerini göstermektedir.
  • Haniflik çoğunlukla Hz. İbrahim'in milleti olarak, müşrikliğin karşıtı olarak kullanılmaktadır.
  • Ancak Beyyine Sûresi'nde de olduğu gibi, tevhid ve ihlas ile dinde salah ve doğruluğu ifade etmek için de kullanılmıştır.
  • Kısacası haniflik Kur'ân'da, Hz. İbrahim'in milletinin bir vasfı olmakla beraber, müşrikliğin zıddı olarak, bütün peygamberlerin milleti olan tevhid ve ihlas dinin bir un¬vanı olarak kullanılmaktadır.
  • Hanif, "hanef" masdarından bir sıfattır.
  • "Hanef" ise dalaldan istikamete, çarpıklıktan doğruluğa meyildir.
  • Nitekim, doğruluktan eğriliğe, haktan haksızlığa meyletmeye "cim" ile "cenef" denir.
  • Hanif kavramının asıl manası, eğriliği bırakıp doğrusuna giden demektir.
  • Hanif, örfte İbrahim milletine isim olmuştur.
  • Başka dinlerden batıl ilahlardan çekinip yalnız tek Allah'a eğilen muvahhid demektir.

Hannâs :[]

Hannâs, gizli hareket etmeyi ve geride kalmayı âdet haline getiren demektir.

  • Ceylan gizlendiğinde "Hanese’z-zabyu" denilir.
  • Kul Rabbini andığı zaman gizlendiği ve Allah'ı anmayı unuttuğu zaman dönüp ona vesvese verdiği için Şeytan'a Hannâs denilmiştir.
  • "Hunus" Gecikmek demektir.
  • Hannâs, "hunus"tan mübalağalı ism-i fail veya o vezinde ism-i mensub olarak Nâs Sûresi'ndeki kullanımında "vesvâs"ın sıfatıdır.
  • Çok hunus edici, hunus etmeyi adet haline getiren demektir.
  • "Hunus" ise, geri dönmek, gerilemek, büzülmek, sıkışmak, gaybubet/bilinmezlik/kayıplık, yani büzülüp sıkılmak, sinip kaybolmak, nabedid/görünmez olan, kaybolan manalarıyla ilişkili olduğu gibi, geçişli olarak, geriletmek, munkabız etmek, sindirip kaybetmek, manalarına da gelir.
  • Müfessirlerin çoğu, geçişsiz olarak, te'ahür/geri çekilmek, munkabız/sıkışıp büzülmük ile sinmek manasına göre tefsir etmişlerdir.
  • Bu anlama göre "hannâs" geri çekilerek veya büzülüp sinerek fırsat bulunca dönmek adeti/huyu/alışkanlığı olan demek olur. *Bu nedenle "hannâs"ı, sinsi diye tercüme ettik.
  • "Hannâs"ın şeytan olduğu gibi insan olması da mümkündür.
  • Çünkü Allah "mine'l-cinneti ve'n-nâs" yani hem cinlerden hem de insanlardan diyor.

Harâb :[]

Harâb, yıkmak ve yok etmek demektir.

  • Harap, maddî ve manevî olmak üzere iki kısımdır.
  • Meselâ: Allah'ın evleri olan camileri yıkmak maddî, O'nun emirlerini bu camilerden kaldırmak ise manevî tahriptir.

Harb :[]

Harb, iki şekilde tefsir edilir:

1. Küfr

  • "Ey îmân edenler! Allah'a ittiqa edin ve faizden arta kalanı bırakın; eğer gerçekten mü'minler iseniz.
  • Yok eğer yapmazsanız Allah ve O'nun Rasûlü'nden bir harb olunacağını iyi bilin." [124]Bakara: 2/278-279
  • Burada harb ile, küfr kasdedilmiştir.
  • "Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne karşı harb/muhârebe edenlerin (küfredenlerin) karşılığı ancak... [125]Mâide: 5/34


2. Kıtal/savaş

  • "Eğer onlarla harb'te (kıtalde/savaşta) karşı karşıya gelirsen, onlara öyle bir ders ver ki, haleflerini de yıldırıp dağıtsın."[126]Enfâl: 8/57
  • "Her ne zaman harb (kıtal/savaş) için bir ateş tutuşturdularsa, Allah onu söndürdü." [127]Mâide: 5/64.

Hard :[]

Hard; kasıt ve azim demektir.

Harec :[]

Harec, üç şekilde tefsir edilir:


1. Şekk/şüphe

  • "Yok, yok! Rabbine kasem olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir harec (şekk/şüphe) duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar."[128]Nisâ: 4/65
  • "Sakın ondan dolayı göğsünde bir harec (Kur'ân'ın Allah'tan geldiği hususunda bir şekk/şüphe) olmasın."[129] A'râf: 7/2
  • "Kimi de dalâlete düşürmeyi irade ederse, onun göğsünü dıyq-harec yapar (onun göğsüne şekk/şüphe koyar)." [130]En'âm: 6/125

2. Dıyq (darlık/sıkıntı/zorluk)

  • "Allah'ın muradı sizi harece (dininizle ilgili herhangi bir hususta sıkıntıya) sokmak değil." [131]Mâide: 5/6
  • "Dînde size bir harec (darlık) vermedi."[132]Hacc: 22/78


3. Günah

  • "Zayıflara, hastalara ve infak edecek bir şey bulamayanlara bir harec (bunların gazveye katılmamalarında bir günah) yoktur." [133]Tevbe: 9/61
  • "A'mâya harec yok, topala harec yok, hastaya harec yok.
  • Bununla beraber kim Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne itaat ederse,(Allah) onu altlarından ırmaklar akan cennetlere kor. Kim de yüz çevirirse, onu da acı bir azâb ile azablandırır."[134]Feth: 48/17.
  • "A'mâya harec yok, topala harec yok, hastaya harec yok (onlarla beraber yemek yemekte bir günah yok)." [135] Nûr: 24/61.

Hares :[]

Hares kelimesi,"haris"in çoğuludur, veya "hadem: hizmetçiler"'ve "hadim: hizmetçi" gibi topluluk ismidir.

  • "Haris" ise, bekçi, muhafız, koruyucu, güvenlik görevlisi, bekleyip gözeten anlamlarındadır.

Harîk :[]

Harîk, "mü'lim" manasında "elim" gibi, "müf'ü" manasında "feil" olarak "muhrik" manasına gelir.

  • Yakıcı cehennem azabı demek olur.
  • "El-harîk" cehennem tabakalarından bir tabaka diye tefsir edilmiştir.
  • Bununla beraber "harîk", İhtirak, yanış, yangın manasına da gelir.

Harrâsûn :[]

Harrâsûn, "yalancı" mânâsına gelen "Harrâs" kelimesinin çoğuludur.

Hars :[]

Hars, toprağı onarıp tohum atmak, sürmek, ekilen tarlaya, ondan meydana gelen ekine de denir.

  • Ekim veya ekin denebilir.
  • Hars, ziraat ve ekin ekmek, demek olup ekin yeri ekilecek tarla anlamında isim de olur.
  • Bakara: 2/223'te bu anlamdadır.
  • Kadının kadınlık organı tarlaya, erkeğin nutfesi (spermi) tarlaya atılan tohuma, doğacak çocuk da elde edilecek ekine benzetilerek istiare yapılmış olur.
  • Hars, "zer" (ekmek)ten daha geneldir. Sürmek manasına da gelir. Ekim ve ekin demektir.

Hars, üç şekilde tefsir edilir:

1. Bizatihi hars (ekin/ekinlik)

  • "Ve hars (insanların ektiği tahıl ve benzeri ekinler) sulamamıştır." [136]Bakara: 2/71
  • "Harsı (insanların ve diğer canlıların yedikleri tahıl ve benzeri ekinleri) helak eder." [137]Bakara: 2/205


2. Sevâb

  • "Kim âhiret harsını (ebrârdan olup sâlih ameliyle âhiret sevabını, mükâfaatını) irâde ederse, onun harsını (sevabını) arttırırız. Kim de dünya harsını (facirlerden olup sâlih ameliyle dünya sevabını, mükâfaatını) irâde ederse, ona da ondan bir şeyler veririz ve onun âhirette hiçbir nasibi olmaz." [138]Şûrâ: 42/20


3. Kadınların fercleri/çocuğun doğduğu yer

  • "Kadınlarınız sizin için bir hars'tır (kadınların fercleri, çocuk için bir tarladır/tarla mesabesindedir).
  • O halde harsınıza (kadınların ferclerine) dilediğiniz gibi varın (-Allah'ın emrettiği gibi, çocuğun doğduğu yerden/fercten olmak şartıyla- ne zaman ve nasıl isterseniz onlara öyle yaklaşabilirsiniz: ister yüz-yüze, ister arkasını dönmüş vaziyette, ister ayakta, ister diz çökmüş olarak onlarla cinsî münâsebet kurabilirsiniz)". [139]Bakara: 2/223.

Harse'l-Âhire :[]

Harse'l-âhire, âhiret kazancı.

  • "Hars" aslında, tohumu yere atmak demektir.
  • Tohumdan elde edilen ekine de "hars" denir.
  • Daha sonra istiare yoluyla, amellerin meyveleri ve neticeleri için kullanılmıştır.

Harûr :[]

Harûr, güneş ısısının şiddeti.

Misbâh yazarı şöyle der:

  • "Harr: sıcak", kelimesi "Berd: soğuk" kelimesinin zıddı olmaktadır.
  • Bu kelimenin ismi "Hararetun" şeklindedir.
  • "Ateş, tutuşup yandı" mânâsına "Harete’n-nâr" denir.
  • Harûr, sıcak rüzgâr demektir.[140] el-Mısbahu'1-münîr

Hasâr :[]

Hasâr, helak ve sapıklıktır.

Hasâsa :[]

Hasâsa, fakirlik ve ihtiyaç demektir.

Hasbuhû :[]

Hasbuhû, ona yeter.

Hasbuhüm :[]

Hasbuhüm, "Onlara yeter" demektir.

Hased :[]

Hased, Râgıb'ın beyanına göre, bir nimeti hak edenden, o nimetin yok olmasını istemektir.

  • Çoğunlukla o nimetin yok olması için büyük çaba harcar.
  • Rivayet edildiğine göre; mü'min gıpta eder, münafık hased eder.
  • Kâmûs ve diğerlerinde geçtiğine göre de, yok olmasını istediği nimetin kendisine geçip geçmemesini istemekten daha geneldir. "Hased"de asıl olan mana, bir nimetin, bir faziletin, bir kemalin sahibinden çıkmasını istemek, bu nimetin kendisine geçmemesinden öte, başkasında bulunmasını çekememektir.
  • Öyle ki, "onunki onda dursun da sana da verelim deseler memnun olmaz.
  • Keşke onunkinin hepsi gitse de kendisine bir şey verilmese" diye düşünür, bu daha çok hoşuna gider.
  • Bu nedenle, hased edilen nimet, hasid/hased eden tarafından ele geçirilmesi mümkün olunmayan kişisel faziletler ve olgunluk türünden özellikler olursa, hasid o zaman bütün bütün fazilet düşmanı kesilir.
  • Onu kendine çeviremediğinden dolayı kıskandığını, hased ettiğini imha ve yok etmekle teselli olmak ister.
  • Kısacası hasid, kendisinin onmasını değil, diğerinin onmamasını ister. Başkasının sahib olduğu üstünlüklerin yok olmasını istemekle beraber, kendisine onun gibisinin veya daha iyisinin verilmesini istemek, hased değil "gıpta " olur. Bu imrenmektir.

Hasene :[]

Hasene, insanın nefsinde, bedeninde, kısacası elde etmekle mesut ve bahtiyar olacağı her nimettir.

  • İsim manasıyla güzel ve güzellik demektir.
  • Hasen, yani güzel, sevince sebep olan ve arzu edilen herhangi bir şey demektir ki, hüsün, güzellik onun nefsinde etkili olan özel bir haldir.
  • Buna göre "hüsün ", ortada bulunan bir iş olmakla beraber, değeri enfüsi (sübjektif) etkisi nedeniyledir.
  • Yani "hüsün", "istihsan"dan önce gelir. Ancak ortaya çıkışı onunladır.

Bunun için hasen üç çeşittir.

1- Akıl ve basiret yönünden güzel bulunma.

2- Heves yönünden güzel bulunma.

3- Hüsün yönünden güzel bulunma.

  • Halk, güzelliği hissi ile, genellikle de gözüyle arar.
  • Kur'ân'daki güzellikler ise genellikle basiret yönünden güzel bulunmuş olanlardır.
  • Hasen, hem zatlara hem manalara söylenir.
  • Hasene, sıfat olduğunda böyleyse de, isim olunca maneviyatla ilgilidir.
  • Hüsna ise yalnızca manevî şeylerle ilgili olarak söylenir.
  • Hasene, Seyyie

Hasene ve seyyîe ibaresi, beş manada tefsir edilmiştir:

1. Hasene, zafer ve ganimet; seyyie, katl ve hezimet

  • "Size bir hasene (Bedir Günündeki gibi bir nasr/zafer ve ganimet) dokunursa, onları tasalandırır. Eğer size bir seyyie (Uhud Günündeki gibi bir katl ve hezimet) isabet ederse ona sevinirler." [141]Âl-i İmrân: 3/120
  • "Onlara bir hasene (nasr/zafer ve ganimet) isabet ederse,"Bu Allah'ın indindendir" derler.
  • Onlara bir seyyie (Uhud Günündeki gibi bir katl ve hezimet) isabet ederse, "Bu sendendir" derler." [142]Nisâ: 4/78
  • "Eğer sana bir hasene (iyilik, nasr/zafer ve ganimet) isabet ederse, onları tasalandırır. Eğer sana bir seyyie (kötülük, katl ve hezimet) isabet ederse..."[143]Tevbe: 9/50


2. Hasene, tevhîd; seyyie, şirk

  • "Kim hasene (tevhid) ile gelirse, ona ondan daha hayırlısı vardır (tevhidten dolayı bir hayr elde eder). Ve onlar o gün feza'dan emin olurlar. Kim de seyyie (şirk) ile gelirse, yüzleri ateşte sürtülür..."[144]Neml: 27/89-90
  • "Kim hasene ile gelirse, ona ondan daha hayırlısı verilir. Kim de seyyie ile gelirse, seyyiât yapanlara, yaptıkları dışında karşılık verilmez." [145]Kasas: 28/84
  • "Kim bir hasene ile gelirse, ona onun on misli vardır. Kim de bir seyyie ile gelirse, onun misli dışında karşılık verilmez. Onlara zulmedilmez. "[146]En'âm: 6/160


3. Hasene, yağmur ve mahsul bolluğu; seyyie, yağmurun, mahsul-nebat ve hayr'ın kıtlığı/yokluğu

  • "Eğer onlara bir hasene (yağmur, mahsul ve hayr bolluğu) gelirse, "Bu zaten bizim hakkımızdır" derlerdi.
  • Eğer onlara bir seyyie (yağmursuzluk/kuraklık ve mahsul kıtlığı) isabet ederse, Mûsâ ve o'nun beraberindekilerin uğursuzluğuna yorarlardı." [147]A'râf: 7/131
  • "Sonra seyyieyi (yağmursuzluğu/kuraklığı, hayr ve mahsul kıtlığını) hasene (yağmur ve mahsul bolluğu) ile değiştirdik." [148]A'râf: 7/95
  • "Onları hem hasene (yağmur ve mahsul bolluğu) ile hem de seyyie (yağmur ve mahsul kıtlığı) ile imtihan ettik." [149]A'râf: 7/168
  • "Ellerinin önden gönderdikleri sebebiyle onlara bir seyyie (yağmursuzluk/kuraklık) isabet ederse... " [150]Rûm: 30/36


4. Hasene, akıbet; seyyie, dünyada azâb

  • "Senden, haseneden evvel (akibetten önce) seyyieyi (dünyada azabı) çabuklaştırmanı isterler. " [151]Ra’d: 13/6


5. Hasene, afv ve güzel söz; seyyie, kabih/çirkin söz ve eziyet

  • "Seyyieyi (kötü söz ve eziyeti) hasene (güzel söz ve afv) ile savarlar." [152]Kasas: 28/54
  • "Hasene (afv ve safh) ile, seyyie (kötü söz ve eziyet) bir olmaz." [153]Fussilet: 41/34
  • "Seyyieyi (kötü söz ve eziyeti) ahsen (en güzel, afv ve safh) ile defet!" [154]Mü'minûn: 23/96
  • "Rabb'lerinin vechini isteyerek sabrederler, salâtı ikâme ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli-açık infak ederler ve seyyieyi hasene ile savarlar. İşte yurdun ukbâsı bunlaradır."[155]Ra'd: 13/22.

Haserât :[]

Haserât, bir fırsatın kaçırılmasından dolayı, kalpte meydana gelen üzüntü mânâsında olan "hasretun " kelimesinin çoğuludur.

  • Muhtâru's-sıhah yazarı şöyle der: Hasret, elden çıkan şeye karşı duyulan şiddetli üzüntü demektir.[156]Muhtaru’s-Sıhah, "Ha-se-ra" maddesi.

Hâsıb :[]

Hâsıb, taş demektir.

  • Bir görüşe göre de, çakılları hareket ettirip savuracak kadar şiddetli rüzgâra denir.

Hasien :[]

Hâsien, "husu"dan ism-i fail olarak, "basar"dan haldir. Köpekleri azarlayıp, hakaretle kovmak, sürüp uzaklaştırmak manasına müteaddi/geçişli veya kovulmuş gibi hakaretle defolup gitmek manasına lazım/geçişsiz fiil olur.

  • Mü’minun: 23/108'deki "ihseu " (yıkılıp gidin) ifadesi bu anlamdadır.
  • Ayrıca, "hâsien " kelimesi, gözün dumanlanıp kamaşması, uyuşup ferinin kaçması manalarına da gelir.

Hasiîn :[]

Hasiîn, horlanmış ve hakir mânâsına gelen hâsi kelimesinin çoğuludur.

  • Dilciler: "Hâsi, insanlara yaklaştığında, hoşt denilerek kovulan köpek gibi, kovulmuş, uzaklaştırılmış, alçak kimse demektir." derler.

Hasîr :[]

Hasır, yorgun demektir.

  • Yorulmak mânâsına gelen "Husur" kökündendir.
  • Deve yorulup yürümekten kesildiğinde "Hasera’l-beîru" denir.
  • Şâir şöyle der: Ona Mina'da Muhassab'ta baktım. Bakışlarım bana yorgun olarak döndü.[157]Kurtubî, 18/210
  • Hasîr, "hasr", "huşur" veya "hasret" ten hasîr veya mahsur manasınadır. "Hasîr", kapalı veya örtülü bir şeyi açmak, sıyırmak, açığa çıkarmak anlamındadır.
  • "Hasereti'l-mer'etü an vechiha kinâen" (Kadın yüzündeki peçeyi sıyırıp açtı/attı) demektir.
  • Bu anlamdan hareketle, hayvanı kuvvetinden düşürecek derecede koşturup yormağa da "hasîr" denir.
  • "Hasr" ise, açılmış, sürülüp yorulmuş, dermansız bırakılmış demek olur.
  • "Hasîr" de, çok yorup dermansız bırakan demektir.

Hasîs :[]

Hasîs, "hasse" masdarından fe'yil manasında fail veya mef'ul olarak "hâse" veya "mahsuse" manalarına gelir ki, burada bir isteyenin bir de istenilenin halini gösterir.

  • "Hass" ise övgü ve teşvik ile kandırıp kızıştırmak veya kanıp kızışmak demektir.
  • Geçişli de, geçişsiz de kullanılır.
  • Bir ısrarı, sabırsızlığı, aceleyi ve hızlılığı gerektirir.
  • Bunun için "hasîs" sadece, seri olmak, aceleci olmak veya süratlendiren manalarına da gelir.
  • A'râf Sûresi'nin 54. ayetindeki, "yatlubühû hasîsen" (gündüzün geceyi kovalayarak bürüyüp örtmesi) yani gündüzün geceyi hasis olarak talebi, sürat ve ısrar ile aralıksız bir şekilde takip etmesi anlamında tefsir edilmiştir.

Hasret :[]

Hasret, büyük pişmanlık demektir.

Hâşia :[]

Hâşia; boyun eğen, zelîl manasınadır.

Hâşian :[]

Hâşian, zelil ve boynu bükük halde demektir.

Hâşiın :[]

"Boyun eğenler" Hâşi', mütevâzi manasına gelir.

  • Aslında boyun eğmek ve zillet manasınadır.
  • Zeccâc şöyle der: Hâşi', üzerinde zillet ve sükûnet alâmeti görülen kimse demektir.
  • "Artık çok merhametli Allah hürmetine sesler kısılmıştır[158]Tâhâ: 20/108 mealindeki âyette de sükûnet manasına kullanılmıştır.[159]Kurtubî Tefsiri, 1/374

Haşr :[]

Haşr, toplamak demektir.

  • Kıyamet günü insanların, hesap ve ceza için toplandıkları gün olduğundan dolayı o güne "haşr günü" denilmiştir,
  • "Vehaşerali Süleymane cunudehu: Süleyman'ın orduları huzurunda toplandı"[160]Neml : 27/17 mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır.
  • Haşr, halkı bulundukları mekanlarından, yerlerinden çıkararak, onları cemaat halinde (toplu olarak bir araya getirme biçiminde) bir yere toplamaktır.
  • Bu nedenle çokluk ve yığılma ifade eder.
  • Kelime genelde bu anlamda kullanılmasına rağmen mutlak "toplanmak" anlamına da gelir.
  • Barış durumundaki bir toplamayı ifade edebilirse de bir seferberliği ifade etmesi ve asker toplama anlamı daha açıktır.

Haşr, iki şekilde tefsir edilir:

1. Toplamak/bir araya getirmek

  • "Onları haşr edeceği (toplayacağı/bir araya geti¬receği) gün, gündüzün bir saatinden başka durmamış gibi (gelecek müşriklere)..." [161]Yûnus: 10/45
  • "Onları ve Allah'tan başka ibâdet ettiklerini haşr edeceği gün..."[162]Furkân: 25/17.
  • "Onları da/hiç birini bırakmaksızın haşr etmiş (toplamış/bir araya getirmiş) olacağız." [163]Kehf: 18/47
  • "Vahşi hayvanlar haşr edildiği (toplandığı/bir araya getirildiği) zaman..." [164] Tekvîr: 81/5
  • "Süleyman'ın cin, insan ve kuşlardan orduları huzuruna haşr edildi (toplandı)." [165]Neml: 27/17
  • "Kuşları da haşr olmuş (toplu) halde (musahhar kılmıştık); her biri o'na evvab idi." [166]Sâd: 38/19

2. Sevketmek (ileri doğru sürmek, gütmek/yedmek)

  • "O zulmedenleri (.....) haşr edin (hesaba çekilmelerinin ardından o şirk koşanlar ile onlarla birlikte olan şeytanları sevkedin) onları cahîmin yoluna iletin!" [167]Sâffât: 37/22-23
  • "Biz onları Kıyamet Günü yüzleri üstü haşr edeceğiz (ateşe sevkedeceğiz)." [168]İsrâ: 17/97
  • "Mücrimleri (müşrikleri) haşr edeceğiz (sevkedeceğiz) o gün (hesabın ardından cehenneme) gömgök olarak." [169]Tâ-Hâ: 20/102.

Haşye :[]

Haşye[170]Yasin: 36/11. ifadesi, tazim, saygı, sevgi ve korku anlamına gelir.

  • "Haşyet", insanı Allah'a kulluğa yaklaştıran, yüksek bir aşk ve heyacan uyandıran, güzel bir haleti ruhiyedir.
  • Bu nedenle, haşyet, mutlak korkudan /havftan daha şiddetli olmalıdır. [171]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 143. (6004, 3428, 4871)

Hata ' VeNisyân :[]

Hata' ve nisyân[172]Bakara: 2/286. iki çeşittir

Birisinde hata' ve nisyân sahibi mazur görülebilir. Diğerinde ise mazur görülmez.

  • Örneğin bir kimse, üzerinde bir pislik görse de bunu temizlemeyi geciktirip daha sonra da unutarak namaz kılsa mazur olmaz. *O pisliği görür görmez temizlemediğinden dolayı kusurlu hareket etmiş olur. Ancak üzerindeki pisliği görmeyerek namaz kılmışsa mazurdur.
  • Aynı şekilde, bir kimse bir ava tüfekle ateş etse de bir insanı vursa, orada insan bulunabileceğini hesaba katmadığı ve gerekli önlemleri almadığı için kusurludur.
  • Yine bunun gibi, kişi dinî emir ve görevleri öğrenmeye çalışmaz ve öğrendiklerini tekrar edip uygulamazsa ve bu nedenle unutursa, bu unutmadan dolayı mazur olmaz.
  • Ancak kusur, hata ve unutma kişinin gücü ve iradesi dışında gerçekleşmiş ise mazur sayılabilir.
  • Böyle olsa da kesinlikle hesaba çekilmeyecek anlamına gelmez.
  • Kur'ân böyle bir ihtimali tümüyle ortadan kaldırmıyor.
  • Unutma ve hata ile yapılan bir zehirin bir zararı yoktur demlemeyeceği gibi bunlar da böyledir. "Hata", günah ve kusur, "nesine", "nisyan" ise unutmak demektir. [173] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 143-144. (1003)

Hatb :[]

Hatb[174]Zariyat: 51/31., önemli emir, önemsenen, asıl iş, eylem demektir. [175]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 144. (4538)

Hatem -Hatm :[]

Hâtem, Asım kıraatında "ta"nın fethi ile, diğerlerinde kesri ile okunur. Kesr ile okunduğunda ismi fail olup, hatim eden, nihayete erdiren, sonuçlandıran yahut mühürleyen demek olur. Feth ile "hâtem" şeklinde okunduğunda ismi alet olup mühür anlamına gelir.

  • Mühür bir şeyin belgelenmesi ve doğrulanması için evrak vs.nin sonuna basıldığında hem "son" anlamına hem de tasdik anlamına gelir.
  • Hatm, içine herhangi bir nesne girmesin diye, birşeyi kapatıp üzerine mühürlemek demektir. Kitabı hatmetmek de bu kelimeden gelir.

Hatf :[]

Hatf[176]Kasas: 28/57, Saffat: 37/10., yırtıcı kuşların av kapması gibi süratle çarpıp almak demektir.

  • "Tahattüf" de bu şekilde çarpılmaktır. [177]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 144. (3748)

Hâtıin :[]

Hâtıîn, üç şekilde tefsir edilir:


1. Şekk [178]Şekk kelimesinin -ikinci şıkta buna tekabül eden kelimenin şirk olması sebebiyle- şirk olma ihtimali bizce kuvvetlidir. Buna göre birinci açıklama ile ilgili ilk cümleyi, "Şirk olmaksızın zenb/günah işleyenler" şeklinde anlamak doğruya daha yakın bir ihtimal gibi görünüyor. (Çeviren). (şüphe) olmaksızın/şekkten gayri zenb/günah işleyenler

  • "Tallahi, Allah seni bize üstün kılmıştır/tercih etmiştir. Doğrusu biz hatakârlar (hâtıin) (günahkârlar/zenb işleyenler) olmuştuk." [179]Yûsuf: 12/91
  • "Dediler ki: "Ey babamız! Günahlarımız için istiğfar et! Biz gerçekten hatakârlar (hâtıin) (şekk olmakzısın günahkârlar /zenb işleyenler) olduk." [180]Yûsuf: 12/97

2. Şirk içinde günah işleyenler

  • "Onu hatakârlar (şirk içinde günah işleyenler) dışında kimse yemez." [181]Hâkka: 69/37
  • "Muhakkak Fir'avn, Hâmân ve o ikisinin orduları hatakârlar (şirk halinde günah işleyenler) idi." [182]Kasas: 28/8


3. Kasdı olmayan hata

  • "Unutur yahut hata edersek (kasıt olmaksızın bir günah işlersek) bizi muahaze etme!"[183]Bakara: 2/286
  • "Bir mü'min için olamaz/olacak şey değildir (mâ kâne) (lâ yenbağî=yakışmaz/uygun düşmez)) öldürmek bir mü'mini; hata ile olması müstesna (bir mü'min bir mü'mini kasden öldüremez)!"[184]Nisâ: 4/92. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 363-364.

Hatm :[]

Hatm[185]Bakara: 2/7., "tab" gibi basmak manasınadır.

  • "Ketm " ile de ilgilidir. "Ala" ile geçişli kılındığı zaman üzerini mühürlemek, yani bir şeyi veya içindekini sağlamlaştırmak için üzerine mühür veya damga basmak anlamına gelir. Bir çıkını, bir odayı, bir zarfı mühürlemek gibi.
  • Bir şeyi sona erdirmek anlamına da gelir. Fakat bu sonlandırma anlamında "hatemehu " gibi bizzat tadiye eder.[186]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 145. (209)

Hatta /Hıtta :[]

Hatta[187]Bakara: 2/57. kelimesi, Asam tefsirinde, "Arapça olmayıp aynen söylenmesi gereken bir kelimedir" denilmiş ise de, diğer müfessirler bunun Arapça "hat" masdarının bir çeşidi olduğunu söylemişlerdir.

  • "Hat", bîr şeyi aşağıya almak, arkadan yük indirmek demek olduğundan "hıtta" da bir çeşit indiriş demek olur. Özel bir şekilde yükü yıkmak veya boyunlardaki vebali indirmek karar veya duasını ifade eder.
  • Genele ait mecaz suretiyle birleştirilmesi mümkündür.[188]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 144-145. (362)

Hattâ :[]

Hattâ, üç şekilde tefsir edilir:

1. İlâ (...e, ...a kadar)

  • "Hani onlara (Salih'in kavmine), "Bir vakte kadar (hattâ hîn) (ecellerinizin sona ereceği âna/zamana, kadar) faydalanın!" denilmişti." [189]Zâriyât: 51/43
  • "Şimdi sen onları bir vakte kadar (hattâ hîn) (ecellerine kadar) gafletleri içinde bırak." [190]Mü'minûn: 23/54
  • "Fecrin doğuşuna kadar (hattâ) (tan yerinin ağarmasına kadar (ilâ)." [191]Kadr: 97/5


2. Felemmâ (ne zaman ki /nihayet)

  • "Hattâ (nihâyet/ne zaman ki) o rasûller ümitlerini kestiler (kavimlerinin îmân etmelerinden ümitlerini kestiler)..." [192]Yûsuf: 12/110
  • "Kendisini helak ettiğimiz bir karyeye haramdır: onlar rücu edemezler. Hattâ (nihayet/ne zaman ki) Ye'cûc ve Me'cûc açılıp..." [193]Enbiyâ: 21/95-96
  • "Hattâ ((nihâyet/ne zaman ki)) emrimiz gelip de tandır kaynadığında..." [194]Hûd: 11/40


3. Olacak bir şey için belli bir vakit, ikrar (nihaî nokta ve kabul)

  • "Allah'a ve Son Gün'e îmân etmeyenler... cizye verinceye (ikrar ve kabul edecekleri vakte) kadar (hattâ) (onlarla kıtal edin/savaşın)!" [195]Tevbe: 9/29
  • "O bağî olanla Allah'ın emrine dönünceye kadar (hattâ) kıtal edin." [196]Hucurât: 49/9
  • Fitne (şirk) kalmayıncaya (yok oluncaya/ortadan kalkıncaya) kadar (hattâ). [197]Enfâl: 8/39
  • Bunun bir benzeri de Bakara sûresindedir. [198]Bakara/193]].
  • "Ve öyle sarsıldılar ki, hattâ (nihayet/ne zaman ki) rasûl ve maiyyetindeki îmân edenler, “Allah'ın yardımı ne vakit?" dediler."[199]Bakara: 2/214. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 350-352.
  • Hatta yetebeyyene lekumu’l-haytü'l-ebyedü mine'l-haytü'l-esvedi mine’l-fecri:[200]Bakara: 2/187

Bir adam[201]O, Adiyy b. Hatem'dir. Buhari'nin "savm" babına ve Bakara suresinin tefsirine bak. Ferra, Meani, 1955, c. 1 s. 115. Nebi (as)'e: "Bu, gerçekten siyah ve beyaz iplik midir?" dedi.

Nebi (as) ona: "Sen kalın kafalının birisin; o, gecenin gündüzden ayrılmasıdır." dedi.

  • (el-haytü'l-ebyed): O, ufukta tan vaktinin fecrinden ilk olarak görülen uzatılmış ip şeklindeki şeydir,
  • (el-haytü'l-esved) ise onunla (haytü'l-ebyed'le) beraber gecenin alacasından (uzatılan) şeydir. Siyah ve beyaz ipliklere benzemele¬rinden dolayı (böyle denmiştir).
  • Ebu Davud, şiirinde şöyle demiştir: Işık huzmeleri bizleri aydınlattığında sabah çizgisi (hayt) ışıldayarak göründü. [202]Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. I s. 257.
  • (Zemahşeri konuya, söz konusu ayetin teşbih mi istiare mi olduğunu tartışarak devam etmektedir.)
  • ... Yani sizin için gündüzün beyazlığı gecenin siyahlığından farkedilir oluncaya kadar. [203]Semerkandi, B, Ulum, 1996, c. I, s. 125.
  • .. .Yani gündüzün beyazlığı gecenin siyahlığından (ayırd edilinceye kadar). El-Haytatu (ifadesi) şairin "kaybolan devesine kazık (seb) ile ipi (hayt) arasındaki mesafe kadar yaklaştı (buldu)" sözünde, ip veya kazık için müsteardır. [204] İsfahani, Müfredat, tsz-, s. 161.
  • (El-haytü'l-ebyed): Gündüz. (Esved): Gece. [205]Mülekkin, Garib, 1987, s. 73.
  • Lafzen "şafağın beyaz çizgisi (gecenin) siyah çizgi(sin)den ayırd edilinceye kadar." Bütün Arap dilbilimcilerine göre, "siyah çizgi" (el-haytü'l-esved) ibaresi, gecenin "karanlığını [206];Lane 11, 831
  • el-haytân ("iki çizgi" veya "iki hat") ibaresi ise "gece ve gündüz"ü gösterir. (Lisanü'l-Arab) [207]Esed, Mesaj, 1996, c. 1 s. 53.
  • El-haytü'l-ebyedü mine'l-haytü'l-esvedi: Şerif Radi bu ayeti şöyle açıklar: Bu, güzel bir istiaredir. Maksat, sabahın beyazlığı ve gecenin karanlığıdır.
  • Burada iplikten mecaz olarak kullanılmıştır.
  • Sabahın beyazlığı, tan yeri ilk ağardığnda hafif bir aydınlık şeklinde olur.
  • Gecenin karanlığı ise yok olup gitme durumunda oldukları ve her ikisi de zayıf oldukları için ipliklere benzetilmişlerdir. *Ancak beyazlık gittikçe artar, karanlık ise gittikçe azalır. Zemahşeri bunun teşbih-i beliğ olduğu görüşündedir [208]Sabuni, Safvet, 1995, c.I s. 227
  • Anlaşıldığı üzere "haytü'l-ebyed" ve "haytü'l-esved" terkibleri bu ayette gerçek anlamlarının dışında, gündüzün başlangıcını/aydınlığını ve gecenin sonunu/alacakaranlığını ifade etmek için istiare, bir kavle göre de teşbih olarak kullanılmıştır.
  • Bütün Türkçe Kur'an çevirilerinde bu gerçeklere göre hareket edildiğini söylemek mümkün değildir.
  • Elmalı: ... ve tâ fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar ...
  • Sabahleyin şafak sökünceye, tan yeri iplik gibi ağarıncaya kadar...
  • Çantay: ... Fecr-(i sadık) olan ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar ...
  • Sabahleyin şafak sökünceye kadar, tan yeri beyaz iplik gibi ağarıncaya kadar...
  • D.İ.B.: Tan yerinde, beyaz iplik siyah iplikten sizce ayırd edilinceye kadar...
  • Bilmen:... ve sizler için fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tebeyyün edinceye kadar.
  • Yavuz: ...ve gece ile gündüzü ayıran fecrin beyaz ipliği, gecenin siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar...
  • Davudoğlu: ... Hem sizce tâ sabahın beyaz ipliği siyah iplikten seçilinceye kadar (yani gecenin siyah ipliğe benzeyen karanlığı gidip sabahın beyaz ipliğe benzeyen aydınlığı seçilinceye kadar) ...
  • Ateş: ... şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırdedilinceye kadar...
  • Bulaç: Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar ...
  • T.D.V: .. sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar...
  • Y. Öztürk: Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar...
  • Atay:... Tan yerinde gündüzün beyaz çizgisi gecenin siyah çizgisinden sizce ayırdedilene kadar...
  • A. Öztürk: ... şafağın beyaz ipliği siyah ipliğinden ayrılıncaya kadar...
  • Koçyiğit: ...fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar...
  • Hizmetli : ... şafak söktükten sonra ortalık aydınlanıncaya kadar...
  • Varol: ... ve şafağın beyaz ipliği siyah ipliğinden size göre ayırd oluncaya kadar...
  • Piriş: ... Fecr esnasında şafaktaki heyazlık; karanlıktan ayırd edilinceye kadar...
  • Şafağın beyaz çizgisi ile siyah çizgisi birbirinden ayırd edilinceye kadar.
  • Kanaatimizce bu ayetin ilgili bölümünün en doğru ve anlaşılır tercümeleri, içinde "siyah iplik" ve "beyaz iplik" ibarelerinin bulunmadığı tercümelerdir.
  • Çünkü bu iki ibare belli bir kültürel zemine yaslanan ve şüphesiz lafzi anlamları dışında başka anlamlar ihtiva ve ifade eden temsillerdir, önemli olan bu temsilleri gün yüzüne çıkarmaktır.
  • Zira anlam tamamiyle bu temsillerde odaklanmaktadır.
  • Bu münasebetle mütercimlerimizin Adiyy b. Hatem'in düştüğü yanılgıda ısrar etmeleri yadırganacak bir davranıştır.
  • Oysaki Adiyy b. Hatem'in konuyla ilgili Resulullah (as)'la olan diyalogunu bilmeyen de herhalde yoktur.
  • Kaldı ki bütün tefsir ve tefsir usulü kitaplarında da bu konu bütün açıklığıyla anlatılmaktadır.

Netice itibariyle söz konusu ifadelerin aşağıdaki tercümelerinin dikkate alınması gerekliliğini ifade etmekte yarar umduğumuzu belirtmek istiyoruz:

- Gündüzün aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye kadar.

- Tan yerinin aydınlığı gecenin karanlığından fark edilinceye kadar.

- Gündüzün beyazlığı gecenin siyahlığından ayırt edilinceye kadar.

- Gecenin gündüzden ayrıldığı ana kadar.

Örnek:

  • Şafak söküp tan yeri ağarıncaya kadar. (Elmalı)
  • Hatta zürtümü'l-mekabir:[209]Tekasür: 102/2.

Klasik müfesirler bu ayeti ana hatlarıyla iki şekilde yorumlamışlar:

1- Ayetle ilgili rivayet edilen tarihi arkaplana yaslı malum, alışılagelmiş yorumu:

  • Bu yorumda müfessirler; müşrik Mekke kabilelerinin mal ve özellikle insan çokluğunu gurur vesilesi kıldıklarını ve bu saikin, onları yaşayan adamlarım saymakla bırakmayıp, mezarlığa giderek ölülerini de saymaya ittiğini zikrediyorlar.


2- Ayetin deyimsel bir ifade olduğu şeklindeki yorum:

  • Bu hususta müfessirler "zürtümü'l mekabir" terkibiyle kinaye yoluyla ölümün kastedildiğini öne sürüyorlar.
  • Zemahşeri ayetin klasik yorumundan sonra konuyu şu çarpıcı açıklamayla noktalıyor:
  • Kabirleri ziyaret, ölümden ibarettir.
  • Ahtal[210] Ahtal: El-Ahtal (640-710), Hıristiyan bir Arap şairi olup Miladi 640'a doğru Hira'da yahut semiyesinin oturduğu Suriye çölünde, Ruşafe civarında doğmuştur Hakiki ismi Giyas b. Salt b. Tarika olup Arabistan'ın en meşhur kabilelerinden Tağlibîlerin Cuşam b. Bekr koluna mensuptu. Validesi Leyla Hristiyan idi. Hasımları tarafından kullanılan diğer bir lakabı da Davbal (do¬muz yavrusu, kurt)dır. Büyük oğlundan Ebu Malik künyesini aldı. Hıristiyan olarak yaşayıp Hıristiyan olarak öldü. Hicivde ustadır. Kadına ve içkiye düşkünlüğü meşhurdur. Ahtal Cerir ve Ferezdak ile beraber birinci sınıfı (el-tabakatü'1-üla) teşkil ederler Arap münekkidleri İslamiyyet'ten beri kendi başlarına ayrı bir zümre teşkil eden bu üç şahsiyet ile mukayese edilecek kimse bulamamışlardır. (İslam Ans. c.l, s. 226-227 ve 228'den özet. MEB İst. M.E. Basımevi, 1950) bir şiirinde şöyle demektedir:
  • Ebu Malik öldü (zare'l-kabre)
  • Ve ölenlerin en kötüsü oldu. [211]Keşşaf, 1997, c.4, s. 798.
  • ... (mezarlara) gelerek kabirdekileri anıp saydınız; ölüm sizi bu hal üzre yakalayıncaya kadar, demektir. [212] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 3, s. 613)
  • "Hatta zürtümü'l-mekabir"; ölüme kinayedir.[213]İsfahani, Müfredat, tsz. 3. 390
  • Yani (sizler) ölüp gömülünceye kadar... [214] Mülekkin, Ga-rib, 1987, s. 583
  • Ta ki öldünüz ve kabirlere gömüldünüz .[215]Zuhayli, Veciz, 1996, s. 602
  • "Hatta zürtümü'l-mekahir" ayetinde kinaye vardır. Yüce Allah, "kabirleri ziyaret"ifadesiyle "ölüm"den kinaye yap¬mıştır. *Bundan maksat, "Neticede öldünüz" demektir. [216]Sabuni, Safvet,1995, c.7 s.412
  • Bu ayetin Türkçe'ye tercümesinde bazı mütercimler deyimsel ifadeyi dikkate alırken diğerleri buna gerek duymamışlardır.
  • Elmalı: ... ta ziyaret edişinize kadar kabirleri ...
  • Çantay: ... ta kabirler(e kadar gidip)[217]Beyzâvi, Medarik ziyaret ettiniz.
  • Ölülerinizi de hesaba katmak için[218] Beyzavi, Celaleyn. Medarik Yahud: Bu hale ölünceye kadar devam ettiniz.[219]Beyzavi, Medarik.
  • D.İ.B. : ... mezarları ziyaretle ...
  • Bilmen: Ta ki, kabirleri ziyaret ediverdiniz.
  • Yavuz: Kabirlere varıncaya kadar ziyaret ettiniz; (Ölülerinizi sayıp onların çokluğu ile öğündünüz.)
  • Davudoğlu: Ta kabirlere varıncaya kadar ziyaret ettiniz.
  • Ateş: Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz (kabre girinceye kadar mal arttırmaya çalıştınız).
  • Bulaç: "Öyle ki (bu) mezarı ziyaretinize (Kabire gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü."
  • T.D.V : ... Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz... '
  • Y. Öztürk : Öyle ki ziyaret edip saydınız kabirleri,
  • Atay: ... kabirlere gidip saymaya varıncaya kadar ...
  • A. Öztürk: Nihayet kabirleri ziyaret ettiniz (ölüm size gelip çattı).
  • Koçyiğit: Kabirleri ziyaret edinceye kadar ...
  • Hizmetli: ... ölene kadar bundan kurtulamadınız.
  • Varol: Öyleki kabirleri bile ziyaret ettiniz.
  • Piriş: Mezarları ziyaret edinceye/ölünceye dek.
  • Çantay, ayetle ilgili her iki yoruma da işaret eden rivayetleri ayrı ayrı naklederek okuyucunun ilgisine sunarken Ateş ve *A. Öztürk ayetin deyimsel anlamını parantez açarak vermiş, Bulaç, Hizmetli ve Piriş ise ayetin sadece deyimsel yönünü tercih etmişlerdir.
  • Bunların dışında kalan diğer zatlar ise ayetin alışılagelmiş yorumunu aynen meallerine yansıtmışlardır.
  • Kendi adımıza ayeti deyimsel anlamıyla tercüme etmenin daha doğru olduğunu belirtmek istiyoruz.
  • Zira bu, Arapların dilinde ölümü anlatan beliğ bir ifade olarak tebarüz ederken aynı zamanda -yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere- şairlerin şiirlerinde de bu anlamıyla temayüz etmiştir.

Netice itibariyle biz, ayetin aşağıdaki tercüme örneklerinin daha uygun olacağına inandığımızı belirtmekte yarar umuyoruz:

- Siz ölünceye kadar.

- Ölüm size gelip çatıncaya kadar.

- Mezarlara girinceye dek vb.

Hâum :[]

Hâum, emir mânâsında fiil ismi olup "alın" demektir.

Havârî :[]

Havârî, Hz. İsa'ya iman eden ilk on iki yüce şahsiyeti anlatmak ve tanıtmak için kullanılır.

  • Dini yaymak için uzak bölgelere gönderildikleri için bu kişilere "Resûli İsâ" (İsa'nın elçileri) de denilir. Eldeki İncillerde bunlara on ikiler de denilmiştir.
  • "Havâriyyûn " kelimesi, "havari" ismi mensubunun çoğuludur. Kâmûs şarihinin açıklamasına göre, çoğuldan cinse nakledilerek tekil ve çoğul olarak da kullanılabilir. "Havar" "haver" kelimeleri, beyaz ve beyazlık manasına isimdir.
  • Bu nedenle şehirli kadınlara beyazlıklarından dolayı "havariyyât" denilir. Bezleri çırparak yıkayıp ağartan yıkayıcıya eski Türkçe tabiriyle "çırpıcı"ya "havari" denilir.
  • Halis ve temiz dost ve yardımcıya, özellikle büyük peygamberlerin davet ve kanunlarını uygulama uğrunda yar ve yardımcılarına da samimi niyet ve temizliklerinden dolayı "havari" denir.
  • Bu isim daha çok Hz. İsa'nın en seçkin yardımcıları olan kişiler için kullanılmıştır.

Havâriyyûn :[]

Havâriyyûn, İsa (a.s.)'nın peşinden giden saf ve has mü'minler.

  • Bunlar, İsa'ya (a.s.) yardım edenlerdir.

Havd :[]

Havd eğlence tarzında ve aşırı derecede dalmak, dalgınlık etmek, kendinden geçmek demektir.

  • En’am: 6/68 ve Nisa: 4/140 ayetleri bunun tefsiridir.
  • Hitap genel anlamdadır, dalma ve yüz çevirme manaları açıkça ifade edilmiştir.
  • Bu ayetlerin muhatapları, Allah'ın ayetleri ile alay edenler ve edildiği ortamdan ayrılmayanlardır.
  • Yoksa, Allah'ın ayetleri üzerinde derinleşmek için Kur'ân ayetleri içerisinde kendinden geçip giden alimler değildir.

Hâviyeh :[]

Hâviye, cehennemin bir adıdır.

  • İnsanlar oraya düşecekleri için ona bu ad verilmiştir.
  • Hâviyeh, Kâmûs'ta cehennemin isimlerindedir.
  • Yukarıdan aşağıya düşmek, sükût etmek mânâsına "huviy" veya "heveyan"dan müştak ism-i fail olarak "sakıt" mânâsına gelir.
  • "Cevv-i hava" gibi içi boş, düşüldükçe düşülen derin, engin uçuruma, "mehvat gibi sukut yerine, yani cevap vermenin mümkün olmadığı mekana denilir (sarkma, düşme yeri).
  • "Hark" çukur demek olduğu gibi, "hâviyeh" de mütemadiyen aşağı doğru devam eden uçurum veya uçuruma düşen demektir.
  • Bu anlamda cehenneme isim olmuştur. Alusi’nin beyanına göre ona "hâviyeh" denilmesinin nedeni gayet derin olmasından dolayıdır. İncil tercümelerinde de hâviyeh kelimesi geçmektedir.

"Ümmi hâviyeh" anası haviye ifadesine gelince, bununla ilgili üç anlamın olduğu rivayet edilmiştir.

1- Ümm, ana anlamında olduğundan, varılacak, barınılacak, kucağına düşülecek mekan anlamındadır. Anası kızgın ateş veya anası kızgın ateş çukur demektir.


2- Araplar bir kimsenin helakine dua için kinaye olarak "havtü ümmühü" derler. (Anası ağlasın, anası ağlayasıca) derler. "Kahrolasıca", "Allah canını alasıca" bedduaları gibi.

  • Nitekim Ka'b İbn-i Sa'di Ğanevi’nin şu beyti aynı şeyi anlatır.
  • "Anası ağlaya düşsün (haveytü ümmühü): o giderken sabah ne gönderdi.
  • Ve dönerken gece ne çevirdi, (yani ne kahraman, ne afacan adamdı)."
  • Hamâse'nin beyti de aynı anlamdadır.
  • "Anaları bayılası (haveytü Ummuhüm) ne olmuştu onlara yıkıldıkları gün;
  • Ceyşan adlı yerde kesintiye uğrayan büyüklenmelerinden dolayı.
  • Mızraklar gerdanlarında iken kaçmak istemediler
  • Ve çıkmak istemediler ölüm korkusu ile bir merdivene.
  • Eğer kaçsalardı yine aziz olacaklardı.
  • Lakin ölüme karşı sabır daha ziyade alicenaplık olur."
  • Keşşaf sahibinin ve Râgıb'ın da Müfredât'ta belirttiği gibi, "fe ümmühü hâviyeh" ifadesi, "hevet ümmuhû" tabirinden türetilmiştir.
  • Burada "hâviyeh" cehennemin bir ismi değil, "düşmek" demektir. Yani deyim olarak "anası düşmüş" demektir.
  • Bu ifadenin inceliğinde şüphe yoktur. Ancak, bu durumda "mahiye" zamiri "hâviye"ye değil "dahiye"ye raci olmak durumunda kalır. Birinci görüş daha açıktır.

3- Katade'den ve Ebû Sâlih'ten rivayet edildiğine göre, "ümm" beynin aslı, kökü demek olup, burada "hâviye" cehennem de olabilir, düşmek anlamına da gelebilir. Yani "beynin kökü heviye olmuştur" veya "tepetaklak cehenneme yuvarlanmıştır" demek olur. Çünkü tepesi aşağı cehenneme atılacaktır. Böylece "mahiye" zamirinde her iki vecih de cereyan eder. Nâr, "hiye nârun" ifadesinde olduğu gibi müptedai mahzufun haberidir. [220]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 146-147. (6036-6038)

Havr :[]

Havr[221]İnşikak: 84/14., bir kemal ve mükemmellikten sonra, noksan ve zevale dönme demektir.

  • Nitekim bir hadisi şerifte, "Kevrden sonra 'havr'dan Allah'a sığınırız" buyurulmuştur.
  • Öyleki, sarık sarıldıktan sonra tersine çözülüp bozulması gibi arttıktan sonra azalmasına, kemalden sonra zevale/eksikliğe, salahtan sonra fesada, ilerleme¬den sonra gerilemeye dönmek demektir. [222]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 147. (5678)

Havvelehu :[]

Ona verdi ve onu sahip kıldı.

Havvelnâhu :[]

Lütuf ve ikram olsun diye.ona karşılıksız verdik.

Hayât :[]

Hayât, altı şekilde tefsir edilir:

1. Birinci halkedilişin ve ruhun üflenişinin ardından verilen hayât:

  • "Siz emvât idiniz de size hayât verdi (nutfeler halindeyken sizi halketti ve size ruhlar verdi)." [223]Bakara: 2/28
  • "İki kere ihya ettin (iki kere hayât verdin -hayâtın ilki, rahimlerdeyken suret verip rûh üflemesidir)."[224]Mü'min: 40/11
  • "Meyyitten (nutfeden) hayyı (canlıyı) çıkarırsın." [225]Âl-i İmrân: 3/27
  • "O ki, size hayât verdi (sizi halketti ve ruhlar verdi)." [226]Hacc: 22/66
  • "De ki: "Allah'tır size hayat veren" (-halketmeyi başlatan anlamında- sizi yaratan)." [227]Câsiye: 45/26


2. Mü'min

  • "Hayy olanı (Allah'ın ilminde hidâyette olan mümini) uyarmak için." [228]Yâsîn: 36/70
  • "Meyyit (ölü: kâfir) iken kendisini ihya ettiğimiz (îmân ile hidâyet verdiğimiz) kimse..." [229]En'âm: 6/122
  • "Hayâttakiler (mü'minler) ile emvât/ölüler (kâfirler) bir olmaz." [230]Fâtır: 35/22


3. Beka (kalıcılık)

  • "Ey lübb sahibleri! Kısasta sizin için hayât (beka/kalıcılık) vardır." [231]Bakara: 2/179
  • "Kim de ona hayât verirse, bütün insanlara hayât vermiş gibi olur." [232]Mâide: 5/32
  • "Kadınlarınızı hayâtta bırakıyorlardı (öldürmemek/sağ bırakmak suretiyle kalıcı yapıyorlardı)." [233]Bakara: 2/49
  • "Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı hayâtta bırakıyorlardı"[234]A'râf: 7/141
  • "Oğullarınızı öldürüyor, kadınlarınızı hayâtta bırakıyorlardı "[235]İbrâhîm: 14/6


4. Toprağın nebat ile canlanması

  • "Bulutları kaldırır; derken onu ölmüş (nebatı bulunmayan) bir beldeye sevkeder; derken onunla arza, ölümünün ardından hayat verir (toprağı envayı çeşit nebat bitirmek suretiyle canlandırır)."[236]Fâtır: 35/9
  • Arzın hayât bulması/canlanması, bitki bitirmesidir.
  • "Meyyit arz {çoraklık ve nebatsızlıktan dolayı ölmüş toprak}, Biz ona hayat verdik (onu nebat ile canlandırdık}"[237]Yâsîn: 36/33


5. Dünyada bir rızık ve bir eser bırakmaksızın Kıyamet Gününden önce ibret olmak üzere verilen hayât

  • "Allah'ın izniyle ölülere hayât veririm/ölüleri diriltirim." [238] Al-i İmrân: 3/49
  • Hz. İsâ, İsrâîloğulları'na -kendisini tasdik etmeleri için- ibret olmak üzere Allah'ın izniyle ölüleri diriltirdi.
  • Bu meyanda Sâm b. Nuh'u diriltmiş ve o da insanlarla konuşmuş, sonra da ölmüş ve eski haline dönmüştü.[239]Hz. İsa'nın, ölüleri dirilttiği Kur'ân'ın bildirdiği bir hakikattir. Ancak Sâm b. Nuh'u dirilttiği ve onun da insanlarla konuştuğu iddiası, aslı-esası olmayan bir İsrâîliyâttır. (Redaktör)
  • "Benim iznimle mevtayı çıkarıyordun"[240]Mâide: 5/110


6. Sonrasında ölümün sözkonusu olmadığı Kıyamet Günündeki hayât

  • "Doğduğu gün, öleceği gün ve hayy (ölümün ardından diri) olarak ba's edileceği gün (Kıyamet Günü) selâm o'nun (Yahya'nın) üzerine."[241]Meryem: 19/15
  • "(İsâ dedi ki): "Doğduğum gün, öleceğim gün ve hayy (ölümün ardından diri) olarak ba'sedileceğim gün (Kıyamet Günü) selâm benim üzerime." [242]Meryem: 19/33
  • "Öyleyse mevtaya(ölüye), (Kıyamet Günü) hayât vermeye kadir değil mi?"[243]Kıyâmet: 75/40
  • Benzeri âyetler çoktur. [244]Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 292-294.

Hayme :[]

Hayme[245]Rahman: 55/72., dilimizde çadır diye bilinmektedir.

  • Kâmûs tercümesinde "hayme" Arap evlerinin yuvarlak olanına denir ki, genellikle "çadır" tabir olunur.
  • Bazıları; üç veya dört direk üzerine kurulup üzerine "sumam " denilen otlarla örttükleri evlerdir. Sıcak havada orada gölgelenilir.
  • Ayrıca, yalnızca ağaçtan, ağaç dallarından yapılan evlere, gölgeliklere de "hayme" denilir.
  • Türkçe'de bu tür gölgelikler "salaş" diye isimlendirilir.
  • Araplar, bunu kıldan, deriden kubbe tarzında inşa ederler. Buna çadır denilir.
  • Ağaçtan yapılana da Türkmen lisanında "alacak" adı verilir. Sazlıktan yapılana "hüg " denilir. [246]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 147-148. (4692)

Hayr :[]

Hayr[247]Beyyine: 98/7, Bakara: 2/148., Kur'ân'ın bir çok ayetinde "mal" özellikle de "çok mal, servet" anlamında kullanılmaktadır.

  • Mala, hayr denmesinin sebebi, insanın mala olan ihtiyacından, onda dünya menfeati bulunmasından dolayıdır.
  • Ayrıca insanların büyük çoğunluğunun malı, kendileri için hayır olarak görmeleri de kelimenin bu anlamda kullanılmasında etkili olmuş olabilir.
  • Ancak Kur'ân'da mal tutkusu, mala düşkünlük, Beyyine ve başka bir çok sûrede sürekli olarak tenkid edilmiş, insanların bu davranışlarından vazgeçmeleri istenmiştir. [248]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148. (6021)

Hayrat :[]

Hayrat, hayre kelimesinin çoğulu olup salih ameller demektir.

Hazâin :[]

Hazâin[249]Maide: 5/50., hazineler demektir. 

  • Türkçe'de hazine ve hazne tabir olunan "Hizâne"nin çoğuludur.
  • Ellerin erişemeyeceği, kimsenin sahib olmayacağı çoklukta değerli mal biriktirilen mekanın ismidir. [250]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148. (1937)

Hazene :[]

Hazene, bir şeyi korumak ve kollamakla görevlendirilmiş kimse mânâsına gelen "Hâzin" kelimesinin çoğuludur.

Hazenetuhâ :[]

Hazenetuhâ, orada görevlendirilmiş bekçiler demektir.

Heba ':[]

Heba, havada uçuşan çok küçük parçalar.

  • Heba'[251]Furkan: 25/23., bir pencereden güneş ışığı vurduğu anda, o an ışık içinde uçuşuyor gibi görünen tozlara denir.
  • Ayrıca heba kelimesinin "dağınık" anlamı da vardır. [252]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148. (3581)

Hecr-i Cemîl :[]

Hecr-i cemîl[253]Müzemmil: 73/10., kalben ve fikren belli şeylerden uzak durmak, işlerinde o kötülüklere uymayıp, onların etkisinde kalmamakla birlikte, kötülüklerine aynı yöntemlerle karşılık vermeyerek, müsamaha ve güzel ahlâkla muhalefet etmektir. [254]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148. (5432)

Hediy :[]

Hediy[255]Bakara: 2/196., deve, sığır ve davar cinsinden Beytullah’â gönderilen kurbanlıkların ismidir.

  • Asgarisi koyun ve keçidir.
  • Büyükbaş hayvanın yedide biri de hediy için yeterlidir. [256]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148-149. (712)

Hel :[]

Hel, bir istifham ifadesidir/harfidir. Böyle olmakla beraber bazan,"hel hazâ illâ beşerun" ifadesinde olduğu gibi "mâ" manasında olumsuzluk bildirir. Bazan da "hel etâ" ifadesinde olduğu gibi "kad" isbat ve te'kid için kullanılır.

  • Müfessirler İnsan: 76/1 ve Ğaşiye: 88/1'deki "hel" ifadesinin "kad" manasında olduğunu söylemişlerdir.
  • Böyle olunca anlam; pekiştirme anlamında, "gerçekten geldi" veya "geldi mi geldi" veyahut, "geldi ya" olur. [257Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 149. (5491)

Hel, dört manada kullanılmıştır:

1. (olumsuzluk edatı olan) mâ

  • "Onlar, kendilerine meleklerin gelmesinden başkasını mı (hel) bekliyorlar (başkasını beklemiyorlar)." [258]En'âm: 6/158
  • Bunun bir benzeri de Nahl sûresindedir [259]Nahl: 16/33.
  • "Onlar, buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelivermesinden başkasını mı (hel) bekliyorlar (başkasını beklemiyorlar)."[260]Bakara: 2/210
  • "Onlar, farkında değillerken Saat'in ansızın kendilerine gelmesinden başkasını mı (hel) bekliyorlar (başkasını beklemiyorlar)." [261]Zuhruf: 43/66
  • "Artık onlar Saat'in kendilerine ansızın gelmesinden başkasını mı (hel) bekliyorlar (başkasını beklemiyorlar)." [262]Muhammed: 47/18
  • "Rasûller üzerine apaçık tebliğden başkası mı (hel) düşer" (rasûller üzerinde apaçık tebliğden başkası düşmez)"[263]Nahl: 16/35


2. dır-dir, tır-tir, dı-di, tı-ti

  • "İnsan üzerinden geçti mi (geçti/geçmiştir)..." [264]İnsan: 76/1
  • "Sana ğâşiyenin hadisi geldi mi (geldi/gelmiştir)." [265]Ğâşiye: 88/1
  • "Sana Musa'nın hadîsi geldi mi (geldi/gelmiştir)."[266]Tâ-Hâ: 20/9
  • "Sana İbrahim'in konuklarının hadîsi geldi mi (geldi/gelmiştir)." [267]Zâriyât: 51/24


3. Olumsuz soru edatı anlamında

  • "Seni delâlet edeyim (delâlet etmeyeyim) mi, huld ağacına?" [268]Tâ-Hâ: 20/120
  • "Size "....." diye haber veren bir adama delâlet edelim (delâlet etmeyelim) mi?" [269]Sebe: 34/77
  • "Amelleri açısından en çok ziyana uğrayanları size haber vereyim (haber vermeyeyim) mi?" [270]Kehf: 18/103
  • "Size şeytanların kimin üzerine indiğini haber vereyim (haber vermeyeyim) mi?" [271]Şu'arâ: 26/221


4. İstifham-ı inkârı/inkâr tarzında soru

  • "Size rızık olarak verdiklerimizde, sağ ellerinizin sahib oldukları kölelerinizden ortaklarınız olmasını... kabul eder misiniz (etmezsiniz)." [272]Rûm: 30/28
  • "O Allah ki sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Sizin şeriklerinizden bunlardann birini olsun yapabilecek var mıdır?! (yoktur)." [273]Rûm: 30/40
  • "Ortak koştuklarınızdan ilkin yaratıp sonra onu iade edecek kimse var mıdır (yoktur)."[274]Yûnus: 10/34
  • "Ortak koştuklarınızdan hakkı gösterecek bir kimse var mıdır (yoktur). De ki: "Hakkı gösterecek Allah'tır. Acaba hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa...?!" [275]Yûnus: 10/35
  • "Acaba şimdi bizim için şefaat edecek şefaatçiler bulunur mu (bulunmaz)."[276]A'râf: 7/53
  • Keza, Şûra ile Mü'min sûresinde de böyledir.

Heleke :[]

Heleke, dört şekilde tefsir edilir:

1. Ölmek

  • "Eğer bir erkek helak olur da (ölür de)..."[277]Nisâ: 4/176
  • "Yahut helak olanlardan (meyyitlerden/ölmüşlerden) olacaksın." [278]Yûsuf: 12/85
  • "Hiçbir karye yoktur ki Biz onu (onun ahalisini) helak edecek (Kıyamet Gününden önce öldürecek/ olmayalım."[279]İsrâ: 17/58
  • "O'nun vechi müstesna (Allah hariç -şüphesiz O ölmez-) herşey helak olacaktır (bütün canlı varlıklar ölecektir)."[280]Kasas: 28/88

2. Azâb

  • "İşte o kumlar, Biz onları helak ettik (senden evvelki ümmetlerin yaşadığı memleketlerdeki o kâfir toplumlara azâb ettik), zulmettiklerinde (şirk koştuklarında). Ve onların helakleri (o kâfir toplumların azâbları) için bir mev'ıd (vakit) tayin etmiştik." [281] Kehf: 18/59
  • "Biz hiçbir karyeyi (geçmiş ümmetlerin yaşadıkları karyelerdeki kâfir toplumları) malum bir kitabı olmaksızın helak etmedik (azaba uğratmadık)." [282]Hicr: 15/4
  • "Rabbin kurâ'ları helak edecek (memleketlerin ahalisini azaba uğratacak) değil; ana noktasında bir rasûl çıkarmadıkça." [283]Kasas: 28/59
  • "Kendilerinden (Mekke kâfirlerinden) evvel karn'dan nicesini helak ettik (azâb ettik)." [284]En'âm: 6/6

3. Dall/kaybolmak

  • "Benim sultânım da (hüccetim/delilim de) helak oldu (kayboldu -gösterebileceğim bir delil yok)." [285]Hâkka: 69/29

4. Fesâd

Helû ':[]

Helû', çok sabırsız, çok sızlanan demektir.

  • Ebû Ubeyde şöyle der: Helû', kendisine iyilik geldiğinde şükretmeyen; zarar geldiğinde sabretmeyen demektir.[288]Kurtubî, 18/290

Hevâ :[]

Düştü demektir.

  • Birşey aşağı düştüğünde "Hevâ" denilir.
  • Geniş zamanı "Yehviy " dir.
  • Hevâ: Nefsin şehvete meyli demektir. Keyf de denir. Hevâ; "yahvi" ikinci babdan masdarı "heyven, heveyânun, hüveyyen"dir ki, şahinin inişi gibi hızla süzülüp inmek ve düşmek veya yukarı fırlamak manalarına gelir.
  • Yıldızların doğuşu da batışı da bir heveyân, yani ufka bir fırlayış yahut ufuktan bir iniş veya düşüş demektir.
  • Bu madde rubai babdan "heviye", "yahve" diye kullanıldığında da mastarı "hevâ" gelir ki, nefsin isteklerine meyli, arzusuna düşkünlüğü ve sevdası anlamına gelir.
  • Heva, nefsin kendiliğinden meylettiği arzusu, mücerred keyiftir.
  • Nefsin şehvete meyli olarak da tabir olunur.
  • Heva, ilme uygun olan ve olmayan diye ikiye ayrılır.
  • İlme uygun heva, hakkın gözünde fıtrat gayesine uygun olan eğilimlerdir.
  • Zira şehvetlerin yaratılışı boşuna değildir.
  • İlmin zıddına olan zina gibi.


Hevâ, beş şekilde tefsir edilir:

1. Nezele/inmek

  • "İndiği (hevâ) dem o necm'e (Cebrail'in Nebi'ye indirdiği Kur'ân'a, Kuran’ın parça parça inen necmlerine /kısımlarına) [289]Krş. "en-Necm" maddesi. andolsunki..." [290]Necm: 53/1
  • "Mu'tefikeyi de hâviyeye attı (ehvâ) (semaya yakın bir yere kadar yükseltmesinin arkasından Cebrail onu eliyle arza indirdi)."[291]Necm: 53/53. Bu iddianın hiçbir dayanağı yoktur.


2. Helak olmak

  • "Gazabım her kime gelip çatarsa hevâ (helak) olur." [292]Tâ-Hâ: 20/81


3. Canların çektiği, arzu ettiği şeyler

  • "Nefsini hevâdan nehyedene (arzu ettiği isteklerden, şehvetlerden alıkoyana) gelince..." [293]Nâziât: 79/40
  • "Nefislerin hevasına (arzularına)..." [294]Necm: 53/23
  • "Hevâsına (arzu ve hevesine) tâbi olan (her ne arzu ederse onu yapan) kimse..." [295]Tâ-Hâ: 20/16
  • "İlahını hevâsı edinen kimseyi gördün mü?" [296]Furkân: 25/43


4. Bir şeyin, herhangi bir şeye dayanmaksızın iki şey arasında durması (havada olması)

  • "Bakışları kendilerine dönmez ve gönülleri hevâdır (kâfirlerin kalbleri, göğüsleri ile gırtlakları arasında bulunacaktır. *Gırtlaklarından dışarıya çıkmayacağı gibi, göğüslerine de dönmeyecektir -bununla, çekecekleri sıkıntının büyüklüğü ifade edilmektedir-)"[297]İbrâhîm: 14/43


5. Alıp gider (sürükler, savurur)

  • "Yahut rüzgârın kendisini ücra bir yere savurduğu kimse gibi olur."[298]Hacc: 22/31.

Hıll :[]

Hıll kelimesi, haram, harem, ihram kelimelerinin karşıtı olarak helal gibi masdar ve isim masdar gibi sıfat ve isim olur.

  • İhramdan çıkmak, helal mekanda bulunmak, Mekke'de Harem'in dışına çıkmak, yeminden kurtulmak anlamlarına gelir.
  • Asıl anlamı "helal " gibi çözmektir.
  • Bir serbestlik ifade eder. Bir şeye girmek, konmak manasına geldiği de söylenmiştir.

Hîn :[]

Hin, zamandan, az veya çok sınırlı bir parçaya denir.

  • Bütün zaman için veya mutlak zaman için kullanılmaz.
  • İnsan Sûresi'ndeki kullanımında, dehrin başlangıcı olan, alemin yaratılışı /başlangıcı ile insanın ilk yaratılışı arasındaki zaman dilimine karşılık gelmektedir. [299]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 150. (5492)

Hıns :[]

Hıns, günah demektir.

  • Müfessirlerin çoğu Hadid: 57/42'deki ifadeyi büyük günah diye tefsir etmişlerdir. [300]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 150. (4712)

Hıssu :[]

Hıssu, dört manada tefsir edilir:

1. Hissetti, gördü

  • "Ne zaman ki İsâ onlardan küfrü hissetti (gördü)..."[301]Âl-i İmrân: 3/52
  • "Ne zaman ki be'simizi hissettiler (azabımızı gördüler)... "[302]Enbiyâ: 21/12
  • "Onlardan birini hissediyor (görüyor) musun?" 303] Meryem: 19/98


2. Öldürme

  • "Hakikat şu ki, Allah va'dini yerine getirdi: hani onları -O'nun izniyle- hissediyordunuz (öldürüyordunuz)."[304]Âl-i İmrân: 3/152


3. Araştırmak

  • "(Ya'kûb dedi ki): "Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf ve o'nun kardeşinden bir tahassüste bulunun" (Yûsuf ve kardeşini) araştırın)!" [305]Yûsuf: 12/87


4. Savt/ses

  • "Onlar onun hasisini (ateşin sesini) dahi işitmezler ve onlar canlarının/iştahlarının çektiği şeyler içinde muhalleddirler/sürekli kalacaklardır."[306]Enbiyâ: 21/102

Hıtta :[]

Hıtta, "Hatta" fiilinin masdarıdır. İstiğfar için kullanılır. Mânâsı, "günahlarımızı bağışla" demektir.

  • "Hıtta annâ zunubenâ: Günahlarımızı bağışla" da bu kabildendir.[307]Mecâzu'1-Kur'an , 1/41

Hızlan :[]

Hızlan[308]Al-i İmran: 3/160., muhtaç olan kimseyi, en çok muhtaç olduğu zaman yardımsız bırakmak demektir.

  • "Hazul" ondan mübalağa sigasıdır.
  • Bu özellik, Furkân Sûresi, 29. ayette, İnsanı yardım ve desteksiz koyan, ümitlendirip, yüz üstü bırakan ins ve cin şeytanlarına karşılık olarak kullanılmaktadır.
  • Kur'ân'daki diğer kullanımlarında da "en muhtaç olduğu anda yüz üstü bırakma" anlamı bulunmaktadır. [309] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 150. (1218, 3583)

Hızy :[]

Hızy, zillet ve horluk demektir.

Hicr :[]

Hicr, meni' ve "hacir " manasından kaynaklanarak akıl manasında kullanılmaktadır.

  • Zira akıl sahibini fenalıktan kurtarır. Hicr, tam akıl sahibi demektir.
  • Ferrâ şöyle der: Bir kimse nefsine hakim ve egemen olduğunda "İnnehu lezu hicrun: Şüphesiz o akıllıdır" derler.
  • Hicr, aslında, engel olmak manasınadır.
  • Akıl kişiyi kötü davranışlardan engellediği için akla "hıcr" denilmiştir.
  • Şair şöyle der:
  • Onun tevbe etmesi nasıl umulur? Tevbe ancak, yiğit kişilerden yani akıl sahibi kişilerden beklenir.[310]Kurtubî. 19/43

Hicran Mahcûran :[]

Hicran mahcûran[311]Furkan: 25/22.,bir düşmanla karşılaşıldığında ve bir saldırıya uğranıldığında söylenilen söz veya bir deyiştir.

  • Fiil-i mahzuf mef’ûlu mutlak halinde pekiştirmeli bir ifadedir.
  • Fiilî, "uhcur , hicran , mahcura " derler veya "hacere ,hicran ,mahcura " takdirinde emir veya mazi olabilir.
  • Böylece yerine göre ya dua, ya bir yalvarış, sığınma, yahut bir engelleme ve tehdit ifade eder.
  • Bir dua olarak düşünülürse "etme, kıyma, evlerden uzak dağlara, taşlara" anlamında olur. Diğerinde de "yasak", yahut "davranma" anlamına gelir. [312]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 150-151. (3580)

Hidayet :[]

Hidayet, istenilen hedefe ulaştıracak şeye, lütuf ve incelikle, zerafetle kılavuzluk etmek anlamındadır.

  • Hidayet, sadece yolu gösterivermek, yola götürüvermek, hatta sonuna kadar götürüvermek fiillerinden biri ile gerçekleşir.
  • Birincisine; hedefine vardırmayan kılavuzluk veya irşad, ikincisine hedefine vardıran kılavuzluk veya tevfîk denilir. *Bu kılavuzlukta lutuftan maksad, sertlik ve şiddetin karşılığı olan yumuşak huyluluktur. Letafetten maksad da incelik ve zerafettir.
  • Hidayet yalnız iyiliği istemeye aittir.
  • Örneğin hırsıza yol göstermeye, kılavuzluk etmeye hidayet denmez.
  • "Onları sıratı cahime götürün (fehduhum)"[313]Saffat: 37/23. ayetinde olduğu gibi olumsuz anlamda kullanılması, yani sonu hayır olmayan bir yere götürmek anlamında kullanılması, alay etmek, küçümsemek gibi bir nükteye binaen mecaz olur.
  • Demek ki, hidayet her istenilene mutlaka hidayet etmek değil, irşad gibi maksadında iyilik, uygulamasında da iyilik, zerafet ve incelik bulunan bir kılavuzluktur.
  • Hidayet et/ver anlamındaki "İhdi" kelimesi ise, "hidayet" masdarından emir kipidir.
  • Bu kip ile yukarıdan aşağıya, büyükten küçüğe, kesinlikle meydana gelen işi/eylemi yapmayı istemeye; emir, aşağıdan yukarıya yapılan isteğe; dua, bu eşit seviyedeki kimseler arasında yapılırsa; rica denilir.
  • Allah'ın hidayeti sayılmayacak kadar çoktur.
  • Bu hidayet, evreni yaratmasından, insana, sıhhat, sağlık, akıl ve irade vermesine, insana kılavuzluk etmesi için peygamber ve vahiy göndermesine kadar hayatın bütün alanlarına şamildir. [314]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 151. (119-120)
  • Hidâyet türevleriyle birlikte 316 âyette yer alır. Arap dilinde "hedâ" kökünden gelir. "Hedâ" ise doğru yolu bulmak, yola girmek, yol göstermek, doğruyu, iyiyi, güzeli farketme, bunlara giden yolda yürümek anlamlarını ihtiva etmektedir.[315] İbn Manzûr, a.g.e., XV, 353.
  • Rağıb'a göre ise "hidâyet", yumuşaklıkla rehberlik etmektir.[316] el-İsfahânî, a.g.e s. 784, 785.
  • Bir diğer ifade ile "hidâyet", insanın sergilediği iyi ameller sonucunda elde ettiği bir yoldur.
  • Aynı kökten gelen ve "hedâ" kavramının ism-i faili olan "el-Hâdî" ise Allah (c.c)'ın isimlerinden olup, kullarına kurtuluş yolunu gösteren ve açıklayan anlamına gelmektedir.[317]el-Gazalî, Ebû Hâmid, el-Makâsidu'l-Esma Şerhu Esmâillâhi'l-Husnâ, Medine, 1409, s. 107.
  • Bu bağlamda Allah (c.c), hidayeti (doğruyu), peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla insanlara bildirmektedir.
  • Şayet bunlar gönderilmeseydi insanlar doğruyu net olarak bilemezlerdi.
  • Dolayısıyla bu kitaplardan ve peygamberlerden yararlananlar doğruyu ve hidayeti bulmayı arzulayanlardır.
  • Bunlar takva sahibi olarak da nitelenebilirler.
  • İlim ve marifet hidayeti bulmak için tek başına yeterli değillerdir.
  • Çünkü nice ilim sahipleri vardır ki takvaya ve ilmiyle amel etmeye yönelmedikleri için kendileri batıla düştükleri gibi başkalarını da saptırmışlardır.[318]bkz. Kutub, Seyyid, Fi Zılâli’1-Kur'ân, Beyrut, 1982, II, 820, 821.
  • Câhiliye şiirinde "hidâyet" kelimesi çokça kullanılmıştır. Zira o dönemde, şartların da zorlamasıyla insanlar, devamlı yolculuk ve sefer halinde bulunduklarından dolayı, her zaman böyle bir yol göstericiye yani rehbere ihtiyaç duymaktaydılar. *Çünkü çöl son derece tehlikeli bir yerdi. En tecrübeli kılavuzlar bile bir noktada şaşırıp sapabilirlerdi. Dolayısıyla, şaşırmadan kılavuzluk görevini yapmak, bir rehber için gurur ve övünç vesilesiydi.
  • Nitekim Abîd b. el-Abras, şiirlerinin birinde kendisinin iyi bir "hadî" yani rehber olduğuyla övünerek şöyle der:
  • "Bu öyle bir vadi ki, en tecrübeli kılavuzlar bile burada yollarını kaybederler."[319] Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, s. 138.
  • Araplar, mızrağın ucundaki sivri demire de, mızrağa doğru yolu gösterdiğinden dolayı "hadî" demişlerdir.
  • İmruu'l-Kays bir beytinde şöyle diyor:
  • "(Avda) hayvan sürülerinin, öndekilerine yetişip onları göğüslemesinden, atımın kanlara bulanan yelesi, kına ile boyanmış ve taranmış bir ihtiyar sakalı gibiydi."[320]Îmruu'l-Kays, a.g.e., s. 156.
  • Beyitlerden anlaşıldığına göre câhiliye döneminde bu iki kavramın kullanım alanı lügat manalarıyla sınırlıdır. Yani sadece çölde yol göstermeyi ifade ederdi. Yine o dönemde çöldeki yolları iyi bilen ve insanlara yol gösterip varacakları yerlere selametle götüren kimseye "hâdî" denmiştir.
  • Kur'ân'ın düşünce dünyasında ise "hâdî" kavramı sadece dünya ile sınırlı kalmaz. Fakat hemen şunu belirtelim ki, Kur'ân'da "hadî" (hidâyet veren) bizzat Allah'tır. Ve bu öyle bir kılavuzdur ki, O'nun rehberliğinde yürüyen asla şaşmaz ve yolunu kaybetmez.
  • Görüldüğü gibi Kur'ân bu kavrama manevi bir boyut kazandırmaktadır. Çünkü kavram ilk başta çölde seyahat esnasındaki rehberlikle ilgili iken daha sonra, insanın, ucu bucağı olmayan manevi çöllerin aşılması ile ilgili kullanılır olmuştur."[321] Izutsu, a.g.e., a.y.
  • Öte yandan Kur'ân'a göre hidâyet veya dalâleti seçmek insanın elindedir.
  • Dolayısıyla insan isterse hidâyeti, isterse dalâleti seçer.
  • Bu fiil, if’al babına aktarılınca hediye vermek anlamına gelir. Bu da şuna işaret edebilir: Hidâyet; Allah'ın insanlara bir hediyesidir. Çünkü Allah, hidâyeti, doğru yolu göstermeseydi hidâyeti kim bulabilirdi?[322]A'râf: 7/4.
  • Bu itibarla Kur'ân'a göre tek hidâyet kaynağı Allah'tır.[323]Bakara: 2/120; A'râf: 7/178. Allah bu hidâyetini peygamberler vasıtasıyla gerçekleştirir.[324]En'am: 6/84, 91.
  • Kur'ân'daki anlamıyla doğru kabul edilen yolu gösterme veya talep edilen yolu gösterip oraya ulaştırmak, hidâyeti ifade etmek için yeterli değildir.
  • Mesela hırsıza yol göstermeye rehberlik etmeye hidâyet denmez.
  • Dolayısıyla yol göstermenin hidâyet olabilmesi için yolun dosdoğru olması gerekir.
  • Bu da ancak İslâm'a giden yolda yapılan kılavuzluktur.[325]İbn Kesir, II, 109, 110; Elmalılı, I, 124. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 104-107.

Hikmet :[]

Hikmet, kendisiyle amel edilen faydalı ilim.

  • Bakara: 2/19’da maksat, Hz. Peygamberin Sünnet-i seniyyesidir.
  • Hikmet, ilim ve amelde sağlamlık, başka bir deyişle sözde ve işte isabet demektir.
  • Hüküm, hükümet, ihkâm (sağlamlaştırma) kelimeleriyle ilişkili bir masdar ve isimdir.
  • Lafzî ve manevî alanda birçok kelime ile anlam ilişkisi olduğundan bulunduğu yere göre tefsir edilmesi gerekir.
  • Mastar olması açısından, kötülükleri ortadan kaldırmak, iyilikleri elde etmek manası vardır.
  • Hüküm, hükümet ve ihkâm bu kökten alınmıştır.
  • Her nerede kötülüğü gidermek ve iyiliği elde etmek varsa, orada "hikmet" anlamı vardır.
  • Bu nedenle bir şeyin içinde gizlenen ve sonuç bakımından ortaya çıkacak olan fayda ve iyiliğe o şeyin hükmü ve hikmeti denilir.
  • Hikmetin anlamlarından biri budur.
  • Bu anlamın, hikmetin hedef anlamı olmasa bile, bu anlamın az çok hepsinde bulunması gerekir.
  • Buna göre hikmet sözü, fayda sözünden daha özel bir anlam ifade eder.
  • Sebep kelimesinden daha geniş bir anlama sahiptir.
  • Zira hikmet, sebepten önce olabileceği gibi, nihai hedeften sonra da olabilir. Yani sebebin sebebi, amacın sonucu şeklinde ortaya çıkabilir.
  • Hikmet denildiği zaman, mutlaka ya bir sebep-sonuç ilişkisi ya da genel olarak bir sebebin nedeni ve buna benzer gerekçeli bir mana söz konusudur. Yani hikmet, mutlaka sonucun sebebe irca edilmesi, tutarlı ve sağlam bir ilişki anlamını ifade eder.
  • Nitekim, bir işi bir başka işe isnad etmeye hüküm denildiği gibi, ilmî, amelî herhangi bir doğru karara da hikmet denilir. *En genel anlamda hikmet, fayda, yarar ve sağlamlaştırma anlamlarından dolayı her güzel bilginin ve her faydalı işin ismi olmuştur.
  • Bununla beraber pratik ilimlerle ilişkisi, teorik/nazarî ilimlerle ilişkisinden daha fazladır.
  • Güzel ameller içindeki yeri de ilme yöneliktir.
  • Bir işi körü körüne değil de, önünü sonunu düşünerek ve ondan doğacak bütün tehlikeleri bertaraf etmeyi gözeterek yapmak demektir.
  • İlim ve amel hikmetin en esaslı manasını teşkil eder.


Hikmet kelimesi şu anlamlarda tefsir edilmiştir.

1- Hikmet, sözde ve fiilde doğruya isabet etmedir.

2- Hikmet hem ilim hem ameldir.

3- Hikmet, ilim ve fıkıh demektir.

4- Hikmet, varlıkların özündeki manaları anlamaktır.

5- Hikmet, Allah'ın emrini anlamaktır.

6- Hikmet, anlamak demektir.

7- Hikmet, icad etmektir.

8- Hikmet, varlık düzeninde her şeyi yerli yerine koymak demektir.

9- Hikmet, güzel ve doğru işlere yönelmektir.

10- Hikmet, siyasette gücü yettiği kadar yüce yaratıcıya benzemeye çalışmaktır.

11- Hikmet, Allah'ın ahlâkı ile ahlaklanmaktır.

12- Hikmet, Allah'ın emirlerini düşünmek ve ona uymaktır.

13- Hikmet, Allah'a itaattir.

14- Hikmet, doğru ve hızlı karar verebilmektir.

15- Hikmet, bir nurdur, vesvese ile hakikat arasındaki fark bununla belirlenir.

16- Hikmet, doğruyu iletmektir.

17- Hikmet, din ve dünya düzenidir.

18- Hikmet, ledünnî ilmidir.


Mukatil'e göre hikmet Kur'ân'da dört şekilde tefsir edilir.

1- Kur'ân öğütleri manasına.[326]Bakara: 2/231.

2- Anlamak, bilmek manasına.[327]Lokman: 31/12.

3- Nübüvvet manasına.[328] Nisa: 4/54, Bakara: 2/251.

4- İnce sırları ile Kur'ân anlamına.[329]Bakara: 2/269, Nahl: 16/125.

  • Kısacası, sağlam bilgi, güzel huy, faydalı sanat, herkesin faydasına olan hizmet, sebep ve sebebiyet, bir kötülüğü önlemek veya bir iyiliği elde etmek için yapılan herhangi bir şey, ibret ve ders almayı gerektiren herhangi bir söz ve nasihat, tuhaf bir şeyin sırrını anlamaya yönelik çaba, peygamberlik, sağlam gelenekler, Allah'ın değişmez kanunları, Peygamber'in sünnetleri, şeriat, din, kitap, Kur'ân, İncil, işte bunların hepsi hikmetin çeşitli manalarından bir tanesidir. [330]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 151-153. (915-929)


Hikmet, beş şekilde tefsir edilir:

1. Kur'ân'daki emir ve nehiylerden oluşan nasihatlar

  • "Size indirdiği Kitap'tan (Kur'ân'dan) ve Hikmet'ten (Kur'ân'daki emir, nehiy, helâl ve harama ilişkin nasihatlar dan)..."[331]Bakara: 2/231
  • "Allah sana Kitab'ı (Kur'ân'ı) ve Hikmet'i (Bakara, sûresinde zikredilen helâl ve haramları) indirdi."[332]]]
  • "Ona Kitabı (Kur'ân'ı) ve Hikmet'i (Kur'ân'da bulunan helâl ve haram türünden nasihatları)... öğretecek."[333]Ayetin Hz. İsâ ile ilgili olduğu düşünülürse, bu yorumun tutarlı olmadığı anlaşılır. (Redaktör) Âl-i İmrân: 3/48
  • "Size verdiğim Kitab ve Hikmet'ten sonra beraberinizdekini tasdik eden bir rasûl geldiğinde, ona îmân edecek ve ona yardım edeceksiniz... "[334]Âl-i İmrân 3/81.
  • "Onlarda nefslerinden bir rasûl çıkardı; onlara âyetlerini tilavet ediyor, onları arındırıyor, onlara Kitab ve Hikmet'i öğretiyor..."[335]Âl-i İmrân: 3/164
  • "Biz o'na (Yahya'ya) dahasabi iken hükm (fehm/anlayış/kavrayış) ve ilm verdik. " [336]Bu âyetin, bir sonraki el-Hükm kelimesinin tefsiri sadedinde şâhid gösterilmesi daha uygun olurdu. (Redaktör). Meryem: 19/12

2.Fehm (anlama/kavrama) ve ilm

  • "Andolsun biz Lokmân'a hikmet (fehm/anlayış/kavrayış ve ilm) vermiştik." [337] Lokmân: 3/12
  • "Her birine hükm (fehm/anlayış/kavrayış ve ilm) vermiştik." [338]Enbiyâ: 21/79
  • "İşte onlar kendilerine Kitap, hükm (fehm/anlayış/kavrayış ve ilm) ve nübüvvet verdiğimiz kimselerdir." [339]En'âm: 21/89

3.Nübüvvet


4. Kur'ân'ın tefsiri

  • "Kime hikmet verilmişse, ona çok hayr verilmiş de¬mektir." [343]Bakara: 2/269


5. Kur'ân

  • "Rabbinin yoluna hikmet (Kur'ân) ile çağır!" [344]Nahl: 16/125. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 138-140.

Hilm :[]

Hilm, rahmeti, merhameti, yumuşak başlılığı, hoşgörüyü, affı çağrıştıran bir kelimedir.

  • Allah'ın isimlerinden birisidir.[345]Bakara: 2/225. Ancak hilm, kötülük ve günah için kullanılmaz.
  • Peygamberimizin de hoşuna giden bir şiirde; "Saflığı karışıklıktan, duruluğu bulanıklıktan Ayırt etmiyorsa o hilm değildir." denilmiştir. [346] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 153-154. (1023)

Hîm :[]

Hîm, yakalandığı hastalıktan dolayı suya kanmayan susuz deve demektir.

  • Hîm, develere musallat olan ve genellikle develerde görülen bir hastalıktır.
  • Hüyam hastalığı diye bilinir.
  • Develer bu hastalığa yakalanınca, ne kadar su içerlerse içsinler bir türlü kanmazlar.
  • Hîm, "ehyemin " veya "hayma "nın çoğuludur.

Hîsâb :[]

Hisâb, iki şekilde tefsir edilir:


1. Ceza/karşılık

  • "Eğer şuurundaysanız, onların hesabı (karşılığı) Rabbimden başkasına ait değildir." [347]Şu'arâ: 26/113
  • "Onun hesabı (karşılığı) ancak Rabbinin yanındadır."[348]Mü'minûn: 23/117
  • "Sonra da, hesâbları (karşılıkları) şüphesiz Bize aittir." [349]Ğâşiye: 45/26
  • "Nice ülke halkını, Rabbinin ve rasûllerinin emrine baş kaldırdıkları için şiddetli bir hesaba çektik ve görülmemiş bir azaba giriftar ettik"[350]Talâk: 65/8.
  • Çünkü onlar hiçbir hesâb ummuyorlardı"[351]Nebe: 78/27
  • "Bir karşılık ki: Rabbinden bir vergi, bir hesâb "[352]Nebe: 78/36.


2. Günlerin, ayların ve yılların sayısı ve hesabı

  • "Yılların sayısını ve hesabı (günlerin, ayların ve yılların hesabını) bilesiniz." [353]İsrâ: 17/12
  • "Güneş ve kameri de birer hesâb kıldık (yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için)."[354]En'âm: 6/96. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 229-230.

Hîn :[]

Hin, dört şekilde tefsir edilir:

1. Sene

"Rabbinin izni (emri) ile her hîn (sene) yemişini verir."[355]İbrâhîm: 14/25


2. Ecellerin/vâdelerin sonu

  • "Yeryüzünde sizin (Adem ile Havva) için bir hîne (ecellerinizin sonuna) kadar bir kalma/yerleşme ve bir faydalanma vardır."[356]Bakara: 2/36
  • "Yeryüzünde sizin için bir hîne (ecellerinizin sonuna) kadar kalma/yerleşme ve faydalanma vardır"[357]A'râf: 7/24
  • "Ve onları bir hîn'e (ecellerinin sonuna) kadar faydalandırdık."[358]Yûnus: 10/98
  • "Bir hîn'e kadar bir esas (eskiyecekleri zamana kadar elbiseler, yataklar, sergiler vb. eşyalar) ve bir ****..."[359]Nahl: 16/80


3. Sâ'ât (zamanlar-vakitler-anlar)

  • "Allah'ı tesbih edin; akşam ettiğiniz vakit (hîn) (güneşin battığı vakit) ve sabah ettiğiniz vakit (hîn) (sabaha ulaştığınız vakit, sabah namazını kılarak) (.....) ve gündüzün sonunda (ikindi vaktinde) ve öğle ettiğiniz vakit (hîn) (ilk öğle vaktinde öğle namazını kılarak)."[360] Rûm: 30/17-18
  • Hine tuzhirûne ibaresiyle,"ilk öğle namazı" kasdedilmektedir.


4. Muayyen bir sınırı olmayan belirsiz zaman

  • "Onun haberini bir hînin (bir zamanın -bu da müşriklerin Bedr'de katledilmeleridir, ancak âyette bu vakit, beyan edilmemiştir-) ardından bileceksiniz." [361]Sâd: 38/88
  • "İnsan üzerinden dehr'den bir hîn (dehrden bir zaman -ki zamanın bir süresi, dönemi demektir) geçti."[362]İnsan: 76/l Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 304-305.

Hırs :[]

Hırs, bir şeye düşkünlük demektir.

  • Hadiste: "Sana fayda veren şeyi şiddetle ara, peşine düş." [363]Müslim, Kader, 34; İbn Mace, Makaddime, 10, Zühd, 14 şeklinde kullanılmıştır.
  • Uzaklaştırmak, kenara çekmek demektir.
  • Nitekim: Uzaklaştırmak, kenara çekmek demektir. "Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa, o gerçekten kurtuluşa ermiştir."[364]Âl-i İmran: 3/185 mealindeki âyette de bu mânâda gelmiştir.
  • Şâir de, bu kelimeyi şöyle kullanmıştır:
  • Dostlarım! Bu gece karanlığı niçin uzaklaşıp gitmiyor?
  • Sabah aydınlığına ne oldu da gelmiyor?[365]el-Futuhâtu'1-İlâhiyye, 1/82

Hisâb-ı Yasîr :[]

Hisâb-ı yasîr[366]İnşikak: 84/7., hiç münakaşa edilmeyen, üzerinde hiç tartışılmayan kolay bir hesap demektir.

  • Peygamberimiz bunu, hemen arz ve kitaba bakılıp geçilmesi şeklinde tefsir etmiştir.
  • Yani hesabın başlar başlamaz hemen bitmesi anlamında olduğu ifade edilmiştir. [367] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 154. (5676)

Hizb :[]

Hizb[368]Maide: 5/56., bir şahsın fikrine tabi olup kendisi ile beraber bulunan arkadaşlarına denir.

  • Kendilerini sıkıştıran bir iş için toplanmış kimseler demektir.
  • "Hizbullah "tabirini müfessirler"şiatü Allah" (Allah'ın taraftarı) "ensâru Allah", (Allah'ın yardımcıları), "evliyâullah" (Allah'ın dostları) "cundullah" (Allah'ın ordusu) diye çeşitli tabirlerle tefsir etmişlerdir. [369]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 154. (1721)

Hızy :[]

Hızy, zillet, horluk, horlanma, azab ve işkence demektir.

Hubük :[]

Hubük, "Habiyketun"kelimesinin çoğulu olup, "yollar" demektir.

  • Vezin ve mânâ bakımından tarika (yol) kelimesine benzer.
  • Zeccâc şöyle der: Hubük, "güzel yollar" demektir. "Mahbuk" da lûgatta, "işi güzel yapılan" demektir.[370]Zâdu'l-mesîr, 8/29
  • İbn A'rabî de şöyle der; Her şey ki, sağlam yaptın ve onun işini güzel ettin, o zaman, sana, "onu güzel yaptın" mânâsında "Habketehu" denilir. [371] eI-Bahr, 8/132

Hucu ':[]

Hucu', az uyku demektir. Özellikle gece uykusu mânâsına gelir.

Hûd :[]

Hûd, hâid kelimesinin çoğulu olup "Yahudiler" demektir.

  • Hâid: "Tevbe etmek" mânâsına gelen fiilinden türemiş olup tevbe eden, günahından dönen demektir.
  • Nitekim "Biz sana döndük" [372] A'raf: 7/156 mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır.

Hudâ[]

"Hudâ", kelimesi Kur’an-ı Kerim’de on yedi şekilde tefsir edilir:

1. Beyân

  • "İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ (beyan) üzerindedir."[373]Bakara: 2/5
  • "İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ (beyan) üzerindedir." [374]Lokmân: 31/5
  • "Semûd (kavmin)e gelince, Biz onlara hudâ/hidâyet ettik ( beyan ettik bildirdik)." [375]Fussilet: 41/17
  • "Gerçekten Biz onu yola hudâ/hidâyet ettik (ona beyan ettik/bildirdik)." [376]İnsan: 76/3
  • "Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı (onlara beyan etmedi/bildirmedi mi): Kendilerin¬den evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorlar? Şüphe yok ki şunda, üstün akıl sahiplerine işaretler/deliller vardır." [377]Tâ-hâ: 20/128
  • "Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı (onlara beyan etmedi/bildirmedi mi): Kendilerinden evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorlar? Şüphe yok ki şunda, işaretler/delliler vardır, kulak vermeyecekler mi?" [378]Secde: 32/26

2. İslâm dini

  • "Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir hudâ (dosdoğru bir dîn: İslâm) üzerindesin." [379]Hacc: 22/67
  • "De ki: "Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" (dîn, İslâm dînidir)." [380]Bakara: 2/120
  • "Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" (dîn, İslâm dînidir)." [381]En'âm: 6/71
  • Buna benzer âyetler çoktur. Örnek: İsrâ: 17/17; Kehf: 18/13, 55, 57.

3. İmân.

  • "Allah hudâya erenlerin hudâsını (îmânını) arttırır."[382]Meryem: 19/76
  • "Biz de onların hudâlarını (îmânlarını) arttırmıştık." [383]Kehf: 18/13
  • "Size geldikten sonra sizi hudâdan (îmândan) biz mi alıkoyduk?!" [384]Sebe: 34/32
  • "Senin yanındaki ahdi gereği bizim için Rabbine du'â et. Gerçekten biz hudâya geleceğiz (îmân edeceğiz, mü'minler olacağız)." [385]Zuhruf: 43/49

4. Dâî/davetçi

  • "(Ey Nebi)! Sen sadece bir uyarıcısın. Esasen her kavm için bir hadi vardır (onları davet eden bir davetçi olmuştur)." [386] Ra'd: 13/7
  • "Muhakkak ki sen, sırât-ı müstakîm'e hudâ/hidâyet (davet) ediyorsun." [387]Şûrâ: 42/52
  • "Musa'nın kavminden de hakka hudâ/hidâyet (davet) eden bir ümmet vardır." [388]A'râf: 7/159
  • "Onlardan, emrimizle hudâ/hidâyet (davet) eden önderler kıldık."[389]Secde: 32/24
  • "Gerçekten bu Kur'ân doğruya hudâ/hidâyet (davet) eder." [390]Îsrâ: 17/9
  • "Biz Musa'dan sonra indirilmiş olup önündekini doğrulayarak hakka hudâ/hidâyet (davet) eden bir Kitap dinledik." [391]Ahkâf: 46/30
  • "Rüşde huda/hidâyet (davet) ediyor." [392]Cin: 72/2
  • "Onları cahîmin yoluna hudâ/hidâyet (davet) edin!" [393]Sâffât: 37/23

5. Marifet (bilmek, tanımak, öğrenmek)

  • "Ve alâmetler (yarattı). Onlar yıldızla da hudâ/hidâyet bulurlar (yollarını tanırlar bilip öğrenirler)" [394]Nahl: 16/16.
  • "Onda (yeryüzünde), hudâ/hidâyet bulabilsinler (gidecekleri yolları tanısınlar, bilsinler) diye yollar yaptık." [395]Enbiyâ: 21/31
  • "Muhakkak ki Ben; yönelen, îmân eden ve sâlih amel işleyen, sonra, hudâya/hidâyete eren (hidâyeti tanıyarak bilerek onu zikreden) kimse için gaffarım (çok bağışlayıcıyım)." [396]Tâ-Hâ: 20/82
  • "Bakalım hudâ/hidâyete erecek (sırrı tanıyacak/bilecek) mi, yoksa hidâyete ermeyenlerden (sırrı tanımayanlardan, bilmeyenlerden) mi olacak?" [397]Neml: 27/41


6. Kitaplar ve rasûller.

  • "Şayet Benden size bir hudâ (rasûller ve kitaplar) gelir de..." [398]Bakara: 2/38
  • "Şayet Benden size bir hudâ (rasûller ve kitaplar) gelir de..." [399]Tâ-Hâ: 20/123


7. Doğruluk, doğru yolu bulmak.

  • "Umarım Rabbim beni sevâe's-sebîle hudâ/hidâyet eyler"(doğruya iletir, doğruyu gösterir) dedi." [400]Kasas: 28/22
  • "Ve ben ateşin başında bir hudâ (bana yolu gösterecek bir kimse) bulurum." [401]Tâ-Hâ: 20/10
  • "Bizi sevâi's-sirâta hudâ/hidâyet eyle (bize doğru yolu göster)!" [402]Sâd: 38/22


8. Muhammed'in durumu.

  • "Doğrusu, inzal ettiğimiz beyyinâtı ve hudâyı (Muhammed'in durumunu, o'nun nebi-rasûl olduğunu) gizleyenler..."[403]Bakara: 2/159
  • "Doğrusu, hudânın (Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun) kendilerine beyan edilmesinin ardından arkalarını dönenler..." [404]Muhammed: 47/25
  • "Huda'nın (Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun) kendilerine beyan edilmesinin ardından o Rasûl'e karşı gelenler..." [405]Muhammed: 47/32


9. Kur'ân.

  • "Andolsun ki Rabb'lerinden onlara hudâ (Kur'ân) gelmiştir." [406]Necm: 53/23
  • "Onlara hudâ (her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân) geldiğinde, insanları îmân etmekten alıkoyan şey, "Allah, rasûl olarak bir beşeri mi ba’setti" demeleridir." [407]İsrâ: 17/94
  • "Onlara hudâ (her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân) geldiğinde, insanları îmân etmekten ve Rabb'lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak evvelkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesini beklemeleridir." [408]Kehf: 18/55


10. Tevrat.

  • "Andolsun ki Musa'ya hudâ (Tevrat'ı) vermiştik." [409]Mü'min: 40/53
  • "Andolsun ki Musa'ya Kitap vermiş, -onun likasından şüphe etme- ve onu İsrâîloğulları için hudâ (Tevrat'ı rehberlik) kılmıştık/yapmıştık." [410]Secde: 32/23
  • "Kitab'ı Musa'ya vermiş ve o'nu, İsrâîloğulları'na bir hidâyet kılmış (ve demiş)tik ki: "Beni bırakıp başkasını vekil edinnteyin!"[411]İsrâ: 17/2.


11. İstircâda bulunmaya (innâ lillâh... demeye) iletilmek.

  • "İşte Rabb'lerinden salavât ve rahmet onlara ve işte hudâya/hidâyete erenler (istircâda bulunmaya iletilenler) de onlardır." [412]Bakara: 2/258
  • "Kim Allah'a (kendisine isabet eden musibetin Allah'tan olduğuna) îmân ederse, onun kalbini hudâya/hidâyete erdirir (kalbini istircâda bulunmaya iletir)." [413] Teğâbün: 64/11


12. Hüccet/delil ortaya koyamama/delil ikâme edememe, dalâletten dînine iletmeme.

  • "Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrâhîm ile çekişeni bilmiyormusun? Hani İbrahim, "Benim Rabbim dirilten ve öldürendir" deyince o, "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. İbrâhîm, "Muhakkak ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir" deyince, o kâfir apışıp kalmıştı. Allah zâlimler kavmini hudâya (hüccet/delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâletten dînine) iletmez." [414]
  • "Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ın imaretini... Allah zâlimler kavmini hudâya (hüccet! delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâlet¬ten dinine) iletmez." [415] Tevbe: 9/19
  • "Allah zâlimler kavmini hudâya (dalâletten dînine) iletmez." [416]Cuma: 62/5


13. Tevhîd.

  • "Seninle birlikte hudâya (tevhide ve hak dine) tâbi olursak, yerimizden koparılıp atılırız." [417]Kasas: 28/57
  • "O ki Rasûlü'nü hudâ (tevhîd) ve hak dîn ile gönderdi." [418]Saff: 61/9
  • "O odur ki, Rasûlü'nü hudâ ve hak dîni ile gönderdi; onu bütün dînlerin üzerine çıkarmak için. Şâhid olarak Allah kâfidir."[419]Feth: 48/28.


14. Sünnet.

  • "Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk; biz de onların âsârı üzerinde giderek hudâya/hidâyete ereriz (muhtedûn) (küfür hususunda onların sünnetlerini takib ederek doğruyu buluruz)." [420]Zuhruf: 43/22
  • "İşte bunlar (nebiler) Allah'ın hudâ/hidâyet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların hidâyetlerine (tevhîd hususundaki sünnetlerine) iktida et!" [421]En'âm: 6/90


15. Islah etmez.

  • "Şüphesiz Allah hâinlerin keydini hudâya/hidâyete erdirmez (zinakârların amelini ıslah etmez)." [422]Yûsuf: 12/52


16. Hayvanlara ilham.

  • "Rabbimiz her şeye (yeryüzünde hareket eden canlılara hayvanlara) hilkatini (kendisine uygun olan suretini) veren, sonra da hudâ/hidayet (sonra da ona maişetini ve otlayacağı yeri nasıl bula¬cağını ilham) edendir." [423]Tâ-Hâ: 20/50
  • "O ki takdir edip (erkeği ve dişiyi yaratmayı tak¬dir edip) hudâ/hidâyet verendir (erkeğe, dişiye nasıl yaklaşacağını, dişinin ona nasıl geleceğini (dişi¬yi nasıl celbedeceğini) ilham edendir)." [424]A'lâ: 87/3


17. Tevbe ettik/döndük.

  • "Şüphesiz biz Sana hudnâ ettik (döndük)."[425]A'râf: 7/156. Burada işaret edilen kelimenin iştikakı he-vav-dâl harfleridir. Dolayısıyla he-dâl-ye kökünden türeyen hudâ ve hidâyet ile alakası yoktur. Bkz. Râgıb el-İsfehanî, el-Müfredât, Mu'cemu Elfâzı'l-Qur'âni'l-Kerîm.

Hud'a :[]

Hud'a[426]Bakara: 2/9., hile demektir.

  • Bu kelime esasında bir gizlilik manasını içine alır.
  • Başkasına karşı görünüşte, selamet ve doğruluk düşündüren bir işi açıklayıp içinde onu zarara sokacak bir şeyi gizlemektir.
  • "Muhâdea", hile yarışma kalkmak demektir.
  • İkisi birden değil önce bir taraftan başlamak şarttır. [427] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 154-155. (223)

Huld[]

Huld cenneti[]

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

(Ey Resûlüm!) de ki: Acabâ bu Cehenem mi hayırlı, yoksa takvâ sâhiplerine (Allahü teâlâdan korkup haramlardan kaçan kimselere) vâd olunan Huld Cenneti mi? Ki bu onlar için bir mükâfât, bir merci'dir (dönüş yeridir). Orada devâmlı kaldıkları hâlde, o takvâ sâhiblerinin her diledikleri vardır." (Furkân sûresi: 15-16)

Yâ Rabbî! Senden Îmân, tükenmeyen nîmetler, Huld Cenneti'nde Muhammed aleyhisselâma arkadaş olmayı isterim. (İmâm-ı Gazâlî)

Hulefâe'l-Ard :[]

Hulefâe'l-ard[428]Neml: 27/62. tabiri, arzda, geçmişlerin yerlerine kalan demek ise de, ahkâm-i ilâhiyenin icrasına memur hilafet sahipleri demektir.

  • Başka bir deyişle yeryüzünün hükümdarları manasına olması daha açıktır. [429] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 155. (3694)


Hulkûm:[]

Hulkûm[430]Vakıa: 56/83., boğaz demektir.

  • Dilimizde "can boğaza geldiği zaman" denilir ki, ruhun çıkmak üzere olduğu, son an demektir. [431] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 155. (4724)

Hümeze :[]

Hümeze, insanları arkadan çekiştirmeyi, şeref ve haysiyetlerini yaralamayı âdet haline getiren demektir.

  • "Fuale" vezni, alışkanlık ifade eder. Çok lanet edip bunu alışkanlık haline getirene "luane" çok gülüp bunu alışkanlık haline getirene de "duhake" denir.
  • Hümeze, "hemmâz", "gammaz" gibi "hemz"den mübalağa sigasıdır.
  • "Lüane ", "duhake " gibi adeti ifade eder.
  • "Hemz " de, çok yapan, adet edinenler demektir.
  • Hemz, Kâmûs'un beyanına göre, eli ile çimzirmek, dürtmek, itelemek, vurmak demektir.
  • Nitekim, "mıhmez ", "mıhmaz ", "mahmız": çekiç, "mıhmıze": değnek, "hemze" bir dar yere sıkıştırmak demektir. *Dolayısıyla "hümeze" bunlardan birisini veya hepsini çok yapan, adet edinen demek olur.
  • Bu itibarla, "hümeze", "hamiz" gibi, çimdikçi, çekiştirici, dürtüştürücü, kakıştırıcı, vurucu, kinci, sıkıcı, ısırıcı anlamlarına gelebilir.
  • Ancak örfte daha çok, dedikoducu, onun bunun arkasından konuşup çekiştiren, koğuculuk yapan, gıybetçiliği adet edinmiş kişileri anlatır.
  • Bu nedenle, "hümeze", insanlara gıybet ve buğz ettiren, "lümeze" ise, gıybet edip ta'n eyleyen diye tefsir edilmiştir.

Humûle :[]

Humûle[432]En’am: 6/142., "ha"nın fethiyle yük götüren, ağırlık çeken, tahammüllü (yüklü) demektir ki çektiği yüke "ha"nın zammı ile "humûle" denilir.

  • Bunu dilimizde üstün olarak "hamele" şeklinde okuyanlar yanlış söylerler. [433]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 155. (2071)

Hûn :[]

Hûn, horluk ve zillet demektir.

Hunefâ :[]

Hunefâ, bâtıldan hak dine dönenler. "Hanefe"nin aslı, meyletmektir.

Hunnes :[]

Hunnes, hânis kelimesinin çoğuludur. Gündüzleri göze görünmeyip kaybolan parlak yıldızlar demektir.

Hurûm :[]

Hurûm[434] Maide: 5/95., haramın çoğuludur. Muhrim, ihramda olan demektir.

  • Gerek Harem'de gerekse Harem dışında ihramda olan kimse demektir.
  • Harem'de bulunup da ihramda olmayan da bu hükümdedir. [435]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 156. (1814)

Husban :[]

Husbân, "Ğufrân" ve "Kufrân" gibi mastar olup hesap manasınadır.

  • Husbân, "ha"nın ötresiyle hesab ve hesabın çoğulu, hesaplar anlamına gelir.
  • Değirmen taşının mihverine de "husbânü'r-reha" denilir.

Husn :[]

Husn, hayır mânâları kapsayan umumî bir isimdir.

  • Tatlı söz, güzel terbiye ve güzel ahlâk gibi, güzellik ifade eden herşeye şâmildir.
  • Bunun zıddı, çirkinlik mânâsına gelen kubh kelimesidir.
  • Husn kelimesi âyette zikredilmeyen bir masdarın sıfatı olarak geçmektedir. "Güzel söz söyleyin" demektir.

Husnâ :[]

Husnâ; güzel sevap yani cennet demektir.

Husnâ, dört manada tefsir edilir:

1. Cennet

  • "İhsan edenlere (muvahhidlere) husnâ (cennet) ve fazlası (Allah'ın vechine bakmak) vardır."[436]Yûnus: 10/26
  • "İhsan edenlere de husnâ (cennet) ile karşılık vermesi içindir."[437]Necm: 53/31
  • "İhsanın (ehl-i tevhidin) karşılığı, ihsandan (cennetten) başkası olabilir mi?!" [438]Rahmân: 55/60


2. Oğullar

  • "Husnâ (oğullar) onlarınmış."[439]Nahl: 16/62


3. Hayr

  • "Biz o mescidi (Dırar'ı) yapmakla husnâ'dan (hayr'dan) başkasını irade etmedik." [440]Tevbe: 9/107
  • "İhsan'dan (hayrdan) ve uyum sağlamaktan başkasını irade etmedik." [441]Nisâ: 4/62.


4. Kelime-i Tevhid

  • "Artık kim verir ve sakınırsa, hüsnâ’yı (kelime-i tevhidi) tasdik ederse"[442]Leyl: 92/5-6.


Husr-Husrân[]

Husr; ziyan ve zarar demektir.
  • Husr ve husrân[443]Asr: 103/2. küfr ve küfrân gibi aynı vezindendir.
  • Husr ve hasar, kazanacak yerde zarar etmek, sermayeyi kaybetmek, iflas etmek demektir.
  • Husrân ise husr ve hasar sonunda, hasret, pişmanlık ve perişanlık içine düşmektir.
  • Husrân ifadesindeki tenvin tazim/büyükleme ve tenvi'/türlendirme içindir.
  • Yani büyük bir hüsran, bir nevi hüsran içinde boğulmaktır.
  • İnsanın en büyük sermayesi ömrüdür, insanın bu sermayeyi tüketmesi iflas etmesi, bir daha yerine koyamayacak olması hüsranın vehametini göstermektedir. [444]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 156. (6077)


el-Husrân, beş şekilde tefsir edilir:

1. Aciz kimseler

  • "Biz bir usbe iken o'nu kurt yerse, doğrusu biz hâsirûnuz (aciz kimseleriz) demektir." [445]Yûsuf: 12/14
  • "Eğer sizin gibi bir beşere tâbi olursanız, elbette hâsirûnsunuz (aciz kimselersiniz) demektir." [446]Mü'minûn: 23/34
  • "Şu'ayb'a tâbi olursanız, andolsun ki o takdirde siz hâsirûnsunuz (aciz kimselersiniz) demektir." [447]A'râf: 7/90

2. Aldatanlar, aldananlar, aldatılanlar

  • "De ki: "Asıl hâsirîn, Kıyamet Günü nefslerine ve ehllerine hasar edenlerdir (hem kendilerini aldatarak ateşe gidenler; hem de ehl'leri: eşleri ve hizmetçileri cennete [448]Burada bir istinsah ya da dizgi hatası olabilir. Zira hem bir sonraki âyette yapılan açıklamada, hem de bir önceki notta sözü edilen Mukâtil'in Tefsiri'ndeki açıklamada "eşlerinin cennete gitmelerinden" bahsedilmemiştir. Dolayısıyla, buradaki açıklamanın, kendilerini ve eşlerini aldatmak suretiyle ateşe gidenler/kendilerini ve eşlerini ateşe maruz bırakmak suretiyle aldananlar şeklinde olma ihtimali vardır. gittikleri için aldananlardır). Haberiniz olsun ki, işte apaçık hüsran odur." [449]Zümer: 39/15
  • "Asıl hâsirîn, Kıyamet Günü nefslerine ve ehillerine hasar edenlerdir (ateşe gitmek/maruz bırak¬mak suretiyle kendilerini, eşlerini ve hizmetçilerini aldatanlardır) Haberiniz olsun ki, şüphesiz zâlimler muqîm bir azâb içindedirler." [450]Şûrâ: 42/45


3. Dalâlet

  • "Açık bir hasarla hüsrandadır (dalâlettedir)." [451]Nisâ: 4/119
  • "Şüphesiz insan husrân (dalâlet) içindedir." [452]Asr: 103/2


4. Eksiklik-eksiltmek, noksanlık-noksanlaştırmak

  • "Ölçeği tam yapın ve muhsirlerden (ölçeği eksiltenlerden) olmayın!" [453]Şu'arâ: 26/181
  • "Mîzânı ihsar etmeyin (teraziyi eksik tutmayın)." [454]Rahmân: 55/9
  • "Ama onlara ölçüp tarttıklarında ihsar ederler (yani, eksiltirler)." [455]Mutaffıfîn: 83/3


5. el-Hüsrân, ukubet manasında kullanılmıştır; şu âyetlerde olduğu gibi:

  • "(Nuh dedi ki): "Eğer bana mağfiret ve merhamet et¬mezsen, hasirinden (ukubete/cezaya uğrayanlardan) olurum." [456]Hûd: 11/47
  • "Eğer bize mağfiret ve merhamet etmezsen, hâsirinden (ukubete/cezaya uğrayanlardan) oluruz." [457] A'râf: 7/23.

Husufî'l-Kamer :[]

Husufi'l-kamer, Ay'ın, Güneş'e doğru yönelmesi halinde aralarına dünyanın gölgesinin girmesi anlamına gelir.

  • Yani ay tutulması demektir.
  • Ancak Kur'ân'daki kullanımı daha çok, kıyamet gününe has, Kamer'in kaybolup şimşek çakan göze görünmez olması anlamına gelir.

Husûm :[]

Husûm, uğursuzluk ve idman manalarında masdardır.

  • "Hasm"ın çoğuludur, "Hasm, bir şeyi kökünden kesmek, bir hastalığı kökünden kurutmak için ard arda dağlamak demektir.
  • Ayrıca, "husûmen"in "menhûsât", "meş'ûmât" yani köklerini kesecek, hiç hayırlarını bırakmayacak derecede uğursuz ve uğursuzluk manasına geldiğini de ifade etmişlerdir.
  • Bazıları da "husûmen"in masdar olarak mef'ûl-u leh, yani köklerini kesmek için demek olduğunu söylemişlerdir.
  • "Huşum fırtınası", "huşum günleri" tabirleri dilimizde mevcuttur.
  • Husûm, peşpeşe, hiç kesilmeden demektir. Kesmek mânâsına"Hasm" kökündendir.
  • Şâir şöyle der:
  • Başlarına musibetler geldi ve musibetler ard arda geldi.[458]Bahr, 8/319

Huşu :[]

Kur'ân'da türevleriyle birlikte 17 yerde geçen bu kelime, Arap dilinde, "bakışın yere dikilmesi, gözleri kapamak, sesi alçaltmak, kederli tavır takınmak, boyun bükmek ve tevazu" gibi anlamlar taşımaktadır [459]İbn Manzur, a.g.e., VIII, 71, 72.

  • Araplar, toprak kuruduğu ve yağmur yağmadığı zaman, "Ardun haşiatun" duvar yıkılıp yere serildiği zaman "Cidârun haşiun"[460] a.g.e., VIII, 72. derler.
  • Bilindiği gibi toprak kuruduğu ve susuz kaldığı zaman sanki boynunu bükerek üzüntülü bir tavır takınır ve mütevazi bir hal alır. Duvarın yıkılışı da, kederli bir hali ifade eder ve adetâ acınacak bir durum sergiler.
  • Bu kelime câhiliye döneminde kullanılmıştır.
  • Nitekim o dönem şairlerinden Nâbiğatu'z-Zubyânî "huşu" kelimesini lügat anlamına uygun olarak şöyle zikreder.
  • "Sen onu açıklığa çıkardığın zaman, onu göze sürülen bir sürme ve havuzun dibinde kırılmış olarak sakin bir halde görürsün."[461] en-Nâbiğâ, a.g.e., s. 43.
  • Bu kavram, Kur'ân'da lügat manasını ifade eden birkaç âyette geçmektedir.
  • Mesela; "susmak" anlamıyla, "o gün... çok esirgeyici (Allah'ın) heybetinden, sesler kısılmıştır."[462]Taha: 20/108.
  • Kederli tavır takınmak anlamında; "Yüzler o gün zelildir."[463]Ğaşiye: 88/2.
  • "Yıkılmak, yere yıkılmak" manasında; "Eğer biz Kur'ân'ı dağ başına indirseydik muhakkak ki Onu Allah korkusundan baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün."[464]Haşr: 59/21
  • Lügat manalarının yanında, Kur'ân'daki "huşu" tam bir boyun eğiş ve bu boyun eğişin gerektirdiği eylemleri sergilemek demektir. Diğer bir ifade ile, kalpler Allah korkusuyla dolu, uzuvlar sakin ve mutmain olarak namaza durmak, bütün himmetini bir merkezde toplayarak, Allah'tan başkasından yüz çevirmek, gözünü namaz kıldığı yerden ayırmamak anlamlarını içermektedir.[465]el-Âlûsî, Ebu's-Senâ Şihâbuddîn, Rûhu’l-Me'ânî, Beyrut, tsz., XVIII, 3.
  • Ve Kur'ân, "Namazlarında huşu içerisinde olanların felaha erdiklerini" bildirir.[466] Enbiyâ: 21/1, 2.
  • İşte bu anlamın câhiliye döneminde bilinmediğini söyleyebiliriz.

Hutam :[]

Hutâm rüzgârla savrulan, kuru şeylerin kırıntısına, çer çöp, ot çöpü, saman ve kabuk kırıntıları gibi şeylere denir.

Dal, kuruluktan dolayı ufaldığında kullanılan, "Tahteme’l-‘avd" sözünden alınmıştır.

Hutame :[]

Hutame, cehennem ateşidir

  • İçine atılan her şeyi kırıp geçirdiği, ufaladığı için ona bu isim verilmiştir.
  • Hutame, Cehennem'in bir ismidir. Eski Türkçe'de "tamu" diye çevirilmiştir.
  • Tamu, zindan ve hapishane demektir.
  • Hutame, kırıp geçirmek demek olan "hatm"den türemiştir.
  • Dolayısıyla "hutame" de, kıran geçiren demek olur.
  • Türkçe'de, "kıran girdi" tabiri aynı şeyi anlatmaktadır.
  • Kızgın ateşin yapısı ve özelliği böyledir. Önüne geleni kırıp geçirir, mahveder. Cehennem'e, hutame denilmesi bu özelliği dolayısıyladır.

Huve muvellihâ :[]

"O, o tarafa yüzünü çevirir" demektir.

  • Âyette "yüz" kelimesi zikredilmemiştir. Ferrâ: "Ona döner" diye terceme etmiştir.

Hübût :[]

Hübût, yukardan aşağı iniş demektir.

Hücre :[]

Hücre[467]Hucurat: 49/4., etrafı çevrilerek içine girilmesi men edilen toprak parçası demektir.

  • Çoğulu "hucurât"tır.
  • Hucurât Sûresi ismini bu kelimeden almıştır.
  • Hucurât Sûresi'ndeki kullanımında "hücre"den kastedilen mana Peygamber’imize ait odalardır. Her bir eşine bir oda olmak üzere dokuz odası/hucresi olduğu rivayet edilmektedir. [468]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 157. (4452)

Hüdâ :[]

Hüdâ, hidayet etmek doğru yol göstermek manasına masdardır.

  • Hidâyet, almak manasına da gelir.
  • Sonra, hidayet eden rehber ve hidayet olunan doğru yol manasına da gelir.
  • Kur'ân'da "huden li'1-muttakîn"[469]Bakara: 2/2., "huden li'n-nâs"[470]Bakara: 2/185., "huden ve yubeşşirü li'l-mu'minîn"[471]Bakara: 2/97. buyurulduğu için Kur'ân'a el-Hüdâ da denilir. [472] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 157. (22)

Hüdhüd :[]

Hüdhüd[473]Neml: 27/20., Kâmûs tercümesine göre, iki "ha" harfinin ötresiyle mutlaka karkara eden yani ezgilerle, nağmelerle öten kuşa denir.

  • Özellikle, hüdhüd, bilinen kuşun ismidir; çavuş kuşu veya ibibik diye adlandırılmaktadır.
  • Ona "ulabit" vezninde "hudahid" denir.
  • Çok öten güvercine de "hüdhüd" denilir. [474]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 157-158. (3669)

Hür :[]

Hür[475]Rahman: 55/72., "ahver"in veya "havra"nın çoğuludur. Gözünün, beyazı şiddetli beyaz, karası da şiddetli kara olan ahu gözlüye denilir.

  • Ümmü Seleme'nin Rasûlullah'tan rivayetine göre; "hür" parlak (veya beyaz) diye tefsir edilmiştir. [476]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 158. (4692)

Hüzü :[]

Hüzü', zâ'nın ötresi ve hemzenin vav'a çevrilmiş şekliyle "huzuven" alay etmek demektir.

  • "Kufuen" kelimesindeki hemzenin vava çevrilerek "Kufuven" olması da bunun gibidir. Metinde zikredilmeyen tamlayanı da nazar-ı itibara alarak mânâsı: "Bizi alay konusu mu ediniyorsun?" demektir veya mastar. ism-i meful mânâsı vermek suretiyle: "Bizi, kendileriyle alay edilen kirrseler mi ediniyorsun?" demek olur.



Kaynaklar[]

[1] Muhammed: 47/31.

[2] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 131. (3540, 2556)

[3] Zariyat: 51/7

[4] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 131/132. (4528-4529)

[5] Nur: 24/26.

[6] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 132. (3493-3494)

[7] En’am: 6/95

[8] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 132. (1986-1987, 4024-4025 )

[9] Hud: 111/5

[10] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 132. (4507)

[11] Al-i İmran: 3/103,112

[12] Al-i İmran: 3/103.

[13] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133. (1153-1145)

[14] Tirmizi, Darimi.

[15] Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. 1,3 s. 423.

[16] Nisa: 4/59

[17] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 1 s. 234-235.

[18] İsfahani, Müfredat, tsz-, s. 107.

[19] Müleklıin, Garib, 1987, s. 96.

[20] Zuhayli, Veciz, 1996, s. 6-1.

[21] Sabuni, Safvet, 1995, c. 1, s. 412-413.

[22] Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 53-56.

[23] Bakara: 2/196.

[24] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133. (554, 703)

[25] İbn Fâris, Mucmelu'1-Luğa, 1, 221.

[26] İbn Fâris, a.g.e., el-Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. el-Ensârî, el-Câmi'u li Ahkâmi’l-Kur'an, Mısır, 1967, II, 122.

[27] bkz. el-Mevsilî, Mahmud b. Mevdûd, el-İhtiyâr fî Ta’lili'l-Muhtâr, Beyrut, tsz., I, 139, dipnot, 1.

[28] en-Nâbiğatu'z-Zubyânî, a.g.e., s. 19.

[29] Öztürk, Y. N uri, İslâmî Kavramlar Ansiklopedisi, İst. 1991, s. 83.

[30] Mustansir, a.g.e., s. 73. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 43-46.

[31] Neml: 27/60.

[32] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133. (3693)

[33] En’am: 6/28.

[34] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133. (5772,4535)

[35] Bu beyti İbnu'l-A'râbî söylemiştir. Mânâsı şudur: İhtiyarlayıp saçlarım döküldükten sonra, gençliğimdeki flört ve aşk hayatına mı döneceğim?!

[36] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 133-134. (5557)

[37] Yunus: 10/5.

[38] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 134-135. (2675-2677, 2506)

[39] Mü'minûn: 23/71

[40] Asr: 103/3

[41] Zuhruf: 43/29-30

[42] Kaf: 50/5

[43] Kasas: 28/48

[44] İsrâ: 17/81

[45] Enfâl: 8/8

[46] Neml: 27/79

[47] Nûr: 24/25

[48] A'râf: 7/89

[49] Sâd: 39/22

[50] Sâffât: 37/37

[51] Mü'minûn: 23/70

[52] Kasas: 28/75

[53] Ankebût: 29/68

[54] Yûsuf: 12/4

[55] En'âm: 6/73

[56] Yûnus: 10/53

[57] Secde: 32/13

[58] Ahkâf: 46/l8

[59] Mü'min: 40/6

[60] Hacc: 22/62

[61] Yûnus: 10/30

[62] En'âm: 6/62

[63] Ahkâf: 46/73

[64] Bakara: 2/282

[65] Bakara: 2/282

[66] Bakara: 2/247

[67] En'âm: 6/81

[68] Yûnus: 10/35

[69] Tevbe: 9/62

[70] Tevbe: 9/13

[71] Me'âric: 70/24

[72] Bkz. Zâriyât: 51/19.

[73] Sâd: 38/26

[74] En’am: 6/1.

[75] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 135-136. (1866-1867)

[76] Nisâ: 4/119

[77] Rûm: 30/30

[78] Şu'ara: 26/137

[79] Ankebût: 29/17

[80] Sâd: 38/7

[81] Mâide: 5/110

[82] Al-i İmrân: 3/49'a işaret etmektedir. (Çeviren).

[83] Nahl: 16/20

[84] Furkân: 25/3'e işaret etmektedir. (Çeviren).

[85] Halq kelimesinin, konuşturmak manasına geldiği, ya da konuşturmak manasında kullanıldığı iddiasının, herhangi bir delili yoktur. Fussilet: 41/21. âyetten böyle bir sonuç çıkar¬mak, ancak çok yüzeysel bir bakışla mümkün olabilir. (Redaktör).

[86] Fussilet: 41/21

[87] Şu'arâ: 26/166

[88] Sâffât: 37/11

[89] Nâziât: 79/27

[90] Yâsîn: 36/81

[91] Aynca bkz. A'râf: 7/54, Yûnus: 10/3, Ahkâf: 46/33, Hadîd: 57/4. En'âm: 6/1

[92] Mü'minûn: 23/12. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 339-341.

[93] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 136. (56-61)

[94] ez-Zevzenî, a.g.e., s. 75.

[95] 'Ûde,a.g.e., s. 307, 'Ûde, a.g.e., s. 307.

[96] Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 114.

[97] Hicr: 15/26.

[98] Saffat: 37/11.

[99] Secde: 32/8.

[100] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 136-137. (3056-3058)

[101] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 137. (5335, 5542, 4056)

[102] Me'âric: 70/10

[103] Şu'arâ: 26/101

[104] Fussilet: 41/34

[105] Muhammed: 47/15

[106] Hacc: 22/19

[107] Duhân: 44/48

[108] Sâffât: 37/67

[109] Rahmân: 55/44.Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 428-429.

[110] Ğaşiye: 88/4.

[111] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 138. (6038)

[112] Mesed: 111/4.

[113] Leheb: 111/4.

[114] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 138-139. (6263-6264)

[115] Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c.4, s. 821.

[116] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c.3, s. 632.

[117] Mülekkin, Garib, 1987, s. 600.

[118] Zemahşeri: bkz- ayrıca Taberi'nin nakliyle Îkrime, Mücahid ve Katade.

[119] Esed, Mesaj, 1996, c.3, s. 1320.

[120] Mevdudi, Tefhim, 1986, c. 7, s. 295-296.

[121] Sabuni, Safvet, 1995, c. 7, s. 470.

[122] Beyzavi.

[123] Keşşaf, 1/145

[124] Bakara: 2/278-279

[125] Mâide: 5/34

[126] Enfâl: 8/57

[127] Mâide: 5/64.

[128] Nisâ: 4/65

[129] A'râf: 7/2

[130] En'âm: 6/125

[131] Mâide: 5/6

[132] Hacc: 22/78

[133] Tevbe: 9/61

[134] Feth: 48/17.

[135] Nûr: 24/61.

[136] Bakara: 2/71

[137] Bakara: 2/205

[138] Şûrâ: 42/20

[139] Bakara: 2/223.

[140] el-Mısbahu'1-münîr

[141] Âl-i İmrân: 3/120

[142] Nisâ: 4/78

[143] Tevbe: 9/50

[144] Neml: 27/89-90

[145] Kasas: 28/84

[146] En'âm: 6/160

[147] A'râf: 7/131

[148] A'râf: 7/95

[149] A'râf: 7/168

[150] Rûm: 30/36

[151] Ra’d: 13/6

[152] Kasas: 28/54

[153] Fussilet: 41/34

[154] Mü'minûn: 23/96

[155] Ra'd: 13/22.

[156] Muhtaru’s-Sıhah, "Ha-se-ra" maddesi.

[157] Kurtubî, 18/210

[158] Tâhâ: 20/108

[159] Kurtubî Tefsiri, 1/374

[160] Neml : 27/17

[161] Yûnus: 10/45

[162] Furkân: 25/17.

[163] Kehf: 18/47

[164] Tekvîr: 81/5

[165] Neml: 27/17

[166] Sâd: 38/19

[167] Sâffât: 37/22-23

[168] İsrâ: 17/97

[169] Tâ-Hâ: 20/102.

[170] Yasin: 36/11.

[171] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 143. (6004, 3428, 4871)

[172] Bakara: 2/286.

[173] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 143-144. (1003)

[174] Zariyat: 51/31.

[175] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 144. (4538)

[176] Kasas: 28/57, Saffat: 37/10.

[177] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 144. (3748)

[178] Şekk kelimesinin -ikinci şıkta buna tekabül eden kelimenin şirk olması sebebiyle- şirk olma ihtimali bizce kuvvetlidir. Buna göre birinci açıklama ile ilgili ilk cümleyi, "Şirk olmaksızın zenb/günah işleyenler" şeklinde anlamak doğruya daha yakın bir ihtimal gibi görünüyor. (Çeviren).

[179] Yûsuf: 12/91

[180] Yûsuf: 12/97

[181] Hâkka: 69/37

[182] Kasas: 28/8

[183] Bakara: 2/286

[184] Nisâ: 4/92. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 363-364.

[185] Bakara: 2/7.

[186] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 145. (209)

[187] Bakara: 2/57.

[188] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 144-145. (362)

[189] Zâriyât: 51/43

[190] Mü'minûn: 23/54

[191] Kadr: 97/5

[192] Yûsuf: 12/110

[193] Enbiyâ: 21/95-96

[194] Hûd: 11/40

[195] Tevbe: 9/29

[196] Hucurât: 49/9

[197] Enfâl: 8/39

[198] Bkz. Bakara/193]].

[199] Bakara: 2/214. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 350-352.

[200] Bakara: 2/187

[201] O, Adiyy b. Hatem'dir. Buhari'nin "savm" babına ve Bakara suresinin tefsirine bak. Ferra, Meani, 1955, c. 1 s. 115.

[202] Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. I s. 257.

[203] Semerkandi, B, Ulum, 1996, c. I, s. 125.

[204] İsfahani, Müfredat, tsz-, s. 161.

[205] Mülekkin, Garib, 1987, s. 73.

[206] Lane 11, 831

[207] Esed, Mesaj, 1996, c. 1 s. 53.

[208] Sabuni, Safvet, 1995, c.I s. 227

[209] Tekasür: 102/2.

[210] Ahtal: El-Ahtal (640-710), Hıristiyan bir Arap şairi olup Miladi 640'a doğru Hira'da yahut semiyesinin oturduğu Suriye çölünde, Ruşafe civarında doğmuştur Hakiki ismi Giyas b. Salt b. Tarika olup Arabistan'ın en meşhur kabilelerinden Tağlibîlerin Cuşam b. Bekr koluna mensuptu. Validesi Leyla Hristiyan idi. Hasımları tarafından kullanılan diğer bir lakabı da Davbal (do¬muz yavrusu, kurt)dır. Büyük oğlundan Ebu Malik künyesini aldı. Hıristiyan olarak yaşayıp Hıristiyan olarak öldü. Hicivde ustadır. Kadına ve içkiye düşkünlüğü meşhurdur. Ahtal Cerir ve Ferezdak ile beraber birinci sınıfı (el-tabakatü'1-üla) teşkil ederler Arap münekkidleri İslamiyyet'ten beri kendi başlarına ayrı bir zümre teşkil eden bu üç şahsiyet ile mukayese edilecek kimse bulamamışlardır. (İslam Ans. c.l, s. 226-227 ve 228'den özet. MEB İst. M.E. Basımevi, 1950)

[211] Keşşaf, 1997, c.4, s. 798.

[212] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 3, s. 613)

[213] İsfahani, Müfredat, tsz. 3. 390

[214] Mülekkin, Ga-rib, 1987, s. 583

[215] Zuhayli, Veciz, 1996, s. 602

[216] Sabuni, Safvet,1995, c.7 s.412

[217] Beyzâvi, Medarik

[218] Beyzavi, Celaleyn. Medarik

[219] Beyzavi, Medarik.

[220] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 146-147. (6036-6038)

[221] İnşikak: 84/14.

[222] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 147. (5678)

[223] Bakara: 2/28

[224] Mü'min: 40/11

[225] Âl-i İmrân: 3/27

[226] Hacc: 22/66

[227] Câsiye: 45/26

[228] Yâsîn: 36/70

[229] En'âm: 6/122

[230] Fâtır: 35/22

[231] Bakara: 2/179

[232] Mâide: 5/32

[233] Bakara: 2/49

[234] A'râf: 7/141

[235] İbrâhîm: 14/6

[236] Fâtır: 35/9

[237] Yâsîn: 36/33

[238] Al-i İmrân: 3/49

[239] Hz. İsa'nın, ölüleri dirilttiği Kur'ân'ın bildirdiği bir hakikattir. Ancak Sâm b. Nuh'u dirilttiği ve onun da insanlarla konuştuğu iddiası, aslı-esası olmayan bir İsrâîliyâttır. (Re¬daktör)

[240] Mâide: 5/110

[241] Meryem: 19/15

[242] Meryem: 19/33

[243] Kıyâmet: 75/40

[244] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 292-294.

[245] Rahman: 55/72.

[246] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 147-148. (4692)

[247] Beyyine: 98/7, Bakara: 2/148.

[248] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148. (6021)

[249] Maide: 5/50.

[250] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148. (1937)

[251] Furkan: 25/23.

[252] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148. (3581)

[253] Müzemmil: 73/10.

[254] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148. (5432)

[255] Bakara: 2/196.

[256] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 148-149. (712)

[257] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 149. (5491)

[258] En'âm: 6/158

[259] Nahl: 16/33.

[260] Bakara: 2/210

[261] Zuhruf: 43/66

[262] Muhammed: 47/18

[263] Nahl: 16/35

[264] İnsan: 76/1

[265] Ğâşiye: 88/1

[266] Tâ-Hâ: 20/9

[267] Zâriyât: 51/24

[268] Tâ-Hâ: 20/120

[269] Sebe: 34/77

[270] Kehf: 18/103

[271] Şu'arâ: 26/221

[272] Rûm: 30/28

[273] Rûm: 30/40

[274] Yûnus: 10/34

[275] Yûnus: 10/35

[276] A'râf: 7/53

[277] Nisâ: 4/176

[278] Yûsuf: 12/85

[279] İsrâ: 17/58

[280] Kasas: 28/88

[281] Kehf: 18/59

[282] Hicr: 15/4

[283] Kasas: 28/59

[284] En'âm: 6/6

[285] Hâkka: 69/29

[286] Bakara: 2/205

[287] Beled: 90/6.

[288] Kurtubî, 18/290

[289] Krş. "en-Necm" maddesi.

[290] Necm: 53/1

[291] Necm: 53/53. Bu iddianın hiçbir dayanağı yoktur.

[292] Tâ-Hâ: 20/81

[293] Nâziât: 79/40

[294] Necm: 53/23

[295] Tâ-Hâ: 20/16

[296] Furkân: 25/43

[297] İbrâhîm: 14/43

[298] Hacc: 22/31.

[299] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 150. (5492)

[300] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 150. (4712)

[301] Âl-i İmrân: 3/52

[302] Enbiyâ: 21/12

[303] Meryem: 19/98

[304] Âl-i İmrân: 3/152

[305] Yûsuf: 12/87

[306] Enbiyâ: 21/102

[307] Mecâzu'1-Kur'an , 1/41

[308] Al-i İmran: 3/160.

[309] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 150. (1218, 3583)

[310] Kurtubî. 19/43

[311] Furkan: 25/22.

[312] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 150-151. (3580)

[313] Saffat: 37/23.

[314] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 151. (119-120)

[315] İbn Manzûr, a.g.e., XV, 353.

[316] el-İsfahânî, a.g.e s. 784, 785.

[317] el-Gazalî, Ebû Hâmid, el-Makâsidu'l-Esma Şerhu Esmâillâhi'l-Husnâ, Medine, 1409, s. 107.

[318] bkz. Kutub, Seyyid, Fi Zılâli’1-Kur'ân, Beyrut, 1982, II, 820, 821.

[319] Izutsu, Kur'ân'da Allah ve İnsan, s. 138.

[320] Îmruu'l-Kays, a.g.e., s. 156.

[321] Izutsu, a.g.e., a.y.

[322] bkz. A'râf: 7/4.

[323] Bakara: 2/120; A'râf: 7/178.

[324] bkz. En'am: 6/84, 91.

[325] İbn Kesir, II, 109, 110; Elmalılı, I, 124. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 104-107.

[326] Bakara: 2/231.

[327] Lokman: 31/12.

[328] Nisa: 4/54, Bakara: 2/251.

[329] Bakara: 2/269, Nahl: 16/125.

[330] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 151-153. (915-929)

[331] Bakara: 2/231

[332] Nisâ: 4/113

[333] Ayetin Hz. İsâ ile ilgili olduğu düşünülürse, bu yorumun tutarlı olmadığı anlaşılır. (Redaktör) Âl-i İmrân: 3/48

[334] Âl-i İmrân 3/81.

[335] Âl-i İmrân: 3/164

[336] Bu âyetin, bir sonraki el-Hükm kelimesinin tefsiri sadedinde şâhid gösterilmesi daha uygun olurdu. (Redaktör). Meryem: 19/12

[337] Lokmân: 3/12

[338] Enbiyâ: 21/79

[339] En'âm: 21/89

[340] Nisa: 4/54

[341] Sâd: 38/20

[342] Bakara: 2/251

[343] Bakara: 2/269

[344] Nahl: 16/125. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 138-140.

[345] Bakara: 2/225.

[346] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 153-154. (1023)

[347] Şu'arâ: 26/113

[348] Mü'minûn: 23/117

[349] Ğâşiye: 45/26

[350] Talâk: 65/8.

[351] Nebe: 78/27

[352] Nebe: 78/36.

[353] İsrâ: 17/12

[354] En'âm: 6/96. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 229-230.

[355] İbrâhîm: 14/25

[356] Bakara: 2/36

[357] A'râf: 7/24

[358] Yûnus: 10/98

[359] Nahl: 16/80

[360] Rûm: 30/17-18

[361] Sâd: 38/88

[362] İnsan: 76/l Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 304-305.

[363] Müslim, Kader, 34; İbn Mace, Makaddime, 10, Zühd, 14

[364] Âl-i İmran: 3/185

[365] el-Futuhâtu'1-İlâhiyye, 1/82

[366] İnşikak: 84/7.

[367] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 154. (5676)

[368] Maide: 5/56.

[369] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 154. (1721)

[370] Zâdu'l-mesîr, 8/29

[371] eI-Bahr, 8/132

[372] A'raf: 7/156

[373] Bakara: 2/5

[374] Lokmân: 31/5

[375] Fussilet: 41/17

[376] İnsan: 76/3

[377] Tâ-hâ: 20/128

[378] Secde: 32/26

[379] Hacc: 22/67

[380] Bakara: 2/120

[381] En'âm: 6/71

[382] Meryem: 19/76

[383] Kehf: 18/13

[384] Sebe: 34/32

[385] Zuhruf: 43/49

[386] Ra'd: 13/7

[387] Şûrâ: 42/52

[388] A'râf: 7/159

[389] Secde: 32/24

[390] Îsrâ: 17/9

[391] Ahkâf: 46/30

[392] Cin: 72/2

[393] Sâffât: 37/23

[394] Nahl: 16/16.

[395] Enbiyâ: 21/31

[396] Tâ-Hâ: 20/82

[397] Neml: 27/41

[398] Bakara: 2/38

[399] Tâ-Hâ: 20/123

[400] Kasas: 28/22

[401] Tâ-Hâ: 20/10

[402] Sâd: 38/22

[403] Bakara: 2/159

[404] Muhammed: 47/25

[405] Muhammed: 47/32

[406] Necm: 53/23

[407] İsrâ: 17/94

[408] Kehf: 18/55

[409] Mü'min: 40/53

[410] Secde: 32/23

[411] İsrâ: 17/2.

[412] Bakara: 2/157

[413] Teğâbün: 64/11

[414] Bakara: 2/258

[415] Tevbe: 9/19

[416] Cuma: 62/5

[417] Kasas: 28/57

[418] Saff: 61/9

[419] Feth: 48/28.

[420] Zuhruf: 43/22

[421] En'âm: 6/90

[422] Yûsuf: 12/52

[423] Tâ-Hâ: 20/50

[424] A'lâ: 87/3

[425] A'râf: 7/156. Burada işaret edilen kelimenin iştikakı he-vav-dâl harfleridir. Dolayısıyla he-dâl-ye kökünden türeyen hudâ ve hidâyet ile alakası yoktur. Bkz. Râgıb el-İsfehanî, el-Müfredât, Mu'cemu Elfâzı'l-Qur'âni'l-Kerîm.

[426] Bakara: 2/9.

[427] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 154-155. (223)

[428] Neml: 27/62.

[429] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 155. (3694)

[430] Vakıa: 56/83.

[431] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 155. (4724)

[432] En’am: 6/142.

[433] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 155. (2071)

[434] Maide: 5/95.

[435] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 156. (1814)

[436] Yûnus: 10/26

[437] Necm: 53/31

[438] Rahmân: 55/60

[439] Nahl: 16/62

[440] Tevbe: 9/107

[441] Nisâ: 4/62.

[442] Leyl: 92/5-6.

[443] Asr: 103/2.

[444] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 156. (6077)

[445] Yûsuf: 12/14

[446] Mü'minûn: 23/34

[447] A'râf: 7/90

[448] Burada bir istinsah ya da dizgi hatası olabilir. Zira hem bir sonraki âyette yapılan açıklamada, hem de bir önceki notta sözü edilen Mukâtil'in Tefsiri'ndeki açıklamada "eşlerinin cennete gitmelerinden" bahsedilmemiştir. Dolayısıyla, buradaki açıklamanın, kendilerini ve eşlerini aldatmak suretiyle ateşe gidenler/kendilerini ve eşlerini ateşe maruz bırakmak suretiyle aldananlar şeklinde olma ihtimali vardır.

[449] Zümer: 39/15

[450] Şûrâ: 42/45

[451] Nisâ: 4/119

[452] Asr: 103/2

[453] Şu'arâ: 26/181

[454] Rahmân: 55/9

[455] Mutaffıfîn: 83/3

[456] Hûd: 11/47

[457] A'râf: 7/23.

[458] Bahr, 8/319

[459] İbn Manzur, a.g.e., VIII, 71, 72.

[460] a.g.e., VIII, 72.

[461] en-Nâbiğâ, a.g.e., s. 43.

[462] Taha: 20/108.

[463] Ğaşiye: 88/2.

[464] Haşr: 59/21

[465] el-Âlûsî, Ebu's-Senâ Şihâbuddîn, Rûhu’l-Me'ânî, Beyrut, tsz., XVIII, 3.

[466] Enbiyâ: 21/1, 2.

[467] Hucurat: 49/4.

[468] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 157. (4452)

[469] Bakara: 2/2.

[470] Bakara: 2/185.

[471] Bakara: 2/97.

[472] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 157. (22)

[473] Neml: 27/20.

[474] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 157-158. (3669)

[475] Rahman: 55/72.

[476] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 158. (4692)




Advertisement