Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

D. {{Alıntı|konum=sağ|{{RNK}}|10px|30px}}
<div style="font-size:150%;">'''Büyük Punto'''</div> Şablon:Risale bakınız


RNK şablon sayfası
Arapça font problemi

Risale
Risale:Risale
Risale:Risale-i Nur

Hizb ve dualar
Risale:Hizb'ül Ekber-in Nuri
Risale:Hizb-i Azam-ı Kur'anî
Risale:Hizb-i Nur'il Ekber (Zülfikar)
Risale:Hizb-ül Hakaik
Risale:Hizb-ül Mesnevi-ül Arabi
Risale:Celcelutiye
Risale:Cevşen-ül Kebir
Risale:Cevşen-ül Kebir (Hizb-ül Hakaik)
Risale:Çocuk Taziyenamesi (Siracünnur)

Risale: Mukaddime (Muhakemat)
Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Makaleler (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Lemeat'tan (Kastamonu)
Risale:Teşhis-ül İllet (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Divan-ı Harb-i Örfi (Asar-ı Bediiyye)
Risale:İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Mektubat)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Tarihçe-i Hayatın Zeyli (Asar-ı Bediiyye)
Risale
Risale:Hutbe-i Şamiye
Risale:Hutbe-i Şamiye (Asar-ı Bediiyye)

RNK : Risale-i Nur Külliyatı’ndan
Kuran:Kur'an .
Risale:Evrad .
Risale:33 Hadis .
Risale:Hazret-i Üstadın Tashih ve Tasarrufları Hakkında (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Vukufsuz Ehl-i Vukufa Cevap (Asar-ı Bediiyye)
Tüm risaleler :
Risale:Risale-i Nur :
Evrad
Büyük boy kitaplar:
Sözler - Mektubat - Lem'alar - Şuâlar - Tarihçe-i Hayat - İşarat-ül İ'caz - Mesnevi-i Nuriye - Asâ-yı Musa - Barla Lahikası - Kastamonu Lahikası - Emirdağ Lahikası-1 ve Emirdağ Lahikası-2 -Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Mesnevi-i Nuriye
*İ’tizar
*Mukaddime
*Lem'alar Risalesi
*Reşhalar
*Lasiyyemalar
*Katre
*Hubab
*Habbe
*Zühre
*Zerre
*Şemme Risalesi
*Onuncu Risale
*Şule
*Nokta
*Münderecat Hakkında
*Fihrist
Orta boy kitaplar:Muhakemat - İman ve Küfür Muvazeneleri
Küçük boy kitaplar: Âyet-ül Kübrâ - Bediüzzaman Cevap Veriyor - Divan-ı Harb-i Örfî - Elhüccet-üz Zehrâ - Ene ve Zerre Risalesi - Esma-i Sitte - Gençlik Rehberi - Hakikat Nurları - Hanımlar Rehberi - Hastalar Risalesi - Haşir Risalesi - Hizmet Rehberi - Hutbe-i Şamiye - İçtihad Risalesi - İhlas Risalesi - İhtiyarlar Risalesi - İman Hakikatleri - Konferans - Küçük Sözler - Lâtif Nükteler - Meyve Risalesi - Miftâh-ul İman - Mi'rac ve Şakk-ı Kamer Risaleleri - Mirkat-üs Sünnet - Mu'cizât-ı Ahmediye - Mu'cizât-ı Kur'aniye - Münâcât - Münazarat - Nur Aleminin Bir Anahtarı - Nur Çeşmesi - Nur'un İlk Kapısı - Otuz Üç Pencere - Rahmet ve Şefkat İlaçları - Ramazan-İktisat-Şükür Risaleleri - Sünuhat-Tulûat-İşârât - Sünuhat - Tulûat - İşârât Sünuhat - Tulûat - İşârât Tabiat Risalesi - Uhuvvet Risalesi - Üstad Hz.'nin Hulusi Ağabeye Gönderdiği Mektuplar - Üstad Hazretlerinin Mehmet Kayalar Ağabeye Gönderdiği Mektuplar Yirmi Üçüncü Söz - Zühret-ün Nur
Diğer risaleler ve parçalar: Âsâr-ı Bedîiyye - Tılsımlar - Sirac-ün Nur (*3. Şua (Münacat Risalesi) 25. Lem'a (Hastalar Risalesi) 25. Lem'a'nın Zeyli 17. Mektub (Çocuk Taziyenamesi) 26. Lem'a (İhtiyarlar Risalesi) 26. Lem'a'nın Zeyli 21. Mektub 4. Şua (Ayet-i Hasbiye Risalesi) 13. Lem'a (Hikmet-ül İstiaze Risalesi) 33. Mektup (Aynı Zamanda 33. Söz Pencereler Risalesi) Eski Said'in Yeni Said'e İnkılabı Zamanındaki Hazin Münacatı 12. Şua (Denizli Müdafaanamesi) 5. Şua Hasan Feyzi'nin Manzumesi)- Fihrist Risalesi - Zülfikâr - Ta'likât #Kızıl İcaz #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Abdurrahman) #28. Mektup'un 6. Meselesi (Vehhabi meselesi) #18. Lem'a #Şualar, 14. Şua, Hata-Savab Cedveli #Maidet-ül Kur'an (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #Hazinet-ül Bürhan (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #İnna A'tayna'nın Sırrı #Gayrı Münteşir (Neşredilmemiş) Kısımlar *Gayrı Münteşir Mektuplar *Risalelerden Gayrı Münteşir Kısımlar *Barla Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Kastamonu Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-1 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-2 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Denizli Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar *Afyon Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar #Risale:Müdafaat Üstad Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaaları ve Resmi Makamlara Dilekçeleri *Birinci Millet Meclisinde Neşredilen Beyanname *Barla ve Isparta Hayatı (1926-1934) *Eskişehir Mahkemesi (1935) *Isparta ve Denizli Mahkemesi (1944) *Denizli Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Denizli Hapsinden Sonra) *Afyon Mahkemesi (1948 - 1949) *Afyon Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Afyon Mahkemesi Kararnamesi *Temyiz Mahkemesi *Temyiz Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Afyon Hapsinden Sonra) *Urfa Ehl-i Vukufuna Cevap (1951) *Gençlik Rehberi Mahkemesi (1952) *Samsun Mahkemesi (1952 *Isparta Mahkemesi (1956) *Emirdağ Hayatı (Isparta Mahkemesinden Sonra) *Diğer Talebe Müdafaaları
#İşarat-ül İ'caz (A. Badıllı Tercümesi) İşarat-ül İ'caz اشارات الاعجاز فى مظانّ الايجاز İşarat-ul İ'caz KUR'AN'IN ÎCÂZ YERLERİNDEKİ İ'CÂZ İŞARETLERİ *Mütercimin İzahları *Mukaddeme *Fatiha Suresi Tefsiri *Bakara 1: Huruf-u Mukattaa *Bakara 2: Kur'anın Hidayeti ve Şüphesizliği *Bakara 3: Allaha İman - Namaz - Zekat *Bakara 4: Kitaplara ve Ahirete İman *Bakara 5: Müminlerin Hidayeti ve Felahı *Bakara 6: Küfrün Mahiyeti *Bakara 7: Kalplerin Mühürlenmesi *Bakara 8: Münafıklar Bahsi *Bakara 9-10: Münafıkların Aldatması *Bakara 11-12: Münafıkların Fesad Çıkarması *Bakara 13: Münafıkların İmanda İkiyüzlülüğü *Bakara 14-15: Münafıkların Müminlerle Alay Etmesi *Bakara 16: Hidayeti Verip Dalaleti Satın Almaları *Bakara 17-18: Münafıklar Hakkında Ateş Temsili *Bakara 19-20: Münafıklar Hakkında Yağmur Temsili *Bakara 21-22: İbadet ve Tevhid Bahsi *Bakara 23-24: Nübüvvet Bahsi *Bakara 25: Cennet Bahsi *Bakara 26-27: Temsil Bahsi *Bakara 28: Yeniden Yaratılış *Bakara 29: Yedi Kat Sema Bahsi *Bakara 30: Hilafet-i İnsaniye *Bakara 31-33: Talim-i Esma *İstikbalin Hâkim-i Mutlakı Kur'andır
#Mesnevi-i Nuriye (A. Badıllı Tercümesi) Risale-i Nur Külliyatından Mesnevî-i Nuriye (Türkçe Tercümesi) Müellifi Bediüzzaman Said-i Nursî Mütercim: Abdülkadir Badıllı Tenbih: (Mesnevî-i Nuriye) ismi, Türkçe tercümesine Hz. Üstad tarafından konulmuştur. Arapça ismi her ne kadar "El-Mesneviyy-ül Arabiyy-ün Nurî'dir. İsim, ism-i müzekker olduğundan, Mesnevî'den sonra (Nuriye) değil, (Nurî) gelmesi lâzımdır. Fakat bu sıfat Türkçe telaffuzunda ağır ve nâmüsta'mel bir sıfat olduğu gibi; "El-Mesneviyy-ül Arabî Li-r Resail-in Nuriye" yani, "Nur Risalelerinin Arabî Mesnevîsi" manasında dahi olduğu için, "Risale"nin müfredi veya Risalelerin cem'i için sıfat olarak Nuriye gelmesi lâzım olduğundan "Mesnevî-i Nuriye" ismi tam yerindedir. (Mütercim) *Takdimler, Mukaddeme, Tenbih, İhtar, İtizar *Lem'alar *Reşhalar *Lasiyyemalar *Katre *Katrenin Zeyli *Habab *Hababın Zeyli *Habbe *Habbenin Zeyli *Habbenin Zeylinin Zeyli *Zehre *Zehrenin Zeyli *Zerre *Şemme *14. Reşha *5. Ders *Şule *Şulenin Zeyli *Nur *Kızıl İcazdan Bazı Parçalar
#Rumuzat-ı Semaniye Bu risalenin sebeb-i telifi, Kur’ân’ın tercümesini Kur’ân yerinde camilerde okutmak olan dehşetli suikastına karşı bir nevi mukabeledir. Ziyade tafsilât ve lüzumsuz bahisler girmiş. Fakat o mücahidâne ve heyecanlı mukabelede kıymettar bir gaybî anahtarı hissedip meczubâne arattırmak içinde, lüzumsuz tafsilât ve zaif ve pek ince emareler dahi girmiş. Kalbime geldi ki: Yirmi Dokuzuncu Mektubun gayet ehemmiyetli ve lüzumlu ve parlak ve îcazlı olan Birinci Makamı, bu İkinci Makamın bütün kusûratını ve israfatını affettirir. Ben de kemâl-i sürurla şükrettim, o kusurları unuttum. *Birinci Parça: 28.Mektubun 7.Meselesinin Hatimesi *İkinci Parça: 28.Mektubun 8.Meselesi *Üçüncü Parça: 29.Mektubun 3.Kısmı *Dördüncü Parça: 29.Mektubun 4.Kısmı *Beşinci Parça: 29.Mektubun 8.Kısmı
#Tefekkürname: 29. Lem'a-yı Arabî #Arabî Münacat Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Otuz birinci Lem'a'nın Üçüncü Şuaı olan Risale-i Münacattan Arabi bir parçadır. Gelen âyet-i uzmanın A'zamî bir tefsiridir." dediği Arapça bir münacat. #Arabi El-Hüccet-üz Zehrâ Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Çok ehemiyetli Arabi bir risaleciktir. El hüccet-üz zehrâ risalesinden bir kısmının bir hülasasıdır" dediği Arapça bir parça. #Hizb-ül Mesnevi-ül Arabî: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Risale-i Nur'dan ehemmeyetle intişar eden Arabî Mesnevi-i Nuriye'nin içindeki kıymettar risalelerde eski Said'in yeni Said'e inkılabı zamanında dergh-ı ilahiyeye karşı münacatları, istiğfarları, tesbihatları ilm-el yakin derecesinde imanî şehadetlerinden parçalardır" dediği Arapça bir parça. #Ettefekkür-ul İmaniyyür Refi': Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'nin İkinci Babı olarak te'lif edilmiştir. 29. Lem'a'daki kısım ve meali için 'buraya', Şualarda geçen ve bir kısmının Abdülmecid abi tarafından yapılan tercümesi için 'buraya' bakabilirsiniz. #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Hamza) #Kur'an Hattı Risaleler #Ayet ve Hadis Mealleri
S=Risale:Sözler . SÖZLER . Birinci Söz . İkinci Söz . Üçüncü Söz . Dördüncü Söz . Beşinci Söz . Altıncı Söz . Yedinci Söz . Sekizinci Söz . Dokuzuncu Söz . Onuncu Söz . On Birinci Söz . On İkinci Söz . On Üçüncü Söz . On Dördüncü Söz . On Beşinci Söz . On Altıncı Söz . On Yedinci Söz . On Sekizinci Söz . On Dokuzuncu Söz . Yirminci Söz . Yirmi Birinci Söz . Yirmi İkinci Söz . Yirmi Üçüncü Söz . Yirmi Dördüncü Söz . Yirmi Beşinci Söz . Yirmi Altıncı Söz . Yirmi Yedinci Söz . Yirmi Sekizinci Söz . Yirmi Dokuzuncu Söz . Otuzuncu Söz . Otuz Birinci Söz . Otuz İkinci Söz . Otuz Üçüncü Söz . Lemeat . Konferans . Fihrist
M=Risale:Mektubat . MEKTUBAT . Birinci Mektup . İkinci Mektup . Üçüncü Mektup . Dördüncü Mektup . Beşinci Mektup . Altıncı Mektup . Yedinci Mektup . Sekizinci Mektup . Dokuzuncu Mektup . Onuncu Mektup . On Birinci Mektup . On İkinci Mektup . On Üçüncü Mektup . On Dördüncü Mektup . On Beşinci Mektup . On Altıncı Mektup . On Yedinci Mektup . On Sekizinci Mektup . On Dokuzuncu Mektup . Yirminci Mektup . Yirmi Birinci Mektup . Yirmi İkinci Mektup . Yirmi Üçüncü Mektup . Yirmi Dördüncü Mektup . Yirmi Beşinci Mektup . Yirmi Altıncı Mektup . Yirmi Yedinci Mektup . Yirmi Sekizinci Mektup . Yirmi Dokuzuncu Mektup . Otuzuncu Mektup . Otuz Birinci Mektup . Otuz İkinci Mektup . Otuz Üçüncü Mektup . İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz . Hakikat Çekirdekleri . Gönüller Fatihi Büyük Üstada . Fihriste-i Mektubat . Hakikat Işıkları . Dua
L=Risale:Lem'alar . LEM'ALAR . Birinci Lem'a . İkinci Lem'a . Üçüncü Lem'a . Dördüncü Lem'a . Beşinci Lem'a . Altıncı Lem'a . Yedinci Lem'a . Sekizinci Lem'a . Dokuzuncu Lem'a . Onuncu Lem'a . On Birinci Lem'a . On İkinci Lem'a . On Üçüncü Lem'a . On Dördüncü Lem'a . On Beşinci Lem'a . On Altıncı Lem'a .On Yedinci Lem'a . On Sekizinci Lem'a . On Dokuzuncu Lem'a . Yirminci Lem'a . Yirmi Birinci Lem'a . Yirmi İkinci Lem'a .Yirmi Üçüncü Lem'a . Yirmi Dördüncü Lem'a . Yirmi Beşinci Lem'a .Yirmi Altıncı Lem'a . Yirmi Yedinci Lem'a . Yirmi Sekizinci Lem'a .*Yirmi Dokuzuncu Lem'a . Otuzuncu Lem'a . Otuz Birinci Lem'a .Otuz İkinci Lem'a . Otuz Üçüncü Lem'a . Münâcat .Fihrist . Dua
Ş=Şualar .Risale:Şuâlar . ŞUÂLAR . İkinci Şuâ . Üçüncü Şuâ .Dördüncü Şuâ .Altıncı Şuâ . Yedinci Şuâ . Dokuzuncu Şuâ . On Birinci Şuâ . On İkinci Şuâ . On Üçüncü Şuâ . On Dördüncü Şuâ .Beşinci Şuâ . On Beşinci Şuâ . Birinci Şuâ . Sekizinci Şuâ *Yirmi Dokuzuncu Lem’a’dan İkinci Bab . Eddâî .Dua . İçindekiler
TH =Risale:Tarihçe-i Hayat . BEDÎÜZZAMAN SAİD NURSÎ TARİHÇE-İ HAYATI . Ön Söz .Giriş . İlk Hayatı . Barla Hayatı . Eskişehir Hayatı .Kastamonu Hayatı .Denizli Hayatı .Emirdağ Hayatı - Afyon Hayatı - Isparta Hayatı - Hariç Memleketler - Bedîüzzaman ve Risale-i Nur - Dua - İçindekiler
İİ. İŞARATÜ’L-İ’CAZ . Risale:İşarat-ül İ'caz . Tenbih . İfadetü’l-Meram . Kur'an'ın Tarifi . Fatiha Suresi . Bakara Suresi 1-3. âyetler . Bakara Suresi 4-5. âyetler . Bakara Suresi 6. âyet . Bakara Suresi 7. âyet . Bakara Suresi 8. âyet - Bakara Suresi 9-10. âyetler . Bakara Suresi 11-12. âyetler . Bakara Suresi 13. âyet . Bakara Suresi 14-15. âyetler . Bakara Suresi 16. âyet . Bakara Suresi 17-20. âyetler . Bakara Suresi 21-22. âyetler . Bakara Suresi 23-24. âyetler . Bakara Suresi 25. âyet Bakara Suresi 26-27. âyetler . Bakara Suresi 28. âyet Bakara Suresi 29. âyet . Bakara Suresi 30. âyet . Bakara Suresi 31-33. âyetler . Ecnebi Feylesofların Kur’an Hakkındaki Beyanatları . Mehmed Kayalar’ın Bir Müdafaası . Dua . Fihrist
MN= MESNEVÎ-İ NURİYE . İ’tizar . Mukaddime . Lem'alar Risalesi . Reşhalar . Lasiyyemalar . Katre . Hubab . Habbe . Zühre . Zerre . Şemme Risalesi . Onuncu Risale . Şule - Nokta . Münderecat Hakkında - Fihrist
AM=ASÂ-YI MUSA: Risale:Asa-yı Musa .Mukaddimat - Asa-yı Musa’dan Birinci Kısım - Birinci Mesele - İkinci Meselenin Bir Hülâsası - Üçüncü Mesele - Dördüncü Mesele - Beşinci Mesele - Altıncı Mesele - Yedinci Mesele - Sekizinci Meselenin Bir Hülâsası - Dokuzuncu Mesele - Onuncu Mesele - On Birinci Mesele - Asa-yı Musa’dan İkinci Kısım - Birinci Hüccet-i İmaniye - İkinci Hüccet-i İmaniye - Üçüncü Hüccet-i İmaniye - Dördüncü Hüccet-i İmaniye - Beşinci Hüccet-i İmaniye - Altıncı Hüccet-i İmaniye - Yedinci Hüccet-i İmaniye - Sekizinci Hüccet-i İmaniye - Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye - Onuncu Hüccet-i İmaniye - On Birinci Hüccet-i İmaniye - Fihrist
BL BARLA LÂHİKASI- Risale:Barla Lahikası - : Takdim - Yedinci Risale olan Yedinci Mesele - Mukaddime - Yirmi Yedinci Mektup ve Zeylleri - Yirmi Yedinci Mektup'un Zeyli ve İkinci Kısmı - İkinci Zeyl - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Zeyli - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylin Nihayetidir - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (1) - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (2) - Kastamonu ve Emirdağ'da Yazılan Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 1 .Risale:Emirdağ Lahikası-1 . Yirmi Yedinci Mektup’tan Takdim - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 2: Risale:Emirdağ Lahikası-2 . Yirmi Yedinci Mektup’tan (Emirdağ’ında ve Isparta’da Son İkametlerinde Yazılan Mektuplardır) Giriş - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
KL Risale:Kastamonu Lahikası. Yirmi Yedinci Mektup’tan KASTAMONU LÂHİKASI: Takdim - Lemeat'tan Önceki Mektuplar - Lemeat'tan - Lemeat'tan Sonraki Mektuplar
STG SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-1 *Birinci Şuâ *Sekizinci Şuâ *On Sekizinci Lem'a *Yirmi Sekizinci Lem'a *Sekizinci Lem'a *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-2 *Dua

Önceki Risale: On Dördüncü MektupMektubatOn Altıncı Mektup: Sonraki Risale

On Beşinci Mektup[]

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

Aziz kardeşim!

Senin birinci sualin ki[]

Sahabeler nazar-ı velayetle müfsidleri neden keşfedemediler? Tâ Hulefa-yı Raşidîn’in üçünün şehadetini netice verdi. Halbuki küçük sahabelere, büyük velilerden daha büyük deniliyor.

Elcevap: Bunda iki makam var.

Birinci Makam: Dakik bir sırr-ı velayetin beyanıyla sual halledilir. Şöyle ki:

Sahabelerin velayeti, velayet-i kübra denilen, veraset-i nübüvvetten gelen, berzah tarîkına uğramayarak doğrudan doğruya zahirden hakikate geçip akrebiyet-i İlahiyenin inkişafına bakan bir velayettir ki o velayet yolu, gayet kısa olduğu halde gayet yüksektir. Hârikaları az fakat meziyatı çoktur. Keşif ve keramet orada az görünür.

Hem evliyanın kerametleri ise ekserisi ihtiyarî değil. Ummadığı yerden, ikram-ı İlahî olarak bir hârika ondan zuhur eder. Bu keşif ve kerametlerin ekserisi de seyr ü sülûk zamanında, tarîkat berzahından geçtikleri vakit, âdi beşeriyetten bir derece tecerrüd ettiklerinden hilaf-ı âdet hâlâta mazhar olurlar.

Sahabeler ise sohbet-i nübüvvetin in’ikasıyla ve incizabıyla ve iksiriyle, tarîkattaki seyr ü sülûk daire-i azîminin tayyına mecbur değildirler. Bir kademde ve bir sohbette zahirden hakikate geçebilirler.

Mesela, nasıl ki dün geceki Leyle-i Kadre ulaşmak için iki yol var:

Biri: Bir sene gezip dolaşıp tâ o geceye gelmektir. Bu kurbiyeti kazanmak için bir sene mesafeyi tayyetmek lâzım gelir. Şu ise ehl-i sülûkun mesleğidir ki ehl-i tarîkatın çoğu bununla gider.

İkincisi: Zamanla mukayyed olan cism-i maddî gılafından sıyrılıp tecerrüdle ruhen yükselip dün geceki Leyle-i Kadri öbür gün Leyle-i İyd ile beraber bugünkü gibi hazır görmektir. Çünkü ruh zamanla mukayyed değil. Hissiyat-ı insaniye ruh derecesine çıktığı vakit, o hazır zaman genişlenir. Başkalarına nisbeten mazi ve müstakbel olan vakitler, ona nisbeten hazır hükmündedir.

İşte bu temsile göre, dün geceki Leyle-i Kadre geçmek için mertebe-i ruha çıkıp maziyi hazır derecesinde görmektir. Şu sırr-ı gamızın esası akrebiyet-i İlahiyenin inkişafıdır.

Mesela, güneş bize yakındır çünkü ziyası, harareti ve misali âyinemizde ve elimizdedir. Fakat biz ondan uzağız. Eğer biz nuraniyet noktasında onun akrebiyetini hissetsek, âyinemizdeki misalî olan timsaline münasebetimizi anlasak, o vasıta ile onu tanısak; ziyası, harareti, heyeti ne olduğunu bilsek onun akrebiyeti bize inkişaf eder ve yakınımızda onu tanıyıp münasebettar oluruz.

Eğer biz bu’diyetimiz nokta-i nazarından ona yakınlaşmak ve tanımak istesek, pek çok seyr-i fikrîye ve sülûk-u aklîye mecbur oluruz ki kavanin-i fenniye ile fikren semavata çıkıp semadaki güneşi tasavvur ederek, sonra mahiyetindeki ziya ve harareti ve ziyasındaki elvan-ı seb’ayı uzun uzadıya tetkikat-ı fenniye ile anladıktan sonra, birinci adamın kendi âyinesinde az bir tefekkürle elde ettiği kurbiyet-i maneviyeyi ancak elde edebiliriz.

İşte şu temsil gibi nübüvvet ve veraset-i nübüvvetteki velayet, sırr-ı akrebiyetin inkişafına bakar. Velayet-i saire ise ekseri kurbiyet esası üzerine gider. Birçok meratibde seyr ü sülûka mecbur olur.

İkinci Makam: O hâdisata sebebiyet veren ve fesadı çeviren birkaç Yahudi’den ibaret değildir ki onları keşfetmekle fesadın önü alınsın. Çünkü pek çok muhtelif milletlerin İslâmiyet’e girmeleriyle birbirine zıt ve muhalif çok cereyanlar ve efkâr karıştı. Bâhusus bazıların gurur-u millîleri, Hazret-i Ömer’in (ra) darbeleriyle dehşetli yaralandığından seciyeten intikama fırsat beklerlerdi. Çünkü onların hem eski dini iptal edilmiş hem medar-ı şerefi olan eski hükûmeti ve saltanatı tahrip edilmiş. İntikamını, bilerek veya bilmeyerek hâkimiyet-i İslâmiyeden almaya hissen taraftar bir suret almış. Onun için Yahudi gibi zeki ve dessas bir kısım münafıklar, o halet-i içtimaiyeden istifade ettiler denilmiş.

Demek o hâdisatın önünü almak, o vakitteki hayat-ı içtimaiyeyi ve muhtelif efkârı ıslahla olurdu. Yoksa bir iki müfsidin keşfedilmesiyle olmazdı.

Eğer denilse: Hazret-i Ömer’in (ra) minber üstünde, bir aylık mesafede bulunan Sâriye namındaki bir kumandanına يَا سَارِيَةُ اَلْجَبَلَ اَلْجَبَلَ deyip Sâriye’ye işittirip sevkü’l-ceyş noktasından zaferine sebebiyet veren kerametkârane kumandası ne derece keskin nazarlı olduğunu gösterdiği halde, neden yanındaki kātili Firuz’u o keskin nazar-ı velayetiyle görmedi?

Elcevap: Hazret-i Yakub aleyhisselâmın verdiği cevap ile cevap veririz. (Hâşiye[1]) Yani Hazret-i Yakub’dan sorulmuş ki: “Ne için Mısır’dan gelen gömleğinin kokusunu işittin de yakınında bulunan Ken’an Kuyusu’ndaki Yusuf’u görmedin?” Cevaben demiş ki: “Bizim halimiz şimşekler gibidir; bazen görünür, bazen saklanır. Bazı vakit olur ki en yüksek mevkide oturup her tarafı görüyoruz gibi oluruz. Bazı vakitte de ayağımızın üstünü göremiyoruz.”

Elhasıl: İnsan her ne kadar fâil-i muhtar ise de fakat وَمَا تَشَٓاؤُنَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ sırrınca, meşiet-i İlahiye asıldır ve kader hâkimdir. Meşiet-i İlahiye, meşiet-i insaniyeyi geri verir.اِذَا جَاءَ الْقَدَرُ عُمِىَ الْبَصَرُ hükmünü icra eder. Kader söylese iktidar-ı beşer konuşmaz, ihtiyar-ı cüz’î susar.

İkinci sualinizin meali[]

Hazret-i Ali (ra) zamanında başlayan muharebelerin mahiyeti nedir? Muhariplere ve o harpte ölen ve öldürenlere ne nam verebiliriz?

Elcevap: Cemel Vak’ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyr ve Âişe-i Sıddıka radıyallahu teâlâ anhüm ecmaîn arasında olan muharebe, adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin mücadelesidir. Şöyle ki:

Hazret-i Ali, adalet-i mahzayı esas edip Şeyheyn zamanındaki gibi o esas üzerine gitmek için içtihad etmiş. Muarızları ise Şeyheyn zamanındaki safvet-i İslâmiye adalet-i mahzaya müsait idi fakat mürur-u zamanla İslâmiyetleri zayıf muhtelif akvam hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye girdikleri için adalet-i mahzanın tatbikatı çok müşkül olduğundan “ehvenü’ş-şerri ihtiyar” denilen adalet-i nisbiye esası üzerine içtihad ettiler. Münakaşa-i içtihadiye siyasete girdiği için muharebeyi intac etmiştir.

Madem sırf lillah için ve İslâmiyet’in menafii için içtihad edilmiş ve içtihaddan muharebe tevellüd etmiş; elbette hem kātil hem maktûl ikisi de ehl-i cennettir, ikisi de ehl-i sevaptır diyebiliriz. Her ne kadar Hazret-i Ali’nin içtihadı musîb ve mukabilindekilerin hata ise de yine azaba müstahak değiller. Çünkü içtihad eden hakkı bulsa iki sevap var. Bulmazsa bir nevi ibadet olan içtihad sevabı olarak bir sevap alır. Hatasından mazurdur.

Bizde gayet meşhur ve sözü hüccet bir zat-ı muhakkik Kürtçe demiş ki:

ژٖى شَرِّ صَحَابَانْ مَكَه قَالُ و قٖيلْ لَوْرَا جَنَّتٖينَه قَاتِلُ و هَمْ قَتٖيلْ

Yani sahabelerin muharebesinde kıyl ü kāl etme. Çünkü hem kātil ve hem maktûl ikisi de ehl-i cennettirler.

Adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin izahı şudur ki:

مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعًا

âyetin mana-yı işarîsiyle: Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi umumun selâmeti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk’ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilmez. Hamiyet namına rızasıyla olsa o başka meseledir.

Adalet-i izafiye ise: Küllün selâmeti için cüzü feda eder. Cemaat için ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenü’ş-şer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahza kabil-i tatbik ise adalet-i izafiyeye gidilmez, gidilse zulümdür.

İşte İmam-ı Ali radıyallahu anh, adalet-i mahzayı Şeyheyn zamanındaki gibi kabil-i tatbiktir deyip hilafet-i İslâmiyeyi o esas üzerine bina ediyordu. Mukabilleri ve muarızları ise “Kabil-i tatbik değil, çok müşkülatı var.” diye adalet-i izafiye üzerine içtihad etmişler. Tarihin gösterdiği sair esbab ise hakiki sebep değiller, bahanelerdir.

Eğer desen: Hilafet-i İslâmiye noktasında İmam-ı Ali’nin fevkalâde iktidarı, hârikulâde zekâsı ve yüksek liyakatiyle beraber seleflerine nisbeten muvaffakıyetsizliği nedendir?

Elcevap: O mübarek zat, siyaset ve saltanattan ziyade, daha çok mühim başka vazifelere lâyık idi. Eğer tam muvaffakıyet-i siyasiye ve tamam saltanat olsaydı “Şah-ı Velayet” unvan-ı manidarını bihakkın kazanamayacaktı. Halbuki zahirî ve siyasî hilafetin pek çok fevkinde manevî bir saltanat kazandı ve üstad-ı küll hükmüne geçti, hattâ kıyamete kadar saltanat-ı manevîsi bâki kaldı.

Amma Hazret-i İmam-ı Ali’nin Vak’a-i Sıffîn’de, Hazret-i Muaviye’nin taraftarlarıyla muharebesi ise hilafet ve saltanatın muharebesidir. Yani Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu. Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi, saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azîmeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.

Amma Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in Emevîlere karşı mücadeleleri ise din ile milliyet muharebesi idi. Yani Emevîler, devlet-i İslâmiyeyi, Arap milliyeti üzerine istinad ettirip rabıta-i İslâmiyet’i, rabıta-i milliyetten geri bıraktıklarından iki cihetle zarar verdiler:

Birisi: Milel-i saireyi rencide ederek tevhiş ettiler.

Diğeri: Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takip etmediğinden zulmeder. Adalet üzerine gitmez. Çünkü unsuriyet-perver bir hâkim, millettaşını tercih eder, adalet edemez.

اَلْاِسْلَامِيَّةُ جَبَّتِ الْعَصَبِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةَ لَا فَرْقَ بَيْنَ عَبْدٍ حَبَشِىٍّ وَسَيِّدٍ قُرَيْشِىٍّ اِذَا اَسْلَمَا

ferman-ı kat’îsiyle: Rabıta-i diniye yerine rabıta-i milliye ikame edilmez; edilse adalet edilmez, hakkaniyet gider.

İşte Hazret-i Hüseyin rabıta-i diniyeyi esas tutup muhik olarak onlara karşı mücadele etmiş, tâ makam-ı şehadeti ihraz etmiş.

Eğer denilse: Bu kadar haklı ve hakikatli olduğu halde, neden muvaffak olmadı? Hem neden kader-i İlahî ve rahmet-i İlahiye onların feci bir âkıbete uğramasına müsaade etmiş?

Elcevap: Hazret-i Hüseyin’in yakın taraftarları değil fakat cemaatine iltihak eden sair milletlerde, yaralanmış gurur-u milliyeleri cihetiyle, Arap milletine karşı bir fikr-i intikam bulunması Hazret-i Hüseyin ve taraftarlarının safi ve parlak mesleklerine halel verip mağlubiyetlerine sebep olmuş.

Amma kader nokta-i nazarında feci âkıbetin hikmeti ise: Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, manevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile manevî saltanatın cem’i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi. Tâ kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı maneviyeye tayin edildiler; âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular.

Üçüncü sualiniz[]

“O mübarek zatların başına gelen o feci, gaddarane muamelenin hikmeti nedir?” diyorsunuz.

Elcevap: Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi Hazret-i Hüseyin’in muarızları olan Emevîler saltanatında, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı:

Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan: “Hükûmetin selâmeti ve asayişin devamı için eşhas feda edilir.”

İkincisi: Onların saltanatı, unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için milliyetin gaddarane bir düsturu olan: “Milletin selâmeti için her şey feda edilir.”

Üçüncüsü: Emevîlerin Hâşimîlere karşı an’anesindeki rekabet damarı, Yezid gibi bazılarda bulunduğu için şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti.

Dördüncü bir sebep de Hazret-i Hüseyin’in taraftarlarında bulunuyordu ki Emevîlerin Arap milliyetini esas tutup sair milletlerin efradına “memalik” tabir ederek köle nazarıyla bakmaları ve gurur-u milliyelerini kırmaları yüzünden, milel-i saire Hazret-i Hüseyin’in cemaatine intikamkârane ve müşevveş bir niyetle iltihak ettiklerinden Emevîlerin asabiyet-i milliyelerine fazla dokunmuş, gayet gaddarane ve merhametsizcesine meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir.

Mezkûr dört esbab, zahirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazret-i Hüseyin ve akrabasına o facia sebebiyle hasıl olan netaic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyat-ı maneviye o kadar kıymettardır ki o facia ile çektikleri zahmet, gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehit edilse öyle bir mertebeyi bulur ki on sene başkası çalışsa ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehit olduktan sonra ona sorulabilse “Az bir şey ile pek çok şeyler kazandım.” diyecektir.

Dördüncü sualinizin meali[]

Âhir zamanda Hazret-i İsa aleyhisselâm Deccal’ı öldürdükten sonra, insanlar ekseriyetle din-i hakka girerler. Halbuki rivayetlerde gelmiştir ki: “Yeryüzünde Allah Allah diyenler bulundukça kıyamet kopmaz.” Böyle umumiyetle imana geldikten sonra nasıl umumiyetle küfre giderler?

Elcevap: Hadîs-i sahihte rivayet edilen “Hazret-i İsa aleyhisselâmın geleceğini ve şeriat-ı İslâmiye ile amel edeceğini, Deccal’ı öldüreceğini” imanı zayıf olanlar istib’ad ediyorlar. Onun hakikati izah edilse hiç istib’ad yeri kalmaz. Şöyle ki:

O hadîsin ve Süfyan ve Mehdi hakkındaki hadîslerin ifade ettikleri mana budur ki: Âhir zamanda dinsizliğin iki cereyanı kuvvet bulacak:

Birisi: Nifak perdesi altında, risalet-i Ahmediyeyi (asm) inkâr edecek Süfyan namında müthiş bir şahıs, ehl-i nifakın başına geçecek, şeriat-ı İslâmiyenin tahribine çalışacaktır. Ona karşı Âl-i Beyt-i Nebevînin silsile-i nuranisine bağlanan, ehl-i velayet ve ehl-i kemalin başına geçecek Âl-i Beyt’ten Muhammed Mehdi isminde bir zat-ı nurani, o Süfyan’ın şahs-ı manevîsi olan cereyan-ı münafıkaneyi öldürüp dağıtacaktır.

İkinci cereyan ise: Tabiiyyun, maddiyyun felsefesinden tevellüd eden bir cereyan-ı Nemrudane, gittikçe âhir zamanda felsefe-i maddiye vasıtasıyla intişar ederek kuvvet bulup uluhiyeti inkâr edecek bir dereceye gelir. Nasıl bir padişahı tanımayan ve ordudaki zabitan ve efrad onun askerleri olduğunu kabul etmeyen vahşi bir adam, herkese her askere bir nevi padişahlık ve bir gûna hâkimiyet verir.

Öyle de Allah’ı inkâr eden o cereyan efradları, birer küçük Nemrut hükmünde nefislerine birer rububiyet verir. Ve onların başına geçen en büyükleri, ispirtizma ve manyetizmanın hâdisatı nevinden müthiş hârikalara mazhar olan Deccal ise daha ileri gidip cebbarane surî hükûmetini bir nevi rububiyet tasavvur edip uluhiyetini ilan eder. Bir sineğe mağlup olan ve bir sineğin kanadını bile icad edemeyen âciz bir insanın uluhiyet dava etmesi, ne derece ahmakçasına bir maskaralık olduğu malûmdur.

İşte böyle bir sırada, o cereyan pek kuvvetli göründüğü bir zamanda, Hazret-i İsa aleyhisselâmın şahsiyet-i maneviyesinden ibaret olan hakiki İsevîlik dini zuhur edecek, yani rahmet-i İlahiyenin semasından nüzul edecek; hal-i hazır Hristiyanlık dini o hakikate karşı tasaffi edecek, hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak, hakaik-i İslâmiye ile birleşecek; manen Hristiyanlık bir nevi İslâmiyet’e inkılab edecektir. Ve Kur’an’a iktida ederek o İsevîlik şahs-ı manevîsi tabi ve İslâmiyet metbu makamında kalacak; din-i hak bu iltihak neticesinde azîm bir kuvvet bulacaktır.

Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlup olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihat neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadîr-i külli şey’in vaadine istinad ederek haber vermiştir. Madem haber vermiş, haktır; madem Kādir-i külli şey’ vaad etmiş, elbette yapacaktır.

Evet, her vakit semavattan melaikeleri yere gönderen ve bazı vakitte insan suretine vaz’eden (Hazret-i Cibril’in “Dıhye” suretine girmesi gibi) ve ruhanîleri âlem-i ervahtan gönderip beşer suretine temessül ettiren, hattâ ölmüş evliyaların çoklarının ervahlarını cesed-i misalîyle dünyaya gönderen bir Hakîm-i Zülcelal, Hazret-i İsa aleyhisselâmı, İsa dinine ait en mühim bir hüsn-ü hâtimesi için; değil sema-i dünyada cesediyle bulunan ve hayatta olan Hazret-i İsa belki âlem-i âhiretin en uzak köşesine gitseydi ve hakikaten ölseydi, yine şöyle bir netice-i azîme için ona yeniden ceset giydirip dünyaya göndermek, o Hakîm’in hikmetinden uzak değil belki onun hikmeti öyle iktiza ettiği için vaad etmiş ve vaad ettiği için elbette gönderecek.

Hazret-i İsa aleyhisselâm geldiği vakit, herkes onun hakiki İsa olduğunu bilmek lâzım değildir. Onun mukarreb ve havassı, nur-u iman ile onu tanır. Yoksa bedahet derecesinde herkes onu tanımayacaktır.

Sual: Rivayetlerde gelmiş ki: “Deccal’ın bir yalancı cenneti var, kendine tabi olanları ona atar. Hem yalancı bir cehennemi var, tabi olmayanları ona atar. Hattâ o, kendi merkebinin de bir kulağını cennet gibi bir kulağını da cehennem gibi yapmış. Azamet-i bedeniyesi bu kadardır, şu kadardır…” diye tarifat var?

Elcevap: Deccal’ın şahs-ı surîsi insan gibidir. Mağrur, firavunlaşmış, Allah’ı unutmuş olduğundan surî, cebbarane olan hâkimiyetine, uluhiyet namını vermiş bir şeytan-ı ahmaktır ve bir insan-ı dessastır. Fakat şahs-ı manevîsi olan dinsizlik cereyan-ı azîmi, pek cesîmdir. Rivayetlerde Deccal’a ait tavsifat-ı müthişe ona işaret eder. Bir vakit Japonya’nın Başkumandanının resmi, bir ayağı Bahr-i Muhit’te, diğer ayağı on günlük mesafedeki Port Artur Kalesinde tasvir edilmiş. O küçük Japon Kumandanının bu surette tasviriyle, ordusunun şahs-ı manevîsi gösterilmiş.

Amma Deccal’ın yalancı cenneti ise medeniyetin cazibedar lehviyatı ve fanteziyeleridir. Merkebi ise şimendifer gibi bir vasıtadır ki bir başında ateş ocağı bulunur, kendine tabi olmayanları bazen ateşe atar. O merkebin bir kulağı yani diğer başı cennet gibi tefriş edilmiş, tabi olanları oraya oturtur. Zaten sefih ve gaddar medeniyetin mühim bir merkebi olan şimendifer, ehl-i sefahet ve dünya için yalancı bir cennet getirir. Bîçare ehl-i diyanet ve ehl-i İslâm için medeniyet elinde cehennem zebanisi gibi tehlike getirir, esaret ve sefalet altına atar.

İşte İsevîliğin din-i hakikisi zuhur ile ve İslâmiyet’e inkılab etmesiyle, çendan âlemde ekseriyet-i mutlakaya nurunu neşreder. Fakat yine kıyamet kopmasına yakın tekrar bir dinsizlik cereyanı baş gösterir, galebe eder ve “El-hükmü li’l-ekser” kaidesince, yeryüzünde “Allah Allah” diyecek kalmayacak, yani ehemmiyetli bir cemaat, küre-i arzda mühim bir mevkiye sahip olacak bir surette “Allah Allah” denilmeyecek demektir.

Yoksa ekalliyette kalan veyahut mağlup düşen ehl-i hak, kıyamete kadar bâki kalacak; yalnız, kıyametin kopacağı anında, kıyametin dehşetlerini görmemek için bir eser-i rahmet olarak ehl-i imanın ruhları daha evvel kabzedilecek, kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.

Beşinci sualinizin meali[]

Kıyametin hâdisatından ervah-ı bâkiye müteessir olacaklar mı?

Elcevap: Derecatlarına göre müteessir olacaklar. Melaikelerin tecelliyat-ı kahriyede kendilerine göre müteessir oldukları gibi müteessir olurlar. Nasıl ki bir insan, sıcak bir yerde iken, hariçte kar ve tipi içinde titreyenleri görse akıl ve vicdan itibarıyla müteessir olur. Öyle de zîşuur olan ervah-ı bâkiye, kâinatla alâkadar oldukları için kâinatın hâdisat-ı azîmesinden derecelerine göre müteessir olmalarını; ehl-i azap ise elemkârane, ehl-i saadet ise hayretkârane, istiğrabkârane, belki bir cihette istibşarkârane teessüratları bulunmasını, işarat-ı Kur’aniye gösteriyor. Zira Kur’an-ı Hakîm, her zaman kıyametin acayibini tehdit suretinde zikrediyor. “Göreceksiniz!” diyor. Halbuki cism-i insanî ile onu görenler, kıyamete yetişenlerdir. Demek, kabirde cesetleri çürüyen ervahların da o tehdid-i Kur’aniyeden hisseleri var.

Altıncı sualinizin meali[]

كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ Bu âyetin âhirete, cennete, cehenneme ve ehillerine şümulü var mı, yok mu?

Elcevap: Şu mesele, pek çok ehl-i tahkik ve ehl-i keşif ve ehl-i velayetin medar-ı bahsi olmuş. Şu meselede söz onlarındır. Hem de şu âyetin çok genişliği ve çok meratibi var. Ehl-i tahkikin bir kısm-ı ekseri demişler ki: Âlem-i bekaya şümulü yok. Diğer kısmı ise: Âni olarak onlar da az bir zamanda, bir nevi helâkete mazhar olurlar. O kadar az bir zamanda oluyor ki fenaya gidip gelmiş, hissetmeyecekler.

Amma bazı müfrit fikirli ehl-i keşfin hükmettikleri fena-yı mutlak ise hakikat değildir. Çünkü Zat-ı Akdes-i İlahî madem sermedî ve daimîdir, elbette sıfâtı ve esması dahi sermedî ve daimîdirler. Madem sıfâtı ve esması daimî ve sermedîdirler, elbette onların âyineleri ve cilveleri ve nakışları ve mazharları olan âlem-i bekadaki bâkiyat ve ehl-i beka, fena-yı mutlaka bizzarure gidemez.

Kur’an-ı Hakîm’in feyzinden şimdilik iki nokta hatıra gelmiş, icmalen yazacağız:

Birincisi: Cenab-ı Hak öyle bir Kadîr-i Mutlak’tır ki adem ve vücud, kudretine ve iradesine nisbeten iki menzil gibi gayet kolay bir surette oraya gönderir ve getirir. İsterse bir günde, isterse bir anda oradan çevirir. Hem adem-i mutlak zaten yoktur, çünkü bir ilm-i muhit var. Hem daire-i ilm-i İlahînin harici yok ki bir şey ona atılsın. Daire-i ilim içinde bulunan adem ise adem-i haricîdir ve vücud-u ilmîye perde olmuş bir unvandır. Hattâ bu mevcudat-ı ilmiyeye bazı ehl-i tahkik “a’yân-ı sabite” tabir etmişler.

Öyle ise fenaya gitmek, muvakkaten haricî libasını çıkarıp vücud-u manevîye ve ilmîye girmektir. Yani hēlik ve fâni olanlar vücud-u haricîyi bırakıp mahiyetleri bir vücud-u manevî giyer, daire-i kudretten çıkıp daire-i ilme girer.

İkincisi: Çok Sözlerde izah ettiğimiz gibi: Her şey, mana-yı ismiyle ve kendine bakan vecihte hiçtir. Kendi zatında müstakil ve bizatihî sabit bir vücudu yok. Ve yalnız kendi başıyla kaim bir hakikati yok. Fakat Cenab-ı Hakk’a bakan vecihte ise yani mana-yı harfiyle olsa hiç değil. Çünkü onda cilvesi görünen esma-i bâkiye var. Ma’dum değil, çünkü sermedî bir vücudun gölgesini taşıyor. Hakikati vardır, sabittir hem yüksektir. Çünkü mazhar olduğu bâki bir ismin sabit bir nevi gölgesidir.

Hem كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ insanın elini mâsivadan kesmek için bir kılınçtır ki o da Cenab-ı Hakk’ın hesabına olmayan fâni dünyada, fâni şeylere karşı alâkaları kesmek için hükmü dünyadaki fâniyata bakar. Demek, Allah hesabına olsa, mana-yı harfiyle olsa, livechillah olsa mâsivaya girmez ki كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ kılıncıyla başı kesilsin.

Elhasıl: Eğer Allah için olsa, Allah’ı bulsa gayr kalmaz ki başı kesilsin. Eğer Allah’ı bulmazsa ve hesabıyla bakmazsa her şey gayrdır. كُلُّ شَىْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُ kılıncını istimal etmeli, perdeyi yırtmalı tâ onu bulmalı!..

اَلْبَاقٖى هُوَ الْبَاقٖى

Said Nursî

Önceki Risale: On Dördüncü MektupMektubatOn Altıncı Mektup: Sonraki Risale

  1. زِ مِصْرَشْ بُوىِ پٖيرَاهَنْ شِنٖيدٖى
    چِرَا دَرْ چَاهِ كَنْعَانَشْ نَدٖيدٖى
    بَگُفْتْ اَحْوَالِ مَا بَرْقِ جِهَانَسْتْ
    دَمٖى پَيْدَا وُ دٖيگَرْ دَمْ نِهَانَسْتْ
    گَهٖى بَرْ طَارُمِ اَعْلٰى نِشٖينَمْ
    گَهٖى بَرْ پُشْتِ پَاىِ خُودْ نَبٖينَمْ
Advertisement