Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

Şablon:KTFbakınız - d


Kur'an Terimleri Fihristi Kur'an Fihristi/Görsel Eşbah Ve Nezair EL-EŞBÂH VE'N-NEZÂİR Fİ'L-QUR'ÂNİ'L KERÎM
Online Mucem : http://kuranmeali.com/mucem.asp
KTF
KKF [1] {{KTF}}
A B C Ç D E F G H I İ K Kef Q Qaf L M N O Ö R S Ş T U Ü V W Y Z
Amaç: Ülkemizin online en zengin Kur'an terimleri fihristini oluşturmaktır.
Her Kur'ani terime iç link verilecek ve terimle ilgili ansiklopedik madde oluşturulacak ve ansiklopedik maddenin içerisine ilgili ayetler link olarak verilecek.Böylece her bir Kur'anİ terimin geçtiği tüm ayetlere ve ayetlerin tüm meal ve tefsirlerine aynı anda ulaşılabilecektir. Hatta önlerimin geçtiği hadislere ve önemli sözlere aynı anda aynı sayfada ulaşılacaktır.
Yöntem : 1. KTF nde bulunan kavramlara iç link verielerek sayfa oluşturulacak . 2. O konu ile ilgili izah sayfaya eklenecektir. 3. HDKD tefsirinden bulunacak Kur'an terimlerina ait izahlar kavramla ilgili ansiklopedik sayfaya eklenecek, 4. KTF de olmayan kavramlar için yeni sayfa oluşturularak ve fihrsitin olduğu sayfaya alfabetik sıra gözetilerek eklenerek fihrist geliştirilecektir. 5. Ayrıca Mu'cemül Müfehresden alınan ayetler bu sitede ilgili kuran teriminin ansiklopedik sayfasına eklenecektir. aşağıda ayetlerin alınacağı link bulunuyor. http://www.kuranmeali.com/%5Cmucem.asp
sonuç:Böylece internetteki en zengin "Kur'an terimleri fihristi" kollektif ve kollebratif bir usulle oluşturulmuş olacaktır. başta öğretmenlerimiz olmak üzere emeği geçenlerden Allah razı olsun. Bursa Valiliği'nde görevli hizmetli Mustafa'ya da teşekkürlerimizi de unutmayalım.
Mu'cem-ul Müfehres - Kur'an Kelimeleri Fihristi - Mucem
ا ب ت ث ج ح خ د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ك ل م ن ه و ؤ ى ي ئ ة

Çeviri Hakkında[]

  • Çeviride, ilk baskısı 1975'te, ikinci baskısı -ilk baskıdan tıpkı basım olarak- 1994'te yapılan nüsha esas alınmıştır.
  • Çeviriyi sunarken aziz okuyucunun dikkatine aşağıdaki hususları arz etmekte fayda mülâhaza ediyoruz:
1. Kitap, tahkik edildiği için -anlamı değiştirmedikçe- muhakkikin işaret ettiği metin ve yazma farkı çeviri*de gösterilmemiştir.
2. Muhakkik, metnin orijinalinde bir kısmı verilen âyetlerin, dipnotta bazan tamamını vermiştir. Gerekli olmadıkça bunları çeviride göstermedik.
3. Müellifin, "el-Vechu'l-Evvel, es-Sâni" [birinci, ikinci... vecih] diye zikrettiği yerleri müteselsil rakam ile (1., 2., 3. şeklinde) gösterdik.
4. Çeviri esnasında, anlamı bir şekilde derc edilen muhakkik notları çevirilmemiştir.
5. Arapça neşirde, muhakkik tarafından dipnotta gösterilen sûre isimleriyle âyet numaraları, tercümede metin içinde ve paranteze alınarak (örnek: Bakara/23 şeklinde) verilmiştir.
6. Müellifin zikrettiği sûre isimleri yerine, yaygın olarak kullanılan isimler tercih edilmiştir.
7. Diğer tasarruflara, yeri geldikçe dipnotlarda "çeviren" rumuzuyla işaret edilmiştir.
8. Kitap, asıl itibariyle lafızları tefsir etmeye dair olduğundan, kimi zaman meallerde, kimi zaman madde başlıklarında, kimi zaman açıklamalar esnasında izahı yapılan lafzı zikrederek dikkat çekmeye çalıştık.
9. Muhakkikin, Türkçe'de yansıtılması mümkün olma*yan, yahut gerek duyulmayan, yahut otomatikman tercü*me içine dercedilmiş olan dipnotlarını ayrıca çevirmedik.
10. Araya girecek Arapça ibareleri -ilmî usûlden kısmen fedakârlık pahasına da olsa- okuyucuya rahat hitabı esas alarak mümkün mertebe azalttık.
11. Madde başlarını aslına uygun yazdık, ayrıca Arapçalarını da [ 3 koyduk.
12. Ayet meallerini, Mukâtil b.-Süleyman'ın açıklamalarını dikkate alarak yaptık; meal ile Mukâtil b. Süleyman'ın açıklamaları arasında bütünlük sağlamaya çalıştık.
13. Muhakkikin, dipnotta âyet referanslarındaki hatalarını düzelttik.
14. Ayrıca, Mukâtil b. Süleyman'ın, bilhassa kelime iştikakıyla ilgili hatalarına -ki oldukça az sayıdadır- dikkat çektik. Kendilerine işaret olunan âyetlerin de mümkün mer*tebe yerlerini gösterdik. Şahsımıza ait bu ve benzeri notları, "çeviren" imzası ile muhakkikin notlarından ayırt ettik.
15. Çeşitli bakımlardan önem taşıyan böyle bir eseri Türkçe'ye kazandırma lütuf ve ihsanını esirgemeyen Rabbimize hamd u senalar ederiz.

Başarı Allah'tandır

  • M Beşir Eryarsoy
  • Ağustos 2003[1]

Önsöz [2][]

Hamd, bütün iyiliklerin, nimeti sayesinde tamamla*nabildiği Allah'a; salât ve selâm efendimiz Muhammed'e olsun.

İmdi, şu anda elinizde bulundurduğunuz eser, Hicrî 150 yılında vefat eden Belhli Mukâtil b. Süleyman'a ait olup el-Eşbâh ve'n-Nezâir fi'l-Qur'âni'l-Kerîm adını taşı*maktadır. Kâhire'deki el-Câmiatu'1-Arabiyye'ye bağlı "Ma'ha-du'l-Mahtûtât"ta [Yazmalar Enstitüsü'nde] bulunan tek nüshanın filmine dayanarak tahkikini yaptım. Söz konu*su bu nüshanın aslı ise, Türkiye'deki genel bir kütübhâ-nede 516 numara'da kayıtlı bulunmaktadır. Bu nüsha, iri ve güzel bir hat ile 7. asırda yazılmıştır.

Mukâtil b. Süleyman'ın geriye bırakmış olduğu kül*türel mirastaki özel ihtisasımın, bu eserin tahkikinde ba*na çok yardımı oldu. Bu ihtisasım neticesinde onun üslû*buna âşinâ oldum, görüşlerini öğrendim. Çünkü daha ön*ceden Mukâtil'in Tefsir-i Kebîrinin tahkikini ve bunun 1851 sayfaya ulaşan 4 ciltlik baskısını da gerçekleştir*miştim.

Bu tefsir üzerindeki çalışmamın, Mukâtil b. Süley*man'ın el-Vücûh [el-Eşbâh] ve'n-Nezâir adlı eserini tahkik etmekte bana yardımı oldu. Çünkü metin, benim için anlaşılmaz ya da kapalı bir hâl aldığında -doğruyu tesbit için- Tefsire başvuruyordum.

Tahkikten önce Mukâtil b. Süleyman'ın hayatını ve sivrildiği ilimleri incelemeyi başa aldım ve ardından, Kur'ân ilimleri, bu ilimlerin lafzî zenginliğinin açıklan*ması ve lugavî icazının ortaya konulması açısından -te*mel kaynaklar arasında olan- el-Eşbâh ve'n-Nezâir isimli bu kitabı tanıttım; kitabın yöntemini, düşüncesini açıkla*dım. Allah'tan bu eseri faydalı kılmasını niyaz ederiz. Şüp*hesiz ki O du'âları işitendir, kabul edendir.

Dr. Abdullah Mahmûd Şehhâte [3]


Mukâtil'in Hayatı[]

Adı Mukâtil b. Süleyman b. Beşîr[4] el-Belhî'dir. Ezdli-lerin mevîâsıdır.[5] Künyesi Ebu'l-Hasen'dir.

Zehebî, biyografisinde ondan, "Müfessirlerin büyüğü Ebu'l-Hasen Mukâtil b. Süleyman el-Belhî" şeklinde söz etmektedir.

Mukâtil, Horasan bölgesinin bir şehri olan Belh'te dünyaya geldi. Kaynaklar onun Basra'da Hicrî 150 yılın*da vefat ettiğini belirtmişler, ancak hangi yılda doğdu*ğundan s.öz etme mislerdir.[6] Rivayetlerden, Mukâtil'in Hic*rî 80 yılında doğmuş olduğu kanaati ağırlık kazanmakla birlikte, bu tarihten önce doğmuş olması da mümkündür.

Mukâtil, Hicrî 2. asrın ilk dilimlerinde vefat etmiş ta*biînin ileri gelen âlimlerinin bir çoğundan rivayette bu*lunmuştur; Mücâhid b. Cebr el-Mekkî (v. 104 H.); Ata b. Ebî Rebah el-Mekkî (v. 114 H.) gibi.[7] Fakat onlardan yap*tığı rivayetler muîıkatı'dır. İbrahim el-Harbî bu hususta şöyle demiştir:

Mukâtil, Mücâbid'ten hiçbir şey dinlememiştir, onunla karşılaşmamıştır. Ancak Mukâtil, ilim adamlarının tef*sirle ilgili görüşlerini toplamış ve bunlara dayanarak -onlardan şifahen işitmeksizin- tefsir yapmıştır.[8]

Mukâtil, Belh şehrinde yetişti, sonra Merv'e gitti. Her ikisi de Horasan bölgesinin ünlü şehirlerindendir. Mukâtil'in yetiştiği ve kültürlerinden, dinî-mezhebî gö*rüşlerinden etkilendiği bu ülke, doğunun en verimli ve en geniş ülkesidir. Sınırlarım kuzey-doğudan Mâverâu'n-Nehir, güney-doğudan Sind ve Sicistaıı ülkeleri, kuzeyden ise Harizm ve Türkistan'daki Oğuzların ülkeleri, güney*den ise Fârisîlerin diyarı [İran] teşkil etmektedir.[9]

Horasan Hicrî 2., 3. ve 4. asırlarda İslâm ülkesinin fikrî hayatının en önemli merkezlerindendir. Burada pek çok büyük muhaddis, pek çok müfessir ve fakih yetişmiş*tir. Grek uygarlığının bir merkezi olan Belh'te doğup ye*tişen Mukâtil, buradaki mabedleri gördü, dînleri tanıdı.

Ekumenikler döneminde Zerdüştlüğün kutsal şehri olan Belh'te -daha sonra- Kuşânîler kralları döneminde Budizm de yaygınlık kazandı.[10]

Arablar tarafından fethe dili ncey e kadar Belh'te Zer-düştlük, Budizm'in yanıbaşmda yaşamaya devam etti. Bu iki din ile birlikte aynı zamanda Manilik ve Nesturi Hris-tiyanlığı da hayatiyetlerini sürdürüyordu. Bununla bir*likte üstünlük Budizm'de idi. Ziyaretçiler her yandan bu*raya geliyordu, aralarında pekçok Çinli de bulunuyordu. Budist enstitüsü olan Nevbahar'a gelirlerdi ki burası bü*yük ve dehşet verici bir mabetti. Arablar tarafından fet-hedildiği günlerde Belh'te en büyük dinî mevki, Nevba-har'm hizmetkârı Bermek'in idi. Abbasî vezirlerinin için*den çıktığı aile olan Bermekîler de bu din adamları aile-sindendirler.[11]

Bu büyük Merv,[12] Horasan şehirlerinin en büyükle-rindendir. Bu şehre nisbet, -gayr-i kıyası olarak- "Merze-vî" şeklinde yapılır. Merv ile Nisâbur arası 70, Merv ile Belh arası ise 122 fersahtır. Mukâtil Belh'den Merv'e geç*miş, orada ikamet edip oradan evlenmiştir.[13]

Mukâtil, Belh'e ve Horasan'a da nisbet edilmiştir. Bi*yografi kitapları ondan, "Mukâtil b. Süleyman el-Belhî,[14] el-Mervezî,[15] el-Horasanî"[16] diye sözetmektedirler. Mukâtil zekâ, feraset ve bilgi sahibi harika bir kişi olmakla birlikte.,' etrafında olup bitenlerden de etkilen*miştir.

Mukâtil'in doğup yetiştiği Belh'in, çeşitli dînlerin kaynaştığı bir şehir olduğunu ifade etmiştik. Orada Zer-düşler, Budistler, Maniheistler ve Hristiyanlar vardı. Bu dînler Arab fütuhatı zamanına kadar -üstünlük her ne kadar Hindu Budistlerde ise de- komşu olarak yaşadılar.

Mukâtil, doğup yetiştiği Belh'ten Merv'e geçti. Hora*san'da belli bir konuma sahip oldu. O kadar ki, Horasan emirleri ile onlara karşı ayaklananlar arasında barış gö*rüşmelerinde aracılık yapıyordu.

Mukâtil daha sonra Irak'a geçmiş, Basra'da konakla*mış, Bağdat'a gitmiş, orada Hadîs rivayet etmiş, sonra Basra'ya tekrar geri dönerek Hicrî 150 yılında vefat etmiştir.[17]

Mukâtil'in hangi yılda doğduğunu kesin olarak tesbit edemediğimiz -ancak Hicrî 80 yılında doğduğunu tercih ediyoruz- gibi, Irak'a hangi sene gittiğini de tesbit edemiyoruz.

Mukâtil, o dönemde Irak'ın ikinci önemli kenti olan Basra'da konakladı. Irak'ta çeşitli dînler, mezhebler ve görüşler bulunmaktaydı. Eski dînlerin bir yatağı idi. Süryanîler orada yayılmış ve İslâm'dan Önce okullarını tesis etmişlerdi. Bu okullarda Yunan felsefesini, Fars hikmeti*ni okutuyorlardı. Irak'ta İslâm'dan önce akîde konuların*da birbirleriyle mücâdele eden Hristiyan mezhebleri var*dı. İslâm'dan sonra da Irak çeşitli türlerin bir karışımı ol*maya devam etti. Orada pekçok fitne ve çalkantılar zu*hur etmişti. Siyasî ve akîdevî bakımdan birbirleriyle çatı*şan görüşler vardı. Şia oradaydı, -kırsal kesimlerinde-Hâricîler vardı, Mutezile oradaydı. Yine Irak'ta tabiînin müctehidleri vardı. Sahabîlerin ilmini taşımaları; dinî ilimleri çok iyi bilmeleri sebebiyle onlara rağbet ediliyor*du. Kısacası Irak'ta birbiriyle çatışan görüşler, mezhebler ve inançlar yaygındı.[18]

Ebû Hanife ile çağdaş olan Mukâtil Basra'da ikamet etmişti. Tartışma ve muhalif görüş sahiblerinin çoğu da Basra'da bulunuyordu.

Emevî ve Abbasîler döneminde Basra, Irak'ın en önemli merkezlerindendi. Basra ile Küfe arasında büyük bir rekabet vardı. Her iki şehrin de Mukâtil döneminde belirli özellikleri bulunuyordu. Basra tartışma ve kelâm ilmi, karşılıklı münazara ve kıssa anlatımı ile öne geç*mişti. Yine Basra'da pekçok fırka ortaya çıkmıştı. Mutezi-le'ye mensub en önemli fırkalar da Basra'da idi.

Mukâtiî Basra'ya gittiğinde orası pekçok fırka ile do*lup taşıyordu.

Hayatının son- dönemini Irak'ta geçiren Mukâtil'in, -daha önce Horasan'da Emevî emirleriyle ilişkisi bulun*duğu gibi- Irak'ta Abbasî halifeleri ile ilişkisi bulunuyor*du. Mukâtil Basra'dan Bağdad'a geçti. O sırada halifeli*ğin baş şehri olması hasebiyle, Bağdat'a göçedenler çoğal*mıştı; bunların içinde birçok da âlim vardı.

Mukâtil Bağdat'ta ünlü birisi idi. Halifelerle oturup kalkar, emirler ona sual sorar, danışırlardı. Geniş bilgisi ve pekçok maîumatıyla da ün salmıştı.

Mukâtil'in sıfatlarla ilgili görüşleri etrafa yayıldı. Ni*hayet halife Mukâtü'e sordu:

— Bana senin (Allah'ı) teşbih ettiğine dair haber ulaştı.

— Hayır, ben sadece şunu söylüyorum: De ki: "O Al*lah ki birdir. Allah ki sameddir.

Doğurmamıştır, doğma*mıştır, O'na bir denk de olmamıştır." Kim (benim hakkım*da) başka bir şey söylerse yalan söylemiş olur.[19]

Sonra Mukâtil Bağdad'dan Basra'ya döndü ve Hicrî 150 yılında vefat edinceye kadar orada kaldı.[20]

Mukâtil'in Tefsir'inde, ashâb-ı kiram'dan Basra'da vefat edenlerin isimleri de zikredilmiştir.

Basra'da Esed oğullarının ayrı mahallesi vardı. Bun*lar da Şerik b. Mâlik'in oğulları idiler. Mukâtil de Bas*ra'da onların mevlâlarından [velâ akdiyle onlara bağlı olanlardan] idi.[21]

Mukâtil, hayatının ilk yarısını Horasan'da, ikinci ya*rısını da Irak'ta geçirdi. Başka şehirlerde de ikâmet etti. Ancak oralardaki ikâmeti uzun sürmedi. [22]


Mukâtil Ve Hadîs İlmi[]

Hadîs âlimleri Mukâtil'i cerhetmiş; yalancılıkla ve Hadîs uydurmakla itham etmişlerdir. Bu nedenle de ço*ğunluk onu Hadîs rivayetine ehil görmemiş ve ondan Ha*dîs almamışlardır. Bununla birlikte müfessirler arasında üstün bir konuma sahip olup, tefsir konusunda kendisin*den övgüyle sözedildiğinden, sika ve tanınmış pek çok kimse Mukâtil'den Hadîs rivayet etmiştir.[23]

Mukâtil'in, tefsirinde naklettiği rivayetlerin çoğunlukla Sahih-i Buharı ve Sahih-i Müslimde yahut da Sünenlerde yer aldığım gördüm.

Mukâtil; Sabit el-Bunanî, Sa'îd el-Makburî, Atâ b. Ebî Rebah, Atiyye b. Sa'd el-Avfî, Amr b. Şuayb, İbn Şi-hâb ez-Zührî, İbn Ömer'in azadlısı Nâfi, Zeyd b. Eşlem, Ensârın azadlısı Şurahbil b. Sa'd, Abdullah b. Bureyde, Abdullah b. Ebî Bekr b. Enes b. Mâlik, Muhammed b. Şî*rîn, Ebû İshâk es-Sübleyî ve Ebu'z-Zübeyr el-Mekkî'den rivayet etmiştir, Mukâtil, Mücâhid b. Cebr el-Mekkî'den de rivayette bulunmuştur: fakat İbrahim el-Harbî, bu hususta şunları söylemiştir:

• Mukâtil/Mücâhid'ten hiçbir şey dinlememiş ve onun*la karşılaşmamıştır.

• Mukâtil çeşitli kimseleı-in tefsire dair görüşlerini der*leyip topladı ve onlardan bizzat dinlemeksizin buna göre tefsir yaptı. Eğer herhangi bir kimse Ma'mer'in ve Seyhan'ın Katâde'den yaptığa tefsiri toplasaydı, buna göre tefsir yapması güzel olurdu.

• Ben kendi tefsirime ondan (yani, Mukâtil'in tefsirin*den) herhangi bir şey sokmadım. el-Kelbî'nin tefsiri Mukâtil'in tefsiri ile aynı düzeydedir.

Mukâtil'den rivayette bulunanlar arasında ise İsmâîl b. Ayyaş, Sa'd b. es-Salt, Süfyan b. Uyeyne, Abdu'r-Rah-mân b. Muhammed el-Muhâribî, Abdu'r-Rezzak b. Hem-mam, el-Velid b. Müslim, Eb:û Nusayr Sa'dâl, İbn Sa'îd el-Belhî, Ebû Hayve, Şureyh b. Bureyd el-Himsî, Ebû Nasr Mansur b. Abdu'l-Hâmîd el-Barudî, Ebu'l-Cüneyd ed-Da-rir, Ebû Yahya el-Hammanî, Bakıyye b. el-Velîd, vŞebâbe b. Sevvâr, İmad b. Kîrat en-Nej'sabûrî, Abdullah b. el-Mübârek, Abdu'r-Rahmân b. Süleyman (b. Ebi'1-Hûb), Abdu's-Samed b. Abdu'l-Vâris, Attab b. Muhammed b. Şevzeb, Ali b. el-Ca'd, îsâ b. Ebî Fâtıma {İbn Subeyh], îsâ b. Yûnus, Haremî b. Umâre b. Ebî Hanîfe, Hammad b. Muhammed en-Nevârî, Hamza b. Ziyad et-Tûsî, Nasr b. Hammad el-Verrâk, Yahya b. Şibl, Yûsuf b. Hâlid es-Sum-nî, el-Velîd b. Merised el-Beyrût[24] bulunmaktadır.

Kimi güvenilir sika Hadîs âlimleri Mukâtil'den öv*güyle sözetmiş ve onun konumunun yüksekliğini dile getirmiştir: İmam Şafii şöyle demiştir:

Her kim tefsirde derya kadar geniş olmak isterse, o Mu*kâtil b. Süleyman'ın ortaya koyduklarına muhtaçtır.

Süfyan b. Uyeyne, Meş'ar ile Hammad b. Amr arasın*daki şu konuşmayı nakletmektedir:

Meş'âr, Hammad b. Amr'a -Mukâtil'i kastederek- şöyle sordu:

— Adamı nasıl buldun?

Hammad b. Amr da şöyle cevap verdi:

— Eğer onun söyledikleri bir ilim ise, ondan daha âlim olabilir mi bilmiyorum.

Abdullah b. el-Mübârek de Mukâtil'in tefsirini görünce şöyle demiştir:

Bu ne kadar büyük bir ilim, keşke bu İlmin bir de isnadı olsaydı.

Abd b. Kesir de şöyle demiştir:

Allah'ın kitabını Mukâtil'den daha iyi bilen bir kimse kalmadı.

Ebû Hanîfe 'nin oğlu Hammad şöyle demiştir: Mukâtil tefsirde el-Kelbî'den daha bilgilidir. 

Bakiyye ise şöyle demiştir:

Ben Şu'be'ye, Mukâtil b. Süleyman hakkında sual sorul*duğuna pek çok kere şâhid oldum; fakat bir defa olsun ondan hayırdan başka bir şekilde sözettiğini duyma*dım. .;. Ali b. el-Hueeyn b. Vâkid el-Mervezî, Merv ahalisin*den Abdu'l-Mecîd'den naklen şöyle demiştir:


Mukâtil b. Hayyan'a sordum:

— Ey Ebû Bestam! Sen mi daha âlimsin, yoksa Mukâtil b. Süleyman mı? Şöyle cevab verdi:

— Ben Mukâtü'in insanlar arasındaki bilgisini, diğer denizler arasında yeşil deniz gibi gördüm.

Tefsirindeki ve diğer eserlerindeki aklî yöne gelince, o bu hususta gerçekten coşkun bir deniz gibi olup hep iler*dedir, kimse onu geride bırakanıamıştir. İmam Şafii'nin onun lehindeki şehâdetiyle bu böyledir.

Şayet bizler Mukâtü'in mirasını ihmal edecek olur*sak, fikir ve uygarlık mirasımızdan önemli bir bölümü ih*mal etmiş oluruz. Hatta aklî tefsirin ilk ürününü dahi ih*mal etmiş oluruz. Oysa bu, diğer toplumların geçmişleriy*le övündüğü ve geçmişlerinin kültürel mirasını canlan*dırmakta birbirleriyle yarıştığı bir zamanda yapılacak bir iş değildir. [25]

Mukâtil Ve Kelâm İlmi[]

Sadece fırka ve mezheblere dair eserler Mukâtil'e, "Allah et ve kandır..." sözünü nisbet ederler. Böyle bir ifa*de Mukâtü'in Tefsirinde kesinlikle yoktur. Bazı Kelâm imamları ile fırka ve mezheb tarihçileri Mukâtil'den övgüyle sözetmiş ve onu, sapıklık ve inkârın bertaraf edilip önlenmesi için bir temel ve dayanak kabul etmişlerdir. Mesela Şehristanî, Mukâtil'i selef imamlarından biri*si olarak kabul etmiş, onu İmam Mâlik b. Enes'le birlikte değerlendirmiştir. Şöyle ki:

Hadîs ashabından selef, Mutezile'nin, Allah'ın ilmi ve râşid imamlardan öğrenegeldikleri Sünnet'e muhalefet konusunda ileri gitmeleri, Umeyye Oğulları'ndan bir topluluğun Kaderi görüşleri desteklemeleri, Abbasî ha*lifelerinden bazılarının Allah'ın sıfatlarını nefy ve Kur'ân'm mahluk olduğu hususundaki kanaatleri sa*vunmaları karşısında, Ayet ve Hadîslerde bulunan mü-teşâbîhler hakkında Ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in görü*şünü sağlam delillerle ortaya koymada aciz kaldılar.

Ahmed b. Hanbel, Dâvûd b. Ali el-İsfehanî ve selef imamlarından bir topluluk kendilerinden önce gelen Hadîs ashabından olan Mâlik b. Enes ve Mukâtil b. Sü*leyman gibi mütekaddimlerin selef yöntemi üzerinde yürüdüler ve böylelikle selâmetli yolu izleyerek şöyle dediler: "Bizler Kitap ve Sünnet'te vârid olanlara îmân ederiz, te'vîle kalkışmayız. Bununla birlikte kesinlikle Yüce Al*lah'ın yaratılmışlardan hiçbir şeye benzemediğini de bi*liriz. Şunu da biliyoruz ki, hayâlimizde canlanan her şe*yin yaratıcısı ve takdir edicisi O'dur."

Böylelikle onlar teşbihten alabildiğine sakınır ve çeki*nirlerdi. Nihayet demişlerdir ki: "Yüce Allah'ın, İki elimle yarattığım âyetini okuyunca, elini oynatanın elini, yahut da Mü'minin kalbi Rah*manın parmaklarından iki parmak arasındadır Hadî*sini rivayet edince parmaklarıyla işarette bulunan kim*senin parmağım kesmek icab eder."[26]

İmam Şafii de, Kur'ân tefsiri konusunda herkesin Mukâtil b. Süleyman'a muhtaç olduğunu ifade etmiştir.


Dr. Subhi espâlih , Mukâtü'in müslüman âlimlerin ve müfessirlerinin büyüklerinden biri olduğunu belirtmekte*dir.[27]

Bu sebeble diyoruz ki: Şayet Mukâtil b. Süleyman, "Allah, etten ve kandandır" demişse, kahrolsun. Ancak insaf, şunu söylememizi gerektirir; Böyle bir görüş Mukâ-til'e, onun biyografisinden sözeden eserlerden ya da tarih kitaplarından herhangi birinde nisbet edilmiş değildir. Bu görüş ona sadece fırkalara ve mezheblere dair kitap*larda nisbet edilmiştir. Fırkaların görüşlerini anlatan ki*taplar ise hasımlarının sözlerini bazan mübalağalı olarak aktarırlar.

O halde bize düşen Mukâtü'in görüşlerini bizzat kendi kitaplarından tesbit etmektir. Güzel bir rastlantıdır ki, onun kimi kitapları kütübhânelerde yazma olarak bulun*maktadır. Ben onun bir kitabının filmini elde etmiş ve okumuş bulunuyorum. Dr. Muhammed Yûsuf Mûsâ diyor ki:[28]


Biz şuna inanıyoruz: İnsaflı bir araştırmacıya yakışan, hasmın hasmı hakkındaki sözünü ve hasmına nisbet et*tiklerini ona ait kabul etmekte son derece ihtiyatlı dav*ranmasıdır. Özellikle de Bağdadî'nin el-Fark Beyne'l-Fı-rak'ı ile Şehristanî'nin el-Mile'l-ve'n-Nihal'i böyledir. Bunlar İslâm mezhebleriyle ilgili önemli kaynaklardan*dır. Birincisinin müellifi -İmam Fahru'd-Dîn er-Râ-zî'nin de belirttiği gibi- muhaliflere karşı oldukça muta-assıb bir kimseydi. Onların mezheblerini gerçek şekliyle anlatmadığı dahi söylenebilir. İslâm fırkalarının görüş*lerini Şehristanî de ondan alarak nakîetmiştir. [29]

Fırkaların durumlarını açıklamaya dair te'lif edilmiş en eski eserlerden birisi olan el-Malatî'nin (v. 377 H.) Ki-tabu'l-Tenbih ve'r-Red[30] isimli eserini mütalaa edecek olursak, onun Mukâtil b. Süleyman'dan övgüyle söz etti*ğini görürüz, hatta onu Kur'ân hakkında şüphe serdeden ve onda müteşâbih [çelişkili ifadeler] bulunduğunu iddia eden Zenâdıka'nm[31] görüşlerini reddetmek noktasında bir dayanak ve bir sığınak olarak değerlendirmiş ve de*miştir ki:

Bu kabilden olup da altından kalkamadığı soruların ce*vabını öğrenmek isteyen kimse, güvenilir ilim adamlarıtia başvuracak olursa istediğine kavuşur. Yemin ederim ki, hevâ (ve heves fırkalarına) mensub kimseler böyle bir durumda ayrılığa düşmüş ve sapılmışlardır. İşte bu, bizim güvenilir râviîerden, onların da Mukâtil b. Süley*man'dan naklettikleri bir hulâsadır. Eğer bunun üzerin*de düşünecek olursanız -inşâallah- size faydalı olur.

(Bunun ardından da), "Mukâtil dedi ki..."[32] deyip on*dan, Kur'ân'm müteşâbihlerinin te'vîliyle ilgili yirmi dört sayfa nakilde bulunmaktadır. [33]

Mukâtil'in Şiîlik Ve Mürcilik'i[]

İbnu'n-Nedim, eî-Fihristıte şöyle der:

Mukâtil b. Süleyman; Zeydî, muhaddis ve kıraat âlimi-dir.[34]

Kur'ân Tefsiri incelendiğinde Mukâtil'in, Şia'nın y dî koluna mensub olduğuna dair pekçok delil görülür. Şia'nın Zeydî kolu, İslâm cemaatine [Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'eJ en yakın Şia fırkalarından biridir. îtikadî me*selelerde aşırıya kaçmamışlar; imamlarını nübüvvet ya da ulûhiyyet mertebesine yükseltmemişlerdir.

Mukâtil, Mürcie[35] [[[irca]] görüşüne sahib] olmakla da itham edilmiştir. Nitekim Ebû Hanîfe de Mürcie olmakla itham edilmiştir. Mukâtil'in Tefsiri incelendiği vakit onun, "Küfür ile birlikte itaat fayda vermeyeceği gibi, îrnân ile birlikte de ma'siyet zarar vermez" diyen bid'atçi mürcie'den olmadığı anlaşılır.[36]


Mukâtil Ve Tefsir İlmi-Kur'ân İlimleri[]

1. Mukâtil'in Tefsiri, rivayet ve dirayet tefsirini bira-rada ihtiva eder, 2. Mukâtil, Kur'ân'ı baştan sona tefsir eden ilk kişi midir? 3. İlk tefsir tedvin edenler, 4. Mukâtil'in Tefsiri mi öncedir, İbn Cüreyc'in Tefsiri mi? 5. Mukâtil'in tefsir ve Kur'ân ilimlerine dair telifleri. [37]

1. Mukâtil'în Tefsiri, Rivayet Ve Dirayet Tefsirini Birarada İhtiva Eder

Mukâtil pek üstün bir aklî deha ile âyeti tefsir eder*di. Bu sebeble İmam Şafii, "Tefsir öğrenmek isteyen Mu-kâtil'e muhtaçtır" demiştir. Mukâtii'in Tefsiri'nin ayırdedici özelliği kolaylık ve basitliktir. Bunun yanında âyetlerin anlamlarını ve Kur'ân'daki müteşâbihler ile Sünnet'te onunla alakalı olanları da tam anlamıyla kuşatır. O adeta sehl-i mümte-ni üslublu bir tefsirdir. Görüşüme göre Mukâtil'in Tefsiri'nin, sahasında ben*zeri yoktur. Kolay ve sınırları belîi ifadelerle anlamı ku*şatması, daha sonra da âyet ile ilgili en güçlü ve en uy*gun olan görüşü -ayrılıkları zikretmeksizin- tercih etme*si bakımından benzersizdir.

Mukâtil, Kur'ân'ı tam anlamıyla kuşatmıştı. Bunu "Mukâtil'in Külliyatında açıkça görmek mümkündür.[38]

Mesela o şöyle diyor:

• Kur'ân-i Kerîm'de geçen her el-etrâb lafzı, lezzet ve zevk bakamından birbirine eşit otuzüç yaşındaki kızlar anlamındadır. • Kur'ân-ı Kerîm'de geçen her el-ecdâs kelimesi, kabir*ler demektir. • Kur'ân-ı Kerîm'de geçen her alâullâh ifâdesi, Allah'ın nimetleri demektir. (Onun elif harfi ile başlayan otuziki tane külliyât saydığını gördüm). • Kur'ân-ı Kerîm'de geçen her Rabb'lerinin hamdi ile ibaresi, Rabb'lerinin emri ile anlamındadır. (Be harfin*den on tane külliyât saymıştır). • Kur'ân-i Kerîm'deki bütün tallahi lafızları, vallahi de*mektir. (Tefsirinde, te harfi ile başlayan bu türden beş tane külliyât vardır). • Kur'ân-ı Kerîm'deki her el-cahîm kelimesi, pek büyük ateş demektir. (Tefsirinde, cim harfi ile başlayan beş ta*ne külliyât geçmektedir). • Kur'ân-ı Kerîm'deki her hasien lafzı, küçülmüş olarak demektir. (Tefsirinde, ha harfi ile başlayan yedi külliyât bulunmaktadır). • Kur'ân-ı Kerîm'deki dâru'l-bevâr, kaumen bûrâ ve ti-câreten ten tebûr [sonu gelmez/tükenmez bir ticaret] ter-kiblerindeki her bur (kökünden gelen ikinci) lafzı, helak olmak, yok olmak anlamındadır. (Tefsirinde, dal harfi ile başlayan külliyât altı tanedir) . Buna benzer Mukâtü'in tesbit ettiği ve Kur'ân-ı Ke-rîm'in tamamında 248'e ulaşan daha başka külliyât da vardır.[39]

Mukâtil'in bu şekilde Kur'ân'ın külliyâtına dair kapsayıcı açıklamalarda bulunması, onun Tefsiri'ne bu yö*nüyle bir özellik kazandırmıştır. Bu da Kur'ân'm Kur'ân ile tefsir edilmesi demektir. O bir âyeti tefsir ederken, hem onunla ilgili olan hususları, hem de anlamını ta*mamlayan hususları kaydetmektedir.

Gerçekten Mukâtil Kur'ân'ı Kur'ân ile -bu ilkenin en geniş anlamıyla- tefsir etmiştir. O, Kur'ân'm külliyâtını (yani, Kur'ân'da küllü [her bir] diye başlayan ibareleri), aynı hususta olmakla beraber az-çok farklılık taşıyan âyetleri, çelişki-/vehmedilen âyetleri, hayat ve ölümle ilgi*li âyetleri ve benzerlerini tedriciliklerine ve müteselsil sı*ralarına uygun olarak tefsir etmiştir. Zannederim Mukâ*til bu hususların bir çoğunda ilktir. [40]


Mukatil'in Tefsîrindeki Nakli Yön[]

Mukâtil, Tefsiri'nde aynı konuyla ilgili âyetleri birara-ya getirir ve senedleri zikretmeksizin âyetle ilgili Hadîsle*ri kaydeder. Bundan dolayı onun Tefsiri'nde sahih ve gayr-i sahih rivayetler birbirine karışmıştır. Yine bu Tefsi*ri'nde Ehl-i Kitap'tan nakledilmiş İsrâîliyat da açıkça gö*rülmektedir. Bilhassa Yüce Allah'ın, içlerini ve dışlarını yasaklanmış bir işe bulaşmaktan koruduğu peygamberle*rin bazılarıyla ilgili naklettiklerinde bunu görüyoruz.

Mukâtil, Hz. Peygamberin (s.a) Zeyneb bt. Cahş ile evlenmesiyle ilgili âyetleri tefsir ederken, Yahudilerden gelme İsrâîliyat kabilinden rivayetlerden etkilenmiştir.

Râvilerin senedlere çokça önem verdikleri bir dönem*de, senedleri zikretmeme sinin yanısıra, Mukâtil'in Tefsi-ri'ndekı en belirgin kusurlardan biri de İsrâîliyattır. [41]


Mukatil'in Tefsirîndeki Aklî Yön[]

Akl ile naklin içice olması Mukâtil'in Tefsirinde açık*ça görülen bir husustur. Onun el-Eşbâh ve'n-Nezâir fi'l-Our'âni'l'Kerîm isimli kitabı ile Tefsiru Hamsi Mieti Aye*tin mine'l-Qur'âni ve bihâ Ahkâmun Fıkhıyye adlı kita*bında da akl ile naklin içice olduğu açıkça görülmektedir. Aydınlık bir aklın etkisi bu Tefsirin köşesinde-bucağında net bir şekilde görülmektedir. Mukâtil'in sahip olduğu ze*kâ ve Yüce Allah'ın kitabını tefsir edecek kimse için ge*rekli olan her hususa dair geniş bilgisi bu konuda Mukâ-til'e oldukça yardımcı olmuştur.

O, Arab dili, bu dilin kelimeleri, kelimelerin terkible-ri, kelime ve terkiblerin delâletleri, bunun evrimi, müşte*rek ve müteradif lafızlar, meânî, beyan ve bedîi konusun*da geniş bir bilgiye sahibti.

Aynı şekilde o icmali-1ebyîni, umumu-hususu, mutla-kı-mukayyedi, emrin-nehyin delâleti... gibi hususları bil*mesinin yanısıra, akaidi, ilahiyatı, nübüvvâtı [nübüvvetle ilgili meseleleri] ve hükümlerini, çeşitli kıraatleri, tecvidi, nahvi ve eski şiiri de biliyordu. Özetle Mukâtil, müfessirin gerek duyacağı bütün ilimleri eksiksiz bilmekteydi. O bütün bunları Tefsirinde verimli bir şekilde kullanabilmiştir. Mukâtil, pekçok ilim ve bilgiyi kuşatan bir kişi olmakla birlikte, Tefsirinde ba*riz hatalar da yapmıştır. Bu hatalar ise, rivayetlerin se*nedini hazfetmek, tedlîs yapmak, Yahudi ve Hristiyanla-nn malumatlarım [İsrâîİiyâtı] Kur'ân tefsirine aktarmak*tır. Bunlar, Mukâtil'in konumunu düşüren ve değerini azaltan büyük kusurlardır. Bu kusurlarına rağmen Mu*kâtil, dehası ile yüce ve üstün anlamları idrak ederek, Kur'ân'ı basit bir şekilde tefsir etmektedir. Bu sebeble onun Tefsiri, büyük bir beğeni kazanmış, ileri gelen imamların övgülerine mazlıar olmuştur.

Hakkında vecizeler[]

İmam Şafii'nin, şu şehâdeti çok değerli ve muteber bir şehâdettir:

İnsanlar tefsirde Mukâtil'e muhtaçtırlar. Ahmed b. Hanbel'in de şöyle dediği rivayet edilmiştir: Mukâtil, Kur'ân'ı bilen biri idi.

Ebû Hanîfe.'nin oğlu Hammad'm da şöyle dediği nak*ledilmiştir:

Mukâtil; tefsir ilmini, el-Kelbî'den daha iyi bilir.

İbrahim el-Harbî'den gelen rivayete göre şöyle demiş*tir:

İnsanları, Mukâtil'i tenkide iten şey kıskançlıktır.

Abdullah b. el-Mübârek, Mukâtil b. Süleyman'ın Tef-siri'ni tetkik ettikten sonra şunları söylemiştir:

Eğer o sika olsaydı, onun Tefsiri ne kadar güzeldi! Eğer rivayetlerinin senedi bulunsaydı, buradaki ilim ne ka*dar büyüktü!

Mukâtil b. Hayyan'a -ki o sika'dır- "Sen mi daha bil*gilisin, yoksa Mukâtil b. Süleyman mı?" diye sorulunca, şöyle cevab vermiştir: :

Ben insanlar arasında Mukâtü'in bilgisini, ancak diğer denizler arasındaki yeşil denize benzetebiliyorum.[42]

2. Mukâtil Kur'ân'ı Baştan Sona Tefsir Eden İlk Kişi Midir?

Rivayet yoluyla tefsir [et-tefsir bi'1-me'sûr], Rasûlul-lah'tan (s.a) ve o'nun ashabı ile tabiînden nakil yoluyla or*taya çıkmıştır. Müfessirlerin çoğunluğu bu tefsire bağlı ka-lıyor, ona bir şey eklemiyorlardı. Yani ilk başta tefsir, hak*kında rivayet vârid olmuş âyetlerin açıklanmasından iba*ret olup, Kur'ân'ın tamamı için tefsir sözkonusu değildi. İbn Abbas'a nisbet edilen Tenvîru'l-Mikbâs gösterile*rek bize itiraz edilemez. Çünkü bu Tefsirin ona nisbeti tenkid edilmiştir.

Mukaddimesinde bu Tefsiri el-Kelbî'nin Ebû Sa*lih'ten, onun da İbn Abbas'tan rivayet ettiği belirtilmek*tedir. Bu rivayet yolu ise İbn Abbas'tan gelen rivayet yol*larının en gevşeğidir.[43]

Üstelik İmam Şafii şöyle demiştir:

İbn Abbas'tan tefsire dair ancak yüz kadar rivayet sabit olmuştur.[44]

Hakkında şüphe edilmeyecek hususlardan birisi de şu ki, Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsiri, bize eksiksiz ulaş*mış ilk Kur'ân tefsiridir.

Geriye şunu sormak kalıyor: Acaba Mukâtil'den Önce böyle bir tefsir te'lif eden oldu mu? Diğer bir ifâdeyle, Kur'ân-ı Kerîm'i Mukâtil'den önce veya onun devrinde ek*siksiz tefsir etmiş müfessirler vardı da kitapları kayıp mı oldu?

Bu soruya cevap verebilmek için şunları hatırlatalım: İmam Şafii şöyle demiştir: Kim tefsir ilmini elde etmek isterse o, Mukâti! b. Süley*man'a muhtaçtır.

Ibrâhîm el-Harbî şöyle demiştir:

• Mukâtil, Mücâhid'ten birşey dinlememiştir. Ancak Mukâtil insanların tefsir ile ilgili rivayetlerini bir araya toplamış ve birşey dinlemeksizin buna göre tefsir yap*mıştır. Eğer/'bir kimse Ma'mer'in ve Seyhan'ın Katâ-de'den naklettiği tefsir rivayetlerini biraraya getirecek olursa, bunları esas alarak tefsir yapması güzel olurdu.

• Ben Tefsirime ondan hiçbir şey almadım.

• el-Kelbî'nin Tefsiri, Mukâtil'in Tefsirinin aynısıdır.[45] Mukâtifin dayandığı tefsirlerin rivayet yoluyla yapıl*mış tefsirler olduğunu görüyoruz. Mücâhid, Tefsirini İbn Abbas'tan rivayet etmiştir. İbn Abbas'tan ise tefsir ile il*gili ancak yüz kadar sahih rivayet bulunmaktadır. Yani Mücâhid'in İbn Abbas'tan rivayet yoluyla oluşturduğu Tefsiri, sadece Mücâhid'in anlamaktan aciz kaldığı âyet*lerin tefsirine münhasır idi. Mücâhid, anlamadığı âyetle*ri İbn Abbas'a sormuş ve bunların tefsirini levhalara kay*detmiştir. ed-Dahhak'ın, kendisine sunulan Mukâtil'in Tefsiri'-ni, "Her kelimeyi tefsir etmiş" diyerek beğenmediği riva*yet edilmiştir.[46]

Bu ise Kur'ân-ı Kerîm'in tam bir tefsirinin Mukâtil'in Öncesi şöyle dursun, Mukâtil'in döneminde bile alışılma*dık bir şey olduğunu ve Mukâtil'in Kur'ân-ı Kerîm'i tam olarak tefsir edenlerin ilkleri arasında bulunduğunu gös*terir. Tefsirinin, Mukâtil'in Tefsiri ile aynı olduğu söyle*nen el-Kelbî gibi çağdaşlarının da bu konuda onunla aynı özelliği paylaşmış olmaları muhtemeldir. Şu kadar var ki, Mukâtil b. Süleyman'ın ki hariç, Kur'ân-ı Kerîm'in tam bir tefsiri bize ulaşmamıştır.

Hicrî 161'de vefat eden Süfyan es-Sevri'nin Tefsiri Hindistan'da basılmıştır. Fakat bu Tefsir, her sûrede bir*kaç kelimeyi ve sınırlı sayıda âyeti tefsir etmekten öteye geçmemektedir.

Mesela Süfyan es-Sevrî'nin, Bakara süresindeki bazı âyetleri nasıl tefsir ettiğini görelim:

Yahut (bunların hali), semadan boşanan yağmurfa tu*tulan kimselerin hali) gibidir (Bakara/19) ibaresini, -Sa'îd b. Cubeyr'den naklen- "Yağmur yüklü bulut" di*ye tefsir etmiştir.

Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri halkeden Rabbini-ze ibâdet edin ki ittika edesiniz (Bakara/21) âyetindeki tettegûn'u, -Ebû Necîh kanalıyla Mücâhid'ten naklen-"itaat" ile tefsir etmiştir.

Artık Allah'a nidler koşmayın (Bakara/22) âyetindeki e?ıdâd (nid'in çoğulu) kelimesini, -Mücâhid'ten naklen-"O'na denkler koşmayın" diye tefsir etmiştir.

Bildiğiniz halde... (Bakara/22) ibaresini ise, "Ey Ehl-i Kitap! Siz Tevrat ve İncil'de şüphesiz ki O'nun bir oldu*ğunun belirtildiğini bildiğiniz halde" şeklinde tefsir et*miştir.

Yakıtı insanlar ve taşlar... (Bakara/24) ibaresindeki taş*lan, "kibritten taşlar" diye tefsir etmiştir. İbn Mes'ud dedi ki: "Buradaki taşlar'dan murad, kırmızı kibrit'tir." Süfyan, O onlara müteşâbik olarak sunulur (Bakara/25) âyeti hakkında şöyle demiştir: Müteşabih, "rengi bir, ta*dı farklı" demektir.[47]

Dikkatimizi çeken husus şu ki, Süfyan es-Sevrî bü*tün âyetleri tefsir etmemektedir. Onun bir âyetten tek bir kelimeyi, ardından bir diğerinden bir ya da birkaç keli*meyi tefsir ettiğini, bazan da hiçbir kelimeyi tefsir etmek*sizin âyetleri bırakıp geçtiğini görüyoruz.

Buradan şu sonuca ulaşıyoruz: Rivayet yoluyla tefsir ashâb, tabiîn ve etbau't-tâbiîn döneminde alışılagelmiş olan tefsirdir. Bu tefsir yönteminde, seleften nakledilen rivayetler ile yetinilir, haklarında herhangi bir tefsiri izah nakledilmemiş âyetlerin tefsiri yapılmaz.

Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsiri ise, Kur'ân'ın tamamı*nı âyet âyet tefsir eden ve bize ulaşan ilk tefsirdir. Şüphe*siz ki bu yöntem, o gün için bilinen bir yöntem değildir. Bundan dolayı ilim adamları Mukâtil'in yöntemine (yani, bütün âyetleri tefsir etmesine) tepki göstermişlerdir. [48]

3. İlk Tefsir Tedvin Edenler

Şu hususun açıkça bilinmesini isterim: Kur'ân'ı tam olarak ilk tefsir eden kimse ile ilk olarak tefsir tedvin eden kimse ve ilk müfessir tabirleri arasında fark vardır. Kur'ân'ı tam olarak tefsir eden ilk kimse, Mukâtil b. Süleyman'dır. Onun kimi çağdaşlarının Kur'ân-ı Kerîm'i tanı olarak tefsir etmiş olma ihtimali olmakla birlikte bunlar bize ulaşmamıştır. Buna göre Mukâtil'in Tefsiri, bize ulaşan Kur'ân-ı Kerîm'in eksiksiz en eski tefsiridir.

İlk olarak tefsir tedvin eden kimseden maksat ise, tefsire dair ilk yazan ve bu hususta ilk te'lif yapan kimse*dir.

Dr. Ahmed Emin, Ferrâ'nın (v. 207 H.), Kur'ân-ı Ke*rîm'i âyet âyet tefsir eden iîk kişi olup ondan önce gelen*lerin ise sadece Kur'ân'ın müşkil [anlaşılması zor] âyetle*rini tefsir etmekle yetindikleri görüşüne meyletmektedir.

Ahmed Emin bu görüşe meylederken, İbnu'n-Ne-dim'in şu ifadelerine dayanmaktadır:[49] Ömer b. Bukeyr, el-Ferrâ'ya şöyle mektub yazdı:

el-Hasen b. Sehi bazan bana Kur'ân-ı Kerîm ile ilgili ar*dı ardına sualler soruyor, ona verecek cevab bulamıyo*rum. Şayet benim için birtakım esaslar toplamayı yahut da bu hususta kendisine başvuracağım bir kitap hazır*lamayı uygun görüyorsan bunu yapıver. Bunun üzerine eî-Ferrâ arkadaşlarına, "Size Kur'ân-ı Kerîm'e dair bir kitap yazdırmak için toplanın!" deyip onlar için belli bir gün tayin etti. Arkadaşları biraraya gelince o da onların yanma çıktı. Mescidte ezan okuyan ve namazda insanlara imamlık yapan bir kişi vardı. Ferrâ ona, "Fâtihatu'l-Kitab'ı oku, biz de onu tefsir ede*lim. Kitabın tamamım böylece bitirelim" dedi. Adam (Kur'ân'ı) okudu, el-Ferrâ da tefsir etti.

Ebu'l-Abbas,"Ondan önce kimse onun gibi bir iş yapma*dı. Zannederim ondan sonra da kimse ondan fazlasını yapmadı" demiştir.

Dr. Alım e d Emin bu ifadelerle ilgili olarak şunları söylemektedir:

Acaba biz bu ifadelerden, -hicri 270[50] yılında vefat et*miş olan- e]-Ferrâ'nm mushaftaki sıraya uygun olarak Kur'ân'ı âyet âyet ele alıp tefsir eden ilk kişi olduğu, on*dan önceki müfessirlerin sadece müşkil [anlaşılması zor] âyetleri tefsir etmekle yetindikleri, ondan Önceki tefsirlerin,Sadece İbn Abbas'tan, es-Süddî ve başkala*rından rivayet yoluyla gelen tefsirler olduğu sonucunu çıkarbilir miyiz? Benim eğilimim bu doğrultudadır. Bu*nunla birlikte İbnu'n-Nedim'in ifâdeleri bu hususta ke*sin değildir.[51]

Biz Dr. Alımed Emin'in bu eğilimini çürütecek birta*kım deliller ortaya koyabiliriz: el-Ferrâ'nın Tefsiri, Kur'ân-ı Kerîm'in tam bir tefsiri değildir. Aksine o, Kur'ân'm müşkil olan kelimelerini tef*sir etmiştir. Bu durum, el-Ferrâ'nın, Meâni'l~Qur'ân isim*li tefsiri incelendiğinde açıkça görülür: O, bir âyetin, bir ya da birkaç kelimesini tefsir ettikten sonra birçok âyeti tefsir etmeden geçmektedir. O halde el-Ferrâ'nın tefsiri, lügat ve nahiv bakımından bazı kelimelerin ve bazı âyet*lerin bir bölümünün tefsirinden ibarettir. Bu Tefsirde o bütün gayretini nahiv ve dil ile ilgili açıklamalara hasret*miştir.

Ferrâ'mn Tefsiri'nin Kur'ân-ı Kerîm'in tam bir tefsiri olduğunu kabul etsek dahi Kur'ân'ı eksiksiz olarak tefsir eden ilk kişi o değildir. Çünkü hicrî 150'de vefat eden Mu-katil b. Süleyman, ondan yarım asırdan daha uzun bir süre önce yaşamıştır ve Mukâtil'in Tefsiri Kur'ân'm bü*tün âyetlerini kapsayan bir tefsirdir. ..

Ustad Emin el-Hûîî şöyle diyor:

el-Ferrâ'nın (v. 207 H.), Meani'l-Qur'ân adlı eseri, âyet*leri, sûrelerdeki tertibine uygun olarak ele alışı itibariy*le Ebû Ubeyde'nin (v. 209 H.) Mecâzıı'l-Qur'ân'ma ben*zer. Onun elimizde bulunan sözkonusu bu kitabının bir bölümünde sûreler Kur'ân'daki sıralanışına göre ele alınmakta ve her sûrenin mecazını, yani maksadın açıklanmasına gerek duyulan bölümünü ele almaktadır.

el-Ferrâ'nın bu alanda da ilk olma özelliği yoktur. Aksi*ne bu yöntem, -göründüğü kadarıyla- o çağın bilinen bir yöntemi idi. Bu dönemden önce yazılmış eserler eli*mize geçecek olursa, büyük ihtimalle Kur'ân tefsiri ko*nusunda, el-Ferrâ ve Ebû Ubeyde'nin yönteminin, daha önceden kullanıldığı görülecektir.[52]

Ben değerli ilim adamı Prof. Emin e]-Hulî'ye diyorum ki: Umduğunuz gerçekleşmiş ve biz el-Ferrâ'dan yarım asırdan daha uzun bir süre önce yazılmış bir tefsiri elde etmiş bulunuyoruz ki bu Kur'ân'm bütün âyetlerini kap*sayan eksiksiz bir tefsirdir. Sözünü ettiğimiz bu tefsir Mukâtil b. Süleyman'a aittir.

İlk tefsir tedvin edenlere gelince:

Rivayete göre Mücâhid (v. 101 H.), elinde yazı levha*ları bulunduğu halde İbn Abbas'a tefsire dair sualler so*rar ve söylediklerini yazardı. Nihayet ona tefsirin tama*mım sordu.[53]

Abdu'l-Melîk b. Mervan (v. 86 H.), Sa'îd b. Cubeyr'den kendisi için Kur'ân'ın tefsirini yazmasını istemiş. Sa'îd b. Cubeyr de onun için yazmış. Atâ b. Dinar da bu tefsiri ya*zıcılardan almıştır. Yoksa Atâ'nm Sa'îd b. Cubeyr'den doğrudan işitmişliği yoktur. Nitekim Tehzibu-t-Tehzib'te Atâ b. Dinar'ın biyografi*si anlatılırken şunlar söylenmektedir:

Ali b. el-Hasen el-Hasencânî, Ahmed b. Sâlih'den nak*len dedi ki: "Atâ b. Dinar Mısırlı sika kimselerdendir. Sa'îd b. Cübeyr'den naklettiği rivayetler arasında yer alan Tefsiri bir sayfadır. Ancak bunu, Sa'îd b. Cü*beyr'den (vasıtasız) dinlediğine dair bir delâlet yoktur." Ebû Hatim de şöyle demektedir:

Hadîsi sâlibtir [nakledilmeye elverişlidir], ancak Tefsiri divandan almıştır. Hicrî 86'da vefat eden Abdu'l-Melîk b. Mervan, Sa'îd b. Cubeyr'den kendisine Kur'ân tefsiri*ni yazıp göndermesini istemiş, Sa'îd de yazmıştı. Atâ b. Dinar bunu divanda bulup almış, dolayısıyla Sa'îd b. Cubeyr'den onu mürsel olarak rivayet etmiştir.

Vefeyatu'l-A'yan'da şu ifadeler yer almaktadır:

Mutezile'nin iîeri gelen âlimlerinden Amr b. Ubeyd (v. 143 H.) Kur'ân-ı Kerîm'e dair bir tefsiri Hasen el-Bas-rî'den (v. 116 H.) yazmıştır.[54]

Suyûtî şunları söylemektedir:

İbn Cureyc'in (v. 150 H.) tefsire dair üç büyük cüzü var*dır.[55] İbn Abbas'm mevlâsı İkrime'nin, "Ben iki levh [kapakl arasını tefsir ettim" dediğini biliyoruz.[56]

Yukardaki açıklamalardan hareketle Ferrâ'nm Kur1-ân-ı Kerîm'i âyet âyet tefsir eden ilk kişi olmadığı kana*atine ulaşabiliriz.

Bundan sonra geriye şu soru kalmaktadır: Kur'ân-ı Kerîmi âyet âyet tefsir eden ilk kişi kimdir?

Benim kanaatim, tefsirin tedvininin, Mukâtil b. Sü*leyman'dan (v. 150 H.) önce olduğu doğrultusundadır. Çünkü Sa'îd b. Cubeyr Kur'ân'ın tefsirini Mervan b. Ab*du'l-Melîk (v. 86 H.) için yazmıştır.

Kanaatime göre, Mukâtil'den önceki tefsirler, Kur5-ân'ın tamamım kapsamıyordu. Bunlar sadece rivayetle*rin nakledilmesinden ve müşkil âyetlerin tefsirinden iba*retti. Bu durum, Sa'îd b. Cubeyr (v. 94 H.) ile Mücâhidin (v. 103 H.) Tefsiri için de geçerlidir.

Amr b. Ubeyd'in, el-Hasen'den rivayet ettiği Tefsire gelince: Kanatimce bu Tefsir, kader ve o dönemde Bas*ra'da yoğun bir şekilde tartışılan itikadı birtakım mesele*lerle alakalı muayyen birtakım âyetlerin tefsirine dairdi. Çünkü o dönemde Basra, çeşitli fırkaların ve Kelâm ilmi*nin en önemli merkezi idi.

Hasen el-Basrî'nin Tefsiri'nde öncelediği şey, değişik. fırka ve mezheblere mensub çeşitli bid'at ve hevâ sahiple*rinin kanaatlerim çürütmekti.[57]

îkrime'nin (v. 104 H.), îbn Abbas'tan naklettiği Tefsi*re gelince, bu da sadece rivayet yoluyla yapılmış bir Tef*sirdir ve müşkil olan âyetlere münhasırdır,

İbn Cureyc'in (v. 150 H) Tefsiri'ne gelince, görüldüğü kadarıyla o tam bir Tefsir olmayıp, tefsire dair İbn Ab*bas'tan rivayet edilmiş üç büyük ciltlik bir kitap idi. Bu rivayetlerin bir kısmı sahih, bir kısmı gayr-i sahihtir. Çünkü onun maksadı, sadece sahih rivayetleri toplamak değil, âyetlerle ilgili her rivayeti sahih-gayr-i sahih deme*den toplamaktı.[58]

Bu bahsin sonlarında şu noktalarda odaklaştırabüe-ceğimiz bir özeti sunabiliriz:

1. Tefsir, Hz. Peygamberin (s.a) bazı âyetleri açıkla*ması ile başlar. Bu nedenle Emin Peygamber, Kur'ân'ın ilk müfessiri olarak kabul edilir. 2. Peygamberlik döneminden uzaklaşıldıkça tefsirin alanı genişlemiştir. Çünkü insanların -Kur'ân-ı Kerîm'in nüzul ortamı ve şartlarından uzaklaşmaları sebebiyle— tefsire ihtiyaçları artmıştır. 3. Kur'ân tefsiri, müphem ve müşkil âyetlerin anlaşıl*ması ihtiyacından doğmuştur. Emin Peygamber Kur'ân'ıh bütün âyetlerini değil, ba*zılarını tefsir etmiştir. Ashabı ise Kur'ân-ı Kerîm'i kıra*ati, anlaşılması ve açıklanması itibariyle çeşitli vesüelerle ele almış, üzerinde durmuşlardır. Böylelikle tefsirin alanı bir dereceye kadar genişlemiştir. Fakat yine de Kur'ân'ın tamamını ihtiva etmemiştir. İmam Şafii'nin şu sözü de bunu te'yid etmektedir; İbn Abbas'tan tefsire dair sabit olan rivayetler ancak yüz Hadîse denktir. 4. Bize ulaşmış Kur'ân'ın tam ve en eski Tefsiri, Mu-kâtil b. Süleyman el-Belhî'ye (v. 150 H.) ait olandır. O Kur'âiVm tamamını âyet âyet tefsir etmiştir. [59]

4. Mukâtil'in Tefsiri Mi, İbn Cureyc'în Tefsiri Mi Daha Öncedir?

Abdu'l-Melîk b. Cureyc hicrî 80'de doğmuş, 150'de ve*fat etmiştir. Hicrî 159'da vefat ettiği söylendiği gibi, baş*ka tarihler de verilmiştir. Mukâtil de hicrî 80 dolayların*da dünyaya gelmiş, 150'de vefat etmiştir. Bundan daha sonra vefat ettiği de söylenmiştir. Bundan açıkça anlaşılıyor ki, Mukâtil ile İbn Cureyc çağdaş idiler. Fakat İbn Cureyc Hicaz'da, Mukâtil ise Ho*rasan'da yetişti. Bundan dolayı İbn Cureyc için, "Hicaz'da kitap te'lif eden ilk kişi" denilmiştir.

İbn Cureyc'in ancak olgunluk döneminde ilim tahsil ettiğini, Mukâtil'in ise Tefsiri'ni Merv'de gençlik yahut da olgunluk döneminde te'lif ettiğini bildiğimize göre, Mukâ*til'in Tefsirini, İbn Cureyc'den önce tedvin ve te'lif ettiği açıklık kazanmış olur. Muhtemeldir ki İbn Cureyc -aslen Bizanslı bir Hris-Uyan olması sebebiyle- rivayetleri toplamak, düzenlemek ve te'lif etmek hususunda daha maharetli idi. Bu sebeble kitapları ilk olarak tasnif edenin o olduğu söylenmiştir. Fakat o, her ne kadar Mukâtil ile çağdaş idiyse de, Tefsi*rini tedvin ettiği dönem kuhûlet [otuz yaşından sonraki dönem] diye bilinen olgunluk dönemidir. Yani Mukâtil'in Tefsiri'ni tedvin etmesinden sonradır. Bununla birlikte İbn Cureyc'in Tefsiri, İbn Abbas'tan gelen rivayetlerin toplanması suretiyle oluşmuştur. Mu*kâtil'in Tefsiri ise tam bir te'lif olarak önümüzde durmak*tadır. Onda parlak aklın, yeni şeyler ortaya koymanın ve teknik anlamıyla telifin, Kur'ân'm hedef ve maksatlarını bir derya gibi idrak edişin, her konunun âyetlerini birara-ya toplamanın, zahiren çelişik gibi görünen âyetleri uyuş*turmanın izleri görülmektedir. Mukâtil Tefsirini, öncekilerin tefsir ve görüşlerini toplayıp biraraya getirerek değil; bunları inceleyip tetkik ederek, kendi görüşüne göre doğruya en yakın olanı ter*cih ederek gayet özlü, basit ve açık ifadelerle ortaya koy*muştur.

İmam Şafii'yi, "Tefsir alanında geniş bilgi elde etmek isteyen Mukâtil b. Süleyman'a muhtaçtır" demeye iten de bu olmalıdır.

Burada, rivayet yoluyla tefsir tedvin eden kimse ile, yeni bir yöntemle tefsir te'lif eden ve tefsirde çığır açan kimsenin farklı olduğunu vurgulamak istiyorum.

Kanaatimce Mukâtil'den öncekilerin hepsi sadece tef*sire dair rivayet nakleden kimselerdi. Bunlar arasından tefsir tedvin edenlerin de tedvininde çoğunlukla görülen nakil ve rivayetti.

Mukâtil'in Tefsiri ise hem Kur'ân âyetlerinin tamamı*nı kapsayan eksiksiz bir Tefsir, hem de her âyeti açıkla*yan ve ona izah getiren teknik ilk Tefsirdir. [60]


Mukâtîl Ve Kur'ân İlimleri[]

Göründüğü kadarıyla Mukâtil, Kur'ân ilimleriyle ala*kalı ilk kitap te'lif eden kimselerdendir. Şu an elinizde bulundurduğunuz el-Vücuh ue'n-Nezâir fi'l-Qur'âni'l~Ke-rîm[61] isimli eseri bunlardandır.

Zerkeşi el-Burhân'da, Suyûtî el-İtqan'da bu kitaptan ya da bu kitaptan nakil yapanlardan çokça nakillerde bu*lunmuşlardır. Mukâtil'den sonra Kur'ân ilimlerine dair eser te'lif edenlerin pek çoğu da bundan yararlanmışlar*dır. Bu, Mukâtil'in "el-Vücûh ve'n-Nezâir"e dair yazdıklarımn, kendisinden sonrakilerin yazdıklarıyla karşılaştı*rılması halinde açıkça görülür. Mesela, el-Malatî'nin et-Tenbîh ue'r-Red ala Ehli'l-Ahvâ adlı eserinde[62] kaydettiği "Mukâtü'in külliyâtı" bunlardan biridir:

• Kur'ân'da geçen her bahs lafzı, "noksan" demektir; ancak Yûsuf sûresinde yer alan Ve o'nu bahs bir paha*ya sattılar (Yûsuf/20) âyetindeki müstesnadır; burada "haram" anlamındadır. • Kur'ân'da geçen her 6a7 lafzı "koca" demektir; ancak Sâffât sürecindeki Ba'le mi du'â ediyorsunuz? (Sâf-fât/125) âyeti müstesnadır. Burada bal ile, "rabb" [put] kasdedilmiştir. • Kur'ân'da geçen her rayb lafzı, "şekk" manasmdadır; ancak Tûr süresindeki raybe'l-menûn lafzı "zamanın ız-dırab veren musibetleri" demektir. Zerkeşî de el-Burhân (1/105) isimli eserinde İbn Fâ-ris'in el-Efrâd adlı eserinden şunları nakletmektedir: • el-Bahs, Kur'ân'da eksiklik, eksiltmek demektir; O (ec*rinin) eksiltümesinden [bahs'indenl de korkmaz, kendi*sine zulmedilmesinden de (Cin/13) âyetinde olduğu gibi. Bundan tek istisna Yûsuf süresindeki, Onu düşük bir bahs'e sattılar (Yûsuf/20) âyetidir. Çünkü tefsir âlimleri buradaki bahs'i, haram ile tefsir etmişlerdir. • Kur'ân'da geçen her el-ba'l kelimesi, koca demektir; Kocaları [buuletuhunne] onları geri almaya daha çok hakk sahibidirler (Bakara/228) âyetinde olduğu gibi. Ancak Sâffât sûresinde yer alan Ba'le mi du'â ediyorsu*nuz1? (Sâffât/125) âyetinde geçen ba'l müstesnadır. Bu*rada bal ile, "put" kasdedilmektedir. • Kur'ân'da geçen her rayb lafzı, şekk [şüphe] manasm*dadır; ancak, Biz o'na raybu'l-menûn'u gözetliyoruz (Tûr/30) âyetindeki müstesnadır. Burada raybe'l-me*nûn, "zamanın ızdırab veren musibetleri" demektir.[63] Yine Zerkeşî el-Burhân'da (1/110) şunları söylemekte*dir: İbn Fâris'in aktardığı bilgiler burada sona ermektedir. Başkası şunu da ekler: • Kur'ân'daki le'allekum (çoğul muhatab zamiri ile bir*likte, ..... diyesiniz) lafzı, li-key [...sı için] demektir. An*cak Şu'arâ sûresinde yer alan, Ebedi kalmak ümidi ile [leallekum]... (Şu'arâ/129) âyeti müstesnadır. Burada benzetmek içindir, yani "sanki siz ebedî kalacaksınız gi*bi" demektir. • Kur'ân'da geçen her kist lafzı, adalet anlamındadır; ancak Cin sûresinde yer alan, Kasıtlara gelince, onlar cehenneme odun olacaklardır (Cin/15) âyeti müstesna*dır. Çünkü burada "Allah'a bir başkasını denk koşan, Allah'a denk kimseler olduğunu ileri sürenler" [müşrik*ler] kasdedilmektedir. Bu açıklamalar lafzın şekli gözönüne alınarak yapılmış*tır, yoksa rubai [dört harfli] kökler elbetteki sülasi [üç harfli] köklerden farklıdır. • Kur'ân'daki her kisf laîzı, semanın bir tarafı anlamın*dadır; ancak Rûm sûresinde geçen, Onu kisefen yapar (Rûm/48) âyeti bundan müstesnadır. Burada "Onu [bu*lutu] parça parça eder" demektir. • Kur'ân'daki her mâu'l-ma'în ifadesinden murad, akansu'dur; ancak Tebâreke sûresinde (30. âyet) geçen bun*dan müstesna. Burada kasıt, "kovalarla elde edilen ter*temiz su olan zemzem suyu"dur.[64] İbn Fâris'ten başkasının naklettiği bu kısımlar el-Burhând&ki bazı harfler dışında, hemen hemen Mukâ-til'in açıklamalarının aynıyla tekrarından ibarettir. Mesela Mukâtil şöyle diyor: • Kur'ân'daki her Kist yapın, çünkü Allah kist yapanla*rı sever (Huçurât/9) ibaresi, "Adaletli olun; çünkü Allah adaletlileri'sever" anlamında olup, sözleri ve fiilleriyle âdil olanlar kasdedilmektedir. Ancak Cin süresindeki, Kasıtlara gelince... âyeti bundan müstesnadır. Burada, "başkasını Allah'a denk tutanlar" kasdedilmiş olup On*lar cehenneme odun olmuşlardır. (Cin/15)[65] • Kur'ân'da geçen her leallekum lafzı, .... için demektir; ancak, Sanki ebedî kalacakmış siniz gibi [leallekum.]... (Şu'arâ/129) âyetindeki bundan müstesnadır. Burada, "sanki ebedî kalacakmışsmız gibi" demektir.[66] • Kur'ân'daki her kisefen lafzı ile, semanın bir tarafı kasdedilmektedir; ancak Rûm süresindeki, Onu kisefen yapar (Rûm/48) ibaresi bundan müstesnadır. Burada "Bulutu parça parça yapar" demektir.[67] • Kur'ân'da geçen her mâi ma'în lafzı, akan su demek*tir; ancak Mülk sûresinde yer alan, Size kim bir mâi ma'în getirebilir?! (Mülk/30) ibaresi bundan müstesna*dır. Burada, "kovalarla alınabilecek açık ve görünür su" kasdedilmektedir.[68] Bunlardan, Zerkeşî'nin, Mukâtii'in vücûh ve nezâire dair söylediklerinden faydalandığı anlaşılmakta; el-Bur*hân adlı eserinin birçok bölümünde Mukâtii'in açıklama*larından etkilendiği açıkça görülmektedir. Bu durum, özellikle aynı konuda farklı şeyler söylendiği izlenimini veren âyetlerde görülmektedir. İnsanın topraktan, sonra ses veren çamurdan, sonra da hakir bir sudan yaratılma*sı ile ilgili ibarelerde olduğu gibi.[69]

Zerkeşî el-Burhân'da., Mukâtii'in Adem'in yaratılışı ile ilgili açıklamalarından[70] ve ilk bakışta, aynı konuda farklı şeyler söylendiği izlenimi veren âyetlerle ilgili açık*lamalarından[71] oldukça etkilenmiştir. Doğrudan Mukâ*tii'in eserlerinden etkilenmemiş olma ihtimali olmakla birlikte, Mukâtil'in eserlerinden yapılan nakillerden etki*lendiği kesindir. Nitekim o el-Burhân adlı eserinde şunla*rı söylemektedir: OndÖrdüncü tür, vücûh ve nezâir hakkındadır. Bu hu*susta eskilerden Mukâtil b. Süleyman bir eser yazmış ve yine bu hususta sonrakilerden İbnu'z-Zâğîinî bir eser derlemiştir. Ebu'l-Ferec İbnu'l-Cevzî, Vaiz Dâmeğânî, Ebu'I-Huseyn b. Fâris de bu hususta eser te'lif etmişler*dir. İbn Fâris kitabına, el-Efrâd adını vermiştir.[72]

Son olarak şu kanaati kaydedebiliriz:

Mukâtil, Kur'ân-ı Kerîm'i aklî/dirâyet yöntemiyle ve eksiksiz olarak tefsir eden ilk kişidir.

Mukâtil, Kur'ân ilimleri hakkında kapsamlı bir şe*kilde te'lifte bulunanların ilkleri arasındadır. [73]

5. Mukâtiltn Tefsir Ve Kur'ân İlimlerine Dair Te'lif Ettiği Eserler

1. et-Tefsiru'l-Kebîr; Bu, Kur'ân'm tam bir tefsiridir. Bu Tefsiri, ilmî bir şe*kilde tahkik ettim. Bunu yaparken de hicri 4 ila 13. asır arasında yazılmış bu Tefsirin altı nüshasını esas aldım. 2. Nevâdiru't-Tefsir; 3. en-Nâsih ve'l-Mensûh; 4. er-Reddu ale'l-Kaderiyye; Son üç eser adeta yok hükmündedir.[74] 5. el-Vücûh fel-Eşbâh] ve'n-Nezâir fi'l-Qur'âni'l-Ke-rîm; Bu eser, Türkiye'deki genel bir kütübhânede 516 numarada kayıtlı bir yazmadan film alınmıştır. Bu film, Kâ-hire'deki el-Câmiatu'1-Arabiyye'ye bağlı Yazmalar Ensti-tüsunde bulunmaktadır. Şu anda elinizde bulundurduğu*nuz kitap budur.[75] 6. Tefsiru Hamsi Mieti Ayetin mine'l-Qur'âni'l'Kerîm; Bu eser İngiltere müzesinde OR 6333 numarada ka*yıtlı. Bir bakıma uzunca bir tefsir olup fıkhî hükümler ih*tiva etmektedir.[76] 7. el-Aksâmu ve'l-Lugat; 8. el-Âyâtu'l-Müteşâbihât;[77] el-Ayâtu'l'Müteşâbihât adlı eserinin el-Vücûh ve'n-Nezâir fi'l-Qurâni'l-Kerîm adlı eserinin aynısı olma ihti*mali de vardır. Bu durumda bu, birden çok ismi bulunan aynı kitap demektir. [78]


Mukâtîl B. Süleyman'ın "El-Vücûh Ve'n-Nezâir" Adlı Eseri[]

Şu anda elinizde bulundurduğunuz kitaptır. Bunun bir filmini Kâhire'deki Câmi'atu'd-Duveli'l-Arabiyye'ye bağlı el-Mahtutâtu'l-Arabiyye Enstitüsü'nden birkaç se*neden beri edinmiş bulunuyorum. Irak'ta bir başka nüs*hasını bulmak için çok uğraştım. Çünkü fihristler Irak kütübhânelerinde bir nüshanın bulunduğuna işaret et*mektedir. 1964-68 yılları arasında Irak'ta bulunduğum süre boyunca özel jf& genel kütübhânelerin ve Yazmalar Enstitüleri'nin fihristlerini inceledim; fakat bu kitaptan herhangi bir nüshanın varlığına işaret edecek bir şey bu*lamadım. Bazı kütübhânelerin düzenleme ve tanzime ih*tiyaçları vardır. Irak'taki Seyyid Sultan Ali Mescidi Kü-tübhânesi böyledir. Burada düzenli bir fihriste gerek du*yan değerli yazmalar bulunmaktadır.

Bu kitabın tahkikini, Kâhire'deki Arabça Yazmalar Enstitüsü'ndeki mikro-fîİmden alınmış nüshaya dayana*rak yaptım. Kitabın aslı Türkiye'de 516 numara ile genel bir kütübhânede kayıtlı bulunmaktadır. Kitap hicrî 7, asırda iri ve güzel bir hat ile yazılmıştır. Varak sayısı 288 olup, 20x15 cm. ölçüîerindedir. Her sayfada dokuz satır bulunmaktadır. İlk sayfasında şunlar yazılıdır:

Bu, Kur'ân-ı Azîm'in tefsirine dair el-Eşbâh ve'n-Nezâir kitabı olup, İmam Mukâtil b. Süleyman'a aittir.

İkinci sayfasında da şu ifadeler yer almaktadır:

Ebû Nasr'ın Kur'ân'm vücûhuna dair Mukâtil b. Süley*man'dan te'lif ettiklerindendir. Bu hususta yazdıkların*dan (bazısı şunlardır): "Huda, on yedi şekilde tefsir edi*lir...." [79]

Kitabın Tahkikinde Yaptıklarım[]

Mukâtil b. Süleyman, açıklamalarının büyük bölü*münü Kurbân ibareleri arasına yerleştirmiştir. Birbirle*rinden kolayca ayırdedilmelerini sağlamak için Kur'ân'a ait ifadeleri parantez arasına aldım.[80] Müellifin tanık olarak zikrettiği âyetlerin, hangi sûreye ait olduğunu ve âyet numaralarını dipnotta gösterdim.[81] Kur'ân-ı Ke-rîm'den aktarılan ibarelerde sayılamayacak kadar çok olan hataları düzelttim. Kitabın aslında da pekçok tashif [yazım hatası] ve tahrif vardır. Bu tashif ve tahrifleri dü*zeltmek için daha önce tahkik ettiğimiz Mukâtil'in Tefsi-ri'nden yararlandım. Yaptığım bu tahkik ile arzu edilen sonuca ulaşmak için bütün gücümü ortaya koyarak Ha*dîs, tefsir ve lügat kitaplarından yararlanmaya çalıştım. Bununla birlikte mükemmellik derecesine ulaştığımı id*dia edecek değilim; benim bütün yaptığım, sahasında ya*zılmış ilk eserlerden biri olan bu kitabın gün ışığına çıka*rılmasına yardımcı olmaktan ibarettir. [82]


Muhakkikin Ekledikleri[]

Her maddenin başlığını, okuyucuya kolaylık olsun di*ye parantez içerisine aldım ve her maddeye bir sıra nu*marası koydum. Kitabı alfabetik sıraya göre düzenlemeyi düşündümse de bunun, müellifin izlediği yönteme karşı bir haksızlık olduğunu anladım. Bu nedenle sonda genel bir fihrist ile alfabetik bir fihrist yapmakla yetindim. Böylelikle araştırmacı istediğini bulabilecektir.

Her beş sayfada bir defa olmak üzere yazma nüsha*daki sayfa numarasını zikretmekle yetindim. Mesela yaz*madaki 70, 75, 80, 85... sayfalarının numarasını kaydet*tim. Böylelikle yazma nüshaya başvurmak kolaylaşsın is*tedim.[83]

Yazma nüshada mükerrer sayfalar ile eksik sayfalar bulunduğu gibi, bir maddenin diğerine karıştığı yerler de bulunuyordu. Nitekim bu, tevelli ve er-rûh maddelerinde görülebilir. Gücüm yettiğince hataları -es-Sevâ madde*sinde olduğu gibi- düzeltmeye çalıştım. Bunun için de Mukâtil'in Tefsiri'ne ve başka eserlere başvurdum. [84]


Vücûh Ve Nezâir İlmi[]

Tefsir ilminin dallarından olan vücûh ve nezâir'in manalarına gelince:

Vücûh, birden çok anlamda kullanılan ortak lafızlar*dır. Mesela ayn lafzı, "gören göz" ve "akan pınar" [göze] hakkında kullanılır.

Nezâir ise, aynı manada kullanılan farklı lafızlardır: cevad ve kerîm (ikisi de cömert anlamındadır) lafızları gi*bi.

Nezâir'in "lafız" hakkında, uücuh'un ise "mana" hak*kında kullanıldığı da söylenmiştir. Ancak bu iddia zayıf*tır; çünkü böyle birşey kasdedilmiş olsaydı, o takdirde ya*pılan açıklamalar müşterek [birden çok manayı ifade eden ortak] lafızlar hakkında sözkonusu olurdu. Oysa bu alanda eser yazanlar birçok yerde aynı anlamdaki lafzı sözkonusu ederek "vücûh"u birtakım kısımların bir türü, nezâir 'i de bir başka türü olarak kabul etmektedirler. Ba*zıları da bunu Kur'ân-ı Kerîm'in mucizelerinden biri ola*rak değerlendirmişlerdir. Çünkü aynı kelime kimi zaman yirmi ayrı anlamda, ya da daha az veya daha çok anlam*da kullanılabilmektedir. İnsan kelâmında ise bu olamaz.

Vücûh ve nezâir bilgisi hakkında bir grup ilim adamı eser yazmıştır. Zerkeşî, el-Burhân'da (1/102) şunları söy*lemektedir:

Bu hususta eskiden Mukâtil b. Süleyman eser yazmış*tır. Buna göre vücüh, birçok anlamda kullanılan müşte*rek (.ortak] lafız demektir. Mesela hidâyet lafzı Kur'ân'da onyedi manada kullanılmıştır: İşte onlar Rabb'leriııdcn bir hidâyet üzeredirler âyetinde "beyan"; Muhakkak Allah'ın hidâyeti gerçek hidâyettir âyetinde "dîn"; Allah hidâyete erenlerin hidâyetini arttırır âyetin*de "îmân" anlamındadır. Nezâir ise, birbirine uygun la*fızlar knbilindendir. [85]


Kitabin Önemi[]

Kitap bizim kültürümüzün eski bir mirası, Kur'ân ilimlerinin esaslarından bir esastır. Bu eserin müellifi tefsir ve Kuı'ân ilimlerine dair kapsamlı eser yazanların ilklerindendir. O önce lafzı zikreder ve bu lafzın Kur'ân-ı Kerîm'de kullanıldığı çeşitli anlamları tesbit etmeye ko*yulur. Şöyle ki:

el-Hudâ kelimesinin Kur'ân-i Kerîm'de 17 vechi fkulla-nım şekli, manası] vardır: Bizi sırât-ı müstakime hidâyet eyle âyetindeki hudâ "se*bat"; işte onlar Rabb'lerinden bir hidâyet üzeredir âye*tindeki hudâ "beyan"; Muhakkak gerçek hidâyet Al*lah'ın hidâyetidir âyetindeki hudâ "dîn"; Allah hidâyet bulanların hidâyetini artırır âyetindeki hudâ "îmân"; Her kavm için.'bir hadi vardır âyetindeki hudâ "davetçi" manasındadir.

Keza, "Rasûl", "kitaplar", "bilgi", "Nebi", "Kur'ân", "Tev*rat", "istirca", "hüccet", "tevhid", "Sünnet", "ıslah", "il*ham" ve "irşad" anlamlarında da kullanılmıştır. Ve böylece bu eser Kur'ân-ı Kerîm'de birden çok an*lamda kullanılmış lafızların çeşitli anlamlarını açıklama*yı sürdürüp gitmektedir.

Bu çalışmanın mirasımızın canlandırılmasında araş*tırmacılara faydalı olacağım, Kur'ân-ı Kerîm'e ve Arab di*line hizmet edeceğini ümit ederim. Başarı ancak Al*lah'tandır. Ben O'na güvenip dayandım, O'na yönelirim. Dr. Abdullah Mahmûd Şehhâte[86]

Mukâtil b. Süleyman el-Belhî (vefat: 150 H.) Kur'ân Tkrimleri Sözlüğü (el-Eşbâh ve'n-Nezâir fi 'l-Qw'âni 'l-Kerîm)


[1] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 57-58.


[2] Muhakkikin önsözünü ve Mukâtil b. Süleyman ile ilgili yazdı*ğı dört bölümlük uzunca girişi, kısaltmak suretiyle aldık. (Re*daktör).


[3] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 59-60.


[4] Kaynakların çoğu adının Mukâtil b. Süleyman olduğunu be*lirtmekle birlikte dedesinin adını vermemektedir. Bunu böyle*ce bildiren kaynakların bazıları: İbnu'1-Esir, el-Kâmil fi't-Tâ-rih, V/354; er-Râzî, el-Cerhu ve't-Ta'dîl, IV/355, Hind baskısı; Nevevî, Tehzîbu'l-Esmâ, 11/115; Zehebî, Siyei'u A'lâmi'n-Nube-lâ, VI/65; Zehebî, Mizânu'l-İ'tidâl, III/196. Dedesinin adının "Bişr" olduğunu belirten bazı kaynaklar: el-Hatib el~Bağdâdî, Târihıı Bağdad, XIII/160; el-Makdisî, Tehzî-bu'l-Kemâl fi Esmâi'r-Ricâl (yazma 10. cild). Dedesinin adının "Beşîr" olduğunu belirten bazı kaynaklar: Vefâyâtu'l-A'yâıı, V/341; Tehzîbu't-Tehzîb, X/279; Ziriklî, el-A'lâm, VIII/206; Kehhâle, Mu'cenin1 l-Müellifin, XII/317. Ben dedesinin adının "Bişr" değil, "Beşîr" olduğunu tercih edi*yorum. Çünkü eski kaynaklar çoğunlukla harflere nokta koy*mayı ihmal ediyordu. Bu nedenle "Beşîr" adını noktasız olarak yazdıklarından "Bişr" e benzerlik arzediyordu. İbn Teymiye'nin Fetâva sınâa. (11/92), "Mukâtil b. Bukeyr" diye geçmekte ise de bu "BeşVden tahrif edilmiştir. Nitekim kaynakların çoğunlu*ğu dedesinin adının "Bişr" değil "Beşîr" olduğunu belirtmekte*dir. Bkz. Zerkeşî, el-Burhân, I/6'daki dipnot.

[5] îbn Dureyd, el~İştiqâq -Tahkik: Abdu's-Selâm Hârûn- 501. Fakat İbn Dureyd'in belirttiğine göre, Esed b. Şerik oğulla-n'nm Basra'da "Esed Oğulları Mahallesi" diye bilinen bir ma*halleleri vardı. Ancak Basra'da Esed b. Huzeyme oğullan'nm mahallesi yoktur. Daha sonra şunları söylemektedir: "Onların mevlâlarından [azad edilmiş köle olarak kendilerine nisbet edilenlerden] biri de tefsiri bulunan Mukâtil'dir." Mukâtil'in Beîh'de doğup daha sonra Merv'e, oradan Basra'ya, arkasından da Bağdat'a gittiğini, daha sonra tekrar Basra'ya dönüp hicrî 150'de vefat edinceye kadar orada kaldığını bildi*ğimize göre, Mukâtil'in Esed 'oğulları'na velâ yoluyla bağlı olu*şunun Basra'da gerçekleştiği görüşünü tercih etmekteyiz. [6] el-Kâmil; Târihu Bağdad; Mizânu'l-Î'tidâl; Âlâm; Mu'cemu'l-Müellifln. [7] Târihu. Bağdad, XIII/160; el-Makdisî, Tehzîbu'l-Kemâl, 10. ciH. [8] el-Makdisî, Tehzîbu'l-Kemâl fi Esmâi'r-Ricâl, 10. cilt. [9] Corci Zeydan, Târihu't-Temedduni'l-İslâml, 11/50. [10] İslâm Ansiklopedisi, IV/78. Şunu da eklemektedir: "Burası es*ki Horasan vilâyetinin siyasî merkezi idi. Daha sonra burası Toharistan krallığının kültürel ve dini merkezi haline gelmiş*tir." [11] islâm Ansiklopedisi, IV/79; "Belh" maddesi. [12] Bu yolla Merv er-Ruz'dan ayrılmak istenmiştir. Aralarında beş günlük mesafe vardır. Merv, çakmaktaşı olarak kullanılan "beyaz taş" anlamındadır. [13] Tehzîbu'l-Kemâl, 10. cilt, flîukâtil'in biyografisi (Dâru'1-Kütü-bi'1-Mısriyye'deki el yazması). [14] Tehzîbu't-Tehzîb, X/279; Râzî, el-Cerh ve't-Ta'dîl, IV/355; Teh*zîbu'l-Kemâl, 10. cilt; el-Alâm, VIII/206. [15] Mu'cemu'l-Müellifln, XII/317. [16] Tehzîbu't-Tehzîb, X/279; Tehzîbu'l-Kemâl, 10. cilt; Mu'cemu'l-Müellifin, XII/317. [17] Târihu Bağdad, XIII/X69; Tehzîbu'l-Kemâl , 10. cild yazma; Mu'cemu'l-Müellifin, XII/317. [18] Muhammed Ebû Zehra, Ebû Hanife, 18. [19] Tehzîbu'l-Kemâl, 10 cilt; Tehzîbu't-Tehzîb, X/283. [20] Târihıı Bağdad, III/169. [21] İbn Dureyd, el-lştikak, Tahkik: Abdu's-Selâm Hârûn, s. 501, es-Sünnetu 'l-Muhammediyye, 1958. [22] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 61-67. [23] Aynı yer. [24] Tehzîbu'l-Kcmöl, 10. cilt (Mukâtil'in biyografi); Miz&nul-rtı-dal, III/196; Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, 1/6, 65; Tehzîbu't-Tehzıb, X, 279; Târihu Bağdad, XIII/160. [25] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 67-70. [26] Şehristanî, el-Milel ve'n-Nihal. [27] en-Nuzûmu'l-hlâmiyye, s. 179. [28] Dâiretu'n-Maarifi'l-İslâmiyye, VI/210. [29] Munâzarâtu'r-Râzî, Hindistan, 1315 H., s. 25. [30] el-Kevserî, eserin mukaddimesi. [31] Tercümeye esas aldığımız Arabça baskıda da ibare aynen böyle*dir. Ancak, el-M al atî'd en yapılan alıntıdan hareketle, -nefiy edatı olan- ley seran metinden düşmüş olduğu düşünülebilir. O takdirde, onda müteşâbih bulunduğunu iddia eden Zenâdı*ka'nm... ibaresi, onda müteşâbih bulunmadığını iddia eden/bu*lunduğunu reddeden Zenâdıka'nm... şeklinde olur. (Çeviren) [32] Bkz. ehMalatî, et-Tenbih ve'r-Red, Tahkik: el-Kevserî, 58-82. [33] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 71-74. [34] el-FiJırist, 1/179. Ayrıca bkz. Mu'cemu'l-Müellifîn, XII/317; et A'lâm, VIII/206. [35] İrca. iki anlamdadır: Biri, Onu ve kardeşini ertele (Şu'arâ/36) âyetinde olduğu gibi ertelemek; diğeri de ümit vermek mana-smdadır. (el-MileVve'n-Nihâl, 1/222) [36] Mukâtil, Şu'arâ/124 ve devamının tefsirinde, amelin îmânın bir gereği olduğu görüşünü savunuyor. (Mukâtil, Tefsir-i Ke*bîr, II/55b, 56a) Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 74-75. [37] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 75. [38] Külliyât, Arabça'da küllü [her bir/tüm] diye başlayan açıklayı*cı cümleler için kullanılır. (Çeviren) [39] Bunların üçü zel harfi ile başlar, Kur'ân'da zâtu behceh lafzı, "güzel, güzellikli, güzelliği olan" demektir. Altı tanesi ra harfi ile başlar, Kur'ân'daki her rahik kelimesi, "şarap" demektir. Üç tanesi ze harfi ile başlar; zerâbî [yaygı] gibi. On tanesi sin harfi ile başlar, sefere [yazıcılar], suhriyyen [alay etmek] gibi. Beş tanesi şın harfi ile başlar, Kur'ân'daki her şatat "zulüm" demektir. İki tanesi sad harfi ile başlar, sağırın [küçülmüşler olarak] gibi. Dört tanesi ti harfi ile başlar, Kur'ân'daki her tab kelimesi, "mühürlemek" anlamındadır. İki tanesi zı harfi ile başlar, zaile vechuhu müsvedden [yüzü değişerek karardı] gi*bi. Sekizi ayn harfi ile başlar, uruben [kocalarına aşık huriler] demektir. Dört tanesi ğayn harfi ile başlar, gül [aldatmak] gi*bi. Ondokuzu fe harfi ile başlar, fâlik [halık/yaratıcı] gibi. Do*kuzu kaf harfi ile başlar, kulâbunâ gulfun [kalblerimiz kılıflı*dır] ile fi ekinnetin [örtüler içerisindedir] gibi. Onbiri kef ile başlar, kazim ve mekzûm [kederli ve üzüntülü] gibi. Yirmibiri lam harfi ile başlar, lüm&ze [insanda muayyen bir şeyi ayıpla*yıp tenkid etmek] gibi. Yirmi tanesi mim harfi ile başlar, mağ*firet gibi. Sekiz tanesi nun harfi ile başlar, nikâh kelimesi gibi. Ancak, nikâha erişinceye kadar (Nisâ/6) ibaresindeki nikâh kelimesi "ergenlik yaşı" manasmdadır. İki tanesi ke harfi ile başlamaktadır, hemnıaz ve hümeze [gıybet eden kimse] gibi. Otuzdokuz tanesi vau harfi ile başlar, uâridûn [girenler] gibi. Onbeş tanesi ya harfi ile başlar, yuhraun [koşarlar] gibi. [40] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 75-78. [41] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 78. [42] Bütün bu rivayetler, Tehzîbu'l-Kemâl, 10. cilt, Mukâtil b. Sü*leyman'ın biyografisinde görülebilir. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 78-80. [43] Tenvîru'l-Mikbas, s. 2. [44] el-îtqân, 11/189. [45] Tehzîbu'l-Kcmâl, 10. cilt (Mukâtil b. Süleyman'ın biyografisi). [46] Tehzîbu'l-Kemâl, 10. cilt (Mukâtil b. Süleyman'ın biyografisi). [47] Süfyan es-Sevrî, Tefsiru'l-Qur'âni'l-Kerlm, tahkik: İmtiyaz Ali, Hindistan, 1965. [48] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 81-84. [49] İbnu'n-Nedim, el-Fihrist, s. 66. [50] Bu tarih, yanlıştır; doğrusu, Hicrî 207'dir. Bir dizgi hatası ola*rak hicrî 207 yerine, hicri 270 yazılmış olmalıdır. (Çeviren). [51] Duha'l-îslâm, U/141. [52] İslâm Ansiklopedisi CArabça çevirisi), "Tefsir" maddesi, V/364-365; Emin el-Hûlî, et-Tefsir Meâlimu Hayatihi ve Menhecu-hu'l-Yevm, s. 31-32'deki dipnot. [53] Taberî, Tefsir, 1/30. [54] Vefâyûtu'l-A'yân, II/3. [55] el-İtqân, 11/224. [56] el-İtqân, 11/225; İkrime ise Hicrî 104 ya da 105 yılında vefat etmiştir. [57] İbn Hallikân, Vefâyâtu'l-A'yân, 11/103. [58] el-İlqân, 11/188. [59] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 84-91. [60] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 91-93. [61] Zerkeşî, el-Burhân, I/102'de şunları söylemektedir: "Bu aianda başlangıç dönemlerinde Mukâtil b. Süleyman eser te'lif etmiş*tir. Vücûh, birden çok anlam için kullanılan müşterek bir la*fızdır; hidâyet lafzı gibi. Bu, Kur'ân'da 17 manada kullanılır. Birisi beyan anlamındadır: îşte onlar Rabb'lerinden bir hidâ*yet {yani, beyan} üzeredirler (Bakara/5) âyetinde olduğu gibi. Bir diğer anlamı diridir: Şüphesiz hidâyet (yani, dînj Allah'ın hidâyetidir (yani, dînidir] (En'âm/71) âyetinde olduğu gibi. îmân anlamına da gelir: Ve Allah hidâyete (yani, imâna/ eren*lerin hidâyetini (yani, îmânını! arttırır (Meryem/76) âyetinde olduğu gibi." Mukâtil, kitabının baştaraflarında merfu [Hz. Peygamber'e nisbet edilen] bir Hadîs zikretmektedir: Bir kim*se Kıır'ân'ın pekçok uechini görmedikçe tam anlamıyla fakih olamaz. Suyûtî, bu Hadîs hakkında şunları söylemektedir: "Bu Hadisi İbn Sa'd ve başkaları Ebu'd-Derdâ'dan mevkuf [Ebu'd-Derdâ'ya ait bir söz] olarak zikretmişlerdir" (el~îtqân, 1/141). Nezâir ise, birbirine uygun anlamlar ihtiva eden lafız*lar manasına gelir. [62] s. 72-82, el-Kevserî'nin tahkiki ile. [63] Zerkeşî, el-Burhân, 1/105-107. [64] el-Burhân'da bu şekildedir. Fakat doğrusu tâhir [tertemiz] de*ğil, zahirdir [açıktır]. Beydavî, Size kim bir mâu'l-maln geti*rebilir?! ifadesini, "akan" yahut da "kolaylıkla elde edilebilen, açıkça görülen su" (Beydavî, Tefsir, s. 751) olarak tefsir etmiş*tir. Ayrıca bkz. Celâleyn, s. 480. [65] el-Malatî, et-Tenbih ve'r-Red, s. 78. [66] el-Malatî, age., 87. [67] el-Malatî age., s. 79-80. el-Burhandaki İfade, "Bulutu parçalar haline getirir, demektir" şeklindedir. [68] Aynı eser, s. 80. Ancak zahir [açık] olması gereken kelime, tâ*hir [tertemiz] diye yazılmıştır. Doğrusu İse az önce geçtiği gibi zahir ohna sidir. [69] Bkz. Mukâtil, Tefsir-i Kebir, 1/69; el-Malatî, et-Tenbihu ve'r-Red, s. 70. [70] el-Burhân, 11/54. [71] el-Burhân, 11/55. [72] el-Burhân, 1/102. [73] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 93-98. [74] Ekz. Mu'cemu'l-Müellifin, XII/317; d-A'lâm, VIII/206. [75] Mu'cemu'l-Müellifin, XII/317. Orada şunları söylemektedir: "el-Vücvhu ve'n-Nezûiru fi'l-Qıraat. Fakat bu bir tashifdir [ya*zım hatasıdır]." [76] Goldziher, Mezâhibu't-Tefsiri'l-İslâmî, Mütercim: Dr. Abdu'l-Halim en-Neccar -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- s. 76'daki dipnot. [(Mukâtil b. Süleyman'ın Tefsiru Hamsi Mieti Ayetin mine'l-Qur'âni'l-Kerîm isimli bu eseri de, tarafımızdan tercü*me edilmiş olup yakında İşaret Yayınları tarafından basıla*caktır. (Çeviren) [77] İbnu'n-Nedim, bunlardan başka Mukâtil b. Süleyman'ın; 9. Ki-tâbu'l-Kıraat, 10. el-Cevâbât fi'l-Qur'ân, 11. et-Takdîm ve't-Te'hîr, 12. Müteşâbihu'l-Qur'ân isimli eserlerinin de adını zik*retmektedir. İbnu'n-Nedim ayrıca el-Ayâtu'l-Müteşâbihât (ba*sılı nüshada ... ue'l-Müteşâbihât şeklînde) isimli bir eserini zikrettiğinden, muhakkikin 8 numarada zikrettiği eser ile ay*nı olma ihtimali zayıf görünmektedir (bkz. İbnu'n-Nedim, el-Fihrist, Beyrut 1415 [1994], s. 222, —Çeviren). [78] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 98-99. [79] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 100. [80] Biz ise kitabın Türkçe tercümesinde, Kur'ân ibarelerinin me*allerini normal/düz karakter ile, bunların arasına yerleştirilen Mukâtil b. Süleyman'ın açıklamalarını ise parantez içinde (} ve italik olarak verdik. (Çeviren) [81] Biz ise kitabın Türkçe tercümesinde -daha kullanışlı olacağı kanaatiyle- sûre adı ve âyet numarısını (örnek: Mâide/46 şek*linde) mealin sonuna koyduk. (Çeviren) [82] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 101. [83] Türkçe tercüme için gerekli olmadığından, yazma nüshaya ait bu sayfa numaralarını kaydetmedik. (Çeviren)

[84] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 101-102.

[85] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 102-103.

[86] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 103-104.

Advertisement