Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

Şablon:Müslüman - D


Müslüman
(Selâmet. den) İslâm olan. İslâm dininde bulunan, mü'min ve mütedeyyin olan. (Bak: Muhammed (A.S.M.), Mefhar, Münacat)
İslâm, "silm" ve "selam"
Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile/2 -Mehmet Akif Ersoy
Müslüman feraset sahibidir, açıkgöz değil…
Müslüman tebessüm edendir, yılışan değil…
Müslüman yardım edendir, başa kakan değil…
Müslüman sevdirendir, nefret ettiren değil…
Müslüman tebliğ edendir, lâfazan değil…
Müslüman vakar sahibidir, kibirli değil…
Müslüman sabredendir, korkak değil…
Müslüman affedendir, cezalandıran değil…
Müslüman cömerttir, müsrif değil…
Müslüman iktisat edendir, cimri değil…
Müslüman tevazu sahibidir, haset eden değil…
Müslüman mütevekkildir, tembel değil…
Müslüman kendi nefsini hesaba çeker, başkasınınkini değil…
Müslüman etrafının kandilidir, kendisinin değil…
Müslüman hizmete taliptir, ücrete değil…
Müslüman tefekkür edendir, kötü düşünen değil…
Müslüman inanandır, inkâr eden değil…
Müslüman dua edendir, beddua eden değil…
Müslüman taklit edilendir, taklit eden değil…
Müslüman Allah’ın kuludur, başkasının değil…

1. Ve 2. Cihan harbinde 70 milyon insanı katleden müslümanlar değildi [1]

Şablon:Müslüman bakınız

(Selâmet. den) İslâm olan. İslâm dininde bulunan, mü'min ve mütedeyyin olan. (Bak: Muhammed (A.S.M.), Mefhar, Münacat)

İSLÂM

İslâm, "silm" ve "selam"; kökünden türeyen bir kelimedir. Bu şekliyle Kur'ân'ın 105 yerinde geçmektedir. "İslâm" kelimesi, isim ve fiil halinde 10 kadar âyette geçmektedir. Silm; barış, güven ve huzur, selam da; mutluluk, esenlik ve güvenlik demektir. İslâm ise; Allah'a teslim olmak, boyun eğmek ve itaat etmek mânâsınadır. İslâm'ı benimsemiş erkeğe müslim, kadına da müslime denir.

Kur'ân'a göre İslâm, kişinin kendisini yalnız Allah'a teslim etmesi, yalnız O'na kul olması, yalnız O'na ibadet etmesi demektir. Tevhidin gereği de budur. Bu anlamıyla İslâm, yalnız son peygamber olan Hz. Muhammed'in getirdiği dinden ibaret değil, bütün peygamberlerin insanları tek Allah'a kulluk etmeye, âhirete îmân etmeye ve sâlih amel işlemeye davet etmelerinin özünde olan bir inanç sistemidir. Bu bakımdan insanlığı tevhid inancına davet noktasında, bütün Allah elçilerinin vazifesi aynıdır. "O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim." (En'âm, 6/163); "Allah katında din İslâm'dır." (Âl-i İmrân, 3/19); "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki (O din) ondan kabul edilmeyecek ve âhirette kaybedenlerden olacaktır." (Âl-i Îmrân, 3/85) bu gerçeği ifade etmektedir.

Hz. Peygamber İslâm'ı, kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek ve hacca gitmek (Müslim, Îmân, 5); Müslüman'ı ise, "Müslüman, dilinden, elinden, müslümanların selâmette kaldığı kimsedir." (Buhârî, Îmân, 3) şeklinde tanımlamıştır. Bu duruma göre İslâm, insanlık için vazgeçilmez değerler olan inanç, ibadet, muamelat ve ahlâk gibi temel prensipleri sosyal hayatın gereği olarak kabul eden ekmel ve evrensel bir dindir. Nitekim Cenab-ı Hak da kullarına en uygun din olarak İslâm'ı seçtiğini beyan etmiştir: "Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim."(Mâide, 5/3) (F.K.)

SELEM

Sözlükte "boyun eğme, harpsiz esir alma, palamut ağacı" gibi anlamlara gelen selem, bir fıkıh kavramı olarak, peşin para ile veresiye mal almak demektir. Selem akdi, vadeli alışverişin tersidir; vadeli alışverişte bedel veresiye, selemde ise, mal veresiyedir.

Selem akdi, tasarruf ehliyetine sahip taraflar arasında, karşılıklı irade beyanı ile kurulur. Selem akdinin sahih olması için, konusu olan malın sıfatı ve miktarı tam olarak belirlenebilen bir mal olması, başka bir deyişle mislî olması gerekir. Sıfat veya miktarı belirlenemeyen bir malda selem akdi caiz değildir. Buna göre sıfat ve miktarı belirlenebilen buğday ve pirinçte selem akdi kurulabilirken, birbirinden farklı olan hayvanda, mücevherde selem caiz değildir.

Akit esnasında, malın cinsinin, çeşidinin, sıfatının, miktarının, teslim zamanının ve yerinin belirlenmesi, ayrıca bedelin akit meclisinde teslim edilmesi gerekir. Hz. Peygamber, "Kim selem akdi yapmak isterse, satın aldığı malın ölçü ve tartısı ile teslim zamanını belirleyerek yapsın." buyurmuşlardır (Buhârî, Selem, 1). Günümüzde, fabrikasyon mamul olan buzdolabı, çamaşır makinası gibi mallar da sıfatları tam olarak belirlenebildiğinden, bunlarda da selem akdi caizdir. Ön ödemeli satış şekilleri selem içerisinde mütalâa edilebilir. (İ.P.)

MÜSLİMAN (Müslüman)

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Mallarını, canlarını fedâ ederek din düşmanları ile, Allahü teâlânın rızâsı için cihâd, muhârebe eden müslümanlar, oturup, kapanıp ibâdet edenlerden daha üstündür. Hepsine Cennet'i söz veriyorum. (Nisâ sûresi: 95)

Müslüman demek, müslümanlara eli ile, dili ile zarar vermeyen kimse demektir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)

Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulm etmez, onun yardımına koşar, onu küçük ve kendinden aşağı görmez. Onun kanına, malına, ırzına, nâmusuna zarar vermesi haramdır. (Hadîs-i şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât)

Bir kimsenin müslümanlığının güzelliği, mâlâyânîden (faydasız şeylerden) kaçması ve lüzûmlu şeyleri yapması ile anlaşılır. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)

Bir müslüman, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ne kadar dikkat edip tatbik ediyorsa, Allahü teâlâ da onu, o miktâr azîz eder. Diğer müslümanların kalbine de onun sevgisini verir. (İbrâhim Havvâs)

Müslüman, iyi insan, aklı başında kimse demektir. Hakîkî müslüman, Allahü teâlânın emirlerine itâat eder. Allahü teâlânın emirlerine uymamak günâh olur. Kul borçlarını öder. Müslüman, günâh yapmaz ve suç işlemez. Vatanını, milletini ve bayrağını sever. Herkese iyilik eder. Kötülük yapanlara nasîhat verir. Böyle olan müslümanı Allah da sever, kullar da sever. Râhat ve huzûr içinde yaşar. (Abdülhakîm Arvâsî)

Müslüman’a Kâfir Denilmez:

İman, inanılması gereken şeyleri kalp ile tasdik etmektir. Dil ile ikrar, yani inandığını dil ile ifade etmek kalbdeki imanın göstergesidir. Ka1ben inanan ve inandığını dili ile söyleyen kimse mü'mindir, müslümandır. inanç esaslarını inkar etmedikçe o kimseye kâfir denmez.

İnanan bir kimsenin inancının gereği olarak Allah' ın emirlerini yerine getirmesi ve yasakladığı şeylerden sakınması gerekir. Ancak, dini hükümleri hafife almak veya haramları helâl saymak gibi bir düşünce ile değil de nefsine uymak ve tembellik dolayısıyle emirleri yerine getirmeyen ve yasakları işleyen kimse görevini yapmadığı için günahkâr olur, fakat dinden çıkmaz. Böyle bir kişiye kâfir denemez. O kimse yine mü' mindir.

Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Ey İman edenler! Samimi bir tövbe ile Allah'a dönün. Umulur ki, Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter" Tahrim:8

Yüce Rabbimiz günah işleyen kullarına mü'min olarak hitap edip onları tövbe etmeye çağırırken bir Müslüman diğer bir Müslüman’a günah işlediğinden dolayı nasıl kâfir diyebilir? Bir Müslüman, din kardeşini fasık (yoldan çıkmış sapık) veya kâfir olmakla suçlayıp teşhir edemez. Böyle bir davranış Müslüman’a asla yakışmaz. Böyle bir davranışın çok vahim ve tehlikeli sonucunu Sahih-i Buhari'de yer alan bir hadis-i şeriften öğreniyoruz.

Ebu Zer (r.a.)'den rivayet edilen hadis-i şerifte Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Hiç bir kimse, başka bir kişiye fasık (yoldan çıkmış sapık) diye söz atamaz, kâfir diyemez. Eğer fasık dediği kimse fasık, kâfir dediği kimse de kâfir değilse bu sıfatlar muhakkak onları söyleyen kimseye döner" Buhari,Edeb,44

Bu hususta diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: "Bir kimse din kardeşine kâfir derse bu söz ikisinden birine döner"Buhari,Edeb,73;Müslim,İman,26

Yani bir Müslüman din kardeşini fasık veya kâfir olmakla suçlarsa. suçladığı kimse gerçekten öyle olsa bile onu suçlayıp teşhir etmek câiz değildir. Eğer fasık dediği kimse fasık değilse kendisi fasık olur, kâfir olduğunu iddia ettiği kişi kâfir değilse bu söz geriye dönerek söyleyenin kâfir olmasına sebep olur.

Çünkü o, bu sözle bir mü'minin kâfirliğine hükmetmiştir. Hükmettiği kişi gerçekten kâfir değilse kendisinin küfrüne hükmetmiş olmaktadır .Umdedü'l-Kaari,c 22 s.157 Böyle bir suçlama ise, bir Müslüman’ın kendi kendine yapacağı çok büyük bir kötülük olur.

Bu konuda başka bir hadisin anlamı da şöyledir: "Her kim, bir adama: Ey kâfir veya Allah'ın düşmanı! der de o adam dediği gibi değilse o sözler bunları söyleyene döner"Riyazü's-Salihin,c 3 s.259

O halde Müslüman’a düşen, başkalarında gördüğü kötü davranışları yayarak onları üzmek değil, öğüt vermek ve yapıcı bir şekilde uyarıda bulunmaktır. Bir Müslüman’a kâfir demek son derece sakıncalıdır. Çünkü başkasının kâfir olmasına razı olmak demektir ki, bu, bir Müslüman için düşünülemez. Kaldı ki bir Müslüman’ın kâfirliğine hükmetmek çok zordur.

Şöyle ki, bir kimsenin kâfir olduğunu gösteren bir çok ihtimal yanında kâfir olmadığını gösteren bir ihtimal de varsa o kimsenin kâfir olmadığı tercih edilir.Dürer,c 1 s 324

Hatta bir kimsede bulunan yüz ihtimalden doksan dokuzu kâfir olduğunu, bir ihtimal de kâfir olmadığını gösterse, yine o kimsenin Müslümanlığına hükmedilir Aliyyü'l-Kaari,Şerhu'l Fıkhı'l-Ekber,s.296 Bir kimsenin yaptığı ibadetlerle gösteriş yaparak başkalarına karşı üstünlük taslaması da doğru değildir. Nitekim Kur'an-ı Kerimde: "Kendinizi temize çıkarmayın, çünkü o, (Allah) kötülükten sakınanı daha iyi bilir"Necm:32 buyurulmuştur. Peygamberimiz buyuruyor ki: "Bir adam: Vallahî Cenab-ı Hak falan kişiyi affetmez, dedi. Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah: "Falan kimseyi affetmeyeceğimi kim temin edebilir? Muhakkak ki ben o adamı bağışlar, senin amelinin sevabını da iptal ederim".Müslim,Birr,137 buyurdu Başkalarını kötülemek, onların kusur ve hatalarını teşhir ederek kendini temize çıkarmak, doğru olmadığı gibi Allah'ın kimi affedip kimi affetmeyeceği hususunda hüküm vermek de kimsenin yetkisinde değildir. Müslüman, başkalarının kusurları ile meşgul olmamalı, kendi kusurlarını düzeltmeye çalışmalıdır.

[]

Lupa Özel ad[]

Ico libri Anlamlar

[1] [[{{{2}}}#|{{{2}}}]] [[:din:{{{2}}}|din(din)]] İslam dininden olan kimse
[2] Allah'a teslim olan, emirlerini yerine getiren kimse

Nuvola apps bookcase Köken

[1] Nuvola apps bookcase Köken

Balance icon Eş Anlamlılar

[1] mümin, dindar

Nuvola apps bookcase2 Örnekler

[1] "İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyan idi, fakat O Allah'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslüman idi." (Al-i İmran Suresi, 67. ayet)

Crystal Clear app Login Manager Deyimler

Müslüman adam

Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar

hu:Müslüman

[]

Lupa Özel ad[]

Ico libri Anlamlar

[1] (din) Allah’ın insanlara peygamberi Muhammed vasıtasıyla gönderdiğine inanılan, monoteist, İbrahimi din.

Balance icon Eş Anlamlılar

[1] İslamiyet, Müslümanlık

Nuvola apps bookcase2 Örnekler

[1] "Allah katında din İslam'dır." (Kuran ayeti)
Nuvola apps bookcase Köken
[1] Nuvola apps bookcase Köken اسلام (ar) (’islām) (Allah'a teslim olmak)

Nuvola Turkish flag Türk Dilleri


  • {{{1}}}: [[islam#{{{1}}}|islam]] (tt)

|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] İslâm

az:İslam

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] Bir şeyi sahibine verme
[2] Emanet alınan bir şeyi sahibine geri verme
[3] Bırakma, devretme, terk etme
[4] Gerçek olduğunu söyleme, doğrulama

Nuvola apps bookcase Köken

[1] (Arapça)

Gagavuzca
[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] teslim

Nuvola apps bookcase Köken

[1] Nuvola apps bookcase Köken taslim

Crystal Clear app Community Help Atasözleri

[1] Başım acemi berbere teslim eden, cebinden pamuğunu eksik etmez

Crystal Clear app Login Manager Deyimler

teslim bayrağını çekmek

Crystal Clear app internet Çeviriler

  • (İngilizce): [1] [[surrender#(İngilizce)|surrender]] (en)

|} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

|}

|}

Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar

  • Şablon:Kaynak-EtymDict

Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar

[]

Lupa Sıfat[]

Ico libri Anlamlar

[1] (eskimiş) inançlı

[]

Lupa Deyim[]

Müslüman adam

Ico libri Anlamlar

[1] Dindar kişi
[2] Doğruluktan ayrılmayan kimse

İnsanlar tasdik ve inkâr açısından üç grupta incelenebilirler.

a) Mümin

Allah'a, Hz. Peygamber'e ve O'nun haber verdiği şeylere yürekten inanıp, kabul ve tasdik eden kimseye mümin denir. Müminler âhirette cennete girecekler, orada pek çok nimetlere kavuşacaklardır. Günahkâr müminler, suçları ölçüsünde âhirette cezalandırılsalar da sonunda cennete konulacaklardır. Müminlerin ebedî cennetlik olacağına dair Kur'an'da pek çok âyet vardır.

b) Kâfir

İslâm dininin temel prensiplerine inanmayan, Hz. Peygamber'in yüce Allah'tan getirdiği kesin olan ve tevâtür yoluyla bize kadar ulaşmış bulunan esaslardan (zarûrât-ı dîniyye) bir veya birkaçını yahut da tamamını inkâr eden kimseye kâfir denir. Meselâ namazın farz, şarabın haram oluşunu inkâr eden, meleklerin ve cinlerin varlığını kabul etmeyen kimse kâfirdir.

Kâfir sözlükte "örten" anlamına gelmektedir. Gerçek ve doğru inancı örttüğü, yanlış şeylere inandığı için böyle kimselere kâfir denmiştir. Bir insan kâfir olarak ölürse ebedî cehennemde kalacaktır. Bu konudaki âyetlerden birinde şöyle buyurulmuştur: "(Âyetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlara gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti onların üstünedir. Onlar ebediyen o lânet içinde kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir, ne de onların yüzlerine bakılır" (el-Bakara 2/161-162).

c) Münafık

Allah'ın birliğini, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve onun, Allah'tan getirdiklerini kabul ettiklerini söyleyerek, müslümanlar gibi yaşadıkları halde, kalpten inanmayan kimselere münafık denir. Münafıkların içi başka dışı başkadır. Sözü özüne uygun değildir. Bir âyette şöyle buyurulur: "İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde `Allah'a ve âhiret gününe inandık' derler" (el-Bakara 2/8). Münafıkların gerçekte kâfir oldukları bir başka âyette şöyle ifade edilir: "Onların Allah yolundan sapmalarının sebebi, önce iman edip sonra inkâr etmeleridir. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir. Artık onlar hiç anlamazlar" (el-Münâfikun 63/3).

Münafıklar İslâm toplumu için açık kâfirden daha tehlikelidirler. Çünkü onlar dıştan müslümanmış gibi gözüktüklerinden tanınmaları mümkün değildir; içten içe müslüman toplumun huzur ve düzenini bozar, kuzu postuna bürünerek dikkatsiz ve bilgisiz müslümanları yanlış yönlere sürüklerler. Peygamberimiz vahiyle kimlerin münafık olduğunu bilir, bu sebeple de onlara önemli görevler vermezdi. Hz. Peygamber'den sonra insanlar için böyle bir bilgi kaynağı (vahiy) söz konusu olmadığından ve müslüman olduğunu söyleyenlerin iç dünyasını araştırmak da doğru olmadığından münafık, dünyada müslüman gibi işlem görür. Onun cezası âhirete kalmıştır. Bir âyette açıklandığı üzere cehennemin en alt tabakasında münafıklar bulunur: "Şüphe yok ki münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar (derk-i esfel). Artık onlara asla bir yardımcı da bulamazsın" (en-Nisâ 4/145).

Küfür kelime olarak "örtmek" demektir. Dinî literatürde ise Hz. Peygamber'i Allah'tan getirdiği şeylerde yalanlayıp, onun getirdiği kesinlikle sabit dinî esaslardan bir veya birkaçını inkâr etmek anlamına gelir.

Sözlükte "ortak kabul etmek" anlamına gelen şirk, terim olarak Allah Teâlâ'nın tanrılığında, isim, sıfat ve fiillerinde, eşi, dengi ve ortağı bulunduğunu kabul etmek demektir. Müşrikler Allah'ın varlığını inkâr etmezler. O'ndan başka ilâh olduğunu kabul edip, onlara da taparlar veya isimleri, sıfatları, irade ve otorite sahibi olması açısından Allah'a eşdeğer güç ve varlıklar tanırlar.

Şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır. Aralarındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha özel olmasıdır. Bu anlamda her şirk küfürdür, fakat her küfür şirk değildir. Her müşrik kâfirdir, fakat her kâfir müşrik değildir. Çünkü şirk sadece Allah'a, zât, isim ve sıfatlarına ortak tanıma sonucu meydana gelir. Küfür ise, küfür olduğu bilinen birtakım inançların kabulü ile gerçekleşir. Küfür olan inançlardan biri de Allah'a ortak tanımadır. Meselâ Mecûsîlik'te olduğu gibi iki tanrının varlığını kabul etmek şirk olduğu gibi aynı zamanda küfürdür. Halbuki âhiret gününe inanmamak küfürdür, ama şirk değildir.

Allah'a şirk koşmak günahların en büyüğüdür. Şirk dışındaki günahları, Allah'ın dilediği kimse için bağışlayacağı bir âyette şöyle ifade edilir: "Allah kendine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah'a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır" (en-Nisâ 4/116).

Kur'an'a göre, göklerde ve yerde hâkimiyetin yegâne sahibi Allah'tır. Yaratma O'na mahsustur. Her şey O'na -istese de istemese de- boyun eğmiştir. Her şeyde O'nun hükmü geçerlidir. Yaratma ve hükümranlıkta hiç kimse O'na ortak olamaz.

K) İMAN ile KÜFÜR ARASINDAKİ SINIR

İman, Hz. Peygamber'in getirdiklerinin hepsini tasdik, küfür de inkâr etmektir. Buna göre, iman ile küfrü belirleyen başlıca ayıraç kalbin tasdikidir. Ancak kalbin tasdiki, insanlar tarafından bilinemediğinden, ikrar ve ikrarı gösteren dinî görevleri yerine getirmek, yani amel, kalpteki imanın varlığının göstergesi olarak kabul edilmiştir.

Küfrün en belirgin alâmeti, dinin temel esaslarından birini veya tamamını reddetmek yahut onları beğenmemek, önemsememek ve değersiz saymaktır.

Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, bu dünyada mümin kabul edilmesi ve İslâm toplumundan dışlanmaması gerekir. Çünkü dünyada dış görünüşe ve ikrara göre işlem yapılır. İçten inanıp inanmadığını tesbit ise Allah'a mahsus ve âhirete ilişkin bir meseledir: "...Size selâm verene dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, sen mümin değilsin demeyin..." (en-Nisâ 4/94) buyurularak buna işaret edilir. Hz. Peygamber de imanda ikrarın önemini vurgulamak ve kelime-i tevhidi söyleyenin, müslüman kabul edilmesi gereğine işaret etmek için şöyle buyurmuştur: "İnsanlar Allah'tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O'nun elçisidir deyinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse, can ve mal güvenliğine sahip olmuş olurlar..." (Buhârî, "Cihâd", 102; Müslim, "Îmân", 8; Ebû Dâvûd, "Cihâd", 104). Bu sebeple imanını diliyle ikrar ettiği veya davranışlarına yansıttığı sürece herkesin İslâm toplumunun tabii bir üyesi olarak görülmesi, can ve mal güvenliğine sahip olması, dünyevî-dinî ahkâm, sosyal ve beşerî ilişkiler bakımından da müslümanın sahip olduğu bütün statü, hak ve sorumluluklara muhatap olması gerekir.

[ K) İMAN ile KÜFÜR ARASINDAKİ SINIR ]

İman, Hz. Peygamber'in getirdiklerinin hepsini tasdik, küfür de inkâr etmektir. Buna göre, iman ile küfrü belirleyen başlıca ayıraç kalbin tasdikidir. Ancak kalbin tasdiki, insanlar tarafından bilinemediğinden, ikrar ve ikrarı gösteren dinî görevleri yerine getirmek, yani amel, kalpteki imanın varlığının göstergesi olarak kabul edilmiştir.

Küfrün en belirgin alâmeti, dinin temel esaslarından birini veya tamamını reddetmek yahut onları beğenmemek, önemsememek ve değersiz saymaktır.

Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, bu dünyada mümin kabul edilmesi ve İslâm toplumundan dışlanmaması gerekir. Çünkü dünyada dış görünüşe ve ikrara göre işlem yapılır. İçten inanıp inanmadığını tesbit ise Allah'a mahsus ve âhirete ilişkin bir meseledir: "...Size selâm verene dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, sen mümin değilsin demeyin..." (en-Nisâ 4/94) buyurularak buna işaret edilir. Hz. Peygamber de imanda ikrarın önemini vurgulamak ve kelime-i tevhidi söyleyenin, müslüman kabul edilmesi gereğine işaret etmek için şöyle buyurmuştur: "İnsanlar Allah'tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O'nun elçisidir deyinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse, can ve mal güvenliğine sahip olmuş olurlar..." (Buhârî, "Cihâd", 102; Müslim, "Îmân", 8; Ebû Dâvûd, "Cihâd", 104). Bu sebeple imanını diliyle ikrar ettiği veya davranışlarına yansıttığı sürece herkesin İslâm toplumunun tabii bir üyesi olarak görülmesi, can ve mal güvenliğine sahip olması, dünyevî-dinî ahkâm, sosyal ve beşerî ilişkiler bakımından da müslümanın sahip olduğu bütün statü, hak ve sorumluluklara muhatap olması gerekir.


....: WEB KÜTÜPHANESİ :....

İLMİHAL I İMAN VE İBADETLER (I, II CİLT) ( İÇİNDEKİLER )


<<Geri

Sayfa:26/91
İleri >> 

[ L) TEKFİR ]

Tekfir, müslüman olduğu bilinen bir kişiyi, inkâr özelliği taşıyan inanç, söz veya davranışından ötürü kâfir saymak demektir. İrtidad ise müslümanın dinden çıkması anlamına gelir. Dinden çıkana mürted denilir. Bu itibarla tekfir bir şahsın başkaları tarafından küfrüne hükmedilmesi, irtidad ise kişinin kendi irade ve ifadesiyle İslâm'dan ayrılması ve hukuk düzeni tarafından da mürted sayılması demektir.

Bir müslümanın kâfir olduğuna hükmedilmesi onu pek ağır dünyevî sonuçlara, müeyyide ve mahrumiyetlere mahkûm etmek anlamına geldiğinden, tekfir konusunda çok titiz davranmak gerektiği açıktır. Bu, bireysel bir isnat ve iddia anlamındaki tekfir için de toplumsal bir yargı anlamındaki irtidad için de böyledir. Gelişigüzel tekfir iddialarına dayanılarak irtidad hükümleri uygulanamaz.

İslâm kültüründeki tekfir ve irtidad kavramları, din ve vicdan hürriyetinin sınırlandırılması ve tehdit altında tutulması değil, toplumun ortak değerlerine ve dinî inançlarına karşı alenî saygısızlık ve saldırganlığı önleme, toplumda gerekli olan huzur ve sükûnu güvence altına alma, nesilleri inkârcılığın olumsuz etkilerinden koruma, tekfir edilen şahsa gerekli yaptırımların uygulanmasıyla da kamu vicdanı açısından adaleti gerçekleştirme gibi gayelere mâtuf bir tedbir ve toplumsal sağduyu refleksi niteliğindedir.

Yersiz yapılan tekfir, fert açısından ağır sonuçlar doğurmasının yanında toplum hayatında kapatılamayacak yaraların açılmasına, birlik ve bütünlüğün zedelenmesine ve parçalanmaya sebep olur. Çünkü bu durumdaki bir kimse, gerçek durumunu Allah bilmekle birlikte, toplumda müslüman muamelesi görmez, selâmı alınmaz, kendisine selâm verilmez, kestikleri yenilmez. Müslüman bir kadınla evlenmesine müsaade edilmez. Öldüğünde cenaze namazı kılınmaz. Müslüman kabristanına gömülmez. Tekfir bu denli ağır sonuçlar doğurduğu içindir ki, Hz. Peygamber Medine toplumunda, münafıkların varlığını bildiği halde onları küfürle itham etmemiş, temelleri hoşgörüye bağlı bir İslâmlaştırma siyaseti izlemiş, pek çok hadiste de "Ben müslümanım" diyeni küfürle suçlamaktan sakınmayı tavsiye etmiştir. Bir hadiste "Kim bir insanı kâfir diye çağırırsa, yahut öyle olmadığı halde ey Allah düşmanı derse söylediği söz kendisine döner" (Buhârî, "Ferâiz", 29; Müslim, "Îmân", 27) buyurulurken, bir başka hadiste de şöyle denilmiştir: "Bir insan müslüman kardeşine ey kâfir diye hitap ettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner" (Buhârî, "Edeb", 73; Müslim, "Îmân", 26).

Hadislerden de anlaşılacağı gibi bir kimseyi küfürle itham ederken göz önünde bulundurulması gereken husus, o kimsenin küfür olan bir inancı gönülden benimsediğinin iyi tesbit edilmesidir. Muhatap küfrü açıkça benimsemiyorsa, onun inanç, söz veya davranışı ile küfre girdiğini söyleme konusunda temkinli olmak gerekir. Hz. Peygamber'in anılan tavsiyelerini göz önünde bulunduran bilginler "ehl-i kıbleden olup da günah işlemiş bulunan bir kimseyi bundan dolayı tekfir etmemeyi" Ehl-i sünnet'in temel prensipleri arasında zikretmişlerdir.

Advertisement