Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

D. Kalp . Kalb. قلب
Göz görmez kalp görür
Cennete, kalpleri kuş kalbi gibi (saf ve temiz) olan insanlar girecektir.
Kalp affetmiyor
Kalp krizinden vefat eden savcılar
Kalp krizinden vefat eden belediye başkanları


Video: https://www.instagram.com/reel/CmxoaDSsRXu/?utm_source=ig_web_copy_link
Imam al-Nasafi (D. 1142 CE) writes about the verse, “They posses heart they fail to understand with.” Quran 7/179, “They fail to contemplate with and understand with.” Imam al-Samani (D. 1095 CE) writes, “Their hearts fail to grasp what is beneficial for them.”
Imam al-Samarqandi (983 AH) writes, “They cannot comprehend with their hearts, the truth.”

İmam el-Nesefi (ö. 1142 CE), "Onlar kalpleri var, anlayamıyorlar." Kur'an-ı Kerim 7:179, "Onlar, onunla düşünüp, anlamazlar." İmam Samani (ö. 1095 CE) şöyle yazar: "Kalpleri, kendileri için neyin faydalı olduğunu kavrayamaz."
İmam Semerkandi (H. 983) şöyle yazar: "Kalpleriyle hakikati kavrayamazlar."
22/46
Arapça Metin
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَٓا اَوْ اٰذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَاۚ فَاِنَّهَا لَا تَعْمَى الْاَبْصَارُ وَلٰكِنْ تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّت۪ي فِي الصُّدُورِ
TDV: (Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.
Elmalılı Meali (Orijinal): Ya o yerde neye bir seyr etmediler ki kendileri için akıllanmalarına sebeb olacak kalbler ve işıtmelerine sebeb olacak kulaklar olsun, zira hakikat budur ki gözler körelmez ve lâkin sînelerdeki kalbler körelir.
(İnkâr edenler) yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, kendileri için onlarla akıl erdirecekleri kalbler ve onlarla işitecekleri kulaklar olsun! Ama şu gerçek ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerdeki kalbler (basîretler) kör olur.
(3)“Basar (göz) masnûâtı (san‘atla yaratılan varlıkları) görüp de, basîret (kalb gözü) Sâni‘i(san‘atkârı) görmezse, çok garib ve pek çok çirkindir. Çünki o hâlde, Sâni‘in ma‘nen ve kalben görünmemesi, ya basîretin fıkdânındandır (yokluğundandır) veya kalb gözünün kör olmasındandır veya idrâkinin pek dar olduğundan, mes’eleyi azametiyle (büyüklüğüyle) kavrayamadığından veya bir hezelândır (saçmalıktır). Ve illâ (yoksa) Sâni‘in inkârı, basarın şuhûdunu (gözün gördüğünü) inkârdan daha ziyâde münkerdir (çirkindir).” (Mesnevî-i Nûriye, Şemme, 188) Süleyman Ateş Meali
Hiç yer yüzünde gezmediler mi ki (kendilerinden önce mahvolanların yerlerini görsünler de) düşünecekleri kalbleri, işitecekleri kulakları olsun (akıllları başlarına gelsin, hak sözünü işitsinler). Zira gözler kör olmaz (çünkü gözlerin körlüğü, geçici bir görme yetersizliğidir); fakat (asıl) göğüslerdeki kalbler kör olur.
Asıl felâket, kalb gözü olan basîretin kör olmasıdır. Çünkü insana gerçekleri gösterecek olan odur. O göz burada kör oldu mu âhirette de kör olur. Ama dış göz kör olsa da kalb gözü açık ise bir zararı yoktur. Nasıl olsa şu fanî hayâttan sonra basîretler devreye girecektir.
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ Türkçe Transliterayonu (*) Velekad żera/nâ licehenneme keśîran mine-lcinni vel-ins(i)(s) lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ velehum a’yunun lâ yubsirûne bihâ velehum âżânun lâ yesme’ûne bihâ(c) ulâ-ike kel-en’âmi bel hum edall(u)(c) ulâ-ike humu-lġâfilûn(e)
Abdulbaki Gölpınarlı Meali
Andolsun ki biz, cinlerin ve insanların çoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır; düşünmezler onunla; gözleri vardır, görmezler o gözlerle; kulakları vardır, duymazlar o kulaklarla. Onlar dört ayaklı hayvanlara benzerler, hatta daha da sapıktır onlar. Onlardır gaflette kalanların ta kendileri.
Diyanet Vakfı Meali
Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.  
Âyetin son cümlesi için bk. Furkan 25/44.
Elmalılı Meali (Orijinal)
Celâlim hakkı için Cinn-ü İnsten bir çoğunu Cehennem için yarattık, onların öyle kalbleri vardır ki onlarla doymazlar, ve öyle gözleri vardır ki onlarla görmezler ve öyle kulakları vardır ki onlarla işitmezler, işte bunlar behaim gibi, hattâ daha şaşkındırlar, işte bunlar hep o gafiller
Hasan Basri Çantay Meali
Andolsun ki biz cin ve insden bir çoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalbleri vardır, bunlarla idrâk etmezler; gözleri vardır, bunlarla görmezler; kulakları vardır, bunlarla işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvanlar gibidir. Hattâ daha sapıkdırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.
Muhammed Esed Meali
Gerçek şu ki, Biz, cehennem için, kalpleri olup da gerçeği kavrayamayan, gözleri olup da göremeyen, kulakları olup da işitemeyen görünmez varlıklardan ¹⁴³ ve insanlardan çok canlar ayırmışızdır. Hayvan sürüsü gibidir bunlar; hayır hayır, doğru yolu kavramakta onlardan da aşağı: ¹⁴⁴ Körcesine dalıp gitmiş olanlar işte böyleleridir.
143 Bkz. Ek. III.144 Lafzen, “daha da sapıklar” -çünkü hayvanlar sadece içgüdülerine ve tabii ihtiyaçlarının sevkine bağlı olup ahlakî bir tercihde bu... Devamı..
Ömer Nasuhi Bilmen Meali
Andolsun ki, cinden ve insten çoklarını cehennem için yarattık, onların kalbleri vardır ki, onlar ile anlayamazlar ve onların gözleri vardır ki, onlar ile göremezler ve onların kulakları vardır ki, onlar ile işitemezler. Onlar hayvanlar gibidirler, belki onlar daha sapıktırlar. İşte gâfil olanlar onlardır.
Suat Yıldırım Meali
Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır. [46, 26; 2, 18; 8, 23; 22, 46; 2, 171] {KM, İşaya 6, 9-10; Matta 13, 13-14}
Süleyman Ateş Meali
Andolsun, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık ki kalbleri var, fakat onlarla anlamazlar; gözleri var, fakat onlarla görmezler; kulakları var, fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapık... Ve işte gafiller onlardır!
Süleyman Tevfik (1927)
Cinlerden ve insânlardan bir çoğını cehennem içün yaratdık. Onların (cehennemliklerin) kalbleri vardır ki onunla fehm itmezler, gözleri vardır fakat onunla görmezler, kulakları vardır lâkin onunla işitmezler. Onlar dört ayaklı hayvân gibidirler, belki onlardan daha ziyâde dalâletdedirler. İşte onlar gâfillerdir.
Ümit Şimşek Meali
Cinlerden de, insanlardan da Biz pek çok Cehennemlikler yarattık. Onların kalpleri vardır, anlamazlar; gözleri vardır, görmezler; kulakları vardır, işitmezler. Onlar hayvan gibi, hattâ daha da şaşkındırlar. Onlar gafillerin tâ kendileridir.
Yaşar Nuri Öztürk Meali
Yemin olsun ki, biz, cehennem için, cinlerden ve insanlardan, birçok kişiye vücut verdik/birçoğunu döllendirip yaydık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.
Eski Anadolu Türkçesi
daħı bayıķ [87a] yarattuķ ŧamu içün çoķ perrįlerden daħı ādemįlerden anlaruñ göñüllerdür añlamazlar anuñ-ile daħı anlaruñ gözlerdür görmezler anuñ-ile daħı anlaruñ ķulaķlardur işitmezler anuñ-ile. şunlar yılķılar gibidür belki anlar azġunıraķdur. şunlar anlar ġāfillerdür.
Satır Altı Meal (1534)
Taḥḳīḳ biz yaratduḳ cehennem‐içün çoḳ kişileri cinnīlerden ve ādemīler‐den. Anlaruñ yürekleri vardur, anuñ bile fehm eylemezler. Daḫı anlaruñ göz‐leri vardur, anlaruñ bile görmezler. Daḫı anlaruñ ḳulaḳları vardur, anuñla işitmezler. Anlar ḥayvānlar gibidür. Bel ki ḥayvānlardan beterler‐dür, anlar ġāfillerdür.
Bunyadov-Memmedeliyev
Biz cinlərdən və insanlardan bir çoxunu Cəhənnəm üçün yaratdıq. Onların qəlbləri vardır, lakin onunla (Allahın birliyini sübut edən dəlilləri, (özlərinin dini borc və vəzifələrini) anlamazlar. Onların gözləri vardır, lakin onunla (Allahın mö’cüzələrini) görməzlər. Onların qulaqları vardır, lakin onunla (öyüd-nəsihət) eşitməzlər. Onlar heyvan kimidirlər, bəlkə də, (ondan) daha çox zəlalətdədirlər. Qafil olanlar da məhz onlardır!
M. Pickthall (English)
Already have We urged unto hell many of the jinn and humankind, having hearts wherewith they understand not, and having eyes wherewith they see not, and having ears wherewith they hear not. These are as the cattle nay, but they are worse! These are the neglectful.
Yusuf Ali (English)
Many are the Jinns and men we have made for Hell: They have hearts wherewith(1153) they understand not, eyes wherewith they see not, and ears wherewith they hear not. They are like cattle,- nay more misguided: for they are heedless (of warning).

Kalb Sine Kalp katı kalpli katı yürekli

Fizik varlığımız için söz konusu olan kalp krizi ve bilumum kardiyo-vasküler sorunların varlığını nasıl doğal görüyorsak; fizik ötesi varlığımızın kalbî ve bilumûm batınî sorunlarını da öngörebilmeliyiz.

Evet, bâtınî kalbimiz de hastalanabiliyor! Hatta, bâtın dünyanın kendine has yasalarına göre bazı kalpler küfürden, münafıklıktan, şirkten mühürlenebiliyor. İki çeşit kalp arasında bu yönden fark şu... Kalp krizi geçiren ya fücceten gidiyor ya da krizi ve by-pass'ı geçtikten sonra hayata dönüyor ve kaldığı yerden devam ediyor. Kalbi mühürlenen ise, mühürlenmenin gerçekleştiği andan itibaren âhiretini kaybediyor; yâni kalan ömründe tevbekâr olma şansını yitiriyor. Elbette, bu kul ile Allah arasında.

Biz üçüncü şahıslar bir insanın kalbinin mühürlü olup olmadığı hususunda, bazı belirtilere bakarak sadece zanda bulunabiliyoruz. Böyle yapmakla elbette hata etmiş olmuyoruz..

Çünkü, bu Hucurât sûresinde belirtilen ve “ism” (Peltek se ile) olan zan grubunda değil. Dolayısıyla, inkârına, küfrüne tanık olduğumuz bir insanın kalbinin mühürlendiğinden ve artık hidâyete eremeyeceğinden emin olamıyoruz. Fakat, bizim de bu çirkinlikler karşısında bu nevi insanların artık laftan ve hiçbir şeyden anlamayacakları yönünde suizanda bulunma ve onlardan uzaklaşma lüksümüz bulunuyor.

Dilerseniz, tam bu noktada Kehf: 57'ye bakalım..[]

...inna cealna alâ kulubihim ekinneten en yefkahuhu ve fiy azanihim vakra ve in ted'uhüm ilel hüda felen yehtedu izen ebeda..

.. Doğrusu onların kalbleri üzerine onu anlamamaları için kılıflar geçirdik ve kulaklarına da ağırlıklar koyduk.Onları HUDAya (hidayete/rehbere) da'vet etsen de bu halde onlar ebediyyen hidayete eremezler.

Şimdi, gelecek âyete (Kehf:58) dikkat edelim lütfen! Biraz önce söylediğimiz inceliği burada yakalamaya çalışalım.

Yâni, kalp mühürlenince âhiretini kaybediyor ve o tarihten itibaren 100 yıl da yaşasa hidâyete erme şansı kalmıyor demiştik.

Kehf:58..[]

(Rasûlüm) senin Rabbin Ğafur ve zürRahmet (Rahmet sahibi) dir. Eğer kazandıkları ile onları muaheze etseydi (hemen yakalayıp hesaba çekseydi), elbette azabı çabuklaştırırdı. Ama onlar için va'dedilen bir durum-zaman vardır ki, Ondan gayrı sığınak bulamazlar.

İsra 45 46[]

Şimdi, lütfen İsra:45 ve 46'yı da dikkatle okuyalım. Dikkat edelim lütfen; âyetlerdeki insanlar nasıl insanlar ki Cenâbı Allah onlara Kurân'dan bile feyz alma lüksü tanımıyor.

45:Sen Kur'an'ı kıraat ettiğinde (biz), seninle Ahiret'e iman etmeyenler arasına hicaben mestura (gizli perde) yaptık.

46: Kalblerinin üzerine, O'nu (Kur'an'ı) fıkh etmelerine/anlamalarına (mani) ekinneh (kılıflar, perdeler), kulaklarında da vakra (ağırlık) koyduk. Kur'an'da Rabbini tekliği ile zikrettiğinde, nefretle dübürleri üzere/geriye dönüp giderler.

Ne kadar ilginç değil mi? Bir yerden ve bir şeylerden sonra mühürlenme süreci hızlanıyor ve Kurân bile tesir edemiyor; tedavi edemiyor. Şifâ olmasına rağmen!! Çünkü, Kurân ile onların kalpleri ve kulakları arasında ekinne ve vakr mâniaları var..

Dikkat edilirse, bu âyetlerde kalplerin mühürlenmesinden bahsedilmiyor.. Yâni, bahsi geçen olumsuzluklar mühürlenmeden önceki safhaları temsil ediyor ve bize mühürlenmeye giden sürecin evreleri hakkında bilgi veriyor.. Şimdi, meseleyi biraz karıştıralım izninizle.. Fussilet:5'e uzanalım.

Fussilet 5[]

“Dediler ki: “Bizi kendisine çağırdığın şeyden kalblerimiz ekinne (kılıflar, perdeler) içindedir, kulaklarımızda bir vakra (ağırlık) vardır ve bizimle senin aranda da bir hicab (örtü) vardır. Artık amel et (yap), muhakkak ki biz de amilleriz”. (Fussilet:5)

Evet, görüldüğü gibi aynı parametreler. EKİNNE + VAKR+ HICÂB..

HDKD[]

Şimdi, lütfen bu âyetin tefsiri sadedinde Elmalılı'dan yaptığımız alıntıyı okuyalım..

Kalblerimiz örtüler içinde.” Bunu söyleyenler Ebu Cehil ile yanında bulunan Kureyş'ten bir topluluktu. Hz. Ömer'den rivayet olunmuştur ki Kureyş Resululallah'a doğru bakmışlardı. Resulullah onlara “Sizi İslâm'a gelip de Araplara efendilik etmekten alıkoyan nedir?” buyurdu. Dediler ki: “Ya Muhammed, biz senin söylediğini anlamıyoruz, işitmiyoruz, kalplerimizde gılîf var”. Ebu Cehil de tuttu kendisiyle Resulullah'ın arasına bir PERDE çekip ya Muhammed dedi.

“Kalplerimiz senin bizi çağırdığın şeyden örtüler içinde, kulaklarımızda da bir ağırlık var ve seninle bizim aramızdan bir PERDE çekilmiştir” dedi. dedi. Fakat ertesi gün onlardan yetmiş kişi Resulullah'a gelip “Ya Muhammed bize İslâm'ı anlat” dediler, arzedip anlatınca İslâm'a girdiler. Resulullah gülümseyip “Elhamdülillah, dün benim davetime karşı kalplerinizde gılîf, kabuk olduğunu, kulaklarınızda ağırlık bulunduğunu söylüyordunuz, bugün müslüman oldunuz” buyurdu. “Ya Resulallah, biz dün yalan söylemişiz, öyle olsa idi asla hidayet bulamazdık” dediler.

Rivâyetteki son cümleye lütfen dikkat ve Kehf:57'inin içeriği ile mutabık değil mi??

Şimdi, bu rivayetin doğru olduğu ihtimalini kendimize malzeme yapalım ve mesele eğer ağırlaştı ise onu şu şekilde anlaşılır kılalım..

Ebucehil ve âvânesinin ne söylediğine dair âyeti okuduk. Fussilet:5!

Evet, Ebucehil veya bir başkası (Kim olduğu önemli değil) gerçekten Resullullah'ı protesto etmek için beraber bulundukları bir ortamda aralarına PERDE çekiyor.. Bu, bildiğimiz bir odayı ikiye ayıran türden bir perde. Ama hakikatte –onlar farkında değiller- onların çektikleri perdeden farklı görünmez (mestur) bir başka perde daha var; onu da Resullullah ile aralarına Allah çekiyor. Bunu nereden öğreniyoruz??. İsrâ:45'den. Yukarıda geçmişti. “Hıcâben Mestûrâ”..

Tekrar ediyoruz; şu ana kadar henüz nihai aşama olan mühürlemeden bahsedilmedi.. Bunlar, önceki evreler ve henüz aslında çâreler tükenmedi.

Şimdi, o nihai aşamaya ait Kurân verilerini biraz inceleyelim.

Ama önce bazı temel bilgilere ihtiyacımız var.

Âraf:179'dan bu ihtiyacımızın bir kısmını karşılamaya çalışalım.

“Yemin olsun ki, biz, cehennem için, cinlerden ve insanlardan, birçok kişiye vücut verdik/birçoğunu döllendirip yaydık. Kalpleri var bunların, onlarla anlamazlar; gözleri var bunların, onlarla görmezler; kulakları var bunların, onlarla işitmezler. Davarlar gibidir bunlar. Belki daha da şaşkın. Gafillerin ta kendileridir bunlar.”

Koyu satırlara lütfen dikkat! Arapça metin şöyle.

lehüm kulubün la yefkahune biha ve lehüm a'yünün la yubsırune biha ve lehüm azânun la yesmeune biha

Bu âyete işaret etme sebemiz şudur.. Bir tarafta organlar diğer tarafta onlara ait fonksiyonlar bir arada zikredilmiştir.. Bâtınî organımız kalp ve onunla anlayıp kavrama işlevimiz; zâhiri organlarımız göz ve kulaklar, onlarla da görme (basar) ve işitme (sem'un) işlevlerimiz.

“Kalp” konusunu artık anladığımızı düşünerek, “basar ve sem'un” işlevlerimize açıklık getirmek istiyorum.

Mâlum, mühürlenme konusunda ilgili parçamız sadece kalp değil! Bunun dışında göz ve kulakların da mühürlenmesinden bahsediliyor. Daha doğrusu göz ve kulaktan değil bunlara ait işlevlerin veya belki daha doğru bir ifâde ile bu organlarımızda merkezileşen duyularımızın mühürlenmesi de sözkonusu. Yâni, bu noktada “ayn=göz” ile “basar” arasındaki ve “üzün=kulak” ile “sem'un” arasındaki nüanslara dikkat etmemiz gerekiyor..

Çünkü, bir insanın gözü kör olabilir ama basarı açık olabilir.. Meselâ, rüyalarımızı uyku hâlinde görürüz; ancak rüyaları görmek için gözümüzün açık olması gerekli değildir.. Bu örnekleri çoğaltabilmek mümkündür. Biz, örnekleri çoğaltmak yerine Hâc:46'yı okuyalım..

“...Çünkü basarlar a'ma olmaz, sadrların içindeki kalbler a'ma olur.” (Hac:46)

Tahmin ediyorum; bu ilâhî ifâde üzerinde tefekkür ederek anlaşılmayan hususlar kaldıysa anlayabilir; nüansların farkına varabiliriz..

Hatm ve Tab'[]

Bir başka temel bilgi Kurân'daki mühürleme fiilerine dair. Yâni, meallerde çoğunlukla “mühürlemek” diye çevirisi yapılan aslında iki fiil (yüklem) var Kurân'da. Bu, tahmin ediyorum işin zor olan kısmı ve incelememizde bunu bütün yönleriyle ortaya koyabileceğimizi zannetmiyorum..

Evet, bir HATM fiili var ve bir de [yrtyTAB'UN]] fiili.

Tabii, Türkçe düşünerek ve bu iki fiilin dilimizdeki karşılığı olarak mühürlemek ve damgalamak kelimelerini tercih ettiğimizde –ki buna mecbur kalıyoruz- derinlik kayboluyor ve lâyıkıyla anlayamıyoruz.

Mevcut zorluğu Türkçe düşünerek şöyle örnekleyelim.

Mühürlediğimizde, kurallara uymadığı için bir işyeri mühürleniyor; bir zarfın içindeki mahremiyete binaen ağzı mühürlenebiliyor.

Damgaladığımızda, bazı kıymetli evrak üzerinde soğuk damga kullanabiliyoruz ve çok sayıda hayvanın nereye ait olduğunu belirlemek için sıcak damga (dağlamak) kullanabiliyoruz. Düşünecek olursak, başka örnekleri de hatırlayabiliriz.

Şimdi, iki âyete yoğunlaşarak bu iki fiil hakkında daha fazla bilgi sahibi olacağımızı zannediyorum..

Biliyorsunuz; ilgili âyetlerde bahsi geçen ve mühürlenen kalbin bâtınî olduğunu söylemiştik. Buna karşılık, HATM (mühürlemek) kelimesini Kurân ölçeğinde zâhiri boyutuyla algılayabiliriz.. Mâlum, dünyamızda bâtınî olan hususlar, ahiret hayatımızın zâhiri unsurları hâline geliyor. Yâni, burada bâtın orada zâhir!!

Yâ-Sin:65'e bakıyoruz..[]

“O Gün onların ağızlarını mühürleriz (nahtimu alâ efvâhihim) kazandıklarını bize elleri konuşur ve ayakları şahidlik eder.” (Yâ-Sin:65)

Evet, “ağızların mühürlenmesi”.. Ağız, iki dudak ve bir dilden oluşur. Şarkıda da geçtiği gibi “dudakların mühür(lenmiş) olsa; ben açarım bana getir..”

Yâni, Kurân ölçeğinde hatm fiilini bir şeyi dıştan tamamen kapamak sûretiyle onu işlevsiz bırakmak şeklinde anlayabiliriz. Yâni, dili kesmenize gerek yoktur; dudakları mühürlemeniz yeterlidir.. Yâni, kalbi (bâtınî) söküp atmanıza gerek yoktur; mühürlemek yeterlidir.

Hatm fiilinin sözlük manalarının sağlamasını bu yolla, bu şekilde yapınca; elbette TAB'UN fiili için sözlük-Kurân mutabakatını sağlamak ve bunun için önerme getirmek daha kolay olur.

Nisa 155[]

Şimdi, ikinci âyetimizi inceleyebiliriz.. Nisa:155'e konsantre olacağız.

Lütfen, çok dikkat! Bu âyetin, isimlerini gâyet iyi bildiğiniz uzmanlarca yapılmış çevirilerini veriyorum. Bilmiyorum; bunlardan birinin diğerlerinden farklı olarak çevirdiği kısmı hemen fark edebilecek misiniz?

Sizi çok uğraştırmamak için kopya veriyorum ve koyulaştırılmış kısımlara dikkat kesilmenizi rica ediyorum.

Ali Bulaç 155- Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: ‘Kalplerimiz örtülüdür' demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar.

Diyanet Vakfı 155. Sözlerinden dönmeleri, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve “Kalplerimiz kılıflanmıştır” demeleri sebebiyle (onları lânetledik, türlü belâlar verdik. Onların kalpleri kılıflı değildir;) tam aksine küfürleri sebebiyle Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık iman etmezler.

Elmalılı Hamdi Yazır 155-Bunun üzerine sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve “kalplerimiz kılıflı” demeleri sebebiyle, -Doğrusu Allah, inkarları yüzünden onların kalplerini mühürlemiştir de onun için pek azı dışındakiler iman etmezler-

Süleyman Ateş 155. Sözlerini bozmalarından, Allah'ın ayetlerini inkar etmelerinden, haksız yere peygamberleri öldürmelerinden ve “Kalblerimiz kılıflı” demelerinden ötürü (başlarına belalar getirdik). Hayır, fakat inkarlarından ötürü Allah o kalblerin üzerini mühürlemiştir. Artık pek az inanırlar.

Yaşar Nuri Öztürk 155 Başlarına gelenler; ahitlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve “Kalplerimiz kılıflıdır” demeleri,daha doğrusu,küfürleri yüzünden Allah, kalpleri üzerine mühür basmıştır da pek azı müstesna iman etmezler ..

Hakikaten, Türkçe mealler açısından bize çok şeyler anlatan bir örnek duruyor karşımızda. Nisâ:155'in sonundaki çeviri hatası!

Durumu net olarak ifâde edelim. Bir hatanın varlığını iddia etmiyoruz; bir hatanın kesinliğinden bahsediyoruz.

Evet, hata koyulaştırdığımız kısımda yapılıyor ve buradaki tek doğru çeviri Sn. Süleyman Ateş'e ait. “felâ yü'minûne illâ kaliylen. artık pek az inanırlar (inanırlar ama biraz.. kâmil değil kısmi iman..)..” Yâni, kalpleri tab' olanların çoğunun iman etmeyeceği ama bazıların iman edeceklerinden değil; kalpleri tab' olanların imanlarının kaliyl (az) olacağından bahsediliyor.. Arada dağlar kadar fark var.

Tabii, bu çeviri hatasını uzun uzadıya izahlarla delillendirmek mümkün.. Ancak, bu yazının sınırlarını aşıyor.. Bununla beraber, meal sahiplerinin kendilerine gerekli izah yapılsaydı, bahsi geçen çeviri hatasında ısrar edeceklerine de ihtimal vermiyorum. Aksini düşünmek elem verici olur.

Daha da garibi, geçenlerde yeni bir meal çalışması olarak dikkatimi çeken ve bilgisini sizlerle paylaştığım Sn. Hüseyin Güler'e ait mealde âyetin bu kısmı maalesef tamamen atlanmış; yâni çevirisi verilmemiş.. Anlaşılıyor ki meal çalışmalarının yorgunluğu dalgınlıkları beraberinde getiriyor.

Sadede gelirsek, Nisa:155 bizim için çok önemli. Şimdi, meal yoğun bir sohbeti geride bırakalım ve esâsa bakalım.

“.. ve kavlihim kulûbünâ ğulf, bel tabea'LLAHÜ aleyhâ biküfrihim felâ yü'minûne illâ kaliylâ” (Nisa:155.. kalplerimiz kılıflıdır demeleri yüzünden; bilâkis küfürleri sebebiyle Allah kalpleri üzerine tab' eylemiştir de artık pek az inanırlar...”

Evet, hafızalarımızı tâzeliyelim. Hatm ve Tab' fiileri üzerinde çalışıyorduk.. Türkçeye “mühürlemek, damgalamak” diye çevirilen bu iki fiilin Kurânî anlamlarına, sırlarına ulaşmaya çalışıyorduk.. Bunun için geçen yazımızda YâSin:65'i incelemiştik; şimdi ikinci referans âyet olarak Nisa:155'e dikkat kesildik.

Demiştik ki bir şey mühürlenirse onun aktivitesi son bulur. Yâni, o şey olduğu gibi yerinde durmaktadır; ancak artık aktif değildir. Dolayısıyla, böyle bir anlam bütünlüğü içinde mühürlemek kavramının Kurân'daki karşılığı YâSin:65'de gördüğümüz gibi HATM fiilidir.. Peki, o halde Kurân'daki TAB'UN fiilinin özelliği nedir; üstelik o da bütün İslâm âleminde asırlarca TAB'UN= HATM olarak anlaşılmışsa...?????

Şunu biliyoruz –evet- lugavî açıdan bu iki fiil eş anlamlı olabilir. Buna itirazımız olamaz.. Ancak, Kurân açısından da bunun böyle olduğunu iddia edebilir miyiz??? Cevâbı belli; HAYIR!! Kesinlikle HAYIR! Çünkü, Kurân kelimeleri gerek lafız gerek mânâ olarak aslâ rastgele seçilmiş değillerdir. Aksini kabul etmek şu mânâya gelir.. “Kurân'daki hatm yazan yerlere tab'. tab' yazan yerlere hatm koyarak okuyun hiçbir farkı yoktur..” Böyle bir şeyi hayal bile edemeyiz.. O zaman üstümüze düşen vazife farkın ne olduğunu anlamaktır.. İşte tam burada, sözlükler ihtiyacımızı karşılamıyorsa; yardıma bizzat Kurân yetişir. Araplara da Arapça öğretir. (Bu cümlemiz Sn. Kartveli'nin bir başka yerdeki sorusuna da cevap olsun. Zümer:28)

Nisa:155'de şunu görüyoruz.. Kalpler tab' edildikten sonra bile az da olsa iman ediyorlar. Oysa, kalpler hatm edildikten sonra böyle bir imkân kalmıyor. Ne kadar ilginç değil mi??

Bajra 6 ve Nisa 155[]

Farkı fark etmek için iki âyeti mukayese edelim. Bakara:6 ve Nisa:155'i..

Bakara:6 “innellezîne keferû sevâün aleyhim e-enzertehüm emlem tünzirhüm lâ yü'minûn... İnkar edenlere gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir; inanmazlar.”

Tabii bu âyeti okuyunca “neden” diye soruyoruz. Cevabımızı Bakara:7'den alıyoruz..

Bakara:7 “HatemALLAHÜ alâ kulûbihim ve alâ sem'ıhim ve alâ ebsârihim ğışâveh ve lehüm azâbün azıym.. Allah, onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerine de perde inmiştir. Onlar için büyük bir azab vardır.”

Evet, kalpleri ve işitme duyuları (işitme organı değil) hatm olunmuş bu insanları inzâr etmekle etmemek arasında hiçbir fark yokmuş ve bunlar asla inanmazlarmış. Biraz dahi inanmazlarmış. Yâni, Nisa:155'de geçen kalpleri TAB' olmuşların inanmazlıklarında “.. illâ kâliylen” istisnâsı vardı. Oysa, Bakara:6'da bunu göremiyoruz..

Bakara:6... lâ yü'minûn...Nisâ:155... lâ yü'minûne illâ kalîylen..

Kanaatimce, kâfirleri, münâfıkları hedef alan bu iki işlemin (hatm va tab'un) Bakara:6 ve Nisâ:155'deki neticelerinden doğan fark bizim için ilk ve en önemli ipucu.

Evet, şimdi heyecandan hoplayıp zıplama zamanıdır. Çünkü, Nisa:155'den elde ettiğimiz ipucunu tâkip ederken öyle bir âyet okuyacağız ki, bir taraftan yukarıda bahsettiğimiz meallerdeki çeviri hatasını deşifre edecek, diğer taraftan TAB'UN fiilini Arapça'nın ötesinde Kurânca anlamamıza yardımcı olacak. Sırada Bakara:88 var..

“Ve kalu kulubüna ğulf* bel le'anehümüllahu Biküfrihim fekalıylen ma yu'minun. Ve dediler ki “kalblerimiz kılıflıdır”. Bilakis küfürleri yüzünden Allah onları la'netlemiştir. Dolayısıyla çok az iman ederler.” (Bakara:88)

Şimdi bu iki âyeti eşleştirelim ve anlaşılmayan şeyler kaldıysa bu yolla anlaşılır olsun.

Nisa:155... ve kavlihim kulûbünâ ğulf
Bakara:88... ve kalu kulubüna ğulf

Nisa:155... bel tabea'LLAHÜ aleyhâ biküfrihim
Bakara:88... bel le'anehümüllahu biküfrihim

Nisa:155... felâ yü'minûne illâ kaliylâ
Bakara:88... fekalıylen ma yu'minun

Evet, muhteşem bir veriye ulaşmış olduk. “Allah'ın lânetlemesi”.. İşte bu, bize kalplerin Tab' olunmasına dâir yepyeni bir açılım getiriyor. Çünkü, artık elimizde yeni bir kavram daha var. Lânetlemek ya da lânetlenmek. Tereddüte yer bırakmayacak şekilde anlıyoruz ki, bazı insanların Allah tarafından lânetlenmesi kalplerin tab' olunmasıyla (damgalanması, işâretlenmesi, lânetin işâreti, sembolü olarak) gerçekleşiyor.. Yâni, ilâhî lânete muhatap olanlar kalplerinden, basarlarından ve işitme duyularından damgalanıyorlar. Bu durum, hatm olmaktaki gibi aktiviteyi bitiren ve artık iman etme, tevbekâr olma şansını insana daha hayatta iken kaybettiren nihâi bir işlem değil.. Ancak, en az onun kadar durumun vehâmetini ortaya koyan bir işâretleme sistemi. Burada, işe yaramasa da, “ucundan azıcık” olsa da inanç kırıntıları var. Kitâbımız, hiçbir şeyi eksik bırakmıyor; insanların türlü türlü hallerini –neyse o- bir bir ortaya koyuyor.

Şimdi, bu iki ayrı ama benzeşen ilâhî işlemin (Hatm ve Tab'un) farklılığına başka deliller sunalım.

Bakara:7'ye döndüğümüzde Hatm'ın etkilediği unsurları tanıyoruz.

“HatemALLAHÜ alâ kulûbihim (1) ve alâ sem'ıhim(2)...”

Yâni, “mühürleme” işlemi kalpleri ve işitme duyularını (kulak değil) direkt bloke ediyor. .. Basarlar (görme duyusu-göz değil) üzerinde –anladığımız kadarıyla- hatm olmuyor.. Evet, kalbin ve sem'ın hatm yoluyla bloke olmasına paralel basarlar üzerindeki, daha doğrusu önündeki blokaj “ğışâve” ile sağlanıyor. Nitekim, Bakara:7'nin devamında “... ve alâ ebsârihim ğışâveh.” buyuruluyor. “Ğışâve”nin hatm'dan ayrılan ve basarlara has farklı bir etkinlik olduğunu ayrıca Câsiye:23'den anlıyor ve teyit ediyoruz.

“.. ve hateme alâ sem'ıhî ve kalbihî ve ceale (hateme değil) alâ basarihî ğışâveten...” (Câsiye:23)

Buna karşılık, TAB'UN işlemi her üç unsura da uygulanabiliyor. Kalp, sem'un, basarun.

“Ülâikellezîne tabeALLAHÜ alâ kulûbihim ve sem'ıhim ve ebsârihim...” (Nahl:108)

Evet, tahmin ediyorum artık bu incelemeyi sonuçlandırmanın yeri ve zamanıdır. Kim bilir, bu meselede daha söylenecek nice söz ve sırlar vardır! Ancak, bu mütevâzı incelemeden elde ettiğimiz neticeleri toparlayacak olursak, bugün için anladıklarımız, kavradıklarımız, farkına vardıklarımız şunlardır.

1) Meallerde, tefsirlerde, bütün İslâm dünyasının bugüne kadar anladığı gibi HATM=TAB' değildir.. Bu iki kelimenin lugavi olarak eş anlamlı olmalarına teslim olarak, Kurân'ın bu meseleye has sırlarından bugüne kadar mahrum kalmışız..

2) HATM işlemi çok yalın. Bâzı, insanlar amel ve emelleriyle kalplerini imana o kadar kilitliyorlar ki, bu ilâhi bir mühürleme ile tescilleniyor ve artık ömür devam etse bile imân etme şansı, ihtimâli kalmıyor.

3) TAB' işlemi çok girift. Özellikle, inanç dünyasında gelgit yaşayan insanları ilgilendiriyor.. Yanar döner bi' acâyip durumları sebebiyle yeryüzünün en büyük cürümlerini işleyebiliyorlar ve bunun hemen yanında îmânâ dair sinyaller de gönderebiliyorlar. Bu çelişkili halleri, onlara ebedî bir hüsran hazırlamakla beraber, bunların amelleri ve emellerine karşılık HATM işlemi yerine TAB' uygulanıyor. LÂ-NET-LE-Nİ-YOR-LAR. İŞÂRETLENİYORLAR.. DAMGALANIYORLAR.

4) HATM olanların kimler olabileceklerini (adaylar, aday adayları) tahmin edebiliyoruz. Çünkü, gün gibi ortadalar. Ancak, hatm olduklarından emin olamıyoruz. Ömürleri bitmeden hidâyet bulabilecekleri ihtimâli üçüncü şahısları bağlıyor.

5) TAB' olanlar, bizi yanıltabiliyorlar ve onlar karşısında “Sen de mi Brütüs” şaşkınlığı yaşayabiliyoruz. Gelgit yaşıyorlar. Geliyorlar, can ciğer kuzu sarması oluyorlar; gidiyorlar, Roma'yı yakıyorlar.. Bu hususta, Muhammed Sûresi 23-30 âyetlerinin incelenmesini ve özellikle 30. Âyete çok dikkat edilmesini tavsiye ediyorum.

Sözü, Muhammed:30 ile bağlıyor; HATM'a veya TAB'a mâruz kalmaktan Rabbimizin kalplerimizi korumasını niyâz ediyorum.

MUHAMMED:30

“Velev neşau le ereynakehüm fele areftehüm bisiymahüm ve leta'rifennehüm fiy lahnil kavl vAllahu ya'lemu a'maleküm.. Eğer dileseydik onları sana tek tek gösterirdik, sen de onları simalarından tanırdın. Hatta sen onları lahni kavillerinden (ifadelerinden, ses tonlarından) kesinlikle tanırsın. Allah bütün işlerinizi bilir.”

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Göğüs

[]

Lupa Sıfat[]

Ico libri Anlamlar

[1] Katı yürekli (kimse)

|} |}

|}

[1] Acıması olmayan, acımasız
Advertisement