Yenişehir Wiki
Advertisement

KOCAKARI İLE ÖMER

Şiir Metni
Soylu üstadım Ali Ekrem Bey'e (1)


Yok ya Abbas'ı (2) bilmeyen, kimdi?..

O sahâbîyi dinleyin şimdi:


Bir karanlık geceydi pek de ayaz...

İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,

Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

Aradan çok da zaman geçmemişti,

Az ilerden yavaşça belirdi,

Ansızın heykel yapılı bir Arap ki,

Karanlığın içinde bir koca yığın sanki!

Bembeyaz bir hırka içinde garib,

Geliyor hep heybetli heybetli.

Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

Durmadan karşıdan selamlaştık.

Düşünürken selam alan sesini,

O karaltı uzandı tuttu beni:

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

-Ya Ömer! Böyle geç vakit, bu ne iş?

-Şu mahalleleri dolaşmaya çıkmıştım.

Gel beraber benimle üç beş adım.


Ne ses ne de gezip dolaşan uyanık birisi var;

Bir ahiret sessizliği içinde her yer.

Ömer Allah'ın koruyucu gücü gibi dolaşmakta.

Bak şu şehre ki huzur içinde yatmakta!

O gökler kadar yücelmiş alın,

Çakarak sinesinden ufukların,

Bir an bile sönmeyen bakışıyla,

Uyanık bir yıldız ve etrafında bir nur yığını!

Duruyor her evin önünde Ömer,

Dinliyor, habersiz içerdekiler.

Geçmedik en harap bir yapıyı,

Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

Geldik artık Medine'nin dışına;

Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.


Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın,

"Açız! Açız!" diye bağrışan çocuklarının,

Karıştırıp duruyorken pişen yemeklerini;

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

-Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek...

Fakat nedense bir türlü pişmiyordu yemek!

Çocukların yeniden başlamıştı inleyişleri...

Selam verdi Ömer, daldı sonunda içeri.

Selam aldı kadın pek asık bir yüzle

-Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

-Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

-O halde, neden Biraz yemek komuyorsun?

-Yemek mi? Çömleği sen, et yemeği mi sandın? İçinde sadece su var;

Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın. -Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...

Tek erkeğin de mi yok?

-Hepsi öldü... Kimsem yok.

-Senin midir bu küçükler?

-Torunlarım.

-Ne de çok!

Adam halifeye gidip söylemez mi durumunu?

-Ah!

Halifeye öyle mi? Kahretsin en kısa zamanda Allah!

Mutluluk bayrağı çok yakın zamanda yerlerde sürünsün...

Ömer, belasını dünyada isterim bulsun!

-Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle beddua edecek?

-Ya ben yetim avuturken halife uyur mu gerek?

Onun yönetimindeyiz, ona bizler Allah'ın emanetiyiz;

Gelip de bir aramak yok mu?

-Haklısın, yalnız,

Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;

Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez

-Niçin halifeliği zamanında kabul etmişti?

Bundan sonra böyle bir çürük özrü kim kabul eder?

Zavallının işi çokmuş!.. Nedir, savaş mı?

İşitme sen de etrafında inleyen acıyı,

Medine halkını çıplak bırak, Mısır'da dolaş...

Savaş savaş! diye git, soy dünyayı, gel paylaş!

Çocukların bu sefer yükselince feryadı,

Kadının öfkesi artık çılgın bir hâl aldı:

-Şu feryatlar ki çıkar tâ bulutların içine;

Ömer! Lanet yıldırımları olur, iner tepene!

Yetimin âhını yağmur duası zannetme:

O çığlık kaderin bir yıldırım gibi gürlemesidir ki gönderir yokluğa!

"Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver..."

"Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!"

Gidip de söyleyeyim ha? Dilencilik yapamam!

Ömer de kim? Benim ondan daha cömertti babam.

Ölür de yüz suyu dökmem sizin halifenize!..

Ömer vuruldu bu son sözle...

-Haklısın teyze!

Avut çocukları, ben şimdicek gider gelirim.

Halife önde, bitik, suçlu, kırılmış, pişman;

Ben arkasında, perişan, çadırdan ayrıldık.

Sabaha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

Köyün köpekleri ejderha gibi saldırıyor,

Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

Medine'nin dalarak eğri büğrü sokaklarına;

Dönüp dönüp hele geldik yiyecek ambarına.

Halife girdi açıp, ben de girdim emriyle,

Arandı her yeri, bir mum yakıp aceleyle.

-Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

Çuval halifede, yağ bende, çıktık ambardan;

Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

Mesafe, baktım, uzun; yük yaman, Ömer yaralı;

Dedim ki:

-Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?

-Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

Günahıkendine aittir İbni Hattâb'ın.

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın Allah'ın huzurunda, kimseler, Ömer'in

Zararına ortak olmaz, bugünlük olsa bile;

Evet, halifeliği yüklenmeyeydi vaktiyle.

Dicle kenarında bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de Allah'ın adaleti sorar Ömer'den onu!

Bir ihtiyar kadın kimsesiz kalır, Ömer sorumlu!

Yetim acıların gözyaşında boğulur, Ömer sorumlu!

Yoksulların yuvalan ilgisizlikten yıkılsa:

Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

Yeryüzünde zulümle bir damla kan dökünce biri:

O damla bir koca girdap olur boğar Ömer'i

Kınlan, beddua eden her kalpte Ömer'in adı duyulmakta;

Üzüntüye bürünmüş her yerden Ömer kovulmakta!

Ömer halife iken başka kim sorumlu tutulur? Ömer ne yapsın, Allah'ım, insan çok zalim ve cahildir!

Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...

Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu yükü sırtına sen?


-Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

Yönetecek içine düştüğün bu mücadeleyi?

Evet, adaleti "mutlak adalet" gibi düşünürsen eğer,

Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi boşa gider!

İnsan, adaleti "kesin" olarak düşünürse,

Umudunu zorunlu görür her zaman ümitsizliğe.

Sen ey Ömer, ne melek, ne bir zalim halifesin...

Fakat elinde ne var? Ezilmiş yaratılmıştır insan!

Görür gökyüzündeki burçların bütün yıldızları,

Karanlık içinde, yük altında inleyen Ömer'i!

Allah'ın huzuruna çıkarken bu una bulanmış yüzünle,

Değil yeryüzünü, tanık tut gökyüzünü bile!

-Uzak mı yol? Daha çok var mı?

-Ancak üç beş adım.


Gücü kalmamış artık zavallının... Baktım:

Olanca azmini zorlayıp, nefes nefese;

Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin bela ne ise!

Sokuldu çadıra, indirdi arkasından unu:

-Bırak da testiyi yerleştirin kenara şunu.

Hemen çakılları çömlekten indirip attı;

Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.

Oturmak istedi, fakat belaya bak ki: Ocak,

Hemen sönüp gidecek...

-Teyze, yok mu hiç yakacak?

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.

Ocak tüter, Ömer üfler ateşli nefesiyle;

Yeri, darmadağınık beyaz sakalıyla,

İnanmışlık içinde secde eder gibi devamlı süpürür;

İçinde ruhu yanar, yüzünde ter köpürür!

Bakışlarının çevresinde yığın yığın duman döner;

Sanki yıldızın nur iplikleri önünden bulut geçiyor gibidir!


Ocak tutuştu, yemek pişti;

-Var mı teyze kabın?

Getir de indirelim...

-Var büyükçe bir kap, alın.

Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekleyecek!

Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfleyerek!

Kesildi çadırda üzüntü, başladı canlı bir sevinç;

Çocuklar oynaşıyorlar, kadında da bir neş'e ve sevinç.

Ömer bu âlemi gördükçe kendinden geçmekteydi...

Dedim:

-Sabah oluyor kalkalım...

-Evet, haydi!

Yarın halifelik dairesine gel teyze, öğleyin beni bul;

Halifeye söyleriz, elbette bir hayır umulur

Yüzü gülmüştü teyzenin baktık,

Biz de çıktık veda edip artık.

Hiç görünmeksizin gelip geçene,

Doğru indik Halife'nin evine.

"Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver"

Diye, koyvermiyordu, çünkü, Ömer.

Az sonra sabahın gürültüsü

Uyuyan şehri tamamen uyandırdı.

Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

-Galiba, teyze, uykusuz kaldın!

İşte bağlanmak üzredir nafakan,

Alacaksın her ay gelip buradan.

Şimdi bağışladın değil mi beni?

-Böyle göster fakat adaletini

1) 1867-1937yıllan arasında yaşamış olan

Servet-i Fünun şairlerinden Ali Ekrem Bolayır.

Namık Kemal'in oğludur.

Akif, çok başarılı olduğu manzum hikaye alanında

Ali Ekrem'den çok VaraAmdığım çeşitli vesilelerle ifade etmiştir.

(2) Abbas: Hz. Muhammed (s.a.v.)'in amcası



Safahat logo

Şablon:Düz liseler için safahat projesi
Şablon:Anadolu liseleri için safahat projesi
Şablon:Sosyal Bilimler Liseleri için safahat projesi
Şablon:Türki Dillerde Safahat Projesi
Şablon:Safahat İngilizceye Tercüme Projesi

Advertisement