Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

D. {{Alıntı|konum=sağ|{{RNK}}|10px|30px}}
<div style="font-size:150%;">'''Büyük Punto'''</div> Şablon:Risale bakınız


RNK şablon sayfası
Arapça font problemi

Risale
Risale:Risale
Risale:Risale-i Nur

Hizb ve dualar
Risale:Hizb'ül Ekber-in Nuri
Risale:Hizb-i Azam-ı Kur'anî
Risale:Hizb-i Nur'il Ekber (Zülfikar)
Risale:Hizb-ül Hakaik
Risale:Hizb-ül Mesnevi-ül Arabi
Risale:Celcelutiye
Risale:Cevşen-ül Kebir
Risale:Cevşen-ül Kebir (Hizb-ül Hakaik)
Risale:Çocuk Taziyenamesi (Siracünnur)

Risale: Mukaddime (Muhakemat)
Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Makaleler (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Lemeat'tan (Kastamonu)
Risale:Teşhis-ül İllet (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Divan-ı Harb-i Örfi (Asar-ı Bediiyye)
Risale:İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Mektubat)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Tarihçe-i Hayatın Zeyli (Asar-ı Bediiyye)
Risale
Risale:Hutbe-i Şamiye
Risale:Hutbe-i Şamiye (Asar-ı Bediiyye)

RNK : Risale-i Nur Külliyatı’ndan
Kuran:Kur'an .
Risale:Evrad .
Risale:33 Hadis .
Risale:Hazret-i Üstadın Tashih ve Tasarrufları Hakkında (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Vukufsuz Ehl-i Vukufa Cevap (Asar-ı Bediiyye)
Tüm risaleler :
Risale:Risale-i Nur :
Evrad
Büyük boy kitaplar:
Sözler - Mektubat - Lem'alar - Şuâlar - Tarihçe-i Hayat - İşarat-ül İ'caz - Mesnevi-i Nuriye - Asâ-yı Musa - Barla Lahikası - Kastamonu Lahikası - Emirdağ Lahikası-1 ve Emirdağ Lahikası-2 -Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Mesnevi-i Nuriye
*İ’tizar
*Mukaddime
*Lem'alar Risalesi
*Reşhalar
*Lasiyyemalar
*Katre
*Hubab
*Habbe
*Zühre
*Zerre
*Şemme Risalesi
*Onuncu Risale
*Şule
*Nokta
*Münderecat Hakkında
*Fihrist
Orta boy kitaplar:Muhakemat - İman ve Küfür Muvazeneleri
Küçük boy kitaplar: Âyet-ül Kübrâ - Bediüzzaman Cevap Veriyor - Divan-ı Harb-i Örfî - Elhüccet-üz Zehrâ - Ene ve Zerre Risalesi - Esma-i Sitte - Gençlik Rehberi - Hakikat Nurları - Hanımlar Rehberi - Hastalar Risalesi - Haşir Risalesi - Hizmet Rehberi - Hutbe-i Şamiye - İçtihad Risalesi - İhlas Risalesi - İhtiyarlar Risalesi - İman Hakikatleri - Konferans - Küçük Sözler - Lâtif Nükteler - Meyve Risalesi - Miftâh-ul İman - Mi'rac ve Şakk-ı Kamer Risaleleri - Mirkat-üs Sünnet - Mu'cizât-ı Ahmediye - Mu'cizât-ı Kur'aniye - Münâcât - Münazarat - Nur Aleminin Bir Anahtarı - Nur Çeşmesi - Nur'un İlk Kapısı - Otuz Üç Pencere - Rahmet ve Şefkat İlaçları - Ramazan-İktisat-Şükür Risaleleri - Sünuhat-Tulûat-İşârât - Sünuhat - Tulûat - İşârât Sünuhat - Tulûat - İşârât Tabiat Risalesi - Uhuvvet Risalesi - Üstad Hz.'nin Hulusi Ağabeye Gönderdiği Mektuplar - Üstad Hazretlerinin Mehmet Kayalar Ağabeye Gönderdiği Mektuplar Yirmi Üçüncü Söz - Zühret-ün Nur
Diğer risaleler ve parçalar: Âsâr-ı Bedîiyye - Tılsımlar - Sirac-ün Nur (*3. Şua (Münacat Risalesi) 25. Lem'a (Hastalar Risalesi) 25. Lem'a'nın Zeyli 17. Mektub (Çocuk Taziyenamesi) 26. Lem'a (İhtiyarlar Risalesi) 26. Lem'a'nın Zeyli 21. Mektub 4. Şua (Ayet-i Hasbiye Risalesi) 13. Lem'a (Hikmet-ül İstiaze Risalesi) 33. Mektup (Aynı Zamanda 33. Söz Pencereler Risalesi) Eski Said'in Yeni Said'e İnkılabı Zamanındaki Hazin Münacatı 12. Şua (Denizli Müdafaanamesi) 5. Şua Hasan Feyzi'nin Manzumesi)- Fihrist Risalesi - Zülfikâr - Ta'likât #Kızıl İcaz #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Abdurrahman) #28. Mektup'un 6. Meselesi (Vehhabi meselesi) #18. Lem'a #Şualar, 14. Şua, Hata-Savab Cedveli #Maidet-ül Kur'an (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #Hazinet-ül Bürhan (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #İnna A'tayna'nın Sırrı #Gayrı Münteşir (Neşredilmemiş) Kısımlar *Gayrı Münteşir Mektuplar *Risalelerden Gayrı Münteşir Kısımlar *Barla Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Kastamonu Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-1 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-2 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Denizli Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar *Afyon Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar #Risale:Müdafaat Üstad Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaaları ve Resmi Makamlara Dilekçeleri *Birinci Millet Meclisinde Neşredilen Beyanname *Barla ve Isparta Hayatı (1926-1934) *Eskişehir Mahkemesi (1935) *Isparta ve Denizli Mahkemesi (1944) *Denizli Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Denizli Hapsinden Sonra) *Afyon Mahkemesi (1948 - 1949) *Afyon Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Afyon Mahkemesi Kararnamesi *Temyiz Mahkemesi *Temyiz Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Afyon Hapsinden Sonra) *Urfa Ehl-i Vukufuna Cevap (1951) *Gençlik Rehberi Mahkemesi (1952) *Samsun Mahkemesi (1952 *Isparta Mahkemesi (1956) *Emirdağ Hayatı (Isparta Mahkemesinden Sonra) *Diğer Talebe Müdafaaları
#İşarat-ül İ'caz (A. Badıllı Tercümesi) İşarat-ül İ'caz اشارات الاعجاز فى مظانّ الايجاز İşarat-ul İ'caz KUR'AN'IN ÎCÂZ YERLERİNDEKİ İ'CÂZ İŞARETLERİ *Mütercimin İzahları *Mukaddeme *Fatiha Suresi Tefsiri *Bakara 1: Huruf-u Mukattaa *Bakara 2: Kur'anın Hidayeti ve Şüphesizliği *Bakara 3: Allaha İman - Namaz - Zekat *Bakara 4: Kitaplara ve Ahirete İman *Bakara 5: Müminlerin Hidayeti ve Felahı *Bakara 6: Küfrün Mahiyeti *Bakara 7: Kalplerin Mühürlenmesi *Bakara 8: Münafıklar Bahsi *Bakara 9-10: Münafıkların Aldatması *Bakara 11-12: Münafıkların Fesad Çıkarması *Bakara 13: Münafıkların İmanda İkiyüzlülüğü *Bakara 14-15: Münafıkların Müminlerle Alay Etmesi *Bakara 16: Hidayeti Verip Dalaleti Satın Almaları *Bakara 17-18: Münafıklar Hakkında Ateş Temsili *Bakara 19-20: Münafıklar Hakkında Yağmur Temsili *Bakara 21-22: İbadet ve Tevhid Bahsi *Bakara 23-24: Nübüvvet Bahsi *Bakara 25: Cennet Bahsi *Bakara 26-27: Temsil Bahsi *Bakara 28: Yeniden Yaratılış *Bakara 29: Yedi Kat Sema Bahsi *Bakara 30: Hilafet-i İnsaniye *Bakara 31-33: Talim-i Esma *İstikbalin Hâkim-i Mutlakı Kur'andır
#Mesnevi-i Nuriye (A. Badıllı Tercümesi) Risale-i Nur Külliyatından Mesnevî-i Nuriye (Türkçe Tercümesi) Müellifi Bediüzzaman Said-i Nursî Mütercim: Abdülkadir Badıllı Tenbih: (Mesnevî-i Nuriye) ismi, Türkçe tercümesine Hz. Üstad tarafından konulmuştur. Arapça ismi her ne kadar "El-Mesneviyy-ül Arabiyy-ün Nurî'dir. İsim, ism-i müzekker olduğundan, Mesnevî'den sonra (Nuriye) değil, (Nurî) gelmesi lâzımdır. Fakat bu sıfat Türkçe telaffuzunda ağır ve nâmüsta'mel bir sıfat olduğu gibi; "El-Mesneviyy-ül Arabî Li-r Resail-in Nuriye" yani, "Nur Risalelerinin Arabî Mesnevîsi" manasında dahi olduğu için, "Risale"nin müfredi veya Risalelerin cem'i için sıfat olarak Nuriye gelmesi lâzım olduğundan "Mesnevî-i Nuriye" ismi tam yerindedir. (Mütercim) *Takdimler, Mukaddeme, Tenbih, İhtar, İtizar *Lem'alar *Reşhalar *Lasiyyemalar *Katre *Katrenin Zeyli *Habab *Hababın Zeyli *Habbe *Habbenin Zeyli *Habbenin Zeylinin Zeyli *Zehre *Zehrenin Zeyli *Zerre *Şemme *14. Reşha *5. Ders *Şule *Şulenin Zeyli *Nur *Kızıl İcazdan Bazı Parçalar
#Rumuzat-ı Semaniye Bu risalenin sebeb-i telifi, Kur’ân’ın tercümesini Kur’ân yerinde camilerde okutmak olan dehşetli suikastına karşı bir nevi mukabeledir. Ziyade tafsilât ve lüzumsuz bahisler girmiş. Fakat o mücahidâne ve heyecanlı mukabelede kıymettar bir gaybî anahtarı hissedip meczubâne arattırmak içinde, lüzumsuz tafsilât ve zaif ve pek ince emareler dahi girmiş. Kalbime geldi ki: Yirmi Dokuzuncu Mektubun gayet ehemmiyetli ve lüzumlu ve parlak ve îcazlı olan Birinci Makamı, bu İkinci Makamın bütün kusûratını ve israfatını affettirir. Ben de kemâl-i sürurla şükrettim, o kusurları unuttum. *Birinci Parça: 28.Mektubun 7.Meselesinin Hatimesi *İkinci Parça: 28.Mektubun 8.Meselesi *Üçüncü Parça: 29.Mektubun 3.Kısmı *Dördüncü Parça: 29.Mektubun 4.Kısmı *Beşinci Parça: 29.Mektubun 8.Kısmı
#Tefekkürname: 29. Lem'a-yı Arabî #Arabî Münacat Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Otuz birinci Lem'a'nın Üçüncü Şuaı olan Risale-i Münacattan Arabi bir parçadır. Gelen âyet-i uzmanın A'zamî bir tefsiridir." dediği Arapça bir münacat. #Arabi El-Hüccet-üz Zehrâ Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Çok ehemiyetli Arabi bir risaleciktir. El hüccet-üz zehrâ risalesinden bir kısmının bir hülasasıdır" dediği Arapça bir parça. #Hizb-ül Mesnevi-ül Arabî: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Risale-i Nur'dan ehemmeyetle intişar eden Arabî Mesnevi-i Nuriye'nin içindeki kıymettar risalelerde eski Said'in yeni Said'e inkılabı zamanında dergh-ı ilahiyeye karşı münacatları, istiğfarları, tesbihatları ilm-el yakin derecesinde imanî şehadetlerinden parçalardır" dediği Arapça bir parça. #Ettefekkür-ul İmaniyyür Refi': Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'nin İkinci Babı olarak te'lif edilmiştir. 29. Lem'a'daki kısım ve meali için 'buraya', Şualarda geçen ve bir kısmının Abdülmecid abi tarafından yapılan tercümesi için 'buraya' bakabilirsiniz. #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Hamza) #Kur'an Hattı Risaleler #Ayet ve Hadis Mealleri
S=Risale:Sözler . SÖZLER . Birinci Söz . İkinci Söz . Üçüncü Söz . Dördüncü Söz . Beşinci Söz . Altıncı Söz . Yedinci Söz . Sekizinci Söz . Dokuzuncu Söz . Onuncu Söz . On Birinci Söz . On İkinci Söz . On Üçüncü Söz . On Dördüncü Söz . On Beşinci Söz . On Altıncı Söz . On Yedinci Söz . On Sekizinci Söz . On Dokuzuncu Söz . Yirminci Söz . Yirmi Birinci Söz . Yirmi İkinci Söz . Yirmi Üçüncü Söz . Yirmi Dördüncü Söz . Yirmi Beşinci Söz . Yirmi Altıncı Söz . Yirmi Yedinci Söz . Yirmi Sekizinci Söz . Yirmi Dokuzuncu Söz . Otuzuncu Söz . Otuz Birinci Söz . Otuz İkinci Söz . Otuz Üçüncü Söz . Lemeat . Konferans . Fihrist
M=Risale:Mektubat . MEKTUBAT . Birinci Mektup . İkinci Mektup . Üçüncü Mektup . Dördüncü Mektup . Beşinci Mektup . Altıncı Mektup . Yedinci Mektup . Sekizinci Mektup . Dokuzuncu Mektup . Onuncu Mektup . On Birinci Mektup . On İkinci Mektup . On Üçüncü Mektup . On Dördüncü Mektup . On Beşinci Mektup . On Altıncı Mektup . On Yedinci Mektup . On Sekizinci Mektup . On Dokuzuncu Mektup . Yirminci Mektup . Yirmi Birinci Mektup . Yirmi İkinci Mektup . Yirmi Üçüncü Mektup . Yirmi Dördüncü Mektup . Yirmi Beşinci Mektup . Yirmi Altıncı Mektup . Yirmi Yedinci Mektup . Yirmi Sekizinci Mektup . Yirmi Dokuzuncu Mektup . Otuzuncu Mektup . Otuz Birinci Mektup . Otuz İkinci Mektup . Otuz Üçüncü Mektup . İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz . Hakikat Çekirdekleri . Gönüller Fatihi Büyük Üstada . Fihriste-i Mektubat . Hakikat Işıkları . Dua
L=Risale:Lem'alar . LEM'ALAR . Birinci Lem'a . İkinci Lem'a . Üçüncü Lem'a . Dördüncü Lem'a . Beşinci Lem'a . Altıncı Lem'a . Yedinci Lem'a . Sekizinci Lem'a . Dokuzuncu Lem'a . Onuncu Lem'a . On Birinci Lem'a . On İkinci Lem'a . On Üçüncü Lem'a . On Dördüncü Lem'a . On Beşinci Lem'a . On Altıncı Lem'a .On Yedinci Lem'a . On Sekizinci Lem'a . On Dokuzuncu Lem'a . Yirminci Lem'a . Yirmi Birinci Lem'a . Yirmi İkinci Lem'a .Yirmi Üçüncü Lem'a . Yirmi Dördüncü Lem'a . Yirmi Beşinci Lem'a .Yirmi Altıncı Lem'a . Yirmi Yedinci Lem'a . Yirmi Sekizinci Lem'a .*Yirmi Dokuzuncu Lem'a . Otuzuncu Lem'a . Otuz Birinci Lem'a .Otuz İkinci Lem'a . Otuz Üçüncü Lem'a . Münâcat .Fihrist . Dua
Ş=Şualar .Risale:Şuâlar . ŞUÂLAR . İkinci Şuâ . Üçüncü Şuâ .Dördüncü Şuâ .Altıncı Şuâ . Yedinci Şuâ . Dokuzuncu Şuâ . On Birinci Şuâ . On İkinci Şuâ . On Üçüncü Şuâ . On Dördüncü Şuâ .Beşinci Şuâ . On Beşinci Şuâ . Birinci Şuâ . Sekizinci Şuâ *Yirmi Dokuzuncu Lem’a’dan İkinci Bab . Eddâî .Dua . İçindekiler
TH =Risale:Tarihçe-i Hayat . BEDÎÜZZAMAN SAİD NURSÎ TARİHÇE-İ HAYATI . Ön Söz .Giriş . İlk Hayatı . Barla Hayatı . Eskişehir Hayatı .Kastamonu Hayatı .Denizli Hayatı .Emirdağ Hayatı - Afyon Hayatı - Isparta Hayatı - Hariç Memleketler - Bedîüzzaman ve Risale-i Nur - Dua - İçindekiler
İİ. İŞARATÜ’L-İ’CAZ . Risale:İşarat-ül İ'caz . Tenbih . İfadetü’l-Meram . Kur'an'ın Tarifi . Fatiha Suresi . Bakara Suresi 1-3. âyetler . Bakara Suresi 4-5. âyetler . Bakara Suresi 6. âyet . Bakara Suresi 7. âyet . Bakara Suresi 8. âyet - Bakara Suresi 9-10. âyetler . Bakara Suresi 11-12. âyetler . Bakara Suresi 13. âyet . Bakara Suresi 14-15. âyetler . Bakara Suresi 16. âyet . Bakara Suresi 17-20. âyetler . Bakara Suresi 21-22. âyetler . Bakara Suresi 23-24. âyetler . Bakara Suresi 25. âyet Bakara Suresi 26-27. âyetler . Bakara Suresi 28. âyet Bakara Suresi 29. âyet . Bakara Suresi 30. âyet . Bakara Suresi 31-33. âyetler . Ecnebi Feylesofların Kur’an Hakkındaki Beyanatları . Mehmed Kayalar’ın Bir Müdafaası . Dua . Fihrist
MN= MESNEVÎ-İ NURİYE . İ’tizar . Mukaddime . Lem'alar Risalesi . Reşhalar . Lasiyyemalar . Katre . Hubab . Habbe . Zühre . Zerre . Şemme Risalesi . Onuncu Risale . Şule - Nokta . Münderecat Hakkında - Fihrist
AM=ASÂ-YI MUSA: Risale:Asa-yı Musa .Mukaddimat - Asa-yı Musa’dan Birinci Kısım - Birinci Mesele - İkinci Meselenin Bir Hülâsası - Üçüncü Mesele - Dördüncü Mesele - Beşinci Mesele - Altıncı Mesele - Yedinci Mesele - Sekizinci Meselenin Bir Hülâsası - Dokuzuncu Mesele - Onuncu Mesele - On Birinci Mesele - Asa-yı Musa’dan İkinci Kısım - Birinci Hüccet-i İmaniye - İkinci Hüccet-i İmaniye - Üçüncü Hüccet-i İmaniye - Dördüncü Hüccet-i İmaniye - Beşinci Hüccet-i İmaniye - Altıncı Hüccet-i İmaniye - Yedinci Hüccet-i İmaniye - Sekizinci Hüccet-i İmaniye - Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye - Onuncu Hüccet-i İmaniye - On Birinci Hüccet-i İmaniye - Fihrist
BL BARLA LÂHİKASI- Risale:Barla Lahikası - : Takdim - Yedinci Risale olan Yedinci Mesele - Mukaddime - Yirmi Yedinci Mektup ve Zeylleri - Yirmi Yedinci Mektup'un Zeyli ve İkinci Kısmı - İkinci Zeyl - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Zeyli - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylin Nihayetidir - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (1) - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (2) - Kastamonu ve Emirdağ'da Yazılan Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 1 .Risale:Emirdağ Lahikası-1 . Yirmi Yedinci Mektup’tan Takdim - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 2: Risale:Emirdağ Lahikası-2 . Yirmi Yedinci Mektup’tan (Emirdağ’ında ve Isparta’da Son İkametlerinde Yazılan Mektuplardır) Giriş - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
KL Risale:Kastamonu Lahikası. Yirmi Yedinci Mektup’tan KASTAMONU LÂHİKASI: Takdim - Lemeat'tan Önceki Mektuplar - Lemeat'tan - Lemeat'tan Sonraki Mektuplar
STG SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-1 *Birinci Şuâ *Sekizinci Şuâ *On Sekizinci Lem'a *Yirmi Sekizinci Lem'a *Sekizinci Lem'a *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-2 *Dua

Önceki Risale: Yirmi Altıncı SözSözlerYirmi Sekizinci Söz: Sonraki Risale

Yirmi Yedinci Söz[]

İçtihad Risalesi

Beş altı sene mukaddem, Arabî bir risalede, içtihada dair yazdığım bir mesele, iki kardeşimin arzularıyla, o meseleye dair haddinden tecavüz edenin haddini bildirmek için şu söz, o mesele-i içtihadiyeye dair yazıldı.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

وَلَوْ رَدُّوهُ اِلَى الرَّسُولِ وَ اِلٰٓى اُولِى الْاَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذٖينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْ

İçtihad kapısı açıktır. Fakat şu zamanda oraya girmeye altı mani vardır.

Birincisi[]

Nasıl ki kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir. Yeni kapıları açmak, hiçbir cihetle kâr-ı akıl değil. Hem nasıl ki büyük bir selin hücumunda, tamir için duvarlarda delikler açmak gark olmaya vesiledir. Öyle de şu münkerat zamanında ve âdât-ı ecanibin istilası anında ve bid’aların kesreti vaktinde ve dalaletin tahribatı hengâmında, içtihad namıyla, kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açıp, duvarlarından muharriblerin girmesine vesile olacak delikler açmak, İslâmiyet’e cinayettir.

İkincisi[]

Dinin zaruriyatı ki içtihad onlara giremez. Çünkü kat’î ve muayyendirler. Hem o zaruriyat, kut ve gıda hükmündedirler. Şu zamanda terke uğruyorlar ve tezelzüldedirler. Ve bütün himmet ve gayreti, onların ikamesine ve ihyasına sarf etmek lâzım gelirken, İslâmiyet’in nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanların hâcatına dar gelmeyen efkârları olduğu halde, onları bırakıp heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bid’akârane bir hıyanettir.

Üçüncüsü[]

Nasıl ki çarşıda, mevsimlere göre birer meta mergub oluyor. Vakit be-vakit birer mal revaç buluyor. Öyle de âlem meşherinde, içtimaiyat-ı insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında, her asırda birer meta mergub olup revaç buluyor. Sûkunda yani çarşısında teşhir ediliyor, rağbetler ona celboluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor, fikirler ona müncezib oluyor. Mesela, şu zamanda siyaset metaı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi… Ve selef-i salihîn asrında ve o zaman çarşısında en mergub meta, Hâlık-ı semavat ve arzın marziyatlarını ve bizden arzularını, kelâmından istinbat etmek ve nur-u nübüvvet ve Kur’an ile kapatılmayacak derecede açılan âhiret âlemindeki saadet-i ebediyeyi kazandırmak vesailini elde etmek idi.

İşte o zamanda zihinler, kalpler, ruhlar, bütün kuvvetleriyle, yerler ve gökler Rabb’inin marziyatını anlamaya müteveccih olduğundan; içtimaiyat-ı beşeriyenin sohbetleri, muhavereleri, vukuatları, ahvalleri ona bakıyordu. Ona göre cereyan ettiğinden her kimin güzelce bir istidadı bulunsa, onun kalbi ve fıtratı, şuursuz olarak her şeyden bir ders-i marifet alır. O zamanda cereyan eden ahval ve vukuat ve muhaverattan taallüm ediyordu. Güya her bir şey, ona bir muallim hükmüne geçip onun fıtrat ve istidadına, içtihada bir istidad-ı ihzarî telkin ediyordu. Hattâ o derece şu fıtrî ders tenvir ediyordu ki yakın idi ki kesbsiz içtihada kabiliyeti ola, ateşsiz nurlana… İşte şu tarzda fıtrî bir ders alan bir müstaid, içtihada çalışmaya başladığı vakit, kibrit hükmüne geçen istidadı “nurun alâ nur” sırrına mazhar olur; çabuk ve az zamanda müçtehid olurdu.

Amma şu zamanda, medeniyet-i Avrupa’nın tahakkümüyle, felsefe-i tabiiyenin tasallutuyla, şerait-i hayat-ı dünyeviyenin ağırlaşmasıyla, efkâr ve kulûb dağılmış, himmet ve inayet inkısam etmiştir. Zihinler maneviyata karşı yabanileşmiştir.

İşte bunun içindir ki şu zamanda birisi; dört yaşında Kur’an’ı hıfzedip, âlimlerle mübahase eden Süfyan İbn-i Uyeyne olan bir müçtehidin zekâsında bulunsa, Süfyan’ın içtihadı kazandığı zamana nisbeten, on defa daha fazla zamana muhtaçtır. Süfyan, on senede içtihadı tahsil etmiş ise şu adam yüz seneye muhtaçtır ki tahsil edebilsin. Çünkü Süfyan’ın iptida-i tahsil-i fıtrîsi sinn-i temyiz zamanından başlar. Yavaş yavaş istidadı müheyya olur, nurlanır, her şeyden ders alır, kibrit hükmüne geçer.

Amma onun naziri, şu zamanda çünkü zihni felsefede boğulmuş, aklı siyasete dalmış, kalbi hayat-ı dünyeviyede sersem olmuş, istidadı içtihaddan uzaklaşmış. Elbette fünun-u hazırada tevaggulü derecesinde istidadı, içtihad-ı şer’î kabiliyetinden uzaklaşmış ve ulûm-u arziyede tefennünü derecesinde içtihadın kabulünden geri kalmıştır. Onun için “Ben de onun gibi zekiyim, niçin ona yetişemiyorum?” diyemez ve demeye hakkı yoktur ve yetişemez.

Dördüncüsü[]

Nasıl ki bir cisimde, neşv ü nema için tevessü meyli bulunur. O meyl-i tevessü ise –çünkü dâhildendir– vücud ve cisim için bir tekemmüldür. Fakat eğer hariçte tevsi için bir meyil ise o vücudun cildini yırtmaktır, tahrip etmektir; tevsi değildir. Öyle de İslâmiyet’in dairesine selef-i salihîn gibi takva-yı kâmile kapısıyla ve zaruriyat-ı diniyenin imtisali tarîkıyla dâhil olanlarda, meylü’t-tevessü ve irade-i içtihad bulunsa o, kemaldir ve tekemmüldür. Yoksa zaruriyatı terk eden ve hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı uhreviyeye tercih eden ve felsefe-i maddiye ile âlûde olanlardan olan o meylü’t-tevsi ve irade-i içtihad, vücud-u İslâmiyeyi tahrip ve boynundaki şer’î zincirini çıkarmaya vesiledir.

Beşincisi[]

Üç nokta-i nazar, şu zamanın içtihadatını arziye yapar, semavîlikten çıkarıyor. Halbuki şeriat semaviyedir ve içtihadat-ı şer’iye dahi onun ahkâm-ı mestûresini izhar ettiğinden semaviyedirler.

Birincisi[]

Bir hükmün hikmeti ayrıdır, illeti ayrıdır. Hikmet ve maslahat ise tercihe sebeptir, icaba, icada medar değildir. İllet ise vücuduna medardır. Mesela, seferde namaz kasredilir, iki rekat kılınır. Şu ruhsat-ı şer’iyenin illeti seferdir, hikmeti ise meşakkattir. Sefer bulunsa, meşakkat hiç olmasa da namaz kasredilir. Çünkü illet var. Fakat sefer bulunmasa, yüz meşakkat bulunsa, namazın kasredilmesine illet olamaz. İşte şu hakikatin aksine olarak, şu zamanın nazarı ise maslahat ve hikmeti illet yerine ikame edip ona göre hükmediyor. Elbette böyle içtihadat arziyedir, semavî değildir.

İkincisi[]

Şu zamanın nazarı, evvela ve bizzat saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor. Halbuki şeriatın nazarı ise evvela ve bizzat saadet-i uhreviyeye bakar, ikinci derecede –âhirete vesile olmak dolayısıyla– dünyanın saadetine nazar eder. Demek şu zamanın nazarı, ruh-u şeriattan yabanidir. Öyle ise şeriat namına içtihad edemez.

Üçüncüsü[]

اِنَّ الضَّرُورَاتِ تُبٖيحُ الْمَحْظُورَاتِ kaidesi, yani “Zaruret, haramı helâl derecesine getirir.” İşte şu kaide ise küllî değil. Zaruret eğer haram yoluyla olmamış ise haramı helâl etmeye sebebiyet verir. Yoksa sû-i ihtiyarıyla, gayr-ı meşru sebeplerle zaruret olmuş ise haramı helâl edemez, ruhsatlı ahkâmlara medar olamaz, özür teşkil edemez.

Mesela, bir adam sû-i ihtiyarıyla, haram bir tarzda kendini sarhoş etse; tasarrufatı, ulema-i şeriatça aleyhinde caridir, mazur sayılmaz. Tatlik etse talakı vaki olur. Bir cinayet etse ceza görür. Fakat sû-i ihtiyarıyla olmazsa talak vaki olmaz, ceza da görmez. Hem mesela, bir içki müptelası zaruret derecesinde müptela olsa da diyemez ki: “Zarurettir, bana helâldir.”

İşte şu zamanda zaruret derecesine geçen ve insanları müptela eden bir beliyye-i âmme suretine giren çok umûrlar vardır ki sû-i ihtiyardan, gayr-ı meşru meyillerden ve haram muamelelerden tevellüd ettiklerinden, ruhsatlı ahkâmlara medar olup, haramı helâl etmeye medar olamazlar. Halbuki şu zamanın ehl-i içtihadı, o zaruratı ahkâm-ı şer’iyeye medar yaptıklarından içtihadları arziyedir, hevesîdir, felsefîdir; semavî olamaz, şer’î değil. Halbuki semavat ve arzın Hâlık’ının ahkâm-ı İlahiyesinde tasarruf ve ibadının ibadatına müdahale, o Hâlık’ın izn-i manevîsi olmazsa; o tasarruf, o müdahale merduddur.

Mesela bazı gafiller, hutbe gibi bazı şeair-i İslâmiyeyi, Arabîden çıkarıp her milletin lisanıyla söylemeyi, iki sebep için istihsan ediyorlar:

Birincisi: “Tâ siyaset-i hazıra avam-ı müslimîne de o suretle tefhim edilsin.” Halbuki siyaset-i hazıra, o kadar çok yalan ve hile ve şeytanet içine girmiş ki vesvese-i şeyatîn hükmüne geçmiştir. Halbuki minber, vahy-i İlahînin tebliğ makamı olduğundan o vesvese-i siyasiyenin hakkı yoktur ki o makam-ı âlîye çıkabilsin.

İkinci sebep: “Hutbe, bazı suver-i Kur’aniyenin nasihatleri anlaşılmak içindir.” Evet, eğer millet-i İslâm, İslâmiyet’in zaruriyatı ve müsellematı ve malûm olan ahkâmını, ekseriyet itibarıyla imtisal edip yerine getirseydi, o vakit nazariyat-ı şer’iye ve mesail-i dakika ve nasayih-i hafiyeyi anlamak için bildiği lisan ile hutbe okunması ve suver-i Kur’aniyenin –eğer mümkün olsaydı– tercümesi (Hâşiye[1]) belki müstahsen olurdu.

Fakat namaz, zekât, orucun vücubu ve katl, zina ve şarabın haramiyeti gibi malûm olan ahkâm-ı kat’iye-i İslâmiye mühmel kalıyor. Avam-ı nâs, onların vücubunu ve haramiyetini ders almaya muhtaç değiller. Belki teşvik ve ihtar ile o ahkâm-ı kudsiyeyi hatırlatıp İslâmiyet damarını ve iman hissini tahrik etmekle imtisallerine teşvik ve tezkire ve ihtara muhtaçtırlar.

Halbuki bir âmî ne kadar cahil dahi olsa, Kur’an’dan ve hutbe-i Arabiyeden şu meal-i icmaliyeyi anlar ki: “Herkese ve bana malûm olan imanın rükünlerini ve İslâmiyet’in umdelerini hatip ve hâfız ihtar ediyor ve ders veriyor, okuyor.” der; kalbinde onlara karşı bir iştiyak hasıl olur. Acaba kâinatta hangi tabirat var ki arş-ı a’zamdan gelen Kur’an-ı Hakîm’in i’cazkârane, müfehhimane ihtarlarına, tezkirlerine, teşviklerine mukabil gelebilsin?

Altıncısı[]

Selef-i salihînin müçtehidîn-i izamı, asr-ı nur ve asr-ı hakikat olan asr-ı sahabeye yakın olduklarından safi bir nur alıp, hâlis bir içtihad edebilirlerdi. Şu zamanın ehl-i içtihadı ise o kadar perdeler arkasında ve uzak bir mesafede hakikat kitabına bakar ki en vâzıh bir harfini de zor ile görebilirler.

Eğer desen: Sahabeler de insandırlar, hatadan, hilaftan hâlî olmazlar. Halbuki içtihadatın ve ahkâm-ı şeriatın medarı, sahabelerin adaleti ve sıdkıdır ki hattâ ümmet “Sahabeler umumen âdildirler, doğru söylerler.” diye ittifak etmişler.

Elcevap: Evet, sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibarıyla hakka âşık, sıdka müştak, adalete hâhişgerdirler. Çünkü yalanın ve kizbin çirkinliği, bütün çirkinliğiyle ve sıdkın ve doğruluğun güzelliği, bütün güzelliğiyle o asırda öyle bir tarzda gösterilmiş ki ortalarındaki mesafe arştan ferşe kadar açılmış. Esfel-i safilîndeki Müseylime-i Kezzab’ın derekesinden, a’lâ-yı illiyyînde olan Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın derece-i sıdkı kadar bir ayrılık görülmüştür.

Evet, Müseylime’yi esfel-i safilîne düşüren kizb olduğu gibi Muhammedü’l-Emin aleyhissalâtü vesselâmı a’lâ-yı illiyyîne çıkaran sıdktır ve doğruluktur.

İşte, hissiyat-ı ulviyeyi taşıyan ve mehasin-i ahlâkiyeye perestiş eden ve Şems-i Nübüvvet’in ziya-i sohbetiyle nurlanan sahabeler, o derece çirkin ve sukuta sebep ve Müseylime’nin maskara-âlûd muzahrefat dükkânındaki kizbe, ihtiyarıyla ellerini uzatmamak ve küfürden çekindikleri gibi küfrün arkadaşı olan kizbden çekinmeleri ve o derece güzel ve medar-ı fahir ve mübahat ve mi’rac-ı suud ve terakki ve Fahr-i Risalet’in hazine-i âliyesinde en revaçlı bulunan ve şaşaa-i cemaliyle içtimaat-ı insaniyeyi nurlandıran sıdka ve doğruluğa ve hakka –ve bilhassa ahkâm-ı şer’iye rivayetinde ve tebliğinde– elbette ellerinden geldiği kadar talip ve muvafık ve âşık olmaları kat’îdir, zarurîdir, şüphesizdir.

Halbuki şu zamanda, kizb ve sıdkın ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki âdeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana (geçmek) pek kolay gidiliyor. Hattâ siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor. İşte en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, bir fiyatla satılsa elbette pek âlî olan ve hakikat cevherine giden sıdk ve hak pırlantası, o dükkâncının marifetine ve sözüne itimat edip körü körüne alınmaz.

Hâtime[]

Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda, kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir. Hâtemü’l-Enbiya’dan sonra şeriat-ı kübrası, her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır. Fakat teferruatta, bir derece ayrı ayrı mezheplere ihtiyaç kalmıştır.

Evet, nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle elbiseler değişir, mizaçlara göre ilaçlar tebeddül eder. Öyle de asırlara göre şeriatlar değişir, milletlerin istidadına göre ahkâm tahavvül eder. Çünkü ahkâm-ı şer’iyenin teferruat kısmı, ahval-i beşeriyeye bakar. Ona göre gelir, ilaç olur.

Enbiya-i sâlife zamanında, tabakat-ı beşeriye birbirinden çok uzak ve seciyeleri hem bir derece kaba hem şiddetli ve efkârca iptidaî ve bedeviyete yakın olduğundan, o zamandaki şeriatlar, onların haline muvafık bir tarzda ayrı ayrı gelmiştir. Hattâ bir kıtada bir asırda, ayrı ayrı peygamberler ve şeriatlar bulunurmuş.

Sonra Âhir Zaman Peygamberinin gelmesiyle, insanlar güya iptidaî derecesinden idadiye derecesine terakki ettiğinden çok inkılabat ve ihtilatat ile akvam-ı beşeriye bir tek ders alacak, bir tek muallimi dinleyecek, bir tek şeriatla amel edecek vaziyete geldiğinden, ayrı ayrı şeriata ihtiyaç kalmamıştır, ayrı ayrı muallime de lüzum görülmemiştir.

Fakat tamamen bir seviyeye gelmediğinden ve bir tarz-ı hayat-ı içtimaiye de giymediğinden mezhepler taaddüd etmiştir.

Eğer beşerin ekseriyet-i mutlakası bir mekteb-i âlînin talebesi gibi bir tarz-ı hayat-ı içtimaiyeyi giyse, bir seviyeye girse o vakit mezhepler tevhid edilebilir. Fakat bu hal-i âlem, o hale müsaade etmediği gibi mezahib de bir olmaz.

Eğer desen: Hak bir olur, nasıl böyle dört ve on iki mezhebin muhtelif ahkâmları hak olabilir?

Elcevap: Bir su, beş muhtelif mizaçlı hastalara göre nasıl beş hüküm alır; şöyle ki: Birisine, hastalığının mizacına göre su ilaçtır, tıbben vâcibdir. Diğer birisine hastalığı için zehir gibi muzırdır, tıbben ona haramdır. Diğer birisine az zarar verir, tıbben ona mekruhtur. Diğer birisine zararsız menfaat verir, tıbben ona sünnettir. Diğer birisine ne zarardır, ne menfaattir; âfiyetle içsin, tıbben ona mubahtır. İşte hak burada taaddüd etti. Beşi de haktır. Sen diyebilir misin ki: “Su yalnız ilaçtır, yalnız vâcibdir, başka hükmü yoktur.”

İşte bunun gibi ahkâm-ı İlahiye, mezheplere hikmet-i İlahiyenin sevkiyle ittiba edenlere göre değişir hem hak olarak değişir ve her birisi de hak olur, maslahat olur.

Mesela, hikmet-i İlahiyenin tensibiyle İmam-ı Şafiî’ye ittiba eden, ekseriyet itibarıyla Hanefîlere nisbeten köylülüğe ve bedevîliğe daha yakın olup cemaati bir tek vücud hükmüne getiren hayat-ı içtimaiye de nâkıs olduğundan, her biri bizzat dergâh-ı Kādıyü’l-Hâcat’ta kendi derdini söylemek ve hususi matlubunu istemek için imam arkasında Fatiha’yı birer birer okuyorlar. Hem ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.

İmam-ı A’zam’a ittiba edenler, ekseriyet-i mutlaka itibarıyla, İslâmî hükûmetlerin ekserisi, o mezhebi iltizam etmesiyle medeniyete, şehirliliğe daha yakın ve hayat-ı içtimaiyeye müstaid olduğundan; bir cemaat, bir şahıs hükmüne girip, bir tek adam umum namına söyler; umum kalben onu tasdik ve rabt-ı kalp edip, onun sözü umumun sözü hükmüne geçtiğinden, Hanefî mezhebine göre imam arkasında Fatiha okunmaz. Okunmaması ayn-ı hak ve mahz-ı hikmettir.

Hem mesela, madem şeriat, tabiatın tecavüzatına set çekmekle onu ta’dil edip nefs-i emmareyi terbiye eder. Elbette ekser etbaı, köylü ve nim-bedevî ve amelelikle meşgul olan Şafiî mezhebine göre “Kadına temas ile abdest bozulur, az bir necaset zarar verir.” Ekseriyet itibarıyla hayat-ı içtimaiyeye giren, nim-medeni şeklini alan insanlar, ittiba ettikleri mezheb-i Hanefîye göre “Mess-i nisvan abdesti bozmaz, bir dirhem kadar necasete fetva var.”

İşte bir amele ile bir efendiyi nazara alacağız. Amele, tarz-ı maişet itibarıyla ecnebi kadınlarla ihtilata, temasa ve bir ocak yanında oturmaya ve mülevves şeylerin içine karışmaya müptela olduğundan; sanat ve maişet itibarıyla, tabiat ve nefs-i emmaresi meydanı boş bulup tecavüz edebilir. Onun için şeriat onların hakkında, o tecavüzata set çekmek için “Abdest bozulur, temas etme! Namazını iptal eder, bulaşma!” manevî kulağında bir sadâ-yı semavî çınlattırır. Amma o efendi, (namuslu olmak şartıyla) âdât-ı içtimaiyesi itibarıyla, ahlâk-ı umumiye namına, ecnebi kadınlara temasa müptela değil, mülevves şeylerle nezafet-i medeniye namına kendini o kadar bulaştırmaz. Onun için şeriat, mezheb-i Hanefî namıyla ona şiddet ve azîmet göstermemiş; ruhsat tarafını gösterip, hafifleştirmiştir. “Elin dokunmuş ise abdestin bozulmaz. Hicab edip kalabalık içinde su ile istinca etmemenin zararı yoktur. Bir dirhem kadar fetva vardır.” der, onu vesveseden kurtarır.

İşte denizden iki katre sana misal, onlara kıyas et. Mizan-ı Şa’ranî mizanıyla, şeriat mizanlarını bu suretle muvazene edebilirsen et.

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى مَنْ تَمَثَّلَ فٖيهِ اَنْوَارُ مَحَبَّتِكَ لِجَمَالِ صِفَاتِكَ وَ اَسْمَائِكَ بِكَوْنِهٖ مِرْاٰةً جَامِعَةً لِتَجَلِّيَاتِ اَسْمَائِكَ الْحُسْنٰى وَ مَنْ تَمَرْكَزَ فٖيهِ شُعَاعَاتُ مَحَبَّتِكَ لِصَنْعَتِكَ فٖى مَصْنُوعَاتِكَ بِكَوْنِهٖ اَكْمَلَ وَ اَبْدَعَ مَصْنُوعَاتِكَ وَ صَيْرُورَتِهٖ اَنْمُوذَجَ كَمَالَاتِ صَنْعَتِكَ وَ فِهْرِسْتَةَ مَحَاسِنِ نُقُوشِكَ وَ مَنْ تَظَاهَرَ فٖيهِ لَطَائِفُ مَحَبَّتِكَ وَ رَغْبَتِكَ لِاِسْتِحْسَانِ صَنْعَتِكَ بِكَوْنِهٖ اَعْلٰى دَلَّالٖى مَحَاسِنِ صَنْعَتِكَ وَ اَرْفَعَ الْمُسْتَحْسِنٖينَ صَوْتًا فٖى اِعْلَانِ حُسْنِ نُقُوشِكَ وَ اَبْدَعِهِمْ نَعْتًا لِكَمَالَاتِ صَنْعَتِكَ وَ مَنْ تَجَمَّعَ فٖيهِ اَقْسَامُ مَحَبَّتِكَ وَ اِسْتِحْسَانِكَ لِمَحَاسِنِ اَخْلَاقِ مَخْلُوقَاتِكَ وَ لَطَائِفِ اَوْصَافِ مَصْنُوعَاتِكَ بِكَوْنِهٖ جَامِعًا لِمَحَاسِنِ الْاَخْلَاقِ كَافَّةً بِاِحْسَانِكَ وَ لِلَطَائِفِ الْاَوْصَافِ قَاطِبَةً بِفَضْلِكَ وَ مَنْ صَارَ مِصْدَاقًا صَادِقًا وَ مِقْيَاسًا فَائِقًا لِجَمٖيعِ مَنْ ذَكَرْتَ فٖى فُرْقَانِكَ اِنَّكَ تُحِبُّهُمْ مِنَ الْمُحْسِنٖينَ وَ الصَّابِرٖينَ وَ الْمُؤْمِنٖينَ وَ الْمُتَّقٖينَ وَ التَّوَّابٖينَ وَ الْاَوَّابٖينَ وَ جَمٖيعِ الْاَصْنَافِ الَّذٖينَ اَحْبَبْتَهُمْ وَ شَرَفْتَهُمْ لِمَحَبَّتِكَ فٖى فُرْقَانِكَ حَتّٰى صَارَ اِمَامَ الْحَبٖيبٖينَ لَكَ وَ سَيِّدَ الْمَحْبُوبٖينَ لَكَ وَ رَئٖيسَ اَوِدَّائِكَ وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ اَصْحَابِهٖ وَ اِخْوَانِهٖ اَجْمَعٖينَ اٰمٖينَ بِرَحْمَتِكَ يَا اَرْحَمَ الرَّاحِمٖينَ

Yirmi Yedinci Söz’ün Zeyli[]

Sahabeler hakkındadır

Mevlana Câmî’nin dediği gibi derim:

يَا رَسُولَ اللّٰهِ چِه بَاشَدْ چُونْ سَگِ اَصْحَابِ كَهْفْ

دَاخِلِ جَنَّتْ شَوَمْ دَرْ زُمْرَۀِ اَصْحَابِ تُو

اُو رَوَدْ دَرْ جَنَّتْ مَنْ دَرْ جَهَنَّمْ كَىْ رَوَاسْتْ

اُو سَگِ اَصْحَابِ كَهْفْ مَنْ سَگِ اَصْحَابِ تُو

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ وَ اِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ وَالَّذٖينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ … اِلٰى اٰخِرِ الْاٰيَة

Sual ediyorsunuz: Bazı rivayetlerde vardır ki “Bid’aların revacı hengâmında ehl-i iman ve takvadan bir kısım suleha, sahabe derecesinde veya daha ziyade efdal olabilir.” diye rivayetler vardır. Bu rivayetler sahih midir? Sahih ise hakikatleri nedir?

Elcevap: Enbiyadan sonra nev-i beşerin en efdali sahabe olduğu, Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in icmaı bir hüccet-i kātıadır ki o rivayetlerin sahih kısmı, fazilet-i cüz’iye hakkındadır. Çünkü cüz’î fazilette ve hususi bir kemalde, mercuh racihe tereccuh edebilir. Yoksa Sure-i Feth’in âhirinde sitayişkârane tavsifat-ı Rabbaniyeye mazhar ve Tevrat ve İncil ve Kur’an’ın medh ü senasına mazhar olan sahabelere, fazilet-i külliye nokta-i nazarında yetişilemez.

Şu hakikatin pek çok esbab ve hikmetlerinden, şimdilik üç sebebi tazammun eden üç hikmeti beyan edeceğiz:

Birinci Hikmet[]

Sohbet-i Nebeviye öyle bir iksirdir ki bir dakikada ona mazhar bir zat, senelerle seyr ü sülûka mukabil, hakikatin envarına mazhar olur. Çünkü sohbette insibağ ve in’ikas vardır. Malûmdur ki in’ikas ve tebaiyetle, o nur-u a’zam-ı nübüvvetle beraber en azîm bir mertebeye çıkabilir. Nasıl ki bir sultanın hizmetkârı ve onun tebaiyetiyle öyle bir mevkiye çıkar ki bir şah çıkamaz. İşte şu sırdandır ki en büyük veliler sahabe derecesine çıkamıyorlar.

Hattâ Celaleddin-i Süyûtî gibi uyanık iken çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan veliler, Resul-i Ekrem (asm) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü sahabelerin sohbeti, nübüvvet-i Ahmediye (asm) nuruyla, yani Nebi olarak onunla sohbet ediyorlar. Evliyalar ise vefat-ı Nebevîden sonra Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı görmeleri, velayet-i Ahmediye (asm) nuruyla sohbettir. Demek, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın onların nazarlarına temessül ve tezahür etmesi, velayet-i Ahmediye (asm) cihetindedir; nübüvvet itibarıyla değil. Madem öyledir; nübüvvet derecesi, velayet derecesinden ne kadar yüksek ise o iki sohbet de o derece tefavüt etmek lâzım gelir.

Sohbet-i Nebeviye ne derece bir iksir-i nurani olduğu bununla anlaşılır ki: Bir bedevî adam, kızını sağ olarak defnedecek derecede bir kasavet-i vahşiyanede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbet-i Nebeviyeye müşerref olur, daha karıncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmaneyi kesbederdi. Hem cahil, vahşi bir adam, bir gün sohbet-i Nebeviyeye mazhar olur; sonra Çin ve Hint gibi memleketlere giderdi, o mütemeddin kavimlere muallim-i hakaik ve rehber-i kemalât olurdu.

İkinci Sebep[]

Yirmi Yedinci Söz’deki içtihad bahsinde beyan ve ispat edildiği gibi sahabeler, ekseriyet-i mutlaka itibarıyla kemalât-ı insaniyenin en a’lâ derecesindedirler. Çünkü o zamanda, o inkılab-ı azîm-i İslâmîde hayır ve hak bütün güzelliğiyle, şer ve bâtıl bütün çirkinliğiyle görülmüş ve maddeten hissedilmiş. Şer ve hayır ortasında öyle bir ayrılık ve kizb ve sıdk mabeyninde öyle bir mesafe açılmıştı ki küfür ve iman kadar, belki cehennem ve cennet kadar beynleri uzaklaştı.

Kizb ve şer ve bâtılın dellâlı ve numunesi olan Müseylime-i Kezzab ve maskaraca kelimeleri olduğundan, fıtraten hissiyat-ı ulviye sahibi ve maâlî-i ahlâka meftun ve izzet ve mübahata meyyal olan sahabeler, elbette ihtiyarlarıyla, kizb ve şerre ellerini uzatıp Müseylime derekesine düşmemişler.

Sıdk ve hayır ve hakkın dellâlı ve numunesi olan Habibullah’ın (asm) a’lâ-yı illiyyîn-i kemalâtındaki makamına bakarak, bütün kuvvet ve himmetleriyle o tarafa koşmak, mukteza-yı seciyeleridir.

Mesela, nasıl ki zaman oluyor; medeniyet-i beşeriye çarşısında ve hayat-ı içtimaiye-i insaniye dükkânında, bazı şeylerin verdiği müthiş neticeleri ve çirkin eserleri zehr-i kātil gibi herkes onu satın almak değil, bütün kuvvetiyle ondan nefret edip kaçar. Ve bazı şeylerin ve manevî metaların verdikleri güzel neticeler ve kıymettar eserler, bir tiryak-ı nâfi’ ve bir pırlanta gibi herkesin nazar-ı rağbetini kendine celbeder. Herkes elinden geldiği kadar onları satın almaya çalışır.

Öyle de asr-ı saadette hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin çarşısında, kizb ve şer ve küfür gibi maddeler, şakavet-i ebediye gibi neticeleri ve Müseylime-i Kezzab gibi süflî maskaraları tevlid ettiğinden, secaya-yı âliye ve hubb-u maâlîye meftun olan sahabelerin zehr-i kātilden kaçar gibi ondan kaçmaları ve nefret etmeleri bedihîdir. Ve saadet-i ebediye gibi netice veren ve Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm gibi nurani meyveler gösteren sıdk ve hakka ve imana en nâfi’ bir tiryak, en kıymettar bir elmas gibi o fıtratları safiye ve seciyeleri sâmiye olan sahabeler, bütün kuvvetleriyle ve hissiyat ve letaifleriyle, onlara müşteri ve müştak olması zarurîdir.

Halbuki o zamandan sonra, gitgide ve gele gele sıdk ve kizb ortasındaki mesafe azala azala, omuz omuza geldi. Bir dükkânda, ikisi beraber satılmaya başladığı gibi ahlâk-ı içtimaiye bozuldu. Propaganda-i siyaset, yalana fazla revaç verdi. Yalanın müthiş çirkinliği gizlenip doğruluğun parlak güzelliği görünmemeye başladığı zamanda, kimin haddi var ki sahabenin adalet ve sıdk ve ulviyet ve hakkaniyet hususundaki kuvvetlerine, metanetlerine, takvalarına yetişebilsin veya derecelerinden geçsin.

Geçen meseleyi bir derece tenvir edecek, başıma gelmiş bir halimi beyan ediyorum. Şöyle ki:

Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddin-i Arabî gibi hârika zatlar sahabelere yetişemiyorlar? Sonra namaz içinde سُبْحَانَ رَبِّىَ الْاَعْلٰى derken, şu kelimenin manası inkişaf etti. Tam manasıyla değil fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: “Keşke bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım bir sene ibadetten daha iyi idi.” Namazdan sonra anladım ki o hatıra ve o hal, sahabelerin ibadetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşaddır.

Evet, Kur’an-ı Hakîm’in envarıyla hasıl olan o inkılab-ı azîm-i içtimaîde, ezdad birbirinden çıkıp ayrılırken; şerler bütün tevabiiyle, zulümatıyla ve teferruatıyla ve hayır ve kemalât bütün envarıyla ve netaiciyle karşı karşıya gelip, bir vaziyette ve müheyyic bir zamanda, her zikir ve tesbih, bütün manasının tabakatını turfanda ve taravetli ve taze ve genç bir surette ifade ettiği gibi; o inkılab-ı azîmin tarrakası altında olan insanların bütün hissiyatını, letaif-i maneviyesini uyandırmış; hattâ vehm ü hayal ve sır gibi duygular hüşyar ve müteyakkız bir surette o zikir, o tesbihlerdeki müteaddid manaları kendi zevklerine göre alır, emer. İşte şu hikmete binaen bütün hissiyatları uyanık ve letaifleri hüşyar olan sahabeler, envar-ı imaniye ve tesbihiyeyi câmi’ olan kelimat-ı mübarekeyi dedikleri vakit, kelimenin bütün manasıyla söyler ve bütün letaifiyle hisse alırlardı.

Halbuki o infilak ve inkılabdan sonra, gitgide letaif uykuya ve havas o hakaik noktasında gaflete düşüp o kelimat-ı mübareke, meyveler gibi gitgide, ülfet perdesiyle letafetini ve taravetini kaybeder. Âdeta sathîlik havasıyla kuruyor gibi az bir yaşlık kalıyor ki kuvvetli, tefekkürî bir ameliyatla ancak evvelki hali iade edilebilir. İşte bundandır ki kırk dakikada bir sahabenin kazandığı fazilete ve makama, kırk günde, hattâ kırk senede başkası ancak yetişebilir.

Üçüncü Sebep[]

On İkinci ve Yirmi Dördüncü ve Yirmi Beşinci Sözlerde ispat edildiği gibi nübüvvetin velayete nisbeti, güneşin ayn-ı zatıyla, âyinelerde görülen güneşin misali gibidir. İşte daire-i nübüvvet, daire-i velayetten ne kadar yüksek ise daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin yıldızları olan sahabeler dahi daire-i velayetteki sulehaya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hattâ velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvet ve sıddıkıyet ki sahabelerin velayetidir, bir veli kazansa yine saff-ı evvel olan sahabelerin makamına yetişmez. Şu üçüncü sebebin müteaddid vücuhundan üç vechini beyan ederiz:

Birinci Vecih[]

İçtihadda yani istinbat-ı ahkâmda, yani Cenab-ı Hakk’ın marziyatını kelâmından anlamakta sahabelere yetişilmez.

Çünkü o zamandaki o büyük inkılab-ı İlahî, marziyat-ı Rabbaniyeyi ve ahkâm-ı İlahiyeyi anlamak üzere dönerdi. Bütün ezhan, istinbat-ı ahkâma müteveccih idi. Bütün kalpler “Rabb’imizin bizden istediği nedir?” diye merak ederdi. Ahval-i zaman, bu hali işmam ve ihsas edecek bir tarzda cereyan ediyordu. Muhaverat, bu manaları tazammun ederek vuku buluyordu. İşte bunun için her şey ve her hal ve muhavereler ve sohbetler ve hikâyeler, bütün o manaları bir derece ders verecek bir tarzda cereyan ettiğinden, sahabenin istidadını tekmil ve fikirlerini tenvir ettiğinden, içtihad ve istinbatta istidadı kibrit derecesinde nurlanmaya hazır olduğundan bir günde veya bir ayda kazandığı mertebe-i istinbat ve içtihadı, o sahabenin derece-i zekâvetinde ve istidadında olan bir adam, şu zamanda on senede, belki yüz senede kazanmayacaktır.

Çünkü şimdi saadet-i ebediyeye bedel, saadet-i dünyeviye medar-ı nazardır. Beşerin nazar-ı dikkati, başka maksatlara müteveccihtir. Tevekkülsüzlük içinde derd-i maişet, ruha sersemlik ve felsefe-i tabiiye ve maddiye akla körlük verdiğinden beşerin muhit-i içtimaîsi, o şahsın zihnine ve istidadına, içtihad hususunda kuvvet vermediği gibi teşettüt veriyor, dağıtıyor. Yirmi Yedinci Söz’ün içtihad bahsinde, Süfyan İbn-i Uyeyne ile onun zekâveti derecesinde birinin muvazenesinde ispat etmişiz ki Süfyan’ın on senede kazandığını, öteki yüz senede kazanamıyor.

İkinci Vecih[]

Sahabelerin kurbiyet-i İlahiye noktasındaki makamlarına velayet ayağıyla yetişilmez.

Çünkü Cenab-ı Hak bize akrebdir ve her şeyden daha ziyade yakındır. Biz ise ondan nihayetsiz uzağız. Onun kurbiyetini kazanmak iki suretle olur.

Birisi: Akrebiyetin inkişafıyladır ki nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet veraseti ve sohbeti cihetiyle sahabeler o sırra mazhardırlar.

İkinci suret: Bu’diyetimiz noktasında kat’-ı meratib edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki ekser seyr ü sülûk-u velayet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfakî bu suretle cereyan ediyor.

İşte birinci suret sırf vehbîdir, kesbî değil; incizabdır, cezb-i Rahmanîdir ve mahbubiyettir. Yol kısadır fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri; kesbîdir, uzundur, gölgelidir. Acayip hârikaları çok ise de kıymetçe, kurbiyetçe evvelkisine yetişemez.

Mesela, nasıl ki dünkü güne, bugün yetişmek için iki yol var:

Birincisi: Zamanın cereyanına tabi olmayarak, bir kuvvet-i kudsiye ile fevka’z-zaman çıkıp dünü, bugün gibi hazır görmektir.

İkincisi: Bir sene kat’-ı mesafe edip, dönüp dolaşıp düne gelmektir. Fakat yine dünü elde tutamıyor, onu bırakıp gidiyor.

Öyle de zahirden hakikate geçmek iki suretledir:

Biri: Doğrudan doğruya hakikatin incizabına kapılıp, tarîkat berzahına girmeden hakikati ayn-ı zahir içinde bulmaktır.

İkincisi: Çok meratibden seyr ü sülûk suretiyle geçmektir. Ehl-i velayet, çendan fena-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmareyi öldürürler. Yine sahabeye yetişemiyorlar. Çünkü sahabelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden; nefsin mahiyetindeki cihazat-ı kesîre ile ubudiyetin envaına ve şükür ve hamdin aksamına daha ziyade mazhardırlar. Fena-i nefisten sonra, ubudiyet-i evliya besatet peyda eder.

Üçüncü Vecih[]

Fazilet-i a’mal ve sevab-ı ef’al ve fazilet-i uhreviye cihetinde sahabelere yetişilmez.

Çünkü nasıl bir asker bazı şerait dâhilinde, mühim ve mahuf bir mevkide, bir saat nöbette, bir sene ibadet kadar bir fazilet kazanabilir ve bir dakikada bir kurşunu yemekle, en ekall kırk günde ancak kazanılacak velayet derecesi gibi bir makama çıkıyor.

Öyle de sahabelerin tesis-i İslâmiyet’te ve neşr-i ahkâm-ı Kur’aniyede hizmetleri ve İslâmiyet için bütün dünyaya ilan-ı harp etmeleri, o kadar yüksektir ki bir dakikasına başkaları bir senede yetişemez. Hattâ denilebilir ki bütün dakikaları –o hizmet-i kudsiyede– o şehit olan neferin dakikası gibidir. Bütün saatleri, müthiş bir makamda bir saat nöbet tutan fedakâr bir neferin nöbeti gibidir ki amel az, ücreti çok, kıymeti yüksektir.

Evet, sahabeler madem İslâmiyet’in tesisinde ve envar-ı Kur’aniyenin neşrinde, saff-ı evvel teşkil ediyorlar. اَلسَّبَبُ كَالْفَاعِلِ sırrınca bütün ümmetin hasenatından onlara hisse çıkar. Ümmetin اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهٖ وَاَصْحَابِهٖ demesiyle sahabelerin, bütün ümmetin hasenatından hissedarlıklarını gösteriyor. Hem nasıl ki bir ağacın kökündeki küçük bir meziyet; ağacın dallarında büyük bir suret alır, büyük bir daldan daha büyüktür. Hem nasıl ki mebdede küçük bir irtifa, gittikçe bir yekûn teşkil eder. Hem nasıl ki nokta-i merkeziyeye yakın bir iğne ucu kadar bir ziyadelik; daire-i muhitada, bazen bir metre kadar ziyadeye mukabil geliyor.

Aynen şu dört misal gibi sahabeler, İslâmiyet’in şecere-i nuraniyesinin köklerinden, esaslarından oldukları hem bina-yı İslâmiyet’in hutut-u nuraniyesinin mebdeinde hem cemaat-i İslâmiyenin imamlarından ve adetlerinin evvellerinde hem Şems-i Nübüvvet ve Sirac-ı Hakikat’in merkezine yakın olduklarından; az amelleri çoktur, küçük hizmetleri büyüktür. Onlara yetişmek için hakiki sahabe olmak lâzım geliyor.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الَّذٖى قَالَ :

اَصْحَابٖى كَالنُّجُومِ بِاَيِّهِمْ اِقْتَدَيْتُمْ اِهْتَدَيْتُمْ وَ خَيْرُ الْقُرُونِ قَرْنٖى

وَ عَلٰى اٰلِهٖ وَ صَحْبِهٖ وَ سَلِّمْ

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

Dört Sual[]

Sual[]

Deniliyor ki: Sahabeler Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı gördüler, sonra iman ettiler. Biz ise görmeden iman ettik. Öyle ise imanımız daha kavîdir. Hem kuvvet-i imanımıza delâlet eden rivayet var?

Elcevap: Sahabeler o zamanda, efkâr-ı âmme-i âlem hakaik-i İslâmiyeye muarız ve muhalif iken –sahabeler– yalnız suret-i insaniyede Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmı görüp, bazen mu’cizesiz olarak öyle bir iman getirmişler ki bütün efkâr-ı âmme-i âlem, onların imanlarını sarsmıyordu. Şüphe değil, bazısına vesvese de vermezdi.

Sizler iseniz kendi imanınızı, sahabelerin imanlarıyla muvazene ediyorsunuz. Bütün efkâr-ı âmme-i İslâmiye, imanınıza kuvvet ve senet olduğu halde; Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın şecere-i tûba-i nübüvvetinin çekirdeği olan beşeriyeti ve suret-i cismaniyesini değil belki umum envar-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur’aniye ile nurani muhteşem şahs-ı manevîsini bin mu’cizat ile muhat olarak akıl gözüyle gördüğünüz halde, bir Avrupa feylesofunun sözüyle vesveseye ve şüpheye düşen imanınız nerede? Bütün âlem-i küfrün ve Nasâra ve Yehud’un ve feylesofların hücumlarına karşı sarsılmayan sahabelerin imanları nerede? Hem sahabelerin kuvvet-i imanlarını gösteren ve imanlarının tereşşuhatı olan şiddet-i takvaları ve kemal-i salahatleri nerede? Ey müddeî! Senin şiddet-i zaafından, feraizi tamamıyla senden göstermeyen sönük imanın nerede?

Amma hadîste vârid olan ki “Âhir zamanda beni görmeyen ve iman getiren, daha ziyade makbuldür.” mealindeki rivayet, hususi fazilete dairdir. Has bazı eşhas hakkındadır. Bahsimiz ise fazilet-i külliye ve ekseriyet itibarıyladır.

İkinci Sual[]

Diyorlar ki: Ehl-i velayet ve ashab-ı kemalât, dünyayı terk etmişler. Hattâ hadîste var ki: “Dünya muhabbeti bütün hataların başıdır.” Halbuki sahabeler dünyaya pek çok girmişler; terk-i dünya değil belki bir kısım sahabe, o zamanın ehl-i medeniyetinden daha ileri gitmişler. Nasıl oluyor ki böyle sahabelerin en ednasına, en büyük bir veli kadar kıymeti var, diyorsunuz?

Elcevap: Otuz İkinci Söz’ün İkinci ve Üçüncü Mevkıflarında gayet kat’î ispat edilmiştir ki: Dünyanın âhirete bakan yüzüyle, esma-i İlahiyeye mukabil olan yüzünü sevmek; sebeb-i noksaniyet değil belki medar-ı kemaldir ve o iki yüzde ne kadar ileri gitse daha ziyade ibadet ve marifetullahta ileri gider. Sahabelerin dünyası ise işte o iki yüzdedir. Dünyayı âhiret mezraası görüp ekip biçmişler. Mevcudatı, esma-i İlahiyenin âyinesi görüp müştakane temaşa edip bakmışlar. Fena-i dünya ise fâni yüzüdür ki insanın hevesatına bakar.

Üçüncü Sual[]

Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır. Tarîkatların içerisinde en meşhur ve en yüksek ve cadde-i kübra iddia olunan tarîk-ı Nakşibendî hakkında, o tarîkatın kahramanlarından ve imamlarından bazıları esasını böyle tarif etmişler. Demişler ki:

دَرْ طَرٖيقِ نَقْشِبَنْدٖى لَازِمْ اٰمَدْ چَارْ تَرْكْ :

تَرْكِ دُنْيَا تَرْكِ عُقْبٰى تَرْكِ هَسْتٖى تَرْكِ تَرْكْ

Yani, tarîk-ı Nakşî’de dört şeyi bırakmak lâzım. Hem dünyayı hem nefis hesabına âhireti dahi maksud-u hakiki yapmamak hem vücudunu unutmak hem ucbe, fahre girmemek için bu terkleri düşünmemektir. Demek, hakiki marifetullah ve kemalât-ı insaniye terk-i mâsiva ile olur?

Elcevap: Eğer insan yalnız bir kalpten ibaret olsaydı bütün mâsivayı terk, hattâ esma ve sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenab-ı Hakk’ın zatına rabt-ı kalp etmek lâzım gelirdi. Fakat insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letaifi ve hâsseleri vardır.

İnsan-ı kâmil odur ki: Bütün o letaifi; kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubudiyette, hakikat canibine sevk etmek ile sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir surette, kalp bir kumandan gibi letaif askerleriyle kahramanane maksada yürüsün. Yoksa kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medar-ı iftihar değil belki netice-i ıztırardır.

Dördüncü Sual[]

Sahabelere karşı iddia-yı rüçhan nereden çıkıyor? Kim çıkarıyor? Şu zamanda, bu meseleyi medar-ı bahis etmek nedendir? Hem müçtehidîn-i izama karşı müsavat dava etmek neden ileri geliyor?

Elcevap: Şu meseleyi söyleyen iki kısımdır:

Bir kısmı, safi ehl-i diyanet ve ehl-i ilimdir ki bazı ehadîsi görmüşler, şu zamanda ehl-i takva ve salahati teşvik ve tergib için öyle mebhaslar açıyorlar. Bu kısma karşı sözümüz yok. Zaten onlar azdırlar, çabuk da intibaha gelirler.

Diğer kısım ise gayet müthiş mağrur insanlardır ki mezhepsizliklerini, müçtehidîn-i izama müsavat davası altında neşretmek istiyorlar ve dinsizliklerini, sahabeye karşı müsavat davası altında icra etmek istiyorlar. Çünkü:

Evvelen: O ehl-i dalalet sefahete girmiş, sefahette tiryaki olmuş; sefahete mani olan tekâlif-i Şer’iyeyi yapamıyor. Kendine bir bahane bulmak için der ki: “Şu mesail, içtihadiyedirler. O mesailde, mezhepler birbirine muhalif gidiyor. Hem onlar da bizim gibi insanlardır, hata edebilirler. Öyle ise biz de onlar gibi içtihad ederiz, istediğimiz gibi ibadetimizi yaparız. Onlara tabi olmaya ne mecburiyetimiz var?” İşte bu bedbahtlar, bu desise-i şeytaniye ile başlarını mezahibin zincirinden çıkarıyorlar. Bunların şu davaları ne kadar çürük, ne kadar esassız olduğu Yirmi Yedinci Söz’de kat’î bir surette gösterildiğinden ona havale ederiz.

Sâniyen: O kısım ehl-i dalalet baktılar ki müçtehidînlerde iş bitmiyor. Onların omuzlarındaki yalnız nazariyat-ı diniyedir. Halbuki bu kısım ehl-i dalalet, zaruriyat-ı diniyeyi terk ve tağyir etmek istiyorlar. “Onlardan daha iyiyiz.” deseler, meseleleri tamam olmuyor. Çünkü müçtehidîn, nazariyata ve kat’î olmayan teferruata karışabilirler.

Halbuki bu mezhepsiz ehl-i dalalet, zaruriyat-ı diniyede dahi fikirlerini karıştırmak ve kabil-i tebdil olmayan mesaili tebdil etmek ve kat’î erkân-ı İslâmiyeye karşı gelmek istediklerinden; elbette zaruriyat-ı diniyenin hameleleri ve direkleri olan sahabelere ilişecekler.

Heyhat! Değil bunlar gibi insan suretindeki hayvanlar, belki hakiki insanlar ve hakiki insanların en kâmilleri olan evliyanın büyükleri; sahabenin küçüklerine karşı müsavat davasını kazanamadıkları, gayet kat’î bir surette Yirmi Yedinci Söz’de ispat edilmiştir.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلٰى رَسُولِكَ الَّذٖى قَالَ :

لَاتَسُبُّوا اَصْحَابٖى لَوْ اَنْفَقَ اَحَدُكُمْ مِثْلَ اُحُدٍ ذَهَبًا مَا بَلَغَ نِصْفَ مُدٍّ مِنْ اَصْحَابٖى

صَدَقَ رَسُولُ اللّٰهِ

سُبْحَانَكَ لَا عِلْمَ لَنَٓا اِلَّا مَا عَلَّمْتَنَٓا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلٖيمُ الْحَكٖيمُ

Önceki Risale: Yirmi Altıncı SözSözlerYirmi Sekizinci Söz: Sonraki Risale


  1. İ’caza dair olan Yirmi Beşinci Söz, Kur’an’ın hakiki tercümesi mümkün olmadığını göstermiştir.
  2. Matbu risalelerde bu iki Emirdağ Lahikası tek kitapta toplanmıştır
  3. https://risaleinuregitimprogrami.com/ İnternet sitesi tarafından "Protranslate" firmasına yaptırılan tercümesi verilmiştir.
  4. http://www.risaletashih.com/index.php/en/musahhah-metinler/193-bediuzzaman-in-tarihce-i-hayati-abdurrahman-nursi
  5. Matbu risalelerde bu iki Emirdağ Lahikası tek kitapta toplanmıştır
  6. https://risaleinuregitimprogrami.com/ İnternet sitesi tarafından "Protranslate" firmasına yaptırılan tercümesi verilmiştir.
  7. http://www.risaletashih.com/index.php/en/musahhah-metinler/193-bediuzzaman-in-tarihce-i-hayati-abdurrahman-nursi
  8. http://www.risaleinur.hizmetvakfi.org/
  9. https://play.google.com/store/apps/details?id=com.yukselis.okuma
  10. http://kulliyat.risaleonline.com/
  11. https://www.nurdersi.com/dosya/midet-ul-kuran-ve-hazinet-ul-burhan/
  12. http://risaleoku.com:8080/
  13. http://ersinmiman.com/tag/sirr-i-inna-atayna/
  14. https://www.hulusiyahyagil.com/
Advertisement