MECELLE :MUKADDİME:MAKALE-İ SANİYE (Mecelle/2.KISIM) . MKK - HKK : Mecellenin Külli Kaideleri .Kavaid -i Külliye (KÜLLİ KAİDELER: MAXIMS OF JURISPRUDENCE: Principes fondamentaux du Droit Sacré :MC/1 . MC/2 . MC/10 . MC/15 . MC/90 Mecelle/Madde 90 . Mecelle/Kartelalar Mecelle/resimler https://www.picbear.org/tag/Mecelle
Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe .MKK/Düz Metin . MKK/Düz Metin linkli | |
---|---|
Hukuki deyimler . Fıkhi deyimler . Beraat-ı zimmet - İstishab - Yakin delili - Mütevatir delili
Malumu Âlinizdir ki füru', asla tâbidir. Asıl resmî olmazsa, füru' da resmî olmaz. Batıl makîsünaleyh olamaz. Kanun namına protesto ederim .Majalla/Inrtoduction Mecelle/Mukaddime |
MKK: MKK2 :MKK/25-50 MC/25. MC/26 .MC/27. MC/28 .MC/29. MC/30 .MC/31. MC/32 .MC/33. MC/34 .MC/35. MC/36 .MC/37. MC/38 .MC/39. MC/40 .MC/41. MC/42 .MC/43. MC/44 .MC/45. MC/46 .MC/47. MC/48 .MC/49. MC/50 | |
---|---|
MC/25 | Madde 25 Bir zarar kendi misliyle izâle olunamaz. MC/26, MC/27, MC/28, MC/29, MC/31, MC/965, MC/1141, MC/1288, MC/1312.; TCK 49-50, 516/4; TBK 52 ● Article 25. An injury cannot be removed by the commission of a similar injury. |
MC/26 | Madde 26 - Zarar-ı âmmı def için zarar-ı has ihtiyâr olunur. MC. MC/20, MC/27, MC/28, MC/29, MC/1325. ● Article 26. A private injury is tolerated in order to ward off a public injury. The prohibition from practice of an incompetent physician is derived from this principle. |
MC/27 | Madde 27 - Zarar-ı eşedd zarar-ı ehaf ile izâle olunur. MC. MC/25, MC/26, MC/20, MC/902, MC/906, MC/1044, MC/1224, MC/1440.; TMK. 656, 661 vd. ● Article 27. Severe injury is removed by lesser injury. |
MC/28 | Madde 28 - İki fesâd te'âruz etdikde ehaffí irtikâb ile a'zamının çaresine bakılır. MC/20, MC/25, MC/26, MC/27, MC/29, MC/902.; TMK. 656, 661 vd. ● Article 28. In the presence of two evils, the greater is avoided by the commission of the lesser. |
MC/29 | Madde 29 - Ehven-i şerreyn ihtiyâr olunur. MC. MC/21, MC/22, MC/26, MC/27, MC/28, MC/902.; TMK. 656, 661 vd. ● Article 29. The lesser of the two evils is preferred. |
MC/30 | Madde 30 - Def'-i mefâsid celb-i menâfi'den evlâdır. ● Article 30. Repelling an evil is preferable to securing a benefit. |
MC/31 | Madde 31 -Zarar bi-kadari'l-imkân def olunur. MC. MC/28, MC/29, MC/30, MC/532, MC/533.; TMK. 656 ve 661. ● Article 31. Injury is removed as far as possible. |
MC/32 | Madde 32 - Hâcet umûmî olsun husûsî olsun zarûret menzilesine tenzîl olunur. Bey ' bil-vefânın tecvîzi bu kabîldendir ki Buhara ahâlîsinde borç tekessür etdikçe görülen ihtiyaç üzerine bu mu'âmele mer'iyyü'l-icrâ olmuştur. MC. MC/21, MC/118, MC/205, MC/213, MC/396, MC/420.● Article 32. Any want, whether of a public or private nature, is so dealt with as to meet the exigencies of the case. The validity of sale subject to a right of redemption is of this nature. The inhabitants of Bokhara having fallen badly into debt, this procedure was put into operation in order to meet the exigencies of the case. |
MC/33 | Madde 33 - Iztırar gayrın hakkını ibtâl etmez.Binâen-alâ-zâlik bir adam aç kalıb da birinin ekmeğini yese ba'dehû kıymetini vermesi lazım gelir.MC. MC/400, MC/1007.; TCK: 49-50/4; TBK. 52 ● Article 33. Necessity does not invalidate the right of another. Consequently, if a hungry person eats bread belonging to another, such person must later pay the value thereof. |
MC/34 | Madde 34 - Alması memnû' olan şeyin vermesi dahi memnû' olur.TCK 64 67 MC MC/35 tbk 50 ● Article 34. A thing which may not be taken may also not be given. |
MC/35 | Madde 35 - İşlenmesi memnû' olan şeyin istenmesi dahi memnû' olur.TCK 64-67.; TBK 50.; MC. MC/34, MC/1818. ● Article 35. It is forbidden to request the performance of a prohibited act. |
MC/36 | Madde 36 - Âdet muhakkemdir. Yani hükm-i şer'iyi isbât için örf ve âdet hakem kılınır. Gerek âmm olsun ve gerek hâs olsun. MC. MC/37, MC/38, MC/39, MC/40, MC/41, MC/42, MC/43, MC/44, 45, MC/230, MC/251, MC/291, MC/450, MC/460, MC/469, MC/574, MC/575, MC/576, MC/1340, MC/1790, MC/188, MC/354, MC/495, MC/555, MC/622, MC/829.; TMK. 1/1, 590/11, 592/281, 285, 420, 423. ● Article 36. Custom is an arbitrator; that is to say, custom, whether public or private, may be invoked to justify the giving of judgement. |
MC/37 | Madde 37 - Nâsın isti'mâli bir hüccetdir ki anınla amel vâcib olur. I'MK ı; MC. MC/36, MC/168, MC/389, MC/495. ● Article 37. Public usage is conclusive evidence and action must be taken in accordance therewith. |
MC/38 | Madde 38 - Âdeten mümteni' olan şey hakîkaten mümteni' gibidir.MC. MC/36, MC/37, MC/39, MC/40, MC/1589, MC/1629. ● Article 38. A thing which it is customary to regard as impossible is considered to be impossible in fact. |
MC/39 | Madde 39 - Ezmanın tegayyürü ile ahkâm'ın tagayyürü inkâr olunamaz.MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/40, MC/244, MC/326, MC/596, MC/1716. ● Article 39. It is an accepted fact that the terms of law vary with the change in the times. |
MC/40 | Madde 40 - Âdetin delâletiyle ma'ânîy-ı hakîkî terk olunur.MC. MC/12, MC/36, MC/37, MC/38, MC/39, MC/61, MC/82, MC/912, MC/1584.; TMK ı, 2.; TBK. 18 ● Article 40. In the presence of custom no regard is paid to the literal meaning of a thing. |
MC/41 | Madde 41- Âdet ancak muttarid yâhut galip oldukda mu'teber olur.MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/39, MC/40, MC/42, MC/240.; TMK ı Article 41. Effect is only given to custom where it is of regular occurrence or when universally prevailing. |
MC/42 | Madde 42 - İ'tibâr galib-i şâyi'adır, nâdire değildir.MC. MC/41, MC/987.; TMK ı; HUMK 238● Article 42. Effect is given to what is of common occurrence; not to what happens infrequently. |
MC/43 | Madde 43 - Örfe ma'rûf olan şey şart kılınmış gibidir.TMK 1; TTK ı; MC. MC/36, MC/37, MC/41, MC/42, MC/461, MC/563, MC/596, MC/871 ● Article 43. A matter recognised by custom is regarded as though it were a contractual obligation. |
MC/44 | Madde 44 - Beyne't-tüccâr ma'rûf olan şey beynlerinde meşrût gibidir.MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/790, MC/1463.; TMK 1/1, 2; TBK 18 ● Article 44. A matter recognised by merchants is regarded as being a contractual obligation between them. |
MC/45 | Madde 45 - Örf ile ta'yîn nass ile ta'yîn gibidir,MC. MC/43, MC/44, MC/527, MC/528, MC/816, MC/1498, MC/1499.; TMK ı ● Article 45. A matter established by custom is like a matter established by law. |
MC/46 | Madde 46 - Mâni' ve muktazi teâruz etdikde mâni' takdîm olunur. Binâen-alâ-zâlik bir adam borçlusu yedinde merhûn olan malını âhara satamaz. MC. MC/337, MC/350, MC/397, MC/96-MC/1192, MC/590-MC/1725, MC/756-MC/1192-MC/747, MC/1192-MC/1197, MC/1598-MC/1601. ● Article 46. When prohibition and necessity conflict, preference is given to the prohibition. Consequently, a person may not sell to another a thing which he has given to his creditor as security for debt. |
MC/47 | Madde 47 - Vücudda bir şeye tâbi' olan hükümde dahi ana tâbi' olur. tılmış olur??? MC. MC/48, MC/50, MC/236, MC/903.; TMK. 619-622 ● Article 47. An accessory which is attached to an object in fact is also attached to it is law. Consequently, when a pregnant animal is sold, the young in its womb is sold with it. |
MC/48 | Madde 48 - Tâbi' olan şeye ayrıca hüküm verilmez. Meselâ bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılamaz. MC. MC/47, MC/216, MC/224, MC/856.; TMK. 619-622 ● Article 48. An accessory to an object cannot be dealt with separately.yvT A Example: The young in an animal's womb cannot be sold separately. |
MC/49 | Madde 49 - Bir şeye mâlik olan kimse ol şeyin zarûriyyâtmdan olan şeye dahi mâlik olur. Meselâ, bir hâneyi satın alan kimse ana mûsil olan tarîka dahi mâlik olur. MC. MC/232, MC/1194 ● Article 49. The owner of a thing held in absolute ownership is also the owner of the things indispensable to the enjoyment of such thing.yvT K Example: A person who buys a house is also owner of the road leading to it. |
MC/50 | Madde 50 - Asıl sâkıt oldukda fer' dahi sâkıt olur. MC. MC/81, MC/661, MC/662, MC/1527, MC/1530 ● Article 50. If the principle fails, the accessory also fails. |
x |
MKK: MKK3: MKK/51-75 MC/51. MC/52. MC/53. MC/54. MC/55. MC/56. MC/57. MC/58. MC/59. MC/60. MC/61. MC/62. MC/63. MC/64. MC/65. MC/66. MC/67. MC/68. MC/69. MC/70. MC/71. MC/72. MC/73. MC/74. MC/75 | |
---|---|
Madde 50 - Asıl sâkıt oldukda fer' dahi sâkıt olur.MC. MC/81, MC/661, MC/662, MC/1527, MC/1530 | |
51 | Madde 51 - Sâkıt olan şey avdet etmez. Ya'ni giden geri gelmez. |
52 | Madde 52 - Bir şey bâtıl oldukda anın zımmındaki şey dahi bâtıl olur.MC. MC/175, MC/523, MC/1566.; MA. 41.; TCK. 49, 50, 51, 60.; TBK ı, 6, 113; HUMK. 234 |
53 | Madde 53 - Aslın îfâsı kâbil olmadığı halde bedeli îfâ olunur.MC. MC/488, MC/489, MC/891.; TBK. 43. |
54 | Madde 54 - Bizzat tecvîz olunmayan şey bi't-teba' tecviz olunabilir. Meselâ, müşteri mebî'i kabz için bâyi'i tevkîl etse câiz olmaz. Amma iştira eylediği zahîreyi ölçüp koymak için bâyi'a çuvalı verip dahi zahîreyi çuvala edicek zımnan ve teb'an kabz bulunur. |
55 | MC/55???mMadde Meseli, 55 hi12s:-i' - İbtidâen şâ9ylayı tecviz olunmayan şey bakâen tecviz olunabilir.
hibe etmek sahîh değildir. Amma bir mâl-ı mevhûbun bir hisse-i şâyi'asina bir müstahlik çıkıp da zabtetse hibe bâtıl olmayıp hisse-i bâkiye-i mevhûbün lehin malı olur.MC. MC/19, MC/24, MC/430, MC/858, MC/1466.; TMK. 2 |
56 | Madde 56 - Baka' ibtidâdan esheldir. MC/55, MC/429, MC/430.; TMK. 2 |
57 | Madde 57 - Teberru' ancak kabz ile tamam olur. Meselâ, bir adam birine bir şey hibe etse kable'l-kabz hibe tamam olmaz. |
58 | Madde 58 Raiyye yani teb'a üzerine tasarruf maslahatâ menuttur. |
59 | Madde 59 Iltejelllîl-i Velâyet-i hâssa velâyet-i âmmeden akvadır. Meselâ, vakfın velâyeti kadınin velâyetinden akvadır. TMK. 262, 265, 266, 267, 272, 275, 405.; MC. MC/974, MC/975. |
60 | Madde 60- Yani bir kelâmın bir manaya hamli mümkün oldukça ihmâl yani manasız i vamamalıd MC, MC/40, MC/61, MC/1456.; TMK. ı, 2.; TBK. 18. |
61 | Madde 61 - Ma'nây-ı hakîkî mütaazzir oldukta mecaza gidilir. MC.MC/40, MC/60, MC/62, MC/1517.; TMK. ı, 2.; TBK. 18. |
62 | Madde 62 - Bir kelâmın i'mâli mümkün olmaz ise ihmâl olunur. Yani bir kelamın hakîkî ve mecâzî bir manaya hamli mümkün olmaz ise o halde mühmel yani manasız bırakılır. MC. MC/60, MC/61, MC/1577, MC/1629, MC/1697.; TMK. ı, 2.; TBK. 18. |
63 | Madde 63 - Mütecezzi olmayan bir şeyin bazını zikretmek küllünü zikr gibidir. MC. MC/60, MC/1041.; MA. 31, 36.; TBK. ı, 6.; HUMK 234. |
64 | Madde 64 - Mutlak ıtlakı üzere cârî olur. Eğer nassan yahut delâleten takyîd delîli bulunmaz ise. MC. MC/1, MC/2, MC/571, MC/572, MC/573, MC/819, MC/820, MC/1494, MC/1495, MC/1478, MC/1482, MC/1483, MC/1484.; TBK. 180.; HUMK 234. |
65 | Madde 65 - Hazırdaki vasıf lağv ve gaibdeki vasıf muteberdir. Meselâ, meclis-i hazır olan bir kır atı satacak olduğu halde şu yağız atı şu kadar bin kuruşa satdım dese icabı muteber olup yağız tabiri lağv olur amma meydanda Olmayan bir kır atı yağız deyu satsa vasıf mu'teber olmakla bey' mün'akid ol- MC. MC/107, MC/208,.; TMK ı, 2.; TBK. 18, 31. |
66 | Madde 66 - Sual cevapta iâde olunmuş addolunur. Yani tasdik, olunan bir sualde ne denilmiş ise mûcib onu söylemiş hükmündedir. |
67 | Madde 67 - Sâkit'e bir söz isnâd olunmaz. Lâkin ma'raz-ı hâcette sükût beyandır. Yani, sükût eden kimseye şu sözü söylemiş oldu denilemez, lâkin söyleyecek yer- MC. MC/281, 377]], 438]], 596]], MC/773, MC/805, MC/843, MC/847, MC/971, MC/1451, MC/1452, MC/1485, MC/1659, MC/1822.; HUMK 234.; TBK ı, 6, 31, 198-200, 221, 263, 387, 428. |
68 | Madde 68 - Bir şeyin umûr-u bâtınada delili ol şeyin makâmına kâim olur. Yani hakîkatine olan umûr-l bâtınada delîl-i zâhirîsi ile hükm olunur???. MC. MC/67, MC/183, MC/344, MC/769, MC/770, TMK 3. |
69 | Madde 69 - Mükâtebe muhâtaba gibidir.MC. MC/436, MC/1607, MC/1610, MC/1736.; TEK 5, 10. |
70 | Madde 70 - Dilsizin işaret-i malhûdesi lisan ile beyân gibidir. |
71 | Madde 71 - Tercümanın kavli her hususda kabul olunur. |
72 | Madde 72 Hatâsı zâhir olan zanna i'tibar yoktur.MC. 914, 1061, MC/1838.; TMK. ı, 2.; TBK. 18.; HUMK. 236, 254. |
73 | Madde 73 - Senede müstenid olan ihtimal ile hüccet yoktur.
Meselâ, bir kimse veresesinden birine şu kadar kuruş borcu olduğunu ikrâr hücc:ettiği takdirde eğer maraz-ı mevtinde ise diğer verese tasdik etmedikçe bu ikrârı değildir. Zira eğer vereseden mal kaçırmak ihtimali maraz-ı mevte müsteniddir. amma hal-i sıhhatda ise ikrârı mu'teber olur ve ol halde olan ihtimal mücerred bir nevi te- MC.MC/72, MC/74, MC/1568, MC/1578.; HUMK. 236, 254. |
74 | Madde 74 - Tevehhüme i'tibar yokdur. MC. MC/72, MC/73, MC/75, MC/1013, MC/1161, MC/1192, MC/1741.; MA. 92. |
75 | Madde 75 - Bürhan ile sâbit olan şey ıyânen sabit gibidir. |
MKK: MKK/4 -MKK/75-100 MC/75 . MC/76 . MC/77 . MC/78 . MC/79 . MC/80 . MC/81 . MC/82 . MC/83 . MC/84 . MC/85 . MC/86 . MC/87 . MC/88 . MC/89 . MC/90 . MC/91 . MC/92 . MC/93 . MC/94 . MC/95 . MC/96 . MC/97 . MC/98 . MC/99 . MC/100 | |
---|---|
MC/75 | Madde 75 - Bürhan ile sâbit olan şey ıyânen sabit gibidir.● Article 75. A thing established by proof is equivalent to a thing established by ocular inspection. |
MC/76 | Madde 76 - Beyyine müdde'î için ve yemîn münkir üzerinedir. MC. MC/1461, MC/1463, MC/1613, MC/1817, MC/1818, MC/78, MC/79.; TMK. 6, 28, 157, 185.; TBK 42/1, 55/1, 103/11. ● Article 76. EVIDENCE IS FOR HIM WHO AFFIRMS; THE OATH FOR HIM WHO DENIES. |
MC/77 | Madde 77 — Beyyine hilâf-ı zâhiri isbât için ve yemîn aslı ibkâ içindir. MC. 8, 9, 11, 77, 81, 403, 967, 1774.● Article 77. The object of evidence is to prove what is contrary to appearance; the object of the oath is to ensure the continuance of the original state. |
MC/78 | Madde 78 - Beyyine hüccet-i müteaddiye ve ikrâr hüccet-i kâsıradır. MC. 80, 81, 1384, 1572, 1642, 1676.; HUMK. 236, 254, 299. ● Article 78. Evidence is proof affecting third person; admission is proof affecting the person making such admission only. |
MC/79 | Madde 79 - Kişi ikrârıyla muaheze olunur. MC. 79, 81, 1127, 1573, 1575, 1588, 1632, 1654. ● Article 79. A person is bound by his own admission. |
MC/80 | Madde 80 — Tenâkuz ile hüccet kalmaz, lâkin mütenâkızın aleyhine olan hükme halel gelmez.
Meselâ, şehidler şahâdetlerinden rücû' ile tenâkuz etdiklerinde şahâdetleri hüccet olmaz, lâkin evvelki şahâdetleri üzerine kâdî hükmetmiş ise bu hüküm dahi bozulmayıp mahkumunbihi şahidlerin tazmin etmesi lazım gelir. MC. 78, 90, 1729, 1730. ● Article 80. Contradiction and proof are incompatible; but this does not invalidate a judgement given against the person contradicting. Example:- Witnesses contradict themselves by going back upon the evidence they have given. Such evidence is not proof; but if the court has already given judgement based upon the original evidence, such judgement may not be set aside, but the witnesses must pay the value of the subject matter of the judgement to the persons against whom judgement has been given. |
MC/81 | Madde 81 — Asıl sâbit olmadığı halde fer'in sâbit olduğu vardır. Meselâ, bir kimse filanın filana şu kadar kuruş deyni vardır, ben dahi kefilim dese ve asil'in inkârı üzerine dâ'in iddi'â etse meblağ-ı mezburu kefilin vermesi lazım gelir. MC. 78, 1632. ● Article 81. Failure to establish the principle claim does not imply failure to establish a claim subsidiary thereto. Example:- A person states that A owes a sum of money to B and that he has the surety of A. Such person will be obliged to pay the sum in question if A repudiates the debt and B demands payment. |
MC/82 | Madde 82 — Şartin sübûtu indinde ana muallak olan şeyin sübûtu lazım olur. MC. 83, 84, 408, 494, 623, 1456, 1584.; TMK/2. ● Article 82. If the validity of a condition is established, the validity of anything dependent thereon must also be established. |
MC/83 | Madde 83 — Bi-kaderi'l-imkân şarta mürâat olunmak lâzım gelir. MC. 82, 84, 186, 187, 189, 287, 398, 468, 474, 777, 813, 884, 1073, 1166, 1420, 1337, 1402, 1561.; TMK. 2. ● Article 83. A condition must be observed as far as possible. |
MC/84 | Madde 84 - Va'dler suver-i ta'lîki iktisâ ile lazım olur. Meselâ, sen bu malı filan adama sat, eğer akçesini vermez ise ben veririm dese ve malı alan akçeyi vermese bu va'di eden kimsenin akçeyi vermesi lazım gelir. MC. 82, 83, 623. ● Article 84. Any promise dependent upon a condition is irrevocable upon such condition being fulfilled. Example:- A person tells A to sell a certain thing to B and informs A he will pay him in the event of B failing to do so, and B does in fact fail so to do. The person making the promise is obliged to pay the money. |
MC/85 | Madde 85 — Bir şeyin nefi zamânı mukâbelesindedir. Yani, bir şey telef olduğu takdirde hasârı kime âit ise anın zamanında demek olup ol kimsenin bu vechile zamanı ol şey ile intifâ'a mukâbil olur.
Meselâ, hıyar-ı ayb ile reddolunan bir hayvanı müşteri kullanmış olmasından dolayı bâyi' ücret alamaz. Zira kablen-redd telef olaydı hasarı müşteriye ait olacaktı. MC. 86, 87, 88, 236, 344, 393, 891, 903. ● Article 85. The enjoyment of a thing is the compensating factor for any liability attaching thereto; that is to say, in the event of a thing being destroyed, the person to whom such thing belongs must suffer the loss and conversely may enjoy any advantages attaching thereto. Example:- An animal is returned by reason of an option for defect. The vendor may not charge any fee on account of the use of the animal, because if it had been fallen upon the purchaser. |
MC/86 | Madde 86 - Ücret ile zamân müctemi' olmaz. MC. 85, 87, 88, 416, 469, 511, 536, 545, 548, 551, 596. ● Article 86. Remuneration and liability to make good loss do not run together. |
MC/87 | Madde 87 - Mazarrat menfa'at mukâbelesindedir. Yani, bir şeyin menfa'atına nâil olan anın mazarratına da mütehammil olur. MC, 85, 86, 88, 292, 1073. 1152, 1308, 1316, 1319, 1324, 1327, 1328. ● Article 87. Disadvantage is an obligation accompanying enjoyment. That is to say, a person who enjoys a thing must submit to the disadvantages attaching thereto. |
88 | Madde 88 - Külfet ni'mete ve nümet külfete göredir. MC. 85, 86, 87. ● Article 88. The burden is in proportion to the benefit and the benefit to the burden. |
89 | Madde 89 - Bir fiilin hükmü fâiline muzâf kılınır ve mücbir olmadıkça âmirine muzaaf kılınmaz. MC 90, 92, 93, 95, 9. Kizp, 293. ● Article 89. The responsibility for an act falls upon the author thereof; it does not fall upon the person ordering such act to be performed, provided that such person does not compel the commission thereof. |
90 | Madde 90 - Mübâşir yani bizzat fâil ile mütesebbib müctemi' oldukda hükm ol fâile muzaf kılınır. Meselâ. birinin tarîk-i âmmda kazmış olduğu kuyuya diğeri, birinin hayvanını ilkâ ile itlâf ezse o zâmin olup kuyuyu hafr eden kimseye zamân lâzım gelmez. MC. 89, 91. 92 193, 922, 1828; TCK 52, 6467.; TBK. 41, vd. ● Article 90. If a person performs any act personally and is implicated therein with the person who is the cause thereof, the person performing such act is responsible thereof. Example:- A digs a well in the public highway and B causes C's animal to fall therein and to be destroyed. B is responsible thereof and no liability rests with the person who dug the well. |
91 | Madde 91 - Cevâz-ı şer'i zamâna münâfi olur. Meselâ, bir adamın kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hayvanı düşüp telef olsa zamân lazım gelmez. MC 92, 93, 796, 798, 822, 224, 875, 924, 1075, 1192.; TCK. 52, 64-67, 78, 49-51. ● Article 91. An act allowed by law cannot be made the subject of a claim to compensation. Example:- An animal belonging to A falls into a well which B has dug on his own property held in absolute ownership and such animal is destroyed . No compensation can be claimed. |
92 | Madde 92 - Mübâşir müteammid olmasa da zâmin olur. MC. 91, 93. 912, 913. 926; 41 vd. ● Article 92. A person who performs an act, even though not intentionally, is liable to make good any loss caused thereby. |
93 | Madde 93 - Mütesebbib müteammid olmadıkça zâmin olmaz. MC. 91, 93, 913, 924; TBK 41 ● Article 93. A person who is the cause of an act being performed is not liable to make good any loss caused by such act unless he has acted intentionally. |
94 | Madde 94 -Hayvanâtın kendiliğinden olarak cinâyet ve mazarratı hederdir. MC. 81, 929, 931, 932. 933.939 ● Article 94. No liability attaches in connection with offences of or damage caused by animals of their own accord. |
95 | Madde 95 - Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır. MC. 96, 97, 125, 657, 1007, 1510.: TEK. 411, 413.; 900 vd. ● Article 95. Any order given for dealing with the property of any other person held in absolute ownership is void. |
96 | Madde 96 - Bir kimsenin mülkünde anın izni olmaksızın âhar bir kimsenin tasarruf etmesi câiz değildir. MC, MC/27, MC/45, MC/95, MC/97, MC/365.MC/446*MC/799, MC/857, MC/919, MC/1075, MC/1078, MC/1079, MC/1459, MC/1546. ● Article 96. No person may deal with the property of another held in absolute ownership without suchperson's permission. |
97 | Madde 97 - Bilâ-sebeb-i meşrü' birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi câiz olmaz. MC. 95, 96, 369, MC/891, MC/889.; TMK. 2.; TBK 61, 41 ● Article 97. No person may take another person's property without some legal reason. |
98 | Madde 98 - Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü ol şeyin tebeddülü makâmına kâimdir. MC. 255, 869.● Article 98. Any change is the cause of the ownership of a thing held in absolute ownership is equivalent to a change in that thing itself. |
99 | Madde 99 — Kim ki bir şeyi vaktinden evvel isti'câl eyler ise mahrûmiyetle mu'âteb olur. TMK. 285-286.; TCK. 343, 477.● Article 99. Any person who hastens the accomplishment of a thing before its due time, is punished by being deprived thereof. |
100 | Madde 100 — Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakz etmeğe sa'y ederse sa'yi merduttur. MC. 19, 356, 368, 616, 898, 1658.; TMK. 3-4. ● Article 100. If any person seeks to disavow any act performed by himself, such attempt is entirely disregarded. |
Mecelle’nin Küllî Kâideleri
- İlm-i fıkh, mesâil-i şer’iyye-i ameliyeyi bilmektir.
- Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir.
- Ukutta itibar mekasıd ve meaniyedir; elfaz ve mebaniye değildir.
- Şekk ile yakin zail olmaz.
- Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.
- Kadim, kıdemi üzerine terk olunur.
- Zarar kadim olmaz.
- Beraet-i zimmet asıldır.
- Sıfat-ı arızada asl olan ademdir.
- Bir zamanda sabit olan şeyin -hilafına delil olmadıkça- bekasıyla hükmolunur.
- Beka, ibtidâdan esheldir.
- Bir emr-i hâdisin akreb-i evkatına izafeti asıldır.
- Zarar ve mukabele bi’z-zarar yoktur.
- Zarar izale olunur.
- Zarar kendi misli ile izale olunamaz.
- Zarar-ı âmmı def’ için, zarar-ı hâs ihtiyar olunur.
- Zarar-ı eşed, zarar-ı ehaf ile izale olunur.
- İki fesat tearuz ettiğinde ehaffı irtikab ile a’zamının çaresine bakılır.
- Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.
- Def-i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır.
- Zarar, bi kaderi’l-imkân def olunur.
- Meşakkat teysiri celb eder.
- Bir iş dıyk oldukta, müttesa’ olur.
- Zaruretler, memnu olan şeyleri mübah kılar.
- Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunurlar.
- Bir özür için caiz olan şey, o özrün zevali ile batıl olur.
- Mani zayi olunca memnu avdet eder.
- Hacet umûmî olsun, husûsî olsun, zaruret menzilesine tenzil olunur.
- Iztırar gayrın hakkını iptal etmez.
- Alınması memnu olan şeyin, verilmesi dahi memnu olur.
- İşlenmesi memnu olan şeyin istenmesi dahi memnu olur.
- Adet muhakkemdir.
- Nâsın istimali bir hüccettir ki, anınla amel vacip olur.
- Adeten mümteni olan şey, hakikaten mümteni gibidir.
- Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz.
- Âdetin delaletiyle mana-yı hakikî terk olunur.
- Âdet ancak, muttarit yahut galip oldukta muteber olur.
- İtibar gaalib-i şayia olup nadire değildir.
- Örfen maruf olan şey, şart kılınmış gibidir.
- Beynettüccar maruf olan şey, aralarında meşrut gibidir.
- Örf ile tayin nass ile tayin gibidir.
- Vücudda bir şeye tabi olan, hükümde dahi ona tabi olur.
- Tabi olan şeye ayrıca hüküm verilmez.
- Bir şeye malik olan kimse, o şeyin zarûriyyatından olan şeye dahi malik olur.
- Asıl sakıt oldukta, fer’i dahi sakıt olur.
- Asıl sabit olmadığı halde fer’in sabit olduğu vardır.
- Mâni ve muktezi tearuz edince mâni takdim olunur.
- Sakıt olan şey avdet etmez.
- Bir şey bâtıl oldukta anın zımnındaki şey de batıl olur.
- Aslın ibkâsı (veya îfası) kabil olmadığı hâlde bedeli îfâ olunur.
- Bizzat tecviz olunmayan şey, bittebâ tecviz olunabilir.
- İbtidaen tecviz olunamayan şey bakâen tecviz olunabilir.
- Teberru’ ancak kabz ile tamam olur.
- Raiyye, yani teb’a üzerine tasarruf maslahata menuttur.
- Velâyet-i hâssa velâyet-i amme’den akvâdır.
- Kelamda asl olan mana-yı hakikidir.
- Manayı hakiki, müteazzir olduğunda mecaza gidilir.
- Kelamın i’mali, ihmalinden evlâdır.
- Bir kelamın i’mali mümkün olmazsa ihmal olunur.
- Mütecezzî olmayan bir şeyin bazısını zikretmek, küllünü zikir gibidir.
- Mutlak ıtlakı üzere cari olur. Eğer nassen yahut delaleten takyid delili bulunmazsa.
- Hazırdaki vasıf lağv, gaibdeki vasıf, muteberdir.
- Sual cevabda iade olunmuş addolunur.
- Sâkite bir söz isnad olunmaz. Lakin maraz-ı hacette sükût beyandır.
- Bir şeyin umuru batınada delili, o şeyin makamına kaim olur.
- Mükâtebe, muhâtebe gibidir.
- Dilsizin işaret-i ma’hudesi, lisan ile beyan gibidir.
- Tercümanın kavli her hususta kabul olunur.
- Tasrih mukabilinde delalete itibar yoktur.
- Mevrid-i nassda ictihada mesağ yoktur.
- Ala hilafil kıyas sabit olan şey saire makîsun aleyh olamaz.
- İctihad ile diğer ictihad nakz olunmaz.
- Hatası zahir olan zanna itibar yoktur.
- Senede müstenid olan ihtimal ile hüccet yoktur.
- Tevehhüme itibar yoktur.
- Burhan ile sabit olan şey, ayanen sabit gibidir.
- Beyyine müddeî için ve yemin münkir üzerinedir.
- Beyyine, hilafı zahiri isbat için, yemin aslı ibkâ içindir.
- Beyyine, hüccet-i müteaddiye ve ikrar, hüccet-i kâsıradır.
- Kişi ikrarı ile muaheze olunur.
- Tenakuz ile hüccet kalmaz. Lakin mütenakızın aleyhine olan hükme halel gelmez.
- Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakz etmeğe sa’y ederse sa’yi merduttur.
- Şartın sübutu indinde ona muallak olan şeyin sübutu lazım olur.
- Bi kaderi’l-imkan şarta riayet olunmak lazım gelir.
- Vaadler sureti taliki iktısa ile lazım olur.
- Bir şeyin nef’i zamanı mukabelesindedir.
- Ücret ile zaman müctemî olmaz.
- Cevaz-ı şer’i, zamana münafî olur.
- Mazarrat menfaat mukabelesindedir.
- Külfet ni’mete ve ni’met külfete göredir.
- Bir fiilin hükmü failine muzaf kılınır ve mücbir olmadıkça amirine muzaf kılınmaz.
- Mübaşir, yani bizzat fail ile mütesebbib müctemî oldukta hüküm, faile muzaf kılınır.
- Mübaşir, müteammid olmasa da zâmin olur.
- Mütesebbib müteammid olmadıkça zâmin olmaz.
- Hayvanatın kendiliğinden olarak cinayet ve mazarratı hederdir.
- Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır.
- Bir kimsenin mülkünde onun izni olmaksızın ahar bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir.
- Bilâ-sebeb-i meşru’ birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi caiz olmaz.
- Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü o şeyin tebeddülü makamına kâimdir.
- Kim ki; bir şeyi vaktinden evvel isti’cal eyler ise mahrumiyetle muateb olur.
Bu yüz madde neden önemlidir?
Bu çalışmada Mecelle’nin ilk yüz maddesini teşkil eden küllî kâideler ele alınmıştır. Vaktiyle günlük işlerde kitaba uygun davranabilmek için hukukçular, hatta sıradan insanlar, bu yüz maddeyi ezberleyip iyice anlamayı zarurî sayarlardı. Biz burada söz konusu maddeleri önce olduğu gibi yazıp, hemen arkasından kısaca örneklerle açıklamaya çalıştık.
Bu işi yaparken bilhassa Ali Haydar Efendi, Atıf Bey, Hacı Reşid Paşa, Abdüssettar Efendi gibi büyük Osmanlı hukukçularının Mecelle’ye yaptığı şerhlerden ve İbn Nüceym’in Eşbah adlı eserinden önemli ölçüde istifade ettik.
Çoğu maddenin kendi metni içinde açıklaması bulunmakta ve çoğu zaman bir örnek verilmektedir. Bizim yaptığımız açıklamalar metnin altında köşeli parantez içinde yapılmıştır. Her madde siyah yazıyla belirtilmiş, maddenin kendi metnindeki açıklaması hemen bunun altında yer almıştır. Ayrıca her bir maddenin alındığı arapça usul kâidesi de parantez içinde belirtilmiştir
Her kâide birbiriyle yakından ilgilidir, bazıları bir maddenin çeşitli unsurları gibidir. Bazıları neredeyse birbirinin aynısıdır. Birkaç kâide ise aynı başlık altında ele alınabilir. Bazıları ise birbirinin istisnâsıdır. Yeri geldikçe bu özelliklerine işaret edilmiştir
MADDE 1: İlm-i fıkh mesail-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmekdir: el-fıkh: el-ilmü bi’l-ahkâmi’l-şer’iyyeti’l-ameliyye[]
İlm-i fıkh mesail-i şer’iyye-i ameliyyeyi bilmekdir (el-fıkh: el-ilmü bi’l-ahkâmi’l-şer’iyyeti’l-ameliyye)
Mesail-i fıkhiyye ya emr-i âhirete taalluk eder ki ahkâm-ı ibadattır veyahut emr-i dünyaya taalluk eder ki münakehat ve muâmelat ve ukûbat kısımlarına taksim olunur.
Şöyle ki Cenab-ı Hak bu nizam-ı âlemin vakt-i mukaddere dek bekâsını irade edip bu ise nev’-i insanın bekâsına ve nev’in bekâsı tenasül ve tevalüd içün zükûr ve inasın izdivacına menuttur.
Ve bir de nev’in bekâsı eşhasın adem-i inkıtaıyladırİnsan ise i’tidal-i mi’zacı hasebiyle bekâda gıda ve libas ve meskence umûr-ı sınaiyyeye muhtac olur bu dahi efradı beyninde teavün ve iştirak husulüne tevakkuf eder.
Elhasıl insan medeniyyü’t-tab’ olduğundan sair hayvanat gibi münferiden yaşamayıp bast-ı bisat-ı medeniyyet ile yekdiğere muavenet ve müşaârekete muhtacdır.
Halbuki her şahıs kendüye mülâyim olan şeyi taleb ve müzâhim olan şeye gazab eder olduğundan beynlerinde adl ü nizamın halelden mahfuz kalması için gerek izdivac ve gerek mâ-bihi’t-temeddün olan teavün ve iştirak hususlarında bir takım kavânin-i müeyyide-i şer’iyyeye muhtaç olur ki evvelkisi fıkhın münâkehat kısmı ve ikincisi muâmelat kısmıdır ve emr-i temeddünün bu minval üzere payidar olması için ahkâm-ı ceza tertibi lâzım gelip bu dahi fıkhın ukûbat kısmıdır
İş bu muâmelat kısmının kesîrü’l-vuku’ olan mesâili, kütüb-i mu’tebereden cem’ ile kitablara ve kitablar bablara ve bablar fasıllara taksim olunmak üzere bu Mecelle’nin te’lifine ibtidar olunmuştur.
İşte mehakimde ma’mulun bih olacak mesâil-i fer’iyye bervech-i âti ebvab ve fusûlde zikrolunacak mesâildir.
Ancak muhakkıkîn-i fukaha mesail-i fıkhıyyeyi bir takım kavaid-i külliyyeye irca etmişlerdir ki her biri nice mesaili muhit ve müştemil olarak kütüb-i fıkhiyyede müsellemattan olmak üzere bu mesâilin isbatı için delil ittihaz olunur.
Ve evvel-i emirde bu kavaidin tefehhümü mesaile istinas hâsıl eder ve mesailin zihinlerde tekarrürüne vesile olur.
Binâen alâ zâlik, doksan dokuz kâide-i fıkhiyye cem’ ile maksuda şuru’dan mukaddem bervech-i âti makâle-i sâniye olmak üzere irad olunur ve eğerçi bunlardan bazısı münferiden ahzolundukda bazı müstesneyatı bulunur ise de yekdiğerini tahsis ve takyid ettiklerinden min-hays-il-mecmu’ külliyyet ve umumiyyetlerine halel gelmez
İzah: İslâm dininin emirleri, yani şeriat, iman, amel ve ahlak olarak üçe ayrılırİşte şeriatin amel denilen kısmını, yani insanların yapması gereken hususları bildiren ilim dalına fıkıh ilmi denirFıkıh, lugatta bilmek, anlamak, ıstılahta ise beden ile yapılacak şer’î hükümleri bildiren ilim dalıdır.
İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, fıkhı, kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir, şeklinde tarif etmektedir.
Daha sonra gelen fakihler bunu “fıkıh, şeriatin, yani İslâmiyetin amelî meselelerini bilmektir” şeklinde tarif etmişlerdir, ki Mecelle’nin ilk maddesinde böyledir
Fıkhî meseleler, ya âhiret işine dairdir, ki ibâdet hükümleridir, veya dünyaya dairdir ki münâkehat (aile), muâmelat (alış-veriş) ve ukûbat (suç ve ceza) kısımlarına ayrılır. Cenâb-ı hak, bu dünya düzeninin takdir edilen zamana kadar devam etmesini irade edip bu ise insan neslinin devamlılığına ve bu da insanın üreyip çoğalmasına ve bu da evliliğe ve şahısların kesilmemesine bağlıdır.
İnsan ise mizacının itidali dolayısıyla, sürekli gıda, mesken ve elbise bakımından sınaî işlere muhtaçtır.
Bu da fertler arasında dayanışma ve ortaklık doğmasına bağlıdır.
Özetle insan medenî yaradılışta olduğundan diğer hayvanlar gibi tek başına yaşamayıp medeniyet örtüsünün genişlemesi üzerine yekdiğeriyle yardımlaşma ve ortaklığa muhtaçtır
Halbuki herkes kendine uygun olan şeyi ister ve zahmet veren şeye kızar. Bu sebeple aralarında adalet ve düzenin bozulmadan korunması için gerek evlilik ve gerek medeniyet için gerekli olan yardımlaşma ve ortaklık hususlarında bir takım şer’î sağlam kanunlara ihtiyaç vardır ki ilki fıkhın münâkehat kısmı ve ikincisi muâmelat kısmıdır ve medenileşme işinin bu yönde devamlı olması için ceza hükümlerinin düzenlenmesi gerekir, bu da fıkhın ukûbat kısmıdır.
İşte bu muâmelat kısmının çokça meydana gelen meseleleri, muteber kitaplardan toplanıp kitaplara ve kitaplar bablara ve bablar fasıllara taksim olunmak suretiyle bu Mecelle’nin hazırlanmasına başlanmıştır
İşte mahkemelerde uygulanacak fer’î meseleler, aşağıdaki bablar ve fasıllarda zikrolunacak meselelerdir.
Ancak derin hukukçular fıkhî meseleleri bir takım küllî kâidelere indirgemişlerdir, ki her biri bir çok meseleleri içine alarak fıkıh kitaplarında genellikle kabul edilmiş esaslardan olmak üzere bu meselelerin isbatı için delil alınırlar.
Ve öncelikle bu kâidelerin anlaşılması meselelere âşinalık hâsıl eder ve meselelerin zihinlerde yerleşmesine vesile olur.
Dolayısıyla doksan dokuz fıkhî kâide toplanarak maksada başlamadan önce aşağıda zikredilmiştir.
Gerçi bunlardan bazısı tek başına alındığında bazı istisnaları bulunur ise de yekdiğerini tahsis ve takyid ettiklerinden (kayıtladıklarından ve istisna getirdiklerinden) toptan küllîlik ve genelliklerine halel gelmez.
MADDE 2: Bir işden maksad ne ise hüküm ona göredir (inneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât) veya (el-umûru bi-mekâsıdihâ)[]
Bir işden maksad ne ise hüküm ona göredir
(inneme’l-a’mâlü bi’n-niyyât) veya (el-umûru bi-mekâsıdihâ)
Yani bir iş üzerine terettüb edecek hüküm, ol işten maksad ne ise ona göre olur.
Bir işe bağlanacak hüküm, bu işte güdülen maksada göredir. Bu söz “Ameller niyetlere göre değerlendirilir” hadîsinden alınmıştır. Sözgelişi, “Alırım, satarım” gibi gelecek zaman kipiyle satış yapılır, ancak şimdiki hal kastedilirse akid geçerli olur. Yine meselâ, hataen adam öldüren kimseye, öldürme kasdı bulunmadığı için kısas yapılmaz. Maksadın ne olduğunu anlamak ancak dışa vuran bir fiille olur. Meselâ, lukatayı, yani kaybedilmiş bir malı yolda bulan kimsenin ilan etmesi, bunu ileride sahibi çıkarsa geri vereceğine delil teşkil eder ve isteği dışında elinden çıkarsa ödemez .Yalnız kasdetmekle bir iş hukuken bir değer taşımaz. Meselâ, hanımını boşamayı, birisine bir şey hediye etmeyi kasdetmekle o işi yapmış sayılmaz
Bazı fiiller de kasd aranmaksızın geçerlidir. Meselâ, nikâh, talâk, hibe, kira, vasiyet, ıtk (köle âzâdı) gibi. Kişinin maksadını bilebilmek hayli zor olduğundan, hukukçular bu gibi hükümleri oldukça geniş tutmuşlar, öyle ki bu maddenin hükmü neredeyse istisnâ durumuna gelmiştir. Nitekim şaka maksadıyla birinin malını almak gasp olarak değerlendirilmekte, şaka ile veya rol gereği bile olsa nikâh, talâk, köle âzâdı, yemin ve adak geçerli kabul edilmektedir]
MADDE 3 Ukûdda itibar makâsıd ve meâniyedir, elfâz ve mebâniye değildir (el-i’tibaru bi’l-mekâsıdi lâ bi’l-elfâz[]
Ukûdda itibar makâsıd ve meâniyedir, elfâz ve mebâniye değildir (el-i’tibaru bi’l-mekâsıdi lâ bi’l-elfâz)
Binâen alâ zâlik bey’ bi’l-vefâda rehin hükmü cereyan eder.
[Akidlerde söz ve şekillere değil, maksad ve ma’nâlara itibar edilir. Dolayısıyla vefâen, yani bir malı bedeli ödendiğinde geri alma şartıyla satışta rehin hükümleri geçerlidir. Çünki her ne kadar “sattım” deniyorsa da, temlik değil, alacağı emniyet altına alma ve kuvvetlendirme (temin ve tevsik) maksadı sözkonusudur. Şu kadar ki, bu madde sözlere itibar etmenin mümkün olmadığı durumlarda geçerlidir, yoksa sözler maksadları ifade eden araçlar olduğu için tümüyle ihmal edilemezBu maddenin de istisnâları vardır: Sözgelişi, semen konuşulmadan yapılan satış hibe sayılmadığı gibi, bedelsiz kiralama da âriyet olarak kabul edilmez. Bazı yerlerde nikâh için “sattım” sözü kullanılır]
MADDE 4 Şek ile yakîn zâil olmaz(el-yakînü lâ yezûlü bi’ş-şekk)[]
Şek ile yakîn zâil olmaz(el-yakînü lâ yezûlü bi’ş-şekk)
[Yani kesin bilinen husus şüphe ile bozulamazAbdest aldığını iyi bilen bir kimse, sonradan bu abdestin bozulduğunda şüphe etse, abdestli kabul edilirBir kimse bir başkasını tüm alacaklarından ibra etse, sonra tarihsiz olarak bu kimseden alacak talebinde bulunsa dinlenmez, ibrâ kesin, alacak ise şüphelidir]
MADDE 5 Bir şeyin bulunduğu hal üzre kalması asıldır (el-aslü bekâu mâ kâne alâ mâ kâne)[]
Bir şeyin bulunduğu hal üzre kalması asıldır (el-aslü bekâu mâ kâne alâ mâ kâne)
[Bir şeyin bulunduğu şekilde devam ettiğine hükmolunması esastır. Bu prensip İslâm hukukunun ikinci derecedeki delillerinden istishabın bir ifadesidir. Hayat, evlilik, mülkiyet gibi hususların devamlılığının kabulü hep bu prensibe göredir. Buna en güzel örnek de mefkudun durumudur. Ölüm tehlikesi içinde kaybolmuş ve bulunduğu yer ile hayatta olup olmadığı bilinmeyen kimseye mefkud denir. Mefkud ölümü delille isbatlanana kadar sağ kabul edilir, malı taksim olunmaz, nikâhı sona ermez, çünki hayatta olmak asıldır. Yine meselâ, borçlu hukuken sübut bulmuş olan borcunu ödediğini iddia etse, alacaklı da ödemediğine dâir yeminde bulunsa, alacaklının sözü kabul edilir, çünki burada borçluluk asıldır ]
MADDE 6: Bir şeyin bulunduğu hal üzre kalması asıldır (el-aslü bekâu mâ kâne alâ mâ kâne)[]
Kadîm kıdemi üzre terkolunur (el-kadîmü yütrekü alâ kıdemihi)
[Yani meşru bir şekilde eskiden beri devam eden bir şey, aksine delil olmadıkça devam ederKadîmin ma’nâsı ve mahiyeti yine Mecelle’de şu şekilde ifade edilmiştir: “Kadîm oldur ki evvelini bilür kimesne olmaya”, yani kadim, bundan önceki durumu bilen kimsenin bulunmadığı şeydir (m166)Eskiden beri süregelen mürur (geçiş), mesil (su alma), mecra (su yolu) irtifakları bu prensibe göre devam eder]
MADDE 7 : Zarar kadîm olmaz(ed-dararu lâ yekûnü kadîmen)[]
Zarar kadîm olmaz(ed-dararu lâ yekûnü kadîmen)
[Gayrımeşru surette yapılan şeyler eskiden beri süregelse de buna itibar edilmez, zarar giderilir. Bir önceki maddenin istisnâsıdır. Nitekim meselâ, eskiden beri umumî yola akan bir pis su kanalı (çirkab), evlerden umumî yola çıkan şahnişler (cumbalar) bu imkândan faydalanamaz, giderilir]
MADDE 8:Berâet-i zimmet asıldır(el-aslü berâetü’z-zimme) Binâen alâ zâlik bir kimse birinin malını telef edip de mikdarında ihtilaf etseler söz mütlifin olup mal sahibi iddia ettiği ziyâdeyi isbata muhtaç olur
[Bu da 5.maddeyle yakından ilgilidir. Borçsuzluk ve masumluk asıldır. Dolayısıyla bir kimse birinin malını telef edip miktarı belirlenemese, borçsuzluk esas olduğundan malı telef eden kimsenin sözü esas alınıp, mal sahibi malında bulunan ziyadeyi isbatlamakla mükelleftir. Yine bir kimse bir başkasından alacak da’vâ etse, isbat yükü kendisine düşer, çünkü borçlu olmama durumu esastır.
Ceza hukukunda da böyledir, bir kimsenin suçlu olduğu iddia edildiğinde isbatlamak icab eder, yoksa suçla itham edilen kimse başta bu suçu işlemediğini isbat edecek değildir. Bir kimseye da’vâ açıp da “borçlu veya suçlu olmadığını isbat et” demek abestir
MADDE 9: Sıfat-ı ârızada asl olan ademdir(el-aslü fi’s-sıfati’l-ârizati el-adem)[]
Meselâ (şirket-i mudârebe) de kâr olup olmadığında ihtilaf olunsa, ademi asıl olduğuna binâen söz mudâribin olup sahib-i sermaye kâr olduğunu isbata muhtac olur
Bu da bir önceki maddeyle bağlantılıdır. Sonradan hâsıl olan, geçici (ârızî) sıfatlarda esas olan bir şeyin yokluğudur. Meselâ, mudârebe (emek-sermaye) şirketinde kâr olup olmadığında ihtilaf çıktığında, yokluk asıl olduğundan emek sahibinin sözüne itibar edilerek sermaye sahibi kârın varlığını isbatlamak zorundadır. Yani esas olan borçsuzluk ve masumluktur.
Ancak bu da yani yokluk ârızî sıfatlar için bahis mevzuudur, çünki aslî sıfatlarda bunun tersine vücut, yani varlık esastır.
Nitekim sıhhat, bekâret, hayat hep aslî sıfatlardır ve prensip bunların var olmasıdır.
Ancak meselâ şirkette kâr, satılan malda ayıp gibi hususlar ârızî olduğundan bunların bulunmaması esastır, varlığının isbatı gerekir. Bu prensibin istisnâları vardır. Nitekim sözgelişi, bağışlayan hibesinden dönmek istese, kendisine bağış yapılan da hibe olunan malın tüketildiğini iddia etse, söz yemine gerek kalmaksızın kendisine hibe edilenin olur. Halbuki malın helaki, yani tüketilmesi ârizî bir sıfattır]
MADDE 10: Bir zamanda sâbit olan şeyin hilâfına delil olmadıkça bekâsıyla hükmolunur(mâ sebete bi-zemanin yühkemü bi-bekâihi ma lem yuced el-müzîl)[]
Binâen alâ zâlik, bir zamanda bir şey bir kimsenin mülkü olduğu sâbit olsa mülkiyeti izâle eden bir hal olmadıkça mülkiyetin bekâsıyla hükmolunur.
Bir şeyin geçmiş zamanda gerçekleştiği biliniyorsa, aksine delil bulunmadıkça eskisi gibi devam ettiği kabul olunur.Aynı şekilde bir şeyin şu anda sâbit olduğu biliniyorsa geçmişte de böyle olduğu aksine bir delil bulunmadıkça kabul edilir.Buna tahkimü’l-hal (şimdiki durumun hakem kılınması) denir ve Mecelle’nin 1683.maddesinde de zikredilir. Bir kimsenin mülkü olduğu bilinen şey, mülkiyeti gideren (satış, bağışlama gibi) bir durum ortaya çıkmadıkça mülk olarak kalmaya devam eder. Bu da bir önceki maddeyle ilgilidir. Meselâ, mefkudun hayatta kabul edilmesi bu maddelerde düzenlenen istishab prensibinin gereğidir. Ancak öldüğü güçlü bir delille, sözgelişi iki âdil şâhid ile isbatlanırsa veya ölüm tehlikesi halinde kaybolduğu (bindiği gemi batmış veya cephede kaybolmuş ya da bulunduğu ev tamamen yanmış) gerekçesiyle mahkemece ölümüne hükmedilirse artık bu mahkeme hükmü mefkudun hayatta oluşu vâkıasının hilâfına delil teşkil eder. Öte yandan meselâ, bir baba, gâib oğlunun malını nafaka olarak kendisine harcasa, oğul sonradan gelip babasının zengin olduğu halde kendi malını nafaka olarak harcadığını iddia etse ve bunu isbatlayamasa, baba şu anda fakirse geçmişte de böyle olduğu, dolayısıyla nafaka olarak oğlunun malını sarfetmeye yetkisi bulunduğu kabul edilir
MADDE 11: Bir emr-i hâdisin akreb-i evkâtına izâfeti asıldır(el-aslü izâfetü’l-hâdisi ilâ akrabi evkâtihi)[]
Yani hâdis olan bir işin sebeb ve zaman-ı vukuunda ihtilaf olunsa zaman-ı baîde nisbeti isbat olunmadıkça hâle akreb olan zamana nisbet olunur.
Sonradan ortaya çıkan bir işin uzak bir zamanda meydana geldiği isbatlanamazsa, şimdiki duruma en yakın zamanda gerçekleştiği kabul edilir. Meselâ, ölen bir kimsenin ölümünden önce yaptığı ikrarın zamanında ihtilaf doğsa, ölüm hastalığında yapıldığı kabul edilir. Bu prensibe, 8. maddede geçen “beraet-i zimmet asldır” prensibi istisnâ getirmektedir: Nitekim sözgelişi, bir malı satışa vekil olan kimse, o malı azledilmeden önce satıp teslim ettiğini, müvekkil de azlini öğrendikten sonra satıp teslim ettiğini iddia etse, satılan mal mevcut ise müvekkilin sözüne, aksi takdirde vekilin sözüne itibar olunur]
MADDE 12: Kelâmda asıl olan ma’nâ-yı hakikîdir(el-aslü fi’l-kelâmi el-hakîka)[]
Yani bir sözde esas olan gerçek ma’nâdır. Bir ihtiyaç yokken mecaz ma’nâya gidilemez. Meselâ, evlad sözü çocuklar demektir. Evlada yapılmış bir vakıfta, vakfedenin çocukları yoksa, artık torunları anlaşılır. Yine meselâ, “Şu ev felanındır” denince artık mülk anlaşılır, kira değil
MADDE MC/13: Tasrîh mukabelesinde delâlete itibar yoktur(lâ ıbrete li’d-delâleti fi mukâbeleti’t-tasrîh)[]
Yani bir söz veya fiilde açıklık söz konusu olduğunda başka ma’nâ aranmaz. Açıklık yoksa delâlete göre hareket edilir. Bir önceki maddeyle ilgilidir. Meselâ, bir kimsenin masasının üzerindeki bardakla su içmeye delâleten izin vardır, kırılsa ödemek gerekmez. Ama önceden bunu yasaklamışsa artık tasrih, yani açıklık olduğundan ödenir. Yine meselâ, bir adam bağışladım dediğinde artık bağışlama tamamdır, artık “kabz et! (al!)” demesine ihtiyaç kalmadan o mal teslim alınır(61.madde de bununla ilgilidir)]
MADDE MC/14: Mevrid-i nassda içtihada mesağ yokdur - (lâ mesâğa li’l-ictihadi fi mevridi’n-nass)[]
İslâm hukukunun aslî kaynakları sırasıyla kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Hakkında kitap ve sünnette açık hüküm bulunan meselede kıyasa gidilemez. Meselâ, beyyine (delil) müddeîye (da’vâcıya), yemin münkire (da’vâlı olup da’vâyı kabul etmeyene) aittir. Bu, artık hadîsle sabit olduğundan hilâfına kıyasda bulunup başka delillere gitmek caiz değildir
MADDE MC/15: Alâ-hilâfi’l-kıyas sâbit olan şey sâire makîsün-aleyh olmaz (mâ sebete alâ ğayri’l-kıyasi fe-ğayruhu lâ yukâsü aleyh)[]
Kıyas usulüne aykırı olarak kabul edilmiş bir hüküm buna benzer başka meselelere delil olmaz. Nitekim olmayan bir şeyi satmak geçersizdir. Selem, yani henüz yetişmemiş tarla mahsülünü satmak ve istisna, yani sanat sahibine bir eser yaptırtmak, bu prensibe göre kıyasen geçersiz olurdu. Ama sünnet ve icma ile seleme ve istisnaya izin verilmiştir. Artık nasıl olsa selem ve istisna câizdir, öyleyse olmayan şeyleri satmak da câiz hale gelir, denilemez. Şuf’a hakkı ile vakıflarda icâreteyn ve mukâtaa usulleri artık hep kıyasa aykırı olarak kabul edildiğinden bunlara kıyas yapılarak artık icâreteynli ve mukâtaalı vakıf gayrımenkullerde şuf’a, mülk gayrımenkullerde de icâreteyn ve mukâtaa uygulanamaz]
MADDE MC/16: İçtihad ile içtihad nakzolunmaz(el-ictihadü lâ yentekıdu bi’l-ictihad)
Usulüne göre yapılan ictihad, aynı konudaki bir başka ictihadı yürürlükten kaldıramaz. Bir müctehid ictihadıyla başka bir müctehidin ictihadını kaldıramayacağı gibi, bizzat kendisi de bu ictihadıyla daha önce aynı hususta yaptığı ictihadını bozmuş olmaz. Nitekim İmam Şâfi’î Mısır’a geldikten sonra pekçok konuda başka türlü ictihadda bulunmuştur. Bu prensip gereğince, İslâm hukukunda bir hâkimin usulüne uygun bir şekilde verdiği hüküm bir başka hâkime götürülerek bozulamaz, bir başka deyişle istinaf caiz görülmemiştir. Bunun istisnâsı sultanın emridir. Sultan bir da’vânın tekrar görülmesini emretmişse bu da‘vâya yeniden bakılıp, ilk hüküm hukuka aykırıysa bozulabilir.
MADDE MC/17: Meşakkat teysiri celbeder(el-meşakkatü teclibü’t-teysîr)[]
Yani suûbet sebeb-i teysir olur ve darlık vaktinde vüs’at gösterilmek lâzım gelir Karz ve havâle ve hacr gibi pek çok ahkâm-ı fıkhiyye bu asla müteferri’dir ve fukahânın ahkâm-ı şer’iyyede gösterdikleri ruhas ve tahfifat hep bu kâideden istihrac olunmuştur.
Zorluk, kolaylığı getirir, darlık zamanında genişlik gösterilir. Bu madde ve sonraki birkaç tanesi İslâm hukukunun fer’î kaynaklarından istihsanın ifadesidir. Nitekim “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez” ve “Allah size kaldıramayacağınızı yüklemez” âyetleri ile “Dinde hayırlı olan kolaylık göstermektir” ve “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, yaklaştırınız, nefret ettirmeyiniz” hadîsleri bu prensibin delilidir. Karz, havâle, hacr gibi hukukî hükümler hep bu sebeple kabul edilmiştir. Hukukçuların şer’î hükümlerde gösterdikleri ruhsatlar ve hafiflikler hep bu prensipten çıkmaktadır. Açlıktan ölmemek için hukuken yasaklanmış bir şeyi yemek câizdir. Öte yandan kadınlar hamamında işlenen bir cinayet için kadınların şâhidliği kabul edilir. Ancak yapılmaması hakkında açık bir nas varsa bu iş yapılamaz. Meselâ, zorluk sebebiyle adam öldürmek câiz olmaz.
MADDE MC/18: Bir iş zîk oldukda müttesi’ olur(el-emrü izâ dâka ittese’a)[]
Yani bir işde meşakkat görülünce ruhsat ve vüs’at gösterilir.
Bir işte daralma, sıkıntı başgösterirse genişletilir, ruhsata gidilir. Meselâ, borcunu ödeyemeyen kimseye mühlet verilir. Yine bir çocuk başkasının malını telef etse kendi malından ödenir, kendi malı yoksa, olduğu zaman bundan ödenir, velîsine ödetilmez
MADDE MC/19: Zarar ve mukabele bi’z-zarar yokdur(lâ darare ve lâ dırâr)[]
Birisine zarar vermek câiz olmadığı gibi, kendisine zarar verene de zararla mukabelede bulunmak câiz değildir. Hâkime başvurulup zarar tazmin ettirilir. Bu madde de aynen bir hadîs-i şerîften alınmıştır. Ancak eşyalarını kamyona yükleyerek kaçmakta olduğu anlaşılan kirâcının mallarını kirâ alacağı olarak alıkoymak câizdir.
MADDE 20: Zarar izâle olunur(ed-dararu yüzâl)[]
Zarar giderilir, ancak kendi misliyle değil, usulü dairesinde giderilir. Artık meselâ malın duruma göre kıymetinin veya mislinin ödetilmesi gibi. Hacr, şuf’a, tazminat, ayıp muhayyerliği, bâğîlerin katli, yani meşru idareye ayaklananların öldürülmeleri, hâkim tayini gibi hususlar hep bu maddeden olup zararı giderme maksadıyla kabul edilmiştir.
MADDE MC/21: Zarûretler memnu’ olan şeyleri mübah kılar(ed-darûrât tübîhu’l-mahdûrât)[]
Zaruretler yasakları mübah duruma getirir.Zaruret, insanı bir şeyi yapmaya zorlayan semavî, yani insanın elinde olmayan sebebe denir. Tedavi edilemeyen şiddetli ağrı veya bir uzvun yahud hayatın kaybedilme tehlikesi ve başka bir emrin yapılamaması mecburiyeti zarurettir. İşte işlenmesi yasaklanmış bazı şeyler vardır ki bu gibi zaruretlerin varlığı durumunda bu yasak kalkmaktadır. Meselâ, muteber bir ikrah, yani zorlama karşısında kalan kimse başkasının malını telef edebilir. Yine açlıktan ölmek durumunda kalan kimse başkasının malını yiyebilir.
Zaruretlerin yasakları kaldırmaları bakımından üç durum vardır:
Birinci durumda zaruret yasağı kaldırmaz: Nitekim bir başkasını öldürmek veya bir uzvunu kesmek zaruret olsa bile câiz hale gelmez.
İkinci durumda zaruret yasak olan fiilin işlenmesine izin verir, ancak bu fiilin işlenmesini mecbur hale getirmez. Meselâ, zaruret karşısında küfr ve inkâr mahiyetinde olan, dinden çıkarıcı söz söylemek, zina etmek, başkasının malını telef etmek gibi.
Üçüncü durumdaki zaruret, yasak fiilin işlenmesini hem câiz, hem de mecburî kılar.Ölmek üzere olan kimsenin leş yemesinde olduğu gibi]
MADDE MC/22: Zarûretler kendi mikdarlarınca takdir olunur(mâ ubîha li’d-darûreti yütekadderu bi-kaderihâ)[]
Zaruret halinde yasak fiillerin işlenmesi ancak zaruret mikdarınca câiz olur. Dolayısıyla meselâ açlıktan ölmek üzere olan bir kimse başkasının malını ancak ölmeyecek kadar yiyebilir, susuzluktan ölmek üzere olan kimse de bulduğu bir şaraptan ancak ölmeyecek kadar içebilir, “Nasıl olsa içtik, olmuşken devam edelim de kafayı tütsüleyelim”, diyemez. Yine meselâ, yanyana bulunan iki ev arasına ev içindekileri görmeye engel olacak bir duvar yaptırılır, ancak bu sebeple artık evlerin pencereleri kapatılamaz.
MADDE MC/23: Bir özr için câiz olan şey ol özrün zevâliyle bâtıl olur(mâ câze bi-uzrin betale bi-zevâlih)
Yani zaruret durumu ortadan kalkınca yasak geri döner ve o fiil câiz olmaktan çıkar. Meselâ, kiraladığı şeyde bir ayıp ortaya çıkan kiracı akdi feshedebilir. Ancak kiralayan bu aybı giderirse artık iâde edilemez. Yine şâhidin gâipliği veya hastalığı durumunda şahâde ale’ş-şahâde denilen şâhidden duyduğunu beyan ederek yapılan şâhidlik câizdir, ancak şâhid ortaya çıkar veya iyileşirse artık bu câiz olma özelliğini kaybeder. Çocukluk, mecnunluk (akıl hastalığı), ma’tuhluk (bunaklık) hacr sebebidir, bunda zaruret vardır. Ancak çocuk büyüse, mecnun ve ma’tuh iyileşse tam ehliyetli hale gelirler]
MADDE MC/24: Mâni zâil oldukda memnu’ avdet eder(izâ zâle’l-mâni’ü âde’l-memnu’)[]
Engel ortadan kalkınca yasak durumu geri gelir. Bu madde de öncekinin aynısıdır. Aldığı malda bir ayıp olduğunu anlayan kimse bunu geri verebilir, ama daha iade etmeden bunda kendisi bir ayıp meydana getirirse artık iade edemez, bu ayıbı giderdikten sonra malı iade hakkı geri döner.Çocuğun ve âmânın şâhidliğinin kabul edilmemesinde zaruret vardır. Bu haller, yani çocukluk ve sağır-dilsizlik sona erince artık şâhidlikleri kabul edilir
MADDE MC/25: Bir zarar kendi misliyle izâle olunamaz(ed-dararu lâ yüzâlü bi’d-darar)[]
Bir zarar kendi misliyle giderilemez. Bir çarşıda bakkal dükkanı açmak isteyen kimse, diğerleri zarar edecek diye ticaretten yasaklanamaz. Değirmen, hamam gibi taksimi hak sahiplerine zarar verecek olan müşterek mülkler, hakim tarafından ortaklardan bazısının talebi üzerine zorla taksim edilemez.
MADDE MC/26: Zarar-ı âmmı def’ için zarar-ı hâs ihtiyar olunur(yütehammelü’d-dararu’l-hâs li-ecli def’ü’d-darâri’l-âm)[]
Tabib-i câhili menetmek bu asıldan teferru’ eder.
Yani genel zararı gidermek için, özel zarar tercih edilir. Cahil doktoru bu işi yapmaktan yasaklamak böyledir. Sefih ve borçlu kimseyi hacr altına almak, bazı zaruri maddelere narh koymak da buna girer. Osmanlı padişahlarının ileride arkalarında binlerce kişiyle ayaklanarak müslüman kanının dökülmesine sebep olacağı belli bulunan akrabalarını katletmeleri de bu prensibe uygundur. Düşman müslümanların üzerine taarruz etmiş ve bir takım müslüman esîrleri de siper yapmıştır. Atış yapılmadığı takdirde ülkenin düşman eline geçeceği kesin ise bu siper edilen günahsız müslüman esîrlere atış yapılır, bunda maslahat vardır. Halbuki suçsuz bir müslümanın katli câiz değildir. Ancak eğer bu müslüman esîrler ölmesin diye atış yapılmadığı takdirde, bu sefer düşman ülkeyi işgal edecek, ülke halkıyla beraber neticede bu esîrleri de öldürecektir. Ama meselâ düşman bir kalede bulunup bu kalede bir müslüman esîri siper yapsa bu kalenin alınması zarurî olmadığı için o esîri öldürmek kabul edilemez. Bu ve bunu takib eden birkaç madde İslâm hukukunun kaynaklarından olan maslahat prensibini ifade etmektedir, maslahat günümüzde kullanılan kamu menfaati sözünün karşılığıdır.
MADDE MC/27: Zarar-ı eşed zarar-ı ehaf ile izâle olunur(ed-dararu’l-eşeddi yüzâlü bi’l-ehaff)[]
Şiddetli bir zarar, daha hafif bir zararla giderilir. Bu da önceki madde gibidir. Gasbedilmiş ağaçla yapılan ev yıktırılmaz, ağaçlar kıymetliyse ev ağaç sahibine verilir bedelini öder, ev kıymetliyse ağaç sahiplerine bedelini öder. Bir başkasının incisini yutan hayvan kesilmez, inci kıymetliyse hayvan inci sahibine verilip bedelini öder, hayvan kıymetliyse hayvan sahibi incinin bedelini öder.
MADDE MC/28: İki fesad teâruz ettikde ehaffi irtikâb ile a’zamının çaresine bakılır(izâ teârada mefsedetâni rû’ıye ekallühâ dararen bi-irtikâbi ehaffihümâ)[]
İki kötülük karşı karşıya geldiğinde hafif olanı işlenerek büyük olanının giderilmesine çalışılırBu da önceki iki maddeye benzemektedirAçık denizde fırtınaya yakalanan gemi batmasın diye fazla yük denize atılırİki fesad da birbirine eşitse artık serbesttirMeselâ, deniz ortasında yanan gemiden denize atlarsa boğulacağını, atlamazsa yanacağını anlayan kimse serbesttir, istediği gibi hareket eder
MADDE MC/29: Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur(izâ teârada mefsedetâni yühtâru ehvenühümâ)[]
İki kötülükle karşı karşıya kalındığında daha hafif, ehven olanı seçilir. Bu da önceki maddenin aynısıdır. İki zâlim, devletin başına geçmek için aday olsa, başkası da bulunmasa ikisinden daha az zâlim olanı seçilir, çünki devletin başsız kalması mümkün değildir
MADDE MC/30:Def’-i mefâsid celb-i menâfi’den evlâdır(der’ü’l-mefâsidi evlâ min celbi’l-mesâlih)[]
Kötülüklerin giderilmesi, menfaatlerin elde edilmesinden daha önde gelir. Bu sebeple oruçlular abdest alırken ağız ve burnu yıkama sırasında mazmaza ve istinşak denilen sünnetleri orucun bozulması tehlikesi karşısında terkederler. Yine meselâ etrafdaki evlere büyük bir zarar veren demirci dükkânı kapatılır. Ancak bazen menfaat kötülükten daha büyük olabilir, o zaman aksine hareket edilir. Nitekim dargın olan kimseleri barıştırmak için ve harpte yalan söylenebilir.
MADDE MC/31: Zarar bi-kaderi’l-imkân def’olunur(ed-dararu medfu’ün bi-kaderi’l-imkân)[]
Zarar imkân dahilinde giderilir. Bu sebeple meselâ gaspedilen mal tüketilmiş ise artık misli veya kıymetiyle ödetilir. Yine sözgelişi kiracı kiraladığı evi harap ediyorsa kiracıyı bundan engellemek çok zor olduğundan hâkim kararıyla bu kira akdi feshedilir
MADDE MC/32:: Hâcet umumi olsun hususi olsun zarûret menzilesine tenzil olunur(el-hâcetü tünzelü menzileti’d-darûreti âmmeten kânet ev hâssaten)[]
Bey’ bi’l-vefânın tecvizi bu kabildendir ki Buhara ahâlisinde borç tekessür ettikde görülen ihtiyaç üzerine bu muâmele meriyyü’l-icrâ olmuştur.
İhtiyaç genel veya özel olsun, zaruret derecesine indirilir.Vefâen, yani geri alım şartıyla satışa izin verilmesi böyledir ki Buhara halkı arasında borcun çoğalmasıyla görülen ihtiyaç üzerine bu akid kabul edilmiştir.
Hâceti bazı hukukçular zaruret ile aynı mahiyette görür, bazı hukukçular ise farklı mütâlaa ederler. Hâcet, zarurette olduğu gibi ölüm veya uzuv kaybı tehlikesinin bahis konusu olmadığı, ancak sıkıntı, meşakkat bulunan bir durumdur. Selem, istisnâ, icâre, bey’ bi’l-vefâ gibi akidler hep ihtiyaç sebebiyle kabul edilmiştir. Burada mesele acaba ihtiyaç da zaruret gibi hukuken işlenmesi yasak olan fiilleri câiz hale getirir mi? Bir defa ihtiyaç durumunda başka mezhebin taklid edilebileceği, hatta zayıf ictihadlarla hükmedilebileceği usul kitaplarında bildirilmektedir. Ancak bu mümkün değilse ve ihtiyaç olan bir şey, harac, meşakkat bulunan bir durum, zaruret derecesinde ise bununla aynı hükme girer
MADDE MC/33: Iztırar gayrın hakkını ibtal etmez(el-ıztırâru lâ yübtılü hakka ğayrih)[]
Binâen alâ zâlik bir adam aç kalıp da birinin ekmeğini yese ba’dehu kıymetini vermesi lazım gelir.
Zaruret, başkasının hakkını ortadan kaldırmaz. Dolayısıyla aç kalıp da başkasının ekmeğini yiyen kimse sonra bunun kıymetini öder, bu artık hakkaniyetin bir gereğidir.
MADDE MC/34:: Alması memnu’ olan şeyin vermesi dahi memnu’ olur(mâ harume ahzuhu harume i’tâuhu)[]
[Alması yasak olan şeyin vermesi de yasaktırNitekim rüşveti, almak da vermek de câiz değildirFalcıların, çalgıcıların halkdan para almaları câiz olmadığı gibi, insanların da bunlara iş yaptırıp para vermesi câiz değildirYine yenilmesi ve giyilmesi yasak olan şeylerin başkasına, sözgelişi çocuklara yedirilip giydirilmesi câiz değildirZaruret durumu bu prensibe istisnâ getirebilirAncak meselâ, hakkını kurtarmak zorunda kalan kimse için yalnızca rüşvet vermeye izin vardır]
MADDE MC/35: İşlenmesi memnu’ olan şeyin istenmesi dahi memnu’ olur .(mâ harume fi’luhu harume talebuhu)
[Rüşvet vermek, zulmetmek, yalan söylemek yasak olduğu gibi, bir kimseden böyle davranmasını istemek de yasaktırAncak da’vâcının doğru olan da’vâsını inkâr eden da’vâlıya yemin teklifi buna istisnâsıdır, ola ki da’vâlı yeminden kaçınır da gerçek ortaya çıkar diye umulmuştur]
MADDE MC/36 :Âdet muhakkemdir (el-âdetü muhakkem)
Yani hükm-i şer’îyi isbat için örf ve âdet hakem kılınır; gerek âm olsun ve gerek hâs olsun
[Bir niza sözkonusu olduğunda âdet hükme dayanak olabilirYani şer’î hükmü isbatlamak üzere genel olsun, özel olsun örf ve âdet hakem kılınır Örf insanların güzel gördüğü, âdet (teâmül) ise insanların başlangıcı belli olmayan bir zamandır yapageldikleri şeyler demektirİkisi de burada beraber ele alınmaktadır, nitekim âdet örfün bir çeşitidirBunlar belli şartlar altında hukukun kaynağı olabilirBir hadîste “Ümmetimin güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir” buyurularak örfün bir delil olarak meşruluğuna işaret edilmiştir
Örf çeşitli kısımlara ayrılırBunlardan birincisi sahih örf-fâsid örf ayrımıdırHukuka ve akla aykırı olmayan örfler sahih, yani muteberdir, hukuka ve akla aykırı bir şey ise örf bile olsa fâsiddir, yani muteber değilirBurada esas alınan sahih örfdürÖrfün hukuka uygun olması gerekirHukuka aykırı (fâsid) örflere dayanılarak hüküm verilemezÇünki hukuka aykırı muameleler ne kadar yaygınlaşırsa yaygınlaşsın sahih, yani hukuken geçerli bir örf olarak kabul edilemezÇünki aksi takdirde bu bir nesh, yani bir hukukî hükmün yürürlükten kaldırılması demektir, halbuki vahy devrinden sona neshden bahsedilemezMeselâ, kölenin şâhidlik yapabilmesi halk tarafından güzel görünmeye başlansa, bu sahih bir örf değildir, çünki kölenin şâhidliği hukuken mümkün değildir
Bir ayrım da lafzî örf-amelî örf şeklindedirLafzî örf, bazı kelimelerin halk arasında hangi ma’nâda kullanıldıklarını ifade ederNitekim meselâ, dirhem lafzı bir ağırlık ölçüsü olmasına rağmen halk arasında gümüş paraya verilen isimdirYine meselâ, vakıf hukukunda nâzır kelimesi mütevelliden farklıdırAncak Mısır’da aynı ma’nâda kullanılmıştırBu sebeple Mısır’a âit bir vakfiye incelenirken bu hususun nazara alınması icab ederYine meselâ, “Et yemeyeceğim!” diye yemin eden kimse balık yese yeminini bozmuş olmaz, her ne kadar balık et ise de halk arasında örfen et olarak adlandırılmamakta, et denince koyun ve sığır eti anlaşılmakadırAmelî örf ise insanların muayyen muameleleri yapagelmeleri neticesi teşekkül eder ki âdet, teâmül ma’nâsınadırMeselâ, nakit para vakfı böyledirKarz-ı hasen verenlerin çok azalması üzerine, fakir halkın sermaye ihtiyacını karşılamak maksadıyla insanlar nakit para vakfetmeye başlamıştır
Bir de umumî örf-hususî örf ayrımı vardırAdından da anlaşalıcağı gibi umumî örf (örf-i âm) muayyen bir belde ve topluluğa âit olmayan örfdürBöyle Sahabe zamanından beri süregelen ve müctehid hukukçular tarafından tesbit edilen örfler, kıyasa aykırı bile olsa delil sayılırMeselâ, insanların kullanacakları suyun mikdarını ve zamanı bildirmeksizin hamama girmeleri örfen geçerli kabul edilmiştir, ayrıca bunda zaruret de sözkonusudurHususî örf (örf-i hâs) ise muayyen bir belde veya topluluğa (meselâ tüccara) âittirMeselâ menkul vakfı bir beldede örf olsa ve başka yerde de olmasa, örfün bulunduğu belde için muteber olması kabul edilmiştir, çünki hususî örfdürHususî örfü hiç muteber saymayanlar da vardır
Örfün o hüküm verilirken veya o iş yapılırken mevcud olması lâzımdırMeselâ, bir vakfiye tedkik edilirken bu vakfın yapıldığı zamanki örfler nazara alınmalıdırYine meselâ, bir akid yapılırken mevcud olmayan ve sonradan ortaya çıkan bir örf delil olmaz
Hanefîler örfe geniş yer vermişler, ancak bu durumda doğrudan örfe dayandıklarını açıklamaktansa, buna örf sebebiyle istihsan demeyi tercih etmişlerdirMâlikîler, Medine halkının örfüne özel bir önem atfetmişler, burada yaşayanların hareketlerinde sünnete dayanma ihtimalinin yüksek olduğunu düşünmüşlerdirŞâfi’îlerde de örf muteber bir delildirNitekim İmam Şâfi’î Mısır’a yerleştikten sonra buradaki örfleri de nazara alarak eski ictihâdlarını mühim bir nisbette değiştirmiş, hatta bu devirdeki ictihâdlarına mezheb-i cedîd (İmam Şâfi’î’nin yeni mezhebi), eski ictihâdlarına da mezheb-i kadîm (İmam Şâfi’î’nin eski mezhebi) denilmiştirAncak Şâfi’îler amelî örfe itibar etmezler]
MADDE MC/37: Nâsın isti’mali bir hüccettir ki onunla amel vâcib olur (İsti’malü’n-nâsi hüccetün yecibü’l-amelü bihâ)
Bu da yukarıda açıklandığı üzere âdeti belirtmektedirİnsanların başı belli olmayan bir zamandır yapageldikleri şeye âdet (teâmül) denir. Örf ile beraber ikisi bir arada İslâm hukukunun kaynaklarından birini oluştururlarMeselâ, insanlar ayakkabıcıya ayaklarının ölçüsünü vererek bir ayakkabı yapmasını ister, ayakkabıcı da bunu yapıp teslim ederİstisnâ denilen bu akid, mevcut olmayan bir şeyin satışı ma’nâsına geldiği ve bunu da hukukun genel prensipleri kabul etmediği halde âdet olduğu için Hazret-i Peygamber tarafından (sünnet ile) cevaz verilmiştir]
MADDE MC/38 : Âdeten mümteni’ olan şey hakikaten mümteni gibidir(el-mümteni’ü âdeten ke’l-mümteni’ hakîkaten)
[Bir şeyin gerçekleşmesi âdeten mümkün değilse, bu artık hakikaten de imkânsız sayılırNitekim bir kimse bir başkası lehine borç ikrarında bulunsa, akıllı ve bâliğ bir kimsenin yalan yere aleyhine borç ikrar etmesi âdeten imkânsız olduğu için geçerli sayılırYine meselâ, bir kimsenin kendisinden yaşça büyük birinin nesebini, yani kendi çocuğu olduğunu iddia etmesi de kabul edilmez, çünki bu âdeten ve hakikaten imkânsızdır]
MADDE MC/39 : Ezmânın tağayyürü ile ahkâmın tağayyürü inkâr olunamaz(lâ yünkerü’t-teğayyürü’l-ahkâmi bi’t-teğayyüri’l-ezmân)
Zamanın değişmesiyle, hükümlerin de değişmesi inkâr olunamaz. Hakkında nas, yani âyet ve hadîs bulunmayan hükümler, zamanla değişebilir. Sonradan meydana gelen bir örf, kıyas, istihsan, maslahat gibi diğer fer’î delillere dayanan ictihadların değişmesi sonucunu doğurur. Nitekim İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, ipek böceğini haşerata kıyas ederek satışına cevaz vermemiş, sonradan örf haline gelmesiyle İmam Muhammed bunu mal kabul ederek satışının câiz olacağına hükmetmiştir
Örfe dayalı hükümler de bu örfün değişmesiyle değişir. Nitekim önceleri bir evin bir odasının görülerek satın alınmasıyla rüyet (görme) muhayyerliği düşerdi, çünki ilk zamanlar evlerin bütün odaları aynı şekilde inşa olunurdu, ancak sonradan bu örf değişince, yani bir evin her odası farklı şekilde yapılmaya başlanınca İmameyn, yani İmam Ebû Yûsuf ve Muhammed, bir evin yalnız bir odasının görülmesiyle bu muhayyerliğin düşmeyeceğine hükmetmiştir. Yine meselâ, nakid para vakfı önceleri geçerli sayılmazken, sonradan örf haline gelmiş ve buna binâen câiz görülmüştür. Yine önceleri insanlarda iyilik yaygın olduğu için İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe, şâhidlerin görünüşte âdil olmalarını yeterli saymışken, sonradan yalancılığın yayılması üzerine İmameyn artık şâhidlerin âdil olup olmadıklarının araştırılması (cerh ve ta’dil-tezkiye) gerektiğine hükmetmişlerdir.
Örfün değişmesiyle nassa (kitap ve sünnete) dayalı hükümler değişmez denildi. Nitekim örfün nass-ı has, yani özel bir nas ile teâruzu, yani görünüşte çatışması durumunda, örf terkedilir. Nitekim fâizli akidler, evlad edinme, borç sebebiyle kölelik örf bile olsa, özel naslarla yasaklanmıştır.
Örfün nass-ı âmm, yani genel nas ile teâruzu durumunda iki ihtimal vardır: Eğer bu örf özel ve o nas geldiğinde mevcud ise nassı tahsis eder, örf genel ise genel nassı tahsis edemezMeselâ, mevcud olmayan şeyin satılması yasaktır, bu bir genel prensiptirİstisnâ, selem gibi örf halini almış akidler, bu prensip konulduğunda özel örf olarak mevcut olduğundan, geçerli kabul edilmiştirHalbuki her ikisinde de mevcud olmayan bir şeyin satımı sözkonsudurBir kısım tüccar arasında, bunların dışında yukarıdaki prensibe aykırı bir örf varsa geçerli değildir, çünki artık bu örf özel sayılır.
Örf o nassın gelişinde mevcud olmayıp sonradan ortaya çıkmışsa kabul edilemezAncak burada istisnâî olarak sadece Hanefîlerden İmam Ebû Yûsuf’un bir ictihâdı vardırO da eğer nassın kaynağı örf ise sonradan ortaya çıkan bu örf ile nassın hükmü değişebilirMeselâ, bey’ bi’l-vefâ, yani geri alım şartıyla satış, böyle bir şart örfen meşru olmadığı için yasaklanmış, sonradan bu şart örfen câiz görülmeye başlanınca fâizden kaçınmak ve borcu temin ve tevsik, yani güvence altına alıp sağlamlaştırmak maksadıyla yapılan böyle satışa da cevaz verilmiştir.
Diğer hukukçuların ekserisi de bu yoldan olmasa bile rehin akdi kabul ederek bu akde cevaz vermişlerdirYine meselâ altın ve gümüşün tartı ile (veznen), hurma, buğday, arpa ve tuzun ise hacim ile (keylen) alınıp satılması hadîsle sâbit iken, kaynağının örf olması sebebiyle bulunulan yerin örfüne göre bu esasın değişebilmesine, yani örfe göre meselâ altın ve gümüşün sayı, diğerlerinin tartı ile satılabilmesine izin verilmiştir. Bu ise nassa muhalif örfün kabulü değil, nassın tevili, yorumu şeklinde anlaşılmıştırOsmanlı Devleti’nde de İmam Ebû Yûsuf’un ictihâdı tercih ve tatbik olunmuşturNitekim Mecelle’nin 39maddesi bu esasa dayanmaktadır, yoksa nas ile sâbit hükümlerin değişmesi mümkün değildir
İşte örfün delil olarak kabulü ve örf ile sâbit olan hükümlerin bu örfler değiştikçe değişmesine imkân veren prensip İslâm hukukunun dinamizmini sağlayan en önemli âmildirNassa dayalı hükümler ise zamanla değişmemektedirAncak değişmeyen küllî hüküm olup, bu hükmün hâdiselere tatbiki zamanla değişebilirNitekim ictihad müessesesinin kabulü buna imkân vermektedir]
MADDE MC/40 Âdetin delâletiyle ma’nâ-yı hakikî terk olunur(el-hakîkatü tütrekü bi-delâle)[]
Hukukî işlerde kullanılan gerçek ma’nâlar, âdetin delâletiyle değişebilir. Nitekim “Şu ağaçtan yemem” demek bu ağacın meyvesinden yemeyeceği ma’nâsına gelir. Bu hüküm yemin ve adakta önemlidir, çünki burada kullanılan sözlerde âdete bakılır. “Et yemeyeceğim” diye yemin eden kimse balık yese yemini bozulmaz, çünki balık için et sözünü kullanmak âdet değildir. Yine meselâ, şarta bağlı ikrar geçersiz olduğu halde, “Ölürsem felana şu kadar borcum vardır!” sözü, vârislerin borcu inkâr etmemesi maksadıyla söylenmiş sayıldığından geçerlidir. Yine şarta bağlı ibrâ geçerli olmadığı halde, “Ben ölürsem sendeki alacağımdan berîsin (sorumlu değilsin)” şeklindeki bir ibrâ da vasiyete yorumlanarak geçerlidir. Meselâ bazı yerlerde nikâh akdi için “sattım” sözü kullanılmaktadır]
MADDE MC/41 Âdet ancak muttarid yahut gâlib oldukta muteber olur(innemâ tu’teberu’l-âdetü izâ ittaradet ev ğalebet)[]
Örf ve âdetin geçerli bir delil sayılması için gerçekleşmesi gereken şartlardan biri de, bunun muttarid veya gâlip, yani kesintisiz uzun bir zamandır çoğunluk tarafından yapılagelmekte olmasıdırMeselâ, ta’yin edilmeksizin şu kadar lira karşılığında bir mal satın alınınca beldede o sırada kesintisiz tedâvül eden veya tedâvülü diğerlerine göre yaygın bulunan lira hangisi ise onu vermek gerekir
MADDE MC/42 İtibar gâlib-i şâyi’adır, nâdire değildir (el-ıbretü li’l-ğâlibi’ş-şâyi’ lâ li’n-nâdir)[]
Bu da bir önceki maddeyle ilgilidir. Örf ve âdetin geçerli olması için bunu bir çoğunluğun uygulayagelmesi aranır. Buradaki çoğunluk yaygın bir çoğunluktur. Meselâ, a’zamî onbeş yaşını bitiren kimseler bâliğ sayılırlar, çünki bu yaştakilerin bâliğ olması örfen gâlip ve yaygındır, aynı şekilde doksan yaşından sonra yaşayan kimselerin sayısı çok az olduğundan mefkudun, yani bulunduğu yer ve hayatta olup olmadığı bilinmeyen kimsenin de bu yaşı ikmal etmiş olmasıyla ölümüne hükmedilir
MADDE MC/43 Örfen ma’ruf olan şey şart kılınmış gibidir(el-ma’rufü urfen ke’l-meşruti şer’an)[]
Halk arasında örf olarak bilinen, yapılması iyi görülen şey, şart koşulmuş gibi geçerlidir. Dolayısıyla meselâ, bir be
Giriş[]
İslâm hukukunun aslî kaynakları Kur’ân-ı kerîm, sünnet, icma ve kıyastırBunun yanında ikinci derecede kaynaklar da vardır. Bunlara fer’î deliller de denir. Örf, istihsan, istishab, maslahat gibi. Bu fer’î deliller çoğu zaman aslî delillere esas teşkil ettiği gibi, bazen de müstakil delil özelliği gösterirler. Meselâ, selem akdinin meşruluğu sünnetle sabittir, ancak bunun da esasında örf ve zaruret vardır. İşte bütün bu kaynaklardan İslâm hukukuna ait hükümleri çıkartma işine ictihad denir. Bunu yapabilecek olan hukukçuya da müctehid adı verilir. İslâm hukuku ilahî temele dayalıdır ve müctehid hukukçular tarafından sistematize edilmiş hükümlerden teşekkül eder. Hukukçu, önüne gelen bir meselenin çözümünde sırasıyle bu kaynaklara müracaat ederek, ictihadda bulunur ve hüküm verir. İşte her müctehid hukukçunun ictihad ederek vardığı hükümlerin tamamına mezheb denir. Hukukçu eğer müctehid değilse bir müctehid hukukçunun ictihadına göre hareket eder.
İslâm hukukunun kaynaklarından hüküm çıkartırken takib edilecek metodları, usûl-i fıkh denilen ilim göstermektedir. Bugün buna hukuk metodolojisi adı veriliyor. Bu sahada dünyada yazılmış ilk eser İmam-ı Şâfi’î’nin er-Risâle adındaki kitabıdır. Hukukçular bu ilim yardımıyla kaynaklardan hüküm çıkartmışlar ve bunları mesele mesele kitaplara geçirmişlerdir. Böylece İslâm hukuku meseleci (kazuistik) bir manzara arzetmeye başlamıştır. Burada her hukukî mesele ayrı ayrı ele alınıp çözüme kavuşturulmuştur. Bir başka deyişle, meselâ satım akdinin şartları ve sonuçları ayrı, kira akdinin ayrı, kefâletin ayrı, kısaca bütün akidlerin şart ve sonuçları ayrı ayrı ele alınmıştır. Bunun bir sebebi de İslâm hukukunun kaynağı ilahî olduğu için her mesele için ayrı deliller vardır. Ve çoğu zaman birbirine benzer müesseseler için müşterek esaslar koymak çok zor, hatta imkânsız olmaktadır. Bu usûl, belki çok geniş ve tekrarlarla dolu olmakla beraber, daha ince ve adâletli hükümler getirmeyi elverişlidir
İslâm hukuku meseleci bir görünüm arzetmekle beraber, her hukukî müessese için müşterek esaslar belirlenmemiş değildir. Nitekim çoğu Hanefi mezhebinden olan bir kısım hukukçular bu hükümler için müşterek olan hususları tesbit etmişlerdir. Hukukun genel prensipleri de denilebilecek ve hukuk hayatının en önemli esaslarını ifade eden bu kâideler Mecelle’nin ilk yüz maddesini oluşturur. Bunlar bazen müstakil bir hukuk prensibini, kimi zaman da fer’î kaynaklardan birisini gösterir.
Hukukun külli prensiplerinin ilk kaleme alınışı[]
Bu sahada ilk eser veren Hanefî hukukçusu Ebû Tahir Debbas’tır. Debbas, hukukun umumî prensiplerini on yedi madde halinde özetlemiş ve bazı hukukî meseleleri bu prensiplere indirgemiştir. Debbas’ın tesbit ettiği kâidelerden bazıları şunlardır:
- Şek ile yakîn zâil olmaz,
- meşakkat teysiri celbeder,
- zarar izâle olunur,
- âdet muhakkemdir,
- bir işten maksat neyse hüküm ona göredir,
- kelâmın i’mali ihmâlinden evlâdır
Debbas’dan sonra Kerhî, Debbûsî, İbn Nüceym, Hâdimî gibi Hanefî, Hirevî, Cüveynî, İzzeddin bin Abdüsselâm, Süyûtî gibi Şâfi’î, Karâfî gibi Mâlikî ve İbn Receb gibi Hanbelî mezhebinden hukukçular bu sahada çalışmış ve eser vermişlerdir. Bazısı doğrudan bir hadîse dayalı olan bu kâidelerin pekçoğu Molla Hüsrev’in Mir’at, İbn Nüceym’in Eşbah, Kâdihan’ın Hâniyye, Hamza efendinin Fevâid, Hâdimî’nin Mecâmi’ ve Menâfi adlı kitaplarından Mecelle’ye alınmıştır
Bu küllî kâideler, genellikle İslâm hukukunun tâli, yani ikinci derecede kaynakları içinde mütalaa edilir. Ancak bunların tamamını her mezheb kabul etmez. Yukarıda geçen altı madde üzerinde hiç ihtilaf yoktur, bunları bütün mezhebler kabul eder, ancak ihtilaf bunların nasıl tatbik edileceğindedir. Bunların dışında kalan maddelerde ise ihtilaf vardır, bunlardan her birini bazı mezhebler kabul eder, bazısı kabul etmez. Meselâ, “Alâ hilâfi’l-kıyas sâbit olan şey sâire makîsü’n-aleyh olmaz” kâidesi, Hanefîlere göre makbul, diğer mezheblere göre makbul değildir, çünki bunlara göre zaten kıyasa rağmen hiç bir şey sâbit olmaz. Yine sözgelişi, “Eşyada asl olan ibahadır” sözü Hanefîlerden Kerhî’ye ve Şâfi’î hukukçularına göre muteberdir. Ancak Hanefîlerin çoğunluğuna göre makbul değildir, çünki bunlara göre eşyada asl olan tevakkufdur, yani duraklamadır. “Eşyada aslolan tahrimedir, yani helal olduğuna dair bir açık hüküm bildirilmemişse o iş yasaktır” diyen mezheblere göre de hiç muteber değildir. İşte bu sebepledir ki Mecelle mazbatasında da geçtiği üzere bu küllî kâideler, fıkıh kitaplarında bir nakl-i sarih, yani açık bir hüküm bulunmadıkça hükme esas alınamazlar
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, 1851 maddeden oluşan Osmanlı medenî kanunudur. Büyük hukukçu, âlim ve devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa başkanlığında zamanın en önde gelen hukukçularının teşkil ettiği bir heyet tarafından 1869-1875 yılları arasında Hanefî mezhebine göre hazırlanmış ve Sultan Abdülaziz’in fermânıyla kanun olarak ilan edilmiştir. İçinde bu yüz maddeye ilâveten, borçlar, ticaret, eşya ve muhakeme hukukuna dâir hükümler bulunan mükemmel bir eserdir. O zamana kadar Osmanlı mahkemelerinde fıkıh kitapları kanun olarak uygulanmaktaydı. Avrupa, Osmanlı hükümetine herkesin rahatça bilebileceği şekilde bir kanun ortaya koyması için baskı yapmıştı. Öte yandan fıkıh kitaplarını tam ma’nâsıyla okuyup anlayacak hâkimlerin sayısı da azalmıştı. Bu arada bazı modern düşünceli devlet adamları Fransız medenî kanununu almaya teşebbüs edince, buna engel olmak için diğer sebeplerin de tesiriyle Mecelle hazırlanmıştır.
Linkler[]
- İslâm Hukukunun Genel Prensipleri
- Osmanlıca Hukuka Giriş
Portal:Mecelle: Mecelle• مجلة• المجلة
Son:Eyüp Sabri Kartal çalışmaları:ESK/Mecelle . Mecelle/İngilizce/Düz metin. KBVT . Mecelle/Türki Arabi Terim ve Lügat izahlı, Mecelle/Tr- Eng - Arb- Fransızca - Osmanî - Mecelle/Vecizeler . Fihrist-i Mecelle-i Ahkam-ı Adliye . MC/1. MC/2• MC/90 | |
---|---|
Mecelle/Arabî. Mecelle/Osmani .Mecelle/Fransızca Dosya:Mecelle Fransızca legislation ottomon ikogoog.pdf.
| |
1.Kitap | Mecelle/Mukaddime: 1- Fıkhın tarifi(1) ve 2 -Kavaid -i Külliye (1-100) - Kitab'ul Büyû' Bir mukaddime ve 7 bab (101-403) |
2.Kitap | Kitab'ul İcârât Bir mukaddime 8 Bab (403-611)
|
Arapça | Mecelle/Arapça luğatte .مجلة. Ve الجمع Cem'i : meccal( مجالّ) ve meccalat (مجلاَّت) *El-mecelle; Kitap المَجَلَّة : الكتاب
المَجَلَّة : الصَّحيفةُ تَجْمَعُ طرائف المعرفة وتقال في عصرنا هذا لكل صحيفة عامّةٍ أَو متخصِّصة في فن من الفنون تظهر في أَوقات معينة ، بخلاف الصّحف اليوميَّة Cem'i والجمع : مجالُّ ، مَجَلاَّتٌ Akademik personel anlamında kullanılır |
Kitabeti | Mecelle. مجله.Majalla . Megillah . |
Türev | Celle• Celil• Celal • Tecelli• Mücella |
Diğer | Azerbeycan Cumhuriyetinin Mülki Mecellesi |
VP | Mecelle/VP - Mecelle/WP[5] - Mecelle/WP Arabi |
Alakalı | Ester - Esther -Aşir - Aşur - Aysu - Esau - Isaiah Book of Esther [6] (Ester kitabı [7]) :Hz.Muhammed as hakkında haberler vardır. İbni Kesir Peygamber olduğunu söyler. |
x |
MECELLE:Mecelle/Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası | |
---|---|
MECELLE ESBÂB-I MUCİBE MAZBATASI ASLI. Mecelle/Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası/Sadelestirilmiş |
MECELLE : MUKADDİME:INTRODUCTION -MAKALE-İ ÛLÂ .(1.KISIM) : İLM-i FIKHIN TARİF VE TAKSİMİ HAKKINDADIR .MAJALLA: PART I: Definition of Jurisprudence . MKK |
---|
MECELLE :MUKADDİME:MAKALE-İ SANİYE (Mecelle/2.KISIM) . MKK - HKK : Mecellenin Külli Kaideleri .Kavaid -i Külliye (KÜLLİ KAİDELER: MAXIMS OF JURISPRUDENCE: Principes fondamentaux du Droit Sacré :MC/1 . MC/2 . MC/10 . MC/15 . MC/90 Mecelle/Madde 90 . Mecelle/Kartelalar Mecelle/resimler https://www.picbear.org/tag/Mecelle
Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe .MKK/Düz Metin . MKK/Düz Metin linkli | |
---|---|
Hukuki deyimler . Fıkhi deyimler . Beraat-ı zimmet - İstishab - Yakin delili - Mütevatir delili
Malumu Âlinizdir ki füru', asla tâbidir. Asıl resmî olmazsa, füru' da resmî olmaz. Batıl makîsünaleyh olamaz. Kanun namına protesto ederim .Majalla/Inrtoduction Mecelle/Mukaddime |
MKK: MKK2 :MKK/25-50 MC/25. MC/26 .MC/27. MC/28 .MC/29. MC/30 .MC/31. MC/32 .MC/33. MC/34 .MC/35. MC/36 .MC/37. MC/38 .MC/39. MC/40 .MC/41. MC/42 .MC/43. MC/44 .MC/45. MC/46 .MC/47. MC/48 .MC/49. MC/50 | |
---|---|
MC/25 | Madde 25 Bir zarar kendi misliyle izâle olunamaz. MC/26, MC/27, MC/28, MC/29, MC/31, MC/965, MC/1141, MC/1288, MC/1312.; TCK 49-50, 516/4; TBK 52 ● Article 25. An injury cannot be removed by the commission of a similar injury. |
MC/26 | Madde 26 - Zarar-ı âmmı def için zarar-ı has ihtiyâr olunur. MC. MC/20, MC/27, MC/28, MC/29, MC/1325. ● Article 26. A private injury is tolerated in order to ward off a public injury. The prohibition from practice of an incompetent physician is derived from this principle. |
MC/27 | Madde 27 - Zarar-ı eşedd zarar-ı ehaf ile izâle olunur. MC. MC/25, MC/26, MC/20, MC/902, MC/906, MC/1044, MC/1224, MC/1440.; TMK. 656, 661 vd. ● Article 27. Severe injury is removed by lesser injury. |
MC/28 | Madde 28 - İki fesâd te'âruz etdikde ehaffí irtikâb ile a'zamının çaresine bakılır. MC/20, MC/25, MC/26, MC/27, MC/29, MC/902.; TMK. 656, 661 vd. ● Article 28. In the presence of two evils, the greater is avoided by the commission of the lesser. |
MC/29 | Madde 29 - Ehven-i şerreyn ihtiyâr olunur. MC. MC/21, MC/22, MC/26, MC/27, MC/28, MC/902.; TMK. 656, 661 vd. ● Article 29. The lesser of the two evils is preferred. |
MC/30 | Madde 30 - Def'-i mefâsid celb-i menâfi'den evlâdır. ● Article 30. Repelling an evil is preferable to securing a benefit. |
MC/31 | Madde 31 -Zarar bi-kadari'l-imkân def olunur. MC. MC/28, MC/29, MC/30, MC/532, MC/533.; TMK. 656 ve 661. ● Article 31. Injury is removed as far as possible. |
MC/32 | Madde 32 - Hâcet umûmî olsun husûsî olsun zarûret menzilesine tenzîl olunur. Bey ' bil-vefânın tecvîzi bu kabîldendir ki Buhara ahâlîsinde borç tekessür etdikçe görülen ihtiyaç üzerine bu mu'âmele mer'iyyü'l-icrâ olmuştur. MC. MC/21, MC/118, MC/205, MC/213, MC/396, MC/420.● Article 32. Any want, whether of a public or private nature, is so dealt with as to meet the exigencies of the case. The validity of sale subject to a right of redemption is of this nature. The inhabitants of Bokhara having fallen badly into debt, this procedure was put into operation in order to meet the exigencies of the case. |
MC/33 | Madde 33 - Iztırar gayrın hakkını ibtâl etmez.Binâen-alâ-zâlik bir adam aç kalıb da birinin ekmeğini yese ba'dehû kıymetini vermesi lazım gelir.MC. MC/400, MC/1007.; TCK: 49-50/4; TBK. 52 ● Article 33. Necessity does not invalidate the right of another. Consequently, if a hungry person eats bread belonging to another, such person must later pay the value thereof. |
MC/34 | Madde 34 - Alması memnû' olan şeyin vermesi dahi memnû' olur.TCK 64 67 MC MC/35 tbk 50 ● Article 34. A thing which may not be taken may also not be given. |
MC/35 | Madde 35 - İşlenmesi memnû' olan şeyin istenmesi dahi memnû' olur.TCK 64-67.; TBK 50.; MC. MC/34, MC/1818. ● Article 35. It is forbidden to request the performance of a prohibited act. |
MC/36 | Madde 36 - Âdet muhakkemdir. Yani hükm-i şer'iyi isbât için örf ve âdet hakem kılınır. Gerek âmm olsun ve gerek hâs olsun. MC. MC/37, MC/38, MC/39, MC/40, MC/41, MC/42, MC/43, MC/44, 45, MC/230, MC/251, MC/291, MC/450, MC/460, MC/469, MC/574, MC/575, MC/576, MC/1340, MC/1790, MC/188, MC/354, MC/495, MC/555, MC/622, MC/829.; TMK. 1/1, 590/11, 592/281, 285, 420, 423. ● Article 36. Custom is an arbitrator; that is to say, custom, whether public or private, may be invoked to justify the giving of judgement. |
MC/37 | Madde 37 - Nâsın isti'mâli bir hüccetdir ki anınla amel vâcib olur. I'MK ı; MC. MC/36, MC/168, MC/389, MC/495. ● Article 37. Public usage is conclusive evidence and action must be taken in accordance therewith. |
MC/38 | Madde 38 - Âdeten mümteni' olan şey hakîkaten mümteni' gibidir.MC. MC/36, MC/37, MC/39, MC/40, MC/1589, MC/1629. ● Article 38. A thing which it is customary to regard as impossible is considered to be impossible in fact. |
MC/39 | Madde 39 - Ezmanın tegayyürü ile ahkâm'ın tagayyürü inkâr olunamaz.MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/40, MC/244, MC/326, MC/596, MC/1716. ● Article 39. It is an accepted fact that the terms of law vary with the change in the times. |
MC/40 | Madde 40 - Âdetin delâletiyle ma'ânîy-ı hakîkî terk olunur.MC. MC/12, MC/36, MC/37, MC/38, MC/39, MC/61, MC/82, MC/912, MC/1584.; TMK ı, 2.; TBK. 18 ● Article 40. In the presence of custom no regard is paid to the literal meaning of a thing. |
MC/41 | Madde 41- Âdet ancak muttarid yâhut galip oldukda mu'teber olur.MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/39, MC/40, MC/42, MC/240.; TMK ı Article 41. Effect is only given to custom where it is of regular occurrence or when universally prevailing. |
MC/42 | Madde 42 - İ'tibâr galib-i şâyi'adır, nâdire değildir.MC. MC/41, MC/987.; TMK ı; HUMK 238● Article 42. Effect is given to what is of common occurrence; not to what happens infrequently. |
MC/43 | Madde 43 - Örfe ma'rûf olan şey şart kılınmış gibidir.TMK 1; TTK ı; MC. MC/36, MC/37, MC/41, MC/42, MC/461, MC/563, MC/596, MC/871 ● Article 43. A matter recognised by custom is regarded as though it were a contractual obligation. |
MC/44 | Madde 44 - Beyne't-tüccâr ma'rûf olan şey beynlerinde meşrût gibidir.MC. MC/36, MC/37, MC/38, MC/790, MC/1463.; TMK 1/1, 2; TBK 18 ● Article 44. A matter recognised by merchants is regarded as being a contractual obligation between them. |
MC/45 | Madde 45 - Örf ile ta'yîn nass ile ta'yîn gibidir,MC. MC/43, MC/44, MC/527, MC/528, MC/816, MC/1498, MC/1499.; TMK ı ● Article 45. A matter established by custom is like a matter established by law. |
MC/46 | Madde 46 - Mâni' ve muktazi teâruz etdikde mâni' takdîm olunur. Binâen-alâ-zâlik bir adam borçlusu yedinde merhûn olan malını âhara satamaz. MC. MC/337, MC/350, MC/397, MC/96-MC/1192, MC/590-MC/1725, MC/756-MC/1192-MC/747, MC/1192-MC/1197, MC/1598-MC/1601. ● Article 46. When prohibition and necessity conflict, preference is given to the prohibition. Consequently, a person may not sell to another a thing which he has given to his creditor as security for debt. |
MC/47 | Madde 47 - Vücudda bir şeye tâbi' olan hükümde dahi ana tâbi' olur. tılmış olur??? MC. MC/48, MC/50, MC/236, MC/903.; TMK. 619-622 ● Article 47. An accessory which is attached to an object in fact is also attached to it is law. Consequently, when a pregnant animal is sold, the young in its womb is sold with it. |
MC/48 | Madde 48 - Tâbi' olan şeye ayrıca hüküm verilmez. Meselâ bir hayvanın karnındaki yavrusu ayrıca satılamaz. MC. MC/47, MC/216, MC/224, MC/856.; TMK. 619-622 ● Article 48. An accessory to an object cannot be dealt with separately.yvT A Example: The young in an animal's womb cannot be sold separately. |
MC/49 | Madde 49 - Bir şeye mâlik olan kimse ol şeyin zarûriyyâtmdan olan şeye dahi mâlik olur. Meselâ, bir hâneyi satın alan kimse ana mûsil olan tarîka dahi mâlik olur. MC. MC/232, MC/1194 ● Article 49. The owner of a thing held in absolute ownership is also the owner of the things indispensable to the enjoyment of such thing.yvT K Example: A person who buys a house is also owner of the road leading to it. |
MC/50 | Madde 50 - Asıl sâkıt oldukda fer' dahi sâkıt olur. MC. MC/81, MC/661, MC/662, MC/1527, MC/1530 ● Article 50. If the principle fails, the accessory also fails. |
x |
MKK: MKK3: MKK/51-75 MC/51. MC/52. MC/53. MC/54. MC/55. MC/56. MC/57. MC/58. MC/59. MC/60. MC/61. MC/62. MC/63. MC/64. MC/65. MC/66. MC/67. MC/68. MC/69. MC/70. MC/71. MC/72. MC/73. MC/74. MC/75 | |
---|---|
Madde 50 - Asıl sâkıt oldukda fer' dahi sâkıt olur.MC. MC/81, MC/661, MC/662, MC/1527, MC/1530 | |
51 | Madde 51 - Sâkıt olan şey avdet etmez. Ya'ni giden geri gelmez. |
52 | Madde 52 - Bir şey bâtıl oldukda anın zımmındaki şey dahi bâtıl olur.MC. MC/175, MC/523, MC/1566.; MA. 41.; TCK. 49, 50, 51, 60.; TBK ı, 6, 113; HUMK. 234 |
53 | Madde 53 - Aslın îfâsı kâbil olmadığı halde bedeli îfâ olunur.MC. MC/488, MC/489, MC/891.; TBK. 43. |
54 | Madde 54 - Bizzat tecvîz olunmayan şey bi't-teba' tecviz olunabilir. Meselâ, müşteri mebî'i kabz için bâyi'i tevkîl etse câiz olmaz. Amma iştira eylediği zahîreyi ölçüp koymak için bâyi'a çuvalı verip dahi zahîreyi çuvala edicek zımnan ve teb'an kabz bulunur. |
55 | MC/55???mMadde Meseli, 55 hi12s:-i' - İbtidâen şâ9ylayı tecviz olunmayan şey bakâen tecviz olunabilir.
hibe etmek sahîh değildir. Amma bir mâl-ı mevhûbun bir hisse-i şâyi'asina bir müstahlik çıkıp da zabtetse hibe bâtıl olmayıp hisse-i bâkiye-i mevhûbün lehin malı olur.MC. MC/19, MC/24, MC/430, MC/858, MC/1466.; TMK. 2 |
56 | Madde 56 - Baka' ibtidâdan esheldir. MC/55, MC/429, MC/430.; TMK. 2 |
57 | Madde 57 - Teberru' ancak kabz ile tamam olur. Meselâ, bir adam birine bir şey hibe etse kable'l-kabz hibe tamam olmaz. |
58 | Madde 58 Raiyye yani teb'a üzerine tasarruf maslahatâ menuttur. |
59 | Madde 59 Iltejelllîl-i Velâyet-i hâssa velâyet-i âmmeden akvadır. Meselâ, vakfın velâyeti kadınin velâyetinden akvadır. TMK. 262, 265, 266, 267, 272, 275, 405.; MC. MC/974, MC/975. |
60 | Madde 60- Yani bir kelâmın bir manaya hamli mümkün oldukça ihmâl yani manasız i vamamalıd MC, MC/40, MC/61, MC/1456.; TMK. ı, 2.; TBK. 18. |
61 | Madde 61 - Ma'nây-ı hakîkî mütaazzir oldukta mecaza gidilir. MC.MC/40, MC/60, MC/62, MC/1517.; TMK. ı, 2.; TBK. 18. |
62 | Madde 62 - Bir kelâmın i'mâli mümkün olmaz ise ihmâl olunur. Yani bir kelamın hakîkî ve mecâzî bir manaya hamli mümkün olmaz ise o halde mühmel yani manasız bırakılır. MC. MC/60, MC/61, MC/1577, MC/1629, MC/1697.; TMK. ı, 2.; TBK. 18. |
63 | Madde 63 - Mütecezzi olmayan bir şeyin bazını zikretmek küllünü zikr gibidir. MC. MC/60, MC/1041.; MA. 31, 36.; TBK. ı, 6.; HUMK 234. |
64 | Madde 64 - Mutlak ıtlakı üzere cârî olur. Eğer nassan yahut delâleten takyîd delîli bulunmaz ise. MC. MC/1, MC/2, MC/571, MC/572, MC/573, MC/819, MC/820, MC/1494, MC/1495, MC/1478, MC/1482, MC/1483, MC/1484.; TBK. 180.; HUMK 234. |
65 | Madde 65 - Hazırdaki vasıf lağv ve gaibdeki vasıf muteberdir. Meselâ, meclis-i hazır olan bir kır atı satacak olduğu halde şu yağız atı şu kadar bin kuruşa satdım dese icabı muteber olup yağız tabiri lağv olur amma meydanda Olmayan bir kır atı yağız deyu satsa vasıf mu'teber olmakla bey' mün'akid ol- MC. MC/107, MC/208,.; TMK ı, 2.; TBK. 18, 31. |
66 | Madde 66 - Sual cevapta iâde olunmuş addolunur. Yani tasdik, olunan bir sualde ne denilmiş ise mûcib onu söylemiş hükmündedir. |
67 | Madde 67 - Sâkit'e bir söz isnâd olunmaz. Lâkin ma'raz-ı hâcette sükût beyandır. Yani, sükût eden kimseye şu sözü söylemiş oldu denilemez, lâkin söyleyecek yer- MC. MC/281, 377]], 438]], 596]], MC/773, MC/805, MC/843, MC/847, MC/971, MC/1451, MC/1452, MC/1485, MC/1659, MC/1822.; HUMK 234.; TBK ı, 6, 31, 198-200, 221, 263, 387, 428. |
68 | Madde 68 - Bir şeyin umûr-u bâtınada delili ol şeyin makâmına kâim olur. Yani hakîkatine olan umûr-l bâtınada delîl-i zâhirîsi ile hükm olunur???. MC. MC/67, MC/183, MC/344, MC/769, MC/770, TMK 3. |
69 | Madde 69 - Mükâtebe muhâtaba gibidir.MC. MC/436, MC/1607, MC/1610, MC/1736.; TEK 5, 10. |
70 | Madde 70 - Dilsizin işaret-i malhûdesi lisan ile beyân gibidir. |
71 | Madde 71 - Tercümanın kavli her hususda kabul olunur. |
72 | Madde 72 Hatâsı zâhir olan zanna i'tibar yoktur.MC. 914, 1061, MC/1838.; TMK. ı, 2.; TBK. 18.; HUMK. 236, 254. |
73 | Madde 73 - Senede müstenid olan ihtimal ile hüccet yoktur.
Meselâ, bir kimse veresesinden birine şu kadar kuruş borcu olduğunu ikrâr hücc:ettiği takdirde eğer maraz-ı mevtinde ise diğer verese tasdik etmedikçe bu ikrârı değildir. Zira eğer vereseden mal kaçırmak ihtimali maraz-ı mevte müsteniddir. amma hal-i sıhhatda ise ikrârı mu'teber olur ve ol halde olan ihtimal mücerred bir nevi te- MC.MC/72, MC/74, MC/1568, MC/1578.; HUMK. 236, 254. |
74 | Madde 74 - Tevehhüme i'tibar yokdur. MC. MC/72, MC/73, MC/75, MC/1013, MC/1161, MC/1192, MC/1741.; MA. 92. |
75 | Madde 75 - Bürhan ile sâbit olan şey ıyânen sabit gibidir. |
MKK: MKK/4 -MKK/75-100 MC/75 . MC/76 . MC/77 . MC/78 . MC/79 . MC/80 . MC/81 . MC/82 . MC/83 . MC/84 . MC/85 . MC/86 . MC/87 . MC/88 . MC/89 . MC/90 . MC/91 . MC/92 . MC/93 . MC/94 . MC/95 . MC/96 . MC/97 . MC/98 . MC/99 . MC/100 | |
---|---|
MC/75 | Madde 75 - Bürhan ile sâbit olan şey ıyânen sabit gibidir.● Article 75. A thing established by proof is equivalent to a thing established by ocular inspection. |
MC/76 | Madde 76 - Beyyine müdde'î için ve yemîn münkir üzerinedir. MC. MC/1461, MC/1463, MC/1613, MC/1817, MC/1818, MC/78, MC/79.; TMK. 6, 28, 157, 185.; TBK 42/1, 55/1, 103/11. ● Article 76. EVIDENCE IS FOR HIM WHO AFFIRMS; THE OATH FOR HIM WHO DENIES. |
MC/77 | Madde 77 — Beyyine hilâf-ı zâhiri isbât için ve yemîn aslı ibkâ içindir. MC. 8, 9, 11, 77, 81, 403, 967, 1774.● Article 77. The object of evidence is to prove what is contrary to appearance; the object of the oath is to ensure the continuance of the original state. |
MC/78 | Madde 78 - Beyyine hüccet-i müteaddiye ve ikrâr hüccet-i kâsıradır. MC. 80, 81, 1384, 1572, 1642, 1676.; HUMK. 236, 254, 299. ● Article 78. Evidence is proof affecting third person; admission is proof affecting the person making such admission only. |
MC/79 | Madde 79 - Kişi ikrârıyla muaheze olunur. MC. 79, 81, 1127, 1573, 1575, 1588, 1632, 1654. ● Article 79. A person is bound by his own admission. |
MC/80 | Madde 80 — Tenâkuz ile hüccet kalmaz, lâkin mütenâkızın aleyhine olan hükme halel gelmez.
Meselâ, şehidler şahâdetlerinden rücû' ile tenâkuz etdiklerinde şahâdetleri hüccet olmaz, lâkin evvelki şahâdetleri üzerine kâdî hükmetmiş ise bu hüküm dahi bozulmayıp mahkumunbihi şahidlerin tazmin etmesi lazım gelir. MC. 78, 90, 1729, 1730. ● Article 80. Contradiction and proof are incompatible; but this does not invalidate a judgement given against the person contradicting. Example:- Witnesses contradict themselves by going back upon the evidence they have given. Such evidence is not proof; but if the court has already given judgement based upon the original evidence, such judgement may not be set aside, but the witnesses must pay the value of the subject matter of the judgement to the persons against whom judgement has been given. |
MC/81 | Madde 81 — Asıl sâbit olmadığı halde fer'in sâbit olduğu vardır. Meselâ, bir kimse filanın filana şu kadar kuruş deyni vardır, ben dahi kefilim dese ve asil'in inkârı üzerine dâ'in iddi'â etse meblağ-ı mezburu kefilin vermesi lazım gelir. MC. 78, 1632. ● Article 81. Failure to establish the principle claim does not imply failure to establish a claim subsidiary thereto. Example:- A person states that A owes a sum of money to B and that he has the surety of A. Such person will be obliged to pay the sum in question if A repudiates the debt and B demands payment. |
MC/82 | Madde 82 — Şartin sübûtu indinde ana muallak olan şeyin sübûtu lazım olur. MC. 83, 84, 408, 494, 623, 1456, 1584.; TMK/2. ● Article 82. If the validity of a condition is established, the validity of anything dependent thereon must also be established. |
MC/83 | Madde 83 — Bi-kaderi'l-imkân şarta mürâat olunmak lâzım gelir. MC. 82, 84, 186, 187, 189, 287, 398, 468, 474, 777, 813, 884, 1073, 1166, 1420, 1337, 1402, 1561.; TMK. 2. ● Article 83. A condition must be observed as far as possible. |
MC/84 | Madde 84 - Va'dler suver-i ta'lîki iktisâ ile lazım olur. Meselâ, sen bu malı filan adama sat, eğer akçesini vermez ise ben veririm dese ve malı alan akçeyi vermese bu va'di eden kimsenin akçeyi vermesi lazım gelir. MC. 82, 83, 623. ● Article 84. Any promise dependent upon a condition is irrevocable upon such condition being fulfilled. Example:- A person tells A to sell a certain thing to B and informs A he will pay him in the event of B failing to do so, and B does in fact fail so to do. The person making the promise is obliged to pay the money. |
MC/85 | Madde 85 — Bir şeyin nefi zamânı mukâbelesindedir. Yani, bir şey telef olduğu takdirde hasârı kime âit ise anın zamanında demek olup ol kimsenin bu vechile zamanı ol şey ile intifâ'a mukâbil olur.
Meselâ, hıyar-ı ayb ile reddolunan bir hayvanı müşteri kullanmış olmasından dolayı bâyi' ücret alamaz. Zira kablen-redd telef olaydı hasarı müşteriye ait olacaktı. MC. 86, 87, 88, 236, 344, 393, 891, 903. ● Article 85. The enjoyment of a thing is the compensating factor for any liability attaching thereto; that is to say, in the event of a thing being destroyed, the person to whom such thing belongs must suffer the loss and conversely may enjoy any advantages attaching thereto. Example:- An animal is returned by reason of an option for defect. The vendor may not charge any fee on account of the use of the animal, because if it had been fallen upon the purchaser. |
MC/86 | Madde 86 - Ücret ile zamân müctemi' olmaz. MC. 85, 87, 88, 416, 469, 511, 536, 545, 548, 551, 596. ● Article 86. Remuneration and liability to make good loss do not run together. |
MC/87 | Madde 87 - Mazarrat menfa'at mukâbelesindedir. Yani, bir şeyin menfa'atına nâil olan anın mazarratına da mütehammil olur. MC, 85, 86, 88, 292, 1073. 1152, 1308, 1316, 1319, 1324, 1327, 1328. ● Article 87. Disadvantage is an obligation accompanying enjoyment. That is to say, a person who enjoys a thing must submit to the disadvantages attaching thereto. |
88 | Madde 88 - Külfet ni'mete ve nümet külfete göredir. MC. 85, 86, 87. ● Article 88. The burden is in proportion to the benefit and the benefit to the burden. |
89 | Madde 89 - Bir fiilin hükmü fâiline muzâf kılınır ve mücbir olmadıkça âmirine muzaaf kılınmaz. MC 90, 92, 93, 95, 9. Kizp, 293. ● Article 89. The responsibility for an act falls upon the author thereof; it does not fall upon the person ordering such act to be performed, provided that such person does not compel the commission thereof. |
90 | Madde 90 - Mübâşir yani bizzat fâil ile mütesebbib müctemi' oldukda hükm ol fâile muzaf kılınır. Meselâ. birinin tarîk-i âmmda kazmış olduğu kuyuya diğeri, birinin hayvanını ilkâ ile itlâf ezse o zâmin olup kuyuyu hafr eden kimseye zamân lâzım gelmez. MC. 89, 91. 92 193, 922, 1828; TCK 52, 6467.; TBK. 41, vd. ● Article 90. If a person performs any act personally and is implicated therein with the person who is the cause thereof, the person performing such act is responsible thereof. Example:- A digs a well in the public highway and B causes C's animal to fall therein and to be destroyed. B is responsible thereof and no liability rests with the person who dug the well. |
91 | Madde 91 - Cevâz-ı şer'i zamâna münâfi olur. Meselâ, bir adamın kendi mülkünde kazmış olduğu kuyuya birinin hayvanı düşüp telef olsa zamân lazım gelmez. MC 92, 93, 796, 798, 822, 224, 875, 924, 1075, 1192.; TCK. 52, 64-67, 78, 49-51. ● Article 91. An act allowed by law cannot be made the subject of a claim to compensation. Example:- An animal belonging to A falls into a well which B has dug on his own property held in absolute ownership and such animal is destroyed . No compensation can be claimed. |
92 | Madde 92 - Mübâşir müteammid olmasa da zâmin olur. MC. 91, 93. 912, 913. 926; 41 vd. ● Article 92. A person who performs an act, even though not intentionally, is liable to make good any loss caused thereby. |
93 | Madde 93 - Mütesebbib müteammid olmadıkça zâmin olmaz. MC. 91, 93, 913, 924; TBK 41 ● Article 93. A person who is the cause of an act being performed is not liable to make good any loss caused by such act unless he has acted intentionally. |
94 | Madde 94 -Hayvanâtın kendiliğinden olarak cinâyet ve mazarratı hederdir. MC. 81, 929, 931, 932. 933.939 ● Article 94. No liability attaches in connection with offences of or damage caused by animals of their own accord. |
95 | Madde 95 - Gayrın mülkünde tasarrufla emretmek bâtıldır. MC. 96, 97, 125, 657, 1007, 1510.: TEK. 411, 413.; 900 vd. ● Article 95. Any order given for dealing with the property of any other person held in absolute ownership is void. |
96 | Madde 96 - Bir kimsenin mülkünde anın izni olmaksızın âhar bir kimsenin tasarruf etmesi câiz değildir. MC, MC/27, MC/45, MC/95, MC/97, MC/365.MC/446*MC/799, MC/857, MC/919, MC/1075, MC/1078, MC/1079, MC/1459, MC/1546. ● Article 96. No person may deal with the property of another held in absolute ownership without suchperson's permission. |
97 | Madde 97 - Bilâ-sebeb-i meşrü' birinin malını bir kimsenin ahz eylemesi câiz olmaz. MC. 95, 96, 369, MC/891, MC/889.; TMK. 2.; TBK 61, 41 ● Article 97. No person may take another person's property without some legal reason. |
98 | Madde 98 - Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü ol şeyin tebeddülü makâmına kâimdir. MC. 255, 869.● Article 98. Any change is the cause of the ownership of a thing held in absolute ownership is equivalent to a change in that thing itself. |
99 | Madde 99 — Kim ki bir şeyi vaktinden evvel isti'câl eyler ise mahrûmiyetle mu'âteb olur. TMK. 285-286.; TCK. 343, 477.● Article 99. Any person who hastens the accomplishment of a thing before its due time, is punished by being deprived thereof. |
100 | Madde 100 — Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakz etmeğe sa'y ederse sa'yi merduttur. MC. 19, 356, 368, 616, 898, 1658.; TMK. 3-4. ● Article 100. If any person seeks to disavow any act performed by himself, such attempt is entirely disregarded. |
MECELLE: 1.Kitap:Kitab-ul Büyu' .Book I:Sale | |
---|---|
Sale - Büyu' - ALIŞ VERİŞ]] | |
MC/101 | . |
MECELLE: 2.Kitap (Boş):Kitab'ul İcârât.(Boş) Majalla/BOOK II (Dolu) | |
---|---|
İcar . İcâr . İcârât . Hire (Adam kiralama, Arapça ecir) . Rent (Mülk kiralama). Kira . Kiralar . 1. a person who has been hired, especially in a cohort; 2. to exchange the services of for remuneration; 3. the state of being hired, or having a job; employment; | |
İcar | İcarat . İcar . İcâr . İcâre . İcâreten |
Müstecir . | Kiralayan . Kiracı . Müstecirin vazifeleri . Renter formerly, law renter, tenant, lessee
|
Mücir | Mücir . Mücirin vazifeleri |
Mecur | Kiralanan |
MC/ | . |
. |
MECELLE: 3.Kitap:Kitab'ul Kefâlet |
---|
MECELLE: 4.Kitap:Kitab'ul Havâle |
---|
MECELLE: 5.Kitap:Kitab'ul Rehn |
---|
MECELLE: 6.Kitap:Kitab'ul Emanet |
---|
MECELLE: 7.Kitap:Kitab-ul |
---|
MECELLE: 8.Kitap:Kitab'ul Hibe |
---|
MECELLE: 9.Kitap:Kitab'ul Hacr ve-l İkrah Veş-Şuf'a |
---|
MECELLE: 10.Kitap:KİTAB'UL ŞİRKET • Majalla:BOOK X: JOINT OWNERSHIP | |
---|---|
x | |
İstilahat | Terminoloji: Şirket (JOINT) |
Kitab-ı Şirket/Düz metin |
MECELLE: 11.KİTAP:KİTÂBÜ'L-VEKÂLE (Vekalet Kitabı).KİTÂB-I HÂDÎ AŞAR:Bir Mukaddime 3 Bab (1449-1530 Maddeler arası)- Kitâbü'l-Vekâle/Düz metin - Book XI :AGENCY . Portal:Mecelle | |
---|---|
Terimler | Vekalet .Vekalet sözleşmesi |
MECELLE: 12. KİTAP: KSVİ - KİTÂBÜ'S-SULH VE'L-İBRÂ - KİTÂBÜ'S-SULH VE'L-İBRÂ/Düz Metin |
---|
MECELLE :13.KİTAP: KİTÂBÜ'L-İKRÂR (İKRAR KİTABI) KİTÂB-I SÂLİS-İ AŞAR
İKRAR HAKKINDA OLUP DÖRT BÂBI MÜŞTEMİLDİR BÂB-I EVVEL:İKRÂRIN ŞERÂ'İTİ BEYANINDADIR | |
---|---|
MADDE 1572 - İkrâr, bir kimse diğer kinmesnenin kendisinde olan hakkını haber vermekdir. Ol kimseye mukirr ve ol kimesneye mukarrun leh ve ol hakka mukarrun bih denilir. | |
Terimler (Istılahat) | İkrar . Mukirr .Mukarrun leh . Mukarrun bih |
Şerati(Şartları) | x |
MECELLE:14.KİTAP: KİTÂBÜ'L-DA'VÂ .KİTAB-I RÂBİ'İ AŞER. Kitab-ı Dava. Dava• Mecelle• Kitab-ı Dava/Düz metin• Kitab-ı Dava/Osmanî•[[]]•[[]]•[[]]•[[]] |
---|
MECELLE: 15.KİTAP: KBVT .KİTÂBÜ'L-BEYYİNÂT VE'T-TAHLîF . KBVT/Düz metin . Kitab-ı Beyyinat ve Tehalif eski. Kitab-ı beyyinat ve tehalif yeni buna yönlendir . DRİVE | |
---|---|
Beyyine külfeti | |
Istılahat (Terimler | Tevatür. Beyyine . Beyyinât. Beyyinat. Tehalif. |
KBVT/Fasl-ı Evvel | İlk fasıl: |
MECELLE: 16. KİTAP Kitab-ı Kaza (ANA)- KİTÂBÜ'L-KAZÂ - KİTÂB-I SÂDİS-İ AŞAR :KAZÂ HAKKINDA OLUP BİR MUKADDİME İLE DÖRT BÂBI MÜŞTEMİLDİR
Kitab-ı Kaza/Günümüz Türkçesiyle Karşılaştırılmalı ve güncel Türkçe olup Güncel Türkesi gözden geçirilip mukayeler geliştirilmelidir. KİTÂBÜ'L-KAZÂ/Düz metin | |
---|---|
Mukaddime | Kitab-ı Kaza/Mukaddime : Bâzı Istılâhât-ı fıkhiyye beyânındadır.Kazâ hüküm ve hâkimlik ma'nâlarına gelir. Madde 1785 - Hâkim beyne'n-nâs vuku bulan da'vâ ve muhâsamayı ahkâm-ı meşrûiasına tevfikan fasl ve hasm için taraf-ı sultânîden nasb u ta'yîn buyurulan zâttır. MC/1805.
Madde 1786 - Hüküm, hâkimin muhâsamayı kat' ve hasmeylemesidir. Madde 1784 Kazâ hüküm ve hâkimlik ma'nâlarına gelir. Madde 1785 - Hâkim beyne'n-nâs vuku bulan da'vâ ve muhâsamayı ahkâm-ı meşrûiasına tevfikan fasl ve hasm için taraf-ı sultânîden nasb u ta'yîn buyurulan zâttır. Madde 1786 - Hüküm, hâkimin muhâsamayı kat' ve hasmeylemesidir. Bu dahi iki kısımdır. Kısm-ı evvel: Hâkimin hükmettim; iddi'â olunan şeyi ver demek gibi sözler ile mahkûmun bihi mahkûmun aleyhe ilzâm etmesi yani lâzım kılmasıdır. İşte buna kazâ-i ilzam ve kazâ-i istihkâm denilir. Kısm-ı Sânî: Hakkın yokdur, münâza'adan memnû'sun demek gibi sözler ile hâkimin müdde'îyi münâza'adan men' etmesidir. Buna dahi kazâ-i terk denilir. MC. 1331.; HUMK. 388-393. Madde 1787 — Mahkûmun bih, hâkimin mahkûmun aleyhe ilzâm ettiği şeylerdir ki, kazâ-i ilzam müdde'înin hakkını îfâ etmesi ve kazâ-i terkde müdde'înin münâza'adan vazgeçmesidir.MC. 1619. Madde 1788 - Mahkûmun aleyh, aleyhine hükmolunan kimesnedir. MC. 1676. Madde 1789 — Mahkûmun leh, lehine hükmolunan kimsedir. MC. 1697. Madde 1790 Tahkîm hasmeynin husûmet ve da'vâlarını fasl için rızâları ile âhar kimseyi hâkim ittihaz etmelerinden ibârettir. Ol kimseye fethateyn ile hakem ve mimlin zammı ve hâ'nın fethi ve kâf-ı müşeddede-i meftûha ile muhakkem denilir. Madde 1791 - Vekîl-i musahhar, mahkemeye ihzâr olunamayan müdde'â aleyhe hâkim tarafından nasb olunan vekîldir, MC, 1844. |
Hakim | Kitab-ı Kaza/BÂB-I EVVEL : 1 Fasl-ı Evvel :Hâkimin evsâfı beyânındadır. 2 Fasl-ı Sânî: Hâkimin âdâbı beyânındadır. 3 Fasl-ı Sâlis:Hâkimin vezâ'ifi beyânındadır. 4 Fasl-ı Râbii :Sûret-i muhâkemeye dâirdir. |
Hüküm | BÂB-I SÂNÎ :1 Fasl-ı Evvel: Hükmün şurûtu beyânındadır . 2 Fasl-ı Sâni: Hükm-i gıyâbî beyânındadır. |
Davanın rüyeti | BÂB-I SÂLİS: DA'VÂNIN BADEL-HÜKM RÜYETİ HAKKINDADIR. |
Tahkim | BÂB-I RÂBİ' . TAHKîME DÂiR MESÂİL BEYÂNINDADIR |
HÜKKÂMA DÂiR OLUP DÖRT FASLI HÂVîDİR
Fasl-ı Evvel: Hâkimin evsâfi beyânındadır Madde 1792 Hâkim, hakîm, fehîm, müstakîm ve emîn, mekîn, metîn olmalıdır. Madde 1793 - Hâkim mesâ'il-i fıkhiyyeye ve usûl-i muhâkemeye vâkıf ve deâvî-i vâkıfayı onlara tatbîkan fasl ve hasma muktedir olmalıdır. Madde 1794 Hâkimin temyîz-i tâmma muktedir olması lâzımdır. Fasl-ı Sânî: Hâkimin âdâbı beyânındadır Madde 1795 alış veriş ve mülâtefe Madde 1796 - Hâkim iki hasımdan hiçbirisinin hediyesini kabul etmez. Madde 1797 mütehâkimeynin ziyâfetine gitmez.Madde 1798 hânesine kabûl etmek ve biriyle halvet veyahut ikisinden birisine el ya göz veya baş ile işâret eylemek veya onlardan birisine gizli lakırdı yahut diğerinin bilmediği lisan ile söz söylemek gibi Madde 1799 -- Hâkim beyne'l-hasmeyn adl ile me'mûrdur. Binâenaleyh tarafeynden biri her ne kadar eşrâfdan ve diğeri ahâd-ı nâsdan olsa bile hîn-i muhâkemede tarafeyni oturtmak ve kendilerine imâle-i nazar ve hitâb etmek gibi muhâkemeye müte'allık muhâkemâtda tamâmıyla adi ve müsâvât ri'âyet etmesi lâzımdır.Fasl-ı Sânî: Hâkimin vezâ'ifi beyânındadır Madde 1800 - Hâkim, taraf-1 Sultândan icrây-ı muhâkemeye ve hükme vekildir, Madde 1801 -- Kazâ, zaman 've makân ile ve bazı husûsâtın istisnâsı ile tekayyüd ve tahassus eder. Ve bir mahkeme-i mu'ayyenede hükmetmek üzere nasbolunan hâkim ancak ol mahkemede hükmedip diğer bir mahalde hükmedemez. Ve kezâlik maslahat-ı âmme mülâhaza-i âdilesine binâen filan husûsa müteiallik da'vâ istimâ' olunmaya deyu emr-i sultânî sâdır olsa hâkim ol dalvâyı istimâd ve hükmedemez. Veyahut bir mahkeme hâkimi bazı husûsât-ı mu'ayyene istimâ'ına me'zûn olup da mâ'adâsını istimâ'a me'zûn olmasa ol hâkim ancak me'zûn olduğu husûsâtı istimâ' ve hükmeder. Mâladâsını istimâ' ve ve hükmedemez. Ve kezâlik bir müctehidin bir hususda re'yi, nâsa erfak ve maslahat-ı asra evfak olduğuna binâen onun re'yi ile amel olunmak üzere emr-i sultânî sâdır olsa ol husûsda hâkim ol müctehidin re'yine münâfi dîğer bir müctehidin re'yi ile amel edemez, ederse hükmü nâfiz olmaz. Madde 1802 - Bir da'vâyı malan istimâ' ve hükmetmek üzre nasb olunan iki hâkimden yalnız birisi ol da'vâyı istimâ' ve hükmedemez; ederse hükmü nâfiz olmaz. (1465.) maddeye bak. Madde 1803 - Mütedaddid hâkimi olan beldede hasmeynden birisi bir hâkimin ve diğer öbür hâkimin huzûrunda murâfa'a olmak isteyip de bu vechile beynlerinde ihtilâfvâki' olsa müddetâ aleyhin iddi'â eylediği hâkim tercih olunur. Madde 1804 - Bir hâkimin azli Madde 1806 Hâkimin istimâ' eylediği beyyine ile kendisi hükmedebilir. nâ'ib de . Şöyle ki, hâkim bir da'vâ hakkında beyyine istimâ'ı ve nâ'ibe ihbâr eylese nâ'ibi i'âde-i beyyine etmeksizin hâkimin ihbârı ile hükmedebilir ve hükme me'zûn olan nâ'ib bir husûsda beyyine istimâl edip de hâkime inhâ eylese hâkim i'âde-i beyyine etmeksizin nâ'ibin inhâsı ile hükmedebilir ammâ hükme me'zûn olmayıp da ancak tedkik ve istikşâf için beyyine istimâ'ına memûr olan kimsenin inhâsı ile hâkim hükmedemeyip bizzat istimâ'-ı beyyine etmesi lâzımdır. Madde 1807 Başka kazada hakimlik Madde 1808 - Davaya bakma yasagı Madde 1809 - Bir belde hâkiminin bir kimesne ile da'vâsı olduğu sûretde ol beldede dîğer hâkim varsa onun huzûrunda murâfa'a olurlar. muvellâ istid'â etmek. Madde 1810 - Hâkim ru'yet-i da'vâda el-akdemü fe'l-akdem kâ'idesine ri'âyet etmelidir. Madde 1811 istiftâ' etmesi câizdir. Madde 1812 - Hâkim, ğam ve ğussa ve açlık ve ğalebe-i nevm gibi sıhhat-ı tefekkküre mâni' olabilecek bir ârıza ile zihni müşevveş olduğu halde hükme tesaddî etmemelidir. Madde 1813 Hâkim murâfa'âtda icrây-ı tedkîkât etmekle beraber işi sürüncemede bırakmamalıdır.Madde 1814 sicillât defteri ilâmât ve senedâtı kayd muhafaza devir Fasl-ı Râbii:Sûret-i muhâkemeye dâirdir.Madde 1815 Hâkim muhâkemeye alenen icrâ eder. Fakat kable'l-hükm ne vechile hükmedileceğini ifşâ etmez. Madde 1816 — Hâkim evvelen müdde'îye da'vâsını takrîr ettirir. Ve evvelce da'vâsı tahrîren zabt olunmuş ise, davayı kırâaat ile mazmûnu kendisine tasdîk ettirilir . Madde 1817 Müddde'â aleyh, inkâr ederse hâkim müdde'îden beyyine talep eder. Madde 1818 müdde'â aleyhe yemîn teklîfi . Madde 1819Müddeinin yemin vermemesi Madde 1820 . nükûl . Madde 1821. Madde 1822 — sükut inkar sayılır.Madde 1823. Madde 1824 .Madde 1825 .Madde 1826.Madde 1827 BÂB-I SÂNÎ:HÜKME DÂiR OLUP İKİ FASLI MÜŞTEMİLDİR Fasl-ı Evvel:Hükmün şurûtu beyânındadır Madde 1829 Hükümde sebka-i da'vâ şartdır. Da'vâ sebk etmeden vukû' bulan hüküm sahîh olmaz. Madde 1830 -Madde 1831 Müdde'â aleyhin vekîli muvâcehesinde ikâme-i beyyine olundukdan sonra müdde'â aleyh bizzat meclis-i hükme hâzır olsa hâkim beyyine ile müddeâ aleyh üzerine hükmedebilir, Ve bilakis müddetâ aleyhin muvâcehesinde ikâme-i beyyine olundukdan sonra vekil meclise hâzır olsa hâkim ol beyyine ile vekîlin üzerine hükmedebelir. Fals-ı Sâni:Hükm-i gıyâbî Madde 1833 Madde 1834 Madde 1835 Madde 1836 BÂB-I SÂLiS:DA'VÂNIN BADEL-HÜKM RÜYETİ Madde 1837 Madde 1839 Madde 1840 BÂB-I RÂBİ':TAHKîMMadde 1841 Hukûk-ı nâsa mütedallık mal da'vâlarında tahkîm câizdir,Madde 1842 Madde 1843 Mahkemenin taaddüdü Madde 1844 Madde 1845 .Madde 1846 .Madde 1847.Madde 1848.Madde 1849- Madde 1850 - Madde 1851 |
ARAPÇA Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye • مجلة احكام عدلى
Mecelle Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası . Mecelle/Sadaretin Arzı ve İrade-i Seniyye . Mecelle/Mukaddime . Majalla/Introduction . Majalla/Part I. Majalla/ PART II Mecelle/İlk 100 MADDE: MC/1. MC/2. Mecelle'den seçme hükümler güzel medeni kanun hükümleri Mecellenin külli kaideleri. Mecellenin ilk 100 maddesi. Mecellenin ilk 100 maddesi/Osmanlıca. Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça. Mecellenin ilk 100 maddesi/Arapça Osmanlıca Türkçe. Mecellenin ilk 100 maddesi/Türkçe kelime izahlı. Mecellenin ilk 100 maddesi/Arabi Türki İzahlı ve Şerhli. Mecelle/Hukukun Kavaid-i Külliyesi. | |
---|---|
son çalışmalar:Osmanlıca PDF mecelle• İddianame için: mütevatirin aleyhine Beyyine kabul olunmaz. Madde 73.md Hatası zahir olan zanna itibar yoktur
MM hocası Atıf Bey şerhi - Archive org Atif bey mecelle Şerhi | |
Esbabı Mucibe | Mecelle Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası . |
Arz-ı Sadaret | Mecelle/Sadaretin Arzı ve İrade-i Seniyye . |
Mukaddime | Mecelle/Mukaddime
Majalla/Introduction .MAJALLA . Majalla/Part I. Majalla/ PART II |
Mecelle/İlk 100 MADDE | MC/1. MC/2.
Mecelle'den seçme hükümler güzel medeni kanun hümleri
|
Mecelle/Kitaplar | Mukaddime . Mecelle/Kitaplar:
Şehadetin keyfiyeti edası - 591 Şehadetin şurutu esasiyesi - 591 Şehadetin davaya muvafakatı s599- Şahitlerin ihtilafı s603 - karinei katı'a beyanında syf614 -
|
Mecelle/PDFleri
PDF Osmanlıca mecelle• Dosya:ENG Ottoman Majalle (Civil Law).pdf Dosya:232(1).pdf MM hocası Atıf Bey şerhi - Archive org Atif bey serhi Kitab-ı Dava -Kitab-ı beyyinat ve tehalif Doc kitabi dava• Kitab-ı Kaza• •Mecellenin külli kaideleri Mecelle/English | |
Türki | Mecelle/Türkçe Temyiz Reisi Ali Haydar Efendi Dürer-ül Hükkam şerhi |
ARABİ | Mecelle/Arabi
المؤلف: علي حيدر درر الحكام شرح مجلة الأحكام; المؤلف: علي حيدر; حالة الفهرسة: مفهرس فهرسة كاملة; الناشر: دار عالم الكتب; شرح المجلة (مجلة الأحكام العدلية الفقهية) تأليف: سليم رستم الباز Şerh-ül fıkıh |
Fransizca | Mecelle/Fransızca şerhi G.Sinapian Code Civil Ottoman |
English | Mecelle/English : AL-MAJALLA AL AHKAM AL ADALIYYAH (The Ottoman Courts Manual ) |
Rumca | Mecelle/Rumca |
Şerh | Mecelle şerhleri : Dürerül Hükkam Şerhu Mecelletil Ahkam- Hocaefendizade- Ali Haydar EFENDİ - Mir'at-i mecelle
Mecelle-i Ahkam-ı Adliyeden Kitab ül-Beyyinat ve Tahlif Atıf Bey Kuyucaklızade |
Kısımları | Baslangiç, Fikih Temel bilgileri olup, yüz birden dört yüz üçüncü maddeye kadardir.
|
Ahkam | Mecelle-i Ahkam-ı Adliye |
Şerh | Mecelle şerhleri : Dürerül Hükkam Şerhu Mecelletil Ahkam- Hocaefendizade- Ali Haydar EFENDİ - Mir'at-i mecelle
Mecelle-i Ahkam-ı Adliyeden Kitab ül-Beyyinat ve Tahlif Atıf Bey Kuyucaklızade |
Kısımları | Baslangiç, Fikih Temel bilgileri olup, yüz birden dört yüz üçüncü maddeye kadardir.
|
Çalışmalar | Tafsili Mecelle -
İcmali Mecelle - İzahlı Mecelle - Mecelle şerhi - Mecelle Taramaları - Osmanlıca Mecelle - Mecelle/Şerhleri- Karşılaştırmalı Mecelle-i Ahkam-ı Adliye: Mecelle Ta'dilleri ve ... |
Mecelle kartelası . Mecelle'nin Tadili |
ENGLISH: AL-MAJALLA AL AHKAM AL ADALIYYAH (The Journal of The Verdicts of The Justice or The Ottoman Courts Manual) Tam metin :Mecelle/İngilizce/Düz metin - Mecelle/English ENG word. (Majalla : INTRODUCTION .Part I: Article 1 :Majalla/Definition and Classification of Turkic Jurisprudence - Article 2: Majalla/ PART IIMajalla/MAXIMS OF TURKIC JURISPRUDENCE. (2-99 articles) +1.Book I: SALE (BUYU': 101-403 )+ 2.Book II:RENT (İCÂRAT: 404 -611 ) + 3.Book III:((612-672))Guarantee + 4.BookIV :Transfer of Debt: (673-700) + 5. Book V :Pledges (701-761)+ 6. Book VI Trust and trusteeship (762-832)+ 7.Book VII: Gift (833-880)+ 8. Book VIII: Wrongful Appropriation and Destructions WRONGFUL APPROPRIATION AND DESTRUCTION(881-940)+ 9.BookIX:Interdiction, Constraint and Pre-emption: (941-1044) + 10.Book 10: Joint Ownership (1045-1148)+ 11. Book 11: Agency (1449-1530) + 12. Book 12: Settlement and Release (1531-1571) + 13.Book 13: Admissions (1572-1612)+ 14.Book 14: Actions (1613-1675) + 15. Book 15: Evidence and Administration of an Oath (1676-1783)+ 16. Book 16: Administration of Justice by the Courts (1784-1851) | |
---|---|
Mecelle/Dictionary . Mecelle/Fransızca - Mecelle/Arabî . Mecelle/Osmani ❍ (Majalla : Introduction .INTRODUCTION .Part I: Article 1 :PART II :Majalla/Definition and Classification of Turkic Jurisprudence . Majalla/ PART II:Majalla/MAXIMS OF TURKIC JURISPRUDENCE. (2-99 articles) | |
Book I | Majalla/Book I: : BUYU' (SALE) ● Book 1: Sale. 1.Kitap: Kitab'ul Büyû' Bir mukaddime ve 7 bab (101-403) |
Book II | Majalla/Book II: RENT(İCARAT)● Book 2: Hire : 2.Kitap: Kitab'ul İcârât Bir mukaddime 8 Bab (403-611) |
Book III | Majalla/Book III: ● Book 3: Guarantee : 3.Kitap: Kitab'ul Kefâlet Bir Mukaddime 3 Bab (612-672) |
Book IV | Majalla/Book VI:● Book 4: Transfer of Debt :4.Kitap: Kitab'ul Havâle Bir Mukaddime 2 Bab (673-700) |
Book V | Majalla/Book V● Book 5: Pledges :5.Kitap: Kitab'ul Rehn Bir Mukaddime 3 Bab (701-761) |
Book VI | Majalla/Book VI● Book 6: Trust and trusteeship : 6.Kitap: Kitab'ul Emanet Bir Mukaddime 3 Bab (762-832) |
Book VII | Majalla/Book VII ● Book 7: Gift .7.Kitap: Kitab'ul Hibe Bir Mukaddime 2 Bab (833-880) |
Book VIII | Majalla/Book VIII● Book 8: Wrongful Appropriation and Destructions WRONGFUL APPROPRIATION AND DESTRUCTION8.Kitap: Kitab'ul Gasb ve-l İtlaf Bir Mukaddime 2 Bab (881-940) |
Book IX | Majalla/Book IX: Interdiction, Constraint and Pre-emption ●Book 9: Interdiction, Constraint and Pre-emption . 9.Kitap: Kitab'ul Hacr ve-l İkrah Veş-Şuf'a Bir Mukaddime 3 Bab (941-104 |
Book X | Majalla/Book X● Book 10: Joint Ownership 10.Kitap: -Kitab'ul Şirket Bir Mukaddime 8 Bab (1045-1148) |
Book XI | Majalla/Book XI● Book 11: Agency . 11.Kitap: Kitab'ul Vekalet Bir Mukaddime 3 Bab (1449-1530) |
Book XII | Majalla/Book XII● Book 12: Settlement and Release :12.Kitap: Kitab'ul Sulh ve-l İbra Bir Mukaddime 4 Bab (1531-1571) |
Book XIII | Majalla/Book XIII● Book 13: Admissions :13.Kitap: Kitab'ul İkrarBir Mukaddime 4 Bab (1572-1612) |
Book XIV | Majalla/Book XIV● Book 14: Actions :14.Kitap: Kitab'ul Da'vâ Bir Mukaddime 12 Bab (1613-1675) |
Book XV | Majalla/Book XV ● Book 15: Evidence and Administration of an Oath. 15.Kitap: Kitab'ul Beyyinat ve't-Tahlif Bir Mukaddime 4 Bab (1676-1783) |
Book XVI | Majalla/Book XVI ● Book 16: Administration of Justice by the Courts 16.Kitap: Kitab'ul Kazâ Bir Mukaddime 4 Bab (1784-1851) |
Kaynaklar | Majalla English Word text
Dosya:ENG Ottoman Majalle (Civil Law).pdf The Journal of The Verdicts of The Justice |
MECELLE: Mecelle cemiyeti | |
---|---|
Başkan : Ahmet Cevdet Paşa | |
Üyeler | 1) Filibeli Halil Efendi, 2) Seyfeddin İsmail Efendi, 3) Sirvanizâde Seyyid Ahmed Hulûsi Efendi, 4) Ahmed Hilmi Efendi, 5) Bağdatlı Muhammed Emin Efendi, 6) İbn-i Âbidinzâde Alâeddin Efendi, 7) Gerdankıran Ömer Hulûsi Efendi, 8) Şeyhülislâm Kara Halil Efendi, 9) İsa Ruhî Efendi, 10) Yunus Vehbi Efendi, 11) Abdüllatif Şükrü Efendi, 12) Ahmed Hâlid Efendi, 13) Karinâbadli Ömer Hilmi Efendi, 14) Abdüssettar Efendi |
Oluşumu | Hanefî fıkhından muktebes bir medenî kanun vücuda getirmek için Celaleddin Devvanî’nin Def-i Mezâlim adlı eserinden mülhem olarak, şer‘î mahkemelerin yanı başında nizamiye mahkemelerinin bulunmasında bir mahzûr görmeyen Cevdet Paşa’nın muârızları ile olan mücâdelesi şöyle hulâsa olunabilir: Başta Fransa elçisi olmak üzere muârızları 1804 tarihli Fransız Medenî Kanunu’nun kabulüne taraftar idiler. Ticâret nazırı Kabulî Paşa Fransız Codé Civil’ini Türkçe’ye tercüme ettirerek tasdik için Meclis-i Vükelâ’ya getirmiş idi. Bu husûsun müzâkeresi için havâss-ı vükelâdan mürekkeb encümende Fuad Paşa’nın söylediği nutuktan, Şirvânî-zâde Rüşdi Paşa ile Cevdet Paşa tarafından gösterilen delîlleri dinledikten sonra, fıkıh kitaplarından muâmelâta dair, zamanın icaplarına uygun olan meseleleri toplayarak, Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye namı ile bir kitap kaleme alınmak üzere Cevdet Paşa’nın reisliği altında memleketin değerli âlimlerinden müteşekkil bir ilim cemiyeti kurulmasına karar verilmiştir. İşte Mecelle Cemiyeti diye meşhûr olan ilim cemiyeti budur. Cevdet Paşa Mecelle’nin ehemmiyetinden bahsederken, bunun bütün nizamî mahkemelerde tatbik edildiğini, Kıbrıs’ta bile İngilizler tarafından mer‘î tutulduğunu, Bulgaristan Emâreti’nin teşekkülünde Bulgarların önce Mecelle’yi kendi lisanlarına tercüme ederek kanunlarına esas olarak aldıklarını söylemiştir. |
Tarihçesi | Mecelle’nin mukaddimesi ile birinci kitabı olan Bey’ 1286’da, 2. kitabı olan İcâre 1286’da, 3. kitabı olan Kefâlet 1287’de hazırlanmış ve ertesi senenin Muharrem’inde irâdesi alınmıştır. Yine bu sene Mecelle’nin 4. kitabı olan Havâle hazırlanmış ise de, bu bâbdaki cemiyet mazbatası epeyce çetin müzâkerelere marûz kalmıştır. Bu mazbatanın Sâdaret makamına takdiminden 8 gün sonra Divan-ı Ahkâm-ı Adliye nezâretinden azlolunan Cevdet Paşa’nın cemiyetten uzaklaştırılmış bulunması yüzünden çalışmalar aksamış ve bu kitap ancak senenin sonlarına doğru padişahın tasdikına sunulmuştur. 1287 senesi Şevvâl’inde Mecelle’nin 5. kitabı olan Rehin hazırlanıp Sâdaret makamına gönderilmiştir. Cevdet Paşa azledilmeden önce bu kitap oldukça hazırlanmış ve yazdığı müsveddeler kısmen tebyiz edilmiş idi. Yalnız rehinin son bahisleri olan akdin hükümlerinde bir eksiklik kalıp kalmadığını hakkı ile tetkike vakit kalmadan reislikten ayrılması üzerine fıkıhta rehinin en büyük hükmü sayılan, merhûnun telefi halinde borcun sukuta uğrayacağının tasrihi unutulmuştur. Cevdet Paşa’nın azlinden sonra zayıf bir surette teşekkül eden cemiyetin 6. kitabı olarak hazırladığı Vedia evvelki kitaplara uygun düşmediğinden her taraftan yapılan itirazlar ve tenkitler üzerine Cevdet Paşa’yı tekrar iş başına getirmek zarureti hâsıl olmuş ve bunun yerine vedia meselelerini de bir bâb halinde ihtivâ eylemek üzere Emânât kitabı yazılmıştır. 1289 yılı başlangıcında 7. kitap olan Hibe ve 8. kitap olan Gasp ve İtlaf neşredilmiştir. Bu kitapların baskı işleri ile uğraşıldığı sırada Mahmud Nedim Paşa’nın sadâret makamına gelmesi üzerine Cevdet Paşa tekrar cemiyet başından alınarak, arzusu hilâfına, Maraş valiliğine gönderilmiş ve bu yüzden yine bu iş yarım kalmıştır. Maraş vilâyetinin ilgâsı üzerine, İstanbul’a dönen Cevdet Paşa, sadrâzam Midhat Paşa tarafından, Mecelle’nin hazırlanmasına memur edildiğinden Hacir-İkrâh-Şüf’a adlı 9. kitap kaleme alınmıştır. Midhat Paşa’nın bu işe karşı gösterdiği husûsî alâka dolayısı ile toplantı yeri Bâb-ı Fetvâ’dan Bâbıâli’ye nakledilmiş olması yüzünden, Cevdet Paşa kendisini daha serbest bir muhitte bulmuş ve bu devrede hazırlanan kitapları, ilk devredekiler gibi, mûcip sebeplere dayanmak ve asrın yenilik bakımından olan icapları gözönüne alınmak suretiyle kaleme alınmıştır. 9. ve 10. Kitaplar, ihtivâ ettikleri hükümler bakımından, çok zengindir. Bunlar Bâbıâli vasıtası ile değil, Şeyhülislâm Turşucuzâde Ahmed Muhtar Efendi vasıtası ile, doğrudan doğruya padişaha sunularak, tasdik ettirilmiş ve keyfiyet Bâbıâli’ye Meşihat Dâiresi tarafından bildirilmiştir.
Şeyhülislâmın eski an’anede mevcut bulunan bu salâhiyetini 1293 Kanun-ı Esasî’si dahi teyit etmiştir. Meşrutiyet’in ikinci defa ilânından sonra da bu kanunun esaslı surette değiştirilen maddelerinden biri olan 29. maddenin son fıkrasında da “Şeyhülislâm muhtâc-ı müzâkere olmayan mevâddı doğrudan doğruya arzeder” kaydı vardır. Şeyhülislâmın yazılı olmayan hükümlerde imamların kavillerinden biri yerine diğerini koymak için “imam-ı müslimîn”e yapacağı arzın müzâkereye muhtac bir keyfiyet sayılmayacağı da âşikârdır. 1291 senesinde 10. kitap olan Şirket bastırılmış ve 11. kitap olan Vekâlet ve 12. kitap olan Sulh ve İbrâ’ya ait çalışmalar bitirilmiştir. Akşehirli Hasan Fehmi Efendi’nin yeniden şeyhülislâm olması üzerine kitapları Bâbıâli vasıtası ile arzı usûlüne dönülmüş ise de bu 12. kitaba ait mazbata Sadâret’e takdim olunmadan Cevdet Paşa’nın âni olarak Yanya valiliğine tayin olunması sebebi ile çalışmaları yine yüz üstü kalmıştır. Mâmafih Yanya’ya gittikten sonra da Cevdet Paşa, gayr-i resmî olarak, bu cemiyetin işleri ile uğraşmıştır. Halbuki ikinci defa Maarif nazırlığına tayin olunduktan sonra bu husûstaki çalışmalarını az çok gevşetmiştir. Mâmafih Adliye nazırlığına ikinci defa gelen Cevdet Paşa’nın Mecelle’de bırakılan noksanı nezârete ilave olunan ticâret mahkemeleri dolayısı ile pek yakından hissetmesi ve usûl-i muhakemenin esaslı ve sâlim kaidelere raptının âcil bir ihtiyac halini alması üzerine, hukuk muhâkemesi usûlüne ait hükümleri de ihtivâ edecek olan Mecelle çalışmaları hızlanmış ve bu sırada cemiyetce tamamlanan ve 13. kitap olan İkrâr’ı Adliye nazırı unvanı ile imzalamıştır. 14. kitap olan Dâva 1293’te irâdeye sunulmuştur ve bunu 15. kitap olan Beyyinât ve müteâkıben 16. ve sonuncu olan Kazâ kitabı tâkip etmiştir. Bundan sonra cemiyet kasâme meselesi ile uğraşmış, mahkemelerce tatbikatta pek çok güçlüklere sebebiyet veren bu güç iş de irâdeye sunulan bir müzekkere ile sağlam esasa bağlanmıştır. Sultan Abdülhamid II.’in günden güne artan vehmi, cemiyete iştirâk edenlerin sayısı ne kadar az olursa olsun her toplantıyı endişe ile karşılaması yüzünden çalışmaları felce uğratmış ve Mecelle’nin 16. kitabından sonraki kitapların takdiminden vazgeçilmiştir. |
Mütealalar | Elmalılı Hamdi Yazır, 1909 yılında kaleme aldığı Mehâkim-i Şer’iyye ve Hükkâm-ı Şer’ Kanunu ve Esbâb-ı Mûcibe Mazbatası’nda “kanun-ı medenîmiz” olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye ve Mecelle Cemiyeti hakkında şunları söylüyordu: “(…) bu devirler içinde yalnız Mecelle Cem’iyyet-i Celîlesi’nin eser-i himmeti olan kanûn-ı medenîmiz, kuvve-i kazâiyyemiz nâmına bir vesîle-i ibtihâc teşkil edebilirdi. Cem’iyyet-i müşârun ileyhânın idâmesiyle teşkîlât-ı adliyemizin ikmâline kadar o himmete mürâcaat olunmuş olaydı, Osmanlılar bugün pek muntazam bir kuvve-i kazâiyyeye mâlik olurlardı.” |
Cevdet Paşa 1303 (h.) tarihinde 5. defa Adliye nazırlığına gelince, Mecelle işleri ile yeniden uğraşmaya imkân bulmuş ise de, eski arkadaşlarından yalnız Karin-abatlı Ömer Hilmi Efendi kalmış ve yeniden âzâ tayin edilenler ile cemiyet eski tecânüsünü kaybetmiştir. Nihâyet Bâb-ı Fetvâ’daki ictimâlar Abdülhamid II.’in vehimini arttırdığından Cevdet Paşa’ya yapılan itaptan ve Sadrâzam Said Paşa’nın padişahın arzusuna uygun mütâleası alındıktan sonra 26 Cemâziyelevvel 1306 tarihli irâde ile cemiyet ilgâ olunmuş ve Mecelle mesâisi resmen nihâyet bulmuştur. |