Giriş
Risale-i Nur Külliyatı’ndan
MESNEVÎ-İ NURİYE
Müellifi
Bedîüzzaman Said Nursî
Mütercimi
Abdülmecid Nursî
- İ’tizar
- Mukaddime
- Lem'alar Risalesi
- Reşhalar
- Lasiyyemalar
- Katre
- Hubab
- Habbe
- Zühre
- Zerre
- Şemme Risalesi
- Onuncu Risale
- Şule
- Nokta
- Münderecat Hakkında
- Fihrist
Fihrist[]
Mukaddime
1- Lem’alar
Tevhide dair olup Risale-i Nur’daki Yirmi İkinci Söz’ün esası ve bir cihette Arapçasıdır. On dört lem’a ile tevhidin en ince hakikatlerini, en mufassal bir surette وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ hakikatine mazhar edecek bir silsile-i delail ve şehadeti ibraz eden çok kıymettar ve hava, su, ekmek gibi herkesin muhtaç olduğu bir risaledir.
Nur’un Mesnevî’sinin başında derc edilen Lâsiyyemalar, Lem’alar, Reşhalar isimlerindeki üç risale, âhirdeki risaleler gibi müteferrik meselelerden bâhis değildir. Aynı mevzu üzerinde gidiyorlar.
2- Reşhalar
Bu Reşhalar Risalesi, imanın en mühim üç erkânından nübüvvetin hakikatini ve nübüvvet-i Ahmediyeyi (asm) gayet kat’î ve parlak bürhanlarla ispat ediyor. Şems nasıl ziya vermemesi mümkün değildir. Aynen öyle de uluhiyet de risaletsiz mümkün olmadığını ispat ediyor. Ve nübüvvetin hakikatini güneş gibi gösteriyor. Kâinatı mücessem bir Kur’an-ı kebir olarak temsil edip Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm onun âyetü’l-kübrası olduğunu, gözünde perde ve kalbinde pas olmayanlara irae ediyor.
Bu hârika risale on bir reşhadır. On Birinci Reşha’da, yirmi bir mu’cizat-ı Ahmediyeye (asm) işaret eden bir salavat-ı şerifeyi o Nebiyy-i Zîşan aleyhissalâtü vesselâm Efendimize getiriyor.
On Birinci Reşha’dan sonra uzun bir i’lemde, nübüvvet-i Ahmediyeye (asm) –başka bir tarzda– görülmemiş delilleri gösteriyor.
Bu risalenin Türkçesi, Risale-i Nur’daki On Dokuzuncu Söz’dedir.
Mesnevî’nin başındaki bu üç risale “Eski Said”in eserlerinden olmayıp Üstadımızın tabiriyle “Yeni Said”in eserleridir. Üstadımızın eski eserlerinden Risale-i Nur’a girenler olduğu gibi Risale-i Nur’u telifi zamanında yazdığı Arapça eserleri de bu suretle Mesnevî-i Arabiye’ye idhal olunmuştur.
3- Lâsiyyemalar
İman-ı haşre dair olan bu risale Risale-i Nur’daki Onuncu Söz’ün esası olup Barla’da, Üstadımızın –bir bahar gününde– rahmet-i İlahiyenin âsârını bağ ve bahçelerde müşahedesinden ve ihtiyarsız olarak فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ âyet-i kerîmesini kırk defaya yakın okumasından sonra tulû etmiş gayet kıymettar ve bu zamanda çok lüzumlu ve inkâr-ı haşir mefkûresini köküyle kesip İbn-i Sina gibi acib bir dâhînin “Haşir bir mesele-i nakliyedir, akıl bu yolda gidemez.” dediği haşri en basit fehme de kabul ettiren ve haşrin binler numunelerini arz yüzünde gösteren ve haşri iktiza eden pek çok esma-i İlahiyeden tut, tâ mahiyet-i insaniyede dahi haşri ispat eden bir risaledir.
Bir kaide-i hasenenin tezahürü olarak her risalenin başında olduğu gibi bu risalenin başında da Cenab-ı Hakk’a tahmidat ve Nebiyy-i Zîşan’a salât ü selâm vardır. İman-ı billah, iman-ı bi’n-nebi, iman-ı bi’l-haşir ve şuhud-u kâinat mabeyninde bir irtibat-ı tamme ve telazum-u kat’iye olduğundan bu risale kısaca olarak “tevhid ve risalet” hakikatlerinden bahsederek esas mesele olan mesele-i haşriyeye “Lâsiyyema”larla geçmiştir. Risale-i Nur’un Yirmi Sekizinci Söz’ünün İkinci Makamı olan bu risale, yirmi senedir Üstadımızın eline yeni geçmiştir.
4- Katre
Bu Katre Risalesi bir mukaddime, bir hâtime ve dört babdan ibarettir. Mukaddime’de Üstadımız, kırk sene ömründe, telif eylediği seneye nisbetle otuz senelik ilim seyrinde, dört kelime ile dört kelâm tahsil ettiğini ve bu dört kelimenin biri mana-yı harfî, ikincisi mana-yı ismî, üçüncüsü niyet, dördüncüsü nazar olduğunu… Dört kelâm ise biri “Ben kendi kendime mâlik değilim.”, ikincisi “El-mevtü hakkun”, üçüncüsü “Rabbî vâhidün”, dördüncüsü “Ene’nin bir nokta-i sevda ve bir vâhid-i kıyasî” olduğunu söylüyor. Bu Risale اَشْهَدُ اَنْ لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ hakikatini, Birinci Bab olarak kâinat erkânından her bir rükün, elli beş küllî ve gayet zahir lisanla ispat ediyor.
Takriz
Katre’nin Hâtimesi
Müteferrik ve kısa fakat çok lüzumlu ve mühim hakikatlerden bahseder. Başında “yeis, ucub, gurur, sû-i zan” gibi nefsin dört hastalığını sonra dört hakikati ve daha sonra da “Katre”de zikredilen Birinci Bab’daki “Lâ ilahe illallah” hakikatini ve devamı olarak Bab-ı Sâni’de “Sübhanallah” Bab-ı Sâlis’te “Elhamdülillah” Bab-ı Râbi’de “Allahu ekber” mertebelerini beyan ettikten sonra Nokta ve Nükte başlıklarıyla mevzu itibarıyla birbirinden farklı i’lemlere geçer.
Katre’nin Zeyli
“Remiz”ler ve “İ’lem”ler unvanı altında, her birisi bir risaleye mevzu olacak kıymette hakikatlerden ibarettir. Başında salât ü selâmdan sonra birinci “İ’lem” namazda evvel vakte riayet etmenin ve hayalen Kâbe’ye müteveccih olmanın faziletini ve evham ve vesvese-i şeytaniyeyi nasıl müzmahil ettiğini ve musallînin bütün letaif ve havassının nasıl feyizlendiğini beyan eder.
Bu geçen risaleler aynı zamanda erkân-ı imaniyeden bahsetmekle hem iman hem ilim hem marifetullah hem zikir olduğundan okuması dahi bir nevi ibadettir.
5- Hubab
Biri Türkçe diğeri Arapça iki zeyli olan bu çok mühim risale, Üstadımızın “Hutuvat-ı Sitte”yi neşri münasebetiyle taltif için Ankara’ya çağrıldığında, Ankara’da İslâm ordusunun Yunan’a galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içine gayet müthiş bir zındıka fikri girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüğü hengâmda telif ettiği iki eserden birisidir.
Bu risalenin başında bulunan salât ü selâm çok ehemmiyetlidir. Bu Mesnevî-i Nuriye’nin fevkalâde olan ve hiçbir eserde rastlanmayan bir hususiyeti de bir parmağın hareketiyle birkaç makineyi birden çalıştırmak gibi gayet belâgatlı bir beyan tarzına sahip oluşudur. Sâbıkan zikredildiği gibi bu muazzam mecmuada hem zikir hem iman hem tefekkür hem ilmi bir arada bulmak daima mümkündür. Mesela, salât ü selâmı yalnız zikir olarak dercetmiyor. Aynı zamanda onda bir iman inkişafı, aynı zamanda bir ilim, aynı zamanda mü’min-i musallîyi evham ve şübehattan kurtaran hakikatleri serd ederek lâekall üç mana mertebesini beyan ediyor.
Bu hârika risale mühim bir “İ’lem”inde, medeni mü’min ile medeni kâfirin suret ve sîret ve zahir ve bâtın farklarını gayet beliğ bir tarzda beyan ediyor. Ve neticede bu farkı körlere de göstermek için diyor ki: “Eğer istersen hayalinle Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git bak: Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melaikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar ilâ âhir…” diyerek daha başka cihetteki farklarını “Lemaat” ve “Sünuhat”a havale eder.
Başka bir “İ’lem”de, Risale-i Nur’da Yirmi Yedinci Söz namını alan İçtihad Risalesi’ni dört sahifede hülâsa ediyor.
Hubab’ın Birinci Zeyli
Farisî bir münâcatla başlar. Bu münâcatın Türkçesi Yedinci Rica’da ve On Yedinci Söz’ün zeylinde vardır.
Üstadımız hiç Farisî tahsil etmediği halde o kadar mükemmel Farisî bir lisan ile telif edilmiştir ki o zamanki Afgan Sefiri bu eseri takdir hisleri içerisinde Afganistan’a göndermiştir.
Bu Farisî münâcatın akabinde: “Ey Mücahidîn-i İslâm” başlığı altında Türkçe olarak mebusana on maddelik bir hitap vardır. Bu hitabın tesiriyle Meclis-i Mebusanda küçük bir oda olan mescid, büyük bir salona tebdil edilmiştir.
Zeylü’l-Hubab
Hubab’ın İkinci Zeyli de çok mühim hakikatleri ihtiva etmektedir.
6- Habbe
İki zeyli vardır. Bu risalenin birinci “İ’lem”i, hakikat-i Muhammediye (asm) âlemin hem sebeb-i hilkati hem çekirdeği hem meyvesi hem netice-i hilkat-i âlem olduğunu gayet edibane bir üslup ile beyan ediyor. Diyor ki: “Eğer âlemi bir kitab-ı kebir olarak görsen, kâtibinin kaleminin mürekkebi nur-u Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Eğer âlemi bir şecere suretinde görsen, evvela çekirdeği, sonra meyvesi yine nur-u Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır. Eğer âlemi bir zîhayat libasını giymiş görsen, onun ruhu nur-u Muhammedî aleyhissalâtü vesselâmdır. Eğer âlemi bir gül bahçesi olarak görsen onun andelib-i zîşanı yine nur-u Muhammedî aleyhissalâtü vesselâmdır.”
Risalenin sonunda gayet güzel bir tazarru ve niyaz ve istiğfar vardır.
Zeylü’l-Habbe
Habbenin Birinci Zeyli’nin âhirlerinde حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكٖيلُ ۞ لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ اِلَّا بِاللّٰهِ الْعَلِىِّ الْعَظٖيمِ mertebelerinin Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiye’ye nisbeten kısa ve gayet güzel beyanları mündericdir.
Zeylü’z-Zeyl
Habbe’nin ikinci zeylinde, gayet mühim bir risale olan hem Arapça hem Türkçe olarak kesretle intişar eden Asâ-yı Musa mecmuasında Yirmi Üçüncü Lem’a namındaki “Tabiat Risalesi”nin muhtasar kısa Arapçası da vardır.
Bu risale, Ankara’da telif edildiği zaman bir matbaada tabedilmiştir. İnsanların ağzından çıkan dehşetli üç kelimenin butlanını ispat ederek tabiat bataklığında boğulanları kurtarıyor.
7- Zühre
Uzun bir hakikatin yalnız ucunu göstermek ve parlak bir nurun yalnız bir şuâını irae etmek maksadıyla yazılan bu çok mühim risale, gayet ehemmiyetli hakikatleri ihtiva ettiğinden en mümtaz Nur şakirdlerinin musırrane talepleri üzerine, ekserisi Arapça bilmeyen o şakirdlerin istifadelerine medar olmak için kısmen izahlı, kısmen kısa bir meali Üstadımız tarafından Türkçeye çevrilmiş ve On Yedinci Lem’a namıyla on beş nota olarak Risale-i Nur Külliyatı’nın Lem’alar kısmına ilhak edilmiştir.
Zühre şöyle bir hakikatle başlar: “Dünyadaki her zîhayat, mâlikinin ismiyle, namıyla hesabıyla çalışan muvazzaf bir asker gibidir. Kim kendini kendine mâlik zannetse o kimse hēliktir.”
Sonra uzun ve muhit bir salât ü selâmı müteakip her biri bir risalenin güya hülâsası ve çekirdeği mahiyetindeki şümullü “İ’lem”lere geçer.
“İ’lem”lerin birisinde, Kur’an tilmizi ile felsefe tilmizini içtimaî ve şahsî cihetlerden mukayese ederek felsefenin sakîm ve muzır kısmının bâtıl hükümlerini çürütür.
Son “İ’lem”i de gayet güzel ve hazîn bir münâcat ihtiva etmektedir. Daha fazla malûmatı Türkçe olan Notalar Risalesi’ne havale ederiz.
Bu Mesnevî-i Nuriye’nin fihristesinde, o kıymettar hârika risalelerdeki yüzer hakikatlerden yalnız bir ikisini nâkıs fehmimizle ve kāsır ifademizle göstermeye çalıştık. Yoksa gösterdiğimiz misaller, o hârika-i ilim ve irfanın ne en canlı noktaları olabilir ve ne de en kıymetli cevherleri olabilir. Belki o şemsin cüz’î bir şuâı ve o bahrin küçük bir katresidir.
8- Zerre
Şeytanın ve ehl-i ilhadın bazı vesveselerini tard eden müteferrik meselelerden bahseden hârika ve fevkalâde bir risale olup iki kısımdan ibarettir.
İman ve ahlâkiyatı ve vesveselerin izalesini ve insandaki teşahhusat-ı vechiyenin hikmetini beyan eden İ’lemler, bu risalenin münderecatındandır.
Bir İ’lem’inde وَمِنْ اٰيَاتِهٖ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَ اَلْوَانِكُمْ âyetinde zikredilen semavat ve arzın hilkati ve beşerin lisan ve renklerinin ihtilafı Cenab-ı Hâlık-ı Zülcelal’in âyetlerinden olduğunun hakikatini gayet güzel bir tarzda beyan ediyor. Diyor ki:
“Bütün beşerin esasat-ı azada ittifakı, Sâni’in vahdetine; teşahhusat-ı vechiyede temayüzü, Sâni’in muhtar ve hakîm olduğuna gayet bâhir ve zahir delildir.” der, ispat eder. Beşerin birbirinden teşahhusça farklarının hikmetini ve diğer mahlukatta bu temayüzün ferden ferdâ olmayıp nevi nevi oluşu hikmetin öyle iktiza ettiğini izah ediyor.
Başka bir İ’lem’de, şeytan-ı insî ve cinnînin, bakaranın bâtınen gayet mükemmel, zahiren miskin oluşu hakkındaki bir vesvesesini tard eder ve der ki: “Ey şeytan-ı cinnîye üstad olan şeytan-ı insî! Eğer her şey, her şeyi maslahat miktarıyla ve lâyık-ı vechile yapan Kadîr-i Ezelî’nin sanatı olmasa idi senin eşeğinin kulağı senden ve senin üstadlarından daha akıllı ve daha hâzık olması lâzım gelirdi.” diye insî ve cinnî şeytanların vesveseleri yüzlerine çarpılarak; bakaranın yani ineğin dâhilinin mutlak olduğunun ve haricinin mukayyed oluşunun hikmetini aklen ve ilmen gayet mukni bir surette beyan eder.
Ahlâka dair bir İ’lem’inde der ki: “Ey fâsık! Bil ki medeniyet-i sefihe öyle müthiş bir riyayı ibraz etmiş ve meydana çıkarmış ki ehl-i medeniyetin ondan kurtulması mümkün değildir. Çünkü ehl-i medeniyet o riyaya şan ve şeref namını vermiş. İnsanı şahıslara karşı riyakârlığa bedel, unsurlara ve milletlere ve devletlere karşı riyakârlığa teşvik etmiş ve tarihi onlara müşevvik ve alkışçı ve cerideleri de yani gazeteleri de dellâl yapmış. Ölümü unutturup güya unsurları içinde bir hayatları var diye zaman-ı cahiliyetteki gaddar zalimlerin desiseleri nevinden bir desise ile beşeri tasannu ve riyakârlığa sevk etmiştir.”
Ne kadar okunsa okunmaya lâyık olan bu risale dahi bir istiğfar ve Hazret-i Mevlana’nın bir beytiyle nihayet bulmuştur.
9- Şemme
Kâinatın mecmuundan tâ zerreye kadar mütenâzilen her bir mevcudun, pek çok esma-i İlahiyeden Allah, Rab, Mâlik, Müdebbir, Mürebbi, Mutasarrıf ve Nâzım isimlerine şehadet ettiklerini ispat eder.
Başka bir İ’lem’inde, hiçbir kimsenin Sâni’-i âlem’den şikayet hakkı olmadığını gösterir.
Diğer bir İ’lem’inde Kur’an-ı Hakîm’in ilk ve ekser muhatabı olan cumhur-u avamın fehimlerini nasıl okşadığını ve onların idraklerine nasıl müraat ettiğini uzun bir hakikatle beyan eder.
Hem tayy-ı mekân ve bast-ı zaman ve enenin mahiyeti ve iki vechi gibi pek çok ince hakaiki beyan eden müteferrik mevzulardan müteşekkil bir kıymettar risaledir.
Bu risale:
Meded ey kafile-salar-ı rusül huz biyedî,
Sensin ey nur-u kerem cümlemizin mutemedi
İntisabım sanadır işte dilimde senedi:
Lâ ilahe illallah Muhammedün Resulullah.
diye bir manzum kıtadan sonra uzun ve muhit bir istiğfar ve duaya geçerek hitama erer.
Onuncu Risale:
Diğerlerine nisbetle büyük olan bu risalede, Sözler’den bazılarının hülâsalarıyla, müteferrik ve muhtelif mevzulardan ibaret İ’lemler vardır.
Birinci İ’lem’inde وَجَعَلْنَاهَا رُجُومًا لِلشَّيَاطٖينِ âyet-i kerîmesinin tefsirini, semavata çıkmak isteyen şeytanların recmedilmelerini yedi basamak ile beyan eder.
Birinci Basamağında: Semadaki sükûnet ve sükûta ve intizama işaretle der ki: “Sema ehli, arz ehli gibi hayırların ve şerlerin karışmasından ve zıtların içtimaından meydana gelen münakaşa ve ihtilafat ve tezebzüb içinde değillerdir. Belki onlar, kendilerine Hâlıkları tarafından emredilen şeyleri kemal-i itaatle yapan mutîlerdir.”
Şeytanların recmedilmelerini beyan ve ispattan sonra başka bir İ’lem’de (Üstadımız) Kur’an’dan istifade ettiği dört tarîkı, dört hatve ile gayet veciz bir tarzda izah eder. Risale-i Nur’un Sözler kısmında mufassal izahı bulunan bu İ’lem çok mühimdir.
Diğer bir İ’lem’inde, ubudiyetin mukaddime-i mükâfat-ı lâhika değil, netice-i nimet-i sâbıka olduğunu beyandan sonra çok hakikatli ve geniş manadaki İ’lemlere geçerek Nur’un İlk Kapısı’nda ve Küçük Sözler’de bir derece mealleri bulunan hakikatlerin izahıyla bu kıymettar ve mühim risale hitama erer.
Bu kıymettar risalenin münderecatından şems gibi nurlu, kamer gibi parlak bir misali şudur: Kur’an-ı Hakîm, kâinattaki insana râci ve menfaatli olan eşyayı ihtar için zikrediyor. Yoksa Kur’an-ı Hakîm’in o beyanatı yalnız o faydasına inhisar etmiyor. Çünkü insan kendisiyle alâkası olan ve faydası dokunan bir zerreye, kendisi ile alâkası olmayan bir şemsten ziyade ehemmiyet verir. Mesela وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ ۞ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنٖينَ وَالْحِسَابَ Yani kamerin küre-i arz etrafında devrinin Cenab-ı Hak tarafından takdir edilmesinin pek çok hikmetlerinden bir hikmeti de beşerin günlerini, aylarını, senelerini hesap etmesi, bilmesidir. Yoksa kamerin takdiri, bizce çok lüzumlu bulunan bu faydasına inhisar etmez. Hâlık-ı Zülcelal’in esmasına âyinedarlık eden binler hikmetleri daha var.
Bu kıymettar risalenin âhirinde, altı katrede i’caz-ı Kur’an’ı hülâsa eden küçük fakat o nisbette şümullü bir risale vardır.
Mu’cize-i Kübradan Birkaç Katreyi Tazammun Eden On Dördüncü Reşha
Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın risaletinin hakkaniyetine bir delil de Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’dır. Kur’an-ı Hakîm’in kırka yakın vech-i i’cazı, Lemaat ve İşaratü’l-İ’caz tefsirinde beyan edildiğinden onlara havale ederek Birinci Katre nihayet bulur.
İkinci Katre’de: Yirmi Beşinci Söz’de zikredilen “Kur’an Nedir?” diye olan tarifin kısa bir Arapçası vardır.
Üçüncü Katre: Altı noktadır. Üçüncü Nokta’sında: Nasıl ki insan muhtelif hâcat-ı cismaniyeye muhtelif vakitlerde muhtaçtır. Mesela, havaya her an, hararete, suya her vakit, gıdaya her gün, ziyaya her hafta muhtaçtır. Öyle de hâcat-ı maneviye-i insaniye de muhteliftir. Bir kısmına her an muhtaçtır. Lafzullah gibi. Bir kısmına her vakit muhtaçtır. Bismillah gibi. Bir kısmına her saat muhtaçtır. “Lâ İlahe İllallah” gibi. Ve hâkeza kıyas et.
Dördüncü Katre: Altı nüktedir. Beşinci Nükte’sinde çok âyet-i kerîme bulunmasından ve orası da izah makamı olmadığından Mu’cizat-ı Kur’aniye’ye havale edilerek o nükte tayyedilmiştir. Bazen bir harf-i Kur’anîde Kur’an’ın i’cazını ispat eden bu risale ve arkadaşları olan “İşaratü’l-İ’caz” ve “Mu’cizat-ı Kur’aniye” risaleleri Kur’an-ı Hakîm’in birer elmas kılıncıdırlar.
Altıncı Katre: Belâgat-ı Kur’aniyenin bir sırrını keşfederek ediblerin اُنْظُرْ اِلٰى مَنْ قَالَ yani “Kim söylemiş?” demelerine mukabil اُنْظُرْ اِلٰى مَنْ قَالَ وَ لِمَنْ قَالَ وَ لِمَا قَالَ وَ فٖيمَا قَالَ diyerek i’caz-ı Kur’aniyeyi parlattırıyor. Bu Altıncı Katre, belâgat-ı Kur’aniye için mühim bir anahtardır.
10- Şule
İki sahifelik bir zeyli olan küçük hacimde bir risaledir.
11- Nokta
Çok muhtasar olduğu için özetlenmedi.
اَللّٰهُمَّ اخْتِمْ لَنَا بِالسَّعَادَةِ وَالشَّهَادَةِ وَالْكَرَامَةِ وَالْبُشْرٰى اٰمٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ
İ’tizar[]
Fihristi hitama eren Mesnevî-i Nuriye, hayatın hayatı ve gayesi ve en yüksek hakikat olan imanı taklitten tahkike, tahkikten ilmelyakîn mertebesine, ilmelyakîn mertebesinden aynelyakîn derecesine ve daha sonra da hakkalyakîne ulaştıran muazzam ve muhteşem ve pek çok risaleleri tazammun eden muhit ve hârika bir eserdir.
Bu eserin hakiki kıymetini tebarüz ettirecek en hakiki fihristi, yine onun aziz ve muhterem müellifi üstadımız yapabilirdi. Bizim çok kısa anlayışımız ve zayıf idrakimiz ve kāsır fehmimiz ve Arapçaya olan vukufsuzluğumuz, ulema-i mütebahhirînin katresine bahir dedikleri bu emsalsiz eserin fihristini kārilere pek noksan olarak takdim etmemizin âmilleri olmuştur.
Muhterem kāri! Bu fihriste bakıp da tılsım-ı kâinatın keşşafı, hakaik-i eşyanın miftahı, hikmet-i hilkatin dellâlı olan bu manevî hazine hükmündeki mecmuayı da o mizan ile tartma. Çünkü bizdeki acz ve noksanlık o mecmuanın kıymetiyle mebsuten değil, makûsen mütenasiptir. Güneşin bir zerre cam parçasındaki timsaline bakıp da “Güneş de bu kadardır.” deme. Çünkü o zerre, kabiliyeti kadar o güneşten feyiz alır. Sen ise âyinenin büyüklüğü nisbetinde o manevî şemsten feyiz alacaksın.
Hem bu mecmuada bulunan yüzlerce i’lemlerden yalnız pek az bir kısmının pek cüz’î bir manası yalnız işaret için zikredilmiş. Yoksa her bir risale, hattâ her bir i’lem için bu Mesnevî fihristinin mecmuu kadar bir fihrist yapmak lâzım gelirdi. Buna da ne bizim iktidar-ı ilmimiz ve ne de makam ve ne de zaman müsait değildir.
سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَٓا اِنْ نَسٖينَٓا اَوْ اَخْطَاْنَا
رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا بِاَحْسَنِ قَبُولٍ هٰذِهِ الْفِهْرِسْتَةَ النَّاقِصَةَ بِحُرْمَةِ سَيِّدِ الْمُرْسَلٖينَ وَ اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ اَجْمَعٖينَ اٰمٖينَ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ
Mustafa Gül ve Tahirî Mutlu
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
İ’tizar[]
Risale-i Nur Külliyatı’ndan “El-Mesneviyyü’l-Arabî” ile muanven, büyük Üstadın cihan-baha pek kıymettar şu eserini de Allah’ın avn ü inayetiyle Arabîden Türkçeye çevirmeye muvaffak olmakla kendimi bahtiyar addediyorum. Yalnız aslındaki ulviyet, kuvvet ve cezaleti tercümede muhafaza edemedim. Evet, o cevher-baha hakikatlere zarf olacak ne bir harf ve ne bir lafız bulamadım. Tercüme lisanı da fikrim gibi nâkıs ve kāsır olduğundan o azîm imanî ve cesîm Kur’anî hakikatlere ancak böyle dar ve kısa bir kisveyi tedarik edebildim. Ne hakkın ve ne hakikatin hatırı kalmış. Fabrika-i dimağiyemin bozukluğundan bu kadarı da müellif-i muhterem Bedîüzzaman’ın manevî yardımları ile dokuyabildim.
Evet, bir tavuk kendi uçuşuyla, şahinin veya kartalın uçuşlarını taklit ve tercüme edemez. Bu, hakikaten aslına uygun ve lâyık bir tercüme değildir. (Pek kısa bir meal, bazen de tayyedilmiş, tercüme edememiş.) Çok yerlerde yalnız mealini aldım. Bazı yerlerde de tayyettim. Ancak aslındaki hakaiki, evlad-ı vatana gösteren küçük bir âyinedir.
Risale-i Nur müellifinin neseben küçük kardeşi ve on beş sene ondan ders alan
Abdülmecid Nursî
Mukaddime[]
Risale-i Nur’un bir nevi Arabî Mesnevî-i Şerif’i hükmünde olan bu mecmuanın mukaddimesi beş noktadır.
Birinci Nokta: Kırk elli sene evvel Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için hakikatü’l-hakaike karşı ehl-i tarîkat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarîkat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi. Çünkü aklı, fikri hikmet-i felsefiye ile bir derece yaralı idi; tedavi lâzımdı.
Sonra hem kalben hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi. Baktı, onların her birinin ayrı cazibedar bir hâssası var. Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı. İmam-ı Rabbanî de ona gaybî bir tarzda “Tevhid-i kıble et!” demiş, yani “Yalnız bir üstadın arkasından git!” O çok yaralı Eski Said’in kalbine geldi ki:
“Üstad-ı hakiki Kur’an’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur.” diye yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi hem ruhu gayet garib bir tarzda sülûka başladılar. Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu manevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti. Gözü kapalı olarak değil belki İmam-ı Gazalî (ra), Mevlana Celaleddin (ra) ve İmam-ı Rabbanî (ra) gibi kalp, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrakın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki Kur’an’ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ وَ فٖى كُلِّ شَىْءٍ لَهُ اٰيَةٌ تَدُلُّ عَلٰى اَنَّهُ وَاحِدٌ hakikatine mazhar olduğunu, Yeni Said’in Risale-i Nur’uyla göstermiş.
İkinci Nokta: Mevlana Celaleddin (ra) ve İmam-ı Rabbanî (ra) ve İmam-ı Gazalî (ra) gibi akıl ve kalp ittifakıyla gittiği için her şeyden evvel kalp ve ruhun yaralarını tedavi ve nefsin evhamdan kurtulmasını temine çalışıp lillahi’l-hamd Eski Said, Yeni Said’e inkılab etmiş. Aslı Farisî sonra Türkçe olan Mesnevî-i Şerif gibi o da Arapça bir nevi Mesnevî hükmünde Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şule, Lem’alar, Reşhalar, Lâsiyyemalar ve sair dersleri ve Türkçede o vakit Nokta ve Lemaat’ı gayet kısa bir surette yazmış; fırsat buldukça da tabetmiş. Yarım asra yakın o mesleği Risale-i Nur suretinde fakat dâhilî nefis ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalalete giden ehl-i felsefeye karşı Risale-i Nur, geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçti.
Üçüncü Nokta: O Yeni Said’in münazarasıyla, nefis ve şeytanın tam mağlup edilmesi ve susturulması gibi Risale-i Nur dahi yaralanmış talib-i hakikati kısa bir zamanda tedavi ettiği gibi ehl-i ilhad ve dalaleti de tam ilzam ve iskât ediyor.
Demek bu Arabî Mesnevî mecmuası, Risale-i Nur’un bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmündedir. Bu mecmuanın yalnız dâhilî nefis ve şeytanla mücadelesi, nefs-i emmarenin ve şeytan-ı cinnî ve insînin şübehatından tamamıyla kurtarıyor. Ve o malûmat ise meşhudat hükmünde ve ilmelyakîn ise aynelyakîn derecesinde bir itminan ve bir kanaat veriyor.
Dördüncü Nokta: Eski Said ilm-i hikmet ve ilm-i hakikatin çok derin meseleleriyle meşgul olması ve büyük ulemalarla derin meseleler üzerinde münazarası ve medresenin yüksek derslerini gören eski talebelerinin fehimlerinin derecesine göre yazması ve Eski Said’in de terakkiyat-ı fikriye ve kalbiyesinde, yalnız kendisi anlayacak bir surette, gayet kısa cümlelerle ve gayet muhtasar bir ifade ile uzun hakikatlere kısa kelimelerle işaretler nevinde o mecmuayı yazdığı için bir kısmını en müdakkik âlimler de zorla anlayabilir. Eğer tam izah olsa idi, Risale-i Nur’un mühim bir vazifesini görecekti.
Demek o fidanlık Mesnevî, turuk-u hafiye gibi enfüsî ve dâhilî cihetinde çalışmış; kalp ve ruh içinde yol açmaya muvaffak olmuş. Bahçesi olan Risale-i Nur hem enfüsî hem ekseri cihetinde turuk-u cehriye gibi âfakî ve haricî daireye bakıp marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış. Âdeta Musa aleyhisselâmın asâsı gibi nereye vurmuş ise su çıkarmış.
Hem Risale-i Nur, hükema ve ulemanın mesleğinde gitmeyip Kur’an’ın bir i’caz-ı manevîsiyle, her şeyde bir pencere-i marifet açmış; bir senelik işi bir saatte görür gibi Kur’an’a mahsus bir sırrı anlamıştır ki bu dehşetli zamanda hadsiz ehl-i inadın hücumlarına karşı mağlup olmayıp galebe etmiş.
Beşinci Nokta: Eski Said’in Yeni Said’e inkılab etmesi zamanında, yüzer ilimlerle alâkadar binler hakikatler, ayrı ayrı birer risaleye mevzu olacak kıymette iken, o Said telif ederken meselelerin başında “İ’lem, İ’lem, İ’lem”lerle her bir hakikati –ki bir risale olacak derecede ehemmiyetli iken– birkaç satırda, bazen bir sahifede, bazen bir iki satırda zikrediyorlar. Âdeta her bir “İ’lem” bir risalenin şifresidir.
Hem “İ’lem”ler birbirine bakmayarak muhtelif ilimlerin ve hakikatlerin fihristeleri hükmünde yazıldığından o mecmuayı okuyanlar, bu noktaları nazara alıp itiraz etmesinler.
Said Nursî
Lem’alar Risalesi[]
Mesnevî-i Nuriye’nin Birinci Parçası Olan Lem’alar Risalesi (Türkçe Risale-i Nur’un Yirmi İkinci Söz’ü ile aynı mealdedir.)
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَىْءٍ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ وَكٖيلٌ ۞ لَهُ مَقَالٖيدُ السَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ ۞ فَسُبْحَانَ الَّذٖى بِيَدِهٖ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ ۞ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُ ۞ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا
Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hâdiseleri esbaba isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar ancak o kudretten gelen hakiki tesirleri ilan ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki yukarıdan gelen emirlerin tebligatı o daireden yapılıyor. Çünkü izzet ve azamet perdeyi iktiza eder; tevhid ve celal dahi şirketi reddeder, tesiri esbaba vermiyor.
Evet, Sultan-ı Ezelî’nin memurları vardır amma icraatçıları değillerdir ki saltanat ve rububiyetinde ortak olsunlar. Ancak o memurların vazifesi dellâllıktır ki kudretin icraatını ilan ediyorlar. Veya o memurlar, nâzır müşahitlerdir ki gördükleri evamir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidatlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar.
Demek, esbab ancak ve ancak kudretin izzetini, rububiyetin haşmetini izhar için vaz’edilmiş birtakım vasıtalardır. Yoksa kudretin acz ve ihtiyacı için muavenet eden yardımcı değillerdir. Beşer sultanlarının memurları ise sultanların ihtiyaç ve aczlerini def’ için tayinlerine zaruret hasıl olan yardımcı ve ortaklarıdır.
Binaenaleyh Allah’ın memurlarıyla insanın memurları arasında münasebet yoktur. Yalnız gafil ve cahil olanlar hâdiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden Cenab-ı Hak’tan şekva ve şikayetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikayetlerin hedefini değiştirmek için esbab vaz’edilmiştir. Çünkü kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i latîf suretinde bir temsil-i manevî rivayet ediliyor ki:
Hazret-i Azrail aleyhisselâm, Cenab-ı Hakk’a demiş ki:
— Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva edecekler. Benden küsecekler.
Cenab-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki:
— Senin ile ibadımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler.
Evet, nasıl ki hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakiki olarak hikmet ve güzellik, Hazret-i Azrail aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir. Öyle de Hazret-i Azrail aleyhisselâm da bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemaline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlahiyeye bir perdedir.
Evet, izzet ve azamet ister ki esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celal ister ki esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.
TENBİH Arkadaş! Tevhid iki çeşit olur:
Birisi âmiyane tevhiddir ki: “Allah’ın şeriki yok ve bu kâinat onun mülküdür.” der. Bu kısım tevhid sahiplerinin fikirce gaflet ve dalalete düşmeleri korkusu vardır.
İkincisi hakiki tevhiddir ki: “Allah birdir, mülk onundur, vücud onundur, her şey onundur.” der; lâyetezelzel bir itikada sahiptirler. Bu kısım tevhid sahipleri, her şeyin üstünde Cenab-ı Hakk’ın sikkesini görür ve her şeyin cephesinde bulunan mührünü, damgasını okur. Ve bu sayede huzurî bir tevhid melekesi mâliki olurlar ki dalalet ve evhamın taarruzundan kurtulurlar.
Kur’an-ı Hakîm’den istifade ettiğimiz ikinci kısım tevhidin birkaç mertebelerini birkaç lem’a zımnında izah edeceğiz.
Birinci Lem’a Bakınız! Her bir masnuun yüzünde öyle bir sikke vardır ki ancak her şeyi halk eden Hâlık’a mahsustur. Ve her bir mahlukun cephesinde öyle bir hâtem vurulmuştur ki her şeyi yapan Sâni’den maada kimsede o hâtem bulunmaz. Ve kudretin neşrettiği mektuplarından her bir mektubun âhirinde, taklidi kabil olamayan öyle bir turra vardır ki ancak Sultan-ı ezel ve ebed’e hastır.
O gibi sikkelerden yalnız hayat üzerinde parlayan sikke-i i’caza bakınız ki hayat ile bir şeyden pek çok şeyler husule gelir, icad edilir. Ve pek çok şeyler dahi bir şey-i vâhide emr-i Rabbaniyle inkılab ederler. Mesela su, bir şey-i vâhid iken pek çok uzuvlara, cihazlara Allah’ın izni ile menşe olur, icad edilirler. Ve mideye giren pek çok muhtelif yemekler ve meyvelerden Hâlık-ı Teâlâ tek bir cismi icad eder, tek bir cisim husule getirir.
İşte kalp, akıl, şuur sahibi olan bir adam, bu ciheti düşünürse anlar ki bir şeyden çok şeyleri icad edip çıkartmak ve çok şeyleri bir şeye tahvil etmek ancak her şeyi halk eden ve her şeyi yapan Sâni’e mahsus bir sikkedir.
İkinci Lem’a Sayısız hâtemlerden canlı mahlukata vaz’edilen hayat hâtemine bakınız! Evet canlı bir mahluk; câmiiyeti itibarıyla kâinata küçük bir misaldir, şecere-i âleme güzel ve tatlı bir meyvedir, kevn ü vücuda bir nüvedir ki Cenab-ı Hak o nüvede pek çok âlemlerin örneklerini dercetmiştir. Sanki o zîhayat gayet hakîmane muayyen nizamlar ile bütün vücudlardan sağılmış bir katre veya bir noktadır. Bu itibarla bir zîhayatı halk etmek, bütün kâinatı yed-i tasarrufuna alan Cenab-ı Hak’tan maada hiçbir şeye isnad edilemez.
Evet, aklı bozulmayan bir şahıs, teemmülü neticesinde anlar ki: Mesela, bal arısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kâinatın ekser mesailini insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının programını derceden ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hâfızasında tarih-i hayatını taallukatıyla beraber yazan ancak ve ancak her şeyi yaratan Hâlık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabbü’l-âlemîn’e mahsus bir hâtemdir.
Üçüncü Lem’a Cenab-ı Hakk’ın canlı mahlukata bastığı hayat hâteminin gayr-ı mütenahî nakış ve keyfiyetlerinden bir numuneyi göstereceğiz. Şöyle ki:
Nasıl ki suyun katrelerinden, şişenin parçalarından tut, seyyar yıldızlara kadar şeffaf veya şeffaf gibi her şeyde şemsin cilvelerinden şemse mahsus bir turra, bir cilve bulunur. Kezalik Şems-i Ezelî’nin de bütün canlı mahlukatta “ihya ve nefh-i hayat” cihetiyle bir tecelli-i ehadiyeti vardır ki bütün esbab iktidar ve ihtiyar sahibi oldukları farz edilse dahi o sikkenin ne mislini ve ne taklidini, ne münferiden ve ne müctemian yapmaktan âcizdirler.
Buna binaen şeffaf şeylerde görünen o timsaller şemsin timsali olup şemsten o şeffaf şeylere in’ikas etmiş olduklarına hükmedilmediği takdirde, o sayısız katrelerde ve zerrelerde her birisinde hakiki bir şemsin maddesiyle mevcud bulunduğuna hükmetmek lâzım gelir.
Kezalik Şems-i Ezelî’nin şuâlar menzilesinde olan tecelli-i esmasının nokta-i merkeziyesi olan hayat, Şems-i Ezelî’ye isnad edilmediği takdirde, bir sineğe, bir çiçeğe varıncaya kadar her bir zîhayatta nihayetsiz bir kudret, muhit bir ilim, mutlak bir irade gibi Vâcibü’l-vücud’dan maada hiçbir şeyde vücudu mümkün olmayan sair sıfatların mevcud olmasına cahilane, ahmakane, gülünç bir bâtıl hüküm lâzım gelir. Ve aynı zamanda, şu bâtıl hüküm ile her bir zerreye ve her bir sebebe bir uluhiyet-i mutlakayı isnad etmekle sayısız şerikleri ispat etmek mecburiyeti hasıl olur.
Maahâzâ tohum olacak bir habbe veya bir çekirdekteki garib, acib, muntazam vaziyete bakınız ki o habbe, tohumu olacak cismin bütün eczasıyla münasebettar olduğu gibi neviyle yani ebna-yı cinsiyle de ve bütün mevcudat ile de münasebetleri vardır. Ve onlara karşı o münasebetleri nisbetinde vazifeleri vardır.
Eğer o tohumcuk habbenin Kādir-i Mutlak’tan nisbeti kesilip kendi nefsine isnad edilirse yani kendi kendine olmuştur denilirse her bir tohumda, her şeyi görecek bir gözün ve her şeye muhit bir ilmin bulunmasını itikad etmek lâzım gelir. Bu ise sâbık temsilde her bir şeffaf zerrede hakiki bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattir.
Dördüncü Lem’a Bir kitap el yazısıyla yazılırsa yalnız bir adama ve bir kaleme ihtiyaç vardır. Fakat matbaada basılırsa kalem işini gören pek çok demir kalemler lâzımdır. Ve o demir harfleri yapmak için ustalar ve âlât ve edevat ve mürettibler gibi çok şeylere ihtiyaç olur.
Kezalik şu kitab-ı kâinatta yazılı satırlar, kelimeler ve harflerin bir Vâhid-i Ehad’in kalem-i kudretiyle yazılmış olduğu cihete hükmeden adam, pek rahat ve kolay ve makul bir yola sülûk etmiş olur. Fakat o yazıları, o harfleri tabiata ve esbaba isnad eden herifler, imtina ve muhalin en suubetli ve çıkmaz bir yoluna zehab etmiş olurlar. Çünkü bu yola zehab edenler için tek bir zîhayatın tab ve bastırılması için ekser kâinatın tab’ına lâzım olan teçhizat lâzımdır. Bu ise vehmin kabul edemediği bir hurafedir.
Ve keza toprağın, suyun, havanın her bir cüzünde nebatat adedince manevî gizli matbaalar lâzımdır ki mahiyetleri ve cihazları mütehalif sayısız meyve ve çiçeklerin teşkilatını yapabilsinler. Veyahut o nebatatı o kadar ziynet ve intizamlarıyla beraber yeşillendirmek için o üç unsurun her bir cüzünde bütün ağaçların, meyvelerin ve çiçeklerin hâssalarını, cihazlarını ve mizanlarını bilip yapabilecek bir kudret, bir ilim lâzımdır. Çünkü bu üç unsurun her bir cüzü, her bir nebatın teşkiline medar ve menşe olabilir.
Evet bir saksıdaki toprak, cihazları ve şekilleri ve sair sıfatları muhalif olan herhangi bir nebatın tohumunu yeşillendirmeye kabiliyeti vardır. Binaenaleyh ikinci yola zehab edenlerce o küçük saksı içerisinde sayısız gizli makine ve fabrikaların vücudu lâzım gelir ki hurafeciler dahi bundan utanıyorlar.
Beşinci Lem’a Bir kitapta yazılı bir harf, yalnız bir cihetle kendisini gösterir ve kendisine delâlet eder. Fakat o harf, kâtibine çok cihetlerle delâlet eder ve nakkaşını tarif eder.
Kezalik kitab-ı kâinatta mücessem olarak yazılan her bir kelime, kendi miktarınca kendini gösterirse de pek çok cihetlerden münferiden ve müctemian Sâni’ini gösterir, esmasını izhar eder. Ve kendi evsafıyla, eşkâliyle, nakışlarıyla âdeta Sâni’ini medih için yazılmış bir kasidedir. Buna binaen meşhur Hebenneka gibi ahmaklaşan bir adam dahi Sâni’-i Zülcelal’in inkârına gitmemek gerektir.
Altıncı Lem’a Cenab-ı Hak, bütün cüz ve cüz’îlerde sikke-i mahsusasını ve bütün küll ve küllîlerde has hâtemini vaz’ettiği gibi aktar-ı semavat ve arzı, hâtem-i vâhidiyetle ve mecmu-u kâinatı sikke-i ehadiyetle mühürlemiştir. Mezkûr sikke ve hâtemlerden mesela فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِى الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدٖيرٌ âyetinin işaret ettiği ihya ve nefh-i ruh keyfiyetindeki hâtem-i İlahîye bakınız ki pek çok garib haşirleri, acib neşirleri göresiniz.
Evet, bilhassa arzın ihyasında, her sene üç yüz binden fazla saha-i vücuda getirilen mahlukatın nevilerinde haşir ve neşirler vardır. Lâkin bilinmez bir hikmete binaen, şu haşir ve neşirlerin ekserisinde iade edilen emsal aralarındaki misliyet o kadar ayniyete karibdir ki hemen hemen, dirilen evvelkinin ne aynı ve ne gayrıdır, denilebilir. Her ne ise misliyet, ayniyet mevzubahis değildir. Her nasıl olursa olsun, o haşir neşirler beşerin suhulet-i haşrine delâlet ettikleri gibi beşerin haşrine birer misal ve birer örnek olabilirler.
İşte birbirine muhalif, nihayet derecede karışık olan o enva-ı kesîreyi kemal-i imtiyaz ile ihya etmek ve hatasız, haltsız, galatsız olarak mümtazane iade etmek nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme sahip olan Zat-ı Zülcelal’in hâtem-i has ve sikke-i mahsusasıdır.
Ve keza sath-ı arz sahifesinde kusursuz, noksansız, sehivsiz kemal-i intizamla üç yüz binden fazla risaleleri yazmak, öyle bir zatın sikke-i mahsusasıdır ki her şeyin içyüzü, her şeyin kilidi onun elindedir. Ve hiçbir şey onun teveccühünü başkasından çevirip kendisine hasredemez.
Hülâsa: Sath-ı arzda altı ay zarfında, beşerin haşrini temsil eden o sayısız haşir ve neşirlerde görünen rububiyetin o tasarruf-u azîminde pek yüksek, büyük ve ince nakışlı bir hâtemi vardır. Mahlukatın icadında görünen şu intizamlar, suhuletler, süratler, imtiyazlar hep o hâtemin parıltısından meydana geliyorlar.
Evet, her bahar mevsiminde pek hakîmane, basîrane, kerîmane faaliyetler başlar ve hârikulâde sanatlar yapılır. Ve bütün bu ameliyat, kemal-i süratle, suhuletle muntazaman cereyan etmekte olduğu görünür.
İşte, bu hârikulâde faaliyetler öyle bir zatın hâtemidir ki hiçbir mekânda olmadığı halde, her mekânda ilim ve kudretiyle hazır ve nâzırdır.
Yedinci Lem’a Bakınız! Aktar-ı semavat ve arz sahifeleri üstünde hâtem-i ehadiyet göründüğü gibi kâinatın heyet-i mecmuasının büyük sahifesi üzerinde de pek vâzıh bir surette hâtem-i tevhid görünmektedir.
Evet, bu âlem pek muhteşem bir saray veya muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehirdir. Bu fabrika-i kâinatın eczası, efradı ve envaı, âlât ve edevatı arasında hakîmane bir muarefe ve tanışmak ve dostane bir mükâleme ve konuşmak ve pek kerîmane bir muavenet ve yardımlaşmak vardır ki kemal-i süratle pek uzun mesafelerden birbirinin savtını işitir ve ihtiyacını görür gibi derhal imdadına yetişir, ihtiyacını def’eder.
Evet, semadaki ecram ve yıldızların birbirine ve arza verdikleri ziya, hararet, bilhassa arza yaptıkları sair yardımlarını görüyorsunuz. Ve keza bulut ile arz arasında cereyan eden su alışverişine bakınız ki arz, suyu buhar şeklinde buluta veriyor, bulut da kendi fabrikalarında lâzım gelen ameliyatı yaptıktan sonra buz, kar, yağmur şeklinde iade ediyor. Sanki o camid cirmler, lisan-ı halleriyle telsiz telgraf gibi birbiriyle konuşur ve yekdiğerine arz-ı ihtiyaç ediyorlar. Bilhassa bütün o ecram âdeta el ele vermiş gibi kemal-i ciddiyetle zevi’l-hayata lâzım olan şeyleri tedarik etmek hizmetinde sa’y ediyorlar ve bir Müdebbir’in emrine bağlı olup bir gayeye teveccüh ediyorlar.
Evet, şu teavün kanununa ittibaen şems, kamer, gece ve gündüz, yaz ve kış taraflarından yapılan yardımlar sayesinde, şu hayvanların erzakını yetiştiren nebatat izn-i İlahî ile meydana gelir. Hayvanat da emr-i Rabbanî ile beşerin ihtiyacatını yerine getirir. Bal arısıyla ipek böceğinin insanlara yaptıkları yardımlar, bu davayı ispat eder.
Evet, bu gibi eşya-yı camidenin yekdiğerine yaptıkları şu yardımlar, pek aşikâr bir delildir ki onlar kerîm bir Müdebbir’in hademesi ve amelesi olup onun emri ile izni ile iş görürler.
Sekizinci Lem’a Gıda olarak mahlukata, bilhassa hayvanata taksim edilen rızıklara dikkat lâzımdır ki bu rızık vakt-i muayyeninde yetişir, vakt-i ihtiyaçta sevk edilir. Ve derece-i ihtiyaç nisbetinde yapılan sevkiyatta büyük bir intizam vardır. İşte, bu umumî rızık hakkında görünen geniş ve muntazam rahmet ve inayetler ancak her şeyin mürebbisi ve her şeyin müdebbiri ve her şey yed-i teshirinde bulunan bir zatın hâtem-i hâssı olabilir.
Dokuzuncu Lem’a Bakınız! Âlem-i arz ve bütün cüz’iyat üstünde hâtem-i ehadiyet bulunduğu gibi dağınık neviler ve muhit unsurlar üstünde de aynen o hâtem-i ehadiyet bulunur.
Evet, bir tarlaya tohum ekilmesinden anlaşılıyor ki o tarla tohum sahibinin mülküdür. Ve o tohum da o tarla sahibinin malıdır. Yani o buna, bu da ona şehadet ediyorlar.
Kezalik kâinattaki masnuat, tohum gibidir. Âlem ve anâsır da tarla gibidir. Her iki tarafın lisan-ı halleriyle ettikleri şehadete göre, masnuat ile âlem-i anâsır, yani tohum ile tarla ve muhit ile muhat, (hep) bir Sâni’-i Vâhid’in yed-i tasarrufundadır. Demek, edna bir mahluka yapılan tasarruf-u hakiki ve zayıf bir mevcuda edilen tevcih-i rububiyet, âlem ve anâsır kabza-i tasarrufunda bulunan zata mahsus olduğu gibi herhangi bir unsurun da tedvir ve tedbiri, bütün hayvanat ve nebatatı kabza-i rububiyetinde tutup terbiye eden aynen o zata mahsustur. İşte, hâtem-i tevhid dediğimiz budur.
Eğer bir şeye temellük etmeye niyetin varsa meydana çık, kendini tecrübe et, bak ne söylüyorlar? En cüz’î bir fert “Ancak nevimi yaratan beni yaratabilir.” diyor. Çünkü efrad arasında misliyet vardır. Ve arzın her tarafında dağınık bir surette bulunan en küçük bir nevi “Beni yaratabilen ancak arzı yaratandır.” söylüyor.
Arza bak ne söylüyor? Sema ile aralarında alışverişi bulunduğu için “Beni halk edebilen ancak mecmu-u kâinatı halk eden zattır.” diyor. Çünkü aralarında tesanüd vardır.
Onuncu Lem’a Arkadaş! Hayat ve ihya ve zevi’l-hayat ile her bir cüz ve cüz’îye ve her bir küll ve küllîye ve kâinatın heyet-i mecmuasına darbedilen tevhid hâtemlerinden bir kısım misalleri, mezkûr beyanattan anlaşıldı. Şimdi dinle! Enva ve külliyat üstüne vaz’edilen vahdaniyet sikkelerinden bir taneyi zikredeceğiz. Şöyle ki:
Tek bir semere ile semeredar şecerenin yaratılışlarındaki suubet ve suhulet birdir. Çünkü ikisi de bir merkeze bakar, bir kanuna bağlıdır, terbiye ve keyfiyetleri birdir.
Malûmdur ki merkezin ittihadı, kanunun vahdeti, terbiyenin vahdaniyeti sayesinde külfet, meşakkat, masraf azalır ve öyle bir kolaylık hasıl olur ki pek çok semereleri olan bir ağaç yed-i vâhide, tek bir semerenin yapılışı da eyâdi-i kesîreye tevdi edildiği zaman, her iki tarafın yapılışları suhuletçe bir olur. Ve aralarında yaratılışça fark yoktur.
Çok adamlar tarafından yapılan bir semerenin terbiyesi için lâzım olan cihazat ve âlât ve edevat vesaire, bir adam tarafından yapılan semeredar şecerenin terbiye ve yapılması için de aynen o kadar malzeme lâzımdır. Yalnız keyfiyetçe fark olabilir.
Mesela: Bir ordu askere yapılan elbise tedariki için ne kadar âlât, edevat ve makine lâzımdır; bir neferin elbisesi için de o kadar âlât ve edevat lâzımdır. Ve keza bir kitabın bin nüshasıyla bir nüshasının ücreti matbaaca birdir. Bazen de tek bir nüshanın tab’ı daha fazla bir ücrete tabi tutulur. Buna kıyasen, bir matbaayı bırakıp çok matbaalara baş vurulursa birkaç kat fazla ücretlerin verilmesi lâzım gelir.
Evet, kesret vahdete isnad edilmediği takdirde, vahdeti kesrete isnad etmek mecburiyeti hasıl olur. Demek, dağınık bir nev’in icadındaki suhulet-i hârika, vahdet ve tevhid sırrına bağlıdır.
On Birinci Lem’a Arkadaş! Bir nev’in efradı arasındaki tevafuk ve bir cinsin envaı arasında aza-yı esasiyede bulunan müşabehet, sikkenin ittihadına, kalemin vahdetine delâlet ettiklerinden anlaşılıyor ki bütün mütevafık ve müteşabihler, yani birbirine benzeyen çokluk, bir Zat-ı Vâhid’in eser-i sanatıdır.
Kezalik inşa ve icadlarda görünen şu suhulet-i mutlaka, bütün mevcudatın bir Sâni’-i Vâhid’in eseri olduğunu, vücub derecesinde istilzam ediyor. Aksi halde suubet, güçlük öyle bir derece-i imtina ve muhaliyete çıkacaktır ki o cins ve nevilerin ademden vücuda çıkmalarına bir set çekilmiş olur.
Binaenaleyh Cenab-ı Hakk’ın zatında şeriki olmadığı gibi –çünkü intizam bozulur, âlem fesada gider– fiilinde de şeriki yoktur. Çünkü suubetten, güçlükten dolayı âlemin ademden çıkmamasına sebep olur.
On İkinci Lem’a Arkadaş! Hayat, Hâlık’ın ehadiyetine bürhan olduğu gibi mevt de devam ve bekasına bir delildir.
Evet, nasıl akan nehirlerin, dalgalanan denizlerin kabarcıkları ve yeryüzünde bulunan sair şeffaflar, şemsin ziya ve timsallerini göstermekle şemsin vücuduna şehadet ettikleri gibi; o kabarcık gibi şeffaflar ölüp söndükten sonra yerlerine müteselsilen gelip geçen emsalleri, yine şemsin ziya ve timsallerini gösterdiklerinden, şemsin devam ve bekasına ve bütün o şuâat, celevat ve timsallerin bir Şems-i Vâhid’in eseri olduklarına şehadet ediyorlar. İşte o şeffaflar, vücudlarıyla şemsin vücuduna ve ademleri ve ölümleriyle de şemsin devam ve bekasına delâlet ediyorlar.
Kezalik mevcudat, vücuduyla Vâcibü’l-vücud’un vücub-u vücuduna ve ölüm ve zevaliyle, teceddüdî bir teselsül ile yerlerine gelen emsali, Sâni’in ezelî ve ebedî vâhidiyetine şehadet ediyorlar.
Evet, leyl ve neharın ihtilafı, fusul-i erbaanın tahavvülü ve unsurların tebeddülü hengâmlarında meydana çıkan şu güzel mevcudat ve bu latîf masnuatta devamla cereyan eden mübadele ve devir ve teslim muamelesi kat’î bir şehadetle sermedî, âlî, daimü’t-tecelli bir Sahib-i Cemal’in vücuduna ve bekasına ve vahdetine şehadet eden kat’î bir bürhandır.
Ve keza senevî inkılablarda, müsebbebat ile esbabın birlikte ölüm ve zevali ve sonradan ikisinin yine birlikte iadeleri, esbabın da müsebbebat gibi âciz masnû ve mahluklardan olduğuna delâlet ettiği gibi; bu masnuat ve mevcudatın, bir Zat-ı Vâhid’in müteceddid bir sanatı olduğuna da şehadet eder.
On Üçüncü Lem’a Arkadaş! Zerrelerden tut seyyarelere kadar ve nakışlardan şemslere varıncaya kadar her şey, zatında, hakikatinde sabit olan “acz ve fakr”ın lisan-ı haliyle Sâni’in vücub-u vücudunu ilan eder.
Ve keza acziyle beraber, nizam-ı umumînin bozulmaması için hâmil bulunduğu acib ve mühim vazifeler cihetiyle Sâni’in vahdetine delâlet eder.
Binaenaleyh Sâni’in vâcib ve vâhid olduğuna her şeyde iki şahit olduğu gibi Hâlık’ın Ehad ve Samed olduğuna da her bir zîhayatta iki âyet vardır. (*[1])
On Dördüncü Lem’a Arkadaş! Mevcudat, Cenab-ı Hakk’ın vücub-u vücud ve vahdetine şehadet ettiği gibi celalî, cemalî, kemalî olan cemi’ sıfâtına da delâlet etmekle Hâlık’ın zatında naks ve kusur olmadığını ve şuunatında, sıfâtında ve esmasında ve ef’alinde de naks ve kusur bulunmadığını ilan ediyor.
Zira, eserin kemali bilmüşahede fiilin kemaline, fiilin kemali bilbedahe ismin kemaline, ismin kemali bizzarure sıfatın kemaline, sıfatın kemali hads-i yakînle şuunatın kemaline delâlet eder. Şe’nin kemali ise hakkalyakîn bir suretle zatın kemalini gösterir.
Binaenaleyh bir kasrın ve bir sarayın nukuş ve tezyinatındaki mükemmeliyet, sâni’ ve mühendisin yaptıkları o nakışlar üstünde ve tezyinat altında görünen ef’alin mükemmeliyetine delâlet eder. Ef’alin mükemmeliyeti dahi o Sâni’in taktığı isim ve lakapların mükemmeliyetini gösterir. Esmanın mükemmeliyeti, sıfâtın mükemmeliyetine delâlet eder. Sıfâtın mükemmeliyeti, şuunatın mükemmeliyetini tasrih eder. Şuunatın mükemmeliyeti dahi o nakkaşın mükemmeliyet-i zatına delâlet eder.
Kezalik kâinatta görünen âsârın kemali, hadsî bir müşahede ile ef’alin mükemmeliyetine, ef’alin kemali de fâilin kemal-i esmasına, esmanın kemali sıfâtın kemaline, sıfâtın kemali şuunat-ı zatiyenin kemaline, şuunatın kemali Zat-ı Zülcelal’in kemaline delâlet eder.
[1] * İhtar: Kâinatın eczasından her bir cüzün elli beş lisanla Vâhid-i Ehad ve Vâcibü’l-vücud’u ilan etmekte olduğunu, Kur’an’ın feyzinden fehmedip icmalen Katre namındaki eserimde beyan etmişimdir. Arzu eden oraya müracaat etsin.
Reşhalar[]
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
TENBİH Hâlık-ı âlem’i bize tarif ve ilan eden deliller ve bürhanlar, lâyüad ve lâyuhsadır. O delillerin en büyükleri üçtür:
Birincisi: Bazı âyetlerini gördüğün, işittiğin şu kitab-ı kebir-i kâinattır.
İkincisi: Bu kitabın âyetü’l-kübrası ve divan-ı nübüvvetin hâtemi ve künuz-u mahfiyenin miftahı olan Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâmdır.
Üçüncüsü: Kitab-ı âlemin tefsiri ve mahlukata karşı Allah’ın hücceti olan Kur’an’dır.
Şimdi, birkaç reşha zımnında ikinci bürhanı tariften sonra sözlerini dinleyeceğiz.
Birinci Reşha Arkadaş! Hâlık’ımızı tarif eden, pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik, bürhan-ı nâtık dediğimiz “Hazret-i Muhammed aleyhissalâtü vesselâm kimdir?” diye yapılan suale cevaben deriz ki:
Hazret-i Muhammed (asm) öyle bir zattır ki azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zatın Mescid-i Aksa’sıdır. Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemalidir. Cemaat-i mü’minîne en son ve en âlî imam ve nev-i beşerin hatib-i şehîridir, saadet düsturlarını beyan ediyor. Ve bütün enbiyanın reisidir, onları tezkiye ve tasdik ediyor. Çünkü dini, bütün dinlerin esasatına câmi’dir. Ve bütün evliyanın başıdır. Şems-i risaletiyle onları terbiye ve tenvir ediyor.
O zat (asm) öyle bir kutub ve nokta-i merkeziyedir ki onun halka-i zikrinde bulunan bütün enbiya u ahyar, ebrar u sadıkîn onun kelimesine müttefik ve kelâm-ı nutkuyla nâtıktırlar. Ve öyle bir şecere-i nuraniyedir ki damar ve kökleri, enbiyanın esasat-ı semaviyesidir. Dal ve budakları, evliyanın maarif-i ilhamiyesidir.
Bu itibarla, herhangi bir davayı iddia etmiş ise bütün enbiya mu’cizelerine istinaden ve bütün evliya kerametlerine müsteniden ona şehadet etmişlerdir. Evet, bütün davalarının tasdiklerini iş’ar eden, bütün kâmillerin hâtem ve mühürleri vardır.
Ezcümle: O zatın (asm) davalarından biri “Tevhid”dir. Bu davayı tasrih ve ifade eden لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ kelime-i mübarekesidir. O zatın halka-i din ve zikrine giren bütün geçmiş ve gelecek insanlar o kelime-i mukaddeseyi rükn-ü iman ve vird-i zeban etmişlerdir. Demek, o davanın hak ve hakikat olduğuna kanaat ve itminan ve iz’anları hasıl olmuş ki zaman ve mekâna şâmil bir tarzda, o kelime-i mübareke, meşrepleri, meslekleri, an’aneleri mütehalif, mütebayin insanların ağızlarında Mevlevîler gibi semavî deveran ve cevelan ediyor.
Binaenaleyh gayr-ı mütenahî şahitlerin tasdikiyle hak ve hakkaniyeti tahakkuk eden bir davaya, hiçbir vehmin haddi değildir ki ona dest-i itirazı uzatabilsin!
İkinci Reşha Arkadaş! Tevhidi ispat ve nev-i beşeri irşad eden o nurani bürhan; biri sağında diğeri solunda, biri mütevatir diğeri mecma-ı aleyh bulunan nübüvvet ve velayetle mücehhezdir. Ve aynı zamanda, irhasat denilen kable’n-nübüvvet kendisinden zuhur eden hârika hallerin rumuzatıyla ve kütüb-ü semaviyenin beşaratıyla ve hevatif denilen –gaybdan verilen– tebşirat-ı müteaddide ile musaddaktır.
Ve keza o bürhan-ı nuraniden zuhur eden inşikak-ı kamer, parmaklarından fışkıran sular, ağaçların onun davetine icabetleri, duasının akabinde yağmurun nüzulü, pek az bir yemekten çokların yiyip doymaları ve kurt, ceylan, deve, taş vesairenin konuşmaları gibi mu’cizelerinin delâlet ve şehadetiyle tasdik edilmiş bir zattır (asm).
Ve keza dünya ve âhiret saadetlerini temine kâfil ve kâfi olan şeriatı, nübüvvetini tasdik ve ispata kâfidir. Geçen derslerde, şems-i şeriatından bazı şuâları gördük. Tatvil-i kelâmı mûcib tekrarları lâzım değildir.
Üçüncü Reşha Arkadaş! O zat (asm) delail-i âfakıye denilen haricî deliller ile musaddak olduğu gibi delail-i enfüsiye denilen zatında ve nefsinde sabit delil ve işaretler ile dahi musaddaktır. Çünkü o zat şems gibidir, zatını zatı ile ziyalandırarak gösterir.
Mesela, bütün ahlâk-ı hamîdenin en yüksekleri o zatta içtima etmiş olduğuna bütün âlem şehadet ediyor.
Ve keza en nezih hasletleri ve huyları ve en yüksek seciyeleri câmi’ bir şahsiyet-i maneviye sahibi olduğuna icma vardır.
Ve keza o zatın en yüksek derecede bulunan zühd ve takva ve ubudiyeti şehadetleriyle mâlik olduğu kuvvet-i imaniye ile musaddaktır.
Ve keza siyer-i Nebeviyenin şehadetiyle derece-i vüsuku ve kemal-i ciddiyet ve metaneti ve bütün işlerinde ve harekâtında kuvvet-i emniyeti, hakka mütemessik ve hakikate sâlik olduğunu tasdik eden kat’î delillerdir. Evet yaprakların yeşilliği, çiçeklerin taravet ve güzelliği ve semerelerin tazeliği; ağacın canlı, hayatlı, hay olduğuna sadık şahittirler.
Dördüncü Reşha Arkadaş! Tûl-i zaman ve bu’d-i mekânın muhakemat-ı akliyede tesiri çoktur. Maahâzâ لَيْسَ الْخَبَرُ كَالْعَيَانِ düsturuna ittibaen, şu zaman ve muhitin hayalatından çıkarak tayy-ı zaman ve mekân ile hayalen Ceziretü’l-Arab’a gidelim ve Medine-i Münevvere’de nurani ve yüksek minber-i saadetine çıkmış, nev-i beşere hitaben irşadatta bulunan o zat-ı muallâyı bizzat görüp sözlerini dinlemeliyiz.
İşte hayalen oraya gittik. Bak hârika bir surette hüsn-ü suretle hüsn-ü sîreti cem’eden o Mürşid-i Umumî, o Hatib-i Kudsî cevahir dolu bir kitab-ı mu’cizü’l-beyan eline alarak, bütün insanlara mele-i a’lâdan nâzil olan bir hutbe-i ezeliyeyi okuyor. Ve bütün benî-Âdem’i ve cinleri ve mevcudatı dinletiyor.
Evet, pek büyük bir emirden haber veriyor. Hilkat-i âlemin acib muammasını açıyor. Kâinatın sırr-ı hikmetine dair tılsımı açıyor. Felsefe ve fenn-i hikmetin, nev-i beşere “Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” diye îrad ettiği, akılları acz ve hayrette bırakan üç suale cevap veriyor.
Beşinci Reşha Arkadaş! Şu zat-ı nurani (asm) mürşid-i imanî, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bak nasıl neşrettiği hakikatin nuruyla, hakkın ziyasıyla, nev-i beşerin gecesini gündüze, kışını bahara çevirerek, âlemde yaptığı inkılab ile âlemin şeklini değiştirerek nurani bir şekle sokmuştur.
Evet, o zatın nurani gözlüğüyle kâinata bakılmazsa kâinat bir matem-i umumî içinde görünecekti. Bütün mevcudat birbirine karşı ecnebi ve düşman durumunda bulunacaktı. Cemadat, birer cenaze suretini gösterecekti. Hayvan ve insanlar, eytam gibi zeval ve firakın korkusundan vaveylâlara düşeceklerdi. Ve kâinata; harekâtıyla, tenevvüüyle ve tagayyüratıyla, nukuşuyla tesadüfe bağlı bir oyuncak nazarıyla bakılacaktı. Bilhassa insanlar, hayvanlardan daha aşağı, zelil ve hakir olacaklardı.
İşte o zatın telkin ettiği iman nazarıyla kâinata bakılmadığı takdirde, kâinat böyle korkunç, zulümatlı bir şekilde görünecekti. Fakat o mürşid-i kâmilin gözüyle ve iman gözlüğüyle bakılırsa her taraf nurlu, ziyadar, canlı, hayatlı, sevimli, sevgili bir vaziyette arz-ı dîdar edecektir.
Evet kâinat, iman nuruyla matem-i umumî yeri olmaktan çıkıp mescid-i zikir ve şükür olmuştur. Birbirine düşman telakki edilen mevcudat, birbirine ahbap ve kardeş olmuşlardır. Cenaze ve ölü şeklini gösteren cemadat, ünsiyetli birer hayattar ve lisan-ı haliyle Hâlık’ının âyâtını nâtık birer musahhar memuru şekline giriyorlar. Ağlayan, müteşekki ve eytam kıyafetinde görünen insan; ibadetinde zâkir, Hâlık’ına şâkir sıfatını takınıyor. Ve kâinatın harekât, tenevvüat, tagayyürat ve nukuşu abesiyetten kurtuluyor. Rabbanî mektuplar, âyât-ı tekviniyeye sahifeler, esma-i İlahiyeye âyineler suretine inkılab ederler.
Hülâsa: İman nuruyla âlem öyle terakki eder ki “hikmet-i Samedaniye kitabı” namını alıyor. Ve insan, zelil ve fakir ve âciz hayvanların sırasından çıkar; zaafının kuvvetiyle, aczinin kudretiyle, ubudiyetinin şevketiyle, kalbinin şuâıyla, aklının haşmet-i imaniyesiyle hilafet ve hâkimiyetin zirvesine yükselmiştir. Hattâ acz, fakr, ihtiyaç ve akıl onun sukutuna esbab iken, suud ve yükselmesine sebep olurlar. Zulümatlı, karanlıklı bir mezar-ı ekber suretinde görünen zaman-ı mazi, enbiya ve evliyanın ziyasıyla ziyadar ve nurani görünmeye başlar. Karanlıklı gece şeklinde olan istikbal, Kur’an’ın ziyasıyla tenevvür eder. Cennetin bostanları şekline girer. Buna binaen, o zat-ı nurani olmasa idi kâinat da insan da her şey de adem hükmünde kalır, ne kıymeti olur ve ne ehemmiyeti kalırdı.
Binaenaleyh bu kadar garib, acib, güzel kâinat için böyle tarifat ve teşrifatçı bir mürşid-i hârika lâzımdır. “Eğer bu zat (asm) olmasa idi kâinat da olmazdı.” mealinde, لَوْلَاكَ لَوْلَاكَ لَمَا خَلَقْتُ الْاَفْلَاكَ olan hadîs-i kudsî şu hakikati tenvir ediyor.
Altıncı Reşha
Arkadaş! O hutbe-i ezeliyeyi okuyan zat, kâinatın kemalâtını keşfeden canlı bir güneştir. Saadet-i ebediyeyi ihbar ve tebşir ediyor. Nihayetsiz rahmeti keşfetmiş, ilan ediyor. Saltanat-ı rububiyetin mehasininin dellâlı ve esma-i İlahiyenin gizli definelerinin keşşafıdır.
Evet, o zat (asm) vazifesi itibarıyla hakkın bürhanı, hakikatin ziyası, hidayetin güneşi, saadetin vesilesidir. Şahsiyet ve hüviyet cihetiyle, muhabbet-i Rahmaniyenin misali, rahmet-i Rabbaniyenin timsali, hakikat-i insaniyenin şerefi, şecere-i hilkatin en kıymettar ve kıymetli bahadar bir semeresidir. Tebliğ ettiği dini de hârika bir süratle şark ve garbı ihata etmiş, nev-i beşerin beşte biri kabul etmiştir. Acaba böyle bir zatın davalarında, nefis ve şeytanın münakaşa ve itirazlarına bir imkân var mıdır?
Yedinci Reşha Arkadaş! O zatı harekete getirip o inkılabları kendisine yaptıran ancak bir kuvve-i kudsiyedir. Evet, bilhassa Ceziretü’l-Arap’ta yaptığı inkılab ve icraata bak!
O sahralarda, o çöllerde, âdetlerini muhafazada çok mutaassıp ve asabiyetlerinde fevkalâde inatçı ve kasavet-i kalp ve merhametsizlikte emsalsiz ve hattâ diri diri kızlarını toprağa gömüp öldürürlerken müteessir bile olmayan pek çok vahşi kavimler oturmakta idiler. O zat-ı nurani, kısa bir zamanda o kavimlerin ahlâk-ı seyyielerini kaldırarak ahlâk-ı hasene ile tebdil ettirdi. Hattâ o zat-ı mürşidin (asm) telkin ettiği iman nuru sayesinde o vahşi insanlar, insan âleminde insanlara muallim oldular. Ve medeniyet dünyasında medenilere üstad oldular.
O zatın (asm) şu kadar geniş ve azîm saltanatı, yalnız zahirî bir saltanat değildir. Daha geniş ve daha derin yerde saltanat-ı bâtıniyesi vardır ki bütün kalpleri ve akılları kendisine cezb ve celbetmiştir. Ve bütün ruhları ve nefisleri teshir etmiştir ki kalplere mahbub, akıllara muallim ve tenvir edici ve nefislere mürebbi ve ruhlara sultan olmuş ve olmaktadır.
Sekizinci Reşha Arkadaş! Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, bir şeyi tiryakisinden ref’etmek pek zahmettir. Hattâ büyük bir hâkim, büyük bir azim ile küçük bir kavimde itiyad edilen bir hasleti kaldırmakta büyük müşkülata rast gelir. Halbuki bu zat-ı nurani; pek çok âdetleri, pek çok asabî, inatçı kavimlerden, cüz’î bir kuvvetle, kısa bir zamanda kaldırarak yerlerini yüksek, nezih ahlâk ve âdetler ile doldurmuştur.
Evet, Hazret-i Ömer İbnü’l-Hattab radıyallahu teâlâ anhın İslâmiyet’ten evvel ve sonraki halleri bu meseleye güzel bir misaldir. Bunun gibi icraat-ı esasiyesinden binlerce hârikalar vardır. O zatın o zamandaki icraatına hârika diyoruz. Acaba bu zamanın yüzlerce feylesofları, o zamanda, o vahşet-âbâd cezireye gidip pek uzun zamanlarda o vahşileri ıslah için çalışsalar o zat-ı mürşidin bir senede muvaffak olduğu kadar, onlar elli senede muvaffak olabilirler mi? Hâşâ!
Dokuzuncu Reşha
Arkadaş! Aklı başında olan bir adam münazaralı davalarda yalan söyleyemez. Çünkü bilâhare yalanının açığa çıkıp mahcup olmasından korkar. Ve keza bir insan yalan söylediği takdirde pervasız, lâübali bir tarzda söyleyemez. Ve keza serbest, heyecanlı söylenmesine girişemez. Velev âdi bir mesele, küçük bir cemaat içinde, küçük bir vazifede bulunan küçük bir şahıs olsun.
Acaba büyük bir vazife ile vazifedar, pek büyük bir meselede, pek büyük bir şeref ve haysiyet sahibi, pek büyük bir cemaat içinde, pek şedit hasımların karşısında iddia ettiği bir davada yalan ve hilaf-ı hakikat söyleyebilir mi?
İşte o zat-ı nurani, okuduğu o hutbe-i ezeliyeyi öyle bir tarz ile okuyor; ne tereddüdü var ne hicabı, ne korkusu var ne teessürü… Hem samimi bir safa-i kalple, hâlis bir ciddiyetle, hasımlarının damarlarına dokundurmak üzere akıllarını tezyif, nefislerini tahkir edip izzetlerini kırıyor. Acaba böyle bir davada, böyle bir makamda, böyle bir şahıstan zerre miskal bir hilenin bu meseleye karışmasına imkân var mıdır? Hâşâ اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْىٌ يُوحٰى
Evet, hak hileye muhtaç değil, hakkı söylemekte hile ve iğfal ihtimali yoktur. Hakikati gören bir nazar halkı iğfal etmez, hilaf-ı hakikat söylemez, hayal ile hakikati temyiz eder; aralarında iltibas olamaz.
Onuncu Reşha Arkadaş! O zat-ı mürşid, nev-i beşeri korkutmak için pek müthiş hakikatlerden bahsediyor. Ve insanları tebşir için kalpleri cezb ve akılları celbeden meselelerden haber veriyor.
Yahu! Hakaik ve garaibi keşif için insanlarda öyle bir şevk, öyle bir merak vardır ki garib bir hakikati keşif yolunda canlarını, mallarını feda ediyorlar. Bu zatın (asm) keşif ve ihbar ettiği hakaike ne için ehemmiyet vermiyorlar? Halbuki bütün enbiya ve evliya ve sıddıkîn gibi ehl-i şuhud ve ashab-ı ihtisas, bi’l-ittifak o zatı tasdik etmiş ve ediyorlar.
Bu zat (asm) öyle bir sultanın şuunundan bahsediyor ki kamer onun mülkünde bir sinek gibidir. Acib hârikalardan bahsettiği gibi pek müthiş infilak ve inkılablardan da haber veriyor. Bakınız! O hutbe-i ezeliyede اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ ۞ اِذَا السَّمَٓاءُ انْفَطَرَتْ ۞ اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا gibi tilavet ettiği âyetlere dikkat ediniz!
Ve beşer için öyle bir istikbalden haber veriyor ki dünyevî istikbal ona nisbeten bir katre hükmündedir. Ve öyle bir saadetten müjde veriyor ki dünya saadetleri, ona nazaran rüyalar gibi olur. Evet, bu kâinatın perdesi altında çok acayip şeyler vardır, bizleri bekliyorlar. Biz de onları intizar ediyoruz. Binaenaleyh o acayibi görüp bize keyfiyetlerini hikâye etmek için hârikulâde bir insan lâzımdır ki o hârika garaibi görsün ve gördüğü gibi bize de söylesin.
Ve keza o zat, Hâlık’ımızın bizden talep ettiği şeylerden bahsediyor ve çok hakikatlerden, meselelerden haber veriyor ki onlardan kurtuluş yoktur. Feyâ acaba! Ekser nâs neden böyle hak şeylerden göz yumuyorlar, hakikatlerden kulak tıkıyorlar?
On Birinci Reşha
Arkadaş! Şu minber-i âlîde hutbe-i ezeliyeyi okuyan ve şahsiyet-i maneviyesiyle bizlere meşhud ve yüksek şuunatıyla âlemde meşhur olan zat-ı nurani (asm), vahdaniyet-i İlahiyeye bir bürhan-ı sadık-ı nâtık ve tevhidin hakikat olduğuna bir delil-i hak ve saadet-i ebediyenin de vücuda gelmesine kat’î bir delil ve zahir bir bürhandır.
Ve keza o zat, insanları hidayete davet etmekle saadet-i ebediyenin husulüne sebep olduğu gibi vusulüne de sebeptir.
Ve keza o zat; duasıyla, ubudiyetiyle o saadetin vücuduna ve icadına vesiledir. Evet bak! O zat, nev-i beşere imamdır. Mescidi, yalnız Ceziretü’l-Arap değildir, küre-i arzdır. Cemaati de yalnız o zamanın insanları değildir. Belki Âdem zamanından kıyamete kadar her bir asrın halkı bir saf olup bütün asırlar safları onun arkasında, onun duasına “Âmin” diyorlar.
Bilhassa o zat, o cemaat-i uzmada umum zevi’l-hayata şâmil pek şedit bir ihtiyac-ı azîm için dua eder. Ve onun duasına, yalnız o cemaat değil belki arz ve sema ve bütün mevcudat “Âmin” söyler. Yani “Yâ Rabbenâ! Onun duasını kabul eyle. Biz de o duayı ediyoruz. Biz de onun talep ettiğini talep ediyoruz.”
Bilhassa o cemaat-i uzma önünde kıldırdığı namazda, öyle bir tazarru ve tezellül ile öyle bir iştiyakla, öyle bir hüzün ile niyaz ve dua eder ki kâinat bile heyecana gelir; o zatın duasına iştirak eder. Evet, öyle bir maksat için niyaz eder ki eğer o maksat husule gelmezse yalnız mahlukat değil âlem bile kıymetsiz kalır, esfel-i safilîne düşer. Çünkü o zatın matlubuyla mevcudat yüksek kemalâta erişir. Acaba o zat, o matlubu kimden istiyor? Evet, öyle bir zattan talep eder ki en gizli ve en küçük bir hayvanın cüz’î bir ihtiyacı için lisan-ı haliyle yaptığı duayı işitir, kabul eder, ihtiyacını yerine getirir.
Ve keza en edna bir emeli, en edna bir gaye için en edna bir zîhayatta görür ve onu ona yetiştirmekle ikram ve merhamet eder. Bu duaların neticesinde yapılan terbiye ve tedbirler öyle bir intizamla cereyan eder ki o terbiyelerin ancak bir Semî’ ve Basîr, bir Alîm ve Hakîm’den olduğuna şüphe bırakmaz.
Acaba o zat, o minberde arşa müteveccihen ellerini kaldırarak yaptığı dua ile ne istiyor ki bütün mahlukat “Âmin” söylüyor?
Evet o zat, Cenab-ı Hakk’ın rızasını ve cennette mülakat ve rü’yetiyle saadet-i ebediyeyi istiyor. Bu istenilen şeylerin icadına rahmet, hikmet, adalet gibi sayısız esbab olmadığı takdirde, o zat-ı nuraninin tek duası ve tazarru ile niyaz etmesi, cennetin icadına ve i’tasına kâfidir. Binaenaleyh o zatın risaleti, imtihan ve ubudiyet için şu dünyanın kurulmasına sebep olduğu gibi o zatın ubudiyetinde yaptığı dua, mükâfat ve mücazat için dâr-ı âhiretin icadına sebep olur.
Evet, bu yüksek intizam ve geniş rahmet ve güzel sanat ve kusursuz cemal ile zulüm ve çirkinlik arasında tezat vardır. İçtimaları mümkün değildir.
Evet edna bir sesi, edna bir kimseden, âdi bir iş için işitip kabul etmekle; en yüksek bir savtı en büyük bir iş için işitip kabul etmemek, emsalsiz bir kubuh ve çirkinlik ve bir kusurdur. Bu ise mümkün değildir. Çünkü hüsn-ü zatî, kubh-u zatîye inkılab eder. İnkılab-ı hakaik ise muhaldir.
On İkinci Reşha
Arkadaş! O hatib-i mürşidden gördüğün, işittiğin kâfidir. Çünkü ahvalini tamamıyla ihata etmek mümkün değildir. Öyle ise ondan sonra gelen asırların o zattan aldıkları feyizlere dikkat etmek üzere geri dönelim.
Bak arkadaş! Bütün bu asırlar, o asr-ı saadetin güneşinden Ebu Hanife, Şafiî, Ebu Yezid, Cüneyd-i Bağdadî, Abdülkadir-i Geylanî, İmam-ı Gazalî, Muhyiddin-i Arabî, Ebu Hasen-i Şazelî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî (radıyallahu anhüm ecmaîn) gibi binlerce nurani ziyadar yıldızlar ayrılıp âlem-i beşeri tenvir etmişlerdir.
Meşhudatımızın tafsilatını başka vakte tehir ederek mu’cizat sahibi o zat-ı nurani aleyhissalâtü vesselâma bir salât ü selâm getirelim.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى هٰذَا الذَّاتِ النُّورَانِىِّ الَّذٖى اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْقُرْاٰنُ الْحَكٖيمُ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ مِنَ الْعَرْشِ الْعَظٖيمِ اَعْنٖى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ بِعَدَدِ حَسَنَاتِ اُمَّتِهٖ عَلٰى مَنْ بَشَّرَ بِرِسَالَتِهِ التَّوْرٰيةُ وَ الْاِنْجٖيلُ وَ الزَّبُورُ وَ بَشَّرَ بِنُبُوَّتِهِ الْاِرْهَاصَاتُ وَ هَوَاتِفُ الْجِنِّ وَ اَوْلِيَاءُ الْاِنْسِ وَ كَوَاهِنُ الْبَشَرِ وَانْشَقَّ بِاِشَارَتِهِ الْقَمَرُ سَيِّدِنَا وَ مَوْلَانَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَ اَلْفُ الْفِ سَلَامٍ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ اُمَّتِهٖ عَلٰى مَنْ جَائَتْ لِدَعْوَتِهِ الشَّجَرُ وَ نَزَلَ سُرْعَةً بِدُعَائِهِ الْمَطَرُ وَ اَظَلَّتْهُ الْغَمَامَةُ مِنَ الْحَرِّ وَ شَبِعَ مِنْ صَاعٍ مِنْ طَعَامِهٖ مِئَاتٌ مِنَ الْبَشَرِ وَ نَبَعَ الْمَاءُ مِنْ بَيْنِ اَصَابِعِهٖ ثَلَاثَ مَرَّاتٍ كَالْكَوْثَرِ وَ سَبَّحَ فٖى كَفَّيْهِ الْحَصَاةُ وَ الْمَدَرُ وَ اَنْطَقَ اللّٰهُ لَهُ الضَّبَّ وَ الظَّبْىَ وَ الذِّئْبَ وَ الْجِذْعَ وَ الذِّرَاعَ وَ الْجَمَلَ وَ الْجَبَلَ وَ الْحَجَرَ وَ الشَّجَرَ صَاحِبُ الْمِعْرَاجِ وَ مَا زَاغَ الْبَصَرُ سَيِّدِنَا وَ مَوْلَانَا وَ شَفٖيعِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَ اَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ بِعَدَدِ كُلِّ الْحُرُوفِ الْمُتَشَكِّلَةِ فِى الْكَلِمَاتِ الْمُتَمَثِّلَةِ بِاِذْنِ الرَّحْمٰنِ فٖى مَرَايَا تَمَوُّجَاتِ الْهَوَاءِ عِنْدَ قِرَائَةِ كُلِّ كَلِمَةٍ مِنَ الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ قَارِءٍ مِنْ اَوَّلِ النُّزُولِ اِلٰى اٰخِرِ الزَّمَانِ وَ اغْفِرْلَنَا وَارْحَمْنَا يَا اِلٰهَنَا بِكُلِّ صَلَاةٍ مِنْهَا اٰمٖينَ اٰمٖينَ اٰمٖينَ
Arkadaş! Risalet-i Ahmediyeyi ispat eden deliller pek büyük bir yekûn teşkil ediyor. On Dokuzuncu Söz namındaki risalemde o delillerden bir kısmı zikredilmiştir. O zatın izhar ettiği bine yakın mu’cizeleriyle Yirmi Beşinci Söz namındaki eserimde tafsil edilen kırk vech-i i’caza bâliğ olan Kur’an, risalet-i Ahmediyeye (asm) şehadet ettiği gibi bu kâinat da âyâtıyla o zatın nübüvvetine delâlet eder.
Evet, kâinatta yazılan sayısız âyetler Zat-ı Ehad’in vahdaniyetine şehadet ettikleri gibi risalet-i Ahmediyeye de (asm) delâlet ve şehadet ederler.
Ezcümle: Kâinatta görünen hüsn-ü sanat dahi risalet-i Ahmediyeye (asm) delâlet ve şehadet eden kat’î bir delildir. Zira şu ziynetli masnuatın cemali, hüsn-ü sanat ve ziyneti izhar eder. Sanat ve suretin güzelliği, Sâni’de güzelleştirmek ve ziynetlendirmek isteği mevcud olduğuna delâlet eder. Güzelleştirmek ve ziynetlendirmek sıfatları, Sâni’in sanatına olan muhabbetine delâlet eder. Bu muhabbet ise masnuatın en ekmeli insan olduğuna delildir. Çünkü o muhabbetin mazhar ve medarı insandır. İnsan dahi masnuatın en câmi’ ve en garibi olduğundan şecere-i hilkate bir semere-i şuuriyedir. İnsan bir semere gibi olduğu cihetle kâinatın eczası arasında en câmi’ ve baîd bir cüzdür. İnsan zîşuur ve câmi’ olduğu cihetle nazarı âmm, şuuru küllî olur. Nazarı âmm olduğundan şecere-i hilkati tamamıyla görür, şuuru da küllî olduğundan Sâni’in makasıdını bilir. Öyle ise insan, Sâni’in muhatab-ı hâssıdır.
Evet, âmm ve şümullü olan nazar ve şuurunu Sâni’in ibadetine ve muhabbetine sarf ve sanatını istihsan, takdir ve teşhirine tevcih ve nimetlerinin şükrüne istimal eden bir fert, verdiği nimetlere karşı şükür isteyen ve yarattığı mahlukatı ibadete, şükre davet eden Sâni’in has muhatap ve habibidir.
Ey insanlar! Zikredilen ahval ve şuunatla muttasıf olan Hazret-i Muhammed’in (asm) Sâni’in o ferd-i ferîd dediğimiz muhatab-ı hâssı olmamasına imkân var mıdır? Ve tarihinizin gösterdiği nev-i beşerden en büyük insanlar arasında, bu makama daha lâyık diğer bir şahıs var mıdır?
Ey gözleri sağlam ve kalpleri kör olmayan insanlar! Bakınız, insan âleminde iki daire ve iki levha vardır:
Birinci daire: Rububiyet dairesidir.
İkinci daire: Ubudiyet dairesidir.
Birinci levha: Hüsn-ü sanattır.
İkinci levha ise: Tefekkür ve istihsandır.
Bu iki daire ile iki levha arasındaki münasebete bakınız ki: Ubudiyet dairesi bütün kuvvetiyle rububiyet dairesi hesabına çalışıyor. Tefekkür, teşekkür, istihsan levhası da bütün işaretleriyle hüsn-ü sanat ve nimet levhasına bakıyor.
Bu hakikati gözün ile gördükten sonra, rububiyet ve ubudiyet dairelerinin reisleri arasında en büyük bir münasebetin bulunmamasına aklınca imkân var mıdır? Ve Sâni’in makasıdına kemal-i ihlas ile hizmet eden ubudiyet reisinin Sâni’ ile azîm bir münasebeti ve kavî bir intisabı ve o intisap ile her iki daire reisleri arasında bir muarefe ve mükâleme ve alışverişin olmamasına ihtimal var mıdır? Öyle ise bilbedahe tahakkuk etti ki ubudiyet reisi, rububiyetin has mahbub ve makbulüdür.
Ey insan! Bu süslü masnuatı enva-ı mehasinle tezyin eden ve bütün zîhayat olanların zevklerine, iştihalarına göre bu kadar nimetleri in’am eden Sâni’in en kâmil en cemil ve ibadetine kemal-i iştiyakla teveccüh eden ve Sâni’in mehasin-i sanatına takdir ve istihsanatıyla arş ve ferşi taraba, sevinmeye getiren ve Sâni’in ihsanatına yaptığı teşekkürat ve tekbirat ile berr ve bahri cezbeye getiren şu güzel mahluk ve masnuuna iltifat edip sözünü nazar-ı itibara almaması ve teşekküratına mukabele etmemesi ve teveccüh edip kendisiyle konuşmaması ve iktidarına göre bütün mahlukata bir imam ve mürşid yapmaması imkânı var mıdır?
Lâsiyyemalar[]
RNK: MESNEVÎ-İ NURİYE | |
---|---|
Abdulmecid Nursi Tercümesi: İ’tizar . Mukaddime . Lem’alar Risalesi . Reşhalar . Lâsiyyemalar .Katre .Hubab .Habbe .Zühre .Zerre. Şemme Risalesi .Onuncu Risale .Şule . Nokta .Münderecat Hakkında . Fihrist (Mesnevî) . | |
Direkt | Abdulmecid Nursi Tercümesi: İ’tizar (Mesnevi) . Mukaddime (Mesnevi) . Lem’alar Risalesi (Mesnevi) . Reşhalar (Mesnevi) . Lâsiyyemalar (Mesnevi) .Katre (Mesnevi) .Hubab (Mesnevi) .Habbe (Mesnevi) .Zühre (Mesnevi) .Zerre (Mesnevi). Şemme Risalesi (Mesnevi) .Onuncu Risale (Mesnevi) .Şule (Mesnevi) . Nokta (Mesnevi) .Münderecat Hakkında (Mesnevi) . Fihriste-i Mesnevi-i Nuriye . |
İ'tizar . Mukaddime . Lem’alar Risalesi . Reşhalar . Lâsiyyemalar .Katre .Hubab .Habbe .Zühre .Zerre. Şemme Risalesi .Onuncu Risale .Şule . Nokta .Münderecat Hakkında . Fihrist (Mesnevî) |
RNK :SÖZLER: BİRİNCİ SÖZ . Azerice : Bəsmələ Risaləsi . الكلمة الاولى . THE FIRST WORD THE FIRST WORD/English&Turkish for students
(Dış link) . Birinci Söz/Audio . İng ve Türkçe karşılıklı sayfalar halinde PDF:Dosya:First-Word-11x18.pdf (Dış link) . Birinci Söz/Almanca | |
---|---|
Besmele . Bismillah . Bismillahirahmanirahim . Bismillah her hayrın başıdır . Bismillah/Sırları - 51 Besmele- [[]] | |
KAVRAM | Her hayrın başı . Mübarek kelimeler . Zikir - Şükür - Fikir |
TERCÜME | Türkçe: Birinci Söz (Besmele risalesi). Birinci Söz/Osmanlıca . Azerice : Bəsmələ Risaləsi . Birinci Söz/Azerice . Birinci Söz/Arapça . Birinci Söz/İngilizce . |
AUDİO | Birinci Söz/Audio [13] . 1.Word [14] |
VİDEO | Birinci Söz/VİDEO |
ŞERH | RNK/ŞERH :Birinci Söz/ŞERH . |
Sesli Sözler [15] .[[ http://www.kuranikerim.net.tr/risale-kulliyati.html Sesli RNK]]
Böyle bir köprü, dine dayanmak, dini bilmek, dini ilmi yönden dikkatli bir şekilde incelemek ve toplumumuzun ruhunun özünü yapan dini tanımaktan başka bir şey değildir. Birinci söz budur. (Ali Şeriati - İdeallerin Yenilgisi - İdeal Kitaplar) |
RNK• ŞUÂLAR:THE RAYS 1.Şua • İkinci Şuâ | |
---|---|
Fihrist/Şualar. ŞUALAR/Fihrist | |
1.Şua | Birinci Şuâ • tmm ses yok vifeo6 yok |
2.Şua | İkinci Şuâ . İKİNCİ ŞUÂ . İkinci Makam . Üçüncü Makam . Hâtime . |
3.Şua | Üçüncü Şuâ • ÜÇÜNCÜ ŞUÂ (Münâcat Risalesi) |
4.Şua | Dördüncü Şuâ • DÖRDÜNCÜ ŞUÂ (Âyet-i Hasbiye Risalesi) . |
5.Şua | Beşinci Şuâ • BEŞİNCİ ŞUÂ :(Muhakemat-ı Bedîiye’nin gayr-ı matbu tetimmesinde bahsedilen “Sedd-i Zülkarneyn” ve “Ye’cüc Me’cüc” ve sair “Eşrat-ı kıyamet”ten haber veren yirmi üç meseledir.) .
ON BEŞİNCİ ŞUÂ (EL-HÜCCETÜ’Z-ZEHRA) (Nur’un hakiki hayat-ı maneviyesinin ilmelyakîn, aynelyakîn ittihadından çıkan bir meyve-i imaniye ve firdevsî bir semere-i Kur’aniyedir.) . BİRİNCİ MAKAM . İKİNCİ MAKAM . TAKRİZLER . BİRİNCİ ŞUÂ (İki acib suale cevaptır ve otuz üç âyet-i Kur’aniyenin işaretleri) SEKİZİNCİ ŞUÂ (KERAMET-İ ALEVİYE) . |
6.Şua | Altıncı Şuâ • ALTINCI ŞUÂ (Teşehhüde dair iki nüktedir.) |
7.Şua | Yedinci Şuâ • YEDİNCİ ŞUÂ (ÂYETÜ’L-KÜBRA) (Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.) BİRİNCİ BAB: İKİNCİ BAB: Manevî bir muhaverede bir sual ve cevap 179 |
8.Şua | Sekizinci Şuâ • |
9.Şua | Dokuzuncu Şuâ • DOKUZUNCU ŞUÂ (Onuncu Söz’ün mühim bir zeyli) |
10.Şua | 10.Şua |
11.Şua | On Birinci Şuâ • ON BİRİNCİ ŞUÂ (MEYVE RİSALESİ) (Bu risale, Denizli hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür.) BİRİNCİ MESELE . İKİNCİ MESELE . ÜÇÜNCÜ MESELE . DÖRDÜNCÜ MESELE . BEŞİNCİ MESELE . ALTINCI MESELE . YEDİNCİ MESELE . SEKİZİNCİ MESELE . DOKUZUNCU MESELE . ONUNCU MESELE (Kur’an’da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayet kuvvetli bir cevaptır.) ON BİRİNCİ MESELE |
12.şua | On İkinci Şuâ • ON İKİNCİ ŞUÂ (Denizli Mahkemesi müdafaatından) . |
13.şua | On Üçüncü Şuâ • ON ÜÇÜNCÜ ŞUÂ . (Üstadın talebelerine gönderdiği nurlu mektuplardır.) |
14.Şua | On Dördüncü Şuâ • ON DÖRDÜNCÜ ŞUÂ (Bedîüzzaman’ın Afyon Mahkemesi müdafaası ve mektupları ve Nur talebelerinin Afyon Mahkemesinde yaptıkları hakikatli müdafaalar.) . ses yok yazı yok video var https://youtu.be/TXYL1FpZn0c |
15.şua | On Beşinci Şuâ • |
x | Yirmi Dokuzuncu Lem’a’dan İkinci Bab • YİRMİ DOKUZUNCU LEM’ADAN İKİNCİ BAB . İçindekiler (Şualar) |
Eddâî | Eddâî • EDDÂÎ . |
Dua | Dua (Şuâlar) • DUA (Şualar) . |
İçindekiler | İçindekiler (Şuâlar) . Fihrist (Şualar) . |
İndex | Şualar/Alfabetik İndex:Dördüncü nokta . Şualar/Konu indexi |
Kaynak: [18]
İÇİNDEKİLER: İKİNCİ ŞUÂ . İkinci Makam . Üçüncü Makam . Hâtime . ÜÇÜNCÜ ŞUÂ (Münâcat Risalesi) . DÖRDÜNCÜ ŞUÂ (Âyet-i Hasbiye Risalesi) . ALTINCI ŞUÂ (Teşehhüde dair iki nüktedir.) . YEDİNCİ ŞUÂ (ÂYETÜ’L-KÜBRA) (Kâinattan hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır.) BİRİNCİ BAB: İKİNCİ BAB: Manevî bir muhaverede bir sual ve cevap 179 DOKUZUNCU ŞUÂ (Onuncu Söz’ün mühim bir zeyli) ON BİRİNCİ ŞUÂ (MEYVE RİSALESİ) (Bu risale, Denizli hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür.) BİRİNCİ MESELE . İKİNCİ MESELE . ÜÇÜNCÜ MESELE . DÖRDÜNCÜ MESELE . BEŞİNCİ MESELE . ALTINCI MESELE . YEDİNCİ MESELE . SEKİZİNCİ MESELE . DOKUZUNCU MESELE . ONUNCU MESELE (Kur’an’da olan tekrarata gelen itirazlara karşı gayet kuvvetli bir cevaptır.) ON BİRİNCİ MESELE . ON İKİNCİ ŞUÂ (Denizli Mahkemesi müdafaatından) . ON ÜÇÜNCÜ ŞUÂ . (Üstadın talebelerine gönderdiği nurlu mektuplardır.) ON DÖRDÜNCÜ ŞUÂ (Bedîüzzaman’ın Afyon Mahkemesi müdafaası ve mektupları ve Nur talebelerinin Afyon Mahkemesinde yaptıkları hakikatli müdafaalar.) . BEŞİNCİ ŞUÂ :(Muhakemat-ı Bedîiye’nin gayr-ı matbu tetimmesinde bahsedilen “Sedd-i Zülkarneyn” ve “Ye’cüc Me’cüc” ve sair “Eşrat-ı kıyamet”ten haber veren yirmi üç meseledir.) . ON BEŞİNCİ ŞUÂ (EL-HÜCCETÜ’Z-ZEHRA) (Nur’un hakiki hayat-ı maneviyesinin ilmelyakîn, aynelyakîn ittihadından çıkan bir meyve-i imaniye ve firdevsî bir semere-i Kur’aniyedir.) . BİRİNCİ MAKAM . İKİNCİ MAKAM . TAKRİZLER . BİRİNCİ ŞUÂ (İki acib suale cevaptır ve otuz üç âyet-i Kur’aniyenin işaretleri) SEKİZİNCİ ŞUÂ (KERAMET-İ ALEVİYE) . YİRMİ DOKUZUNCU LEM’ADAN İKİNCİ BAB . EDDÂÎ . DUA (Şualar) . Fihrist (Şualar) . İçindekiler (Şualar) |
RNK: TARİHÇE-İ HAYAT. Önsöz .Giriş . İlk Hayatı , Barla Hayatı . Eskişehir Hayatı . Kastamonu Hayatı . Denizli Hayatı . Emirdağ Hayatı . Afyon Hayatı . Isparta Hayatı . Hariç Memleketler . Bedîüzzaman ve Risale-i Nur . Dua (Tarihçe-i Hayatı) . İçindekiler | |
---|---|
Tarihçe-i Hayat/Önsöz Sesli risale:Önsöz. Giriş . İlk Hayatı |
RNK: MESNEVÎ-İ NURİYE | |
---|---|
Abdulmecid Nursi Tercümesi: İ’tizar . Mukaddime . Lem’alar Risalesi . Reşhalar . Lâsiyyemalar .Katre .Hubab .Habbe .Zühre .Zerre. Şemme Risalesi .Onuncu Risale .Şule . Nokta .Münderecat Hakkında . Fihrist (Mesnevî) . | |
Direkt | Abdulmecid Nursi Tercümesi: İ’tizar (Mesnevi) . Mukaddime (Mesnevi) . Lem’alar Risalesi (Mesnevi) . Reşhalar (Mesnevi) . Lâsiyyemalar (Mesnevi) .Katre (Mesnevi) .Hubab (Mesnevi) .Habbe (Mesnevi) .Zühre (Mesnevi) .Zerre (Mesnevi). Şemme Risalesi (Mesnevi) .Onuncu Risale (Mesnevi) .Şule (Mesnevi) . Nokta (Mesnevi) .Münderecat Hakkında (Mesnevi) . Fihriste-i Mesnevi-i Nuriye . |
İ'tizar . Mukaddime . Lem’alar Risalesi . Reşhalar . Lâsiyyemalar .Katre .Hubab .Habbe .Zühre .Zerre. Şemme Risalesi .Onuncu Risale .Şule . Nokta .Münderecat Hakkında . Fihrist (Mesnevî) |
RNK: Sikke-i Tasdik-i Gaybi | |
---|---|
Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar 1 -Birinci Şuâ -Sekizinci Şuâ
On Sekizinci Lem’a .Yirmi Sekizinci Lem’a Sekizinci Lem’a Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar 2 Dua (Sikke-i Tasdik-i Gaybî) |
RNK : BARLA LÂHİKASI • Barla Lâhikası | |
---|---|
Barla Lâhikası – Takdim• Barla Lâhikası – Takdim• Barla Lahikası/Takdim• Barla Lâhikası – Yedinci Risale• Barla Lahikası/Takriz• Barla Lâhikası/Mukaddime. | |
7. Risale | Barla Lâhikası/Yedinci Risale. Yedinci Risale olan Yedinci Mesele. Barla Lâhikası – Yedinci Risale |
21-100 | Barla Lâhikası s.21-39•
Barla Lâhikası s.40-58• Barla Lâhikası s.59-80• Barla Lâhikası s.80-102• |
103-202 | Barla Lâhikası s.103-121•
Barla Lâhikası s.121-146• Barla Lâhikası s.146-159• Barla Lâhikası s.160-180• Barla Lâhikası s.181-201 |
202-300 | Barla Lâhikası s.202-221•
Barla Lâhikası s.221-240• Barla Lâhikası s.241-261• Barla Lâhikası s.262-280• Barla Lâhikası s.280-299• |
300-392 | Barla Lâhikası s.300-321•
Barla Lâhikası s.321-340• Barla Lâhikası s.340-362• Barla Lâhikası s.363-392 |
x |
RNK:KASTAMONU LÂHİKASI | |
---|---|
- Kastamonu Lahikası/Takdim. Kastamonu Lahikası
Kastamonu Lâhikası s.10-30 Kastamonu Lâhikası s.30-51 Kastamonu Lâhikası s.52-69 Kastamonu Lâhikası s.70-91 Kastamonu Lâhikası s.91-109 Kastamonu Lâhikası s.110-129 Kastamonu Lâhikası s.130-149 Kastamonu Lâhikası s.150-166 (Lemaat’tan) Kastamonu Lâhikası s.167-189 Kastamonu Lâhikası s.190-210 Kastamonu Lâhikası s.211-230 Kastamonu Lâhikası s.231-255 |
RNK : Emirdağ Lahikası-I [20] | |
---|---|
EMİRDAĞ LÂHİKASI – I
Emirdağ Lâhikası – I – Takdim Emirdağ Lâhikası – I s.10-31 Emirdağ Lâhikası – I s.31-50 Emirdağ Lâhikası – I s.50-69 Emirdağ Lâhikası – I s.70-90 Emirdağ Lâhikası – I s.90-110 Emirdağ Lâhikası – I s.110-130 Emirdağ Lâhikası – I s.131-150 Emirdağ Lâhikası – I s.150-170 Emirdağ Lâhikası – I s.170-190 Emirdağ Lâhikası – I s.190-211 Emirdağ Lâhikası – I s.212-230 Emirdağ Lâhikası – I s.230-251 Emirdağ Lâhikası – I s.251-270 Emirdağ Lâhikası – I s.271-288 |
RNK: EMİRDAĞ LÂHİKASI – II (Son mektupları) | |
---|---|
EMİRDAĞ LÂHİKASI – II
Emirdağ Lâhikası – II s.6-26 Emirdağ Lâhikası – II s.27-50 Emirdağ Lâhikası – II s.51-70 Emirdağ Lâhikası – II s.70-90 Emirdağ Lâhikası – II s.91-109 Emirdağ Lâhikası – II s.110-128 Emirdağ Lâhikası – II s.129-148 Emirdağ Lâhikası – II s.149-170 Emirdağ Lâhikası – II s.171-189 Emirdağ Lâhikası – II s.190-210 Emirdağ Lâhikası – II s.210-229 Emirdağ Lâhikası – II s.230-247 |
RNK: ASÂ-YI MUSA Denizli Hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür. Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir. | |
---|---|
{https://soundcloud.com/baharsoluklari/kardelen5-risale-i-nur-dersleri-1-soz-5-birinci-sozun-ozeti-besmele-neler Risale-i Nur Asay-ı Musa dır.] | |
I.KISIM | Asâ-yı Musa’dan Birinci Kısım: DENİZLİ HAPSİNİN BİR MEYVESİ: Zındıka ve küfr-ü mutlaka karşı Risale-i Nur’un bir müdafaanamesidir. Ve bu hapsimizde hakiki müdafaanamemiz dahi budur. Çünkü yalnız buna çalışıyoruz.
Bu risale, Denizli Hapishanesinin bir meyvesi ve bir hatırası ve iki cuma gününün mahsulüdür. Birinci Mesele Medrese-i yusufiye ve namaz bahsi İkinci Mesele Hapsi münferit, mapusluktan intikam almak. Üçüncü Mesele Cumhuriyet Bayramı Liseli kızlar: Biz, hayatın her bir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak ve tattırmak istiyoruz, bize karışma Dördüncü Mesele İkinci Cihan Harbini 6 sene sormaması. Beşinci Mesele Altıncı Mesele Talebelere:Halıkımızı bize tanıttır sualine cevaptır Yedinci Mesele Mapuslara:Sultanı deyyan mükafat ve ceza verir Sekizinci Mesele Dokuzuncu Mesele Onuncu Mesele On Birinci Mesele |
II.KISIM | Asâ-yı Musa’dan İkinci Kısım :
Birinci Hüccet-i İmaniye İkinci Hüccet-i İmaniye Üçüncü Hüccet-i İmaniye Dördüncü Hüccet-i İmaniye Beşinci Hüccet-i İmaniye Altıncı Hüccet-i İmaniye Yedinci Hüccet-i İmaniye Sekizinci Hüccet-i İmaniye Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye Onuncu Hüccet-i İmaniye On Birinci Hüccet-i İmaniye |
Fihrist (Asâ-yı Musa) |
RNK: Küçük Kitaplar | |
---|---|
MUHAKEMAT. DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ. HUTBE-İ ŞAMİYE. MÜNAZARAT. SÜNUHAT – TULÛAT – İŞARAT .GENÇLİK REHBERİ .HANIMLAR REHBERİ .KONFERANS. NUR ÇEŞMESİ .NUR'UN İLK KAPISI |
RNK :MUHÂKEMAT. MUHAKEMAT. Muhâkemat. Muhakemat | |
---|---|
Birinci Makale - İkinci Makale Üçüncü Makale. Fihrist (Muhakemat) Takriz | |
Kavramlar | Muhakeme. Muhâkeme. Muhakeme etmek. Muhakemede özür beyanı. |
Devlet | Muhakemat Müdürlüğü - Muhakemat Genel Müdürlüğü Maliye Bakanlığı |
RNK | Risale: Mukaddime (Muhakemat) - Risale:Birinci Makale (Muhakemat) - Risale:Muhakemat - Mukaddime (Muhakemat) - Bediüzzaman'ın muhakematı |
Muhakemetü’l-Lugateyn |
RNK:DHÖ. DİVAN-I HARB-İ ÖRFÎ | |
---|---|
Millet uyanmış, mugalâta ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir |
RNK:HUTBE-İ ŞAMİYE :الخطبة الشامي . THE DAMASCUS SERMON |
---|
RNK: MÜNAZARAT. Münazarat/İlk Baskı (Said Nursi'nin kitabından çıkarttığı Kürtlere hitap kısımarı dahi var) |
---|
RNK : SÜNUHAT . Sünuhat |
---|
RNK: TULÛAT . Asar-ı Bediiyye |
---|
RNK: İŞARAT |
---|
RNK: GENÇLİK REHBERİ . | |
---|---|
1.Genclik Rehberi/Önsöz • 2.Birinci Söz• 3.HÜVE NÜKTESİ. 4.Gençlik Rehberi/Mahkeme müdafaası. 5.Gençlik Rehberi/Mahkeme müdafaası/Eşref Edip. 6.Gençlik Rehberi/Mahkeme müdafaası/Sebilürreşad dergisinde yayımlanması. 7.Gençlik Rehberi/İstanbul Mahkemesi . Gençlik Rehberi/VP | |
Önsöz | Genclik Rehberi/Önsöz 1 ÖNSÖZ |
Birinci Söz | Besmele hakkındadır. Bu terminolji ve ontoloji yaşam haline gelmeli. Allah için almalı vermeli |
13.Söz | On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı:Aklını kaybetmeyen bazı gençlerle muhaveredir |
Mapushane öncesi | Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum |
Hayvani hayat | Hem deme ki: “Ben hayvan gibi hayatımı geçireceğim.” |
Fıkra | Gençlik Rehberi’ne İlâve Edilmesi Lâzım Gelen Üstadımızın Bir Fıkrasıdır
7 Hâşiye: 8 Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme 9 Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır 10 Risale-i Nur Talebeleri Tarafından Sorulan Bir Suale Cevap: Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddi alâkadar olan bu Cihan Harbini iki senedir sormuyorsunuz? 11 Risale-i Nur Mizanlarından On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’nın Hâşiyesidir 12 Hapis musibetine düşenlere ve onlara merhametkârane, sadakatle nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselli 13 Ey hapis arkadaşlarım ve din kardeşlerim! 14 Aziz yeni kardeşlerim ve eski mahpuslar! 15 On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı’nın Zeyli 16 Yirmi Altıncı Lem’a’dan 16.1 Yedinci Rica Ankara kalesi tefekkürü ve Said'in hayat muhasebesidir. 17 Meyve Risalesi’nden Altıncı Mesele :Bize Hâlık’ımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar 18 Onuncu Söz’ün Mühim Bir Zeyli ve Lâhikasının Birinci Parçası : Haşir hakkında 18.1 Mukaddime 19 Hüve Nüktesi 20 On Yedinci Söz’ün İkinci Makamı([5]) 21 Siyah Dutun Bir Meyvesi 22 Mektup:Bayram tebriki - Üniversite - Bismark - 23 Ahmedlerin Mektubunda Bismark’ın Beyanatı 24 Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı’ndan: Ehl-i dalaletin vekili 25 MÜHİM BİR SUAL 26 Sual: Enbiya ve evliyaya muhabbet, nasıl faydasız kalır? 27 On Dördüncü Lem’a’nın İkinci Makamı 27.1 Birinci Sır 27.2 İkinci Sır 27.3 Üçüncü Sır 27.4 Beşinci Sır 27.5 Altıncı Sır 28 Yirmi Üçüncü Söz :İmanın mehasini hakkındadır 28.1 Birinci Mebhas 28.1.1 Birinci Nokta 28.1.2 İkinci Nokta 28.1.3 Dördüncü Nokta 28.1.4 Beşinci Nokta 28.2 İkinci Mebhas 28.2.1 Birinci Nükte 28.2.2 İkinci Nükte 28.2.3 Üçüncü Nükte 28.2.4 Dördüncü Nükte 28.2.5 Beşinci Nükte 29 Risale-i Nur Nedir? 30 Dr.Mustafa Hilmi Ramazanoğlu: İlim bir nur olduğuna göre, Risale-i Nur’un ilme olan en derin vukufunu gösterecek bir iki delil |
Mersin | Mersin'den gelen mesele-i mühimme |
RNK: HANIMLAR REHBERİ | |
---|---|
Gençlik Rehberi . Hizmet Rehberi |
HİZMET REHBERİ 1963 “Bu benim virdimdir” Zübeyir Gündüzalp - Hizmet Rehberi Nazilli'de hazırlandı. |
---|
RNK:KONFERANS |
---|
RNK: NUR ÇEŞMESİ : TAMİRCİ ATOM BOMBASINDAN BİR NUMUNE:Nur talebeleri tarafından soruldu ki Nur Risalelerinde denilmiş: “Küfr-ü mutlakın dehşetli tahribatına karşı tamirci bir atom bombası Risale-i Nur’dur.” Bunun bir numunesini isteriz.
Elcevap: Asâ-yı Musa mecmuaları hususan bir numunesi Altıncı, Yedinci, Sekizinci Meseleler ve Sekizinci ve On Birinci Hüccet-i İmaniye ki en derin bir feylesofla bir çocuk, onlardan en derin hakikati anlayabilir ve vehim ve vesveseleri bırakmaz. | |
---|---|
Altıncı Mesele | Altıncı Mesele Kastamonu Lise talebelerinin Halıkımızı bize tanıttır?. Muallimlerimiz bahsetmiyorlar, sualine cevaptır. |
Yedinci Mesele | Yedinci Mesele: Denizli Hapsinde bir cuma gününün meyvesidir. Mahkumlara özel deyyan ismi celilinin izahıdır. |
Sekizinci Mesele | Sekizinci Mesele |
Sekizinci Hüccet-i İmaniye | Sekizinci Hüccet-i İmaniye |
On Birinci Hüccet-i İmaniye | On Birinci Hüccet-i İmaniye |
NUR'UN İLK KAPISI | |
---|---|
Ya Müfettih el-bab .Ey kapıları açan Kapı. Bab. Nur. İlk kapı. | |
iki yol | İnsanın önünde iki yol var:
O yoldan birinde nefsi ve şeytanı dinleyip gitse esfeli safiline düşer diğerinde hak ve Kur'an'ı dinleyip gitse ala-i illiyyine çıkar kainatın bir takvimi zişanı olur. Evet ebedi ve sermedi bir cemâilin seyircisi müştakı ve ayinedar aşıkı elbette baki kalıp ebede gidecektir .işte hizbül Kur'an'ın akıbeti öyledir. İnşallah-u Teala. |
Bediüzzaman'ın Burdur'da telif ettiği 13 dersten oluşan ve muhtevası Küçük Sözlere benzeyen bir risaledir. Bu risale için Üstad "Eski Said ile yeni Said’in birbiriyle münazara edip nefs-i emmareyi susturan ve şuhud derecesindeki hakikatleri ihtiva eden on üç dersler olup bu on üç dersin doğrudan doğruya Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın âyetlerinden aynelyakîne yakın bir surette yeni Said’e ders olduğunu ve bütün bu derslerde doğrudan doğruya birinci muhatap Said olduğunu gördüm. Küçük Sözler’in ve bazı mühim Sözlerin çekirdeklerini ve bir kısmının tam izahlarını içinde gördüm." der. Üstad Burdur'dan Barla'ya geldiğinde ciltlenmiş olarak Sıddık Süleyman'a verir. Hatta Bahri Çağlar bir nüsha çoğaltır. 25 sene sonra Üstad tekrar Barla'ya gelene kadar bu kitabı saklayan Sıddık Süleyman Üstad'a bu iki nüshayı verir. Üstad da hemen Isparta'ya gönderip Nur'un İlk Kapısı adını verip çoğalttırır. |
ZÜLFİKAR | |
---|---|
Fuat Sirmen Rizeli adalet bakanı olup Zulfikarin yasaklanması için çok uğraşmış ve İstanbul başsavcısı iken rneklara çok dava açmıştır. Ali Sirmen in amcasidir. |
RNK: RNK/Tercümeleri RNK/Arabi - RNK/Azeri - RNK/English - RNK/Kurdi - RNK/Almanca |
---|
RNK: كليات رسائل النور .RNK/Arabi [21] - SÖZLER :الكلمات - MEKTUBAT: مكتوبات - LEM'ALAR : اللمعات - ŞUALAR: الشعاعات - İŞARÂT'ÜL İCAZ: إشارات الإعجاز في مظان الإيجاز - MESNEVÎ-İ NURİYE :المثنوي العربي النوري - RNK/Arabi/Mesnevi-i Nuriye - LAHİKALAR : الملاحق - SAYKAL_üL İSLAM :صيقل الاسلام - TARİHÇE-İ HAYAT:السيرة لذاتية - HİZB-İ HAKAİK-İ NURİYE : حزب الحقائق النورية - NOT:İnternette RNK arabi olarak web sayfası şeklinde ilk defa burada Yeni Wikide veriliyor. | |
---|---|
الكلمات | Sözler: Kalimat+-+Qasim_RNK.pdf : الكلمة الاولى . Birinci söz . RNK/Arabi/1.Söz . Birinci Söz/Arapça
الكلمة الأولى . الكلمة الثانية. الكلمة الثالثة. الكلمة الرابعة• الكلمة الخامسة• الكلمة السادسة• الكلمة السابعة• الكلمة الثامنة• الكلمة التاسعة• الكلمة العاشرة• الكلمة الحادية عشرة• الكلمة الثانية عشرة• الكلمة الثالثة عشرة• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺮﺍﺑﻌﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺨﺎﻣﺴﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺴﺎﺩﺳﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺴﺎﺑﻌﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜﺎﻣﻨﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺘﺎﺳﻌﺔ ﻋﺸﺮﺓ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺤﺎﺩﻳﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜﺎﻧﻴﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜﺎﻟﺜﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺮﺍﺑﻌﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺨﺎﻣﺴﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺴﺎﺩﺳﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺴﺎﺑﻌﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜﺎﻣﻨﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺘﺎﺳﻌﺔ ﻭﺍﻟﻌﺸﺮﻭﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺜـلاﺛﻮﻥ• ﺍﻟﻜﻠﻤﺔ ﺍﻟﺤﺎﺩﻳﺔ ﻭﺍﻟﺜـلاﺛﻮﻥ• |
مكتوبات | Mektubat: المكتوب الأول |
اللمعات | Lem'alar: |
الشعاعات | Şualar: |
إشارات الإعجاز | İşaret-ül İcaz:إشارات الإعجاز في مظان الإيجاز. |
المثنوي العربي النوري | Mesnevi: المثنوي العربي النوري - RNK/Arabi/Mesnevi-i Nuriye |
الملاحق | LAHİKALAR : - |
صيقل الاسلام | SAYKAL_üL İSLAM : - |
السيرة لذاتية | TARİHÇE-İ HAYAT: - |
حزب الحقائق النورية | HİZB-İ HAKAİK-İ NURİYE : |
Sesli arabi RNK: * *http://www.nafizatalnoor.com/sites/all/themes/tema2/kulliyatseslisayfalar/kelimat.html |
RNK:RNK/Azerice. Sözlər .Bəsmələ Risaləsi | |
---|---|
http://www.nur.gen.tr/az.html | |
Sözlər | 1.Söz/Azerice (Bəsmələ Risaləsi) - 2.Söz/Azerice - 3.Söz/Azerice |
Ləm'ələr | 1. Ləm'ə . 2. Ləm'ə . 3. Ləm'ə . 4. Ləm'ə . 5. Ləm'ə . 6. Ləm'ə . 7. Ləm'ə . 8. Ləm'ə . 9. Ləm'ə . 10. Ləm'ə . 11. Ləm'ə . 12. Ləm'ə . 13. Ləm'ə . 14. Ləm'ə . 15. Ləm'ə . 16. Ləm'ə . 17. Ləm'ə . 18. Ləm'ə . 19. Ləm'ə . 20. Ləm'ə . 21. Ləm'ə . . Ləm'ə . |
Məktubat | 1 .Məktubat . 2 .Məktubat . 3 .Məktubat . 4 .Məktubat . 5 .Məktubat . 6 .Məktubat . 7 .Məktubat . 8 .Məktubat . 9 .Məktubat . 10 .Məktubat . 11 .Məktubat . 12 .Məktubat . 13 .Məktubat . 14 .Məktubat . 15 .Məktubat . 16 .Məktubat . .Məktubat . |
Risale-i Nur — Səid Nursi tərəfindən qələmə alınmış Quran təfsiri. Orijinal variantı osmanlı türkcəsi ilə yazılmış bu kitablar toplusu ümumi səhifə sayı 6000 səhifəyə yaxındır və 15 kitabdan ibarətdir ("Sözlər", "Məktubat", "Ləm'ələr", "Şüalar", "İşarat-ül İ'caz", "Məsnəvi-i Nuriyə", "Tarixçə-i Həyat", "Barla lahiqəsi", "Qəstəmonu lahiqəsi", "Əmirdağ lahiqəsi", "Sikkə-i Təsdiq-i Qeybi","Əsa-yi Musa", "Zülfiqar", "Sirac-ün Nur", "Tilsimlər"). |
RNK: Alfabetik RNK | |
---|---|
1-RNK/1-RNK/12 - 12 | |
A | Afyon hayatı tarihçe-i hayat -A-
Afyon Hayatı tarihçe-i hayat -B- Afyon hayatı tarihçe-i hayat -C- altıncı hüccet-i imaniye asa-yı musa 6. hüccet-i imaniye Altıncı Mektub mektubat 6. mektub altıncı mesele asa-yı musa 6. mes'ele Altıncı Söz sözler 6. söz Altıncı Şua şualar 6. şua |
B | Barla hayatı tarihçe-i hayat -A-
Barla hayatı tarihçe-i hayat -B- Barla hayatı tarihçe-i hayat -C- Barla lahikası -A- Barla Lahikası -B- Barla Lahikası -C- Barla Lahikası -D- Bediüzzaman ve Risale-i Nur tarihçe-i hayat beşinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 5. hüccet-i imaniye Beşinci Mektub mektubat 5. mektub beşinci mesele asa-yı musa 5. mes'ele Beşinci Söz sözler 5. söz Beşinci Şuâ şualar 5. şua birinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 1. hüccet-i imaniye Birinci lem'a ■ lemalar 1. lema Birinci mektub ■ mektubat 1. mektub birinci mesele asa-yı musa 1. mes'ele Birinci Söz - sözler 1.söz- Birinci Şua şualar 1. şua -A- Birinci şua şualar 1.şua -B- Birinci şua şualar 1.şua -C- Birinci şua şualar 1.şua -D- |
D | delail-i haşir işarat-ül i'caz
Denizli hayatı tarihçe-i hayat -A- Denizli hayatı tarihçe-i hayat -B- Denizli Lahikası -B- Denizli Lahikası -C- Denizli lahikası-A- Divan-ı harbi örfi dokuzuncu hüccet-i imaniye asa-yı musa 9. hüccet-i imaniye Dokuzuncu Mektub mektubat 9. mektub dokuzuncu mesele asa-yı musa 9. mes'ele Dokuzuncu Söz sözler 9. söz Dokuzuncu Şua şualar 9.şua dördüncü hüccet-i imaniye asa-yı musa 4. hüccet-i imaniye Dördüncü Lem'a lemalar 4. lema Dördüncü Mektub mektubat 4. mektub dördüncü mesele asa-yı musa 4. mes'ele dördüncü söz sözler 4. söz Dördüncü Şua şualar 4. şua -A- Dördüncü şua şualar 4.şua -B- |
E | ecnebi feylesoflar işarat-ül i'caz
EDDÂİ eddâi eddai Emirdağ hayatı tarihçe-i hayat -A- Emirdağ hayatı tarihçe-i hayat -B- Emirdağ Hayatı Tarihçe-i hayat -C- Emirdağ hayatı tarihçe-i hayat -D- Emirdağ lahikası -1-A- Emirdağ Lahikası -1-B Emirdağ Lahikası -1-C- Emirdağ Lahikası -1-D- Emirdağ Lahikası -1-E- Emirdağ lahikası -2-A Emirdağ Lahikası -2-B- Emirdağ Lahikası -2-C- Emirdağ Lahikası -2-D- Emirdağ Lahikası -2-E- Emirdağ Lahikası -2-F- Emirdağ Lahikası -2-G- Emirdağ Lahikası -2-H- Emirdağ Lahikası -2-J- Emirdağ Lahikası -2-K- Emirdağ Lahikası-2-I- Eskişehir hayatı tarihçe-i hayat -A- Eskişehir hayatı ■ tarihçe-i hayat -C- Eskişehir hayatı tarihçe-i hayat-B- |
F G H I | Fatiha suresi işarat-ül i'caz
Giriş tarihçe-i hayat Habbe mesnevi-yi nuriye hakikat çekirdekleri mektubat Hubab mesnevi-yi nuriye huruf-u muakattaa Sure-i Bakara işarat-ül i'caz Hutbe-i şamiye Isparta hayatı tarihçe-i hayat |
K | Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -F-
Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -A- Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -B- Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -C- Kastamonu hayatı tarihçe-i hayat -D- Kastamonu Hayatı tarihçe-i hayat -E- Kastamonu Lahikası -B- Kastamonu Lahikası -C- Kastamonu Lahikası -E- Kastamonu Lahikası -F- Kastamonu Lahikası -G- Kastamonu Lahikası-A- Kastamonu Lahikası-D- Kastamonu Lahikası-H- Katre mesnevi-yi nuriye kıyamet ve ahiret işarat-ül i'caz konferans Kur'an Nedir? Tarifi Nasıldır? işarat-ül i'caz |
L M N | Lâsiyyemalar mesnevi-yi nuriye
lem'alar mesnevi-yi nuriye Lemaât -1 Lemaât -2 mahiyet-i küfür işarat-ül i'caz mehmed kayalar'ın müdafası işarat-ül i'caz mukaddemat asa-yı musa mukaddeme mesnevi-yi nuriye mühürlenen kalpler işarat-ül i'caz Münacat lemalar nübüvvetin tahkiki işarat-ül i'caz nükte-i i'caziye işarat'ül i'caz |
O | Onaltıncı Lem'a Lemalar 16. lema
Onaltıncı Mektub mektubat 16. mektub Onaltıncı Söz sözler 16. söz Onbeşinci Lem'a lemalar 15. lema Onbeşinci Mektub mektubat 15. mektub Onbeşinci Söz sözler 15. söz Onbeşinci Şua şualar 15. şua -A- Onbeşinci şua şualar 15. şua -B- Onbeşinci şua şualar 15. şua -C- Onbeşinci şua şualar 15. şua -D- onbirinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 11. hüccet-i imaniye Onbirinci Lem'a lemalar 11. lema Onbirinci Mektub mektubat 11. mektub onbirinci mesele asa-yı musa 11. mes'ele Onbirinci Söz sözler 11. söz Onbirinci Şua şualar 11. şua -A- Onbirinci şua şualar 11. şua -B- Onbirinci şuâ şualar 11. şua -C- Onbirinci şua şualar 11. şua -D- Ondokuzuncu Lem'a lemalar 19. lema ondokuzuncu mektub mektubat 19. mektub -E- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-A- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-B- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-B- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-C- Ondokuzuncu Mektub mektubat 19. mektub-D- Ondokuzuncu mektub mektubat 19. mektub-F- Ondokuzuncu mektub mektubat 19. mektub-G- Ondokuzuncu Söz sözler 19. söz Ondördüncü Lem'a lemalar 14. lema Ondördüncü Lemanın İkinci makamı 14. lemanın 2. makamı Ondördüncü Söz sözler 14. söz Ondördüncü şua şualar 14. şua -B- Ondördüncü şua şualar 14. şua -C- Ondördüncü şua şualar 14. şua -D- Ondördüncü Şua şualar 14.şua -A- Onikinci Lem'a lemalar 12. lema 12 sırrı Onikinci Mektub mektubat 12. mektub Onikinci Söz sözler 12. söz Onikinci Şua şualar 12. şua Onsekizinci Lem'a lemalar 18. lema Onsekizinci Mektub mektubat 18. mektub Onsekizinci Söz sözler 18. söz onuncu hüccet-i imaniye asa-yı musa 10. hüccet-i imaniye Onuncu Lem'a lemalar 10. lema Onuncu Mektub mektubat 10. mektub onuncu mesele asa-yı musa 10. mes'ele Onuncu söz sözler 10 .söz -C- Onuncu söz sözler 10. söz -B- Onuncu söz sözler 10. söz-D- Onuncu Söz sözler 10.söz-A- Onüçüncü Lem'a lemalar 13. lema Onüçüncü Mektub 13. mektub mektubat Onüçüncü Söz sözler 13. söz Onüçüncü şua şualar 13. şua -B- Onüçüncü Şua şualar 13.şua-A- Onyedinci Lem'a lemalar 17. lema-A- Onyedinci Lem'a lemalar 17. lema-B- Onyedinci Mektub mektubat 17. mektub Onyedinci Söz sözler 17. söz Otuzbirinci Söz sözler 31. söz-A- Otuzbirinci söz sözler 31. söz -B- Otuzikinci Söz sözler 32. söz -A- Otuzikinci söz sözler 32. söz -B- Otuzikinci söz sözler 32. söz -C- Otuzikinci söz sözler 32. söz -D- Otuzuncu Lem'a lemalar 30. lema-A- Otuzuncu Lem'a lemalar 30. lema-B- Otuzuncu Lem'a lemalar 30. lema-C- Otuzuncu Söz sözler 30. söz Otuzüçüncü söz sözler 33. söz -B- Otuzüçüncü Söz sözler 33. söz-A- |
R S Ş | reşhalar mesnevi-yi nuriye
Risale-i Nur ve Hariç Memleketler tarihçe-i hayat sadaka ve zekat işarat-ül i'caz seb'a semavat işarat-ül i'caz sekizinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 8. hüccet-i imaniye Sekizinci Mektub mektubat 8. mektub sekizinci mesele asa-yı musa 8. mes'ele Sekizinci Söz sözler 8. söz Sekizinci Şuâ şualar 8. şua -A- Sekizinci şua şualar 8. şua -B- sırr-ı hilafet-i insaniye işarat-ül i'caz şemme mesnevi-yi nuriye şu'le mesnevi-yi nuriye |
T | RNK/Tahiyyât
tahliller tarihçe-i hayat Tarihçe-i hayat -B- tenbih işarat-ül i'caz tevhidin ispatı işarat-ül i'caz |
Ü | uçüncü Lem'a lemalar üçüncü 3. lema
üçüncü hüccet-i imaniye asay-ı musa 3. hüccet-i imaniye Üçüncü Mektub mektubat 3. mektub üçüncü mesele asa-yı musa 3. mes'ele üçüncü söz sözler 3. söz Üçüncü Şua şuâlar 3. şua |
Y | yedinci hüccet-i imaniye asa-yı musa 7. hüccet-i imaniye
yedinci lem'a lemalar 7. lema Yedinci Mektub mektubat 7. mektub yedinci mesele asa-yı musa 7. mes'ele Yedinci Söz sözler 7. söz Yedinci şua şualar 7 şua -B- Yedinci Şua şualar 7. şua -A- Yedinci şua şuâlar 7. şuâ -C- Yedinci şuâ şualar 7. şua -D- Yirmialtıncı Lem'a lemalar 26. lema-A- Yirmialtıncı Lem'a lemalar 26. lema-B- Yirmialtıncı mektub maktubat 26. mektub -B- Yirmialtıncı Mektub mektubat 26. mektub -A- Yirmialtıncı Söz sözler 26. söz Yirmibeşinci Lem'a lemalar 25. lema Yirmibeşinci söz sözler 25. söz -F- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-A- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-B- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-C- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-D- Yirmibeşinci Söz sözler 25. söz-E- Yirmibirinci Lem'a lemalar 21. lema Yirmibirinci Mektub mektubat 21. mektub Yirmibirinci Söz sözler 21. söz Yirmidokuzuncu Lem'a lemalar 29. lema Yirmidokuzuncu Lem'adan İkinci Bab Yirmidokuzuncu mektub mektubat 29. mektub -D- Yirmidokuzuncu Mektub mektubat 29. mektub-A- Yirmidokuzuncu mektub mektubat 29. mektub-C- Yirmidokuzuncu mektub mektubat 29.mektub-B- Yirmidokuzuncu söz sözler 29. söz -B- Yirmidokuzuncu Söz sözler 29. söz-A- Yirmidördüncü Lem'a lemalar 24. lema Yirmidördüncü mektub mektubat 24. mektub -B- Yirmidördüncü Mektub mektubat 24. mektub-A- Yirmidördüncü Söz sözler 24. söz Yirmidördüncü söz sözler 24. söz -B- Yirmidördüncü Söz sözler 24. söz-A- Yirmiikinci Lem'a lemalar 22. lema Yirmiikinci Mektub mektubat 22. mektub Yirmiikinci söz sözler 22. söz -B- Yirmiikinci Söz sözler 22. söz-A- yirminci Lem'a lemalar 20.lema Yirminci Mektub mektubat 20. mektub-A- Yirminci Mektub mektubat 20. mektub-B- Yirminci Söz Sözler 20. Söz -A- Yirminci Söz Sözler 20. Söz -B- Yirmisekizinci Söz sözler 28. söz Yirmisekizinci Lem'a lemalar 28. lema Yirmisekizinci mektub mektubat 28. mektub -C- Yirmisekizinci mektub mektubat 28. mektub-A- Yirmisekizinci mektub mektubat 28. mektub-B- Yirmiüçüncü Lem'a lemalar 23. lema Yirmiüçüncü Mektub mektubat 23. mektub Yirmiüçüncü Söz sözler 23. söz Yirmiyedinci Mektub mektubat 27. mektub Yirmiyedinci Söz sözler 27. söz |
Z | zerre mesnevi-yi nuriye zühre mesnevi-yi nuriye |
http://www.risale-inur.org/yenisite/moduller/risale/anasayfa.php |
RNK - RNK Kavram İndeksi | |
---|---|
A | Acz -Alim - Abid - RNK/At- [[]][[]] |
B | Ba'su ba'de-l mevt - Ba's - (Öldükten sonra dirilme - Haşr) |
C -Ç | Camii - ]]Cemaat - Cem |
D | Dua |
E | Eman - RNK/Elbise - Elbise |
F | Fatiha |
G-Ğ | x |
N | RNK/Namaz |
M | Mana -Elfazı okurken manaları düşünmek vacibdir |
RNK Konu İndeksi | |
---|---|
A | Abd - RNK/Abd - |
B | Beyan - RNK/Beyan - Bedii - Belağat - RNK/Besmele |
C | Cennet |
RNK/Fihrist. Sözler (Fihrist) . Fihriste-i Mektubat .Fihriste-i Mesnevi-i Nuriye |
---|
BSN: Bediüzzaman . Said Nursi - Tarihçe-i Hayat• Bediüzzaman/Annamarie Schimmel - Gönenli Mehmet Efendi Kısmetimi almaya geldim | |
---|---|
Bediüzzaman/İstanbul .Bediüzzaman/Selanik .RNK | |
Devreleri | Eski Said. Yeni Said . Talebe Said . |
Yerler | Yuşa tepesi, Barla. Emirdağ . Eskişehir . Eskişehir cezaevi. Afyon cezaevi. Hizan . Cizre. Urfa. |
Mirasçıları | Mustafa Sungur• Zübeyir Gündüzalp •Mehmet Kayalar• Hulusi Yahyagil Çanakkale gazisi •Hüsrev Altınbaşak • Said Õzdemir• [[]] •[[]]•[[]] |
Talebeleri | Risalelerde adı geçen talebeleri: Süleyman Rüştü Çakın. Ahmet Feyzi Kul. Hüsrev Altınbaşak. Mehmet Kayalar. Hulûsi . |
Selanik | BSN/Selanik .Bediüzzamanın Selanik'de Hürriyete Hitabı |
Barla | Barla. Barla lahikası. |
Emirdağ | BSN/Emirdağ . Emirdağ Lahikası. Bediüzzaman Said Nursi/Afyon hapsine kamyonla götürüldü. |
Afyon | BSN/Afyon. BSN/Savcı/Tuuh demesi |
Davaları | BSN/Savcı/Tuuh demesi - BSN/Hukuk . BSN/Adalet |
x |