Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

D Portal:Mecelle - Mecelle(Türkî) -Majalla (Eng) -Mecelle/English - Mejelle - המג'לה (İbranî) . MEDŽELLE (Bosnian) . Medjelle Meğelle Mecelle-'i Ahkâm-ı'Adlīye ,Majallah el-Ahkâm-ı-Adliya, مجلة الأحكام العدلية . Mecelle/Arabî - مجلةMecelle/Arabi- Mecelle/Fihrist - Mecelle/Fransızca Kodifikasyon hareketleri .MKK/Düz Metin linkli

Bakınız

D Şablon:Mecelle/Mukaddime . MKK. 1.Kitap:Büyu' . 2.Kitap: .3.Kitap:. 4.Kitap:.5.Kitap:. 6.Kitap:. 7.Kitap:.8.Kitap:. 9.Kitap:. 10.Kitap:Şirket 11.Kitap. 12.Kitap:. 13.Kitap:.14.Kitap:İbra 15.Kitap:Dava KBVT. 16.Kitap:Kaza Mecelle/Resimler

Bakınız

D . Son:Ahmet Cevdet Paşa...Son:MC/1 MC/2... MKK Mecellenin Külli Kaideleri.... KSVİ KİTÂBÜ'S-SULH VE'L-İBRÂ KİTÂBÜ'S-SULH VE'L-İBRÂ/Düz Metin..... Kitab-ı İkrar.... Kitab-ı Dava Kitab-ı Dava/Düz metin..... KBVT Kitab-ı Beyyinat ve Tehalif Şablon:KBVT... Kitab-ı Dava Şablon:Kitab-ı Dava.... Kitab-ı İkrar Şablon:Kitab-ı İkrar.... KBVT.... Kitab-ı Kaza Şablon:Kitab-ı Kaza Kitab-ı Kaza/Günümüz Türkçesiyle... Şablon:Kitâbü'l- vekalet Kitâbü'l-Vekâle..... KİTAB-I VEDİA züfer görüşlerine 5. kitapta yer verip tepki çekmesi üzerine mecelle'nin 6. kitabının hazırlandığı komisyondan birtakım entrikalarla uzaklaştırılır ve mecelle'nin en kötü kitabı da bu 6. kitaptır. bakarlar ki o'nsuz ellerine yüzlerine bulaştıracaklar, kendisini geri çağırırlar ve o kötü hazırlanan 6. kitap (kitab'ül vedia) toplatılır. Mecelle/Eleştiriler Mecelle/Mütealalar Mecelle/Mutealalar/Ebul Ula Mardin Mecelle cemiyeti Mecelle/Eşi sözlük seçmeleri MECELLE’NİN TA’DİL EDİLEN MADDELERİNİN İSLAM HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ


Mecelle/Günümüz Türkçesiyle İzah güzel Yetkin de çıkmış
Mecelle/Vecizeler Mecelle/BİBLİYOGRAFYA Mecelle/Hazırlanışı Mecelle/Mutealalar/Ebul Ula Mardin
ESK/Mecelle ESK/Mecelle/1-100 ESK/Mecelle/1-100/Kelime İzahlı Mecelle’nin üslûbu bir kânun kitabi olarak sâheserdir. Fesâhet ve belâgatla yazilmistir. Bilhassa basindaki 99 fikih kâidesinin çogu, dilimize ezberlenmesi kolay cümleler hâlinde girmistir. Bunlarda Ahmed Cevdet Pasanin akici ve düzgün ifâdesi hissedilmektedir. Fakat o devrin Türkçesi hakkinda ve o konularda bilgisi olmayanlar Mecelle’yi kolayca anlayamazlar. Mecelle’nin basindaki küllî (genel) kâidelerin çoğu, Islâm fakihlerinden Ibn-i Nüceym’in Esbah ve’n-Nezâir adli eseriyle Mecâmi Serhi’nden alinmistir. --- Mecelle/Fransızca Mecelle/Arabî
Osmanlıca Mecelle Mecellenin ilk 100 maddesi/Osmanlıca Osmanlıca PDF mecelle
مجلة احكام عدلى Arapçası

Mecelle Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası
Mecelle/Sadaretin Arzı ve İrade-i Seniyye
Mecelle/Mukaddime Majalla/Introduction Majalla/Part I
Mecelle'den seçme hükümler güzel medeni kanun hükümleri
Mecelle/Fransızca Mecelle/Rumca Mecelle/Boşnakça Mecelle/Osmani Mecelle/Türki Mecelle/Farisi Mecelle/Arabî Mecelle/English
• İddianame için: mütevatirin aleyhine Beyyine kabul olunmaz. Madde 73.md Hatası zahir olan zanna itibar yoktur
ŞERHLER:Mecelle şerhi Mecelle/Şerhleri MM hocası Atıf Bey şerhi - Archive org Atif bey mecelle Şerhi
Mecelle/VP Mecelle/WP Mecelle/WP Arabi
Mecelle-i Ahkam-ı Adliye
Tafsili Mecelle İcmali Mecelle İzahlı Mecelle Mecelle Taramaları
Mecal Mecal-ı şahsi Mecellat Megillah [1] Ester Esther Aşir Aşur Aysu Esau Isaiah Book of Esther [2] Ester kitabı [3]) :Hz.Muhammed as hakkında haberler vardır. İbni Kesir Peygamber olduğunu söyler.

Bakınız

D . Mecelle/Şerhleri Ali Haydar Efendi , Dürerül-Hukkâm (Osmanlica) Haci Resid Pasa , Rûhul-Mecelle , Mes’ud Efendi (Kayseri Müftüsü ) Mir’atül-Mecelle (Arapça ) G. Snopian (Fransiz Yazar) , Code Civil Ottoman

Bakınız

D. Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe İngilizce Fransızca MKK/Düz Metin . MKK/Düz Metin linkli MKK/1-25 MKK/26-50 MKK/51-75 MKK/75-100 MKK. Mecelle/Hukukun Kavaid-i Külliyesi... Mecellenin külli kaideleri... Mecelle'den seçme hükümler... Majalla/ PART II... Mecelle/İlk 100 MADDE ... Mecellenin ilk 100 maddesi/Osmanlıca ... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe.... Mecellenin ilk 100 maddesi/Türkçe kelime izahlı... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arabi Türki İzahlı ve Şerhli.... ESK/Mecelle/1-100.... ESK/Mecelle/1-100/Kelime İzahlı.... Mecellenin ilk 100 maddesi/Osmanlıca... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe... Mecellenin ilk 100 maddesi/Arabi Türki İzahlı ve Şerhli... MKK.. Mecellenin Külli Kaideleri.... Mecelle/Hukukun Kavaid-i Külliyesi

Bakınız

D . 50. Md şablonu güzel. MKK. MKK1 . MKK/1-25.MKK/1-30.MECELLE. MC/Mukaddime MAKALE-İ ÛLÂ; İLM-i FIKHIN TARİF VE TAKSİMİ HAKKINDADIR . Definition of Jurisprudence: MC/1 . MC/2 . MC/3 . MC/4 . MC/5 . MC/6 . MC/7 . MC/8 . MC/9 . MC/10 . MC/7 MC/8 MC/9 MC/10 MC/11 MC/12 MC/13 MC/14 MC/15 MC/16 MC/17 MC/18 MC/19 MC/20 MC/21 MC/22 MC/23 MC/24 MC/25
MAKALE-İ SANİYE; KAVÂİD-İ FIKHİYYE BEYÂNINDADIR MC/2 - Bir işden maksad ne ise hüküm ona göredir. Yani bir iş üzerine terettüb edecek hüküm ol işten maksat ne ise ona göre olur.MC. 170, 769, 1240.; TMK. 1, 2, 3, 84, 114, 125.; TBK. 18, 20, , 41, 43, 48, 82, 83.; ZGB. 2., 3.; BGB. 157, 242, 932.; TCK. 45 MC/3 - Ukûdda itibar makâsıt ve maâniyedir, elfâz ve mebâniye değildir.MC. MC/262, MC/389, MC/648.; TMK. ı, 2, 3.; TBK ı, 18,25, 26, 154, 165, 178, 505.; MH. 314, Madde 4 - Şek ile yakin zâil olmaz.MC. MC/5, MC/6, MC/7, MC/8, MC/9, MC/10, MC/11, MC/12. Madde 5 - Bir şeylin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.MC. MC/6, MC/10, MC/1685, MC/1776, MC/1777.; TMK IS Madde 6 - Kâdim kıdemi üzere zikrolunur.MC. MC/166, MC/1224, MC/1197.; MH. 48; TBK. 125 - 140. Madde 7- Zarar kadim olmaz.MC. MC/6 , MC/166, MC/1166, MC/1224; MH. 48.; TBK. 125 - 140. Madde 8 - Berâ'et-i zimmet asıldır.MC. MC/9, MC/612. Madde 9Sıfât-ı ârizada asl olan ademdir.MC/8, MC/332 Madde 10Bir zamanda sabit olan şeylin hilâfina delil olmadıkça bekâsıyla hükmolunur. MC MC/5, MC/1621, MC/1592. Madde 11 - Bir emr-i hâdisin akreb-i evkâtına izâfeti asıldır. MC MC/10, MC/5, MC/8; HUMK 299. Madde 12 - Kelâmda asl olan manây-ı hakîkîdir.MC. MC/13, MC/60, MC/61.; TMK ı, 2; TBK18. Madde 13 - Tasrih mukâbelesinde delâlete i'tibar yokdur.MC. MC/12, MC/772.; TBK. ı. 2:, HUMK. 234, Madde 14 - Mevrid-i nassda ictihâda mesâğ yoktur.MC. MC/15, MC/16, MC/167.; TMK. ı, 2; TBK 18. Madde 15 - Alâ hilâfi'l-kıyâs sâbit olan şey sâire makîsün-aleyh olamaz.MC. MC/14, MC/16. MC/1659. Madde 16 - İctihâd ile ictihâd nakz olmaz.MC. MC/14, MC/15.; TMK. 1; TCK. 44 Madde 17 - Meşakkat tesyîri celbeder.MC. MC/18, MC/19, MC/20, MC/205, MC/223, MC/396, MC/799.; TMK. 2 Madde 18 - Bir iş zîk oldukda müttesi olur.MC. MC/17. Madde 19 - Zarar ve mukâbele bi'z-zarâr yokdur.MC. MC/20, MC/25, MC/26, MC/27, 28, MC/29.; TMK. 41, 61, vd; Madde 20 - Zarar izâle olunur.MC. MC/19, MC/21, MC/22, MC/25, MC/26, MC/27, MC/28, MC/29, MC/30, MC/32, MC/998, MC/1201.; TBK 41 vd. Madde 21 - Zarûretler memnû' olan şeyleri mübah kilâr. MC. MC/22, MC/96, MC/97, MC/1007.; TBK. 52; TCK 49-50, 516/4. Madde 22 - Zarûretler kendi mikdarlarınca takdir olunur.MC.MC/21, MC/23.; TBK. 52; TCK. 49-50, 516/4 Madde 23 - Bir özür için câiz olan şey ol özrün zevâliyle bâtıl olur.MC. MC/22, MC/517. Madde 24 - Mâni' zâil oldukda memnû' avdet eder.MC. MC/19, MC/335, MC/345, MC/347, MC/372, MC/869, MC/870, MC/1647, MC/1653, MC/1654. Madde 25 - Bir zarar kendi misliyle izâle olunamaz.MC. MC/26, MC/27, MC/28, MC/29, MC/31, MC/965, MC/1141, MC/1288, MC/1312.; TCK 49-50, 516/4; TBK 52

Bakınız

D MKK/25-50 Madde 25 - Bir zarar kendi misliyle izâle olunamaz. MC. MC/26, MC/27, MC/28, MC/29, MC/31, MC/965, MC/1141, MC/1288, MC/1312.; TCK 49-50, 516/4; TBK 52 Madde 26 - Zarar-ı âmmı def için zarar-ı has ihtiyâr olunur. MC. MC/20, MC/27, MC/28, MC/29, MC/1325. Madde 27 - Zarar-ı eşedd zarar-ı ehaf ile izâle olunur. MC. MC/25, MC/26, MC/20, MC/902, MC/906, MC/1044, MC/1224, MC/1440.; TMK. 656, 661 vd. Madde 28 - iki fesâd te'âruz etdikde ehaffí irtikâb ile a'zamının çaresine bakılır. MC. MC/20, MC/25, MC/26, MC/27, MC/29, MC/902.; TMK. 656, 661 vd. Madde 29 - Ehven-i şerreyn ihtiyâr olunur. MC. MC/21, MC/22, MC/26, MC/27, MC/28, MC/902.; TMK. 656, 661 vd. Madde 30 - Def'-i mefâsid celb-i menâfi'den evlâdır. Madde 31 -Zarar bi-kadari'l-imkân def olunur. MC. MC/28, MC/29, MC/30, MC/532, MC/533.; TMK. 656 ve 661. Bu maddede bahsedilen kıyas, İslâm Huküku'nun ana kaynaklarından birisidir. Bibliyografi Ali Haydar, Mecelle şerhi, 1/67, Ömer Nasuhi, Hukûk-l İslâmiye, 1/171, vd. Zeydan, age. sil. vd. Madde 32 - Hâcet umûmî olsun husûsî olsun zarûret menzilesine tenzîl olunur. Bey ' bili-vefânın tecvîzi bu kabîldendir ki Buhara ahâlîsinde borç tekessür etdikçe görülen ihtiyaç üzerine bu mu'âmele mer'iyyü'l-icrâ olmuştur. MC. MC/21, MC/118, MC/205, MC/213, MC/396, MC/420. Madde 33 - Iztırar gayrın hakkını ibtâl etmez. Binâen-alâ-zâlik bir adam aç kalıb da birinin ekmeğini yese ba'dehû kıymetini vermesi lazım gelir. MC. MC/400, MC/1007.; TCK: 49-50/4; TBK. 52 Madde 34 - Alması memnû' olan şeyin vermesi dahi memnû' olur. TCK 64 67 MC MC/35 tbk 50 Madde 35 - İşlenmesi memnû' olan şeyin istenmesi dahi memnû' olur. TCK 64-67.; TBK 50.; MC. MC/34, MC/1818. Madde 36 - Âdet muhakkemdir. Yani hükm-i şer'iyi isbât için örf ve âdet hakem kılınır. Gerek âmm olsun ve gerek hâs olsun. MC. MC/37, MC/38, MC/39, MC/40, MC/41, MC/42, MC/43, MC/44, 45, MC/230, MC/251, MC/291, MC/450, MC/460, MC/469, MC/574, MC/575, MC/576, MC/1340, MC/1790, MC/188, MC/354, MC/495, MC/555, MC/622, MC/829.; TMK. 1/1, 590/11, 592/281, 285, 420, 423. Madde 37 - Nâsın isti'mâli bir hüccetdir ki anınla amel vâcib olur. I'MK ı; MC. MC/36, MC/168, MC/389, MC/495. Madde 38 - Âdeten mümteni' olan şey hakîkaten mümteni' gibidir. MC. MC/36, MC/37, MC/39, MC/40, MC/1589, MC/1629. Madde 39 - Ezmanın tegayyürü ile ahkâm'ın tagayyürü inkâr olunamaz. MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/40, MC/244, MC/326, MC/596, MC/1716. Madde 40 - Âdetin delâletiyle ma'ânîy-ı hakîkî terk olunur. MC. MC/12, MC/36, MC/37, MC/38, MC/39, MC/61, MC/82, MC/912, MC/1584.; TMK ı, 2.; TBK. 18 Madde 41- Âdet ancak muttarid yâhut galip oldukda mu'teber olur. MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/39, MC/40, MC/42, MC/240.; TMK ı Madde 42 - İ'tibâr galib-i şâyi'adır, nâdire değildir. MC. MC/41, MC/987.; TMK ı; HUMK 238 Madde 43 - Örfe ma'rûf olan şey şart kılınmış gibidir. TMK 1; TTK ı; MC. MC/36, MC/37, MC/41, MC/42, MC/461, MC/563, MC/596, MC/871 Madde 44 - Beyne't-tüccâr ma'rûf olan şey beynlerinde meşrût gibidir. MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/790, MC/1463.; TMK 1/1, 2; TBK 18 Madde 45 - Örf ile ta'yîn nass ile ta'yîn gibidir, MC. MC/43, MC/44, MC/527, MC/528, MC/816, MC/1498, MC/1499.; TMK ı Madde 46 - Mâni' ve muktazi teâruz etdikde mâni' takdîm olunur. Binâen-alâ-zâlik bir adam borçlusu yedinde merhûn olan malını âhara satamaz. MC. MC/337, MC/350, MC/397, MC/96-MC/1192, MC/590-MC/1725, MC/756-MC/1192-MC/747, MC/1192-MC/1197, MC/1598-MC/1601. Madde 47 - Vücudda bir şeye tâbi' olan hükümde dahi ana tâbi' olur. tılmış olur. MC. MC/48, MC/50, MC/236, MC/903.; TMK. 619-622 Madde 48 - Tâbi' olan şeye ayrıca hüküm verilmez. Meselâ bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılamaz. MC. MC/47, MC/216, MC/224, MC/856.; TMK. 619-622 Madde 49 - Bir şeye mâlik olan kimse ol şeyin zarûriyyâtmdan olan şeye dahi mâlik olur. Meselâ, bir hâneyi satın alan kimse ana mûsil olan tarîka dahi mâlik olur. MC. MC/232, MC/1194 Madde 50 - Asıl sâkıt oldukda fer' dahi sâkıt olur. MC. MC/81, MC/661, MC/662, MC/1527, MC/1530

Bakınız

D MKK; MKK3 MKK/51-75

Bakınız

D. MKK/75-100. MKK/4

Adobe Post 20190711 080718

Majalla/English

Bakınız

D Şablon:Majalla bakınız .Portal:Mecelle. Majalla. Mecelle/English [4]
AL-MAJALLA AL AHKAM AL ADALIYYAH (The Ottoman Courts Manual (Hanafi)) The Journal of The Verdicts of The Justice Mecelle/Dictionary ENG word .Mecelle/İngilizce/Düz metin Majalla 1. Sale (BUYU' 101-403 ). 2.Majalla/Book II BOOK II:Hire 404-611 . BOOK III: GUARANTEE


INTRODUCTION Definition and Classification of Turkic Jurisprudence MAXIMS OF TURKIC JURISPRUDENCE BOOK I BOOK II BOOK III BOOK IV BOOK V BOOK VI BOOK VII BOOK VIII BOOK IX BOOK X BOOK XI BOOK XII BOOK XIII BOOK XIV BOOK XV BOOK XVI
Mecelle/Fransızca Mecelle/Arabî Mecelle/Osmani Anadoluda hukuk bilinci

Azerbaycan Cumhuriyetinin Mülk Mecellesi
C1ff688de36687d49d19f70c55f8c691
Motivasyon_Etkinliği_-_Yazar_Hayati_İnanç_ile_"Mecelle_ve_Ahmet_Cevdet_Paşa"

Motivasyon Etkinliği - Yazar Hayati İnanç ile "Mecelle ve Ahmet Cevdet Paşa"

Mecelle’nin Küllî Kâideleri

  1. İlm-i fıkh, mesâil-i şer’iyye-i ameliyeyi bilmektir.
  2. Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.
  3. Ukutta itibar mekasıd ve meaniyedir; elfaz ve mebaniye değildir.
  4. Şekk ile yakin zail olmaz.
  5. Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.
  6. Kadim, kıdemi üzerine terk olunur.
  7. Zarar kadim olmaz.
  8. Beraet-i zimmet asıldır.
  9. Sıfat-ı arızada asl olan ademdir.
  10. Bir zamanda sabit olan şeyin -hilafına delil olmadıkça- bekasıyla hükmolunur.
  11. Beka, ibtidâdan esheldir.
  12. Bir emr-i hâdisin akreb-i evkatına izafeti asıldır.
  13. Zarar ve mukabele bi’z-zarar yoktur.
  14. Zarar izale olunur.
  15. Zarar kendi misli ile izale olunamaz.
  16. Zarar-ı âmmı def’ için, zarar-ı hâs ihtiyar olunur.
  17. Zarar-ı eşed, zarar-ı ehaf ile izale olunur.
  18. İki fesat tearuz ettiğinde ehaffı irtikab ile a’zamının çaresine bakılır.
  19. Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.
  20. Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.
  21. Zarar, bi kaderi’l-imkân def olunur.
  22. Meşakkat teysiri celb eder.
  23. Bir iş dıyk oldukta, müttesa’ olur.
  24. Zaruretler, memnu olan şeyleri mübah kılar.
  25. Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunurlar.
  26. Bir özür için caiz olan şey, o özrün zevali ile batıl olur.
  27. Mani zayi olunca memnu avdet eder.
  28. Hacet umûmî olsun, husûsî olsun, zaruret menzilesine tenzil olunur.
  29. Iztırar gayrın hakkını iptal etmez.
  30. Alınması memnu olan şeyin, verilmesi dahi memnu olur.
  31. İşlenmesi memnu olan şeyin istenmesi dahi memnu olur.
  32. Adet muhakkemdir.
  33. Nâsın istimali bir hüccettir ki, anınla amel vacip olur.
  34. Adeten mümteni olan şey, hakikaten mümteni gibidir.
  35. Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz.
  36. Âdetin delaletiyle mana-yı hakikî terk olunur.
  37. Âdet ancak, muttarit yahut galip oldukta muteber olur.
  38. İtibar gaalib-i şayia olup nadire değildir.
  39. Örfen maruf olan şey, şart kılınmış gibidir.
  40. Beynettüccar maruf olan şey, aralarında meşrut gibi­dir.
  41. Örf ile tayin nass ile tayin gibidir.
  42. Vücudda bir şeye tabi olan, hükümde dahi ona tabi olur.
  43. Tabi olan şeye ayrıca hüküm verilmez.
  44. Bir şeye malik olan kimse, o şeyin zarûriyyatından olan şeye dahi malik olur.
  45. Asıl sakıt oldukta, fer’i dahi sakıt olur.
  46. Asıl sabit olmadığı halde fer’in sabit olduğu vardır.
  47. Mâni ve muktezi tearuz edince mâni takdim olunur.
  48. Sakıt olan şey avdet etmez.
  49. Bir şey bâtıl oldukta anın zımnındaki şey de batıl olur.
  50. Aslın ibkâsı (veya îfası) kabil olmadığı hâlde bedeli îfâ olunur.
  51. Bizzat tecviz olunmayan şey, bittebâ tecviz olunabilir.
  52. İbtidaen tecviz olunamayan şey bakâen tecviz olunabilir.
  53. Teberru’ ancak kabz ile tamam olur.
  54. Raiyye, yani teb’a üzerine tasarruf maslahata menuttur.
  55. Velâyet-i hâssa velâyet-i amme’den akvâdır.
  56. Kelamda asl olan mana-yı hakikidir.
  57. Manayı hakiki, müteazzir olduğunda mecaza gidilir.
  58. Kelamın i’mali, ihmalinden evlâdır.
  59. Bir kelamın i’mali mümkün olmazsa ihmal olunur.
  60. Mütecezzî olmayan bir şeyin bazısını zikretmek, küllünü zikir gibidir.
  61. Mutlak ıtlakı üzere cari olur. Eğer nassen yahut delaleten takyid delili bulunmazsa.
  62. Hazırdaki vasıf lağv, gaibdeki vasıf, muteberdir.
  63. Sual cevabda iade olunmuş addolunur.
  64. Sâkite bir söz isnad olunmaz. Lakin maraz-ı hacette sükût beyandır.
  65. Bir şeyin umuru batınada delili, o şeyin makamına kaim olur.
  66. Mükâtebe, muhâtebe gibidir.
  67. Dilsizin işaret-i ma’hudesi, lisan ile beyan gibidir.
  68. Tercümanın kavli her hususta kabul olunur.
  69. Tasrih mukabilinde delalete itibar yoktur.
  70. Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur.
  71. Ala hilafil kıyas sabit olan şey saire makîsun aleyh olamaz.
  72. İctihad ile diğer ictihad nakz olunmaz.
  73. Hatası zahir olan zanna itibar yoktur.
  74. Senede müstenid olan ihtimal ile hüccet yoktur.
  75. Tevehhüme itibar yoktur.
  76. Burhan ile sabit olan şey, ayanen sabit gibidir.
  77. Beyyine müddeî için ve yemin münkir üzerinedir.
  78. Beyyine, hilafı zahiri isbat için, yemin aslı ibkâ içindir.
  79. Beyyine, hüccet-i müteaddiye ve ikrar, hüccet-i kâsıradır.
  80. Kişi ikrarı ile muaheze olunur.
  81. Tenakuz ile hüccet kalmaz. Lakin mütenakızın aleyhi­ne olan hükme halel gelmez.
  82. Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakz etmeğe sa’y ederse sa’yi merduttur.
  83. Şartın sübutu indinde ona muallak olan şeyin sübutu lazım olur.
  84. Bi kaderi’l-imkan şarta riayet olunmak lazım gelir.
  85. Vaadler sureti taliki iktısa ile lazım olur.
  86. Bir şeyin nef’i zamanı mukabelesindedir.
  87. Ücret ile zaman müctemî olmaz.
  88. Cevaz-ı şer’i, zamana münafî olur.
  89. Mazarrat menfaat mukabelesindedir.
  90. Külfet ni’mete ve ni’met külfete göredir.
  91. Bir fiilin hükmü failine muzaf kılınır ve mücbir olmadıkça amirine muzaf kılınmaz.
  92. Mübaşir, yani bizzat fail ile mütesebbib müctemî oldukta hüküm, faile muzaf kılınır.
  93. Mübaşir, müteammid olmasa da zâmin olur.
  94. Mütesebbib müteammid olmadıkça zâmin olmaz.
  95. Hayvanatın kendiliğinden olarak cinayet ve mazarratı hederdir.
  96. Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır.
  97. Bir kimsenin mülkünde onun izni olmaksızın ahar bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir.
  98. Bilâ-sebeb-i meşru’ birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi caiz olmaz.
  99. Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü o şeyin te­beddülü makamına kâimdir.
  100. Kim ki; bir şeyi vaktinden evvel isti’cal eyler ise mahru­miyetle muateb olur.

Bu yüz madde neden önemlidir?

Bu çalışmada Mecelle’nin ilk yüz maddesini teşkil eden küllî kâideler ele alınmıştır. Vaktiyle günlük işlerde kitaba uygun davranabilmek için hukukçular, hatta sıradan insanlar, bu yüz maddeyi ezberleyip iyice anlamayı zarurî sayarlardı. Biz burada söz konusu maddeleri önce olduğu gibi yazıp, hemen arkasından kısaca örneklerle açıklamaya çalıştık.

Bu işi yaparken bilhassa Ali Haydar Efendi, Atıf Bey, Hacı Reşid Paşa, Abdüssettar Efendi gibi büyük Osmanlı hukukçularının Mecelle’ye yaptığı şerhlerden ve İbn Nüceym’in Eşbah adlı eserinden önemli ölçüde istifade ettik.

Çoğu maddenin kendi metni içinde açıklaması bulunmakta ve çoğu zaman bir örnek verilmektedir. Bizim yaptığımız açıklamalar metnin altında köşeli parantez içinde yapılmıştır. Her madde siyah yazıyla belirtilmiş, maddenin kendi metnindeki açıklaması hemen bunun altında yer almıştır. Ayrıca her bir maddenin alındığı arapça usul kâidesi de parantez içinde belirtilmiştir

Her kâide birbiriyle yakından ilgilidir, bazıları bir maddenin çeşitli unsurları gibidir. Bazıları neredeyse birbirinin aynısıdır. Birkaç kâide ise aynı başlık altında ele alınabilir. Bazıları ise birbirinin istisnâsıdır. Yeri geldikçe bu özelliklerine işaret edilmiştir


MADDE 1: İlm-i fıkh mesail-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmekdir: el-fıkh: el-ilmü bi’l-ahkâmi’l-şer’iyyeti’l-ameliyye[]

İlm-i fıkh mesail-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmekdir (el-fıkh: el-ilmü bi’l-ahkâmi’l-şer’iyyeti’l-ameliyye)

Mesail-i fıkhiyye ya emr-i âhirete taalluk eder ki ahkâm-ı ibadattır veyahut emr-i dünyaya taalluk eder ki münakehat ve muâmelat ve ukûbat kısımlarına taksim olunur.

Şöyle ki Cenab-ı Hak bu nizam-ı âlemin vakt-i mukaddere dek bekâsını irade edip bu ise nev’-i insanın bekâsına ve nev’in bekâsı tenasül ve tevalüd içün zükûr ve inasın izdivacına menuttur.

Ve bir de nev’in bekâsı eşhasın adem-i inkıtaıyladırİnsan ise i’tidal-i mi’zacı hasebiyle bekâda gıda ve libas ve meskence umûr-ı sınaiyyeye muhtac olur bu dahi efradı beyninde teavün ve iştirak husulüne tevakkuf eder.

Elhasıl insan medeniyyü’t-tab’ olduğundan sair hayvanat gibi münferiden yaşamayıp bast-ı bisat-ı medeniyyet ile yekdiğere muavenet ve müşaârekete muhtacdır.

Halbuki her şahıs kendüye mülâyim olan şeyi taleb ve müzâhim olan şeye gazab eder olduğundan beynlerinde adl ü nizamın halelden mahfuz kalması için gerek izdivac ve gerek mâ-bihi’t-temeddün olan teavün ve iştirak hususlarında bir takım kavânin-i müeyyide-i şer’iyyeye muhtaç olur ki evvelkisi fıkhın münâkehat kısmı ve ikincisi muâmelat kısmıdır ve emr-i temeddünün bu minval üzere payidar olması için ahkâm-ı ceza tertibi lâzım gelip bu dahi fıkhın ukûbat kısmıdır

İş bu muâmelat kısmının kesîrü’l-vuku’ olan mesâili, kütüb-i mu’tebereden cem’ ile kitablara ve kitablar bablara ve bablar fasıllara taksim olunmak üzere bu Mecelle’nin te’lifine ibtidar olunmuştur.

İşte mehakimde ma’mulun bih olacak mesâil-i fer’iyye bervech-i âti ebvab ve fusûlde zikrolunacak mesâildir.

Ancak muhakkıkîn-i fukaha mesail-i fıkhıyyeyi bir takım kavaid-i külliyyeye irca etmişlerdir ki her biri nice mesaili muhit ve müştemil olarak kütüb-i fıkhiyyede müsellemattan olmak üzere bu mesâilin isbatı için delil ittihaz olunur.

Ve evvel-i emirde bu kavaidin tefehhümü mesaile istinas hâsıl eder ve mesailin zihinlerde tekarrürüne vesile olur.

Binâen alâ zâlik, doksan dokuz kâide-i fıkhiyye cem’ ile maksuda şuru’dan mukaddem bervech-i âti makâle-i sâniye olmak üzere irad olunur ve eğerçi bunlardan bazısı münferiden ahzolundukda bazı müstesneyatı bulunur ise de yekdiğerini tahsis ve takyid ettiklerinden min-hays-il-mecmu’ külliyyet ve umumiyyetlerine halel gelmez

İzah: İslâm dininin emirleri, yani şeriat, iman, amel ve ahlak olarak üçe ayrılırİşte şeriatin amel denilen kısmını, yani insanların yapması gereken hususları bildiren ilim dalına fıkıh ilmi denirFıkıh, lugatta bilmek, anlamak, ıstılahta ise beden ile yapılacak şer’î hükümleri bildiren ilim dalıdır.

İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, fıkhı, kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir, şeklinde tarif etmektedir.

Daha sonra gelen fakihler bunu “fıkıh, şeriatin, yani İslâmiyetin amelî meselelerini bilmektir” şeklinde tarif etmişlerdir, ki Mecelle’nin ilk maddesinde böyledir

Fıkhî meseleler, ya âhiret işine dairdir, ki ibâdet hükümleridir, veya dünyaya dairdir ki münâkehat (aile), muâmelat (alış-veriş) ve ukûbat (suç ve ceza) kısımlarına ayrılır. Cenâb-ı hak, bu dünya düzeninin takdir edilen zamana kadar devam etmesini irade edip bu ise insan neslinin devamlılığına ve bu da insanın üreyip çoğalmasına ve bu da evliliğe ve şahısların kesilmemesine bağlıdır.

İnsan ise mizacının itidali dolayısıyla, sürekli gıda, mesken ve elbise bakımından sınaî işlere muhtaçtır.

Bu da fertler arasında dayanışma ve ortaklık doğmasına bağlıdır.

Özetle insan medenî yaradılışta olduğundan diğer hayvanlar gibi tek başına yaşamayıp medeniyet örtüsünün genişlemesi üzerine yekdiğeriyle yardımlaşma ve ortaklığa muhtaçtır

Halbuki herkes kendine uygun olan şeyi ister ve zahmet veren şeye kızar. Bu sebeple aralarında adalet ve düzenin bozulmadan korunması için gerek evlilik ve gerek medeniyet için gerekli olan yardımlaşma ve ortaklık hususlarında bir takım şer’î sağlam kanunlara ihtiyaç vardır ki ilki fıkhın münâkehat kısmı ve ikincisi muâmelat kısmıdır ve medenileşme işinin bu yönde devamlı olması için ceza hükümlerinin düzenlenmesi gerekir, bu da fıkhın ukûbat kısmıdır.

İşte bu muâmelat kısmının çokça meydana gelen meseleleri, muteber kitaplardan toplanıp kitaplara ve kitaplar bablara ve bablar fasıllara taksim olunmak suretiyle bu Mecelle’nin hazırlanmasına başlanmıştır

İşte mahkemelerde uygulanacak fer’î meseleler, aşağıdaki bablar ve fasıllarda zikrolunacak meselelerdir.

Ancak derin hukukçular fıkhî meseleleri bir takım küllî kâidelere indirgemişlerdir, ki her biri bir çok meseleleri içine alarak fıkıh kitaplarında genellikle kabul edilmiş esaslardan olmak üzere bu meselelerin isbatı için delil alınırlar.

Ve öncelikle bu kâidelerin anlaşılması meselelere âşinalık hâsıl eder ve meselelerin zihinlerde yerleşmesine vesile olur.

Dolayısıyla doksan dokuz fıkhî kâide toplanarak maksada başlamadan önce aşağıda zikredilmiştir.

Gerçi bunlardan bazısı tek başına alındığında bazı istisnaları bulunur ise de yekdiğerini tahsis ve takyid ettiklerinden (kayıtladıklarından ve istisna getirdiklerinden) toptan küllîlik ve genelliklerine halel gelmez.


MADDE 2: Bir işden maksad ne ise hüküm ona göredir (inneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât) veya (el-umûru bi-mekâsıdihâ)[]

Bir işden maksad ne ise hüküm ona göredir

(inneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât) veya (el-umûru bi-mekâsıdihâ)

Yani bir iş üzerine terettüb edecek hüküm, ol işten maksad ne ise ona göre olur.

Bir işe bağlanacak hüküm, bu işte güdülen maksada göredir. Bu söz “Ameller niyetlere göre değerlendirilir” hadîsinden alınmıştır. Sözgelişi, “Alırım, satarım” gibi gelecek zaman kipiyle satış yapılır, ancak şimdiki hal kastedilirse akid geçerli olur. Yine meselâ, hataen adam öldüren kimseye, öldürme kasdı bulunmadığı için kısas yapılmaz. Maksadın ne olduğunu anlamak ancak dışa vuran bir fiille olur. Meselâ, lukatayı, yani kaybedilmiş bir malı yolda bulan kimsenin ilan etmesi, bunu ileride sahibi çıkarsa geri vereceğine delil teşkil eder ve isteği dışında elinden çıkarsa ödemez .Yalnız kasdetmekle bir iş hukuken bir değer taşımaz. Meselâ, hanımını boşamayı, birisine bir şey hediye etmeyi kasdetmekle o işi yapmış sayılmaz

Bazı fiiller de kasd aranmaksızın geçerlidir. Meselâ, nikâh, talâk, hibe, kira, vasiyet, ıtk (köle âzâdı) gibi. Kişinin maksadını bilebilmek hayli zor olduğundan, hukukçular bu gibi hükümleri oldukça geniş tutmuşlar, öyle ki bu maddenin hükmü neredeyse istisnâ durumuna gelmiştir. Nitekim şaka maksadıyla birinin malını almak gasp olarak değerlendirilmekte, şaka ile veya rol gereği bile olsa nikâh, talâk, köle âzâdı, yemin ve adak geçerli kabul edilmektedir]


MADDE 3 Ukûdda itibar makâsıd ve meâniyedir, elfâz ve mebâniye değildir (el-i’tibaru bi’l-mekâsıdi lâ bi’l-elfâz[]

Ukûdda itibar makâsıd ve meâniyedir, elfâz ve mebâniye değildir (el-i’tibaru bi’l-mekâsıdi lâ bi’l-elfâz)

Binâen alâ zâlik bey’ bi’l-vefâda rehin hükmü cereyan eder.

[Akidlerde söz ve şekillere değil, maksad ve ma’nâlara itibar edilir. Dolayısıyla vefâen, yani bir malı bedeli ödendiğinde geri alma şartıyla satışta rehin hükümleri geçerlidir. Çünki her ne kadar “sattım” deniyorsa da, temlik değil, alacağı emniyet altına alma ve kuvvetlendirme (temin ve tevsik) maksadı sözkonusudur. Şu kadar ki, bu madde sözlere itibar etmenin mümkün olmadığı durumlarda geçerlidir, yoksa sözler maksadları ifade eden araçlar olduğu için tümüyle ihmal edilemezBu maddenin de istisnâları vardır: Sözgelişi, semen konuşulmadan yapılan satış hibe sayılmadığı gibi, bedelsiz kiralama da âriyet olarak kabul edilmez. Bazı yerlerde nikâh için “sattım” sözü kullanılır]


MADDE 4 Şek ile yakîn zâil olmaz(el-yakînü lâ yezûlü bi’ş-şekk)[]

Şek ile yakîn zâil olmaz(el-yakînü lâ yezûlü bi’ş-şekk)

[Yani kesin bilinen husus şüphe ile bozulamazAbdest aldığını iyi bilen bir kimse, sonradan bu abdestin bozulduğunda şüphe etse, abdestli kabul edilirBir kimse bir başkasını tüm alacaklarından ibra etse, sonra tarihsiz olarak bu kimseden alacak talebinde bulunsa dinlenmez, ibrâ kesin, alacak ise şüphelidir]


MADDE 5 Bir şeyin bulunduğu hal üzre kalması asıldır (el-aslü bekâu mâ kâne alâ mâ kâne)[]

Bir şeyin bulunduğu hal üzre kalması asıldır (el-aslü bekâu mâ kâne alâ mâ kâne)

[Bir şeyin bulunduğu şekilde devam ettiğine hükmolunması esastır. Bu prensip İslâm hukukunun ikinci derecedeki delillerinden istishabın bir ifadesidir. Hayat, evlilik, mülkiyet gibi hususların devamlılığının kabulü hep bu prensibe göredir. Buna en güzel örnek de mefkudun durumudur. Ölüm tehlikesi içinde kaybolmuş ve bulunduğu yer ile hayatta olup olmadığı bilinmeyen kimseye mefkud denir. Mefkud ölümü delille isbatlanana kadar sağ kabul edilir, malı taksim olunmaz, nikâhı sona ermez, çünki hayatta olmak asıldır. Yine meselâ, borçlu hukuken sübut bulmuş olan borcunu ödediğini iddia etse, alacaklı da ödemediğine dâir yeminde bulunsa, alacaklının sözü kabul edilir, çünki burada borçluluk asıldır ]

MADDE 6: Bir şeyin bulunduğu hal üzre kalması asıldır (el-aslü bekâu mâ kâne alâ mâ kâne)[]

Kadîm kıdemi üzre terkolunur (el-kadîmü yütrekü alâ kıdemihi)

[Yani meşru bir şekilde eskiden beri devam eden bir şey, aksine delil olmadıkça devam ederKadîmin ma’nâsı ve mahiyeti yine Mecelle’de şu şekilde ifade edilmiştir: “Kadîm oldur ki evvelini bilür kimesne olmaya”, yani kadim, bundan önceki durumu bilen kimsenin bulunmadığı şeydir (m166)Eskiden beri süregelen mürur (geçiş), mesil (su alma), mecra (su yolu) irtifakları bu prensibe göre devam eder]


MADDE 7 : Zarar kadîm olmaz(ed-dararu lâ yekûnü kadîmen)[]

Zarar kadîm olmaz(ed-dararu lâ yekûnü kadîmen)

[Gayrımeşru surette yapılan şeyler eskiden beri süregelse de buna itibar edilmez, zarar giderilir. Bir önceki maddenin istisnâsıdır. Nitekim meselâ, eskiden beri umumî yola akan bir pis su kanalı (çirkab), evlerden umumî yola çıkan şahnişler (cumbalar) bu imkândan faydalanamaz, giderilir]

MADDE 8:Berâet-i zimmet asıldır(el-aslü berâetü’z-zimme) Binâen alâ zâlik bir kimse birinin malını telef edip de mikdarında ihtilaf etseler söz mütlifin olup mal sahibi iddia ettiği ziyâdeyi isbata muhtaç olur

[Bu da 5.maddeyle yakından ilgilidir. Borçsuzluk ve masumluk asıldır. Dolayısıyla bir kimse birinin malını telef edip miktarı belirlenemese, borçsuzluk esas olduğundan malı telef eden kimsenin sözü esas alınıp, mal sahibi malında bulunan ziyadeyi isbatlamakla mükelleftir. Yine bir kimse bir başkasından alacak da’vâ etse, isbat yükü kendisine düşer, çünkü borçlu olmama durumu esastır.

Ceza hukukunda da böyledir, bir kimsenin suçlu olduğu iddia edildiğinde isbatlamak icab eder, yoksa suçla itham edilen kimse başta bu suçu işlemediğini isbat edecek değildir. Bir kimseye da’vâ açıp da “borçlu veya suçlu olmadığını isbat et” demek abestir

MADDE 9: Sıfat-ı ârızada asl olan ademdir(el-aslü fi’s-sıfati’l-ârizati el-adem)[]

Meselâ (şirket-i mudârebe) de kâr olup olmadığında ihtilaf olunsa, ademi asıl olduğuna binâen söz mudâribin olup sahib-i sermaye kâr olduğunu isbata muhtac olur

Bu da bir önceki maddeyle bağlantılıdır. Sonradan hâsıl olan, geçici (ârızî) sıfatlarda esas olan bir şeyin yokluğudur. Meselâ, mudârebe (emek-sermaye) şirketinde kâr olup olmadığında ihtilaf çıktığında, yokluk asıl olduğundan emek sahibinin sözüne itibar edilerek sermaye sahibi kârın varlığını isbatlamak zorundadır. Yani esas olan borçsuzluk ve masumluktur.

Ancak bu da yani yokluk ârızî sıfatlar için bahis mevzuudur, çünki aslî sıfatlarda bunun tersine vücut, yani varlık esastır.

Nitekim sıhhat, bekâret, hayat hep aslî sıfatlardır ve prensip bunların var olmasıdır.

Ancak meselâ şirkette kâr, satılan malda ayıp gibi hususlar ârızî olduğundan bunların bulunmaması esastır, varlığının isbatı gerekir. Bu prensibin istisnâları vardır. Nitekim sözgelişi, bağışlayan hibesinden dönmek istese, kendisine bağış yapılan da hibe olunan malın tüketildiğini iddia etse, söz yemine gerek kalmaksızın kendisine hibe edilenin olur. Halbuki malın helaki, yani tüketilmesi ârizî bir sıfattır]


MADDE 10: Bir zamanda sâbit olan şeyin hilâfına delil olmadıkça bekâsıyla hükmolunur(mâ sebete bi-zemanin yühkemü bi-bekâihi ma lem yuced el-müzîl)[]

Binâen alâ zâlik, bir zamanda bir şey bir kimsenin mülkü olduğu sâbit olsa mülkiyeti izâle eden bir hal olmadıkça mülkiyetin bekâsıyla hükmolunur.

Bir şeyin geçmiş zamanda gerçekleştiği biliniyorsa, aksine delil bulunmadıkça eskisi gibi devam ettiği kabul olunur.Aynı şekilde bir şeyin şu anda sâbit olduğu biliniyorsa geçmişte de böyle olduğu aksine bir delil bulunmadıkça kabul edilir.Buna tahkimü’l-hal (şimdiki durumun hakem kılınması) denir ve Mecelle’nin 1683.maddesinde de zikredilir. Bir kimsenin mülkü olduğu bilinen şey, mülkiyeti gideren (satış, bağışlama gibi) bir durum ortaya çıkmadıkça mülk olarak kalmaya devam eder. Bu da bir önceki maddeyle ilgilidir. Meselâ, mefkudun hayatta kabul edilmesi bu maddelerde düzenlenen istishab prensibinin gereğidir. Ancak öldüğü güçlü bir delille, sözgelişi iki âdil şâhid ile isbatlanırsa veya ölüm tehlikesi halinde kaybolduğu (bindiği gemi batmış veya cephede kaybolmuş ya da bulunduğu ev tamamen yanmış) gerekçesiyle mahkemece ölümüne hükmedilirse artık bu mahkeme hükmü mefkudun hayatta oluşu vâkıasının hilâfına delil teşkil eder. Öte yandan meselâ, bir baba, gâib oğlunun malını nafaka olarak kendisine harcasa, oğul sonradan gelip babasının zengin olduğu halde kendi malını nafaka olarak harcadığını iddia etse ve bunu isbatlayamasa, baba şu anda fakirse geçmişte de böyle olduğu, dolayısıyla nafaka olarak oğlunun malını sarfetmeye yetkisi bulunduğu kabul edilir


MADDE 11: Bir emr-i hâdisin akreb-i evkâtına izâfeti asıldır(el-aslü izâfetü’l-hâdisi ilâ akrabi evkâtihi)[]

Yani hâdis olan bir işin sebeb ve zaman-ı vukuunda ihtilaf olunsa zaman-ı baîde nisbeti isbat olunmadıkça hâle akreb olan zamana nisbet olunur.

Sonradan ortaya çıkan bir işin uzak bir zamanda meydana geldiği isbatlanamazsa, şimdiki duruma en yakın zamanda gerçekleştiği kabul edilir. Meselâ, ölen bir kimsenin ölümünden önce yaptığı ikrarın zamanında ihtilaf doğsa, ölüm hastalığında yapıldığı kabul edilir. Bu prensibe, 8. maddede geçen “beraet-i zimmet asldır” prensibi istisnâ getirmektedir: Nitekim sözgelişi, bir malı satışa vekil olan kimse, o malı azledilmeden önce satıp teslim ettiğini, müvekkil de azlini öğrendikten sonra satıp teslim ettiğini iddia etse, satılan mal mevcut ise müvekkilin sözüne, aksi takdirde vekilin sözüne itibar olunur]


MADDE 12: Kelâmda asıl olan ma’nâ-yı hakikîdir(el-aslü fi’l-kelâmi el-hakîka)[]

Yani bir sözde esas olan gerçek ma’nâdır. Bir ihtiyaç yokken mecaz ma’nâya gidilemez. Meselâ, evlad sözü çocuklar demektir. Evlada yapılmış bir vakıfta, vakfedenin çocukları yoksa, artık torunları anlaşılır. Yine meselâ, “Şu ev felanındır” denince artık mülk anlaşılır, kira değil


MADDE MC/13: Tasrîh mukabelesinde delâlete itibar yoktur(lâ ıbrete li’d-delâleti fi mukâbeleti’t-tasrîh)[]

Yani bir söz veya fiilde açıklık söz konusu olduğunda başka ma’nâ aranmaz. Açıklık yoksa delâlete göre hareket edilir. Bir önceki maddeyle ilgilidir. Meselâ, bir kimsenin masasının üzerindeki bardakla su içmeye delâleten izin vardır, kırılsa ödemek gerekmez. Ama önceden bunu yasaklamışsa artık tasrih, yani açıklık olduğundan ödenir. Yine meselâ, bir adam bağışladım dediğinde artık bağışlama tamamdır, artık “kabz et! (al!)” demesine ihtiyaç kalmadan o mal teslim alınır(61.madde de bununla ilgilidir)]

MADDE MC/14: Mevrid-i nassda içtihada mesağ yokdur - (lâ mesâğa li’l-ictihadi fi mevridi’n-nass)[]

İslâm hukukunun aslî kaynakları sırasıyla kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Hakkında kitap ve sünnette açık hüküm bulunan meselede kıyasa gidilemez. Meselâ, beyyine (delil) müddeîye (da’vâcıya), yemin münkire (da’vâlı olup da’vâyı kabul etmeyene) aittir. Bu, artık hadîsle sabit olduğundan hilâfına kıyasda bulunup başka delillere gitmek caiz değildir

MADDE MC/15: Alâ-hilâfi’l-kıyas sâbit olan şey sâire makîsün-aleyh olmaz (mâ sebete alâ ğayri’l-kıyasi fe-ğayruhu lâ yukâsü aleyh)[]

Kıyas usulüne aykırı olarak kabul edilmiş bir hüküm buna benzer başka meselelere delil olmaz. Nitekim olmayan bir şeyi satmak geçersizdir. Selem, yani henüz yetişmemiş tarla mahsülünü satmak ve istisna, yani sanat sahibine bir eser yaptırtmak, bu prensibe göre kıyasen geçersiz olurdu. Ama sünnet ve icma ile seleme ve istisnaya izin verilmiştir. Artık nasıl olsa selem ve istisna câizdir, öyleyse olmayan şeyleri satmak da câiz hale gelir, denilemez. Şuf’a hakkı ile vakıflarda icâreteyn ve mukâtaa usulleri artık hep kıyasa aykırı olarak kabul edildiğinden bunlara kıyas yapılarak artık icâreteynli ve mukâtaalı vakıf gayrımenkullerde şuf’a, mülk gayrımenkullerde de icâreteyn ve mukâtaa uygulanamaz]

MADDE MC/16: İçtihad ile içtihad nakzolunmaz(el-ictihadü lâ yentekıdu bi’l-ictihad)

Usulüne göre yapılan ictihad, aynı konudaki bir başka ictihadı yürürlükten kaldıramaz. Bir müctehid ictihadıyla başka bir müctehidin ictihadını kaldıramayacağı gibi, bizzat kendisi de bu ictihadıyla daha önce aynı hususta yaptığı ictihadını bozmuş olmaz. Nitekim İmam Şâfi’î Mısır’a geldikten sonra pekçok konuda başka türlü ictihadda bulunmuştur. Bu prensip gereğince, İslâm hukukunda bir hâkimin usulüne uygun bir şekilde verdiği hüküm bir başka hâkime götürülerek bozulamaz, bir başka deyişle istinaf caiz görülmemiştir. Bunun istisnâsı sultanın emridir. Sultan bir da’vânın tekrar görülmesini emretmişse bu da‘vâya yeniden bakılıp, ilk hüküm hukuka aykırıysa bozulabilir.


MADDE MC/17: Meşakkat teysiri celbeder(el-meşakkatü teclibü’t-teysîr)[]

Yani suûbet sebeb-i teysir olur ve darlık vaktinde vüs’at gösterilmek lâzım gelir Karz ve havâle ve hacr gibi pek çok ahkâm-ı fıkhiyye bu asla müteferri’dir ve fukahânın ahkâm-ı şer’iyyede gösterdikleri ruhas ve tahfifat hep bu kâideden istihrac olunmuştur.

Zorluk, kolaylığı getirir, darlık zamanında genişlik gösterilir. Bu madde ve sonraki birkaç tanesi İslâm hukukunun fer’î kaynaklarından istihsanın ifadesidir. Nitekim “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez” ve “Allah size kaldıramayacağınızı yüklemez” âyetleri ile “Dinde hayırlı olan kolaylık göstermektir” ve “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, yaklaştırınız, nefret ettirmeyiniz” hadîsleri bu prensibin delilidir. Karz, havâle, hacr gibi hukukî hükümler hep bu sebeple kabul edilmiştir. Hukukçuların şer’î hükümlerde gösterdikleri ruhsatlar ve hafiflikler hep bu prensipten çıkmaktadır. Açlıktan ölmemek için hukuken yasaklanmış bir şeyi yemek câizdir. Öte yandan kadınlar hamamında işlenen bir cinayet için kadınların şâhidliği kabul edilir. Ancak yapılmaması hakkında açık bir nas varsa bu iş yapılamaz. Meselâ, zorluk sebebiyle adam öldürmek câiz olmaz.

MADDE MC/18: Bir iş zîk oldukda müttesi’ olur(el-emrü izâ dâka ittese’a)[]

Yani bir işde meşakkat görülünce ruhsat ve vüs’at gösterilir.

Bir işte daralma, sıkıntı başgösterirse genişletilir, ruhsata gidilir. Meselâ, borcunu ödeyemeyen kimseye mühlet verilir. Yine bir çocuk başkasının malını telef etse kendi malından ödenir, kendi malı yoksa, olduğu zaman bundan ödenir, velîsine ödetilmez


MADDE MC/19: Zarar ve mukabele bi’z-zarar yokdur(lâ darare ve lâ dırâr)[]

Birisine zarar vermek câiz olmadığı gibi, kendisine zarar verene de zararla mukabelede bulunmak câiz değildir. Hâkime başvurulup zarar tazmin ettirilir. Bu madde de aynen bir hadîs-i şerîften alınmıştır. Ancak eşyalarını kamyona yükleyerek kaçmakta olduğu anlaşılan kirâcının mallarını kirâ alacağı olarak alıkoymak câizdir.


MADDE 20: Zarar izâle olunur(ed-dararu yüzâl)[]

Zarar giderilir, ancak kendi misliyle değil, usulü dairesinde giderilir. Artık meselâ malın duruma göre kıymetinin veya mislinin ödetilmesi gibi. Hacr, şuf’a, tazminat, ayıp muhayyerliği, bâğîlerin katli, yani meşru idareye ayaklananların öldürülmeleri, hâkim tayini gibi hususlar hep bu maddeden olup zararı giderme maksadıyla kabul edilmiştir.

MADDE MC/21: Zarûretler memnu’ olan şeyleri mübah kılar(ed-darûrât tübîhu’l-mahdûrât)[]

Zaruretler yasakları mübah duruma getirir.Zaruret, insanı bir şeyi yapmaya zorlayan semavî, yani insanın elinde olmayan sebebe denir. Tedavi edilemeyen şiddetli ağrı veya bir uzvun yahud hayatın kaybedilme tehlikesi ve başka bir emrin yapılamaması mecburiyeti zarurettir. İşte işlenmesi yasaklanmış bazı şeyler vardır ki bu gibi zaruretlerin varlığı durumunda bu yasak kalkmaktadır. Meselâ, muteber bir ikrah, yani zorlama karşısında kalan kimse başkasının malını telef edebilir. Yine açlıktan ölmek durumunda kalan kimse başkasının malını yiyebilir.

Zaruretlerin yasakları kaldırmaları bakımından üç durum vardır:

Birinci durumda zaruret yasağı kaldırmaz: Nitekim bir başkasını öldürmek veya bir uzvunu kesmek zaruret olsa bile câiz hale gelmez.

İkinci durumda zaruret yasak olan fiilin işlenmesine izin verir, ancak bu fiilin işlenmesini mecbur hale getirmez. Meselâ, zaruret karşısında küfr ve inkâr mahiyetinde olan, dinden çıkarıcı söz söylemek, zina etmek, başkasının malını telef etmek gibi.

Üçüncü durumdaki zaruret, yasak fiilin işlenmesini hem câiz, hem de mecburî kılar.Ölmek üzere olan kimsenin leş yemesinde olduğu gibi]

MADDE MC/22: Zarûretler kendi mikdarlarınca takdir olunur(mâ ubîha li’d-darûreti yütekadderu bi-kaderihâ)[]

Zaruret halinde yasak fiillerin işlenmesi ancak zaruret mikdarınca câiz olur. Dolayısıyla meselâ açlıktan ölmek üzere olan bir kimse başkasının malını ancak ölmeyecek kadar yiyebilir, susuzluktan ölmek üzere olan kimse de bulduğu bir şaraptan ancak ölmeyecek kadar içebilir, “Nasıl olsa içtik, olmuşken devam edelim de kafayı tütsüleyelim”, diyemez. Yine meselâ, yanyana bulunan iki ev arasına ev içindekileri görmeye engel olacak bir duvar yaptırılır, ancak bu sebeple artık evlerin pencereleri kapatılamaz.

MADDE MC/23: Bir özr için câiz olan şey ol özrün zevâliyle bâtıl olur(mâ câze bi-uzrin betale bi-zevâlih)

Yani zaruret durumu ortadan kalkınca yasak geri döner ve o fiil câiz olmaktan çıkar. Meselâ, kiraladığı şeyde bir ayıp ortaya çıkan kiracı akdi feshedebilir. Ancak kiralayan bu aybı giderirse artık iâde edilemez. Yine şâhidin gâipliği veya hastalığı durumunda şahâde ale’ş-şahâde denilen şâhidden duyduğunu beyan ederek yapılan şâhidlik câizdir, ancak şâhid ortaya çıkar veya iyileşirse artık bu câiz olma özelliğini kaybeder. Çocukluk, mecnunluk (akıl hastalığı), ma’tuhluk (bunaklık) hacr sebebidir, bunda zaruret vardır. Ancak çocuk büyüse, mecnun ve ma’tuh iyileşse tam ehliyetli hale gelirler]


MADDE MC/24: Mâni zâil oldukda memnu’ avdet eder(izâ zâle’l-mâni’ü âde’l-memnu’)[]

Engel ortadan kalkınca yasak durumu geri gelir. Bu madde de öncekinin aynısıdır. Aldığı malda bir ayıp olduğunu anlayan kimse bunu geri verebilir, ama daha iade etmeden bunda kendisi bir ayıp meydana getirirse artık iade edemez, bu ayıbı giderdikten sonra malı iade hakkı geri döner.Çocuğun ve âmânın şâhidliğinin kabul edilmemesinde zaruret vardır. Bu haller, yani çocukluk ve sağır-dilsizlik sona erince artık şâhidlikleri kabul edilir

MADDE MC/25: Bir zarar kendi misliyle izâle olunamaz(ed-dararu lâ yüzâlü bi’d-darar)[]

Bir zarar kendi misliyle giderilemez. Bir çarşıda bakkal dükkanı açmak isteyen kimse, diğerleri zarar edecek diye ticaretten yasaklanamaz. Değirmen, hamam gibi taksimi hak sahiplerine zarar verecek olan müşterek mülkler, hakim tarafından ortaklardan bazısının talebi üzerine zorla taksim edilemez.

MADDE MC/26: Zarar-ı âmmı def’ için zarar-ı hâs ihtiyar olunur(yütehammelü’d-dararu’l-hâs li-ecli def’ü’d-darâri’l-âm)[]

Tabib-i câhili menetmek bu asıldan teferru’ eder.

Yani genel zararı gidermek için, özel zarar tercih edilir. Cahil doktoru bu işi yapmaktan yasaklamak böyledir. Sefih ve borçlu kimseyi hacr altına almak, bazı zaruri maddelere narh koymak da buna girer. Osmanlı padişahlarının ileride arkalarında binlerce kişiyle ayaklanarak müslüman kanının dökülmesine sebep olacağı belli bulunan akrabalarını katletmeleri de bu prensibe uygundur. Düşman müslümanların üzerine taarruz etmiş ve bir takım müslüman esîrleri de siper yapmıştır. Atış yapılmadığı takdirde ülkenin düşman eline geçeceği kesin ise bu siper edilen günahsız müslüman esîrlere atış yapılır, bunda maslahat vardır. Halbuki suçsuz bir müslümanın katli câiz değildir. Ancak eğer bu müslüman esîrler ölmesin diye atış yapılmadığı takdirde, bu sefer düşman ülkeyi işgal edecek, ülke halkıyla beraber neticede bu esîrleri de öldürecektir. Ama meselâ düşman bir kalede bulunup bu kalede bir müslüman esîri siper yapsa bu kalenin alınması zarurî olmadığı için o esîri öldürmek kabul edilemez. Bu ve bunu takib eden birkaç madde İslâm hukukunun kaynaklarından olan maslahat prensibini ifade etmektedir, maslahat günümüzde kullanılan kamu menfaati sözünün karşılığıdır.


MADDE MC/27: Zarar-ı eşed zarar-ı ehaf ile izâle olunur(ed-dararu’l-eşeddi yüzâlü bi’l-ehaff)[]

Şiddetli bir zarar, daha hafif bir zararla giderilir. Bu da önceki madde gibidir. Gasbedilmiş ağaçla yapılan ev yıktırılmaz, ağaçlar kıymetliyse ev ağaç sahibine verilir bedelini öder, ev kıymetliyse ağaç sahiplerine bedelini öder. Bir başkasının incisini yutan hayvan kesilmez, inci kıymetliyse hayvan inci sahibine verilip bedelini öder, hayvan kıymetliyse hayvan sahibi incinin bedelini öder.


MADDE MC/28: İki fesad teâruz ettikde ehaffi irtikâb ile a’zamının çaresine bakılır(izâ teârada mefsedetâni rû’ıye ekallühâ dararen bi-irtikâbi ehaffihümâ)[]

İki kötülük karşı karşıya geldiğinde hafif olanı işlenerek büyük olanının giderilmesine çalışılırBu da önceki iki maddeye benzemektedirAçık denizde fırtınaya yakalanan gemi batmasın diye fazla yük denize atılırİki fesad da birbirine eşitse artık serbesttirMeselâ, deniz ortasında yanan gemiden denize atlarsa boğulacağını, atlamazsa yanacağını anlayan kimse serbesttir, istediği gibi hareket eder

MADDE MC/29: Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur(izâ teârada mefsedetâni yühtâru ehvenühümâ)[]

İki kötülükle karşı karşıya kalındığında daha hafif, ehven olanı seçilir. Bu da önceki maddenin aynısıdır. İki zâlim, devletin başına geçmek için aday olsa, başkası da bulunmasa ikisinden daha az zâlim olanı seçilir, çünki devletin başsız kalması mümkün değildir


MADDE MC/30:Def’-i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır(der’ü’l-mefâsidi evlâ min celbi’l-mesâlih)[]

Kötülüklerin giderilmesi, menfaatlerin elde edilmesinden daha önde gelir. Bu sebeple oruçlular abdest alırken ağız ve burnu yıkama sırasında mazmaza ve istinşak denilen sünnetleri orucun bozulması tehlikesi karşısında terkederler. Yine meselâ etrafdaki evlere büyük bir zarar veren demirci dükkânı kapatılır. Ancak bazen menfaat kötülükten daha büyük olabilir, o zaman aksine hareket edilir. Nitekim dargın olan kimseleri barıştırmak için ve harpte yalan söylenebilir.

MADDE MC/31: Zarar bi-kaderi’l-imkân def’olunur(ed-dararu medfu’ün bi-kaderi’l-imkân)[]

Zarar imkân dahilinde giderilir. Bu sebeple meselâ gaspedilen mal tüketilmiş ise artık misli veya kıymetiyle ödetilir. Yine sözgelişi kiracı kiraladığı evi harap ediyorsa kiracıyı bundan engellemek çok zor olduğundan hâkim kararıyla bu kira akdi feshedilir


MADDE MC/32:: Hâcet umumi olsun hususi olsun zarûret menzilesine tenzil olunur(el-hâcetü tünzelü menzileti’d-darûreti âmmeten kânet ev hâssaten)[]

Bey’ bi’l-vefânın tecvizi bu kabildendir ki Buhara ahâlisinde borç tekessür ettikde görülen ihtiyaç üzerine bu muâmele meriyyü’l-icrâ olmuştur.

İhtiyaç genel veya özel olsun, zaruret derecesine indirilir.Vefâen, yani geri alım şartıyla satışa izin verilmesi böyledir ki Buhara halkı arasında borcun çoğalmasıyla görülen ihtiyaç üzerine bu akid kabul edilmiştir.

Hâceti bazı hukukçular zaruret ile aynı mahiyette görür, bazı hukukçular ise farklı mütâlaa ederler. Hâcet, zarurette olduğu gibi ölüm veya uzuv kaybı tehlikesinin bahis konusu olmadığı, ancak sıkıntı, meşakkat bulunan bir durumdur. Selem, istisnâ, icâre, bey’ bi’l-vefâ gibi akidler hep ihtiyaç sebebiyle kabul edilmiştir. Burada mesele acaba ihtiyaç da zaruret gibi hukuken işlenmesi yasak olan fiilleri câiz hale getirir mi? Bir defa ihtiyaç durumunda başka mezhebin taklid edilebileceği, hatta zayıf ictihadlarla hükmedilebileceği usul kitaplarında bildirilmektedir. Ancak bu mümkün değilse ve ihtiyaç olan bir şey, harac, meşakkat bulunan bir durum, zaruret derecesinde ise bununla aynı hükme girer

MADDE MC/33: Iztırar gayrın hakkını ibtal etmez(el-ıztırâru lâ yübtılü hakka ğayrih)[]

Binâen alâ zâlik bir adam aç kalıp da birinin ekmeğini yese ba’dehu kıymetini vermesi lazım gelir.

Zaruret, başkasının hakkını ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla aç kalıp da başkasının ekmeğini yiyen kimse sonra bunun kıymetini öder, bu artık hakkaniyetin bir gereğidir.


MADDE MC/34:: Alması memnu’ olan şeyin vermesi dahi memnu’ olur(mâ harume ahzuhu harume i’tâuhu)[]

[Alması yasak olan şeyin vermesi de yasaktırNitekim rüşveti, almak da vermek de câiz değildirFalcıların, çalgıcıların halkdan para almaları câiz olmadığı gibi, insanların da bunlara iş yaptırıp para vermesi câiz değildirYine yenilmesi ve giyilmesi yasak olan şeylerin başkasına, sözgelişi çocuklara yedirilip giydirilmesi câiz değildirZaruret durumu bu prensibe istisnâ getirebilirAncak meselâ, hakkını kurtarmak zorunda kalan kimse için yalnızca rüşvet vermeye izin vardır]

MADDE MC/35: İşlenmesi memnu’ olan şeyin istenmesi dahi memnu’ olur .(mâ harume fi’luhu harume talebuhu)

[Rüşvet vermek, zulmetmek, yalan söylemek yasak olduğu gibi, bir kimseden böyle davranmasını istemek de yasaktırAncak da’vâcının doğru olan da’vâsını inkâr eden da’vâlıya yemin teklifi buna istisnâsıdır, ola ki da’vâlı yeminden kaçınır da gerçek ortaya çıkar diye umulmuştur]

MADDE MC/36 :Âdet muhakkemdir (el-âdetü muhakkem)

Yani hükm-i şer’îyi isbat için örf ve âdet hakem kılınır; gerek âm olsun ve gerek hâs olsun

[Bir niza sözkonusu olduğunda âdet hükme dayanak olabilirYani şer’î hükmü isbatlamak üzere genel olsun, özel olsun örf ve âdet hakem kılınır Örf insanların güzel gördüğü, âdet (teâmül) ise insanların başlangıcı belli olmayan bir zamandır yapageldikleri şeyler demektirİkisi de burada beraber ele alınmaktadır, nitekim âdet örfün bir çeşitidirBunlar belli şartlar altında hukukun kaynağı olabilirBir hadîste “Ümmetimin güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir” buyurularak örfün bir delil olarak meşruluğuna işaret edilmiştir

Örf çeşitli kısımlara ayrılırBunlardan birincisi sahih örf-fâsid örf ayrımıdırHukuka ve akla aykırı olmayan örfler sahih, yani muteberdir, hukuka ve akla aykırı bir şey ise örf bile olsa fâsiddir, yani muteber değilirBurada esas alınan sahih örfdürÖrfün hukuka uygun olması gerekirHukuka aykırı (fâsid) örflere dayanılarak hüküm verilemezÇünki hukuka aykırı muameleler ne kadar yaygınlaşırsa yaygınlaşsın sahih, yani hukuken geçerli bir örf olarak kabul edilemezÇünki aksi takdirde bu bir nesh, yani bir hukukî hükmün yürürlükten kaldırılması demektir, halbuki vahy devrinden sona neshden bahsedilemezMeselâ, kölenin şâhidlik yapabilmesi halk tarafından güzel görünmeye başlansa, bu sahih bir örf değildir, çünki kölenin şâhidliği hukuken mümkün değildir

Bir ayrım da lafzî örf-amelî örf şeklindedirLafzî örf, bazı kelimelerin halk arasında hangi ma’nâda kullanıldıklarını ifade ederNitekim meselâ, dirhem lafzı bir ağırlık ölçüsü olmasına rağmen halk arasında gümüş paraya verilen isimdirYine meselâ, vakıf hukukunda nâzır kelimesi mütevelliden farklıdırAncak Mısır’da aynı ma’nâda kullanılmıştırBu sebeple Mısır’a âit bir vakfiye incelenirken bu hususun nazara alınması icab ederYine meselâ, “Et yemeyeceğim!” diye yemin eden kimse balık yese yeminini bozmuş olmaz, her ne kadar balık et ise de halk arasında örfen et olarak adlandırılmamakta, et denince koyun ve sığır eti anlaşılmakadırAmelî örf ise insanların muayyen muameleleri yapagelmeleri neticesi teşekkül eder ki âdet, teâmül ma’nâsınadırMeselâ, nakit para vakfı böyledirKarz-ı hasen verenlerin çok azalması üzerine, fakir halkın sermaye ihtiyacını karşılamak maksadıyla insanlar nakit para vakfetmeye başlamıştır

Bir de umumî örf-hususî örf ayrımı vardırAdından da anlaşalıcağı gibi umumî örf (örf-i âm) muayyen bir belde ve topluluğa âit olmayan örfdürBöyle Sahabe zamanından beri süregelen ve müctehid hukukçular tarafından tesbit edilen örfler, kıyasa aykırı bile olsa delil sayılırMeselâ, insanların kullanacakları suyun mikdarını ve zamanı bildirmeksizin hamama girmeleri örfen geçerli kabul edilmiştir, ayrıca bunda zaruret de sözkonusudurHususî örf (örf-i hâs) ise muayyen bir belde veya topluluğa (meselâ tüccara) âittirMeselâ menkul vakfı bir beldede örf olsa ve başka yerde de olmasa, örfün bulunduğu belde için muteber olması kabul edilmiştir, çünki hususî örfdürHususî örfü hiç muteber saymayanlar da vardır

Örfün o hüküm verilirken veya o iş yapılırken mevcud olması lâzımdırMeselâ, bir vakfiye tedkik edilirken bu vakfın yapıldığı zamanki örfler nazara alınmalıdırYine meselâ, bir akid yapılırken mevcud olmayan ve sonradan ortaya çıkan bir örf delil olmaz

Hanefîler örfe geniş yer vermişler, ancak bu durumda doğrudan örfe dayandıklarını açıklamaktansa, buna örf sebebiyle istihsan demeyi tercih etmişlerdirMâlikîler, Medine halkının örfüne özel bir önem atfetmişler, burada yaşayanların hareketlerinde sünnete dayanma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünmüşlerdirŞâfi’îlerde de örf muteber bir delildirNitekim İmam Şâfi’î Mısır’a yerleştikten sonra buradaki örfleri de nazara alarak eski ictihâdlarını mühim bir nisbette değiştirmiş, hatta bu devirdeki ictihâdlarına mezheb-i cedîd (İmam Şâfi’î’nin yeni mezhebi), eski ictihâdlarına da mezheb-i kadîm (İmam Şâfi’î’nin eski mezhebi) denilmiştirAncak Şâfi’îler amelî örfe itibar etmezler]

MADDE MC/37: Nâsın isti’mali bir hüccettir ki onunla amel vâcib olur (İsti’malü’n-nâsi hüccetün yecibü’l-amelü bihâ)

Bu da yukarıda açıklandığı üzere âdeti belirtmektedirİnsanların başı belli olmayan bir zamandır yapageldikleri şeye âdet (teâmül) denir. Örf ile beraber ikisi bir arada İslâm hukukunun kaynaklarından birini oluştururlarMeselâ, insanlar ayakkabıcıya ayaklarının ölçüsünü vererek bir ayakkabı yapmasını ister, ayakkabıcı da bunu yapıp teslim ederİstisnâ denilen bu akid, mevcut olmayan bir şeyin satışı ma’nâsına geldiği ve bunu da hukukun genel prensipleri kabul etmediği halde âdet olduğu için Hazret-i Peygamber tarafından (sünnet ile) cevaz verilmiştir]

MADDE MC/38 : Âdeten mümteni’ olan şey hakikaten mümteni gibidir(el-mümteni’ü âdeten ke’l-mümteni’ hakîkaten)

[Bir şeyin gerçekleşmesi âdeten mümkün değilse, bu artık hakikaten de imkânsız sayılırNitekim bir kimse bir başkası lehine borç ikrarında bulunsa, akıllı ve bâliğ bir kimsenin yalan yere aleyhine borç ikrar etmesi âdeten imkânsız olduğu için geçerli sayılırYine meselâ, bir kimsenin kendisinden yaşça büyük birinin nesebini, yani kendi çocuğu olduğunu iddia etmesi de kabul edilmez, çünki bu âdeten ve hakikaten imkânsızdır]

MADDE MC/39 : Ezmânın tağayyürü ile ahkâmın tağayyürü inkâr olunamaz(lâ yünkerü’t-teğayyürü’l-ahkâmi bi’t-teğayyüri’l-ezmân)

Zamanın değişmesiyle, hükümlerin de değişmesi inkâr olunamaz. Hakkında nas, yani âyet ve hadîs bulunmayan hükümler, zamanla değişebilir. Sonradan meydana gelen bir örf, kıyas, istihsan, maslahat gibi diğer fer’î delillere dayanan ictihadların değişmesi sonucunu doğurur. Nitekim İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, ipek böceğini haşerata kıyas ederek satışına cevaz vermemiş, sonradan örf haline gelmesiyle İmam Muhammed bunu mal kabul ederek satışının câiz olacağına hükmetmiştir

Örfe dayalı hükümler de bu örfün değişmesiyle değişir. Nitekim önceleri bir evin bir odasının görülerek satın alınmasıyla rüyet (görme) muhayyerliği düşerdi, çünki ilk zamanlar evlerin bütün odaları aynı şekilde inşa olunurdu, ancak sonradan bu örf değişince, yani bir evin her odası farklı şekilde yapılmaya başlanınca İmameyn, yani İmam Ebû Yûsuf ve Muhammed, bir evin yalnız bir odasının görülmesiyle bu muhayyerliğin düşmeyeceğine hükmetmiştir. Yine meselâ, nakid para vakfı önceleri geçerli sayılmazken, sonradan örf haline gelmiş ve buna binâen câiz görülmüştür. Yine önceleri insanlarda iyilik yaygın olduğu için İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, şâhidlerin görünüşte âdil olmalarını yeterli saymışken, sonradan yalancılığın yayılması üzerine İmameyn artık şâhidlerin âdil olup olmadıklarının araştırılması (cerh ve ta’dil-tezkiye) gerektiğine hükmetmişlerdir.

Örfün değişmesiyle nassa (kitap ve sünnete) dayalı hükümler değişmez denildi. Nitekim örfün nass-ı has, yani özel bir nas ile teâruzu, yani görünüşte çatışması durumunda, örf terkedilir. Nitekim fâizli akidler, evlad edinme, borç sebebiyle kölelik örf bile olsa, özel naslarla yasaklanmıştır.

Örfün nass-ı âmm, yani genel nas ile teâruzu durumunda iki ihtimal vardır: Eğer bu örf özel ve o nas geldiğinde mevcud ise nassı tahsis eder, örf genel ise genel nassı tahsis edemezMeselâ, mevcud olmayan şeyin satılması yasaktır, bu bir genel prensiptirİstisnâ, selem gibi örf halini almış akidler, bu prensip konulduğunda özel örf olarak mevcut olduğundan, geçerli kabul edilmiştirHalbuki her ikisinde de mevcud olmayan bir şeyin satımı sözkonsudurBir kısım tüccar arasında, bunların dışında yukarıdaki prensibe aykırı bir örf varsa geçerli değildir, çünki artık bu örf özel sayılır.

Örf o nassın gelişinde mevcud olmayıp sonradan ortaya çıkmışsa kabul edilemezAncak burada istisnâî olarak sadece Hanefîlerden İmam Ebû Yûsuf’un bir ictihâdı vardırO da eğer nassın kaynağı örf ise sonradan ortaya çıkan bu örf ile nassın hükmü değişebilirMeselâ, bey’ bi’l-vefâ, yani geri alım şartıyla satış, böyle bir şart örfen meşru olmadığı için yasaklanmış, sonradan bu şart örfen câiz görülmeye başlanınca fâizden kaçınmak ve borcu temin ve tevsik, yani güvence altına alıp sağlamlaştırmak maksadıyla yapılan böyle satışa da cevaz verilmiştir.

Diğer hukukçuların ekserisi de bu yoldan olmasa bile rehin akdi kabul ederek bu akde cevaz vermişlerdirYine meselâ altın ve gümüşün tartı ile (veznen), hurma, buğday, arpa ve tuzun ise hacim ile (keylen) alınıp satılması hadîsle sâbit iken, kaynağının örf olması sebebiyle bulunulan yerin örfüne göre bu esasın değişebilmesine, yani örfe göre meselâ altın ve gümüşün sayı, diğerlerinin tartı ile satılabilmesine izin verilmiştir. Bu ise nassa muhalif örfün kabulü değil, nassın tevili, yorumu şeklinde anlaşılmıştırOsmanlı Devleti’nde de İmam Ebû Yûsuf’un ictihâdı tercih ve tatbik olunmuşturNitekim Mecelle’nin 39maddesi bu esasa dayanmaktadır, yoksa nas ile sâbit hükümlerin değişmesi mümkün değildir

İşte örfün delil olarak kabulü ve örf ile sâbit olan hükümlerin bu örfler değiştikçe değişmesine imkân veren prensip İslâm hukukunun dinamizmini sağlayan en önemli âmildirNassa dayalı hükümler ise zamanla değişmemektedirAncak değişmeyen küllî hüküm olup, bu hükmün hâdiselere tatbiki zamanla değişebilirNitekim ictihad müessesesinin kabulü buna imkân vermektedir]

MADDE MC/40 Âdetin delâletiyle ma’nâ-yı hakikî terk olunur(el-hakîkatü tütrekü bi-delâle)[]

Hukukî işlerde kullanılan gerçek ma’nâlar, âdetin delâletiyle değişebilir. Nitekim “Şu ağaçtan yemem” demek bu ağacın meyvesinden yemeyeceği ma’nâsına gelir. Bu hüküm yemin ve adakta önemlidir, çünki burada kullanılan sözlerde âdete bakılır. “Et yemeyeceğim” diye yemin eden kimse balık yese yemini bozulmaz, çünki balık için et sözünü kullanmak âdet değildir. Yine meselâ, şarta bağlı ikrar geçersiz olduğu halde, “Ölürsem felana şu kadar borcum vardır!” sözü, vârislerin borcu inkâr etmemesi maksadıyla söylenmiş sayıldığından geçerlidir. Yine şarta bağlı ibrâ geçerli olmadığı halde, “Ben ölürsem sendeki alacağımdan berîsin (sorumlu değilsin)” şeklindeki bir ibrâ da vasiyete yorumlanarak geçerlidir. Meselâ bazı yerlerde nikâh akdi için “sattım” sözü kullanılmaktadır]


MADDE MC/41 Âdet ancak muttarid yahut gâlib oldukta muteber olur(innemâ tu’teberu’l-âdetü izâ ittaradet ev ğalebet)[]

Örf ve âdetin geçerli bir delil sayılması için gerçekleşmesi gereken şartlardan biri de, bunun muttarid veya gâlip, yani kesintisiz uzun bir zamandır çoğunluk tarafından yapılagelmekte olmasıdırMeselâ, ta’yin edilmeksizin şu kadar lira karşılığında bir mal satın alınınca beldede o sırada kesintisiz tedâvül eden veya tedâvülü diğerlerine göre yaygın bulunan lira hangisi ise onu vermek gerekir

MADDE MC/42 İtibar gâlib-i şâyi’adır, nâdire değildir (el-ıbretü li’l-ğâlibi’ş-şâyi’ lâ li’n-nâdir)[]

Bu da bir önceki maddeyle ilgilidir. Örf ve âdetin geçerli olması için bunu bir çoğunluğun uygulayagelmesi aranır. Buradaki çoğunluk yaygın bir çoğunluktur. Meselâ, a’zamî onbeş yaşını bitiren kimseler bâliğ sayılırlar, çünki bu yaştakilerin bâliğ olması örfen gâlip ve yaygındır, aynı şekilde doksan yaşından sonra yaşayan kimselerin sayısı çok az olduğundan mefkudun, yani bulunduğu yer ve hayatta olup olmadığı bilinmeyen kimsenin de bu yaşı ikmal etmiş olmasıyla ölümüne hükmedilir


MADDE MC/43 Örfen ma’ruf olan şey şart kılınmış gibidir(el-ma’rufü urfen ke’l-meşruti şer’an)[]

Halk arasında örf olarak bilinen, yapılması iyi görülen şey, şart koşulmuş gibi geçerlidir. Dolayısıyla meselâ, bir be


Giriş[]

İslâm hukukunun aslî kaynakları Kur’ân-ı kerîm, sünnet, icma ve kıyastırBunun yanında ikinci derecede kaynaklar da vardır. Bunlara fer’î deliller de denir. Örf, istihsan, istishab, maslahat gibi. Bu fer’î deliller çoğu zaman aslî delillere esas teşkil ettiği gibi, bazen de müstakil delil özelliği gösterirler. Meselâ, selem akdinin meşruluğu sünnetle sabittir, ancak bunun da esasında örf ve zaruret vardır. İşte bütün bu kaynaklardan İslâm hukukuna ait hükümleri çıkartma işine ictihad denir. Bunu yapabilecek olan hukukçuya da müctehid adı verilir. İslâm hukuku ilahî temele dayalıdır ve müctehid hukukçular tarafından sistematize edilmiş hükümlerden teşekkül eder. Hukukçu, önüne gelen bir meselenin çözümünde sırasıyle bu kaynaklara müracaat ederek, ictihadda bulunur ve hüküm verir. İşte her müctehid hukukçunun ictihad ederek vardığı hükümlerin tamamına mezheb denir. Hukukçu eğer müctehid değilse bir müctehid hukukçunun ictihadına göre hareket eder.

İslâm hukukunun kaynaklarından hüküm çıkartırken takib edilecek metodları, usûl-i fıkh denilen ilim göstermektedir. Bugün buna hukuk metodolojisi adı veriliyor. Bu sahada dünyada yazılmış ilk eser İmam-ı Şâfi’î’nin er-Risâle adındaki kitabıdır. Hukukçular bu ilim yardımıyla kaynaklardan hüküm çıkartmışlar ve bunları mesele mesele kitaplara geçirmişlerdir. Böylece İslâm hukuku meseleci (kazuistik) bir manzara arzetmeye başlamıştır. Burada her hukukî mesele ayrı ayrı ele alınıp çözüme kavuşturulmuştur. Bir başka deyişle, meselâ satım akdinin şartları ve sonuçları ayrı, kira akdinin ayrı, kefâletin ayrı, kısaca bütün akidlerin şart ve sonuçları ayrı ayrı ele alınmıştır. Bunun bir sebebi de İslâm hukukunun kaynağı ilahî olduğu için her mesele için ayrı deliller vardır. Ve çoğu zaman birbirine benzer müesseseler için müşterek esaslar koymak çok zor, hatta imkânsız olmaktadır. Bu usûl, belki çok geniş ve tekrarlarla dolu olmakla beraber, daha ince ve adâletli hükümler getirmeyi elverişlidir

İslâm hukuku meseleci bir görünüm arzetmekle beraber, her hukukî müessese için müşterek esaslar belirlenmemiş değildir. Nitekim çoğu Hanefi mezhebinden olan bir kısım hukukçular bu hükümler için müşterek olan hususları tesbit etmişlerdir. Hukukun genel prensipleri de denilebilecek ve hukuk hayatının en önemli esaslarını ifade eden bu kâideler Mecelle’nin ilk yüz maddesini oluşturur. Bunlar bazen müstakil bir hukuk prensibini, kimi zaman da fer’î kaynaklardan birisini gösterir.

Hukukun külli prensiplerinin ilk kaleme alınışı[]

Bu sahada ilk eser veren Hanefî hukukçusu Ebû Tahir Debbas’tır. Debbas, hukukun umumî prensiplerini on yedi madde halinde özetlemiş ve bazı hukukî meseleleri bu prensiplere indirgemiştir. Debbas’ın tesbit ettiği kâidelerden bazıları şunlardır:

  • Şek ile yakîn zâil olmaz,
  • meşakkat teysiri celbeder,
  • zarar izâle olunur,
  • âdet muhakkemdir,
  • bir işten maksat neyse hüküm ona göredir,
  • kelâmın i’mali ihmâlinden evlâdır

Debbas’dan sonra Kerhî, Debbûsî, İbn Nüceym, Hâdimî gibi Hanefî, Hirevî, Cüveynî, İzzeddin bin Abdüsselâm, Süyûtî gibi Şâfi’î, Karâfî gibi Mâlikî ve İbn Receb gibi Hanbelî mezhebinden hukukçular bu sahada çalışmış ve eser vermişlerdir. Bazısı doğrudan bir hadîse dayalı olan bu kâidelerin pekçoğu Molla Hüsrev’in Mir’at, İbn Nüceym’in Eşbah, Kâdihan’ın Hâniyye, Hamza efendinin Fevâid, Hâdimî’nin Mecâmi’ ve Menâfi adlı kitaplarından Mecelle’ye alınmıştır

Bu küllî kâideler, genellikle İslâm hukukunun tâli, yani ikinci derecede kaynakları içinde mütalaa edilir. Ancak bunların tamamını her mezheb kabul etmez. Yukarıda geçen altı madde üzerinde hiç ihtilaf yoktur, bunları bütün mezhebler kabul eder, ancak ihtilaf bunların nasıl tatbik edileceğindedir. Bunların dışında kalan maddelerde ise ihtilaf vardır, bunlardan her birini bazı mezhebler kabul eder, bazısı kabul etmez. Meselâ, “Alâ hilâfi’l-kıyas sâbit olan şey sâire makîsü’n-aleyh olmaz” kâidesi, Hanefîlere göre makbul, diğer mezheblere göre makbul değildir, çünki bunlara göre zaten kıyasa rağmen hiç bir şey sâbit olmaz. Yine sözgelişi, “Eşyada asl olan ibahadır” sözü Hanefîlerden Kerhî’ye ve Şâfi’î hukukçularına göre muteberdir. Ancak Hanefîlerin çoğunluğuna göre makbul değildir, çünki bunlara göre eşyada asl olan tevakkufdur, yani duraklamadır. “Eşyada aslolan tahrimedir, yani helal olduğuna dair bir açık hüküm bildirilmemişse o iş yasaktır” diyen mezheblere göre de hiç muteber değildir. İşte bu sebepledir ki Mecelle mazbatasında da geçtiği üzere bu küllî kâideler, fıkıh kitaplarında bir nakl-i sarih, yani açık bir hüküm bulunmadıkça hükme esas alınamazlar

Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, 1851 maddeden oluşan Osmanlı medenî kanunudur. Büyük hukukçu, âlim ve devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında zamanın en önde gelen hukukçularının teşkil ettiği bir heyet tarafından 1869-1875 yılları arasında Hanefî mezhebine göre hazırlanmış ve Sultan Abdülaziz’in fermânıyla kanun olarak ilan edilmiştir. İçinde bu yüz maddeye ilâveten, borçlar, ticaret, eşya ve muhakeme hukukuna dâir hükümler bulunan mükemmel bir eserdir. O zamana kadar Osmanlı mahkemelerinde fıkıh kitapları kanun olarak uygulanmaktaydı. Avrupa, Osmanlı hükümetine herkesin rahatça bilebileceği şekilde bir kanun ortaya koyması için baskı yapmıştı. Öte yandan fıkıh kitaplarını tam ma’nâsıyla okuyup anlayacak hâkimlerin sayısı da azalmıştı. Bu arada bazı modern düşünceli devlet adamları Fransız medenî kanununu almaya teşebbüs edince, buna engel olmak için diğer sebeplerin de tesiriyle Mecelle hazırlanmıştır.

Linkler[]

Advertisement