Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

Şablon:KTFbakınız - d


Kur'an Terimleri Fihristi Kur'an Fihristi/Görsel Eşbah Ve Nezair EL-EŞBÂH VE'N-NEZÂİR Fİ'L-QUR'ÂNİ'L KERÎM
Online Mucem : http://kuranmeali.com/mucem.asp
KTF
KKF [1] {{KTF}}
A B C Ç D E F G H I İ K Kef Q Qaf L M N O Ö R S Ş T U Ü V W Y Z
Amaç: Ülkemizin online en zengin Kur'an terimleri fihristini oluşturmaktır.
Her Kur'ani terime iç link verilecek ve terimle ilgili ansiklopedik madde oluşturulacak ve ansiklopedik maddenin içerisine ilgili ayetler link olarak verilecek.Böylece her bir Kur'anİ terimin geçtiği tüm ayetlere ve ayetlerin tüm meal ve tefsirlerine aynı anda ulaşılabilecektir. Hatta önlerimin geçtiği hadislere ve önemli sözlere aynı anda aynı sayfada ulaşılacaktır.
Yöntem : 1. KTF nde bulunan kavramlara iç link verielerek sayfa oluşturulacak . 2. O konu ile ilgili izah sayfaya eklenecektir. 3. HDKD tefsirinden bulunacak Kur'an terimlerina ait izahlar kavramla ilgili ansiklopedik sayfaya eklenecek, 4. KTF de olmayan kavramlar için yeni sayfa oluşturularak ve fihrsitin olduğu sayfaya alfabetik sıra gözetilerek eklenerek fihrist geliştirilecektir. 5. Ayrıca Mu'cemül Müfehresden alınan ayetler bu sitede ilgili kuran teriminin ansiklopedik sayfasına eklenecektir. aşağıda ayetlerin alınacağı link bulunuyor. http://www.kuranmeali.com/%5Cmucem.asp
sonuç:Böylece internetteki en zengin "Kur'an terimleri fihristi" kollektif ve kollebratif bir usulle oluşturulmuş olacaktır. başta öğretmenlerimiz olmak üzere emeği geçenlerden Allah razı olsun. Bursa Valiliği'nde görevli hizmetli Mustafa'ya da teşekkürlerimizi de unutmayalım.
Mu'cem-ul Müfehres - Kur'an Kelimeleri Fihristi - Mucem
ا ب ت ث ج ح خ د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ك ل م ن ه و ؤ ى ي ئ ة

http://www.buharalim.com/forumdisplay.php?139-Kuran-Terimleri-S%F6zl%FC%F0%FC

Yahmum :[]

Yahmum, kömür gibi, simsiyah olan şey, zifir, kara duman anlamlarına gelir.

  • Buna, Vakıa Sûresi'nde zulmet değil de gölge denilmesi tehekküm/alay içindir.
  • İbni Abbâs'a göre, cehennemlikleri örten perdenin ismidir.
  • Yakîn /Îkan : [1] Hicr: 15/99; Müddessir: 74/47
  • Yakîn, "ikan", "istikan", teyakkun", hepsi aynı anlamdadır.
  • "İkan" ise yakın sahibi olmaktır "Yakîn", gerçeğe uygun ve herhangi bir şüphe ile ortadan kalkmayacak şekilde şek ve şüpheden uzak, kesin bir inanış demektir.
  • Başka bir ifade ile "yakîn", şek ve şüphe bulunmayan kesin bilgi, şüphe karışmayan ilim, bozulma ihtimali olmayan ilim demektir. *Bununla beraber kalbin kararı anlamında da "yakîn" denilmiştir.
  • "Bu öyle bir inanıştır ki başka türlü olması mümkün değildir." demektir. "Şu anda şüphem yok ki bu böyledir." 
  • "Başka türlü olması mümkün değil, bu böyledir." Bu ifadelerin üçü de yakîn anlamı içerir, ancak asıl yakîn ikinci ve üçüncü cümlelerdir.
  • Çünkü Allah'a ait ilme yakîn denilmez.
  • Bunun iki sebebi vardır. Birincisi Allah'ın isim ve sıfatları vahye dayanır. Kitap ve Sünnet'te Allah'ın ilmine "yakîn" denildiği görülmemiştir.
  • İkincisi, "yakîn" ve "ikan" şek ve şüphe edilen şeyler hakkında kullanılır.
  • Yakînde istenen şey gerçeklik ve şüphesizliktir, ancak bu olayın zarurî olması değil ancak vaki olması şarttır.
  • Bu nedenle görülenler, tecrübe edilenler, tevatürle nakledilenler ve doğru istidlaller de "yakîn" ifade ederler.
  • "Yakîn", seksiz şüphesiz, tereddüdsüz ilim manasına "yakin"gibi masdar veya mübalağalı ism-i fail olup ilmin sıfatı olarak bilinir. "Mutayakkan" mana¬sına bilinenin sıfatı olarak da kullanılır, özellikle ölümün ismi olmuştur.
  • Râgıb, "ilmîn sıfatı alan 'yakîn', fehmin/anlayışın sebatiyle nefsin sükûnudur.
  • Marifetin, dirayetin ve benzerlerinin üstündedir.
  • İlm-i yakîn denilir, marifet-i yakîn denilmez." demiştir.
  • Seyyid'in beyanına göre de "yakîn" sözlükte şek ve şüphe olmayan ilim demektir.
  • Yakînin de kendi aralarında dereceleri vardır.
  • Türkçe'de kullanılan, yakın kelimesi ile Arapça'daki yakîn kelimesinin hiçbir benzerliği yoktur.
  • Türkçe'deki yakın kelimesi Arapça'daki "kurb"un karşılığıdır. İki nesne arasındaki yakınlığı anlatır.


"İlme'l-yakın" ifadesinin anlamı hakkında üç ihtimal vardır.

  • 1- Yakîn denilen sağlam biliş demektir.
  • 2- İlmin malumuna izafeti kabilinden olmasıdır ki, emr-i mutayakkine yani şeksiz şüphesiz malumunuz olan şeyleri bilirsiniz, demektir.
  • 3- Mevt/ölüm manasına ölümü biliştir.

İnsanın ölümü bilişi de üç aşamalıdır.

  • 1- Kıyaslama ve karşılaştırma yoluyla ölümün bilinmesi,
  • 2- Ölüme yaklaştığında, yaş ilerlediğinde veya hasta olduğunda ölümü bilişi,
  • '3- Kişinin tam öldüğü andaki bilişidir ki bu da '"hakka'1-yakîn"dir.
  • "Ayne'l-yakîn" ifadesinde ise, iki vecih vardır.
  • Birisi "ayn"ın göz anlamına gelmiş olması, "Yakîn gözüyle açıkça göreceksiniz" demek olur. Rü'yetten anlaşılan budur.
  • Diğeri de "ayn"e zât, kişi manası verilmesidir. O zaman anlam, "Yakînin zâtından, kendisinden olan bir görüşle göreceksiniz." demek olur.
  • Bu ifade, "hakka'1-yakîn" ifadesi ile aynı anlama gelmektedir.
  • (Hatta ye'tiyeke'l-yakiyn): Ölüm [2]Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. 2 s. 553.
  • (Hatta ye'tiyeke'l-yakiyn): Sana yakiyn yani ölüm gelinceye kadar tevhid üzre dosdoğru ol.
  • Fakıyh, Muhammed b. Fadl'ın Muhammed b. Ca'fer'den, onun İbrahim b. Yusuf’tan, onun Meharimi’den, onun İsmail b. İyaş'tan, onun Şurahbil b. Müslim'den, onun Cübeyr b. Nusayr'dan, onun Ebu Müslim el-Havlani'den, onun da Resulullah’tan şöyle rivayet ettiğini söyledi:“Allah bana, mal biriktirip tacirlerden olmamı vahyetmedi, bilakis bana; sana ölüm (yakiyn) gelinceye kadar Rabbini hamd ile tesbih et, secde edenlerden ol, Rabbine ibadet et, diye vahyetti.”' [3]Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 277.

Nisaburi "yakiyn"i iki şekilde yorumlamış

  • a- kendisine va'dedilen yardım
  • b- kesinlikle karşılaşacağı ölüm [4]Burhan, 1996, c. 1 s. 498.
  • (Yakiyn): Ölüm ... [5]Mülekkin, Garib, 1987, s. 203.
  • Lafzen "erişmesi muhakkak/kaçınılmaz olan (el-Yakin) sana erişinceye kadar"... Kur'an'da ölümü ima etmek üzere sıkça kullanılan bir deyim[6] Buhari, Kitabu't-Tefsir.
  • Bununla birlikte, bkz. söz konusu terimin Kur'an'da ilk defa geçtiği Müddessir: 74/47 . [7]Esed, Mesaj, 1996, c. 2, s. 525.
  • Rabbine, ölünceye dek ibadet etmeye devam et. (Ölüm) yakiyn diye isimlendirilmiş çünkü o, kesin bir olgudur.[8]Zuhayli, Veciz, 1996, s. 268.
  • ... Ey Muhammed! Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et. Ölümün gelmesi kesin olduğu için ona "yakiyn" denildi. [9]Sabuni, Safvet, 1995, c. 3, s. 291.
  • Kur'an-ı Kerim'de, türevleriyle beraber onlarca defa zikredilen bu tabir sadece iki yerde; Hicr:15/99 ve Müddesir: 74/47 'de ölümü ifade etmektedir.
  • Mütercimlerin çoğu bu nüansa muttali olurken üç tanesinde aynı şeyi göremiyoruz:
  • Bulaç, Y.Öztürk, Atay.
  • Bulaç ... yakın ...
  • Y. Öztürk: ... şaşmaz ve kesin bilgi...
  • Atay: ... bilinç ...
  • Bulaç "yakiyn"i tercüme etmeye ihtiyaç duymazken, Atay "bilinç", Y. Öztürk ise "şaşmaz ve kesin bilgi" olarak tercüme etmiştir,
  • Atay ve Y. Öztürk'ün bu tabir için öne sürdükleri tercümeler, elbetteki "yakiyn" in anlamlarındandır, ama, "Her sözün bir coğrafyası vardır." sözünden hareketle öngörülen bu anlamların, bulundukları bağlamla beraber düşünüldüğünde, pek de uygun düşmediği görülecektir.
  • Kaldı ki, buraya aldığımız klasik ve çağdaş alimlerin görüşleri ve bunlara ek olarak diğer mütercimlerin tercümeleri de "yakiyn"in en azından Hicr:15/99 ve Müddessir: 74/47 'de "ölüm" anlamına geldiği yönündeki kanaatimizi güçlendirmektedir.
  • Netice olarak; bu iki ayette yer alan "yakiyn" ifadesinin; "Ölüm" şeklinde tercüme edilmesi, bizce daha doğrudur.

Örnek:

  • Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet/kulluk et!

Yaktın :[]

Yaktın, "Dubba’" denilen bildiğimiz kabak.

  • Cevheri şöyle der: Kabak ve benzeri gövdesiz bitki.[10]Cevheri, es-Sıhah; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, ilgili madde.

Ya’mehun :[]

"Şaşkınlaşıyorlar"

  • Ameh, bir şey hususunda tereddüd ve şaşkınlığa düşmektir.
  • Bunun sıfatı olan kelimesi ise şaşkın kimse manasına gelir.
  • Ru'be: "Şaşkın ve mütereddidler yüzünden doğru yolu bulamıyorum" ifadesinde ameh kelimesini bu manada kullanmıştır.
  • Fahr-i Râzi şöyle der: "Ameh ile amâ eş anlamlıdır.
  • Ancak amâ kelimesi daha umumi olup hem maddî, hem de manevî körlük için kullanılır.
  • Ameh ise, ne tarafa gideceğini bilmeyen kimsenin tereddüd ve şaşkınlığı manasını ifade edip sadece manevî körlükte kullanılır.[11]Tefsir-i Kebir, II/71

Ya’rucu :[]

Yükselir.

  • Göklere yükselmek mânâsına gelen "Mi’rac" bu köktendir.

Yaslâhâ :[]

Ona girer ve sıcağına katlanır.

Yaslevnehâ :[]

Cehenneme girer, alev ve sıcağını tadarlar.

Yasuddune :[]

Yasuddûne, dört şekilde tefsir edilir:

1. Mani olmak, engellemek, alıkoymak

  • Onlar ki, küfretmekte ve Allah yolundan tasaddi etmektedirler (insanları Allah'ın dîni İslâm'dan, ona girmekten alıkoyarlar)." [12]Muhammed: 47/1
  • "Şüphe yok ki o küfredenler ve Allah yolundan tasaddi edenler (insanları İslâm dîninden alıkoyan¬lar)..." [13] Hacc: 22/25

2. Yüz(ü) çevirmek

  • "Münafıkların senden tasaddi ettikçe ettiklerini (senden yüzlerini çevirdikçe çevirip başkasına yöneldiklerini) görürsün." [14]Nisâ: 4/61
  • "Başlarını döndürürler ve onları görürsün ki: büyüklenerek tasaddi ederler (yüzçevirirler ve onlar büyüklenirler)." [15]Münâfikûn: 63/5
  • "Onlardan kimi de ondan tasaddi etti (yüzçevirdi: imândan)." [16]Nisâ: 4/55

3. Yönelmek

  • "Amma, istiğna eden kimseye gelince, sen ona tasaddi ediyorsun (ona yöneliyorsun/yüzünü ona doğru çeviriyorsun)." [17]Abese: 80/5-6

4. Gülmek

  • "Meryem oğlu bir mesel olarak darbedilince, hemen kavmin bundan dolayı tasaddi ettiler (gürültülü bir şekilde güldüler, istihza/alay ettiler)." [18]Zuhruf: 45/57.

Ya’şu :[]

Yüz çevirir.

  • Bu kelime aslında, "göz zayıfladı" mânâsına söylenen "aşiye’l-basaru" sözünden alınmıştır.
  • İmam Halil şöyle der: "el-‘aşvu: Zayıf bir gözle bakmak" demektir.

Ya’zubu :[]

Gizli kalır.

  • Bir şey bir kimsenin gözüne görünmediğinde "’Azebe ‘an ‘aynihi" denir.

Ya’tedune :[]

"Sınırı aşarlar"

  • İ'tida, her hususta haddi aşmak olup daha ziyade zulüm ve isyanda kullanılır.

Ye’ayâ :[]

Zayıflar, âciz kalır.

  • Yorulmak ve âciz kalmak mânâsına gelen İ’ayâe mastarındandır.

Ye's :[]

Ye's, ilim, bilgi demektir.

  • Havâzin ve Nah'a diline ait bir kelimedir.
  • Bir şeyi bilme, karşıtından ümit kesmeyi gerektirmesi itibariyle lazımdır.

Ye’cûc -Me'cûc :[]

Ye'cûc-Me'cûc veya Ya'cûc-Ma'cûc isimleri, Arapça'ya başka dillerden geçmiş kelimelerdendir.

  • Frenkler (Batılılar) bunları "Yagug ve Magug" diye isimledirip, şeytanın soyundan olduklarına inanırlarmış.
  • Örneğin, Batı Roma İmparatorluğu'nu istila eden Hunlar, böyle isimlendirilmişti.
  • Bu ifadeler "barbar" tabirinden daha ağır bir anlam içermektedir.
  • Tevrat'ta Ye'cûc ve Me'cûc ile ilgili olarak, Ye'cûc'ün Yâfes'in oğullarından biri olduğu ifade edilmiştir.
  • Vehb bin Münebbih, Yâfes oğullarından iki kabiledir demiştir.
  • Kısacası, Ye'cûc-Me'cûc, aslı ve soyu belirsiz, din ve millet tanımaz, zorba ve zalim bir insan topluluğudur.

Yeburu :[]

Yok olur, helak olur.

  • Bir şey yok olup boşa gittiğinde "Bâre" denilir. Geniş zamanı "Yeburu" dur. "Bevâr" Yok olmak manasınadır.

Yebussu :[]

Yayar, dağıtır.

  • Yed (El), Allah’ın Eli Meselesi
  • Dilimizde, "filanın eli açık" denildiği zaman bilinir ki, bu tabirlerde "el" kelimesinin müfred manası kastedilmez.
  • "Eli açık" deyimi bütünüyle bir kelime gibi "seğii" manasından mecaz, daha doğrusu kinaye olur.
  • Hakiki ma¬na mümkün olsa bile düşünülmez.
  • Örneğin, iki kolu dibinden kesilmiş olan bir kimse bile gerçekte cömert olursa ona "eli açık" denir.
  • Arapça'daki "yedhu mebsûtatu" "eli açıktır" ifadesi de böyledir. "Yedâhu mebsûtâni" (iki eli açıktır) ise bunun tekit ile mübalağasıdır ki, kendisinde cimrilikten eser bulunmayan son derece vergili olduğunu ifade eder.
  • Bunlarda "yed" kelimesinin ne tekilinde ne tesniyesinde özel bir mana kastedilmemiştir.
  • Arapça'da bunun birçok örneği vardır. "İki elin açık olması koruya (vahaya) bol yağmur verdi.
  • Dereleri ve tepeleri de onun nimetine şükretti." Yağmuru koruya ihsan eden "besta yedeyn" tabirinde de "el" tasavvur edilmeyip nimetin yayılması kastedilmiştir.
  • Aynı şekilde şair Lebid; "Soğuğun yuları poyrazın elinde olunca rüzgâr sabahleyin ağır olur." diyerek, soyut bir temsilî istiare ile poyrazın etkisini ve soğuğun şiddetini anlatmıştır.
  • Demek ki, "rüzgâr gibi el" tasavvuru gibi mümkün olmayan şeylere bile, dilde "el" isnadının örneği pek çoktur.
  • "Allah'ın eli açıktır" ayetinde de, "yed"in (el) ne hakikî ne mecazî manası düşünülmeden Allah'ın cömertliği anlatılmış olur.
  • "Allah'ın eli" denilmesinin meşru bir kullanım olduğu anlaşılır.
  • Hakikatte Allah'a "el" nisbet eden birçok ayet ve hadis vardır.
  • Fetih:48/10 , Sad: 38/75 , Yasin: 36/71 ayetleri örnek verilebilir.
  • "Leyse ke misluhu şey'in"[19]Şura: 42/11. ayeti gereğince Allah'ın elinin bizim bildiğimiz özel cisim olamayacağı da akıl ve nakil gereği bilindiği için, "Allah'ın eli vardır" diye iman eder, hakikatini Allah'ın ilmine bırakırız.

Yed :[]

Arap dilinde "yed" kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılagelmiştir.

  • 1- Bilinen özel uzvun ismidir
  • 2- Nimet manasınadır.
  • 3- Kuvvet ve kudret manasınadır
  • 4- Mülk manasına kullanılmıştır.
  • 5- Yardımın ve ihtisasın şiddeti manasında kullanılmıştır.
  • "Ben bunu elimle yaptım" demek "kendim yaptım" demektir.
  • İtina ettim çok özel şekilde, önem vere¬rek yaptım demek de olur.
  • Sad Sûresi 75 . ayette Adem ile ilgili olarak, Allah'ın "Kendi iki elimle (biyedeyye) yarattığım" ifadesi de aynı anlamdadır.

el-Yed, üç şekilde tefsir edilir:

1. el-Yed; bizatihi yed: el manasında kullanılır; şu âyetlerde olduğu gibi:

  • "(Allah,. İblis'e sordu): "Kendi ellerimle (bi-yedeyye) yarattığıma secdeden seni ne menetti?" [20]Sâd: 38/75
  • Buradaki yed'ten maksat, mübarek ve yüce olan Rahmân'ın elleridir. O Âdem'i Kendi eliyle yarattı ve buyurdu ki:
  • "Muhakkak Allah Âdem'i, semavâtı ve arzı kendisiyle tuttuğu eliyle halketti." Burda yed'den maksat, bizzat el'dir.
  • "Hayır, O'nun iki yed'i (iki eli) de açıktır." [21]Mâide: 5/64
  • "(Mûsâ) yed'ini (elini) çıkardı. O, bakanlar için bembeyazdı." [22]Arâf: 7/108

2. Nafaka (infak ve harcama) hususunda el için yapılan darb-ı mesel

  • "Yed'ini boynuna bağlanmış kılma (sen, eli boynuna bağlı olduğu için onu açına imkânı bulunmayan kişi gibi infakdan elini tutma /cimrilik etme)." [23]İsrâ: 17/29
  • "Yahudiler, "Allah'ın yed'i bağlıdır" (Allah bize infak etmekten yana elini tuttu/cimrilik etti; dolayısıyla Benî-İsrâîl zamanında yaptığı gibi artık rızkımızı geniş tutmuyor) dediler. Asıl kendi yed'leri (elleri) bağlandı." [24]Mâide: 5/64
  • Bu, mübarek ve yüce Allah'ın darbettiği bir meseldir.

3. Fiil/yapmak

  • "Görmezler mi ki, Biz onlar için ellerimizin yaptıklarından en'âm halkettik." [25]Yâsîn: 36/71
  • "Allah'ın yed'i, onların yed'lerinin fevkindedir (Allah'ın onlara yaptığı hayırlar, onların Hudeybiye Günü bey'atta yaptıklarından daha efdaldir)." [26]Feth: 48/10
  • "Halbuki onu kendi yed'leri (elleri) yapmamıştır (bu onların fiillerinden/yaptıklarından olmamıştır)." [27]Yâsîn: 36/35
  • "İşte bu, senin ellerinin önden gönderdiği (senin fiillerin/yaptıkların) sebebiyledir." [28]Hacc: 22/10

Yedu’u :[]

Zor ve şiddet kullanarak savar.

  • Bir kimse birini şiddetle savdığında "deaahu deân" denir.
  • "Yevme yud’avne ilâ nâri cehenneme deân: O gün Cehennem ateşine itilip atılırlar"[29]Tûr: 52/13 mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır.

Yefsuqune :[]

Çıkıyorlar.

  • Fısk, daha önce geçtiği gibi, taatten çıkmak demektir.

Yeğşâ :[]

Örter, kuşatır.

Yeğuddune :[]

Kısarlar.

  • "Ğadde savtehu" Sesini kıstı.
  • Alçak sesle konuştu demektir.

Yehceun :[]

Uyurlar.

  • "Hucu’ "gece uyumak" demektir.

Yehîcu :[]

Kurur.

  • Asmaî şöyle der: Yerin bitkisi kuruduğunda "Haceti’l-ard" denir.
  • Geniş zamanı "Tehîcu" gelir Cevheri de şöyle der: Bitki kuruduğunda "Hâce’n-nebt" denir. Mastarı "Hiyâcen" dir. *Yeryüzünün bitkileri kuruduğu veya sarardığı zaman, o yere "Ardun Hâicetun" denir.[30]Bkz. Cevheri, es-Sıhah, ilgili madde. Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu'1-muhît

Yehifu :[]

Israr eder.

  • Bir kimse bir meselede ısrar ederse "Ehfâ bi’l-mes’eleti" denir. "el-haf" ve "elahh" kelimeleri de aynı mânâyadır.

Yehîku :[]

Kuşatır.

  • "Hâka bihi’ş-şey’: O şey ona indi ve onu kuşattı" demektir.

Yehmâ :[]

Yehmâ, "sahra" vezninde ucu bucağı bulunmayan çöle ve bitmeyecek sanılan kıtlık senesine denir.

  • Mübalağa sigası ile "yehamut", volkan ve feza anlamına gelebileceği gibi, başlangıçta her yanı açık olan arzın kabuğunun oluşmasıyla, yeryüzü ile arzın merkezi arasına sıkışmış gazların yol buldukça volkan olup patlaması gibi izdırabını içinde saklayan kişinin bir zaman gelip patlaması anlamına da gelebilir.
  • Aynı kökten gelen "yehem", delilik, "eyhaman" da iki saldırgan demektir.
  • Öyle ki bedeviler, kendisinden geçmiş bir şekilde sağa sola saldıran deveye, şehirliler de sele ve yangına "eyhaman" derler.

Yehrusun :[]

Yalan söylüyorlar.

Yehtafu :[]

"Yakalar" Hatif, sür'atle yakalamak demektir.

  • "Ancak bir söz kapan olursa onu delen ve yakan bir alev takip eder"[31]Saffat: 37/10 âyette de bu manaya kullanılmıştır.
  • Sür'atinden dolayı kırlangıca "huttaf" denilmiştir.
  • Hatif, bir şeyi son derece hızlı yakalayan demektir.

Yehtesibun :[]

Sanırlar, ümit ederler.

  • "Musibet ona, beklemediği bir yerden geldi" anlamında "Câehu’l-emru min haysu lâ yehtesibu" denir.

Yehissimun :[]

Etraflarında olup bitenden habersiz bir şekilde işlerini tartışırlar.

Yehûdu :[]

Yehûdu, Arapça'da tevbe etmek manasına geldiği gibi Yahudi olmak anlamına da gelir.

  • Araplar'ın, Yahudilere yahudi demeleri; ya buzağıya tapmaktan vazgeçip tevbe etmeleri yahut da "yahuza" isminin Arapça söylenişi nedeni iledir.
  • "Yahuza" Hz. Yakub'un on iki çocuğundan en büyüğünün ismidir.
  • Yahudi, cins isim olarak kavmin veya boyun adıdır.
  • Tekil olarak kullanıldığında "Yahudi" denilir ki, bu kavme ait kişi demektir.

Yehuddu :[]

Teşvik eder.

  • "el-hadd" Teşvik etmek demektir.

Yehuru :[]

Döner.

  • Bir kimse geri döndüğünde "Hâre" denilir.
  • Geniş zamanı"Yehuru"dür.
  • "Mal ve nimet çoğaldıktan sonra, bunların eksilmeye dönmesinden sana sığınırım" mealindeki hadiste de bu anlamda kullanılmıştır.[32]İbn Mâce, Duâ, 20

Yekdiru :[]

Daraltır, azaltır.

Yekterifu :[]

Kazanır.

Yulhidun:[]

Haktan ve doğru yolda yürümekten sapıyorlar.

  • "İlhâd" Eğilmek, sapmak demektir.
  • Bir kimse, Allah'ın dininden başka yöne meylettiğinde, "Elhade fi dinillahi" denilir.

Yelicu :[]

Girer.

  • "Vuluc" girmek demektir.
  • "Deve, iğne deliğine girmedikçe..."[33]A'raf: 7/40 mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır.

Yemin :[]

Yemîn, sağ ve sağlamlık demektir.

  • Kuvvet ve kasem mânâlarına gelir.
  • Bu nedenle sağ ele yemin denildiği gibi, bir sözü, Allah'ın adını özel bir biçimde anarak güçlendirmeye de, şeriatte yemin denilir. *Söylediği sözü, Allah huzurunda, Allah'ı şahit tutarak, onun büyüklüğü adına söylediğini göstermek suretiyle bir yüklenme ifade eder.

el-Yemm :[]

el-yemm, deniz demektir.

Yemunnune :[]

Başa kakarlar.

  • "Menn" bir şahsa iyilikte bulunmak ve yaptığı iyiliği başına kakmaktadır.
  • Bunun aslı, lügatte, kesmek manasınadır. "Felehum ecrun ğayru memnun: Onlar için kesintisiz bir ecir vardır"[34]Tın: 95/6 âyetinde de bu mânâya gelmektedir.

Yenâbî' :[]

Yenâbî', "Yenbû'" kelimesinin çoğuludur. Yenbû', yerden fışkıran su kaynağı demektir.

Yenfidu :[]

Dağılırlar.

Yenkudune :[]

Bozarlar.

  • Nakz, diziyi dağıtmak, yapılan bir binayı veya bükülmüş bir ipi veya verilen bir sözü bozmak demektir.
  • Nakz kelimesi Kur'an'ı Kerim'de bu manalarda zikredilmiştir.
  • "İpliğini sağlamca büktükten sonra bozan kadın gibi olmayın"[35]Nahl: 16/92, "Sözlerinden dönmeleri sebebiyle..."[36]Nisa: 4/155

Yenkusun :[]

Bozuyorlar.

  • Ahdi bozdu, mânâsına "Nekese’l-ahde" denir.

Yensilun :[]

Hızla çıkarlar.

  • Kurt hızla koştuğunda "’asele’z-zi’bu" veya "nesele’z-zi’bu" denir.[37]Kurtubî, 15/40

Yesduru :[]

Ayrılıp çıkar.

  • "Sudur" Gelmek mânâsına gelen "Vurud"un zıddıdır. "Vârid", "gelen", "Sâdir" ise "giden"dir.

Yes’emun :[]

Bıkarlar, usanırlar.

Yesfiku :[]

Döker.

  • Sefk, dökmek ve akıtmak demektir.
  • Kan akıtmanın dışında kullanılmaz.
  • Misbah adlı kitabın müellifi şöyle der: Kanı sefk etmek, onu akıtmak demektir.Darabe babından gelir.

Yesirru :[]

Israr eder.

  • Bir şey üzerinde kalmaya kuvvetle ve şiddetle azmetti, demektir.

Yesqavukum :[]

Size üstünlük sağlarlar ve güçlü olurlar.

  • "Saqf" Aslında, bir şeyi kavrama ve yapma hususunda beceri demektir.
  • Arapların becerikli kişi için kullandıkları "Raculun saqfun leqfun" sözünde geçen "Saqfun" kelimesi bu köktendir.
  • Daha sonra bu kelime, mutlak olarak zafer ve kavrama mânâlarında kullanılmıştır.[38]AIûsî, 28/68

Yeslâ :[]

Girer ve sıcağına katlanır.

  • "Onu ateşe soktum ve ateşin, sıcağını ona tattırdım" mânâsına, "Eslaytehu’n-nâra vecealtu bizuqi harihâ" denir.

Yeslukhu :[]

Onu sokar.

Yesnune sudurehum :[39]Hud: 11/5[]

(Yesnune sudurehum): Haktan dönerler/vazgeçerler/muhalif olurlar ve ondan saparlar.

  • Çünkü bir şeye yönelen herhangi biri ona göğsünü/sinesini yöneltir. Ondan uzaklaşıp sapan kişi ise göğsünü ondan sakındırır/engeller (göğsünü ona yöneltmenin zıddı olarak sırtını döner) ve ondan yüz çevirir. [40]Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 359. (Yesnune sudurehum): Kelbî; (Allah), göğüslerinde olan kini, düşmanlığı gizlerler, diyor, dedi. [41]Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 141.
  • Resulullah (as)'m yanından geçtiklerinde göğüslerini ondan çevirirlerdi/ondan yüz çevirirlerdi. [42]Nisaburi, Burhan, 1996, e. I, s, 430.
  • (Yesnune sudurehum): Yani içlerindeki düşmanlığı gizlerler ve kalplerim senden sakındırırlar/seni umursamazlar. [43]Mütehkin, Garib, 1987, s. 167.
  • Burada sözü edilen kimseler Hz. Muhammed'in getirdiği mesajın Allah'tan olduğuna inanan kimseler olmadığına göre, bunların "kendilerini Allah'tan gizlemelerinin, bu anlam örgüsü içinde olsa olsa bir tek anlamı olabilir ki, o da, onların Allah'tan gelen hakikat çağrısına karşı kendilerini kapalı tutmaları, bu çağrıya kulak vermekte isteksizlik göstermeleridir.
  • Ayette bu, veciz ve mecazi bir üslup içinde dile getirilmiştir.
  • Bu, aynı zamanda, "kalplerini (lafzen, göğüslerini, sinelerini) kat kat örtülerle örtüyorlar" ifadesine de açıklık getirmektedir. Bu son ifadeyle, sözü geçen kimselerin akıllarını ve kalplerini batıl inançlarla, hurafelerle örtmüş oldukları ve bunun da kendilerini manevi gerçeklere karşı kapalı ve duyarsız kıldığı belirtilmektedir. [44]Esed, Mesaj, 1996, c. 1, s. 421.
  • ...Bu (ayet), kafirler hakkında nazil olmuştur. Resulullah (as) ile karşılaştıklarında göğüslerini (ona yönelmekten) alıkoyarlar (onu gizlerler ve saklarlar) ve ona sırt dönerler. [45]Zuhayli, Veciz, 1996, s. 222.


Müfessirlerin "yesnune sudurehum" ibaresine verdikleri anlamları şu şekilde toparlamak mümkündür,

  • a- Haktan vazgeçmek/dönmek/muhalif olmak,
  • b- Haktan yüz çevirmek,
  • c- Göğüslerindeki mevcut kin ve düşmanlığı gizlemek,
  • d- Kalplerini hakka meyletmekten alıkoymak,
  • e- Sırtım dönmek,
  • f- Umursamamak vs.
  • Görüldüğü gibi müfessirler bu tür anlamları öne çıkarmakla ibareye mecazi bir yorum katmıştır.
  • Ancak, aynı şeyi mütercimlerin yaptığını söylemek zordur.
  • Elmalı: Göğüslerini büküyorlar.
  • Lisanımızda "göğüs bükmek" tabiri pek kullanılmaz.
  • Fakat malumdur ki bir topluluk içinde bakanlardan gizli bir şey yapmak isteyen bir kimse göğsünü büker, sırtını döner.
  • Nitekim gocunduğu bir kimseye rastladığı zaman da kişi yüzünü saklamak için aynı şeyi yapar.
  • Allah'ın kelamından "Allah'tan gizlenmek için göğüs bükmek, 'haktan yan çizip kaçınmak' demektir.
  • Aynca bu tabir, dıştan iyi görünüp, içinden münafıklık/mürailik etmek manasından kinaye de olabilir.
  • Çantay ve A. Öztürk: Göğüslerini dürüp bükerler ...
  • D.İ.B., Atay:...iki büklüm olurlar ...
  • Bilmen, Ateş, Y. Öztürk, Varol:.. .göğüslerini bükerler.
  • Yavuz:... göğüslerini haktan çevirirler, arkalarını dönerler.
  • Davudoğlu:... göğüslerini çeviriyorlar ...
  • Bulaç:... göğüslerini büker (Haktan kaçırıp yan çizer)ler.
  • T.D.V.: ...göğüslerini çevirirler (gönüllerinden geçeni gizlerler).
  • Koçyiğit: (Karınlarına birleştirecek şekilde) göğüslerini eğmektedirler.
  • Hizmetli, Piriş: ...iki büklüm oluyorlar.
  • Muhatab açısından düşünüldüğünde, görebildiğimiz kadarıyla, en anlaşılır tercümeler Elmalı, Yavuz, Bulaç ve bir yönüyle de T.D.V.'nin tercümeleridir.
  • Merhum Elmalı'nın dipnottaki açıklamaları, ifadenin anlaşılmasına engel olabilecek her türlü tereddüdü giderecek niteliktedir. Yavuz'un, ayetin mecazi anlamını doğrudan tercümeye yansıtmış olması, Bulaç'ın bunu parantez açarak ihsas ettirmesi oldukça güzel ve yerinde tercüme örnekleridir.
  • T.D.V.'nin tercümesindeki parantez içi ifade ise müfessirlerin konuyla ilgili -zayıf da olsa- görüşlerinden birine tekabül etmesi hasebiyle doğru kabul edilebilir.


Diğer mütercimlerin tercümelerinin iki farklı şekilde olduğunu görüyoruz:

a) Göğüslerini bükmek:

  • Elmalı'nın da belirttiği gibi bu tabir Türkçe'de kullanılmıyor. Bu gerçek, sadece merhum Elmalı'nın yaşadığı zamanla ilgili bir durum değildir. Bilakis, bugün de böyle bir tabirin kullanılmadığı bir gerçektir ve aslında bu tabir, "elle tutulur/kayda değer" hiçbir anlam ifade etmemektedir Böyle bir tercüme formunun birçok mütercim tarafından rağbet görmesinin sebebi sanırım bütün bunların sözbirliği etmişçesine yesnune, fiili için "büküyor" anlamını tercih etmeleri ve bu fiilin diğer anlamlarını gözardı etmeleridir. Oysa ki birçok muteber sözlüğe bakılacak olursa söz konusu fiilin; sakındırmak, engellemek, önlemek gibi anlamlara da geldiği görülecektir. Davudoğlu'nun "göğüslerini çeviriyorlar" şeklindeki tercümesi hiçbir mecazi boyutu haiz olmamasına ve ayetin deyimsel anlamını ifade etmemesine rağmen "göğüslerini bükmek" şeklindeki tercümeden daha mantıkidir.


b) İki büklüm olmak:

  • Çok yaşlanmak, dik duramayacak hale gelmek, yaşlılıktan kamburu çıkmak gibi anlamları ifade ettiğinden, ayetin anlamını doğru bir şekilde yansıtmamaktadır.
  • Sonuç olarak bizce "yesnune sudurehum" ifadesi şu şekillerde tercüme edilse daha faydalı olur:
  • - Yüz çevirirler.
  • - Yan çizerler.
  • - Umursamazlar.
  • - Sırt çevirirler.
  • - Görmezden gelirler, vb.

Örnek:

  • İyi bilin ki onlar, O'ndan gizlenmek için sırt çevirirler/görmemden gelirler. Halbuki Allah, örtülerine büründükleri zaman dahi gizlediklerini ve açığa vurduklarını bilir.Şüphesiz O, kalplerin özünü bilendir.

Yesr :[]

Yesr kelimesinin aslı "yesri"dir. Fasıla için "ya" hazf olunarak "ra"nın kesresi ile yetinilmiştir.

  • Meczum değildir. İbni Kesîr ve Ya'kûb kıraatlerinde "yüsrâ" okunur, "isrâ" gibi gece gitmek manasına "sûra" ve "sirayet"ten muzarîdir.
  • Gecenin gece gitmesi, gece içinde gece deyimi katmerli bir ifadedir.
  • Burada iki nükte vardır. Birisi gecenin zulumât ve zorluk olduğu, diğeri ise, gam ve eleme işaret olduğu, fecirle birlikte ikisinin de geçeceği ifade edilmek istenmektedir.

Yesîr, üç şekilde tefsir edilir:

1. Kolay

  • "Bilmez misin ki, Allah gökte ve yerde olanı bilir. Şüphesiz bütün bunlar bir kitaptadır. Gerçekten bu Allah'a göre yesîr'dir (başa gelecek musibetler Levh-i Mahfuz'da yazılmıştır; dolayısıyla bunları bilmek Allah'a, kolaydır)." [46]Hacc: 22/70
  • "Bir yaşatılana uzun ömür verilmesi de, ömründen eksiltilmesi de mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz şu, Allah'a göre yesîr'dir (hîn, kolaydır. Ve O'na zor değildir)." [47]Fâtır: 35/11

2. Serî/hızlı

  • "Şu yesîr bir ölçektir (kendisinde bir engel bu¬lunmayan serî/hızlı bir ölçmedir)." [48] Yûsuf: 12/65

3. Hafi/gizli

  • "Sonra, onu yesîrce (gizlice) Kendimize qabzediyoruz (çekip alıyoruz)." [49]Furkân: 25/46

Yesrib :[]

Yesrib Medîne-i Münevvere'nin eski ismidir.

  • Esasen bulunduğu buk'anın (yerin, böl¬genin) ismidir.
  • Rasul-ü Ekrem, Yesrib ismini Medine'ye çevirmiştir. "O Taybe veya Tabedir" buyurmuştu.

Yestahyune :[]

"Kızları hayatta bırakıyorlardı."

Yesta’tebun :[]

Rablerini razı etmeleri istenir.

  • "Onun razı olmasını istedim, o da özrümü kabul etti" mânâsına, "İsta’tebetehu fe e’atebeniy" denir.

Yesta’tibu :[]

Allah'ın rızasını isterler.

Yestebdilu :[]

"Değiştirir"

  • Bir kimse bir şeyi başka bir şeyin yerine koyduğunda “Tebdil” denir.
  • “Bedel” ve “İstebdel” aynı mânâda kullanılır.
  • İmanı küfürle değiştirmek, imanın yerine küfrü almak demektir.

Yesteftihune :[]

Bu kelime, feth ve zafer istemek mânâsına gelen istiftah mastarından şimdiki zaman fiili olup, mânâsı: "Zafer istiyorlar" demektir.

Yesterihun :[]

Feryâd ederler.

  • Yüksek sesle bağırmak mânâsına gelen "Surâh" kelimesinden türemiştir. "Sârih" Yardım isteyen; "Musrih" yardıma koşandır.

Yesturun :[]

Yazıyorlar.

  • "İlmi kalemle yazdı" mânâsına "Setera’l-ılmu bi’l-qalemi" denir.

Yesuddune :[]

Feryat ediyorlar, bağırıyorlar.

  • Yesuddune Yüz çeviriyorlar, insanları imandan engelliyorlar, manasınadır.
  • Cevheri şöyle der: "Sadde" Bağırdı, demektir.
  • Geniş zamanı "Yesuddu" mastarı "Sadîd" gelir.
  • Bir görüşe göre, "Yesuddu" şekli, "yüz çevirmek" mânâsına "Sudud" kökündendir.
  • "Yesiddu" Şekli bağırmak mânâsına gelen "Sadîd" kökündendir.[50]Bkz. Cevheri, es-Sihâh; İbn Manzûr, Lisânu'1-Arab; Ferrâ, "Bunların ikisi de aynı mânâyadır" der.

Yesumunekum :[]

"Size tattırıyorlar"

  • Bu kelime, "kötü bir şey tattırmak" mânâsında olan “Sâme” fiilinin geniş zamanıdır.
  • Taberî: "Sizi getirip kötü azabı tattırıyorlardı." der.

Yetefettarne :[]

Yarılırlar, çatlarlar.

  • "Futur" çatlak, yarık demektir.
  • "Vemâ lehâ min futur: Onda bir çatlaklık yoktur" sözü bundandır.

Yeteğâmezun :[]

Alay olsun diye, gözleriyle onları gösterirler.

Yetehâccune :[]

Çekişirler.

Yetemettâ :[]

Gurur ve kibirinden salınarak yürür.

Yetim :[]

Yetâmâ, "nedîm", "nedâmâ" gibi "yetîm"in çoğuludur veya çoğulun çoğuludur.

  • Yetim infirad (yalnız olma, yanında kimse bulunmama) mânâsına "yatem"den türetilmiştir.
  • Nitekim emsalsiz inciye "durr-i yetim" denilir.
  • Bu yalnız kalma mânâsı dolayısı ile babası ölmüş olana da yetim denir.
  • Lügat bakımından hem büyük hem de küçük için ifade edilir.
  • Fakat örfte henüz kendini kurtaramayacak yaşta olanlar için söylenir.
  • Bu cihetle yetim kelimesi zaaf ve aklında bir noksanlığı anlatmak için de kullanılır.
  • Buluğdan sonra rüşdünü bulmayanlar için de kullanılır.
  • Kocasından ayrılmış kadınlar için de kullanılır.
  • Kısacası yetim, sahibi, annesi veya babası ölmüş, kendisi de aciz olan kimseleri ifade eder.

Yetiru :[]

Eksiltir.

  • Bir kimse birinin hakkını eksik verdiğinde "veterahu haqqahu" denir.

Yeveddu :[]

Temenni eder ister demektir.

Yevm :[]

Yevm, dört şekilde tefsir edilir:


1. Azız ve celîl Allah'ın dünyayı halkettiği altı günden her biri

  • "De ki: "Siz yeri iki günde halkedene mi küfrediyorsunuz?" [51]Fussilet: 41/9
  • "Ve onda gıdalarını dört günde takdir etti." [52] Fussilet: 41/10
  • "Bu suretle onları yedi sema olarak iki günde qadâ etti." [53]Fussilet: 41/12
  • İşte böylece altı gün tamamlanmış olmaktadır. "O Allah ki semavâtı, arzı ve ikisi arasındakileri altı günde (bu günler, Allah indinde dünya günleri gibidir) halketti." [54]Secde: 32/4
  • "Gerçek şu ki, Rabbinin indinde bir gün, sizin saydığınız bin yıl gibidir." [55] Hacc: 22/47

2. Dünya günleri

  • "Semâdan arza emri tedbir eder. Sonra, miktarı (Cebrail'in nüzul/iniş miktarı) sizin saymanıza göre bin yıl olan bir günde (dünya günlerinden bir günde) O'na çıkar." [56]Secde: 32/5

3. Kıyamet Günü, (âhiret)

  • "O Gün (âhiret'te, Kıyamet Gününde) hiç kimseye zerrece zulmedilmez." [57]Yâsîn: 36/54
  • "Cidden O Gün (âhiret'te, Kıyamet Gününde) ashâb-ı cennet..." [58]Yâsîn: 36/55
  • "O Gün (âhiret'te, Kıyamet Gününde) herkese kazandığının karşılığı verilir." [59]Mü'min: 40/17
  • "O Gün ((yani, âhiret'te)) ağızlarını mühürleriz..." [60]Yâsîn: 36/65

4. Hin (vakit/zaman)

  • "Doğduğu gün (vakit), öleceği gün (vakit) ve diri olarak çıkarılacağı gün (hin/vakit) o'na selâm olsun." [61] Meryem: 19/15
  • (İsa dedi ki): "Doğduğum gün ((yani, vakit)), öleceğim gün (yani, hin/vakit) ve diri olarak çıkarılacağım gün (hîn/vakit) selâm üzerimedir." [62]
  • "Göçtüğünüz günde (vakitte) ve ikamet ettiğiniz günde (vakitte)…" [63]Meryem: 19/33
  • "Onun hasadı günü (ürünlerinizi hasad ettiğiniz, derdiğiniz, topladığınız vakit) de hakkını verin!" [64]En'âm: 6/141

Yevmu’l-cem'i :[]

Yevmu’l-cem'i, kıyamet günü demektir.

  • O gün mahlûkât toplandığı için ona bu isim verilmiştir.

Yevmu'1-fasl :[]

Yevmu'1-fasl, kıyamet günüdür.

Yevmu't-tenâd :[]

Yevmu't-tenâd, kıyamet günü demektir.

  • O gün mahşere çağrıldığı veya insanlar birbirine seslendiği için bu ismi almıştır.
  • Umeyye b. Salt şöyle der: Allah yeryüzünü yuvarlaklaştirdığında, onda mahlûkâtı yaydı.
  • Onlar kıyamete kadar yeryüzünün sakinleridir.[65] Kurtubî, 15/310

Yezherun :[]

Yükselirler, yukarı çıkarlar.

Yeziffune :[]

Hızla yürürler.

Yezraukum :[]

Sizi yaratır ve çoğaltır.

Yezunnune :[]

Burada zan, şek manasına değil yakîn manasınadır.

  • Zıd manâlı kelimelerdendir.
  • Ebu Ubeyde şöyle der: "Araplar hem kesin, hem de şüpheli bilgiye zan derler"[66]Mecazu'l-Kur'an, 39
  • Arap dilinde bu kelime, kesin bilgi mânâsında çok kullanılmıştır. Nitekim aşağıda mealleri verilen âyetlerde debu mânâda kullanılmıştır:
  • "Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı kesin olarak biliyordum"[67]Hakka: 69/20
  • "Suçlular ateşi görür görmez, orayı boylayacaklarını kesin kes anladılar."[68]Kehf: 18/53.

Yubdiu :[]

Kudretiyle ilk önce, yoktan yaratır.

Yubikhunne :[]

Onları helak eder.

  • "Onu helak etti" mânâsına "Evbekahu" denir.

Yude’une :[]

Şiddet ve zorla itilirler.

  • "ed-de’aa" Zorla ve horlanarak atmak demektir.

Yudhidu :[]

İbtal ederler, boşa çıkarırlar.

  • "Bâtıl boştur" mânâsına "el-bâtılu dâhidun" denir.
  • Çünkü bâtıl, kayıp gider, bir yerde durmaz.

Yu’fekun :[]

Haktan sapıklığa çevrilirler, döndürülürler.

  • Bir kimse, birini bir şeyden döndürdüğünde "Efekehu" denir. Mastarı "İfk" dir.

Yufidun :[]

Koşuyorlar.

  • Deve hızlı yürüdüğünde "Evfeda’l-be’ıyru" denir.

Yufraqu :[]

Genişçe açıklanır.

Yuğniy :[]

Fayda verir, savar.

  • "Mâ eğniye anniy mâliyeh: Malım bana hiç fayda sağlamadı"[69]Hakka: 69/28 âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.

Yuhâddune :[]

Karşı gelirler.

  • "Muhâddetun" Hadlerde ve hükümlerde muhalefet ve düşmanlık etmek demektir. "el-Meşakkat" ile aynı mânâdadır.
  • Zeccâc şöyle der: Muhâdde, senin, arkadaşının bulunduğu taraf ve yana aykırı tarafta bulunmandır.
  • Aslı, birbirine engel olmak manasınadır.

Yuhadiune :[]

"Yuhadiune" Tuzak kuruyorlar.

  • Hıdâ'; hile, tuzak ve riya manalarında kullanılır.
  • Asıl itibariyle, "gizlemek" manasına gelir.
  • "Zaman", belâ ve musibetleri gizlediği için, ona da hâdi' ismi verilir.
  • Ev halkını içinde, koruyup muhafaza ettiği için, küçük eve de mihdâ’ denir.

Yuharrifunehu :[]

"Onu tahrif ederler" Tahrif, aslında bir şeyden yüz çevirmek manasına gelen inhiraf kökünden olup değiştirmek ve tebdil etmek manasınadır.

Yuhra’un :[]

Hızla giderler.

  • Ferrâ, "İhrâ’u" korkudan titreyerek hızla gitmektir, der.
  • Müberred de şöyle der: "Muhra’un" Sevkedilen, demektir.
  • Soğuk, bir kimseyi ateşe sevkettiğinde "Câe fulânun yehra’u ilâ’n-nâri" denilir.[70] Kurtubî, 15/88

Yuhzîhi :[]

Onu horlar, zelil eder.

Yukevviru :[]

Dürer.

  • "Tekvir" Sarmak ve bükmek demektir. "Kevera’l-‘ımâmete: Sarığı sardı" mânasına denir.

Yulicu :[]

Girer

Yunzefun :[]

Sarhoş olurlar.

  • Bir kimse sarhoş olduğunda "Nezefe’r-racul" denilir. Sarhoşa "Nezîf" veya "Menzuf" denir.
  • Şair şöyle der: Andolsun ki, sarhoş da olsanız, ayık da olsanız, siz ne kötü pişman olanlarsınız, ey Ebcer ailesi![71]el-Bahr, 7/350

Yunîbu :[]

Günahından dönüp tevbe eder.

Yunzifun :[]

Sarhoş olurlar, akılları başlarından gider.

Yu’racu :[]

Yükselir.

Yusaddeune :[]

Şarap yüzünden başları ağırır.

  • "Sadea’l-kavmu bi’l-hamri: Şaraptan dolayı başları ağrıdı" demektir.

Yuscurun :[]

Onlarla ateş yakılır.

  • "Tandırı yaktı" mânâsına "Secera’t-tennur" denilir.

Yusrâ :[]

Yusrâ, kolaylık ve rahata yani cennete götüren haslet.

Yû'ûn :[]

Yû'ûn, kab yani içine yiyecek konulan tabak, çanak gibi mutfak eşyası demektir.

  • "Vi'a"dan if'aldır. Mazisi "ceme'e, fari'e" gibi "ev'a"dır. Kaba doldurup saklamak anlamındadır.
  • Kur'ân'daki kullanımı daha çok mecazdır. Gönüllerinde ne gibi gizli fikirler, bozuk akideler, fena maksatlar besliyorlar, inkar ile neler kazanmak, kablarına neler doldurmak, mü'minlere neler yapmak, defterlerine neler yazdırmak istiyorlar, anlamında kullanılmaktadır.

Yûza'ûn :[]

Sonrakiler gelip hepsi toplanıncaya kadar öncekiler tutulur.

Yuza'ûn , iki şekilde tefsir edilir:

1. Sürülmek, yedilmek, sevkolunmak

  • "Süleyman'ın huzuruna cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları haşroldu/toplandı. Onlar topluca sevk olunurlardı/sürülüp götürülürlerdi (yûza'ûn)." [72]Neml: 27/17
  • "Her ümmetten âyetlerimizi yalanlayan bir bölük haşredeceğimiz gün, onlar sevkolunurlar/sürülüp gö¬türülürler (yûza'ûn)." [73]Neml: 27/83
  • "Allah'ın düşmanları haşrolunacakları gün, onlar ateşe sevkolunurlar/sürülüp götürülürler (yûza'ûn)." [74]Fussilet: 41/19

2. Euzi'nî , bana şükretmeyi ilham et

  • "(Süleyman şöyle dua etti): "Rabbim! Evzi'nî (bana ilham, et ki), bana ve ana-babama ihsan ettiğin nimetine şükredeyim." [75]Neml: 27/19'
  • Ebû Bekr b. Kuhâfe'nin ağzından söylenen Kur'ân'daki şu buyruk da bu manadadır:
  • "Nihayet olgunluk çağına ulaştığı ve kırk yaşına girdiği zaman dedi ki: "Rabbim! Evzi'nî (yani, bana il¬ham et ki), bana ve ana-babama ihsan ettiğin nimetine şükredeyim." [76]Ahkâf: 46/15

Yûtikûne :[]

Yûtikûne, if'al babından ve "itaka" masdarmdan fiil-i muzarîdir.

  • "İtika', takat ve "tavk"tandır. "Tavk", "ta"nın üstünü ile "takat", "ta"nın ötresi ile boyuna takılan gerdanlık veya ağır bir demir anlamlarına gelir.
  • "Takat" kuvvet ve güç yetirme manasında kullamlmaktaysa da aralarında fark vardır.
  • "Vusu" dediğimiz kuvvet, takatin üzerindedir.
  • Çünkü vusu' bir şeye kolaylıkla güç yetirmek, "takat" ise, zorluk ve meşakkat ile güç yetirmektir.
  • Bundan dolayı "itaka" gücü yetmek, dayanmak manasına gelirse de, güç yetişmek, güç tükenmek, zor dayanmak, hatta dayanamamak manasınadır. *Buna "tatvik", "tatavvuk", "tatayyuk" ve "ichad" denilir.
  • Bu nedenle Bakara Sûresi 184. ayetteki kullanımında "itaka", "istita'a" (gücü yetmek) manasına veya "tatvik" (güç tükenmek) manasına olacaktır.
  • İstita'a manasına olursa "Gücü yetenler oruç tutmadıkları takdirde fidye versinler." demek olur.
  • Tatvik ve ichad manasına olursa, son derece güçsünmek, güç tükenmek, zor dayanmak, hatta dayanamamak manasına gelir.
  • Bunun hem rivayet yönünden hem dirayet yönünden, "Oruca çok güçsünür, yani dayanamazlar" diye tefsir edildiğine şahid oluyoruz.
  • Türkçe'de de "falan buna zor dayanır" ifadesi "dayanamaz" demektir.
  • Burada da oruca güç yetiremeyenler kastedilmektedir.

Yuzâhirune :[]

Zıhâr yaparlar.

  • "Zıhâr" "sırt" mânâsına gelen "Zahera" kelimesinden türemiştir.
  • Bir kimse karısına, "Sen bana annemin sırtı gibisin" diyerek, karısını kendine haram kıldığında "Zâhera min imraetihi" denilir.

Yuzekkihim :[]

Aslında, artırmak mânâsına gelen tezkiye mastarındandır.

  • Araplar, ekin büyüdüğünde “Zekâ’z-zer’u” derler.
  • Daha sonra bu kelime "nefsî temizlik" mânâsında kullanılmıştır.
  • Burada: "Onların nefislerini temizler, demektir."
  • "Nefsini kötülüklerden arındıran, kurtuluşa ermiştir."[77]Şems: 91/9 mealindeki âyet de bu mânâyadır.
  • Bu kelime şirk ve günah kirinden temizlemek mânâsına gelen “Tezkiyetün” den türetilmiştir.

Kaynaklar[]

[1] Hicr: 15/99; Müddessir: 74/47.

[2] Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. 2 s. 553.

[3] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 277.

[4] Burhan, 1996, c. 1 s. 498.

[5] Mülekkin, Garib, 1987, s. 203.

[6] Buhari, Kitabu't-Tefsir.

[7] Esed, Mesaj, 1996, c. 2, s. 525.

[8] Zuhayli, Veciz, 1996, s. 268.

[9] Sabuni, Safvet, 1995, c. 3, s. 291.

[10] Cevheri, es-Sıhah; el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmûs, ilgili madde.

[11] Tefsir-i Kebir, II/71

[12] Muhammed: 47/1

[13] Hacc: 22/25

[14] Nisâ: 4/61

[15] Münâfikûn: 63/5

[16] Nisâ: 4/55

[17] Abese: 80/5-6

[18] Zuhruf: 45/57.

[19] Şura: 42/11.

[20] Sâd: 38/75

[21] Mâide: 5/64

[22] Arâf: 7/108

[23] İsrâ: 17/29

[24] Mâide: 5/64

[25] Yâsîn: 36/71

[26] Feth: 48/10

[27] Yâsîn: 36/35

[28] Hacc: 22/10

[29] Tûr: 52/13

[30] Bkz. Cevheri, es-Sıhah, ilgili madde. Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu'1-muhît

[31] Saffat: 37/10

[32] İbn Mâce, Duâ, 20

[33] A'raf: 7/40

[34] Tın: 95/6

[35] Nahl: 16/92

[36] Nisa: 4/155

[37] Kurtubî, 15/40

[38] AIûsî, 28/68

[39] Hud: 11/5

[40] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 359.

[41] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 141.

[42] Nisaburi, Burhan, 1996, e. I, s, 430.

[43] Mütehkin, Garib, 1987, s. 167.

[44] Esed, Mesaj, 1996, c. 1, s. 421.

[45] Zuhayli, Veciz, 1996, s. 222.

[46] Hacc: 22/70

[47] Fâtır: 35/11

[48] Yûsuf: 12/65

[49] Furkân: 25/46.

[50] Bkz. Cevheri, es-Sihâh; İbn Manzûr, Lisânu'1-Arab;

[51] Fussilet: 41/9

[52] Fussilet: 41/10

[53] Fussilet: 41/12

[54] Secde: 32/4

[55] Hacc: 22/47

[56] Secde: 32/5

[57] Yâsîn: 36/54

[58] Yâsîn: 36/55

[59] Mü'min: 40/17

[60] Yâsîn: 36/65

[61] Meryem: 19/15

[62] Meryem: 19/33

[63] Nahl: 16/80

[64] En'âm: 6/141.

[65] Kurtubî, 15/310

[66] Mecazu'l-Kur'an, 39

[67] Hakka: 69/20

[68] Kehf: 18/53.

[69] Hakka: 69/28

[70] Kurtubî, 15/88

[71] el-Bahr, 7/350

[72] Neml: 27/17

[73] Neml: 27/83

[74] Fussilet: 41/19

[75] Neml: 27/19

[76] Ahkâf: 46/15

[77] Şems: 91/9

Advertisement