Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Önceki Risale: Yirmi Yedinci Mektup'un Zeyli ve İkinci KısmıBarla LahikasiYirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Zeyli: Sonraki Risale

İkinci Zeyl[]

Ümmi fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’aniyeye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, âhiret kardeşim Adilcevazlı Bekir Ağa’nın Sözler hakkındaki ihtisasatıdır[]

Fazilet-meab Üstadım Hazretleri,

Efendim, evvela arz-ı tazim ve hürmetle mübarek ellerinizi öperek, her ân ve zaman lisanıma yakıştığı kadar dua eder ve duanızı rica ediyorum.

Efendim, malûmunuz fakir talebeniz ve kardeşiniz cahil olduğum halde, güneş-misali olan risale-i bergüzidelerinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Güneşin nuruna set çekilemediği gibi ve set çekilmek ihtimali olmadığı gibi risalelerinize de set çekilemez. Onları istima’da ruh ve kalbimi tetkik ettim, tetkikatımda ne gibi hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım, baktım ki ruh ve kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki beni bilâ-ihtiyar bir vazifeye sevk etmek için hemen “Haydi haydi!” diye tazyikata başladı.

Ben de ruhumda olan bu vakıayı takip ederken o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gösterildi. Anladım ki bu anahtarlar ile icab eden kapıları açıp o Nurlara ehil olan kardeşlerimi –min gayr-i haddin– arayıp bulmak vaziyeti âdeta bana emrolunup o Nurlardan güneş gibi nur saçılması hususunda ben de bu hali kendime vazife addettim.

O Nurlardan almış olduğum anahtarları teslim ile hain-i din olan mülhidlerin elleri kımıldanmayacak derecede kırılması için hamden lillah bu kardeşlerimi arayıp buldum. Emanetullah ve emanat-ı Peygamberînin (asm) gayet parlak yakut ve zümrütten kıymettar olan hazinelerini o zatların ellerine teslim ettim. Elhamdülillah Cenab-ı Hak muvaffak etti.

O mübarek eserlerinizi mütalaa eden eşhas, insan iseler ve insaniyetle alâkaları varsa iman eder. İnanmadıkları takdirde ya insaniyetten istifa etmeli veyahut insan değiliz demeli.

Bu eserler başlı başına ayrı ayrı birer fatihtir. İnşâallah her cihetle fethederek fatih olacaktır. Cenab-ı Mevla, âhirette cümlemizi sevabına nâil eyleyip şefaatine mazhar buyursun, âmin!

Tekrar mübarek ellerinizi bûs ile duanızı istirham eylerim efendim hazretleri.

Abdülcelil oğullarından

Adilcevazlı Emrullah oğlu Bekir

Bu fıkra Hulusi-i Sânî Sabri’nindir[]

Bekledim tâ ki Onuncu Söz neşredilmiş, işbu kıymeti mükevvenata faik olan mübarek nurlu eserden bir nüshacık ihsan buyuruldu. Hemen aldığım dakikada, zîruhtan hâlî ve zümrüt-misal yeşillenmiş nebatat arasında bir ağacın altına gittim. Lâkin mevsim itibarıyla haliçe-i zemin gayet revnaktar ve enva türlü çiçeklerle müzeyyen ve muhteşem ise de ânifü’l-beyan eser, âlem-i bekanın sened-i hakiki ve kat’îsi ve en kavî ve gayet rasîn ve son derece güzel, naklî ve aklî ve mantıkî ve tarifi imkânsız bir delail ve berahin-i kat’iye ile müsbet ve hattâ haşir hakkında ayağı kayarak mühlik uçurumlara giden ve en fena bataklıklara düşen, hüsran ve dalalette boğulan pek çok kimseleri dakik ve amîk işarat ve hakaiki ile ihya ettiğini ve edeceğini alâ kadri’l-istitaa öğrendim.

Her ne kadar o kıymettar eserin derecat-ı refia ve mühimmesini hattâ en kısa bir cümlesini bile hakkıyla anlayabilmek ve o hususta söz sarf edebilmek, bidâamın fersah fersah fevkinde ise de menba-ı hakikisi bulunan Furkan-ı Mübin’den tam bir feyz alan ve emsali görülmemiş bir şaheser olduğunu anladım. Bu fakir, şiddetli acz ve zaafımla bîhad bahr-i hakaike daldım ve bahr-i muhit-i nura girebilmeye şu mübarek eser, elmas bir miftahım oldu.

Binaenaleyh havas ve havassü’l-havas dikkatle onu mütalaa ederlerse daha ne derecelerde hakaik-i İlahiye ve maarif-i Rabbaniye müşahede ederek, iktisab-ı füyuzat edeceklerini tahmin edemem. Bundan başka şu nurani ve ulvi ve kudsî eser, numarası itibarıyla dokuz eserin daha mukaddemen sebkat ettiğini îma ve işaretle beraber ve “On” numaradan sonra daha birçok eserlerin vücudunu mutazammın bulunmasına dair bir hassasiyet-i kalbiye uyandırdı.

Sonra anladım ki Kur’an-ı Hakîm’in nur ve ziyadar menbaı cûş u hurûşa gelmiş. Furkan-ı Hakîm’in elmas maadininden dehşetli bir infilak husul bulmuş, Sözler namında hadsiz tiryaklar ve mücevherat zahir oldu. Pek çok kulûb def’-i maraz ve kesb-i âfiyet etti.

Furkan-ı Mübin’in feyziyle Sözler’inin her birini herkese görmek müyesser olmayan gayet dakik ve amîk beyanat-ı hârikalarını röntgen makinesi ile temsil ediyorum. Nasıl o röntgen şuâı şu uzuvların içindeki en hafî ve ince hali görüyor, gösteriyor. Öyle de nurların hazinedarları olan Sözler dahi hakaik-i eşyada en ufacık zerreleri bile görmek ve göstermek hâssasını haizdir.

Sabri

Şu iki fıkra Hüsrev’indir[]

Şimdiye kadar emsaline tesadüf etmediğim bu güzel ve yüksek Sözler’i birdenbire kavramak herkese müyesser olamayacağı için affımı rica ediyorum. Duanız berekâtıyla bir gün gelip ona da Cenab-ı Hakk’ın muvaffak buyuracağı ümidini taşıyorum. Ve beni zat-ı âlînize tevdi eden ve Sözler’i yazmaklığıma ruhsat veren Cenab-ı Hakk’a milyarlarca hamdediyor ve şükrediyorum.

Hüsrev

Keza Hüsrev’in[]

Risalelerin yüksekliğine ve güzelliğine ve latîfliğine âciz lisanımla, kısa aklım ile ve zayıf idrakimle hayrette kaldığım şöyle dursun, bilâ-kayd her okuyanı bizzarure tahsine sevk ediyor. Cenab-ı Hakk’a ne kadar hamdeylesem, şükreylesem bu lütufların hakkını ödeyemem.

Hüsrev

Şu fıkra Hâfız Zühdü’nündür[]

Nur bahçesinin nurlu meyvelerinden iki tanesini daha koparmaya muvaffak oldum. Bu meyvelerin muhtevi bulunduğu lezzeti, kāsır lisanımla şimdi ifade edebilmekten çok âciz bulunuyorum. Nebiyy-i Âhirü’z-zaman Aleyhi Ekmelü’s-salâtü Vesselâm’ın huzur-u saadetine ve pâk, latîf sohbet-i Nebeviyeleriyle müşerref olmak zevkini idrak ettiren bu kıymettar On Dokuzuncu Mektup’u mütalaa etmekten bir türlü doyamıyorum.

Bi’l-cümle Risaletü’n-Nur’un takdir ve tevkiri hususunda söz söyleyebilmekten kalemim âciz ve nâkıstır. Cenab-ı Vâhibü’l-atâyâ’dan dilerim ki Nur bahçelerinin meyvelerinin hepsinden tatmaya, arkadaşlarım gibi âcizlerini de muvaffak kılsın.

Hâfız Zühdü

Bir Nur talebesinin fıkrasıdır[]

Bugün o yüksek kitabın ikmaline muvaffak oldum. “Mi’rac”ın ikmal ve mütalaasından mütevellid sürur ve saadetimi tariften kalemim düçar-ı acz oluyor. Mütalaadan doğan duygularımı hülâsaten ve bir cümle ile arz edeceğim:

Mi’rac’ın mütalaasında hayatın felaket girdaplarını ve saadet-i ebediyeye giden manevî deryanın selâmet yollarını gösteren kalp dolusu bir nur ve ziya buldum. Evet, her temsilatta ispat edilen pek çok hakikatler ve bugün tahatturu ve tahayyülü bile ruhumuzu doldurup taşırmaya kâfi gelen asr-ı saadet ve hârikalar devri gözümün önünde hayatlandı; fikirden fikre, hayretten hayrete düştüm.

Mi’rac kitabı, felsefe düşkünü muterizlerin felsefesini her zaman için iflas ve sukut ettirmek kuvvetine mâlik bir eserdir. Mi’rac kitabı başlı başına asıllardaki hakikatleri i’zam edilmeden ve bîtarafane bir tefekkürün bile göreceği ve kabul edeceği bir nazarla ispat eden ve kapalı kalmış noktaları ehl-i imana makul ve mantıkî fikirlerle izhar eden bir kitab-ı tarihtir.

Gaflete dalmış ve dalaletin mağlubu ve bir tutam aklıyla kendisine bir mümtaz mevki vermek isteyen feylesoflar, Mi’rac gibi bir şaheser karşısında apoletleri sökülmüş, bütün şöhret ve namı sukuta mahkûm bir kral vaziyetine düşer. O kral ise daimî bir yeise mahkûmdur. Halbuki bunca hakikatler karşısında felsefe zincirleri ve muteriz efkârı birer birer kırılan, davasının ve iddiasının haksız olduğunu anlayan feylesof ise Hâlık-ı A’zam’ın kudret ve azameti huzurunda secde eder ve af diler.

Zekâi

Zekâi’nin fıkrasıdır[]

Namaza dair fazilet ve mükâfat menbaı olan Dördüncü ve Dokuzuncu ve Yirmi Birinci Sözler, ruhumun karanlık köşelerini nâkabil-i tarif bir surette tenvir etmiştir. Kemal-i aşk ve şevkle tetebbu ettiğim bu şaheser, şüphe bulutları içinde vakitlerini bir hiç için zayi edip giden ehl-i gaflete ve gençlik hevesatına esir olup mürur-u zamanla nâdim olarak tarîk-ı hakikati arayanlara bir refik-i hayat olsun.

Zekâi

Şu fıkra Doktorundur[]

Hocam, emaneten bendenizde bulunan iki kitabı emrediyorsunuz. Bendeniz de yalvarıyorum ki gelecek hafta takdim edeceğim. Çünkü küçüğünü iki defa, büyüğünü bir defa okuyabildim. İhatamın darlığı veya aczim dolayısıyla idrakim de kıttır. Binaenaleyh sizin o muhteşem temsillerinizi defalarca daha okumak istiyorum ki cüz’î küllî bir alâka hasıl olsun. Yâ Rab! O ne büyük mantık, o ne büyük müskit beyan ve tarz-ı telakki. Âh Üstadım, bu mübarek dinin mübecceliyetini idrak ve ihata ve takdirde size ve ancak size medyun-u şükranım ve minnettarım. لِسَبَبٍ مِنَ الْاَسْبَابِ Dinî akidelerimin azîm bir inkılabı var. Nur Risalelerinden aldığım dinî ve insanî ve vicdanî ve iktisadî ve ilmî dersler bana hayatta muvaffakıyet verecektir.

Doktor Yusuf Kemal

Doktorundur[]

Tam manalarıyla mefhumlarını kavramak iktidarında olmadığım o yüksek eserlerinizi fırsat buldukça okuyorum. İrşad-ı âliyeleri unutulmaz ve şaheser hatıradır. Mezarıma kadar dinî akidelerinizin esiri ve kurbanıyım. Üstadım, sizin Sözler’iniz benim dinî muhayyilemi cidden değiştirdi ve daha sevimli bir mecraya sevk etti. Şimdi bendeniz, doktorların düşündüğü gibi düşünmüyorum.

Doktor Yusuf Kemal

Bu uzun fıkra Hulusi Bey’indir[]

بِاسْمِهٖ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْمَلَكِ وَالْاِنْسِ وَالْجَانِّ

Eyyühe’l-Üstadü’l-Aziz!

Yirmi Sekizinci Mektup’un Dördüncü Mesele’sini dört gün evvel, İkinci ve Üçüncü Mesele’sini ve melfuflarını dün almakla bahtiyar oldum.

Evvela: Muhterem Sabri Efendi’nin, hakk-ı âcizîde ibraz buyurduğu azîm teveccüh ve takdir-i üstadaneleriyle de müsbet tevazuları münasebetiyle birkaç söz söylemeye müsaadenizi rica ediyorum. Şöyle ki: Bu fakir-i pür-taksir kardeşinizde, çok mükerrem ve muazzez tanıdığı Üstadının bazı hasletlerinden denizden katre nisbetinde vardır. Bu cümleden olmak üzere üç halimi arz edeceğim:

Birisi: Tâ küçük yaştan beri lütf-u Hak’la Kur’an’ın hakikatine merak etmiş ve taharri-i hakikat yolunda bulunmuş, nihayet aradığımı Eğirdir’de Üstad-ı Muhteremimin neşre vasıta olduğu Sözler unvanlı Nurlarda bulmuşumdur. Bu buluş, beni evvelemirde çirkâbdan selâmete, felaketten saadete, zulmetten nura çıkardığı için Nurlara ve Hazret-i Kur’an’a ve bu Nurların izn-i Hak’la nâşiri, mübelliği, vaizi, dellâlı olan Üstadıma o andan itibaren ruhumda lâyetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir merbutiyet hasıl olmuştur. Yüz bin kere hamd ve şükürler olsun. Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda, dünyevî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havassımda azîm bir şevk hissediyorum.

İkincisi: Ubudiyetin iktiza ettiği ve bu Nurlardan aldığım derslerin delâlet ettiği vecihle bütün kusurları, tekmil fenalıkları nefsimden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah’tan biliyorum. Nurlara ve Kur’an’a hizmeti hasbî olarak arzu ediyorum ve neşrine muvaffak olamadığım için mü’minler hesabına çok müteessir oluyorum. Bu halime de şükürler olsun.

Üçüncü hal ve hakiki şahsiyetim: Bunu tarif etmeye cidden hicab duyarım. Hemen Cenab-ı Allah’tan dilerim, beni ve bütün kardeşlerimizi nefis ve cin ve ins ve şeytanların mekirlerinden muhafaza eylesin ve dalalete sapanlardan eylemesin, âmin!

Benim kardeşlerim (Hâşiye[1]) Üstadımın kardeş ve talebeleri olan zatlar şüphesiz birinci ve ikinci hali ruhlarında hissederler. Öyle ise beşerde bilhassa mü’minlerdeki hâsselerin inkişafı tahdid edilemeyeceği için tevfik-i Hudâ ile bir kere bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlup olmayacakları cihetle, terakki ve istifadeleri de o nisbette ziyade olur. Muhterem Üstadım bu kusurlu talebesine teveccühü; insanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhassa benim gibi muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en çok olduğuna delil ve misaldir.

Hülâsa: Bana liyakatimin çok fevkinde hüsn-ü zan eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve mütevazi Sabri Kardeş! Bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir, müflis, ümmet-i Muhammed’den (asm) bir abdim. Dualarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhalini kabul ettirerek hazine-i hâssa-i Kur’an’dan âleme muhtelif nam ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan dellâl-ı Kur’an’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en büyük emelim ve en ciddi temennim, en mukaddes niyetimdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak saadetine mazhar olduğum dakikalarında, hilaf-ı me’mul bazı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir ki bu marifet benim değil elbet muhakkak ve mutlak Hazret-i Kur’an’dan lemean eden Nurlara aittir.

Öyle ise asıl üstad Kur’an’dır. Üstad-ı muhteremimiz elyak ve elhak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar fırsatı ganimet bilmeli, cevherleri almalı; kalbimize, dimağımıza nakşetmek, dâreynde medar-ı saadetimiz olacak olan bu Nurları alâ kadri’t-tâka neşre çalışarak muhafazasını kuvvetleştirmeliyiz. وَمِنَ اللّٰهِ التَّوْفٖيقُ

Sâniyen: Mektubat’ın küçüklerinden on üçünü hâvi hususi mektuplar mecmuasını aldım. Bu vesile ile de maziyi hal yerine koyarak derin manalı, şirin sohbetinizi bir kere daha şevkle dinlemiş oldum. Zaten ben o vakitlerin mazide kalmasına razı değilim. Her vakit hal gibi mütalaa ediyorum. Mazi, hal, müstakbel bunlar da itibarî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç kalmıyor.

Sâlisen: Yirmi Sekizinci Mektup’un Sekiz Meselesinden

Birincisi; bana ait rüya hakkında kıymetli bir ders vermiş. وَجَعَلْنَا نَوْمَكُمْ سُبَاتًا âyetine güzel bir tefsir, nihayet manası zahir olmuş rüyaya hoş bir tabir olmuştur. Nevme ait âyeti pek âlî ve münasip bir surette tefsirinizle, başta herkesten ziyade muhtaç Hulusi’niz olduğu halde bütün Risale-i Nur ve Mektubatü’n-Nur müstemilerine ve kārilerine faydalı, zevkli, esaslı, ciddi, veciz ve beliğ bir ders daha vermiş oldunuz.

Şuraya bir işaret etmek isterim; Kur’an’ın kerametine bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum: Gerek Eğirdir’de gerek burada bazen zihnime bir şey gelir ve kendisiyle hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum (Hâşiye[2]). Bu birde, beşte kalmadı, çok taaddüd etti. Onun için diyorum ki keramet-i Kur’aniyedendir.

İkinci Mesele; güzel ve ilmî bir ders olmakla beraber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizbü’ş-şeytanın avenesi tâ buralardan dolaşarak sahte ve şaşırtıcı hareketlerle arkadan çevirmek istemeleridir. Bu sebeple şifahane-i Kur’an’ın anahtarı, inayet-i İlahî ile elinde bulunan sevgili Üstadımızın bu zehirlere de ilaç yetiştirmesi ve silahhane-i Kur’an’dan aldığı acib silahlarla mübareze etmesi nevinden güzel ve bedî’ üslup ile ve hârika temsilatla bulunuşu hakikaten şâyan-ı menn ü şükrandır. Allah sizden çok razı olsun.

Üçüncü Mesele; hakikaten çok güzel, çok hoş, çok vâzıhtır. Bu meseleyi beş noktaya ayırmakla sanki İslâm’ın beş rüknünü hatırlatmış, selâmet için beş esası göstermişsiniz. Hem bunu dostlarınıza ve kalben sizden bir şey bekleyenlere, sual-i mukaddere cevap nevinden kaleme almışsınız. Fakat hüsn-ü zanna mesağ veriyorsunuz. Niyetle me’cur ve faidemend olacağını ihtar ediyorsunuz. Sâil buna da razı. Otuz İkinci Söz’ün Üçüncü Mevkıfı zaten bu derde ilaç vermekte, bu yaraya merhem vurmakta ve bu arzuya çare bulmaktadır.

Sözler ile kuvvetü’z-zahr olduğunuz mü’minler, bataklıktan çıkardığınız mütehayyirler, ayılttığınız sarhoşlar, iade-i şuur ettirdiğiniz divaneler, şu zamanda Kur’an’dan daha iyi mürşid olamayacağına inandırdığınız hakikate müştak insanlar, ilzam ettiğiniz münafıklar, mülhidler, hattâ kaçırdığınız şeytanları her gözü olan ve bakan gördü, akıldan nasibi olan anladı, kalbi bozulmayan inandı. Bu azîm muvaffakıyatın sırrı, acz yolunun rehberi olan Kur’an’ın ve Nurların dellâlının gösterdiği hakiki acze karşı Hâlık’ın ihsanındadır.

وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyet-i celilesine istinaden her ne matlubunuz varsa Kur’an’dadır. Buna muvaffak olmak için Nurlarla alâkadar olmak, Kur’an’a hâdim olmak, Allah’a karşı haddini ve acz-i tam içinde bulunduğunu anlamak ve bütün mevcudiyetiyle kabul etmekle olur diye mütemadiyen mü’minleri bu kestirme, selâmetli ve saadetli yola çağıran Üstadımızdan Allahu Zülcelal Hazretleri ebeden razı olsun. Dünyevî, uhrevî bütün muradlarını hasıl etsin. Ümmet-i Muhammed’e bağışlasın, âmin bi-hürmeti Seyyidi’l-mürselîn.

Duanızın cümlemiz muhtacı ve duanızda bulunmak hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel takdir etmiş, mâşâallah, mâşâallah. Kimin haddidir ki bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bunda da isabet var. Çünkü edebiyat satılmıyor, Kur’an’dan nurlar gösteriliyor.

Bu fakir kardeşiniz bu Sözler’i okuduğum zaman, üstadımı temsil eder bir hal alıyorum. Tabiratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli geliyor ki tarif edemem. Onun için bir harfe dokunmayı azîm bir günah işliyor telakki ediyorum. Bazen verdiğiniz salahiyetin manevî kuvvetiyle namınıza olarak bir harfin yerini değiştiriyor veya kaldırabiliyorum. İşte bendeki telakki ve tesir bu mahiyettedir.

Bu mektubu müsvedde ettiğim vakit tam bu anda müezzin minarede “Allahu ekber” demişti. Ben de “Allahu ekber (celle celaluhu)” ile mukabele etmiş idim. Bu hal işteki kudsiyete açık bir işaret değil mi?

Dördüncü Hususi Mesele; Eski Said lisanıyla da olsa ne kadar muvafık istimal-i silah ediyorsunuz, bârekellah. Manevî taşlarınız وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى âyet-i kerîmesinde işaret buyurulduğu üzere hedeflerine isabet ettiğine kaniim. Allah böylelerinin şerlerini kudret kılıncı ile kessin. Böylesi hain ve zalimleri Kahhar ismine tevdi ederiz.

Hizmette füturum yok fakat manilerin hadd ü pâyanı yok. Fakat dünyayı sırtıma yükleseler her tarafımı ateşle sarsalar bu ulvi düşünceme mani olamazlar. Amma buna gönül razı değil, çok şeyler arzu ediyor. Ne çare nefis ve cin ve ins şeytanları müthiş topuzlarla karşıma dikildiklerinden, ister istemez mücadeleye mecburum, hakiki hizmetten geri kalıyorum. Buna ne kadar müteessif olsam azdır.

وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمٖينَ

Hulusi

Altı sene bana kemal-i sadakatle hasbî olarak hizmet eden ve hârika olarak benim gibi bir asabî adamı hiçbir vakit gücendirmeyen ve müsvedde kâtipliğini daima yapan Süleyman Efendi’nin fıkrasıdır[]

Efendim Hazretleri!

Evvela mübarek ellerinizi öper, mukaddes dualarınızı beklerim. Fakir hademeniz ve talebeniz ve kardeşiniz olan Süleyman, şimdiye kadar telif olunan mübarek Nurları birer birer mütalaa ederek her birisinden ayrı ayrı ve büyük nurlu güneş gibi ışıklar gördüm ve çok büyük istifade ettim. O nurlar uhrevî yolumu irae ettiler. Allah sizden razı olsun. Âhiret yolunda bulunan çok noksanlarımı gösterdiler, teşekküründen âcizim. O nurları temsil ve tasvir edecek kudreti kendimde görmediğimden, ruhumu yoklayarak hissiyat-ı kalbiyemi şöyle tasvir etmeye –min gayri haddin– cüret eyleyeceğim. Hata vaki olursa da affımı istirham ediyorum.

Efendim, görmüş olduğum Risale-i Nur deryasındaki lezzet ve saadetin dünyada hiç emsalini göremediğim gibi kendi vicdanî muhakemem neticesinde kat’iyen anladım ki o Risaleler her biri başlı başına ve ayrı ayrı birer tefsir-i Kur’an’dır. Mahlukat içerisinde hilkaten insan şeklinde ve hakikat noktasında insaniyetten sukut eden ve serâpa manevî yaralar içinde bulunan insanlara bu Nurların mütalaası seri şifalı bir ilaç ve yaralarına gayet nâfi’ bir tiryak ve merhem olduğunu ufacık karihamla anlayabildim. Bu Nurların kıymetini zaman gösterecek ve dillerde destan olarak şark ve garbı gezecek itikadındayım. Ve inşâallah Avrupa’ya karşı dahi Kur’an’ın ne kadar parlak bir güneş olduğunu gösterecektir.

Tekrar ellerinizi öperek duanızı isterim efendim hazretleri.

Süleyman

Şu fıkra aklen Hulusi, kalben Sabri, vicdanen Hüsrev hükmünde olan Re’fet Bey’in mektubudur[]

بِاسْمِهٖ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا

Bu defa Süleyman Efendi vasıtasıyla Yirmi Beşinci Söz’ü, tashih olunmak üzere huzur-u âlînize takdim ediyorum. İ’caz-ı Kur’an elhak bir şaheserdir. İhtiva ettiği hayret-bahş hakaik itibarıyla âsâr-ı âliyenizin en mühimmidir. Mu’cizat-ı Ahmediye’yi okudum. Çok mükemmel ve ruha ulviyet ve inkişaf bahşeden çok kıymettar bir eserdir. Şu kadar ki mu’cizat-ı Ahmediyenin en büyüğü Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan olduğuna göre, i’caz-ı Kur’an’ın ruhumda husule getirdiği tebeddülat ve münderecatından ettiğim istifade çok azîmdir.

Bu eserinizle وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا فٖى كِتَابٍ مُبٖينٍ âyet-i celilesinin muhtevi olduğu şümullü ve pek azametli olan maânî-i ulviye ispat edilmiş oluyor. Bugünkü terakkiyat-ı fenniye ve ihtiraat-ı beşeriyeyi kendi mahsulat-ı fikriyeleri addeden ve bir hazine-i hakaik olan Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ı mühmel bırakarak Avrupa’dan ilim ve irfan dilenciliği yapan ve akıllı geçinen gafiller, beşerin dünyevî ve uhrevî saadetini temin edecek maâliyat ve desatir-i muazzama ile memlû bulunan bu âsâr-ı muhteşemeyi bir nazar-ı insaf ve bir teyakkuz-u ârifane ile mütalaa etselerdi, dalmış oldukları hâb-ı gafletten pek çabuk uyanacaklardı. Fakat heyhat, bizler arpa ambarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz. Elimizde bir mecmua-yı hakaik dururken ona karşı göz yumar ve başkalarından istiane ederiz.

İ’caz-ı Kur’an’ın yüksekliği hakkında ne yazsam azdır. Kalemim onu tavsiften âcizdir. Kudret-i kalemiyem olsaydı hakkını vermeye çalışırdım, olmadığı için âcizane olarak sözümü kesiyorum. Kemal-i hürmetle mübarek ellerinizden öper ve hizmet-i Kur’an’da sabit olmam hakkındaki duanızı talep ve istirham ederim, efendim.

Re’fet

Binbaşı merhum Âsım Bey’in fıkrasıdır[]

Envar-ı Kur’aniye mizan ve bürhanlarından ve kıymeti takdir edilemeyen Sözler namındaki risale-i şerifeler fakiri ihya ediyor, kalbimi nurlandırıyor. هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّٖى Çoktan beri aramakta iken lehü’l-hamd Cenab-ı Hak Sözler’i bu fakire ihsan buyurdu. Kalp ve gönlüme âciz kalemim ve kālim tercüman olamıyor.

Âsım

Bahtiyar kardeşim Hüsrev![]

Şu risale (*[3]) bir meclis-i nuranidir ki Kur’an’ın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkâr ediyorlar. Ve yüksek bir medrese salonudur ki Kur’an’ın şakirdleri onda her biri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor. Ve Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın hazine-i kudsiyesinin sandukçaları olan risalelerin satıcı ve dellâllarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkân ve bir menzildir. Her biri aldığı kıymettar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor. Bârekellah, sen de o menzili çok güzel süslendirmişsin.

Said Nursî

Önceki Risale: Yirmi Yedinci Mektup'un Zeyli ve İkinci KısmıBarla LahikasiYirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Zeyli: Sonraki Risale

  1. Sabri gibi talebelere hitap ediyor.
  2. Bu keramet-i Nuriye Hulusi’de olduğu gibi çoklarda dahi tezahür etmiş ve ediyor.
  3. Yani Yirmi Yedinci Mektup’un umumu.
Advertisement