Yenişehir Wiki
Advertisement

Şablon:Fenari

Bakınız

Şablon:Bursa evliyaları - d {{Bursa evliyaları}}


Bursa evliyaları
Bursa Evliyasının Ziyaret Yerleri

Emir Sultan- Yıldırım ve Çelebi Mehmet devri
Molla Fenari
Üftade

http://www.bursaevliyalari.com
EMİR SULTAN
SOMUNCU BABA
MOLLA FENARİ
ABDAL MEHMET
ŞEYH ÜFTADE
ESKİCİ MEHMET DEDE AKBIYIKSULTAN ABDURRAHİM TIRSİ HIZIR DEDE KUTBİDDİN İZNİKİ ABDAL MURAT ABDURRAHMAN BİN YUSUF RUMİ LAMİİ ÇELEBİ İSMAİL HAKKI BURSEVİ GEYİKLİ BABA KARA HOCA AÇIKBAŞ MAHMUT EFENDİ EŞREF OĞLU RUMİ Abdülganî Efendi Abdülkerîm Kâdirî Abdüllatîf Kudsî Alâeddîn Ali Fenârî Bahri Dede Çandarlı Kara Halîl Hayreddîn Paşa Dâvûd-i Halvetî Dâvûd-i Kayserî Dede Halîfe Hasan Can Hocazâde Lütfullah Efendi

Molla fenari

Molla fenari

Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmı ve büyük velî. İsmi Muhammed olup, babasınınki Hamza'dır. Nisbeleri Rûmî ve Fenârî, lakabı Şemsüddîn'dir. 1350 (H.751) senesinde Fener köyünde doğdu. Bu köyde doğması veya babasının fenercilik sanatıyla meşgûliyetinden dolayı "Fenârî" nisbetiyle meşhur oldu.

Babası Muhammed Hamza, zamânının büyük velîlerindendi. Molla Fenârî küçük yaşta babasından tasavvuf yolunu öğrenmeye başladı. Mevlânâ Alâüddîn Esved, Şeyh Cemâleddîn Aksarâyî, Şeyh Hamîdüddîn-i Kayserî'den ve zamânında bulunan diğer birçok büyük âlimden ders okudu. İlim tahsîli için Mısır'a gidip, orada bulunan meşhûr Hanefî fıkıh âlimi Kemâleddîn-i Bâbertî'den ilim öğrendi.

Molla Fenârîİskender Târihi'ni nazm eden meşhur şâir Ahmedî ve tıpta Şifâkitabının sâhibi tabîb Hacı Paşa ile birlikte, Mısır'da Ekmeleddîn-i Bâbertî'nin huzûrunda ders arkadaşı idiler. Bir gün bir velîyi ziyârete gitmişlerdi. Bu zât, onlara bakıp, Mevlânâ Ahmedî'ye; "Sen, vaktini şiirde harcarsın." Hacı Paşaya; "Sen ömrünü tıpta harcarsın.", Molla Fenârî'ye ise; "Sen de, din ve dünyâ reisliğini, ilim ve takvâyı birlikte bulundurursun." buyurdu. Gerçekten de, bu zâtın buyurduğu gibi oldu. Din ilimleri yanında fizik, matematik ve astronomi de öğrenenMolla Fenârî, tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra Anadolu'ya dönerek Bursa'ya yerleşti ve talebe yetiştirmeye başladı.

Molla Fenârî, bir ara Bursa'daki hizmetlerini bırakıp Konya'ya gitmişti. Karaman Beyi ona çok iltifat ve ihsânlarda bulundu. Ders okutması için ricâda bulundu. Orada da ders verip talebe yetiştirdi. Burada, Yâkub-i Asfâr ve Yâkûb-i Esved gibi zâtlar ondan istifâde edip, ilimde yüksek dereceye ulaştılar. Molla Fenârî, bu iki talebesiyle dâimâ iftihâr ederdi. Karaman Beyinin kızı Gül Hâtun ile evlenerek, iki oğlu, iki kızı oldu. SonraOsmanlı Sultânının dâveti üzerine tekrar Bursa'ya geldi. Eski hizmetlerine devâm etti. İki oğlu da, kendisi gibi âlim olarak yetişti. Onlar da Bursa'da kâdılık yapmışlardır.

Molla Fenârî, uzun zaman Bursa'da kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hâmid-i Aksarâyî'den de ilim ve feyz aldı. Büyük bir velî ve yüksek âlimlerden olan Somuncu Baba, önceleri Bursa'da yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenârî de Bursa'da kadılık yapıyordu.Somuncu Baba'nın ilimdeki ve velîlikteki üstünlüğünü bilenlerdendi. Sultan Yıldırım Bâyezîd, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Câmiyi inşâ ettirmeye başlamıştı. İnşâat sırasında, câmide çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba karşılamıştı. Câminin inşâsı bittiğinde, açılış günü Cumâ hutbesini okumak üzere Pâdişâhın dâmâdı büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan hazretlerine vazife verilmişti. O gün orada, Molla Fenârî ile berâber büyük bir âlim topluluğu da vardı. Tam Cumâ vakti gelince, Emîr Sultan hazretleri; "Sultânım, zamânımızın büyüğü burada bulunurken, bizim hutbe okumamız edebe uygun değildir. Bu câmii şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık zât, şu kimsedir!" diyerek Somuncu Baba'yı işâret etti. Şöhretten son derece sakınan bu büyük velî, Pâdişâhın emri üzerine mimbere doğru yürüdü. Emîr Sultân'ın yanına gelince; "Ey Emîr'im! Niçin böyle yapıp, benim hâlimi ele verdiniz?" dedi. Emîr Sultan da: "Sizden daha üstün bir kimse göremediğim için böyle yaptım" cevâbını verdi. Cemâat hayret içinde kalmıştı. Somuncu Baba'nın okuyacağı hutbeyi merakla beklemeye başladılar. Mimbere çıkan Somuncu Baba, öyle güzel bir hutbe îrâd buyurdu ki, o zamana kadar cemâat böyle bir hutbeyi hiç kimseden dinlememişti. Hutbede; "Ulemâdan bâzısının, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı bulunmaktadır. Onun için, bugünkü hutbemizde bu sûrenin tefsîrini yapalım." buyurdu. Fâtiha sûresinin yedi türlü tefsîrini yaptı. Bu konuda nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayret içinde kaldı. Bursa'da onun büyüklüğünü anlamayan kalmamıştı. Başta kâdı Molla Fenârî; "Somuncu Baba, önce bizim bu sûrenin tefsîrindeki müşkilimizi halletti. O, bunun büyük bir kerâmetiydi. Çünkü, Fâtiha'nın birinci tefsîrini bütün cemâat anlamıştı. İkinci tefsîrini, cemâatin bir kısmı anladı. Üçüncüsünü anlayanlar çok azdı. Dördüncü ve sonraki tefsîrlerini, içimizde anlıyan yok gibiydi." demekten kendini alamamıştı.

Namazdan sonra hemen evine giden Somuncu Baba'yı ilk ziyâret eden Molla Fenârî oldu. Bu ziyâret sırasında ona; "Efendim, bu günlerde Fâtiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum. Fakat anlıyamadığım bâzı yerleri vardı.Bu hutbeniz ile, anlıyamadığım yerleri açıklamış oldunuz. Medresede, hizmetlerimizin karşılığında kazandığımız beş bin akçe paramız vardır. Helâl olmasında hiç şüpheniz olmasın. Kabûl buyurursanız, bunu size hediye etmek ve ayrıca sizin talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh edip duâ eyledi. Molla Fenârî, çok feyz ve mârifetlere kavuştu. Yazdığı tefsîrlerinde bu ince mârifetleri beyân eyledi. Bir cild büyüklüğündeki Fâtiha Tefsîri, bu ince bilgilerle doludur.

Bu hâdiseden sonra büyüklüğü herkes tarafından anlaşılan Somuncu Baba; "Sırrımız ifşâ oldu. Herkes bizi tanıdı." diyerek Bursa'dan ayrılmak istedi. Bir sabah erkenden, Gaves PaşaMedresesinden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı.Somuncu Baba'nın Bursa'yı terk etmekte olduğunu haber alan Molla Fenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip, Bursa'da kalması için çok yalvardı, ricâlarda bulundu. Fakat, kabûl ettiremedi. Sonunda Bursalılara duâ etmesini taleb etti. Bu çınarın yanında Bursa'ya dönerek, feyizli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti. Birbirine vedâ ederek ayrıldılar. "Duâ Çınarı" denilen bu ağaç, Bursa'nın Ankara yolu çıkışındadır.

1419 (H.822) yılında, ilk defâ Hicaz'a gidip hac yaptı. Hacdan dönerken, Mısır Sultânı Melik Müeyyid, Mısır'da kalarak ders vermesini ricâ etti. Bir müddet kalıp, ders okuttu. Birçok ulemâ ve evliyâ ile sohbet etmiş ve çeşitli meseleleri muhâsebe ve müzâkere etmişlerdir. Bu yolculuğu esnâsında Kudüs-i şerîfi de ziyâret etmişti. Çelebi Sultan Mehmed Hân dâvet edince, Bursa'ya geldi. Bu haccında Medîne-i münevverede iken, orada vefât eden büyük velî Şâh-ı Nakşibend'in halîfesi Muhammed Pârisâ'nın cenâze namazında bulundu.

1424 (H.828) yılında Sultan İkinci Murâd Hân, onu ilk şeyhülislâm olarak tâyin etti. Bu vazifeyi, adâlet ve hak üzere altı sene yaptı. Devletin mühim işlerinde, sultanlar ve devlet adamları kendisiyle istişâre ederek, ilminden ve isâbetli görüşlerinden istifâde etmişlerdi. Ders okutması yanında, fetvâ işlerini ve Bursa kadılığını da yürüten Molla Fenârî, bir mahkeme esnâsında, sultan Yıldırım Bâyezîd Hânın şâhidliğini dahî kabûl etmemiştir. Şöyle ki: Mahkemede dâvâ konusu olan bir hâdisenin şâhidi olarak pâdişâhın da dinlenmesi îcâbetmişti. Kâdı Molla Fenârî, huzûrunda duruşmaya çıkan Pâdişâhın şehâdetini, İslâmiyetin aradığı şâhidlik şartlarından biri kendisinde bulunmadığı için red etmişti. O da, namazlarda Pâdişâhın cemâatte görülmemesiydi. Çünkü dînimizde, cemâat ile namaz kılmayı terk edenin mahkemedeki şâhidliği makbûl değildir. Bunun üzerine Yıldırım Bâyezîd Han hemen oturduğu sarayın yanına bir câmi inşâ ettirerek, beş vakit namazı, cemâati hiç terk etmeden kılmağa başladı.

Bursa'da müderrislik ve kâdılık yapan Molla Fenârî kazzazlık (ipekçilik) yaparak da nafakasını temin etmeye çalıştı ve kazandığı paralar ile çok hayrât ve hasenâtta bulundu. Kale'de, Manastır mahallesinde ve Debbâglar semtinde olan mescidler ile, Pınarbaşı'ndaki Dâr-ül-hadîs, onun yaptırdığı eserlerdendir. Kudüs'te de bir medreseyi satın alıp, masraflarını, Anadolu'da yaptığı vakıfların gelirinden karşılamıştır. Vefâtında, çok para ve on binden çok kitap bıraktı.

1431 (H.834) senesi Receb ayında Bursa'da vefât etti. Kabri, Bursa'da Keşîş Dağı eteğinde, Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyâret edilmektedir. Kabri, Bursa'nın en yüksek semtinde bulunmaktadır. Câminin yanında bir de medresesi vardır. Ayrıca birçok hayır işleri de gerçekleştirmişti.

Molla Fenârî, Tasavvufta Zeyniyye tarîkatına mensûb idi. İpekçilikten çok iyi anladığından, kendisine yetecek kadar parayı sağlamak için bu işle uğraşır ve yiyeceği, giyeceği için lâzım olan parayı kendi emeği ile kazanırdı. Süslü elbiselerle dolaşmaktan hiç hoşlanmazdı. Gâyet mütevâzî giyinir, başında bir dolama ile dolaşırdı. Böyle giyinmesinin sebebini soranlara; "Elimin kazancı, daha fazlasına yetmiyor." cevâbını verirdi.

Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerinin en büyük halîfesi Şeyh Abdüllatîf-i Makdisî, Anadolu'yu şereflendirdiğinde, Molla Fenârî onun gelişini parlak bir manzûme ve güzel bir şiirle kutlamıştı. Zeynüddîn-i Hâfî de, aynı bahr ve vezinde bir karşılık söyleyerek, pekçok övücü sözler yazmış veMolla Fenârî'ye göndermişti.

Eserleri[]

Eserleri çok kıymetlidir. Başlıcaları şunlardır: 1) Ayn-ül-A'yân: Fâtiha sûresinin tefsîridir.2) Füsûl-ül-Bedâyi' fî Usûl-iş-Şerâyi', 3) Îsâgûcî Şerhi: Mantık ilmine dâir, bir günde yazdığı çok kıymetli şerhtir. Îsâgûcî'ye yaptığı bu şerhi, mantık ilmini çok güzel açıklamaktadır. Buna, bir gün sabahleyin başlamış, güneş batarken bitirmiştir. Bu mantık kitabı, medreselerde uzun zaman ders kitabı olarak okutulmuştur. 1886 (H.1304) yılında İstanbul'da basılmıştır. 4) Enmûzecü'l-Ulûm: Yüze yakın ilme âit meseleyi ihtivâ eden ansiklopedik bir eserdir. Bu eser, oğlu Muhammed Şâh tarafından şerh olunmuştur. 5) Ferâiz-i Sirâciyye Şerhi, 6) Şerh-i Mevâkıb üzerine Ta'likât, 7) Esâs-üt-Tasrîf, 8) Esmâ'il-Fünûn, 9) Es'ile, 10) Risâletü Ricâl-il-Gayb, 11) Risâletün fî Menâkıb-iş-Şeyh Behâüddîn-i Nakşibendî, 12) Şerhu Usûl-il-Pezdevî, 13) Şerhu Telhîs-il-câmi' el-Kebîr: Fıkıh ilmine dâirdir. 14) Şerhu Telhîs-il-Miftâh: Me'ânî ilmine dâirdir. 15) Şerh-ur-Risâlet-il-Esîriyye fil-Mîzân, 16) Şerhu Fevâid-il-Gıyâsiyye: Me'ânî ve beyân ilimlerine dâirdir. 17) Şerhu Mukatta'ât. 18) Şerh-ul-Mevâkıb: Kelâm ilmine dâir bir eserdir. 19) Hâşiyetün alâ Şerh-ış-Şemsiyye: Seyyîd Şerîf Cürcânî'nin eserine yaptığı kıymetli bir hâşiyedir. 20) Hâşiyetün alâ Dav'ıl-Miftâh, 21) Şerh-ul-Misbâh: Nahiv ilmine dâirdir. 22) Hâşiyetün alâ Şerhây-is-Seyyid ves-Sa'd lil-Miftâh, 23) Uveysât-ül-Efkâr fî İhtiyâri ülil-Ebsâr: Aklî ilimlere dâir yazdığı bir eser olup, fen ilimlerinde zor problemlerin çözüm şekillerine karşı îtirâzları inceler. 24) Misbâh-ul-Uns, Beyn-el-Ma'kûl vel-Meşhûd fî Şerh-i Miftâh-i Gayb-il-Cem'i vel-Vücûd: Sadruddîn-i Konevî'nin Miftâh-ul-Gayb adındaki eserinin şerhidir. 25) Mukaddimet-üs-Salât.

Bunlardan başka birçok metinlere, şerh ve hâşiyeleri ve tâlikâtı var ise de, tedrîs, kâdılık ve müftîlik işleriyle meşgûliyeti, eserlerinin çoğunu temize çekmeye müsâade etmeyip, müsvedde hâlinde kalmıştır.


NAMAZINI BEN KILDIRAYIM[]

Büyük İslâm âlimi Mevlânâ Şemseddîn Fenârî'nin ömrünün sonlarına doğru gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Sultanın vezîri olan Hacı İvâz Paşa bir konuda Molla Fenârî'ye kızmıştı. Gözleri görmez olunca, laf olsun diye; "Dilerim ki, o âmâ ihtiyârın namazını ben kıldırayım." demişti. Bu söz Molla Fenârî'nin kulağına ulaşınca; "Ol kimse câhildir. Cenâze namazını kıldırmayı beceremez. Cenâb-ı Hakk'ın kapısından ümîdim şudur ki, bana hemen şifâ buyurup, onu âmâ eyleye ve ben onun namazını edâ edeyim." dedi. Bir süre sonra, bir gece rüyâsında Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; "Tâhâ sûresini tefsîr eyle!" diye buyurdukta; "Yüksek huzûrunuzda, Kur'ân-ı kerîmi tefsîr etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor." demişti. Peygamberlerin tabîbi olan Resûlullah efendimiz mübârek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mübârek tükrüğü ile ıslattıktan sonra gözleri üzerine koydu. Molla Fenârî uyanıp, pamuğu gözlerinin üstünde buldu, kaldırınca, görmeye başladı. Allahü teâlâya hamd ve şükretti. Pamuk ipliklerini saklayıp, öldüğü zaman gözleri üzerine konmasını vasiyet etti.Tam bu günlerde, vezîrin gözleri görmez oldu. Vezir bir süre sonra vefât etti ve cenâze namazını Molla Fenârî kıldırdı. Gözlerinin açılmasının bir şükrânesi olarak, 1429 (H.833) senesinde Şam yolu ile ikinci defâ hacca gitti. Bu esnâda Mısır'a veKudüs-i şerîfe de uğradı. Bir çok âlim ile sohbet edip onlardan istifâde etti.

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.9, s.272 2) Bugyet-ül-Vuât; c.1, s.97 3) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.47, 50 4) Miftâh-üs-Se'âde; c.2, s.124 5) Devhat-ül-Meşâyıh; s.3-5 6) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.188, 189 7) El-A'lâm; c.6, s.110 8) Fevâid-ül-Behiyye (Lüknevî); s.166, 167 9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1112 10) Kıyâmet ve Âhiret; (5. Baskı) s.123 11) Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı) s.339 12) Kâmûs-ul-A'lâm; c.5, s.3436 13) Rehber Ansiklopedisi; c.5, s.328 14) OsmanlıMüellifleri; c.1, s.390 15) Tâc-üt-Tevârih; c.1, s.295 16) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.293

Diğer izah[]

Asıl adı Fenari Şemseddin Mehmed'dir. Molla Fenârî, Osmanlıların ilk Şeyhülislamıdır. Yüzden fazla eser yazmış bir bilim adamıdır.Babasının adı Hızır’dır. 1350’de doğdu. Nerede doğduğu kesin olarak belli değildir. İlk öğrenimini bitirdikten sonra döneminin en büyük bilginleri olan Alâeddin Esved ve Cemaleddin Aksarayî’den ders aldı. Onda ilme karşı büyük bir aşk vardı. Din bilgilerini öğrendikten sonra diğer bilimler alanında da çalıştı. Özellikle astronomi ile matematik alanında kendisini yetiştirdi.Molla Fenârî daha sonra medreselerde müderrislik yapmaya başladı. Bursa’da, Hicaz’da ve Mısır’da çeşitli medreselerde dersler okuttu. Bilgi alanında ünü yayılmağa başladı. Çelebi Sultan Mehmet onu Bursa’ya çağırdı. II. Murad, onun bilim alanındaki gücünü takdir ederek 1424 yılında Osmanlılarda ilk defa Şeyhülislamlık görevine getirdi. Altı yıl kadar bu görevi yürüttü. Sonra Hicaz’a gitti. Dönüşte Bursa’da 1430 yılında öldü.Fenârî Şemseddin, zamanının en güçlü ve büyük bilginlerindendi. Faziletli, sağlam karakterli, yüksek ahlaklı üstün bir insandı. Hayatı kitaplar arasında geçmişti. Kütüphanesine on bin cilt kadar eser yazdı. Bunların birçoğu dini konulara değinen şerhler, tefsirler ve haşiyelerden yapılmıştır. Eserlerinin en önemlilerinden biri bütün ilimlerden söz eden ve ansiklopedik bir eser olan Enmuzecü’l-ulum’dur. En büyük eseri Fusûlü’l-Bedâyi fi Usûlü’ş-Şerâyi’dir. Fenari Şemseddin birçok değerli insanlar yetiştirdiği gibi, bilim, ahlak ve fazilet bakımından çevresindekilere örnek olmuş büyük bir insandı.

Molla Fenari, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk şeyhülislâmı ve büyük evliyasıdır. Asıl adı Muhammed'dir. 1350 senesinde Fener köyünde doğmuştur. Babası Hamza bey, fenercilik sanatı ile meşgul olduğu için Fenari ismiyle ünlenmiştir. Hamza bey zamanının büyük velîlerindendi. Molla Fenari, küçük yaştan itibaren babasından tasavvufu öğrendi.

Daha sonra Mısır'da dîn ilmi dışında fizik, matematik, astronomi de öğrenen Molla Fenari, Anadolu'ya dönerek Bursa'ya yerleşti. Ve o da öğencilerini yetiştirmeye başladı. Karaman Bey'inin kızı Gül Hatunla evlenerek iki oğlu, iki kızı oldu.

Molla Fenari uzun zaman Bursa'da kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hamid-i Aksarayiden de ders aldı. Somuncu Baba, önceleri Bursa'da yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenari de Bursa'da kadılık yapıyordu. Somuncu Baba'nın velîlikteki üstünlüğünü biliyordu. Sultan Yıldırım Beyazıt, Niğbolu Zaferi'nden sonra Bursa'da Ulu Camiyi inşa ettirmeye başlamıştı. İnşaat sırasında camide çalışan işçilerin ekmek ihtiyacını Somuncu Baba karşılamıştı. Caminin inşaatı bittiğinde açılış günü cuma hutbesini okumak üzere padişahın damadı büyük âlim ve velî Seyyid Emir Sultana vazife verilmişti. O gün orada Molla Fenari ile beraber büyük bir topluluk vardı. Tam cuma vakti gelince Emir Sultan, “Sultanım, zamanımızın büyüğü burada bulunurken bizim hutbe okumamız edebe uygun değildir. Bu caminin açılış hutbesine lâyık kişi Somuncu Baba'dır.” diyerek onu işaret etti. Şöhretten son derece sakınan bu büyük velî, padişahın emri üzerine minbere doğru yürüdü. Emir Sultan'ın yanına gelince “Ey Emirim! Niçin böyle yapıp benim halimi ele verdiniz? ” dedi. Emir Sultan da “Sizden daha üstün göremediğim için böyle yaptım.” cevabını verdi. Cemaat hayret içinde kalmıştı. Somuncu Baba'nın okuyacağı hutbeyi merakla bekliyorlardı. Somuncu Baba, minbere çıktı ve “Ulemadan bazısının, Fatiha Suresinin tefsirinde sıkıntısı bulunmaktadır. Onun için bugünkü hutbemizde bu surenin tefsirini yapalım.” dedi ve Fatiha Suresinin yedi türlü tefsirini yaptı. Herkes hayret içinde kaldı. Bursa'da onun büyüklüğünü anlamayan kalmamıştı. Başta kadı Molla Fenari “Somuncu Baba, önce bizim bu surenin tefsirindeki müşkülümüzü halletti. Bu onun büyük bir kerametiydi. Çünkü Fatiha'nın birinci ruhunu bütün cemaat anlamıştı, ikinci ruhunu cemaatin bir kısmı anladı. Üçüncü ruhunu anlayan çok azdı. Fatiha'nın diğer anlamlarını anlayan aramızda yok gibiydi.” demekten kendini alamamıştı.

Namazdan sonra hemen evine giden Somuncu Babayı ilk ziyaret eden Molla Fenari oldu. Bu ziyaretinde ona “Bugünlerde Fatiha Suresinin tefsirini yapmak istiyordum. Fakat anlayamadığım bazı yerleri vardı. Bu hutbenizle anlayamadığım yerleri açıklamış oldunuz.” deyince Somuncu Baba ona dua etti. Molla Fenari yazdığı bir cilt büyüklüğündeki Fatiha tefsirinde bu ince bilgilerden yararlanmıştır.

Bu olaydan sonra herkes tarafından tanınan Somuncu Baba, “Sırrımız ifşa oldu, herkes bizi tanıdı.” diyerek Bursa'dan ayrılmak istedi. Birkaç talebesini de yanına alarak yola çıktı. Somuncu Baba'nın Bursa'yı terketmekte olduğunu haber alan Molla Fenari koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip Bursa'da kalması için çok yalvardı. Fakat kabul ettiremedi. Sonunda Bursalılara dua etmesini istedi. Bu çınarın yanında Bursa'ya dönerek feyzli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için dua etti. Birbirlerine veda ederek ayrıldılar. “Dua Çınarı” denilen bu ağaç Bursa'nın Ankara yolu çıkışındadır.

Molla Fenari, 1419 yılında Hicaz'a giderek Hac vazifesini yerine getirdi. 1424 yılında Sultan II. Murat Han, onu ilk şeyhülislâm olarak tayin etti. Devlet işlerinde sultanlar ve devlet adamları onun ilminden ve isabetli görüşlerinden faydalanmışlardır. Molla Fenari, bir mahkeme sırasında Yıldırım Beyazıtın şahitliğini, namazlarda padişahın cemaatle görülmemesi sebebiyle reddetmişti. Bunun üzerine Yıldırım Beyazıt hemen oturduğu sarayının yanına bir cami inşa ettirerek yedi vakit namazı cemaati terketmeden kılmaya başladı.

Molla Fenari ipekçilikten çok iyi anladığından kendisine yetecek parayı sağlamak için bu işle uğraşır ve yiyeceği, giyeceği için lâzım olan parayı kendi emeği ile kazanırdı. Molla Fenarinin ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez olmuştu. Bir süre sonra bir gece rüyasında Peygamber Efendimiz (S.A.V) 'i gördü. Peygamber Efendimiz (S.A.V) , ona Kur'ân-ı Kerim okumasını söyleyince cevaben bunun mümkün olmadığını, gözlerinin görmediğini söyledi. Peygamber Efendimiz (S.A.V) , mübarek hırkasından çıkardığı bir pamuğu onun gözlerine sürdü. Molla Fenari, uyanınca bu pamuğu gözlerinin üzerinde buldu. Kaldırınca görmeye başladı. Allahû Tealâ'ya hamd ve şükrünün artmasına sebep olan bu olaydan sonra pekçok eserler yazdı. Medreselerde bu yazdığı eserler ders olarak okutulmuştur.

Eserlerinin en önemlilerinden biri bütün ilimlerden söz eden ve ansiklopedik bir eser olan Enmuzecül-ulum'dur. En büyük eseri Fusûlül-Bedâyi fi Usûlüş-Şerâyi'dir.

Öğrencilerinden biri şöyle anlatır: “Bir defasında hocam Molla Fenari ile yemek yiyorduk. Yemek bitince bana bir ekmek uzatıp “Al bunu sakla” dedi. Yemek yediğimiz halde bana bu ekmeği vermesinin hikmetini düşünmeye başlamıştım. Bu sırada bana “Faydasız düşüncelerden kalbi muhafaza etmek lâzımdır! ” buyurdu. Sonra yolculuğa çıktık ve bir tanıdığımın evinde misafir olduk. Misafir olduğumuz evin sahibinin sıkıntılı bir halde olduğu görülüyordu. Hocam ona “Niye üzülüyorsun? ” buyurdu. O da “Bir kâse sütüm var fakat süte banıp yemek için ekmeğim yok. Ona üzülüyorum” dedi. Hocam bana dönüp “İşte, ‘acaba ne için ayırıyoruz? ' diye düşündüğün ekmek bu iş içindi, ver sahibine yesin.” buyurdu.

Molla Fenari, 1431 senesinde Bursa'da vefat etti. Kabri, Bursa'da Keşiş Dağı eteğinde Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyaret edilmektedir. Burası Bursa'nın en yüksek semtidir.

Öğrencilerine verdiği nasihatlerden bazıları şöyledir:

“Bir kimse bütün ilimleri kendinde toplasa, Allahû Tealâ'nın rızasına uygun hareket etmedikçe kurtulamaz.”

“Önceden Allahû Tealâ'nın adını dile getirip, O'nu övmeden mübarek bir işe başlayan kimse cılız bir kuş gibidir. Uçmaya güç yediremez. Gayesine ulaşmadan kanatları kırılır, bir daha kalkmayacak gibi yere düşer.”

“Önce kendinizi değiştirin. Çünkü kendiniz değişirseniz aileniz değişir, aileniz değişirse çevreniz değişir, çevreniz değişirse ülkeniz değişir, ülkeniz değişirse dünya değişir.”

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Molla Fenari Hakkında tam sağlıklı bir bilgi yok.Bazı kaynaklarda Babasının adı Hızır bazılarında ise Hamza diye geçmektedir.Doğum yeri tam olarak bilinmemektedir.


Osmanlı Devletinin ilk şeyhülislâmı ve büyük velî. İsmi Muhammed olup, babasınınki Hamza'dır. Nisbeleri Rûmî ve Fenârî, lakabı Şemsüddîn'dir. 1350 (H.751) senesinde Fener köyünde doğdu. Bu köyde doğması veya babasının fenercilik sanatıyla meşgûliyetinden dolayı "Fenârî" nisbetiyle meşhur oldu.

Babası Muhammed Hamza, zamânının büyük velîlerindendi. Molla Fenârî küçük yaşta babasından tasavvuf yolunu öğrenmeye başladı. Mevlânâ Alâüddîn Esved, Şeyh Cemâleddîn Aksarâyî, Şeyh Hamîdüddîn-i Kayserî'den ve zamânında bulunan diğer birçok büyük âlimden ders okudu. İlim tahsîli için Mısır'a gidip, orada bulunan meşhûr Hanefî fıkıh âlimi Kemâleddîn-i Bâbertî'den ilim öğrendi.

Molla Fenârîİskender Târihi'ni nazm eden meşhur şâir Ahmedî ve tıpta Şifâkitabının sâhibi tabîb Hacı Paşa ile birlikte, Mısır'da Ekmeleddîn-i Bâbertî'nin huzûrunda ders arkadaşı idiler. Bir gün bir velîyi ziyârete gitmişlerdi. Bu zât, onlara bakıp, Mevlânâ Ahmedî'ye; "Sen, vaktini şiirde harcarsın." Hacı Paşaya; "Sen ömrünü tıpta harcarsın.", Molla Fenârî'ye ise; "Sen de, din ve dünyâ reisliğini, ilim ve takvâyı birlikte bulundurursun." buyurdu. Gerçekten de, bu zâtın buyurduğu gibi oldu. Din ilimleri yanında fizik, matematik ve astronomi de öğrenenMolla Fenârî, tasavvufta yüksek derecelere kavuştu. İlim tahsîlini tamamladıktan sonra Anadolu'ya dönerek Bursa'ya yerleşti ve talebe yetiştirmeye başladı.

Molla Fenârî, bir ara Bursa'daki hizmetlerini bırakıp Konya'ya gitmişti. Karaman Beyi ona çok iltifat ve ihsânlarda bulundu. Ders okutması için ricâda bulundu. Orada da ders verip talebe yetiştirdi. Burada, Yâkub-i Asfâr ve Yâkûb-i Esved gibi zâtlar ondan istifâde edip, ilimde yüksek dereceye ulaştılar. Molla Fenârî, bu iki talebesiyle dâimâ iftihâr ederdi. Karaman Beyinin kızı Gül Hâtun ile evlenerek, iki oğlu, iki kızı oldu. SonraOsmanlı Sultânının dâveti üzerine tekrar Bursa'ya geldi. Eski hizmetlerine devâm etti. İki oğlu da, kendisi gibi âlim olarak yetişti. Onlar da Bursa'da kâdılık yapmışlardır.

Molla Fenârî, uzun zaman Bursa'da kalan ve Somuncu Baba diye tanınan Hâmid-i Aksarâyî'den de ilim ve feyz aldı. Büyük bir velî ve yüksek âlimlerden olan Somuncu Baba, önceleri Bursa'da yaptırdığı fırında pişirdiği ekmekleri satarak geçinirdi. O sırada Molla Fenârî de Bursa'da kadılık yapıyordu.Somuncu Baba'nın ilimdeki ve velîlikteki üstünlüğünü bilenlerdendi. Sultan Yıldırım Bâyezîd, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'da Ulu Câmiyi inşâ ettirmeye başlamıştı. İnşâat sırasında, câmide çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba karşılamıştı. Câminin inşâsı bittiğinde, açılış günü Cumâ hutbesini okumak üzere Pâdişâhın dâmâdı büyük âlim ve velî Seyyid Emîr Sultan hazretlerine vazife verilmişti. O gün orada, Molla Fenârî ile berâber büyük bir âlim topluluğu da vardı. Tam Cumâ vakti gelince, Emîr Sultan hazretleri; "Sultânım, zamânımızın büyüğü burada bulunurken, bizim hutbe okumamız edebe uygun değildir. Bu câmii şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık zât, şu kimsedir!" diyerek Somuncu Baba'yı işâret etti. Şöhretten son derece sakınan bu büyük velî, Pâdişâhın emri üzerine mimbere doğru yürüdü. Emîr Sultân'ın yanına gelince; "Ey Emîr'im! Niçin böyle yapıp, benim hâlimi ele verdiniz?" dedi. Emîr Sultan da: "Sizden daha üstün bir kimse göremediğim için böyle yaptım" cevâbını verdi. Cemâat hayret içinde kalmıştı. Somuncu Baba'nın okuyacağı hutbeyi merakla beklemeye başladılar. Mimbere çıkan Somuncu Baba, öyle güzel bir hutbe îrâd buyurdu ki, o zamana kadar cemâat böyle bir hutbeyi hiç kimseden dinlememişti. Hutbede; "Ulemâdan bâzısının, Fâtiha-i şerîfenin tefsîrinde müşkilâtı bulunmaktadır. Onun için, bugünkü hutbemizde bu sûrenin tefsîrini yapalım." buyurdu. Fâtiha sûresinin yedi türlü tefsîrini yaptı. Bu konuda nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayret içinde kaldı. Bursa'da onun büyüklüğünü anlamayan kalmamıştı. Başta kâdı Molla Fenârî; "Somuncu Baba, önce bizim bu sûrenin tefsîrindeki müşkilimizi halletti. O, bunun büyük bir kerâmetiydi. Çünkü, Fâtiha'nın birinci tefsîrini bütün cemâat anlamıştı. İkinci tefsîrini, cemâatin bir kısmı anladı. Üçüncüsünü anlayanlar çok azdı. Dördüncü ve sonraki tefsîrlerini, içimizde anlıyan yok gibiydi." demekten kendini alamamıştı.

Namazdan sonra hemen evine giden Somuncu Baba'yı ilk ziyâret eden Molla Fenârî oldu. Bu ziyâret sırasında ona; "Efendim, bu günlerde Fâtiha sûresinin tefsîrini yapmak istiyordum. Fakat anlıyamadığım bâzı yerleri vardı.Bu hutbeniz ile, anlıyamadığım yerleri açıklamış oldunuz. Medresede, hizmetlerimizin karşılığında kazandığımız beş bin akçe paramız vardır. Helâl olmasında hiç şüpheniz olmasın. Kabûl buyurursanız, bunu size hediye etmek ve ayrıca sizin talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum." deyince, Somuncu Baba ona teveccüh edip duâ eyledi. Molla Fenârî, çok feyz ve mârifetlere kavuştu. Yazdığı tefsîrlerinde bu ince mârifetleri beyân eyledi. Bir cild büyüklüğündekiFâtiha Tefsîri, bu ince bilgilerle doludur.

Bu hâdiseden sonra büyüklüğü herkes tarafından anlaşılan Somuncu Baba; "Sırrımız ifşâ oldu. Herkes bizi tanıdı." diyerek Bursa'dan ayrılmak istedi. Bir sabah erkenden, Gaves PaşaMedresesinden birkaç talebeyi yanına alarak yola çıktı.Somuncu Baba'nın Bursa'yı terk etmekte olduğunu haber alan Molla Fenârî, koşarak bir çınarın yanında arkasından yetişti. Gitmeyip, Bursa'da kalması için çok yalvardı, ricâlarda bulundu. Fakat, kabûl ettiremedi. Sonunda Bursalılara duâ etmesini taleb etti. Bu çınarın yanında Bursa'ya dönerek, feyizli ve bereketli bir şehir olması ve yeşil olarak kalması için duâ etti. Birbirine vedâ ederek ayrıldılar. "Duâ Çınarı" denilen bu ağaç, Bursa'nın Ankara yolu çıkışındadır.

1419 (H.822) yılında, ilk defâ Hicaz'a gidip hac yaptı. Hacdan dönerken, Mısır Sultânı Melik Müeyyid, Mısır'da kalarak ders vermesini ricâ etti. Bir müddet kalıp, ders okuttu. Birçok ulemâ ve evliyâ ile sohbet etmiş ve çeşitli meseleleri muhâsebe ve müzâkere etmişlerdir. Bu yolculuğu esnâsında Kudüs-i şerîfi de ziyâret etmişti. Çelebi Sultan Mehmed Hân dâvet edince, Bursa'ya geldi. Bu haccında Medîne-i münevverede iken, orada vefât eden büyük velî Şâh-ı Nakşibend'in halîfesi Muhammed Pârisâ'nın cenâze namazında bulundu.

1424 (H.828) yılında Sultan İkinci Murâd Hân, onu ilk şeyhülislâm olarak tâyin etti. Bu vazifeyi, adâlet ve hak üzere altı sene yaptı. Devletin mühim işlerinde, sultanlar ve devlet adamları kendisiyle istişâre ederek, ilminden ve isâbetli görüşlerinden istifâde etmişlerdi. Ders okutması yanında, fetvâ işlerini ve Bursa kadılığını da yürüten Molla Fenârî, bir mahkeme esnâsında, sultan Yıldırım Bâyezîd Hânın şâhidliğini dahî kabûl etmemiştir. Şöyle ki: Mahkemede dâvâ konusu olan bir hâdisenin şâhidi olarak pâdişâhın da dinlenmesi îcâbetmişti. Kâdı Molla Fenârî, huzûrunda duruşmaya çıkan Pâdişâhın şehâdetini, İslâmiyetin aradığı şâhidlik şartlarından biri kendisinde bulunmadığı için red etmişti. O da, namazlarda Pâdişâhın cemâatte görülmemesiydi. Çünkü dînimizde, cemâat ile namaz kılmayı terk edenin mahkemedeki şâhidliği makbûl değildir. Bunun üzerine Yıldırım Bâyezîd Han hemen oturduğu sarayın yanına bir câmi inşâ ettirerek, beş vakit namazı, cemâati hiç terk etmeden kılmağa başladı.

Bursa'da müderrislik ve kâdılık yapan Molla Fenârî kazzazlık (ipekçilik) yaparak da nafakasını temin etmeye çalıştı ve kazandığı paralar ile çok hayrât ve hasenâtta bulundu. Kale'de, Manastır mahallesinde ve Debbâglar semtinde olan mescidler ile, Pınarbaşı'ndaki Dâr-ül-hadîs, onun yaptırdığı eserlerdendir. Kudüs'te de bir medreseyi satın alıp, masraflarını, Anadolu'da yaptığı vakıfların gelirinden karşılamıştır. Vefâtında, çok para ve on binden çok kitap bıraktı.

1431 (H.834) senesi Receb ayında Bursa'da vefât etti. Kabri, Bursa'da Keşîş Dağı eteğinde, Maksem adı verilen semtte yaptırdığı mescidin yanındadır ve ziyâret edilmektedir. Kabri, Bursa'nın en yüksek semtinde bulunmaktadır. Câminin yanında bir de medresesi vardır. Ayrıca birçok hayır işleri de gerçekleştirmişti.

Molla Fenârî, Tasavvufta Zeyniyye tarîkatına mensûb idi. İpekçilikten çok iyi anladığından, kendisine yetecek kadar parayı sağlamak için bu işle uğraşır ve yiyeceği, giyeceği için lâzım olan parayı kendi emeği ile kazanırdı. Süslü elbiselerle dolaşmaktan hiç hoşlanmazdı. Gâyet mütevâzî giyinir, başında bir dolama ile dolaşırdı. Böyle giyinmesinin sebebini soranlara; "Elimin kazancı, daha fazlasına yetmiyor." cevâbını verirdi.

Şeyh Zeynüddîn-i Hâfî hazretlerinin en büyük halîfesi Şeyh Abdüllatîf-i Makdisî, Anadolu'yu şereflendirdiğinde, Molla Fenârî onun gelişini parlak bir manzûme ve güzel bir şiirle kutlamıştı. Zeynüddîn-i Hâfî de, aynı bahr ve vezinde bir karşılık söyleyerek, pekçok övücü sözler yazmış veMolla Fenârî'ye göndermişti.

Eserleri çok kıymetlidir. Başlıcaları şunlardır: 1) Ayn-ül-A'yân: Fâtiha sûresinin tefsîridir. 2) Füsûl-ül-Bedâyi' fî Usûl-iş-Şerâyi', 3) Îsâgûcî Şerhi: Mantık ilmine dâir, bir günde yazdığı çok kıymetli şerhtir. Îsâgûcî'ye yaptığı bu şerhi, mantık ilmini çok güzel açıklamaktadır. Buna, bir gün sabahleyin başlamış, güneş batarken bitirmiştir. Bu mantık kitabı, medreselerde uzun zaman ders kitabı olarak okutulmuştur. 1886 (H.1304) yılında İstanbul'da basılmıştır. 4) Enmûzecü'l-Ulûm: Yüze yakın ilme âit meseleyi ihtivâ eden ansiklopedik bir eserdir. Bu eser, oğlu Muhammed Şâh tarafından şerh olunmuştur. 5) Ferâiz-i Sirâciyye Şerhi, 6) Şerh-i Mevâkıb üzerine Ta'likât, 7) Esâs-üt-Tasrîf, 8) Esmâ'il-Fünûn, 9) Es'ile, 10) Risâletü Ricâl-il-Gayb, 11) Risâletün fî Menâkıb-iş-Şeyh Behâüddîn-i Nakşibendî, 12) Şerhu Usûl-il-Pezdevî, 13) Şerhu Telhîs-il-câmi' el-Kebîr: Fıkıh ilmine dâirdir.14) Şerhu Telhîs-il-Miftâh: Me'ânî ilmine dâirdir. 15) Şerh-ur-Risâlet-il-Esîriyye fil-Mîzân, 16) Şerhu Fevâid-il-Gıyâsiyye: Me'ânî ve beyân ilimlerine dâirdir. 17) Şerhu Mukatta'ât. 18) Şerh-ul-Mevâkıb: Kelâm ilmine dâir bir eserdir. 19) Hâşiyetün alâ Şerh-ış-Şemsiyye: Seyyîd Şerîf Cürcânî'nin eserine yaptığı kıymetli bir hâşiyedir.20) Hâşiyetün alâ Dav'ıl-Miftâh, 21) Şerh-ul-Misbâh: Nahiv ilmine dâirdir. 22) Hâşiyetün alâ Şerhây-is-Seyyid ves-Sa'd lil-Miftâh, 23) Uveysât-ül-Efkâr fî İhtiyâri ülil-Ebsâr: Aklî ilimlere dâir yazdığı bir eser olup, fen ilimlerinde zor problemlerin çözüm şekillerine karşı îtirâzları inceler. 24) Misbâh-ul-Uns, Beyn-el-Ma'kûl vel-Meşhûd fî Şerh-i Miftâh-i Gayb-il-Cem'i vel-Vücûd: Sadruddîn-i Konevî'nin Miftâh-ul-Gayb adındaki eserinin şerhidir. 25) Mukaddimet-üs-Salât.

Bunlardan başka birçok metinlere, şerh ve hâşiyeleri ve tâlikâtı var ise de, tedrîs, kâdılık ve müftîlik işleriyle meşgûliyeti, eserlerinin çoğunu temize çekmeye müsâade etmeyip, müsvedde hâlinde kalmıştır.

NAMAZINI BEN KILDIRAYIM

Büyük İslâm âlimi Mevlânâ Şemseddîn Fenârî'nin ömrünün sonlarına doğru gözlerine perde geldi. Göremez oldu. Sultanın vezîri olan Hacı İvâz Paşa bir konuda Molla Fenârî'ye kızmıştı. Gözleri görmez olunca, laf olsun diye; "Dilerim ki, o âmâ ihtiyârın namazını ben kıldırayım." demişti. Bu söz Molla Fenârî'nin kulağına ulaşınca; "Ol kimse câhildir. Cenâze namazını kıldırmayı beceremez. Cenâb-ı Hakk'ın kapısından ümîdim şudur ki, bana hemen şifâ buyurup, onu âmâ eyleye ve ben onun namazını edâ edeyim." dedi. Bir süre sonra, bir gece rüyâsında Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; "Tâhâ sûresini tefsîr eyle!" diye buyurdukta; "Yüksek huzûrunuzda, Kur'ân-ı kerîmi tefsîr etmeye gücüm olmadığı gibi, gözlerim de görmüyor." demişti. Peygamberlerin tabîbi olan Resûlullah efendimiz mübârek hırkasından bir parça pamuk çıkarıp, mübârek tükrüğü ile ıslattıktan sonra gözleri üzerine koydu. Molla Fenârî uyanıp, pamuğu gözlerinin üstünde buldu, kaldırınca, görmeye başladı. Allahü teâlâya hamd ve şükretti. Pamuk ipliklerini saklayıp, öldüğü zaman gözleri üzerine konmasını vasiyet etti.Tam bu günlerde, vezîrin gözleri görmez oldu. Vezir bir süre sonra vefât etti ve cenâze namazını Molla Fenârî kıldırdı. Gözlerinin açılmasının bir şükrânesi olarak, 1429 (H.833) senesinde Şam yolu ile ikinci defâ hacca gitti. Bu esnâda Mısır'a veKudüs-i şerîfe de uğradı. Bir çok âlim ile sohbet edip onlardan istifâde etti.

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c.9, s.272 2) Bugyet-ül-Vuât; c.1, s.97 3) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s.47, 50 {C}4) Miftâh-üs-Se'âde; c.2, s.124 5) Devhat-ül-Meşâyıh; s.3-5 6) Esmâ-ül-Müellifîn; c.2, s.188, 189 7) El-A'lâm; c.6, s.110 {C}8) Fevâid-ül-Behiyye (Lüknevî); s.166, 167 {C}9) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1112 {C}10) Kıyâmet ve Âhiret; (5. Baskı) s.123 {C}11) Eshâb-ı Kirâm; (6. Baskı) s.339 {C}12) Kâmûs-ul-A'lâm; c.5, s.3436 13) Rehber Ansiklopedisi; c.5, s.328 14) OsmanlıMüellifleri; c.1, s.390 15) Tâc-üt-Tevârih; c.1, s.295 16) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.12, s.293

Size bu gün Emir Sultan ve Buharalı Seyyid hakkında, ayrıca Emir Sultan’ı iyi anlamanız için bir şeyler aktarmaya çalışacağım.

Seyyid Muhammed[]

Seyyid Muhammed Buhara'da doğar. Kendini bildi bileli ilim meclislerine koşar. Okur, okutur, öğrenir, öğretir, hasılı iyi yetişir. Babasının (Seyyid Emir Külâl hazretleri'nin) vefatı üzerine Medine'ye yerleşmeye niyetlenir. Artık Alemlerin Efendisine komşu olmalı ve ömrünün sonuna kadar kalmalıdır orada. Nitekim önce hacceder, sonra Münevver Belde'ye geçer. Ama bakın şu işe ki, o yıl görülmedik bir kalabalık vardır. Yine de misafirhanelerden birinde kıvrılıp uyuyacak kadar olsun bir yer bulur, döşeğini serer. Ancak binaya bakanlar alelacele gelir, başına dikilirler. 'Ama efendim' derler, 'orası Seyyidlere ayrıldı' Seyyid Muhammed güler. 'İyi ya' der, 'Ben de Seyyidim zaten.' Görevliler 'Hadi canım sen de' demezler belki, lâkin delil isterler. Seyyid Muhammed ellerini çaresizlikle açar, boynunu büker, 'Buraların yabancısıyım, söyleyin kim şahit olsun bana?' der.


-Peki ama, biz nasıl inanalım sana?


-Durun. Bir şahit buldum galiba.


-Kimi?


-Dedemi!


Seyyid Muhammed 'Buyrun!' der, önlerine düşer. Mescid-i Nebi'ye gelirler. Genç Seyyid kabre döner, 'Esselamü âleyküm ya ceddi!' der. Kabirden çok tatlı bir ses duyulur 'Ve âleyküm selâm ya veledi!'


İSTİKAMET ANADOLU[]

{C}Seyyid Muhammed Medine'de yerleşmeye niyetlidir, ancak bir gece rüyasında Resulullah Efendimiz'le, Hazret-i Ali'yi görür. Ona, Anadolu'ya gitmesi emredilir. Üç nurdan kandili takip edecek, kandillerin söndüğü yerde yerleşecektir.

{C}Seyyid Muhammed uyandığında kandilleri karşısında bulur. Hemen o gün hazırlanır, çıkar yola. Seyahat haftalar sürer ve bir gün kandiller söner. Uludağ eteklerinde yemyeşil bir beldededir şimdi... Bursa'da!

Yöre halkı onu keşfetmekte gecikmez. Etrafında halka olur sohbetine katılırlar. Hatta Sultan derler ona. Emir Sultan!


O günlerde Yıldırım Bayezid Macarlar'la savaşmaktadır. İki tarafta güçlü, haliyle kayıplar büyüktür. Yaralılar öylesine çoktur ki çadırlardan taşar. Üstelik cerrah sıkıntıları vardır. Ancak, revirde o güne kadar tanımadıkları bir genç peydahlanır. Görünüşe bakılırsa son derece mahir bir hekimdir. Hatta günün birinde sultanın kolundaki yarayı sarar. Kesik derindir, ama tutkalla yapıştırılmışçasına iyileşir. İzi bile kalmaz. Yıldırım Bâyezid sargıyı çözerken hayretten dilini yutar. Zira bu hanımının nişanlıyken kendisine verdiği mendilin yarısıdır. Sırrı bilmek ister. Ama esrarengiz genç yoktur ortalıkta.

{C}Niğbolu müstahkem bir kaledir. Osmanlı ordusu büyük kayıplar vermesine rağmen tek taş sökemez. Görünen o ki, bu gidişle kaleye girmeleri ham hâyâldir. Ama Yıldırım kolay pes etmez. Büyük bir âzimle yürür surların üstüne. Tam ümidini yitirmek üzeredir ki, kale kapısı açılır. Osmanlı ordusunu âdeta içeri buyur eden genç kolundaki yarayı saran hekimin ta kendisidir.

FATIMA SULTAN'IN RÜYASI[]

Yıldırım o yıl Edirne'de konaklar. Ailesi Bursa'dadır. Bâyezid'in Hundi Fatıma adında hâya ve takva sahibi bir kerimesi vardır. Bu kızcağız bir gece rüyasında Efendimiz'i görür. Ondan Muhammed Buhari ile evlenmesi istenir. Ama kızcağız edebinden kimseye bir şey söyleyemez. Ertesi gün Server-i Kainat yine rüyasını şereflendirir ve 'Eğer' buyururlar, 'Ahirette şefaatime kavuşmak istiyorsan dinle beni!'


Hundi Fatıma Sultan'ın talibi çoktur. Adı büyük paşalarla, namlı beyler sıradadır. Görünüşte Emir Sultan gibi fakir ve garip biri onlarla aşık atamaz. Ancak Hundi Sultan kararlıdır. Bedeli ne olursa olsun Emir Sultan'la evlenecektir. Ama sırrını kimselere açamaz. Hem Emir Sultan'ın Efendimizin emrinden haberi var mıdır acaba?

{C}Çok geçmez. Bir gün Emir Sultan dünür yollar saraya. Valide sultan dudak büker. Açıktan açığa 'olmaz!' demez; ama öyle demeye getirir. 'Söyleyin ona' der, 'kırk deve yükü altın getirsin, alsın kızımı!'
Emir Sultan sakindir, 'Öyleyse!' der, 'göndersin develeri!'

{C}Mübarek, devecibaşını karanlıkta karşılar, onları hiç dolandırmadan Nilüfer çayına götürür. Su yatağındaki çakılları göstererek 'Doldurun!' der, 'Hatta kendi keselerinizi de.'

{C}Devecilerden bazıları 'bunda bir hikmet olmalı' der, bazısı güler geçer. Hele içlerinden biri 'n'olacak bunlar' deyip aldığı çakılları geri döker.


Muhammed Buhari Hazretleri Valide Sultan'ın huzuruna çıkar. Heybeler ters yüz edilir. Zemini kıpkızıl altın kaplar. Valide sultan şaşırmanın ötesinde korkar. Şimdi diyecek tek sözü vardır: 'Nasıl istiyorsan öyle olsun!'


YILDIRIM'IN TEPKİSİ[]

Nikah haberi Edirne'ye ulaştığında Yıldırım çok bozulur. 'Benim kızım, benden habersiz nasıl evlenir?' der ve kızını cezalandırmak üzere Süleyman Paşa'yı Bursa'ya yollar. Valide Sultan kızına ve damadına siper olur. Dahası büyük âlim Molla Fenari araya girer, askeri ikna eder. Hatta sarılır kaleme, padişaha bir mektup yazar. Yıldırım Bayezid'in Molla Fenari hazretlerine olan hürmetini bilen Süleyman paşa boyun büker, döner geri.


Aradan aylar geçer. Bayezid Bursa'ya avdet eder. Halk yollara çıkar, sultanı karşılar. Yıldırım bir an kalabalığın içinde esrarengiz hekimi görür. Derhal atından iner. Ellerinden tutup sorar: 'Söyle yiğidim o maharet neydi öyle?' Emir Sultan hazretleri Feth suresi nden bir ayet okur.

'Allah'ın kuvvet ve yardımı, biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir'

Bayezid tekrar sorar:

'Ya mendilin öbür yarısı?'

Emir Sultan cebinden çıkarıp uzatır.


Sultan meraklıdır:


-Adını bağışlar mısınız?


-Muhammed!


-Yanında Buharisi'de var mı?

{C}-Var!

{C}-Yoksa?

{C}-Elinizi öpebilir miyim baba.

{C}-Hayır. Öpülecek el seninki.

{C}Ve kucaklaşırlar.


BURSA ULU CAMİİ[]

{C}Yıldırım Bayezıd Niğbolu zaferinde kazanılan gânimetlerle muhteşem bir mescid yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulucami 'nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir. Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir. Ancak yaşlı bir kadıncağız bir "Evim de evim" feryadı tutturur ki sormayın. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker, bütün tekliflere "olmaz" der. Önce vezirler, sonra bizzat Sultan, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar. Ama o direnir.


Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir. Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar. Kadılar "mal onun değil mi" derler, "satarsa satar, satmazsa satmaz!" Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bayezid'in aklına damadı gelir. Emir Sultan'ı bulur meseleyi anlatır. Mübarek sadece tebessüm eder. "Acele etme!" der, "Bir gecede neler değişmez?"


İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür. Annenin çocuğundan kaçtığı bir dehşet anıdır. Kalabalıkta korkunç bir azab endişesi vardır. O arada bir dalgalanma olur. İnsanlar âlemlere rahmet olarak yaratılan Efendimiz'in yanına koşarlar. Şefaate kavuşan kavuşana. Kadıncağız da niyetlenir, ama bırakın yürümeye, kıpırdamaya mecâli yoktur. Ayakları vücudunu taşıyamaz, ıstırapla yerleri tırmalar. Elinden kaçan büyük fırsat ciğerini dağlar. Feryad figan ağlamaya başlar. İşte tam o sırada Emir Sultan 'ı görür, "Herkes cennete gitti" der, "Ben bir başıma kaldım burada!" Mübarek o gönül ferahlatan tatlı sesiyle sorar, "Kurtulmak istiyor musun?" Kadın nefes nefese cevap verir:


-Hiç istemez miyim?


-Öyleyse Sultanımızı üzme!


Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir. Üstelik önüne konulan ücreti bağışlar camiye.

ANKARA SAVAŞI[]

Emir Sultan, Yıldırım'ın Timur Han'la savaşmasına razı değildir.

Ama ne kadar uğraşırsa uğraşsın bu kardeş kavgasına mani olamaz.

Çekilir bir taraflara.

Hatta bu kayıtsızlığa mana veremeyen Hundi hatun sorar: -Babamı yalnız mı bırakıyorsun? -Bak hatun! Ne bu savaşın bir manası var, ne de babanın kazanma şansı. Eğer elinden birşey geliyorsa hiç durma, geç olmadan çevir onu.


-Niye öyle söylüyorsun. Babam mağlubiyet tatmamış bir sultandır.


-Evet Timur da mağlubiyet tatmayan bir hakandır. Sen onun kaç devleti yıktığını biliyor musun? Üstelik ülkesi daha büyük, askeri daha fazla. Dahası Maveraünnehr illeri ilimde de, sanatta da çok önümüzde.


-Sen babamın manevi zırhı değil misin?


-Peki sen Timur'u koruyucusuz mu sanıyorsun. O, zamanın kutbundan dua aldı. Ancak Hace Hazretlerinin dahi böylesi bir savaşa rızası yok.

{C}-Ne yapmalıyız peki?

{C}-Baban aklını örten öfkenin farkına varmadıkça ne yapabiliriz ki?

{C}-Diyelim ki öfkesi galip geldi.

{C}-Zor günlere hazırlansanız iyi edersiniz.

{C}Ankara savaşında yaşanılan acı mağlubiyetin ardından Timuroğulları Bursa'yı muhasara altına alırlar. Şehir halkı zor durumdadır, hatta aç kalır. Ahali gelip Emir Sultan'ı bulur ve çok yalvarırlar. Mübarek bir kâğıda bir şeyler karalar, ordugâha yollar. O kağıtta ne yazılıdır bilemiyoruz, ancak hemen o gün çadırlar sökülür. Asya yollarına göç düzülür.

EMİR SULTAN KİME GÖLGE?[]

Ne hikmetse Anadolu halkı hep Emir Sultan Hazretleri ile Yıldırım Bayezid arasındaki menkıbeleri anlatır.

Çelebi Mehmet'in rüyası ve Emir Sultan[]

Hâlbuki bu büyük veli Bâyezid'den ziyade Çelebi Mehmed'in yanındadır. Ankara savaşının ardından Anadolu çok karışır. Şehzadelerden Musa Çelebi, İsa Çelebi'nin üzerine yürüyüp Bursa'yı ele geçirir. Süleyman Çelebi ise Edirne'yi elinde tutar. Ancak bunlar devleti muhteşem günlerine döndürebilecek kıratta değildirler. Şehzade Mehmed iyi bir asker ve dirayetli bir liderdir. Ancak fitne çıkarmaktan çekinir. Çekilir köşesine işaret bekler. Allah dostları ne derse onu yapacak. İcabında kardeşlerinin emrinde çeri olacaktır. Bir gece rüyasında Murad-ı Hüdavendigar'ı görür, yanında Emir Sultan Hazretleri vardır. Dedesi önce bir kılıç verir, sonra yerinde duramayan kar renkli küheylanı gösterir "Haydi!" der, "Vazife sende!" Çelebi Mehmet hâlâ mütereddittir. Emir sultan bakışları ile cesaret verir ona. "Korkma!" der, "yanında biz varız!" İşte Çelebi Mehmed bu işaret üzerine yola çıkar ve tabiri caizse Osmanlı Devletini sil baştan kurar. Tarihçilere sorarsanız Çelebi Mehmed'in başardığı iş, Osman Gazi'ninkinden aşağı değildir. Emir Sultan vefatından sonra da büyük hürmet görür.

Yavuz Sultan Selim ve Emir Sultan[]

Meselâ Yavuz Selim, Mısır seferine çıkarken büyük velinin nurlu türbesini ziyaret eder, imdat diler. Kabirden çok net bir ses işitilir:


-Ya Selim! Üdhulu Mısra İnşaallahü âminin. (Ey Selim. İnşallah Mısır'a emniyet içinde girersin!)


...Ve öyle de olur!

Advertisement