Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Türkiye de Çözülmesi Gereken Sorunlar :

1. İstanbul Sözleşmesi 2. Cedaw Sözleşmesi 3. Süresiz Nafaka 4. Nafaka Hapsi 5. Genç Evlilik Mağdurları 6. Kadın beyanı 7. Tek taraflı Velayet 8. İftira Mağdurları ....................................................

KUL HAKKI NEDİR?

Kul Hakkı Nasıl Ödenir?


Hz. Peygamber (s.a.v), üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin, hak sahibi olan mazlumlardan helallik almalarını öğütlemiştir. Bunun yapılmaması durumunda hesap gününde haksızlık yapan kişinin salih amellerinin, haksızlığı ölçüsünde alınarak hak sahibine verileceğini, eğer verilecek salih amel bulunamazsa o zaman da mazlumun günahlarının zâlime yükleneceğini belirtir (Buhârî Mezâlim 10).


Yine Peygamberimiz (s.a.v), imkânı olduğu halde zamanı gelmiş bir borcu ödemeyenlerin kul hakkını ihlal ettiğini şöyle ifade eder : “Ödeme gücü olan zengin kişinin, ödemeyi ertelemesi zulümdür.” (Buhârî Havâle 1)


Görüldüğü üzere kul hakkı, kişinin Cennet ya da Cehennem’e gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir rol oynamaktadır. Yüce Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebâli vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah (c.c.) tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi, hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah (c.c.) kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir. Çünkü ilâhî adalet, bunu gerektirir. Veda hutbesinde Resûlullah (s.a.v), “Ey insanlar, sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır).” (Buhârî Hacc 132) buyurmuştur.


Buna göre, gasp, hırsızlık veya izinsiz alma gibi yollarla elde edilen haram para veya mal, sahipleri biliniyor ise kendilerine yahut mirasçılarına, bilinmiyor ise fakirlere veya hayır kurumlarına onların namına sadaka olarak verilmelidir. Ayrıca, yapılan bu kusurlardan dolayı da Yüce Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir.


Mal ya da darp gibi şeylerle ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu, hak sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan çekindiklerinden, kendi adına tövbe edip, hak sahibi namına da istiğfar etmek, dua etmek ya da hayır hasenat yaparak sevabını ona bağışlamak, bu tür hak ihlallerine keffaret olur (İbn Teymiyye el-Fetâval Kübrâ I / 113)

Kul hakkına giren davranışlar nelerdir?[]

İnsanları küçümsemek, ölçüye ve tartıya özen göstermemek, adaletli davranmamak, yalan söylemek, rahatsız edici biçimde yüksek sesle konuşmak, çevreyi kirletmek, gıybet etmek, trafikte kural ihlali yapmak gibi pek çok konu kul hakkına girer

Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir.” (Kuranı Kerim / Zilzâl Sûresi 7-8)


Yüce dinimize göre yerine getirmekle yükümlü olduğumuz hakları Allah (c.c.) hakları ve kul hakları olarak iki kısımda ele alabiliriz.


Yüce Allah’ın hakları O’nun emir ve yasaklarına saygı göstermek ve yapılması emredilen ibadetleri yapmaktır. Kul hakkı denince insanlar arası ilişkilerden doğan haklar anlaşılmaktadır Bu hak, daha çok insanın canı, bedeni, namusu, onuru, dinî inanç ve yaşayışı gibi konulardaki kişilik haklarıyla, malına ve aile fertlerine ilişkin haklardan oluşmaktadır. Kul haklarının çok geniş bir yelpazesi vardır. Kamu görevleri, hısımlık ve akrabalık, komşuluk, işçi-işveren ilişkileri bu konuda çok hassas alanlardır.

Peygamberimizin (s.a.v) uyarısı :


İnsanların kişilik haklarına saldırmak, onları küçümsemek, verilen sözlere ve dostluklara bağlı kalmamak, ölçüye ve tartıya özen göstermemek, adaletli davranmamak, yalan söylemek, rahatsız edici biçimde yüksek sesle konuşmak, çevreyi kirletmek, gıybet etmek, trafikte kural ihlali yapmak, bakımsız araçla yola çıkmak, yemek kokusuyla komşuya eziyet etmek ve daha pek çok konu kul hakkına girer.

Kur’anı Kerimin birçok ayetinde adaletten hak kavramından ve bunları temin etmek üzere konulan ölçülerden bahsedilir. Kullar arasındaki adalet esaslarını tespit eden birçok ayetten sonra, “İşte bu Allah’ın hudududur/ölçüsüdür, onu çiğnemeyin” (Maide Sûresi 87) mealinde ilâhî ikazlar gelir.


Bir kimseden haksız olarak alınan bir kuruşu sahibine geri vermenin, yüzlerle lira sadakadan kat kat daha sevap olduğunu unutulmamalıdır.


Sevgili peygamberimizin (s.a.v) kul hakkıyla ilgi şu uyarısı oldukça dikkat çekicidir : “Bir kimsenin diğer bir kimsenin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa, altın ve gümüşün geçmediği hesap günü gelmeden helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.” (Buharî “Mezâlim” 10)

Ahirette İflas Eden Kimdir?[]

Yüce Allah (c.c.) kul hakkının affını, hak sahibinin rızasına bağlamıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadislerinde gerçek 'müflisten' yani, ahirette iflas edenden bahseder. Müflis kişi, kıyamet günü namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerle geldiği halde; aynı zamanda birisine kötü söz söylemiş, birine iftirada bulunmuş, bir başkasının malını yemiş, başka birini dövmüş veya öldürmüş olarak Yüce Allah huzuruna çıkan ve yaptığı ibadetlerin sevabı bu kişilere dağıtıldıktan sonra bile hak sahiplerinin alacakları bitmediği için sevapları biten ve onların da günahlarını üzerine alarak cehenneme giden kişidir.”

(Buharî “Edeb” 102)


Peygamberimiz (s.a.v) vefatından birkaç gün önce, ashabına : “Benim üzerimde kimin hakkı varsa gelsin, hakkını benden alsın ve helalleşelim” buyurarak kul hakkıyla ilgili sözlerinin yanında bizzat davranışıyla da bizlere örnek olmuştur.

Kul hakkı beş türlüdür :

1- Mali [Parasal] 2- Nefsi [hayati yönden] 3- Irzi [Haysiyetle ilgili] 4- Mahremi [Namusla ilgili] 5- Dini

1- Mali olan kul hakları : Hırsızlık, gasp, aldatarak, yalan söyleyerek mal satmak, sahte para vermek, başkasının malına zarar vermek, yalancı şahitlik, rüşvet almak gibi.

    Bu haklar için sahibi ile helalleşmek gerekir. Dünyada helalleşmezse, ahirette sevapları ona verilerek helalleştirilecektir. Mal sahibi ölmüş ise, vârisine ödenir. Vârisi yoksa veya mal sahibi bilinmiyorsa, salih bir fakire hediye olarak verilip, sevabı sahibine gönderilir. Salih fakir yoksa, İslamiyet'e hizmet eden hayır kurumlarına, vakıflara verilir. Kendi salih akrabasına, fakir olan ana babalarına, çocuklarına hediye olarak vermesi de, caiz olur. Bunları yapmak imkanını bulamazsa, mal sahibinin ve kendisinin af olunmaları için dua eder. Kâfirin hakkı için de, onunla helalleşmek gerekir. Gönlü alınmazsa, ahirette af olunması, çok güç olur.

2- Nefsi, yani hayati günah olan kul hakları : Adam öldürmek, bir uzvunu kesmek, sakat bırakmak gibi şeylerdir.

Önce tevbe eder. Adam ölmüş ise, velisi ile helalleşmek gerekir. Velisi isterse af eder. İsterse belli bir mal ister. İsterse, mahkemeye verip, hakimden cezalandırılmasını ister. İslamiyet'te kan davası yoktur.

3- Irza dokunan kul hakları : Dedikodu, iftira, alay, sövmek gibi haysiyetle, şerefle ilgili şeylerdir.

Tevbe etmek ve helalleşmek lazımdır. Bunlarda vârisleri ile helalleşmek olmaz.

4- Mahremi olan kul hakları : Başkasının çoluk çocuğuna hıyanet etmek gibi şeylerdir.

Tevbe ve istiğfar eder. Fitne çıkmak ihtimali yoksa, sahibi ile helalleşir. Fitne ihtimali varsa helalleşmek yerine, ona dua eder ve onun için sadaka verir. Yaptığı ibadetlerin sevaplarını ona bağışlar. Fitne ihtimali olunca, helalleşirken işlediği günahları bildirmeyip, bendeki bütün haklarını af et demekle yetinir.

5- Dini olan kul hakları : Akrabasına ve emri altında olanlara doğru din bilgisi vermeyi terk etmek, insanların din bilgisi öğrenmelerine ve ibadetlerine mani olmak, onlara kâfir, fâsık demek. Bid’at çıkarıp veya mevcut bid’atleri savunup Müslümanların yanlış inanmalarına ve yanlış ibadet etmelerine sebep olmak. Açıktan oruç yiyerek veya açıktan başka haram işleyerek kötü örnek olmak. Bu günahlar için de tevbe etmek, hak sahipleri ile helalleşmek gerekir.

Sual : Üzerinde kul hakkı olan ne yapmalı?

CEVAP Üzerinde kul hakkı olan buna tevbe için, kul hakkını hemen ödemeli, onunla helalleşmeli, ona iyilik ve dua etmeli. Mal sahibi, hakkı olan ölmüş ise, ona dua, istiğfar edip vârislerine verip ödemeli, bunlara iyilik yapmalıdır. Çocukları, vârisleri bilinmiyorsa, o miktar parayı fakirlere sadaka verip, sevabını hak sahibine bağışlamalıdır. (Seferi Ahiret)

Bir kimseden haksız olarak alınan bir kuruşu, sahibine geri vermek, yüzlerle lira sadakadan kat kat daha sevaptır. Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. (Mektubatı Rabbani c.2 m.66 / 87)

Kul hakkını, Allahü teâlânın hakkından önce ödemek gerekir. Kul hakkı olan günahların affı güç ve azapları daha şiddetlidir. Başkasının hakkını yiyen, hak sahipleri ile helalleşmedikçe affa uğramaz. Yani üzerinde kul veya hayvan hakkı bulunanı Allahü teâlâ affetmez ve bunlar Cehenneme girip, cezalarını çekeceklerdir. (Hadika)

Hadisi şeriflerde buyuruldu ki : Müflis, şu kimsedir ki, kıyamette, defterinde pek çok namaz, oruç ve zekat sevabı bulunur. Fakat, bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilip Cehenneme atılır.[Müslim]

Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan mümin, Cennete girer. [Nesai]

Kul hakkı, müminin ayıbı, kusurudur. [Ebu Nuaym]

Sual : Üzerinde kul hakkı ile ölen kimse, Cennete giremez mi?

CEVAP Kul hakkı kâfirlik değildir. Sevaplarından bir kısmını vererek kul hakkını öderse, Cehenneme girmez. Sevapları yoksa, kul hakkı olanın günahlarının bir kısmını yüklenir. Cezasını çektikten sonra Cennete gider. Ne kadar çok günahkâr olursa olsun, müslüman, günahlarının cezasını çektikten sonra muhakkak Cennete girer. Fakat Cehennemde ceza çekmek öyle kolay değildir.

İşlenen günahta kul hakkı da varsa, kul hakkını hemen ödemek, onunla helalleşmek, ona iyilik ve dua etmek de gerekir. Kul borcu ile ölürsek, birçok sevabımız hak sahibine verilir, sevabımız kalmazsa, onun günahlarını yüklenmek zorunda kalırız. Şehit olan kimselerin kul borçlarını Allahü Teâlâ öder.

Sual : Gayrimüslimlerle çalışıyoruz. Onların hakkını yesek günah olur mu?

CEVAP Gayrimüslimlere [müslüman olmayanlara] kâfir denir. Bunların inançları, ibadetleri sevilmez. Fakat onları incitmek, kalblerini kırmak haramdır. Gayrimüslimleri gıybet eden, yüzlerine karşı kâfir diyen müslüman cezalandırılır. Çünkü bunları incitmek, mallarına zarar vermek günahtır. (Mülteka) [ Kâfirler kendilerini kâfir kabul etmedikleri için kâfirin bile yüzüne karşı kâfir demek günah olur.]

Zimmiye [yani gayrimüslim vatandaşa] zulmetmek, müslümana zulmetmekten daha kötüdür. Hayvanlara işkence, zimmiye işkenceden daha kötüdür. Zimmiyi üzmemek için selamlaşmak ve tokalaşmak caiz olur. Açıkça günah işleyen fâsıka selam vermek de böyle caizdir. (Dürrül Muhtar)

Kâfirin hakkı için de, onunla helalleşmek gerekir.

Savaş hâli hariç, kâfirleri öldürmek de haramdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki : (Arkadaşını öldüren, ümmetimden değildir. Öldürülen kâfir olsa da yine böyledir.) [Hadika]

(Zimmiyi öldüren, Cennetin kokusunu alamaz.) [Hadika]

(Zimmiyi öldürene, Cennet haramdır.) [Ebu Davud]

Sual : Almanya’da Mısırlı bazı fellahlarla çalışıyoruz. Bunlar, "Almanya gayrimüslim ülkedir. Bunların mallarını hile ile almak caizdir" diyerek büyük marketlerdeki etiketleri değiştirip hile yapıyorlar. Kâfirlerin hakkı mühim değil midir?

CEVAP Kâfirleri incitmek, kalblerini kırmak haram olduğu gibi, hile yapmak, mallarına zarar vermek de haramdır. (Mülteka)

Kâfirin hakkı için de, onunla helalleşmek gerekir. Gönlü alınmazsa ahirette affı çok güçtür. Kâfirin hakkından kurtulmak, müslümanın hakkından kurtulmaktan daha zordur. Gayrimüslimlerin mallarına, canlarına saldırmak caiz olmadığı gibi kadınlarına, kızlarına saldırmak da caiz değil, haramdır. (Reddül Muhtar)

Dârül harpte, kâfirlerin mal, can ve ırzlarına saldırmak haramdır. Kâfir kadınların başlarına, kollarına, bacaklarına bakmak haramdır. Kâfirin malını almak, kalbini kırmak, müslümanın malını almaktan daha büyük günahtır. Kâfirlerin haklarına dokunmamak, kimseyi dolandırmamak, Müslümanlık icabıdır.

Kâfirlerden de gasp, hırsızlık gibi gayrimeşru yol ile alınan şey, mülki habistir, kullanılması haramdır, sahibi bulunmazsa, fakirlere sadaka olarak vermek lazımdır. Hayvan hakkı, insan hakkından, kâfirin hakkı da, hayvan hakkından daha büyük günahtır. Başkasının malını ondan izinsiz alıp, kullanıp, zarar yapmadan yerine bırakmak da haramdır. (Hadika)

Gayrimüslim vatandaşlara da, dünya işleri için, dargın olmak caiz değildir. Onların da, güler yüzle, tatlı dille gönüllerini almak, incitmemek, haklarını ödemek lazımdır.

Müslüman olsun, kâfir olsun, nerde olursa olsun, hiçbir insanın malına, canına ve ırzına, namusuna dokunmak caiz değildir. Kâfir turistler, muamelatta, müslümanların hak ve hürriyetlerine maliktir. Kendi dinlerinin icaplarını yapmakta, ibadetlerini yapmakta serbesttirler. İslamiyet, kâfirlere de, bu hürriyeti vermiştir.

Müslüman, yabancıların kanunlarına karşı gelmemeli, suç işlememelidir.

Fitne çıkmasına sebep olmamalı, hiç kimseye zulüm, işkence yapmamalıdır.

Müslümanlığın güzel ahlakını, şerefini, her yerde herkese göstermeli, her milletin İslam dinine sevgili ve saygılı olmasına sebep olmalıdır. (İslam Ahlakı)

Yabancı bir ilim adamı, İslamiyet’i inceleyip müslüman olduktan sonra, Arap ülkelerine gidince, oralardaki müslümanların yanlış hareketlerini görüyor. (İyi ki sizleri görmeden müslüman oldum. Hayatınızı inceleseydim, müslüman olmazdım) diyor. Ne kadar mühim bir teşhis.

Hiçbir müslümanın, yanlış hareketlerle İslam’a gölge düşürmeye hakkı yoktur. Müslüman, İslam’ın güzel ahlakı ile süslenmeli, Allahü Teâlâya karşı günah, kanunlara karşı suç işlemekten sakınmalıdır.

Sual : Kâfir hakkını ödemek, müslüman hakkını ödemek gibi mi?

CEVAP Evet.

Sual : Kitapsız kâfirlerin de hakkı geçer mi?

CEVAP Evet.

Sual : Almanya’da yaşıyorum. Kâfir komşuyla çocuklar dövüştüğü için sesli tartıştık, karşılıklı kalb kırdık. Ben kendimin haklı olduğuna inanıyorum. Helallik gerekir mi?

CEVAP O da kendisini haklı kabul ediyordur. Helalleşmek her zaman iyidir. Hele kâfirle daha önemlidir.

Sual : 13-14 yıl önceleri okulda bir Alman arkadaştan bozuk para almıştım ve daha sonra geri vermek nasip olmadı... şimdi ne yapmalıyım?

CEVAP Bulma imkanı yoksa, mirasçılarını da bulamazsan, müslüman bir fakire o kadar sadaka vermelisin. Bulabilirsen parasını vermen gerekir veya vermeden de helalleşmek ve hediye ettim, senin olsun gibi bir söz söylemesi gerekir.

Kul hakkı, çok geniş bir kavramdır. Kulun bedenine ve malına yapılan tecavüzler maddî hukuk, kalp ve ruhuna verilen zararlar ise mânevî hukuk olarak değerlendirilmeli.

Kulun maddî hukukuna en büyük tecavüz, öldürme hâdisesi. İnsanın yaşama hakkına son verme, onun bu kâinatla olan bütün münasebetlerini bir anda kesip atma, kulu, Rabbine ibadetten alıkoyma, İlâhî eserleri tefekkürden, rahmanî nimetlere şükürden menetme cinayeti. Yüce Allah’ı tespih eden yüz trilyona yakın hücrenin bütün bu tespihlerini bir kurşunla delip geçme, yahut bir bıçakla kesip atma ihaneti.

Fıkıh âlimlerimiz katlin üç yerde câiz olduğunu söylerler. (İslam devleti eliyle)

- İmandan sonra küfre girme, - Evli olduğu halde zina etme, - Haksız yere bir insanın kanına girme.

Bunlar dışında insanın hayatına son verilemiyor.

“Kim bir nefsi, kısas yahut yeryüzünde fesat çıkarma sebeplerinin biri olmaksızın öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Mâide Sûresi 32)

mealindeki âyeti kerimenin tefsiri sadedinde :

“Bir mâsumun hayatı, kanı, hatta umum beşer için de olsa heder olmaz. İkisi nazar-ı kudrette bir olduğu gibi, nazar-ı adalette de birdir.” (Sünuhat)

Yâni, Yüce Allah’ın sonsuz kudretine nazaran bir insan yaratmakla bütün insanları yaratmak arasında fark olmadığı gibi, Onun sonsuz rahmet ve adaleti noktasında da bir insanın katli ile bütün insanların katli arasında fark yoktur.

İnsanoğlu her nasılsa, başkalarının hakkını çiğnerken o insanların Yüce Allah’ın kulu olduklarını unutuyor. “Ben Allah’ın bir kuluna zulmedersem, Onun kahrına hedef olurum.” diye düşünemiyor. Bunun içindir ki, kendisine İlâhî ikazlar geliyor.

Bu rahmanî ikazlara tercüman olma sadedinde Allah Resulü (s.a.v) de ümmetini defalarca ve değişik şekillerde ikaz etmiştir.

“Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü onun duasıyla Allah arasında perde yoktur.” (Buharî Müslim)

“Ümmetimden müflis odur ki, kıyamet günü namaz ve zekâtla gelir. Ama, bu arada sövdüğü şu kimse, dövdüğü bir başka kimse dahi gelir. Bunun üzerine kendisinin hasenatından şuna verilir, buna verilir. Üzerinde haklar bitmeden kendi hasenatı tükenirse, o zaman onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Daha sonra cehenneme atılır.” (Müslim Birr 59)

“Kaçmayarak, yalnız Allah’tan sevap bekleyip sabrederek, düşmana karşı durduğun halde öldürülürsen, borçlarından başka bütün günahlarına kefaret olur.” (Müslim)

Meselâ, gıybet eden bir insan gıybet ettiği kimseden helâllik almadıkça bu günahın cezasından kendini kurtaramaz.

Kur’anı Hakîm’de, ilk bakışta kul hakkı gibi görünen ve kullar arasındaki adalet esaslarını tespit eden birçok âyetlerden sonra, “İşte bu Allah’ın hudududur, onu tecavüz etmeyin” mealinde İlâhî ikazlar gelir. Demek ki, kul hakkını çiğnemek, Allah’ın (c.c.) hududuna tecavüz olarak kabul ediliyor. Artık böyle bir cinayeti işleyen insan kime iltica edecek, kimden yardım dileyecektir?

İnsan, Yüce Allah’ın kulu olduğundan onun hukukuna riayetsizlik de İlâhî azabı netice veriyor ve bu noktada hukuklar birleşiyor.

Kendi parmağımızı niçin kesemez, hayatımıza neden kastedemeyiz? Çünkü, ne beden bizim ne de ruh. Haneyi harap etmeye de hakkımız yok, misafiri oradan çıkarmaya da. Yaparsak ne olur? Allah’ın mahlûkatında Onun rızası dışında tasarrufa kalkışmış oluruz. Bu ise hem hukukullaha karşı bir isyan, hem de kul hakkını ihlâldir. Demek ki aynı fiil ile iki hukuka birden tecavüz ediliyor.

Kul hakkı yemenin daha tehlikeli bir çeşidi de, toplumun ortak hakkı olan devlet ve vakıf mallarını haksız yere gaspetmek ve uygunsuz bir şekilde kullanmaktır. Bu haksızlık daha tehlikelidir. Çünkü sonunda pişman olunsa bile helâlleşecek bir muhâtap bulmak mümkün değildir. Zîrâ o malda herkesin hakkı vardır.

İnsanın üzerinde Yüce Allah’ın hakları olduğu gibi kulların da hakları vardır. Cenâb-ı Hak her insana bir takım haklar ve nimetler bahşetmiştir. Bunlara yönelik yapılan bir haksızlık, karşılıksız kalmaz ve cezayı îcâb ettirir. Meselâ, birinin canına ve malına zarar vermek, şeref ve haysiyetini lekelemek, şakayla da olsa üzmek ve korkutmak, aldatmak, rüşvet alıp vermek, borcunu geciktirmek, lüzumsuz yere vaktini almak...vb gibi hususlar hep kul hakkını ihlâl etmektir. Cenâb-ı Hak, insanları kul hakkından nehyederek şöyle buyurur :

“Mallarınızı aranızda bâtıl sebeplerle yemeyin! İnsanların mallarından bir kısmını, bile bile haksız yere yemek için, onları hâkimlere rüşvet olarak vermeyin!” (Bakara 188 Nisâ 29)

❤ İHLAS NEDİR? ❤

Pek çok hadisi şerifte Allah rızası ihlâsın niteliği ve önemine vurgu yapılmıştır. Bir defasında Allah Resûlü (s.a.v) :

“Benim şefaatim ihlâs ile ‘lâ ilahe illallah’ diyenleredir. Çünkü muhlis olanın kalbi dilini, dili kalbini doğrular.” (Müsned 2/307) buyurmuştur. Yine “Kim kalbini, imanın dışındaki şeylerden arındırır, sadece imana tahsis ederse kurtulur.” buyurarak inancın niteliği açısından ihlâsın önemini beyan etmişlerdir.

İhlâs, iman kadar amel için de önemli bir yapı taşıdır. İhlâs amelin özü mesabesindedir. Bu sebeple bir hadisi şerifte bu durum şöylece ifade edilir :

“Ey insanlar biliniz ki mü’min kalpler şu üç şeyde hainlik yapmaz (onları tam olarak yerine getirir). 1- Ameli sırf Allah rızası için yapmak (ihlas). 2- İdarecilerin hayrını istemek. 3- Müslümanların cemaatine bağlı kalmak. Zira Müslümanların duası onları arkalarından kuşatır.” (Darimî, Mukaddime 24.)

İbadetin özü duanın eda keyfiyeti noktasında önemli bir esas olduğu gibi, ibadet ve duanın kabülünde de ihlâs olmazsa olmazlardandır.

Bir keresinde, “Bir müslümanın cenaze namazını kıldığınızda onun için ihlâsla dua edin.” (Ebû Davud, Cenaiz 60) diye tavsiyede bulunan Resûlullah bir başka hadisinde ise :

“Her zaman amellerinizde ihlâsı gözetin; zira Yüce Allah (c.c.) sadece amelin halis olanını kabul eder.” (Münâvî, 1/217) diyerek amellerin ihlâs merkezli olmasına dikkatleri çeker. Yine “Dini hayatında ihlâslı ol, az da olsa ihlâslı amel sana yeter.” (Münâvî, 1/216) buyurur.

Gerçekten amel bir cesed ise, ihlâs onda can, amel bir kanatsa ihlâs da diğer kanattır. Ne ceset cansız olabilir, ne de tek kanatla bir yere varılabilir.

İhlâs bir kalp amelidir ve Allah da kalplerin değişim ve temayüllerine göre insana değer verir.

Bir defasında Resûlullah (s.a.v), arkadaşlarının yanına geldiğinde, onlara “Sizin hakkınızda beni, Deccal’in şerrinden daha çok endişelendiren bir kaygımı haber vereyim mi” buyurmuştu. Onlar da, “Buyur Ey Allah’ın Rasulü” diye mukabele etmiş, bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bu gizli şirktir ki kişinin namaz kılmaya kalktığında kendisini görenler için namazını güzelleştirmesi allayıp pullamasıdır.” (İbn Mâce, Zühd 21) diye cevap vermiştir. Bu hadisin benzeri diğer iki rivâyette ise, şirk-i hafî yerine şirk-i sağîr ve şirk-i serâir ifadeleri yer almaktadır (Müsned, 2/30). Küçük şirk veya şirk-i hafî ise, Müslüman bir ferdin, dinî bazı iş ve amelleri yaparken, Allah’ın dışında kişilerin rızasını hesaba katmasıdır ki İslâmî terminolojide, riya terimiyle ifade edilmektedir.17

Hz. Peygamber’in riya ile ilgili hadislerinden birinde “Sizin hakkınızda kaygılandığım küçük şirkten sizi uyarırım.” buyurulur. Küçük şirk nedir diye kendisine sorulduğunda ise “Riyadır.” diye cevap verir ve devamında,

Yine bir hadisi şerifte

“Hardal tanesi kadar riya bulaşmış hiç bir amel kabul edilmeyecektir.” (Müslim, İman 148,149; Ebû Davud, Libas 26) buyurulmaktadır.

Selef-i Salihînin Dilinden İhlâs

Cüneyd Bağdâdî, “İhlâs, kul ile Allah arasında bir sırdır. Melek onu bilmez ki sevap yazsın. Şeytan ona muttali olamaz ki ifsad etsin. Hevâ ve heves onu fark edemez ki kendisine meylettirsin.” şeklinde ihlâsı açıklamıştır.

Kuşeyrî, ihlâsla ilgili birkaç tanım getirmiştir : Birisi, ihlâs, amelleri onlara arız olan manevî kirlilikten arındırmaktır ki bu manevî kirler amelden “sâlih” vasfını kaldırır.19 Diğeri ise ibadette sadece Uüce Allah’ın gözetilmesi, birlenmesi demektir ki kul taatıyla yalnızca Allah'a (c.c.) yaklaşmayı diler, asla birisine yaranmak, insanların övgüsünü kazanmak gibi şeyleri gaye etmez, ibadetlerinde düşünmez. Kısaca ihlâs ameli riyadan arındırmaktır.

Abdullah el-Ensârî’ye göre ihlâs, amelin her türlü yabancı şeylerden arındırılması, dupduru edâ edilmesi olarak tanımlamakta ve üç derecesinin olduğu belirtilmektedir: Birinci derece, kişinin amelini kendinden bilmekten, ona güvenmekten, yetinmekten ve karşılık beklemekten kurtulmasıdır. İkinci derece, kişinin bütün gayretiyle amel etmesine reğmen amelinden haya duyması, nefsiyle değil de Yüce Allah’ın fazlı ve keremiyle irtibatlandırmasıdır. Üçüncüsüne gelince, amelini ilme tâbi kılıp kendisini de hakkın hükmüne teslim etmesi, mâsivadan kurtulmasıdır.

İbn Atâullah İskenderî, amelleri birer beden, ihlâsı ise onların ruhu olarak açıklamaktadır. Bu benzetmenin şerhinde ise, Abdülmecîd eş-Şernûbî, ihlâsın kişilerin manevî durumuna göre üç mertebesi olduğunu belirtip bunları açıklar : Birincisi, abidlerin (Avâmın) ihlâsıdır ki kişinin amellerinin açık ve gizli riyadan ve nefsî hazlardan kurtulması, Allah’ın (c.c.) mükafatını ve ikabını düşünerek kulluk etmesidir. İkincisi, muhibbînin ihlâsıdır ki kişi amellerinde sadece Allah’ı yüceltmeyi ve tazimi kasteder. Üçüncüsü ise, mukarrebînin ihlâsıdır ki kişinin her türlü tahrik ve teskinde Yüce Allah’ın birliğini müşahede etmeleri, kendilerini bir güce ve kuvvete sahip görmekten uzaklaşarak her şeyi Allah’ın (c.c.) lütfu ve ihsanı olarak görmeleridir.

İmam Gazâlî, ihlâsı, iki kısımda mütalâa etmektedir. Nasıl şirkin celîsi ve hafîsi varsa buna mukabil gelen ihlâs da vardır. Birincisi tevhidde ihlâstır ki Yüce Allaha uluhiyyetinde ortak koşmamaktır. İhlâsın ikinci derecesi ise, niyet ve maksatlarda sadece Allah’a (c.c.) teveccüh olmasıdır ki riyasız bir ameli ifade eder.

İsmail Ankaravî ise ihlâsı dinî amelleri kibir ve riyadan arındırıp halis, saf hale getirmektir, şeklinde tarif etmiştir... Hakikat şu ki, ihlâs yalnız ve yalnız Yüce Allah için ve O’nun rızasını kazanma yolunda yapılan ibadetle kazanılır.

İşin daha doğrusu ihlâs, kul ile Mâbud arasında bir sırdır ve bu sırrı Yüce Allah, sadece sevdiklerinin kalbine koymuştur. Kalbi ihlâsa uyanmış bir insanın nazarında medh ü zem, tazim ü tahkir ve yaptığı işlerle bilinip bilinmemesi, hatta sevap ve mükafat mülahazası kat’iyen söz konusu değildir.

Sonuç olarak denilebilir ki ihlâs, kişinin kalbî ve bedenî olmak üzere bütün ibadet ve amellerinde, nefsine pay çıkarmaması, hattâ ihlâsını dahi görmemesidir. Evet özetle ihlâs, doğru, samimi, katışıksız, dupduru olma ve kalbi bulandıracak şeylere karşı kapalı kalma ve yaşama halidir. Diğer bir deyişle gönül safveti, fikir istikameti, Yüce Allah ile münasebetlerinde dünyevî garazlardan uzak kalma ve tam bir sadakatle kullukta bulunma halidir.

İhlasın kelime manası; arıtma, saflaştırma, ayırma, katışığını giderme manasına gelmektedir.

İhlas; ferdin, ibadet ve taatinde Cenab-ı Hakk'ı emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapanmasıdır. Abd ve Mabud münasebetlerinde sır tutucu olması, tabiri diğerle, vazife ve sorumluluklarını O emrettiği için yerine getirmesi, yerine getirirkende Onun hoşnutluğunu hedeflemesi ve Onun uhrevi tevecühlerine yönelmesinden ibarettir. Ki, saflardan saf sadıkların en önemli vasıflarından biri sayılır.

İhlas bir kalb amelidir, ve Allah (c.c.) da kalbi temayüllerine göre insana değer verir.

    İhlas, Allah (c.c.) tarafından temiz kalblere bahşedilmiş, azları çok eden, sığ şeyleri derinleştiren ve sınırlı ibadetü taati sınırsızlaştıran öyle sihirli bir kredidir ki, insan, onunla dünya ve ukba pazarlarında en pahalı nesnelere talip olabilir ve onun sayesinde alemin sürüm sürüm olduğu yerlerde hep elden ele dolaşır. İhlasın bu sırlı gücünden dolayıdır ki, Allah Rasülü (s.a.v),

"Dini hayatında ihlaslı ol, az amel yeter." (Münavi, Feyzul Kadir, I, 216)

"Her zaman amelleriniz de ihlası gözetin, zira Yüce Allah, sadece amelin halis olanını kabul eder." (Münavi, Feyzul Kadir I 217) buyurarak, amellerin ihlas yörüngeli olmasına tenbihte bulunur. İhlas, kul ile Mabud arasında bir sırdır ve bu sırrı Allah, sevdiklerinin kalbine koymuştur.

Özetle ihlas :

"Bu dünyada özellikle uhrevi hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en sağlam bir dayanak noktası, bizi hakikata ulaştıran en kısa bir yol, en makbul bir manevi duadır. Bizi maksatlarımıza ulaştıran en kerametli bir vesile, en yüksek bir haslet, en safi bir ubudiyettir..."

En Sağlam Bir Dayanak ve En Sâfî Bir Ubudiyet Olarak İHLÂS

İmtihan ve kulluk süreci olan hayatın farklı evrelerinde, bir Müslümanın kendi olarak var olabilmesi için olmazsa olmaz fazilet ve hallerden birisi ihlâstır. Hatırlanacağı üzere, Hz. Adem (a.s.)’in yaratılışı ve kendisine meleklerin secde etmesi münasebetiyle, mel’un İblis’in anlatıldığı kıssada, meleklerden farklı olarak iblis, Yüce Allah’ın, Hz Adem’e (a.s.) secde emrine kibir ve enâniyetinden dolayı uymayarak fıska düşmüş, neticede dergah-ı ilahîden ebediyen kovulmuş ve kendisine kıyamete kadar da mühlet verilmişti. İlgili âyetlerde iblis (şeytan), insanoğlunun Yüce Yaratıcı’sına karşı isyan etmesi uğrunda her türlü yola başvuracağını, elinden geleni ardına koymayacağını, pek çoğunu azdıracağını yemin ederek dile getirmiştir. Bütün kin ve nefretini kusmasına ve kendisinden pek emin görünmesine rağmen, Allah’ın bazı kullarını saptıramayacağını da itiraf etmiştir. İşte şeytanın iğvâ ve idlallerinin kendilerine ilişemediği, tesir icra edemediği ve iblisi çaresiz eli boş bırakan bu kutlular cemaati / ümmeti, Yüce Allah’ın ihlâsa erdirdiği, ihlâs sahibi müminlerden başkası değildir. (bk. Kuranı Kerim / Hicr Sûresi 39-42) Gerçekten gerek cin gerekse insanlardan oluşan şeytanlara karşı inananların en büyük kuvveti, en makbul şefaatçisi, en metin bir nokta-i istinadı, en makbul bir duayı manevîsi, en kerametli bir vesile-i makasıdı, en yüksek hasleti ve en sâfî ubudiyeti ihlâstır.

İhlâs’ın Sözlük ve Terim Anlamı

Sözlükte, h-l-s fiil kökü, “arınmak, ayrışmak katışıksız ve dupduru olmak” anlamına gelir. İhlâs ise, “bir şeyi, kendisine karışmış ve bulaşmış olan şeylerden arındırmak, ayrıştırmak ve sadece kendisi yapmaktır.” İhlâs bir açıdan, eşyayı yabancı unsurlardan ayrıştırma olurken, bir başka açıdan da aslına ve özüne döndürme anlamını ifade eder ki, h-l-s kökü, “min” edatıyla kullanıldığında kurtulmak ayrılmak manasına gelirken “ilâ” edatıyla kullanıldığında ise ulaşmak ve varmak anlamını taşımaktadır.

1 Bu anlamda bir şeyin yabancı unsurlardan ve kirlerden arınması, kurtulması, aynı zamanda onun özüne dönmesi ve ulaşması demektir.

İhlâsın terim/dinî anlamı ise, gizli ve açık bütün nevileriyle şirkten uzak ve tevhid üzere Yüce Allah’a kulluk edilmesi, ibadette sadece Allah rızasının kastedilmesi demektir.

2 Kısa ve öz bir şekilde arz edilen bu anlam Kur’ân’da, muhlis, muhlas, muhlisîn, muhlasîn, ed-dinu’l-hâlis, muhlisan lehu’d-dîn, ahlasû dînehum ve muhlısîne lehu’d-dîn, kalıplarıyla beyan edilir. Bu terimlerin bir kısmı, bazı insanların sıfatı olarak geçerken diğer bir kısmı ise, gerçek din ve dindarlığın sıfatı olarak ayetlerde yer almaktadır.

3 Peygamberlik âleminin en birinci vasfı sadakat ve onun en nuranî buudu ise ihlâstır. İhlâs ile sıdk ve sadakat arasında sıkı bir irtibat vardır. İhlâs, saflardan saf sadıkların en önemli vasıflarındadır. Başkalarının hayat boyu elde etmek için uğraşıp durdukları ihlâs haline onlar doğuştan mazhardırlar. Kur’ân-ı Kerim, nebî ihlâsını anlatma sadedinde

“Kitapta Musa’yı da an gerçekten O Allah tarafından ihlâsa erdirilen/ihlâsa ermiş (muhlasan) bir kul idi, resul ve nebi idi.” (Meryem Sûresi 19/51)

ferman-ı sübhanîsiyle bu önemli mazhariyeti ihtar eder. Evet, enbiya için ihlâs nübüvvetle nerdeyse eşdeğer bir lutf-i ilahîdir. Nitekim âyette geçen muhlasan tabirini ilk müfessirlerden İmam Taberî, “Allah Musa’yı risalet görevi için seçti, onu peygamberlikle diğer insanlardan ayırdı.” şeklinde tefsir etmiştir.

4 Müdakkik müfessir İbn Kesîr ise, Hz. Musa’nın muhlis olarak nitelenmesini ibadette ihlâs olarak yorumladıktan sonra, Ebû Lubabe’den şu haberi naklediyor: Bir defasında havariler Hz. İsa’ya muhlis hakkında soru sorarlar, bununu üzerine Hz İsâ (a.s) : “Muhlis, öyle bir kişidir ki Yüce Allah için amel eder, ancak insanların onu övmesini sevmez, arzulamaz.” diye cevap verir.

5 İşarî tefsir geleneğinin önemli temsilcilerinden Kuşeyrî ise, Hz. Musa’nın ihlâsla nitelenmesini, "Allah (c.c.) dışında bir şeye teveccüh etmemesi, kınayanın kınamasına aldırmaması, dünyevî bir hazzı elde etmek gibi bir arzuyla vazifesinde gevşeklik gösterip İlahî bir hakikati görmezlikten gelmemesi" olarak açıklamıştır.

6 Meseleyi en genel manada resmeden iblisin iğvasından ve hilelerinden korunmuş kimseleri anlatan âyette geçen “Allah’ın muhlis (c.c.) kulları” ifadesinin tefsiri de konumuz açısından önemlidir.

“İblis, Yâ Rabbi dedi, beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki ben de dünyada onlara günahları süsleyeceğim ve ancak senin ihlâsa erdirdiğin kulların müstesnâ, onların hepsini azdıracağım!..” (Hicr Sûresi 40-42)

Bu kıssanın anlatıldığı bir diğer ayette muhlis kulların bazı sıfatları zikredilmek suretiyle şöylece tefsir edilmektedir :

“Aslında, iman edip Rabblerine güvenen ve dayananlar üzerinde onun (şeytanın) bir nüfuzu yoktur. Onun nüfuzu, ancak onu dost edinenler ve onu Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.” (Nahl Sûresi /99-100).

Anlaşıldığı gibi muhlas kullar, iman edip Yüce Allah’a dayanan ve O'nu vekîl olarak tanıyanlardır. İblisin azdırdıkları ise müşriklerdir. Gerçekten de sadakat ve ihlâs bir ucu insan gönlünde, diğer ucu Hakk’ın inayet katında öyle bir derinliktir ki, o derinliklere yelken açmış ve o kanatla kanatlanmış bir babayiğidin takılıp yollarda kaldığı görülmemiştir.

7 Kur’an-ı Kerim’de ihlâs ifadesi “muhlisîne lehu’d-dîn” şeklinde ve on bir defa yer alır ki, insanların, gizlisiyle açığıyla şirkin her türlüsünden arınmış bir imana sahip olmaları anlamına gelmektedir.

8 “(Resûlüm!) Şüphesiz ki Kitab'ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah'a has kılarak kulluk et. Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.” (Zümer Sûresi 2- 3)

Bu âyette geçen “muhlisan lehu’d-din” tabiri, genel itibarıyla Allah’a (c.c.) ibadet ve itaatte şirk koşmamak olarak tefsir edilirken “ed-dinü’l-hâlis” ise, şirkten arınmış, şirk bulaşmamış din ve diyanet şeklinde açıklanmıştır.

9 İlk âyette ihlâs ile ibadet emredildikten ve İslâm veya Yüce Allah’a karşı kulluk diyebileceğimiz dinin mahiyeti belirtildikten sonra, devam eden âyetlerde mesele zıtlarıyla karşılaştırılarak daha da anlaşılır hale getirilmektedir. Yani ihlâsa zıt bir ibadetin ve dinin mahiyeti gözler önüne serilmektedir. Bu ise putlara Allah’a (c.c.) yaklaştırsınlar diye tapınmak olan şirktir.

10 İhlâs sûresinin muhtevasına, isimlendirilişine ve faziletine ait rivâyetlere bakıldığında, ihlâs teriminin, tevhid anlamını içerdiği açıktır.

11 Zaten bazı alimler, ihlâsı tevhid ile eşdeğer görmüşlerdir.


Kuranı Kerimin, dolayısıyla da İslam'ın temel kavramlarından biri ihlastır. Sözlük anlamı; bir şeyi halis, saf ve katıksız yapma demektir. Kavram anlamı ise kısaca, kulun din adına ne yapıyorsa bunu sırf safi Yüce Allah için yapması, ona başkalarını hiçbir surette karıştırmamasıdır.


Amellerin ruhu ihlastır, amele Allah (c.c.) için olmasından başka bir niyet karışırsa bozulur, sevabı ve faydası kalmaz. Kul ibadet ettiğini sanır ama sonuçta hiçbir karşılığını göremez. O halde ihlasın niyetle de alakası vardır. Niyet insanı bir şeyi yapmaya götüren iç dürtüdür. Yapılan bir iş için; onu neden yapıyorsun, neden öyle değil de böyle yapıyorsun? Sorularının cevabı hem niyeti hem ihlası belirler. Süfyan Sevrî, niyet kadar bana düzeltilmesi zor gelen başka bir şey bilmiyorum, der.


İhlasın çok yakından alakalı olduğu kavramlardan biri sadakattir. Sadakat, yani sadık ve dürüst olma. Kul bir şeyi sırf Allah c.c. için yapıyor olduğu iddiasında sadık ve dürüst ise ihlaslı demektir. İhlaslı olan kişi muhlis, ihlasla yapılan iş ise halis, yani katıksız, tertemiz, safidir.

İhlas, niyet ve sadakat.

Üçü de birbirine bağlıdır Kuranı Kerim'de pek çok yerde Yüce Allah dinin sadece kendisine halis kılınmasından söz eder. “De ki, ben dini sırf O'na halis kılarak Allah'a ibadet etmekle emrolundum” (Kuranı Kerim / Zümer Súresi 39/11).

Bunun nasıl olacağını ise Yüce Allah şu örnekle anlatır: “Dağ gibi dalgalarla boğuşurken dini sırf O'na halis kılarak Allah'a yalvarırlar, ama onları karaya çıkardığımızda değişirler…” (Lokman Sûresi 31/32).

Demek ki, ihlas hiçbir tutunacak dal bulamadığında kulun Allah demesindeki safiliktir. O anda insanın aklına Allah'tan c.c. başka bir güç gelmez. İşte ihlaslı olma budur.


Bunun zıddı için de Allah c.c. yine bir örnek verir: “Sadece halis olan din Allah içindir. O'nun dışında dostlar/veliler edinenler, onlara sırf bizi Allah'a yaklaştırmaları için ibadet ederiz derler. İhtilaf ettikleri konuda hüküm verecek olan Allah'tır. Allah yalancı nankörleri sevmez” (Zümer Sûresi 39/3).

Yani hiçbir dini eylem ve düşüncede Yüce Allah'tan başkasının rızası hesaba katılmamalıdır. Katılırsa din halis olmaz şaibeli olur, kul da ihlaslı olmaz. Bu şaibenin iki yönü vardır. Ya doğrudan doğruya kul başka bir şeye ya da şahsa ibadet eder ki bu açık şirktir, ya da ibadetinde Allah c.c. ile beraber başkasının rızasını ve beğenisini de kazanmak ister, ibadetine ondan katkı bekler. Bu da riyadır, riya da gizli şirktir, şirke götürür.

Nahl Suresi 66. Ayeti kerimesi Ayetin meali şöyledir : “Davarlarda da size ders verici ibretler vardır; bakın biz onların karınlarından fışkı ile kan ardasından size halis ve içimi hoş süt çıkarıp veriyoruz".


Fışkı ve kan iki pis maddedir. Süt önce hayvanın midesindeki öğütülmüş karışımdan, yani fışkıdan süzülüp kana geçer. Kandan tekrar süzülüp halis süt olarak çıkar ve hoş içimli, yüksek değerde bir gıda olur. Bu durum ayette ihlas kelimesinin aslı olan halis kelimesiyle anlatılmıştır. O halde, derki İsmail Hakkı Bursevî; sanki Allah demek istiyor ki, biz size sütü nasıl iki pis madde arasından halis hale getirerek veriyoruz ve siz onu ancak böyle olunca kabul ediyorsunuz, siz de amellerinizi ve ibadetlerinizi bize takdim ederken o iki pis madde hükmündeki nefisleriniz ve şeytanlarınız arasından öyle süzüp çıkaracak ve onlar adına amellerinize hiçbir şaibe katmayacaksınız ki, biz de sizin amellerinizi kabul edelim. İşte ihlas budur.


İhlas dediğimiz şey elbette din olarak, yani sevap umularak yapılan işlerde olur. Namaz kılmak böyle olduğu gibi, birisine yardım etmek de böyledir. Mesela yalnızken kıldığınız namaz ile birisi görürken kıldığınız namaz arasında fark oluyorsa bu fark Allah c.c. için değil, sizi gören o insan içindir. Yani namazınız bu fark kadar Allah için olmaktan, dolayısıyla ihlastan uzaktır ve bu bir riyadır. Eğer zaten kılmıyordunuz da sırf birisinin görmesi için kılıyorsanız bu şirk dahi olabilir.


Onun için Allah (c.c.) beşerin en üstünü olan Resulüllah'ı örnek vererek buyurur ki, “De ki, ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana vahyediliyor ki, sizin sadece tek bir ilahınız vardır. O halde kim rabbine kavuşacağını biliyorsa salih amel yapsın ve rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak kılmasın” (Kehf Sûresi 18/110). Yani beni bile.

İhlas için demişlerdir ki, ihlas Yüce Allah ile kul arasında bir sırdır; onu melek dahi bilemez ki, yazsın, şeytan dahi bilemez ki, bozsun, nefsi dahi bilemez ki, caydırsın.

1İhlas yaptığın işlerde insanların onu bilip bilmemesinin, beğenip beğenmemesinin sende hiçbir değişiklik yapmamasıdır.

Kul kırk gün ihlasla hareket etse hikmetler kalbinden diline intikal eder. Vesvese ve riya ihlasla yok olur.

İhlâs; bir şeyi saf, temiz ve arıtılmış hale getirmek demektir. Temiz kalpli olmak, şöhret ve çıkar amacı gütmeyen, riyasız, içten ve samimi bir sevgi ve bağlılıktır ihlâs.

İslâmiyet’te de yapılan işlerde ve ibadetlerde, gösterişe yer vermemek, riyadan uzak durmak, yapılanı yalnızca Allah (c.c.) rızası için yapmak ve sadece Allah için ibadet etmektir.

Bir kalp hareketi, kalb-i bir amel olan ihlâs, ruhanî bir davranıştır. İhlâs, kalp temizliğinin ve sağlamlığının bir delilidir. Kulluk etmek ve imtihan olmak için gelinen bu hayatın farklı evrelerinde, bir Müslümanın kendisi olarak var olabilmesi için ihlâs olmazsa olmazlardan birisidir.

İhlâs sahibi kişi, yalnızca Allah’ın (c.c.) rızasını arayan bir niyettedir. İhlâsta Hakk’ın rızâsı talep edilir, yapılan ibadetlerde ve işlerde asla, riya, gösteriş, menfaat ve şöhret gibi gayeler güdülmez. İhlas sahibi bir Müslüman, Cenabı Hakk’ın emir, istek ve ihsanlarının dışında her şeye karşı kapalıdır.

SÖZDE MÜSLÜMANLIK Bir müslüman kalkar ve size Yüce Allah'ın rızasından bahsederse ama diğer taraftan da "Laikl.ğin ve Demokra.inin" havariliğini yapıyorsa o kişi Allah'ın (c.c.) rızasında samimi değildir.

Allah c.c. tarafından temiz kalplere bahşedilmiş olan ihlâs; azları çok eden, sığ şeyleri derinleştiren ve ibadetleri sınırsızlaştıran bir güç, bir iç huzurudur.

İhlâs ile ilgili Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) :

“Her zaman amelleriniz de ihlâsı gözetin, zira Allah, sadece amelin hâlis olanını kabul eder.” (Münavi Feyzul Kadir, I, 217) buyurmuştur.

Şeytan İhlâs Sahibi Kullar Karşısında Çaresizdir!

Hz. Adem’in (a.s.) yaratılışı ile ilgili bilinen kıssada, meleklerin Hz. Adem’e (a.s.) secde etmesi sırasında, şeytan Allah’ın (c.c.) bu emrini, kibrinden ve enaniyetinden dolayı yerine getirmemiştir.

Allah’ın (c.c.) bu emrini yerine getirmeyen şeytan bu itaatsizliği ve kibri sonucunda fıska düşmüş ve Cennetten kovulmuştur. Kendisine kıyamet gününe kadar mühlet verilen şeytan bunun sonucunda, insanoğlunun Allah’a (c.c.) karşı isyan etmesi uğrunda her türlü yola başvuracağını ve insanların pek çoğunu azdıracağını söyleyerek yemin etmiştir. Şeytan tüm bu nefretini kusarken ve insanları saptıracağına dair kendinden son derece eminken dahi, Allah’ın (c.c.) bazı kullarını saptıramayacağını da itiraf etmiştir :

“İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, and olsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.” Hicr Suresi 39 – 40. Ayetler

İlgili surede ve ayetlerde de görüldüğü gibi, şeytanın saptırmalarının işlemediği ve karşısında çaresiz kaldığı kullar, Allah’ın (c.c.) ihlâsa erdirdiği, ihlâs sahibi müminlerden başkası değildir.

Kur’anı Kerim Dinde İhlas İçin Neler Buyuruyor?

Kur’anı Kerim’in birçok ayetinde dinde ihlas konusuna dair Allah’ın (c.c.) buyrukları yer almaktadır. Allah (c.c.) dinde ihlasın önemini ve değerini Kur’an’da açık bir dille anlatmıştır.

“Ey Âdem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi… İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).”                                                                                                                   A’râf Suresi 26. Ayet
“Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allah’a halis kılarak: «Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız» diye Allah’a yalvarırlar.”                                                                                                                 Yûnus Suresi 22. Ayet

“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O’na has kılarak (ihlâsla) Allah’a yalvarırlar. Fakat onları sâlimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah’a) ortak koşmaktadırlar.” Ankebût Suresi 65. Ayet

“Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dini tamamen Allah’a has kılarak (ihlâsla) O’na yalvarırlar. Allah onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim âyetlerimizi, ancak nankör hâinler bilerek inkâr eder.”                                                                                                              Lokmân Suresi 32. Ayet
“(Resûlüm!) Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk et.”                                                                                                                   Zümer Suresi 2. Ayet
“De ki: Bana, dini Allah’a hâlis kılarak O’na kulluk etmem emrolundu.”                                                                                                                Zümer Suresi 11. Ayet

“Haydi, kâfirlerin hoşuna gitmese de Allah’a, Allah için dindar ve ihlâslı olarak dua edin!” Mü’min Suresi 14. Ayet

“O daima diridir; O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O halde dinde ihlâslı ve samimi kişiler olarak O’na dua edin. Her türlü övgü âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” Mü’min Suresi 65. Ayet

“Halbuki onlara ancak, dini yalnız O’na has kılarak ve hanifler olarak Allah’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.”                                                                                                                Beyyine Suresi 5. Ayet
İhlâs Suresi

Mekke döneminde inmiştir. 4 âyettir. İhlâs, samimi olmak, dine içtenlikle bağlanmak demektir. Yüce Allah’a bu sûrede anlatıldığı şekilde inanan, tevhit inancını tam anlamıyla benimsemiş, ihlâslı bir mü’min olacağı için sûre bu adla anılmaktadır.

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

De ki: “O, Allah’tır, bir tektir. Allah Samed’dir. (Her şey O’na muhtaçtır, o, hiçbir şeye muhtaç değildir.) Ondan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.”

❤ İnsanı Helak Eden Başlıca 74 BÜYÜK GÜNAH Şöyledir :

1. Büyük Günahların En Büyüğü : ÂLLAH’a (c.c.) Ortak (şirk) Koşmak

2. Ana Babaya Asi Olmak, Onlara Eziyet Etmek

3. Yalan Yere Şahitlik Etmek

4. İnsan Öldürmek veya kendini öldürmek (intihar)

5. Sihir (Büyü) Yapmak

6. Namazı Terk Etmek

7. Zekâtı Vermemek

8. Faiz Yemek

9. Yetim Malını Yemek ve Ona Zulmetmek

10. ÂLLAH’a ve Resûlü’ne Yalan İsnad Etmek

11. Özürsüz Olarak Ramazanda Bir Gün Bile Oruç Tutmamak

12. Savaş Meydanından Kaçmak

13. Zina Yapmak (evlilik dışı münasebet)

14. İdarecinin Halkını Aldatması, Onlara Zulmedip Zorbalık Yapması

15. Haram Olan İçkiyi İçmek

16. Kibirlenmek, Kendini Beğenmek, Övünmek

17. Livata (eşcinsellik)

18. İffetli Kadın veya Erkeğe İftirada Bulunmak

19. Kamu Malından, Ganimetten, Devletten ve Zekâttan Çalmak

20. Haksız Yollarla İnsanların Mallarına El Koymak, Haram Yemek, Haram Kazanç, Kul Hakkı

21. Hırsızlık Yapmak

22. Yol Kesmek

23. Yalan Yere Yemin Etmek

24. Çok Yalan Söylemek, Sözlerinin Çoğu Yalan Olmak

25. Ahiret Hayatından, Hesaptan Şüphe Etmek

26. İdarecinin ve Hâkimin Adaletsiz Olması, Haksızlık Yapması, Rüşvet Almak

27. Deyyusluk, İki Kişi Arasında Bozgunculuk İçin Çalışmak

28. Karşı Cinse Özenmek (Erkeğin Kadına Kadının da Erkeğe Benzemesi)

29. Hulle Yapmak ve Yaptırmak ( kocasının üç kez boşadığı bir kadının, eski kocasıyla bir kez daha evlenebilmesi için, yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâh edilmesi ve bir gün sonra boşanması)

30. Ölü Eti, Leş, Kan ve Domuz Eti Yemek

31. İdrardan Sakınmamak

32. Haraç Toplamak

33. Riyakârlık Yapmak, Gösteriş, İkiyüzlülük

34. ÂLLAH (c.c.) ve Resûlüne (s.a.v) İhanet Etmek, Emanete Hiyanet

35. İlmi Gizlemek ve Sadece Dünya İçin Öğrenmek

36. İyiliği Başa Kakmak

37. Kaderi Yalanlamak ve İnkâr Etmek

38. Başkalarının Söz ve Sırlarını Öğrenmeye Çalışmak

39. Lanet Etmek, Sövmek

40. Sözünde Durmamak, Ahde Vefasızlık

41. Kâhin, Büyücü, Falcı ve Müneccimi Tasdik Etmek

42. Kadının Kocasına, Kocanın Karısına Haksız Yere Huysuzluk Yapması

43. Akrabaların Hakkını Gözetmemek, Onlarla İlişkiyi Kesmek

44. Yalan Şahitlik Yapmak

45. Gıybet (arkasından konuşmak), Söz Taşımak, Koğuculuk

46. Ölenin Ardından Ağıtta Aşırı Gitmek

47. Nesebe ve Soya Sövmek

48. Baş Kaldırmak, İsyan Etmek, Haddi Aşmak, Başkalarının Hukukunu Çiğnemek, Serkeşlik Etmek

49. Gücü Yettiği Hâlde Haccı Terk Etmek

50. Müslüman’a Eziyet Etmek ve Ona Sövmek, Küfretmek

51. ÂLLAH (c.c.) Dostlarına Eziyet Etmek ve Onlara Düşman Olmak

52. Elbiseyi Kibir Maksatlı Giymek (Elbise ile Gösteriş Yapmak)

53. Gücü Dahilinde Görev Ve Sorumluluktan Kaçmak

54. ÂLLAH’tan Başkasının Adına Kurban Kesmek

55- İnsanlara Yol Gösteren Levhaların ve Hudut İşaretlerinin Yerini Değiştirmek ve Sökmek

56. Sahabe Efendilerimize Sövmek, Kötü Söz Söylemek

57. Ensardan Veya Muhacirden Herhangi Birine Sövmek, Kötü Söz Söylemek

58. Dalalete Çağırmak, Bid’atçılık, Hurafecilik, Kötü Bir Çığır Açmak

59. Dövme Yaptırmak

60. Herhangi Bir Kesici Aleti, Silahı Kardeşine Doğru Tutarak Korkutmak

61. Uğursuzluğa İnanmak

62. Cedelleşmek, Diyalektik, Kur’ân ve Dini Konularda Alay Etmek

63. Eşine, Hizmetçilerine, Zayıflara, Emri ve Sorumluluğu Altındakilere, Kölelere Haksızlık Edip Zulmetmek ve Eziyet Etmek

64. Tartıda ve Ölçüde Haksızlık Yapmak

65. ÂLLAH’ın Azabından (Mekr’inden) Emin Olmak

66. ÂLLAH’ın Rahmetinden Ümit Kesmek

67. İyiliğe Karşı Nankörlük Yapmak

68. Fazla Suyu Hapsedip Kimseye Vermemek

69. Hayvanın Yüzünü Dağlamak Eziyet Etmek

70. Kumar Oynamak

71. Harem (Mekke) Bölgesinde (ve diğer) Taşkınlık Yapmak

72. Özürsüz Cuma Namazını Terk Etmek, Bunda Israrcı Olmak

73. Müslümanları Gizlice İzlemek ve Mahremlerini Açığa Çıkarmak

74. KUR'ANIN Yasalarını Hafife Almak, Önemsememek, Uygulamamak, Karşı Gelmek

Advertisement