4'lü iki beyitin tablo sunumu[]
Mezarlık
|
Mezarlık
|
Cemetery
|
Osmanlıca
|
Bakma kabristânın ancak sâha-i medhûşuna,
Dur da bir müddet kulak ver nâle-i hâmûşuna! Kalbi hiç benzer mi bak sîmâ yı heybet pûşuna! Kim ki dalmıştır hayâtın seyl-i cûşâ-cûşuna, Can atar, birgün gelir, yorgun düşüp âgûşuna! |
Bu ürkütücü mezarlık alanına sade bakıp geçme,
Dur da bir süre kulak ver sessiz iniltisine! Kalbi hiç benzer mi bak o heybetli yüzüne! Kapılıp gidenler hayatın coştukça coşan seline, Gün gelir, yorgun düşer, can atarlar sinesine. |
Don’t only look and pass this frightening cemetery area,Give me some time, stop and listen to the silence scream Look that the heart is similar to the imposing face! Those who drifted away in the wild flood of life, Day comes, tired, eager to reach its bossom
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Ey mezâristan, ne âlemsin, ne yüksek fıtratin!
Sende pinhân en güzîn evlâdı insâniyyetin; Senden istimdâd eder feryâdı ye'sin, haybetin. Bir yığın göz nûrusun, yâhud muhammer tıynetin,
|
Ey mezarlık, ne âlemsin, ne yüksek yapıdasın!
Sende saklıdır en seçkin evladı insanlığın; Senden medet umar feryadı yoksunluğun, ümitsizliğin. Bir yığın göz nurusun, yahut yoğurulmuş mayan, Milletin temiz ruhundan coşan göz yaşlarından. |
Oh cemetery, how high you’re ! You reserve the son of the most distinguished of mankind; The deprivision of cry and despair hopes for your help..
You’re the heavenly light , or mixed yeast, Ages gushing through the pure soul of the nations. |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Şanlı bir târîhsin: Mâzî-i millet sendedir.
Varsa ibret sendedir, Hikmet de elbet sendedir;
|
Şanlı bir tarihsin, milletin geçmişi sendedir.
Varsa ibret sendedir, hikmet de elbet sendedir; Yayılıp yükselme devirleri yadında, devlet sendedir! Çünkü hürriyet, kahramanlık sende, gayret sendedir, Yaşamak bence artık alçaklıkla bir, şeref ve itibar sendedir! |
You’re the glorious history, the nation's history is in you. If there is any virtue it is in you, and of course wisdom is in you Periods of increased spread in mind, things are in happiness! Because freedom, heroism is in you, endevour is in you, I think living is the same as vileness nowadays, honor and dignity is in you |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Ey ademle varlığın ser-haddi, iklîm-i salâh!
Başlarında sermedî bir sâye, bir müşfık cenâh
Zıll-i memdûdunda var âsûde bir reng-i felâh. Leyl-i dûrâ-dûruna olsun fedâ yüz bin sabâh! |
Ey varlıkla yokluğu ayıran sınır, iyilik ve barış iklimi!
Başlarında ebedi bir gölge, bir şefkatli kanat Olmasan, kimsesizler nereden ferahlık bulurlar? Uzayıp giden gölgende huzurlu bir mutluluk sezilmekte. Bitmeyen gecene olsun feda yüz bin sabah! |
O boundary that separates the absence and the presence asset, the climate of peace and goodness!
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Cevherin toprak değil, pek başka bir ma'den senin.
Âh bilmezler ki üstünden geçerlerken senin, Bin dimağın lübbüdür her zerre hâkinden senin. Öyle feyyâz, ey zemîn-i ma'rifet, mâyen senin: Sâye-gâhından çıkarken rûh olur her ten senin! |
Cevherin toprak değil, pek başka bir maden senin.
Ah bilmezler ki üstünden geçerlerken senin, Bin beynin özüdür her zerre toprağından senin. Ey marifet iklimi, öyle feyizli ki mayan senin: Gölgeliğinden çıkarken ruh olur her beden senin! |
Your ore isn’t soil, some other mine .
O ingenuity climate, so that the yeast you always live: while your shadow is the soul of each body |
örnek osmanlıca مقدمة
|
Ey mezâristan, nihan ka'rında yüz binlerce mâh,
Fışkıran hâk-i remîminden bütün nûr-i nigâh! Nâzeninler yâl ü bâlinden nişandır her kiyâh... Serviler Mevlâ ya yükselmiç birer berceste âh,
|
Ey mezarlık, yüz binlerce ay yüzlü derinliklerinde gizlidir,
Çürümüş toprağından hep göz nuru varlıklar fışkırmaktadır! Her ot nazlı güzellerin boyundan boşundan bir nişandır. Serviler Mevla'ya ahenk içinde yükselmiş birer âhdır. Çukurlar da Mevla'dan inmiş en güvenli bir yataktır. |
O cemetery, hidden in the depths of hundreds of thousands of moon-faced,
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Ey şebistân, ey adem, ey perde perde kibriyâ.
Sendedir ümmîdler: Senden doğar fecr-i bekâ.
|
Ey karanlıklar ülkesi, ey yokluk âlemi,ey ululuğun perde perde açıldığı yer,
Sendedir ümitler: Beka şafağı senden doğar. Her parça taşın ilahi âhenkte bin şiir okur; Her hikmetli şiirinde ruh ebedilikle tanışır. Ey semavi toprak, benden bin selam olsun sana. |
O land of darkness, O world of absence, the place the curtain of greatness’s opened slowly The hopes are all in you: Dawn eternity rises from you Each piece of Stone reads thousands of poet in divine harmony ;
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Sıkınca rûhumu ba'zen metâlibiyle hayât,
Olur yegâne mesîrem mahalle-i emvât. |
Hayatın istekleri bazan ruhumu sıktığında,
Tek gezinti yerim ölüler mahallesi olur. |
When demands of life squeezes in my soul I have a walk among the deads
|
örnek osmanlıca مقدمة lıca مقدمة
|
Muhît-i velvele-dârında zindegânînin,
Ferâğ-ı dâimi yoktur hayât-ı sânînin. |
Çünkü diriler dünyasının gürültülü ortamında
İkinci hayatın o sürekli ihtiyaçtan uzak tutan huzurlu havası yoktur. |
Because in the noisy environment of the world alive There isn’t peacefull atmosphere that continiously keeps away from necessity of the second life
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Ne levs-i hırs ü mezellet zemîn-i pâkinde,
Ne hây ü hûy-i maîşet harîm-i hâkinde, |
Bu hayatın ne temiz ikliminde hırs ve alçaklık kirleri,
Ne de toprağında geçim kaygısının çırpınışları bulunur. |
In that life there is neither the dirt of meanness and greedy in that clean climate nor the struggle of life on the land
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Bu kâinât-ı huzûnın fezâ yı sâmitini
Görünce, ömr-i perîşânımın merâretini, |
Bu huzur evreninin sessiz fezasını
Görünce,perişan ömrümün acılığını, |
Seeing the silent sky of this quiet peaceful universe I go away from masiva, by forgetting the bitterness of my miserable life only for a moment
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Velev bir ân için olsun atıp hayâlimden,
Uzaklaşır giderim mâsivâya artık ben. |
Bir an için bile olsa atıp hayalimden,
Uzaklaşır giderim mâsivâdan (1) artık ben |
I go away from masiva, by forgetting the bitterness of my miserable life only for a moment
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Şu mâsivâ denilen kayd-ı ukde ber-ukde
Kırılmadan olaamaz ruh bir dem âsûde |
Şu mâsivâ denilen düğüm düğüm bağ
Parçalanmadan kavuşamaz ruh bir an bile huzura. |
Without tearing the masiva, that we call knot out The soul can’t rest in peace for a moment
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Fakat kırılmak için böyle bir zemîn ister...
Zemîn değil yalınız, kalb-i âhenin ister! |
Fakat parçalanmak için böyle bir yer ister...
Yer değil yalnız, demirden bir yürek ister! |
But a place is needed to be torn out... Not only a place , but also a heart of iron is needed!
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Geçen sabâh idi Eyyûb'a doğru çıkmıştım.
Aşıp da sûrunu şehrin atınca birkaç adım, |
Geçen sabah idi Eyüp'e doğru çıkmıştım.
Şehrin surlarını aşıp da bir kaç adım attığımda, |
It was last morning , was on the way to Eyüp When I take a few steps to go beyond the city walls
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Ufuk değişti, önümden çekildi eski cihan;
Göründü karşıda füshat-serâ yı kabristan |
Ufuk değişti, önümden çekildi eski cihan;
Göründü karşıda göz alıcı genişliğiyle kabristan. |
Horizon has changed, old universe has changed;Across, the dazzling width of cemetery was seen
|
<div lang="tr" |
Fakat o bir koca deryâ-yı sermediyyet idi,
Ki her haziyre-i sengîni mevc-i müncemidi! |
Fakat o bir koca sonsuzluk denizi idi,
Ki taştan mezarları donmuş dalgalara denkti. |
But it was a big sea of eternity, Stone tombs were like frozen waves.
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Kenarda durmıyarak girdim en derin yerine,
Oturdum arkamı verdim de taşlann birine. |
Kenarda durmayarak girdim en derin yerine,
Oturdum arkamı verdim de taşların birine. |
I didn’t wait instead I entered to the deepest I sat down I gave my back to one of the stones.
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Ridâ-yı samte bürünmüş bütün yesâr ü yemîn,
Huzûr içinde ağaçlar, sükûn içinde zemîn. |
Sessizlik örtüsüne bürünmüş sağım solum,
Huzur içinde ağaçlar, sükûn içinde zemin. |
I was covered with a layer of silence from right to left Trees in peace, tranquility in ground
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Bütün o yükselen emvâc, o bî-nihâye deniz,
Derin bir uykuya dalmıştı, her taraf sessiz. |
Huzur içinde ağaçlar, sükûn içinde zemin.
Bütün o yükselen dalgalar, o sonsuz deniz, |
All the rising waves, that endless sea,
|
örnek osmanlıca مقدمة div>
|
Yavaş yavaş açılıp perde-i likâ yı muhit;
Harîm-i rûhumu doldurdu kibriyâ-yı muhit. |
Derin bir uykuya dalmıştı, her taraf sessiz.
Ortamın yüzündeki perde yavaş yavaş açıldı; |
Dived into a deep sleep, everywhere is silent. The curtain of the surrounding opened slowly;
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Fakat bu beste-i lâhût nerden aksediyor,
Ki "Ellezî halâka'l-mevte ve'l-hayâte... " diyor? |
Fakat bu ilahi beste nereden aksediyor,
Ki "Ellezî halaka'l-mevte ve'1-hayâte" (2) diyor. |
But where does this divine composition echo from? "Ellezî halaka'l-mevte ve'1-hayate" it says
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Nedir samîm-i sükûnette böyle bir feryâd?
Neşîde Hâlik'ın, ammâ kim eyliyor inşâd? |
Sessizliğin derinliklerinde bu feryat nedir?
Bu tesirli söz Allah'ın, ama kim okuyor? |
What is that cry in the depth of silence? The effective word of God, but who is reading?
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Zaman zaman ederek yükselen terâne hurûş,
Enîne başladı nâgâh kâinât-ı hamûş! |
Yükselen nağmeler yer yer coşuyorken,
Birden o suskun evren inlemeye başladı. |
While rising melodies are getting violent
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
O serviler müteheyyic cemâ'at-i kübrâ
Kesildi... Her birisinden duyuldu aynı sadâ. |
Serviler ise heyecana gelmiş bir büyük cemaat Kesildi...
Her birinden aynı seda duyuldu. |
Cypresses became a big religious community lost in the excitement Each of which was heard the same sound.
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Mekâbir inledi, taşlar birer lisân oldu;
Kitâbeler de o taşlarla hem-zebân oldu. |
Mezarlar inledi, taşlar birer dil hâline geldi,
Kitabeler de o taşlarla aynı dilden konuştu. |
Graves moaned, the stones became a language,
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Görünce zinde bütün mahşer-i heyûlâyı,
Mezâra rûh veren nefh-i pâk-i Mevlâyı, |
Bütün bu varlıklar mahşerini dirilmiş görünce,
Ben de Allah'ın can veren mukaddes üfleyişini, |
All these creatures seeing their their last judgment risen
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Hayâle daldım; o füshat-serâ yı dûrâ-dûr
Göründü dîde-i medhûşa bir cihân-ı nüşûr! |
Hayal etmeye başladım; bu uzayıp giden göz alıcı genişlik,
Dehşete uğramış gözlerime kıyamet âlemi göründü.
|
that gives life this eye-catching width, became a sign of Doomsday for me
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Kefen be-dûş-i bekâ bî-nihâye ecsâdın,
O, dehri hîçe sayan, kârbân-ı ecdâdın, |
Süreklilik kefenini omzuna atmış sayısız cesedin,
O dünyayı hiçe sayan ataların kervanı |
I watched, many dead bodies carrying their eternity shroud on their shoulders,
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Akın akın geçerek pîşgâh-ı izzette,
-Muhît-i havf ü recâdan makâm-ı hayrette- |
Akın akın geçerek Allah'ın yüce huzurunda,
-Bir korku ve ümit havasında, şaşkınlık içinde- |
Passing through the presence of God
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Kıyâm-ı aczini seyreyledim... Ne dehşetmiş
Sücûd-i hilkati görmek huzûr-i kudrette! |
Aciz bir halde dikildiklerini seyrettim...Ne dehşetmiş
Yaratılmışların secde edişini görmek Allah'ın huzurunda. |
Standing still in weakness
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Bu herc ü merc-i kıyâmet-nümûna hâkim olan
Hatîb-i âlem-i ulvî nihâyet oldu iyan: |
Bu kıyamete benzer kargaşalığın sebebi,
Yüce âleme ait sözleri okuyan kişi sonunda ortaya çıktı: |
At the end The reason of this ruction,
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Gözüm, uzaktaki bir medfenin ayak ucuna
Çöküp ziyâret eden, bir çocukla bir kadına |
Gözüm, uzaktaki bir mezarın ayak ucuna
Çöküp ziyaret eden bir çocukla bir kadına |
I saw a child and an old woman visiting an old grave
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
İlişti. Sonra biraz yaklaşınca, iyiden iyi
Tezâhür eyledi: Baktım, çocuk "Tebâreke "yi |
İlişti. Sonra biraz yaklaşınca, iyiden iyi
Anlaşıldı. Baktım çocuk "Tebareke"yi |
Then a little closer, everything is clear I saw a child reading "tebareke" from memory
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Kemâl-i vecd ile ezber tilâvet eylemede;
Yanında annesi gözyaşlarıyle dinlemede. |
Kendinden tamamen geçmiş, ezberden okumakta;
Yanında annesi gözyaşlarıyla dinlemekte. |
Lost in himself Beside his mother is listening in tears
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Zemîne ra'şe verirken neşâid-i melekût,
Ne manzaraydı İlâhî o makber-i mebhût? |
Melekût âleminin hikmet dolu ahenkli sözleri zemini titretirken,
İlâhî, o suskun mezar nasıl bir manzaraya büründü. |
While harmonious words of wisdom shaking the ground Divine, how canged that silent grave in to a view .
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Çocuk hayâta, o makber de mevte bir levha.
Tezâd-ı kudreti gör.Bak şu levh-i zirûha! |
Çocuk hayatın tablosuydu, o mezar da ölümün;
Şu canlı tabloya bakıp da Allah'ın yarattığı zıtlıkları görmeliydi! |
The Child is the painting of life, the burial of the death ; We had to see the conrasts in life that created by Allah, by looking at that alive painting
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Biraz geçince o sesler bütün hamûş oldu,
Deminki mahşer-i pür-cûş sâye pûş oldu. |
Biraz zaman geçince o sesler tamamen kesildi,
Deminki coşup kabaran mahşer gölgelendi. |
Some time later the sounds completely ended,
|
örnek osmanlıca مقدمة
|
Çocuk kadınla beraber çekildi âlemine,
Gömüldü gitti mezarlık sükûn-i dâimine. |
Çocuk kadınla beraber çekildi âlemine,
Mezarlık da gömüldü gitti sürekli sessizliğine. |
The child went out with the women,
the cemetery buried into its continuous silence.
|
örnek osmanlıca مقدمة
|