Yenişehir Wiki
Advertisement

RESUL:

Sözlükte "risalet görevini yerine getiren elçi" anlamına gelen resul, dinî literatürde, Allah tarafından yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir topluma veya bütün insanlığa gönderilen kimsedir. Buna mürsel de denir. Çoğulu rusüldür. Rasûl kelimesinin kökü olan "risl", yumuşaklık ve kolaylık üzere göndermek veya yumuşaklıkla yürümek ve yol almaktır.

Resul kavramı nebi kavramına oranla daha kapsamlıdır. Zira her resul aynı zamanda bir nebidir. Fakat her nebi bir resul değildir. Hz. Muhammed hem resul hem de nebidir. Çünkü o müstakil ve mükemmel bir din olan İslâm ile onun hükümlerini ihtiva eden Kur'ân'ı getirip açıklamıştır. Resul kelimesi bazen melekler için de kullanılmıştır. Her resul insanları irşad, ıslah ve hak yola davet etmek için kendi kavminin dilini konuşacak şekilde gönderilmiştir. Şu âyet de bu hususu ifade etmektedir: "(Allah'ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir." (İbrâhim, 14/4) (İ.K.)

Alm. Prophet (m), Fr. Prophéte (n), İng. Prophet. Allahü teâlâ tarafından insanlar arasından seçilmiş ve görevlendirilmiş, her bakımdan güvenilen, kusursuz, günâhsız kimse. İnsanlara, dînin hükümlerini tebliğ eden, duyuran, öğreten elçi, haberci.

Peygamber, Farsça bir kelimedir. Lügatta, gönderilmiş zât ve haberci mânâsına gelir. Nebî ve Resûl ise Arapçadır. Türkçede her üçü de kullanılmaktadır. Resûl kelimesinin çoğulu Rusül, Nebi’nin çoğulu ise Enbiyâ’dır.

Dinde inanılacak altı şeyden dördüncüsü, Allahü teâlânın Peygamberlerine inanmaktır. İnsanları, Allahü teâlânın beğendiği yola kavuşturmak, doğru yolu göstermek için gönderilmişlerdir. İslâmiyette peygamber demek, yaratılışı, huyu, ilmi, aklı zamânında bulunan bütün insanlardan üstün, kıymetli, muhterem bir adam demektir. Hiçbir kötü huyu, beğenilmeyecek hâli yoktur. Peygamberlerde İsmet sıfatı vardır. Yâni peygamber olduğu bildirilmeden önce ve bildirildikten sonra, küçük ve büyük hiçbir günâh işlemezler. Peygamber olduğu bildirildikten sonra, peygamber olduğu yayılıncaya, anlaşılıncaya kadar, körlük, sağırlık ve benzeri ayıp ve kusurları da olmaz. Peygamberler de, diğer insanlar gibi doğarlar, yerler, içerler, hasta olurlar ve vefât ederler. Dünyâya bağlılıkları görünüştedir, muhabbet üzere değildir. İnsanlıkları icâbıdır. Hakîkatta meleklerden de üstündürler.

Nebî ve resûl arasındaki fark: Peygamberler vâsıtası ile gönderilen din, insanları saâdet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik denir. Allahü teâlâ Âdem aleyhisselâmdan beri, her bin senede bir peygamber vâsıtasıyla, insanlara bir din göndermiştir. Her asırda, en temiz bir insanı peygamber yaparak, bunlarla, dinleri kuvvetlendirmiştir. Yeni bir din getiren peygamberlere “Resûl” denir. Yeni din getirmeyip, insanları, önceki dîne dâvet eden peygamberlere “Nebî” denir. Emirleri tebliğ etmekte ve insanları, Allah’ın dînine çağırmakta, Resûl ile Nebî arasında bir ayrılık yoktur.

Peygamberlere îmân etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin sâdık, doğru sözlü olduğuna inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan kimse, hiçbirine inanmamış olur. Bütün peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere îmân etmeyi istemişlerdir. Fakat ibâdet ve amelleri, yâni kalple, bedenle yapılması ve sakınılması lâzım olan şeyleri başka başka olduğundan, İslâmlıkları, Müslümanlıkları da ayrıdır.

Peygamberlerin her söylediği doğrudur. Peygamberlik; çalışmakla, açlık, sıkıntı çekmekle ve çok ibâdet yapmakla ele geçmez. Yalnız Allahü teâlânın ihsânı, seçmesiyle olur. İnsanların dünyâdaki ve âhiretteki işlerinin düzgün ve faydalı olması için ve onları yanlış, zararlı işlerden koruyup, selâmete, hidâyete, rahata ve saâdete kavuşturmak için, peygamberlerle, din gönderilmiştir. Düşmanları çok olduğu ve alay ettikleri, üzdükleri hâlde, Allahü teâlânın, inanmak için ve yapmak için olan emirlerini insanlara tebliğ etmekte, bildirmekte, düşmanlardan korkmamış, göz kırpmamışlardır. Allahü teâlâ, peygamberlerin sıdk sâhibi olduklarını, doğru söylediklerini göstermek için, onları mûcizelerle kuvvetlendirdi. Hiç kimse bu mûcizelere karşı gelemedi. Peygamberi kabul edip inanan kimseye, o peygamberin ümmeti denir. Kıyâmet gününde, ümmetlerinden, günâhı çok olanlara şefâat etmeleri için izin verilecek ve şefâatları kabul olacaktır. Ümmetlerinden, âlim, sâlih, velî olanlarına da, şefaat etmeleri için Allahü teâlâ izin verecek ve şefâatlerini kabûl buyuracaktır (Bkz. Şefâat). Peygamberler, mezarlarında, bizim bilmediğimiz bir hayat ile diridir. Mübârek vücutlarını toprak çürütmez. Bunun içindir ki, hadîs-i şerîfte; “Peygamberler, mezarlarında, namaz kılarlar.” buyruldu.

Peygamberlik vazifelerini görmekte, peygamberlik üstünlüklerini taşımakta, bütün peygamberler müsâvidir, eşittir. Aşağıda bildirilen yedi sıfat hepsinde vardır. Peygamberler, peygamberlikten atılmaz. Velîler ise, evliyâlıktan ayrılabilir. Peygamberler insandan olur, cinden, melekten insanlara peygamber olmaz. Cin ve melek, peygamberlerin derecelerine yükselemez.

Peygamberlerin Sıfatları

1. Emânet: Peygamberler emindirler. Bir kimsenin ırzına, malına veya canına hıyânet etmekten münezzeh, uzak oldukları gibi Allahü teâlânın vahyine karşı da hâinlik etmeleri düşünülemez. Allahü teâlâ onları vahy’e ve peygamberliğe emin etmiştir.

2. Sıdk: Din ve dünyâ işlerinde sâdık olduklarında icmâ yâni söz birliği vardır. Doğrudurlar, doğru söyleyicidirler. Aslâ onlardan yalan duyulmamıştır.

3. Tebliğ: Allahü teâlanın vahy ettiği hükümleri tebliğ ederler, bildirirler. Aslâ bir şeyi söylememezlik etmezler, saklamazlar. Doğruyu söylerler. Bir kimsenin hâtırı için müdâhene etmezler. Allahü teâlânın emrini yerine getirirler.

4. Adâlet: Peygamberler âdildirler. Hak üzere gönderilmişlerdir. Onlarda aslâ zulüm yoktur.

5. İsmet: Peygamberden küfür, yalan, fısk, zinâ, livâta gibi şeyler peygamberlikten önce ve sonra meydana gelmez. Bu icmâ-ı ümmettir. İnkârı küfürdür. Beğenilmeyen ve çirkin şeylerden ve insanların nefret ettikleri şeylerden münezzehtirler. Adâlete uymayan işlerden mâsumdurlar, hepsi âlim, âmil ve kâmildirler.

6. Emnü’l-Azl: Peygamberler peygamberlik makamından, dünyâ ve âhirette azl olmazlar. Peygamberlik sıfatı onların zâtlarından dünyâda ve âhirette ayrılmaz. Önce gelen peygamberlerin dinleri nesh olmakla peygamberlikten azl lâzım gelmez. Zîrâ peygamberlik onların sıfatlarıdır. Allahü teâlânın ihsânıdır. Çalışmakla elde edilmez. Evliyâlık ise çalışmakla kazanılır. Her peygamberde evliyâlık vardır. Doğru olan sözlere göre peygamberlikleri evliyâlıklarından üstündür. Çünkü peygamberlikle vahye kavuşmuş, melekleri görmüş ve diğer üstünlüklere sâhip olmuşlardır.

7. Fetânet: Peygamberlerin akılları kâmildir. Akılsızlıktan ve aklı az olmaktan münezzehtirler, uzaktırlar. Köleden ve soyu asil olmayan âileden peygamber gelmemiştir. Köylü, dağlı ve yabânî kimselerden ve insanlar arasında aşağı olan kimselerden peygamber olmamıştır. Kusurlu kimselerden, kör, çolak, topal, sağır, diğer ayıp ve noksanları bulunan insanlardan da peygamber gelmemiştir.

Peygamberlerin dereceleri: Peygamberlerin, birbirleri üzerinde, şerefleri, üstünlükleri vardır. Meselâ, ümmetlerinin çok olması, gönderildikleri memleketlerin büyük olması, ilim ve mârifetlerinin çok yerlere yayılması, mûcizelerinin daha çok ve devamlı olması ve kendileri için ayrı kıymetler ve ihsânlar bulunması gibi üstünlükler bakımından, âhir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselâm, bütün peygamberlerden daha üstündür. “Ülül’azm olan peygamberler, böyle olmayanlardan ve resûller, nebîlerden daha üstündürler.

Peygamberler, üstünlük sırasına göre dört makamda (derecede) bulunurlar:

1) Nebîler. 2) Resûller. 3) Ulül’azm peygamberler; bunlar altı tâne olup gönderiliş sırasına göre Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâmdır. 4) Hâtemül-enbiyâ; Peygamberlerin en üstünü ve en sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâmdır.

İbrâhim aleyhisselâm, Halîlullahtır. Çünkü, bunun kalbinde, Allah sevgisinden başka, hiçbir mahlûkun sevgisi yoktu. Mûsâ aleyhisselâm, Kelîmullahtır. Çünkü, Allahü teâlâ ile konuştu. Îsâ aleyhisselâm rûhullah ve Kelime-tullahtır. Çünkü babası yoktur. Yalnız “Ol!” kelime-i ilahiyyesiyle anasından dünyâya geldi. Bundan başka, Allahü teâlânın hikmet dolu kelimelerini, vaaz vererek, insanların kulaklarına ulaştırırdı.

Mahlûkların yaratılmasına sebep olan ve Âdemoğullarının en üstünü, en şereflisi, en kıymetlisi bulunan Muhammed aleyhisselâm, Habîbullahtır. Onun Habîbullah olduğunu ve büyüklüğünü, üstünlüğünü gösteren şeyler pekçoktur. Bunun için, O’na, mağlup olmak, bozguna uğramak gibi sözler söylenemez. Kıyâmette, herkesten önce kabirden kalkacaktır. Mahşer yerine önce gidecektir. Cennete herkesten önce girecektir. Güzel ahlâkı, sayılmakla bitmez ve insan gücü yetişmez. Bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır. (Bkz. Muhammed Aleyhisselâm)

Peygamberlerin sayıları: Peygamberlerin sayısı belli değildir. 124.000’den çok oldukları meşhurdur. Bunlardan 313 veya 315 adedi Resûldür. Bunların içinden de altısı daha yüksektir. Bunlara (Ülül’azm) Peygamberler denir. Ülül’azm peygamberler, Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed Mustafa hazretleridir. Üstünlük sırası şöyledir: Habîbullah Muhammed aleyhisselâm, Halîlullah İbrâhîm aleyhisselâm, Kelîmullah Mûsâ aleyhisselâm, Rûhullah Îsâ aleyhisselâm, Safiyyullah Âdem aleyhisselâm, Neciyyullah Nûh aleyhisselâmdır.

Peygamberlerin içinde otuz üç adedi meşhurdur. Bunların adı: Âdem, İdrîs, Şît veya Şîs, Nûh, Hûd, Sâlih, İbrâhim, Lût, İsmâil, İshak, Yâkûb, Yûsüf, Eyyüb, Şu’ayb, Mûsâ, Hârun, Hıdır, Yûşa’ bin Nûn, İlyâs, Elyesâ’, Zülkifl, Şem’un, İşmoil, Yûnus bin Metâ, Dâvûd, Süleyman, Lokmân, Zekeriyyâ, Yahyâ, Uzeyr, Îsâ bin Meryem, Zülkarneyn ve Muhammed aleyhi ve aleyhimüssalâtü vesselâmdır.

Bunlardan, yalnız yirmi sekizinin isimleriKur’ân-ı kerîmde bildirilmiştir. Şît, Hıdır, Yûşa, Şem’ûn ve İşmoil bildirilmemiştir. Bu yirmi sekizden Zülkarneyn ve Lokmân ve Uzeyr’in peygamber olup olmadıkları kesin belli değildir. Zülkifl aleyhisselâmın ikinci adı Hazkıl’dır. Bunun İlyâs veya İdrîs yâhut Zekeriyyâ olduğunu söyleyenler de vardır.

Peygamberler niçin gönderilmiştir: Allahü teâlâ, yarattığı bu âlemle varlığını belli ettiği gibi, kullarına çok acıyarak, var olduğunu ayrıca da bildirmiştir. Âdem aleyhisselâmdan başlayarak, her asırda, dünyânın her tarafındaki insanlar arasından en iyi, en üstün olarak yarattığı birisine melekle haber göndererek, kendi isimlerini bildirmiş ve insanların dünyâda ve âhirette rahat etmeleri, iyi yaşamaları için, ne yapmaları ve nelerden sakınmaları lâzım olduğunu açıklamıştır. İnsanlar eski şeyleri unuttukları için ve her zaman bulunan kötü kimseler, peygamberlerin kitaplarını ve sözlerini değiştirdiklerinden, eski dinler unutulmuş, bilinenleri de bozulmuştur. Herşeyi yaratan yüce Allah, insanlara acıdığı için, kullarına son bir peygamber ve yeni bir din göndermiştir. Bu dîni kıyâmete kadar koruyacağını, kötü insanlar saldıracaklar, değiştirmeye, bozmaya kalkışacaklarsae da kendisi bunu, bozulmamış olarak her yere yayacağını müjdelemiştir.

Allahü teâlâ, insanları olgunlaştırmak ve kalplerindeki hastalıklarını tedâvi etmek için, ezelde merhamet ederek, peygamberler göndermeyi dilemiştir. Peygamberlerin, bu vazifelerini yapabilmeleri için, itâat etmeyenleri korkutmaları, itâat edenlere müjde bildirmeleri lâzımdır. Âhirette, birinciler için azap, ikinciler için sevap bulunduğunu haber vermeleri lâzımdır. İnsan, kendine tatlı gelen şeylere kavuşmak ister. Bunlara kavuşabilmek için doğru yoldan sapar, günah işler. Başkalarına kötülük yapar. İnsanları kötülük yapmaktan korumak, dünyâda ve âhirette rahat ve huzur içinde yaşamalarını sağlamak için peygamberlerin gönderilmesi lâzımdır. Dünyâ hayâtı kısadır. Âhiret hayâtı sonsuzdur. Bunun için, âhiret hayâtındaki saâdeti sağlamak önce gelmektedir.

Peygamberler Allahü teâlâ tarafından seçilmiş, gönderilmiş insanlardır. Ümmetlerini Allahü teâlâya çağırmak, azgın, yanlış yoldan, doğru yola, saâdet yoluna çekmek için gönderilmişlerdir. Dâvetlerini kabûl edenlere, Cenneti müjdelemişler, inanmayanları Cehennem azâbı ile korkutmuşlardır. Onların Allahü teâlâdan getirdikleri her haber doğrudur, yanlışlık yoktur. Peygamberlerin sonuncusu, Muhammed aleyhisselâmdır. O’nun dîni bütün dinleri nesh etmiş, yürürlükten kaldırmıştır. O’nun kitabı, geçmiş kitapların en iyisidir. O’nun getirdiği din kıyâmete kadar bâkîdir. Kimse tarafından değiştirilemeyecektir. Îsâ aleyhisselâm gökten inecek ise de, O’nun dîniyle amel edecek, yâni O’nun ümmeti olacaktır.

Büyük İslâm âlimleri İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Rabbânî’nin de ifâde ettikleri gibi, peygamberlerin gönderilmesi kahırdır, cebirdir. İnsanları cebir zinciriyle Cennete çekmek içindir. Nitekim hadîs-i şerîfte; “Zincirlerle Cennete çekilen insanlara hayret mi ediyorsun?” buyruldu. Din, Cehenneme gitmemeleri için, insanları bağlayan bir kemenddir. Nitekim hadîs-i şerîfte; “Siz pervâne gibi, kendinizi ateşe atıyorsunuz. Ben kemerinizden tutup geriye çekiyorum” buyruldu. Allahü teâlânın cebbarlık (her istediğini yapmak) zincirinin halkalarından biri de, peygamberlerin sözleridir. İnsanlar, doğru yolu, eğri yollardan, bu sözlerle ayırabilir. Onların gösterdiği tehlikeden, insanda korku hâsıl olur. Bu ayırış bilgisiyle korku, akıl aynası üzerindeki tozları temizler. Akıl cilâlanıp, âhiret yolunu tutmanın, dünyâ zevklerine kapılmaktan daha iyi olacağını anlar. Bu anlayış, âhiret için çalışmak irâdesini hâsıl eder. İnsanın uzuvları, irâdesine tâbi olduğundan, Uzuvlar âhiret için çalışmaya başlar. Allahü teâlâ, bu zincirle insanı zorla Cehennemden uzaklaştırmış, Cennete sürüklemiş olur. Peygamberler koyun sürüsünün çobanına benzer. Sürünün sağ tarafında çayır olsa, sol tarafında mağara bulunsa, mağarada kurtlar olsa, çoban, mağara tarafında durup, sopa sallayıp, koyunları korkutarak, çayır tarafına kovalar. İşte peygamberlerin gönderilmesi de, buna benzer.

İnsanların peygamberlere ihtiyâcı: İnsanların doğruyu, iyiyi, güzel olanı bulabilmeleri tek başına akılla mümkün değildir. Akıl, göz gibidir. Peygamber vâsıtası ile gönderilen din ise ışık gibidir. Yâni, insanın aklı, gözü gibi zayıf yaratılmıştır. Göz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremiyor. Allahü teâlâ, görme âletinden (gözden) faydalanmak için güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nûru olmasaydı, göz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdı.

Akıl da, yalnız başına mâneviyatı, faydalı, zararlı şeyleri anlamıyor. Allahü teâlâ, akıldan faydalanmak için, Peygamberleri, din ışığını yarattı. Peygamberler, dünyâda ve âhirette rahat etmek yolunu bildirmeseydi, akıl bulamaz, işe yaramazdı. Tehlikelerden, zararlardan kurtulamazdı. İslâmiyete uymayan veya aklı az olan kimseler ve milletler, peygamberlerden faydalanamaz. Dünyâda ve âhirette tehlikelerden, zararlardan kurtulamaz.

Peygamberler hakkında Kur’ân-ı kerîm’de meâlen buyruluyor ki:

Peygamberlerin üzerinizdeki (vazifesi) ancak ilâhî emirleri tebliğdir. Allah, açıkladığınız ve gizlediğiniz sözlerle hareketlerinizin hepsini bilir. (Mâide sûresi: 99)

Kâfirler, Allahü teâlânın emirleriyle Peygamberlerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyorlar. Bir kısmına inanırız; bir kısmına inanmayız diyorlar. Îmân ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir. Kâfirlerin hepsine Cehennem azâbını, çok acı azâbları hazırladık (Nisâ sûresi: 150-151)

(Îmân edenleri Cennetle) müjdeleyici, (Küfredenleri de Cehennemle) korkutucu olarak peygamberler gönderdik ki, bu peygamberlerin gelişinden sonra insanların (yarın) kıyâmette: “Bizi îmâna çağıran olmadı” diye Allah’a bir hüccet ve özürleri olmasın. Allah azizdir, hükmünde hikmet sâhibidir. (Nisâ sûresi: 165)

Peygamberler göndermedikçe azap yapmayız. (İsrâ sûresi:15)

Peygamberleri, müjde vermek ve korkutmak için gönderdim. Böylece, insanların Allahü teâlâya özür, bahâne yapmaları önlendi. (Nisâ sûresi:164)

NEBÎ


Yüksek olmak ve haber vermek anlamındaki "n-b-e" kökünden türeyen nebi (çoğulu enbiyâ) sözlükte, haber veren, yüksek ve düz olmayan yer, çok ve geniş yol demektir. Terim olarak Allah'ın, dini kurallarını, emir ve yasaklarını, öğüt ve tavsiyelerini insanlara bildirmesi için görevlendirdiği insanlara denir. Bu insanlara, peygamber, nebî dendiği gibi resul ve mürsel (elçi) de denir.

İslâm bilginleri resul ile nebi arasında fark olduğunu, yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla gönderilen peygamberlere resul-mürsel, yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla göndermeyip, önceki bir resulün kitap ve şeriatını tebliğ etmekle görevli peygamberlere ise nebi dendiğini söylemişler ise de, Kur'ân'da böyle bir ayırım bulunmamakta, aksine nebilere kitap, hüküm, hikmet verildiği ve vahyedildiği bildirilmektedir. Bakara sûresinin 213. âyetinde nebilerle beraber kitap indirildiği bildirilmektedir: "İnsanlar bir tek ümmet idi. Allah, nebileri müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye, O nebilerle beraber gerçekleri içinde taşıyan kitap indirdi..."

Âl-i İmrân sûresinin 81. âyetinde nebilere kitap ve hikmet verildiği ifade edilmektedir: "Allah, nebilerden şöyle söz almıştı: Bakın size kitap ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan kitapları doğrulayıcı bir rasûl geldiğinde ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı? demişti. Kabul ettik dediler..."

Âl-i İmrân sûresinin 70. âyetinde kitap, hüküm ve nübüvvet verilmesi birlikte zikredilmiştir; "Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah ona kitap, hüküm ve nübüvvet versin de sonra o insanlara Allah'ı bırakıp, bana kullar olsun desin..." (Casiye, 45/16; Ankebût, 29/27; Hadîd, 57/26).

Nisâ sûresinin 163. âyetinde nebilere vahiy indirildiği bildirilmiş, bir sonraki âyette bunlara resul denilmiştir: "Nuh'a ve ondan sonra gelen nebîlere vahyettiğimiz gibi (Ey Muhammed!) sana da vahyettik. Nitekim İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsâ'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a, Süleyman'a da vahyetmiş ve Dâvûd'a Zebur vermiştik. Daha önce sana anlattığımız ve sana anlatmadığımız elçilere (resul) de vahyetmiştik."

Kur'ân'da nebilere kitap verildiğinin bildirildiği gibi, resullere de kitap verildiği bildirilmiştir (Hadid, 57/25).

Bir âyette resul ve nebi kelimeleri atıf harfi ile peş peşe zikredilmiştir: "Senden önce hiçbir nebi ve resul göndermedik ki, o bir şey arzu ettiği zaman şeytan, onun arzusu içerisine mutlaka (bir düşünce) atmış olmasın..." (Hac, 22/52).

Ebû Zerri'l-Gifârî; Ya Rasûlallah! Nebilerin evveli hangisidir diye sormuş, Peygamberimiz "Âdem'dir" demiştir. "O nebî mi idi?" diye sormuş, "Evet nebi idi" cevabını vermiştir (Ahmed, V/178). "Ya Rasûlallah! Nebilerin sayısı kaçtır" diye sormuş, "124.000'dir" diye cevap vermiştir (Ahmed, V/179). "Ya Rasûlallah! Onlardan kaçı resuldür" diye sormuş, "315'i" cevabını vermiştir (Ahmed, V/179).

Rasûl ve nebi kelimelerinin geçtiği âyetler birlikte değerlendirildiğinde her ikisinin de ortak vasıflara sahip olduğu görülmektedir. Bu vasıflar; kitap, hikmet, nübüvvet ve hüküm verilmesi, vahyedilmesi, uyarıcı ve müjdeciler olarak gönderilmiş olması ve mücrimlerin düşmanlığına maruz kalmaktadır. (Âl-i İmrân, 3/79, 81; Nisâ, 4/63-165; Ahzap, 33/45; Hadîd, 57/25-26). (İ.K.)

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] yalvaç

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] [[{{{2}}}#Şablon:Eskimiş|{{{2}}}]] Peygamber, resul.

Nuvola apps bookcase Köken

[1] Nuvola apps bookcase Köken yalavaç

Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar

  • Divanü Lügati't Türk

en:yalvaç

Advertisement