Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Gayrı Münteşir Kısımlar Listesi

Üstad'ın ve talebelerinin matbu Barla Lahikasında yer almayan bazı mektupları

Üstad'ın Mektupları[]

1. Parça[]

بِاسْمِهِ‮ ‬وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ

Âhiret kardeşim Hulusi Bey’e!

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمْ‮ ‬وَ‮ ‬رَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَ‮ ‬بَرَكَاتُهُ

Sizin gibi hakiki kardeşlerimle uzaklığın alâmeti olan mükâtebe, âdetim değil. Çünki manen beraberiz. Merak ettiğin mes’elelerin cevabı da sizin yanınızdaki Sözlerde vardır. Cenab-ı Hakk’a hamd ve şükür ediyorum ki, sizler gibi sadık bazı kardeş talebeleri bana vermiştir. Onlara nâfi’ olacak hakikatları, elbette sualinden evvel yetiştirmek vazifemdir.

Beyan ettiğiniz bazı mes’elelerin bir kısmı, uzun bir bahis ister. Vakit de müsaid değil. Yalnız şu kadar size derim ki: Vazifem kendi ihtiyarımla değildir. Ben insanları unutup, nefsime müteveccih olmak için bir halette iken, ihtiyarım olmadan, bildiğiniz gibi istihdam olunuyorum. İnşâallah o hizmet nâfi’ olur. Şu zamanda imanı kurtarmak ve kemal-i imanı kazanmak ve sünnet-i seniyeye ittiba’ zamanıdır. Tarîkatların esası olan azimet ve takva, şu kesretli bid’atlar içinde yapmak pek müşkildir. Hem tarîkatta şu zamanda en eslemi, Yirmialtıncı Söz’ün âhirlerinde bir nebze yazılmıştır. Zannımca İmam-ı Rabbanî gibi zâtlar şimdi bulunsa idi, bütün kuvvetleriyle erkân-ı imanı ve esasat-ı İslâmiyenin takviyesine çalışacaklardı. İnşâallah başka vakit daha tafsilatı işiteceksin. Vakit müsaade etmiyor.

Şimdi size Mi’raca dair bir söz yazıldı, arzu ettiğiniz için. Yoksa ben hasta idim. Halim müsaid değildi. Güzel, dikkatle okuyunuz, sonra nasıl bulduğunuzu bana yazınız. Çünki pek sür’atle müsvedde haletinde yazılmış, size gönderilmiştir. Hem Hakkı Efendi’ye, Şeyh Mustafa Efendi’ye, Hüseyin Efendi’ye selâm ve dua ederim, dualarını da isterim. Hakkı Efendi’ye de söyleyiniz ki, yangın hâdisesine merak etmesin. Çünki onun gibilerin harîk ile zayi’ olanların malı sadaka hükmündedir. Bâki Hüda’ya emanet olunuz.

Eddâî, âhiret kardeşiniz

Said Nursî

2. Parça[]

بِاسْمِهِ‮ ‬وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمْ‮ ‬وَ‮ ‬رَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَ‮ ‬بَرَكَاتُهُ‮ ‬فِى‮ ‬الدُّنْيَا‮ ‬وَاْلآخِرَةِ‮ ‬دَائِمًا‮ ‬اَبَدًا

Âhiret kardeşlerim ve hizmet-i Kur’anda arkadaşlarım ve beyan-ı envâr-ı Kur’aniyede vârislerim ve rahmet-i İlahiyenin bana verdiği kıymetdar medar-ı tesellilerim ve esrar-ı Kur’anın beyanında muhatablarım Hakkı Efendi ve Hulusi Bey!

Cenab-ı Hak size ve bize tarîk-ı hakta istikamet ve ihlas ihsan eylesin. Kardeşlerim! Size Otuzikinci Söz’ün Üçüncü Mevkıf’ını gönderdim. İkinci Mevkıf’ın Üçüncü Maksadının İkinci Noktası fazla inbisat ettiği için, Üçüncü Mevkıf ismini aldı. Üç nokta daha yazılmadık kaldı, fakat ben çok yoruldum. Onun için birkaç ay sonra tevfik refik olsa belki yazılacaktır. Siz de çok yoruldunuz. Çünki ikiniz 200 talebeye mukabil olarak bana ihsan edilmişsiniz. Öyle ise 200 talebe vazifesi görüyoruz deyip iftihar ediniz ve şükrediniz. Yorgunluk ve sair rahatsızlıklar, yazdığım şeylerde kusur ve müşevveşiyete sebebiyet veriyor. Sizlerin nazarlarınızı mihenk kabul ediyorum. Tashih ve ta’dilde mezunsunuz. Size latife olarak bir şey hikâye edeceğim, ta siz o hikâyeyi başka taraftan işittiğinizde ciddi telakki edip müteessir olmayasınız. O hikâye de şudur:

Benim hiç ender hiç olan şahsım ve pek çok ayıblı ve kusurlu olan nefsim hakkında biri çıkmış köylerde, Isparta’da, hattâ yedi-sekiz gün Nis’te oturup propaganda yapmıştır. Ben bundan memnunum, çünki ayıblarımı söyleyen bana iyilik eder, beni ucb ve riyadan kurtarır. Fakat o Senirkent’li Rahmi Efendi denilen adam, saf bir adamdır. Ben ona ettiği gıybetleri helâl ediyorum, siz de şahid olunuz. Madem o kendi hesabına yapmıyor, ya ehl-i tarîkatın rekabetine âlet olmuş; (güz mevsiminde Seydişehir’li bir dervişle beraber Isparta’ya, Eğirdir’e geldikten sonra bu tarzda harekete başlamış. Yoksa evvelce çok dost idi. Halbuki ehl-i tarîkatın rekabeti benim gibi kendini hiç ender hiç bilen ve iddia-yı kemalden şiddetle teberri eden ve medihten nefret edip kaçan ve ehl-i tarîkatın duasına kendini muhtaç bilen bîçare şahsıma karşı rekabet etmek pek manasızdır.) veyahut ihtiyacım olmadığı için insanlardan istiğna ettiğimden ehl-i cerre sed çekiyor telakki edildi, propaganda ediliyor. Bu da haksız ve manasızdır. Çünki çendan ben kabul etmiyorum, fakat ehl-i dinin muhtaçlarına sadaka ve zekat verilmesini tavsiye ediyorum. Veyahut ehl-i dalalet ve sefahet yazılan Sözler’e karşı tenkid çaresini bulamadılar, güya şahsımı çürütmekle Sözler’i düşürecekler. Halbuki pek akılsızca bir harekettir. Çünki Sözler, semavat-ı Kur’anın nuranî yıldızlarına bürhan zincirleriyle bağlanmıştır. Süflî, zaîf olan şahsımla bağlamadım ki, şahsımı düşürtmekle o Sözler’e sarsıntı gelebilsin.

فَاِنْ‮ ‬تَوَلَّوْا‮ ‬فَقُلْ‮ ‬حَسْبِىَ‮ ‬اللّهُ‮ ‬لاَ‮ ‬اِلهَ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬هُوَ‮ ‬عَلَيْهِ‮ ‬تَوَكّلْتُ‮ ‬وَهُوَ‮ ‬رَبُّ‮ ‬الْعَرْشِ‮ ‬الْعَظِيمِاَلْبَاقِى‮ ‬اَلْحُبُّ‮ ‬فِى‮ ‬اللّهِ

Kardeşiniz

Said

3. Parça[]

بِاسْمِهِ‮ ‬وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمْ‮ ‬وَعَلَى‮ ‬اِخْوَانِكُمْ‮ ‬وَ‮ ‬رَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَ‮ ‬بَرَكَاتُهُ

Aziz kardeşlerim!

Van’a bir-iki risale ile bir mektubu, sevdiğim bir talebeme gönderiyorum. Ötekiler gibi bunu da adresi yeni hurufla yazınız, emniyetli ve taahhüde lüzum varsa taahhüdlü olarak postaya veriniz. Evvelki postalarda gönderilenlerin biraderimize ve Ahmed Ağa’ya vusul bulup bulmadığı postaca anlaşılabilir mi?

Kardeşim Hulusi Bey! Senin meşgalen pek çok olduğunu ve çok da gayret edip yazdığını ve ümidim fevkinde çalıştığını bildiğim halde, kırk-elli gün zarfında tedricen usanmamak şartıyla bana Mi’racı yazdığın gibi güzel bir tarzda Otuzikinci Söz’ün üç mevkıfını beraber yazmanızı arzu ediyorum. Bana yazdığın Birinci Mevkıfı olan ramazan hediyesini, mecbur oldum memlekette mühim talebelerime gönderdim. Yeniden yazacağın nüshayı yazdığın Mi’rac gibi kendime mahsus olarak âhir hayatıma kadar muhafaza etmek emelindeyim. Birinci Mevkıf’ın âhirinde “Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine ilh…” senin o güzel şiirini o mevkiye, yıldız bahsine münasib olduğu için yine yaz.

Kardeşim Hakkı Efendi! Üçümüzün kardeşi olan Abdülmecid’e gönderilmek için Yirmidokuzuncu Söz’ün Türkçe kısmını vaktiniz varsa yazsanız veya yazdırsanız iyi olur.

Aziz kardeşlerim! Mektubunuzda iki nokta hoşuma gitti. Biri: Üçüncü Mevkıfı merakla okuyup, zannımı tasdik etmişsiniz. İkincisi: Yeni dostumun, doktorun anlayışlı sözüdür.

باقى‮ ‬وفقنا‮ ‬اللّه‮ ‬و‮ ‬اياكم‮ ‬لخدمة‮ ‬القرآن‮ ‬و‮ ‬للتحقق‮ ‬بانوار‮ ‬الايمان

Kardeşiniz

Said Nursî

4. Parça[]

بِاسْمِهِ‮ ‬وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمْ‮ ‬وَ‮ ‬رَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَ‮ ‬بَرَكَاتُهُ

Aziz, sıddık, muhlis kardeşim!

Sana Yirmialtıncı Mektub’un dört mebhasını birden gönderdim. Kendi nüshamdır. Sen benden ziyade lâyıksın. Seninki kayboldu, benimki onun yerine geçsin. Fakat müsvedde halindedir, kusura bakma.

Kardeşim! Bazı dakika olur ki, az amel çok sayılır. Bir neferin müdhiş bir zamanda bir saat nöbeti bir sene hükmünde olduğu gibi, inşâallah Hulusi’nin de Nurlara nöbetdarlık saatleri o nevidendir. Mâşâallah Hakkı Efendi’nin yerinde orada bir Fethi Bey’i buldun. İş kemmiyette değil, keyfiyete bakılır. Bazan bir, yüze mukabildir. Hem kardeşim, Kurban Bayramından tâ şuhur-u selâseye kadar o zaman atalette dünya gafletiyle derd-i maişet belasiyle insanları sersem ediyor. O müddet zarfında fütur ve lâkaydlık herhalde olacak. Az bir hizmet de yazda çoktur. Hem bilirsin ki, insanın terakkiyatı şeytanlarla mücahededen ileri gelir. Mücahede olmazsa terakkiyat olmaz. Sana hücum edenler ne kadar çoğalsa, sana o kadar kârdır. Zaten biz netice ile mükellef değiliz, hizmetle mükellefiz. Netice ve muvaffakiyet ise, Cenab-ı Hakk’ın işidir. Onun işine karışmamalıyız.

Başta Fethi Bey, Sözler’le alâkadar olanlara selâm ve dua ederiz. Başta Sabri bütün kardeşler size selâm ve dua ederler.

اَلْبَاقِى‮ ‬هُوَ‮ ‬الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

Peder ve vâlidelerimize selâm ve dua ederim ve dualarını isterim.

Kardeşim! Orada bir vakit dehşetli ameliyat icra edildiğinden oradaki insanlarda bir korkaklık vermiş. Onların füturundan me’yus olma. Size müjde, bir ay evvel bir şehirde birden onbir yerde kemal-i iştiyakla Sözler’i yazmaya başladılar. Gittikçe Sözler’in naşirleri çoğalıyor.

5. Parça[]

بِاسْمِهِ‮ ‬وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمْ‮ ‬وَ‮ ‬رَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَ‮ ‬بَرَكَاتُهُ‮ ‬فِى‮ ‬الدُّنْيَا‮ ‬وَاْلآخِرَةِ

Aziz, sıddık, ciddi, hakikatlı kardeşim!

Size Yirmisekizinci Mektub’un İkinci, Üçüncü Mes’elesini de gönderdim. Rü’yanın tabiri, Birinci Mes’eledir. O üç mes’eleyi nasıl telakki edeceğinizi merak ediyorum. Hem Sabri’nin bana yazdığı hususî bir mektubunu size gönderiyorum. Maksadım da o zâtın samimi tevazuunu ve sana karşı hâlis uhuvvetini göstermek içindir. Şu İkinci, Üçüncü Mes’eleyi de o kendi hattıyla size yazdı. Hattâ Yirmialtıncı Mektub’un kendi nüshasını size göndermek istiyordu, ben bırakmadım. O seni kendi nefsine tercih ediyor. Elhamdülillah bu havalide çok Sabri’ler zuhura başladılar. Fakat yaz mevsimi, dünya çarşısıdır, gaflet meydanıdır, atalet fütur veriyor. Şuhur-u selâse takarrüb ettikçe âhiret çarşısı faaliyete başlar. Onun için oradaki fütur, sana ye’s ve fütur vermesin Başta vâlideyniniz ve Fethi Bey olarak Sözler’le alâkadar umum dostlara selâm ve dua ediyoruz. Başta Sabriler bütün kardeşleriniz de selâm ederler. (Hulusi Bey'e gidecek)

اَلْبَاقِى‮ ‬هُوَ‮ ‬الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

6. Parça[]

بِاسْمِ‮ ‬مَنْ‮ ‬تُسَبِّحُ‮ ‬لَهُ‮ ‬السَّموَاتُ‮ ‬السَّبْعُ‮ ‬وَاْلاَرْضُ‮ ‬وَمَنْ‮ ‬فِيهِنَّ‮ ‬وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمَا‮ ‬وَعَلَيْكُمْ‮ ‬وَعَلَى‮ ‬اِخْوَانِكُمْ‮ ‬لاسيما‮ ‬الحسينين‮ ‬الاربعة‮ ‬وَرَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَبَرَكَاتُهُ

Aziz kardeşim!

Senin mektubun çok hoşuma gitti. Daha bir müddet yakınımda kaldığın için Allah’a şükrediyorum. Bence şu dâr-ı dünyada en kıymetdar şey, sıddık bir dosttur. Cenab-ı Hakk’a yüzbin şükrediyorum ki, sizler tarîk-i hakta sıddıkların çoğalmasına sebebiyet verdiniz.

Madde 1: İstanbul’dan Eski Said’in tedkikat-ı ilmiye neticesinde ülemaca pek makbul olup yaldızla tab’edilmiş “Nokta” Risalesini bana göndermişler. Bu defa dikkatle mütalaa ettim. Cenab-ı Hakk’a şükrettim ki; Eski Said’in fikr-i aklıyla, iman nazarıyla bulduğu hakaiki Yeni Said keşf-i kalbiyle, zevk ve vicdanıyla Kur’andan ahzettiği Yirmidokuzuncu Söz’e mutabık. Onu tağyir ve tebdile lüzum bırakmamış. Yalnız Eski Said’in kuvvet-i ilim ve nazar-ı aklıyla göremediği ince noktalar var ki, Yirmidokuzuncu Söz’de vardır. Bilhassa haşrin âhirinde remizli kısımda, dünyayı âhirete tebdildeki makasıd-ı İlahiyeyi Ondokuzuncu Söz göstermiştir. Hem beka-i ruh ve melaike mebhaslarında mühim yeni noktalar keşfedilmiştir, Nokta Risalesinde yoktur. İşte arzunuz varsa o Nokta’yı yadigar için size göndereceğim.

Madde 2: Otuzikinci Söz’ün İkinci Mevkıfında Üçüncü Maksadı sekiz-on defa okudum. Okudukça benim fazlaca hoşuma gidiyor. Anlaşılıyor ki, ondaki hakikatlara ruhlar çok muhtaçtır. Fıtraten benim ruhuma çok yakın ve münasib olan ruhunuz dahi belki ondan hoşlanır, haber veriyorum. Hem de senin ile Hakkı Efendi ve bütün Sözler’i tamamen dinleyenlerden sual ediyorum ki: Sözler’de ibare kusurları müstesna olmakla beraber, içindeki hakikatlar cerhedilebilir mi veyahut lüzumsuzları içinde var mı veyahut bazılarının izharı umuma zarar verir mi? Hem onları dinleyenler, imanını tamamen kurtarabilir mi? Hem o hakaikle Avrupa ehl-i dalaletine meydan okunabilir mi? Bunları soruyorum. Çünki siz o hakikatları bilerek iki defa mütalaa ettiniz, o nurlu kalbinizin şehadeti bence cerhedilmez.

Madde 3: Madem lâyık insanlara Onuncu Sözleri veriyorsunuz. Kendime mahsus ciltlettiğim bazı nüshalar kalmış. On tanesini sana gönderiyorum. Lâyık gördüğün zevata verebilirsin.

Madde 4: Otuzikinci Söz’ün üç mevkıfını çok güzel yazmışsınız. Merhum Abdurrahman’ı bana unutturdunuz. جَزَاكَ‮ ‬اللّهُ‮ ‬خَيْرًا‮ ‬كَثِيرًا Kitabın cildini güzelce yapan Ahmed Kâzım’ı Cenab-ı Hak dâreynde mes’ud etsin.

Madde 5: Şeyh Mustafa’yı bu defa iyi gördüm. İnşâallah sadakatta devam eder. Doktora selâm ederim. Yeni dostunuz olan Mülazım Niyazi’ye tarafımdan selâm söyleyiniz. Senin beğendiğini, ben de beğeniyorum. Müstantık İsmail Hakkı Efendi’ye selâm et, pederine benim tarafımdan selâmımı yazsın ve keyfini sual etsin. Başkâtib Bekir Sıdkı ve müddeiumumî Şükrü Efendilere selâm ediyorum. Bir vasıta ile kaymakama selâmımı tebliğ edip diyesiniz ki; istirahat-ı ruhiyeye pek çok muhtaç olduğum bu üç senede, Cenab-ı Hak şu kaymakamı zahirî bir vasıta yaptığı için Cenab-ı Hakk’a şükrederim ve kaymakama da dua ediyorum. Cenab-ı Hak onu muvaffak etsin, istikamet ihsan etsin. O çok defa hatırıma gelecek. Ben gitmedim, benim yerime dostum bizim tarafa tahvil etmiş gidiyor, Allah hayırlı selâmet versin.

Madde 6: Kardeşimiz Abdülmecid aldığı Sözler’den pek çok memnun olmuştur. Yeniden bir kısmını daha sizlere göndereceğim. Gayet emniyetli bir surette ona gönderiniz. Ona gönderilen Sözler, binler adamlara gönderilmiş gibidir. Çünki o da ikinci bir Hulusi’dir, hem de gayet yüksek bir âlimdir. O havaliye neşreder.

اَلْبَاقِى‮ ‬هُوَ‮ ‬الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

7. Parça[]

بِاسْمِ‮ ‬مَنْ‮ ‬تُسَبِّحُ‮ ‬لَهُ‮ ‬السَّموَاتُ‮ ‬وَاْلاَرْضُ‮ ‬وَمَنْ‮ ‬فِيهِنَّ‮ ‬وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمْ‮ ‬وَ‮ ‬رَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَ‮ ‬بَرَكَاتُهُ‮ ‬بِعَدَدِ‮ ‬عَاشِرَاتِ‮ ‬دَقَائِقِ‮ ‬عُمْرِكُمْ

Aziz, sıddık, muhlis kardeşim!

Yeniden Onaltıncı ve Onyedinci Lem’a yazılmış, daha tekemmül etmediği için gönderilmedi. Bu tebdil-i mekân, dediğin gibi sünuhata bir derece sed çekmiş. Demek Barla’da o tazyikat altında daha ziyade Nur’a hizmet ediliyordu. Zâten çok mühim harekâtın menşei, tazyikattır. İnşâallah sen mektubunda dediğin gibi Isparta’daki kardeşlerimizin sa’y ü gayretleri o noksaniyetin yerini tutacaktır. Size bildirdikleri gibi, bu nakl-i mekânda bana fazla sıkıntı verilmedi ve aleyhimde de bir hareket değildi. Cây-ı hayrettir ki; Barla’da bir-iki âdi serseri memurların verdiği tazyikin bir öşrü kadarını, koca Isparta hükûmeti vermedi. Fihriste’nin İkinci Cüz’ünün âhirinde tefe’ül nev’inde, dokuzuncu senede esaretimin biteceğini dokuz kerre dokuzların tevafukundan istihraç etmiştik. Lillahilhamd Isparta’ya geldikten iki gün sonra, dokuz seneki işkenceli esaret kalktı. O kâbusu kendimde hâlâ hissetmiyorum. Fakat Risale-i Nur’un manevî kuvvetinden ehl-i ilhadın aldığı dehşet ve telaştan, şahsıma karşı hükûmeti bir derece evhama ve ihtiyata sevkediyor. Dünyalarına karışmadığımı ve karışmak istemediğimi kat’î bildikleri halde yine telaş ediyorlar. Bu halde anlaşılıyor ki ve dedikleri gibi, Risale-i Nur’un kuvvet-i maneviyesine karşı hiçbir şey dayanamıyor. İman düşmanlarını tamamıyla mağlub ediyor. Yirmiyedinci Mektub’un fıkralarına daha çok kıymetdar fıkralar ilâve edilmiş. İnşâallah bir zaman onlar da size gönderilecek. Senin hiçbir fıkran kaybolmuyor, bütün içindedir.

Başta pederin Mehmed Hüsrev ve Fethi Bey ve Hoca Abdurrahman ve Müftü Kemaleddin ve İmam Ömer Efendi ve bilhassa kardeşimiz Ergani’deki Abdülmecid olarak ciddi alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum ve dualarını istiyorum. Buradaki kardeşlerimizden Ahmed Hüsrev, Re’fet Bey, Bekir Bey çok selâm ediyorlar. Buraya mektub yazdığın vakit, Saatçı Lütfü Efendi vasıtasıyla Hüsrev veya Bekir Bey namına gönderiniz.

اَلْبَاقِى‮ ‬هُوَ‮ ‬الْبَاقِى

Said Nursî

8. Parça[]

Aziz âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur’ân’da gayretli arkadaşım ve ders-i esrâr-ı îmanîde zekavetli ve ferasetli talebem.

Ve vefatımdan sonra sadakatli vârisim, biraderzâdem..

Şimdilik şu çam ağacı üstünde seni hazır ediyorum. Seninle konuşuyorum.

Evvela: Sana geçen mektubta yazdığım şu fıkrayı “Der tarîki acz-i mendi lâzım âmed çâr-ı çiz: Acz-i Mutlak, Fakr-ı Mutlak, Şükrü Mutlak, Şevk-i Mutlak ey Aziz” Elbette fehmini merak etmişsiniz. İşte “Acz” ve “Fakr” sırları, çok Sözlerde bahusus Yedinci Sözde anlarsınız. “Şükrü Mutlak” sırrı ise, Yirmi Dördüncü Sözün Beşinci Dalının İkinci Meyvesi güzelce gösterdiği gibi, sâir Sözler dahi, o esas üzerine gidiyorlar. “Şevk-i Mutlak” ise Otuz İkinci Sözün, İkinci Mevkıfının, Üçüncü Maksadının rumuzları ve Üçüncü Mevkıfının çok yerlerinde o sır izhar edilmiştir.

Saniyen: Sen ve Hakkı Efendi, beni çok memnun ve mesrur ettiniz ki: Gâyet güzel Otuz İkinci Sözü sen ve Yirmi Dokuzuncu Sözü Hakkı efendi yazdınız. Cenâb-ı Hak sizlere yazdığınız o risâlelerin hurûfatı adedince, size Rahmetiyle hasenat yazsın.

Kardeşlerim, çok güzel yazmışsınız. Yanlışları azdır, fakat Yirmi Dokuzuncu Sözde hem evvel, sen bana yazdığın ve bu def’a da Hakkı Efendinin yazdığında, ba’zı aynı yerde noksan var. Demek nüshanız yanlıştır.

Ezcümle İkinci Esasın Onuncu Medârında وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ bahsinde “zâlim, fâcir, gaddar insanlar gâyet refah, rahatla ömür geçiriyorlar.” Orada şu fıkra noksandır. “Mazlum, müteddeyyin, hüsn-ü hulk sâhibi ba’zı insanlar gâyet zahmet ve zilletle ömrünü geçiriyorlar.”

Hem Otuz İkinci Sözün âhirindeki Münacatda وَاَنْتَ اْلاَمِينُ وَاَنَا الْخَاۤئِفُ fıkrasından sonra

وَاَنْتَ الْجَوَّادُ وَاَنَا الْمِسْكِينُ

وَاَنْتَ الْمُجِيبُ وَاَنَا الدَّاعِى

fıkraları noksandır. Hem o Sözün birinci Mevkıfının âhirindeki Arabî şiirin

لِلْفَاطِرِ الْمَدَاۤئِحَ الْمُبَهَّرَةَ اَوْ فَتَحَتْ بِكَثْرَةٍ عُيُونَهَا الْمُبَصَّرَةَ

den sonra şu fıkra geliyor.

لِتَنْظُرَ لِلصَّانِع ِالْعَجَاۤئِبَ الْمُنَشَّرَةَ اَوْ زَيَّنَتْ لِعِيدِهَا اَعْضَاۤئَهَا الْمُخَضَّرَةَ

Hem o Sözün İkinci Mevkıfının İkinci Maksadının Hâtimesindeki Haşir bahsinin âhirinde şöyle yazılmış. “Hikmet-i Rabbânîye iktiza etmiş ise, onları yahut ba’zılarını dahi yapar.” doğrusu şudur ki: “Hikmet-i Rabbânîye iktiza etmiş ise, haşir ve neşr’i insanî ile beraber umum onları dahi yapacak veyahut mühim ba’zılarını yapar.” Daha bunlar gibi ma’naya zarar verecek yanlışlar var. Fakat azdır.

Salisen: (İkinci mektup).. O mezkur ve ma’lûm talebesinin hediyesine karşı cevaptan bir parçadır” da var.

Beşincisi: ........... (Bana nahoş geliyor) cümlesinden sonra

İşte bu gibi esaslar için insanlardan istiğna ve tevekküle itimad edip ve kanaat ve iktisad ile amel ediyorum. İşte kardeşim, senin maddi hediyene mukabil, bu sırrımın keşfi sana ma’nevî bir hediye olsun.

Hem demişsin ki, senin şalvarınla mübadele ediyorum. Benim nâmıma kime isterseniz veriniz.

Ey Kardeşim, kabul ettim, elli yamalı bendeki senin şalvarını yine kendime verdim. Çünkü: Elli yamalı şalvarı beğenecek kendimden başka bulamadım.

Bu günlerde yanıma Ali Efendi ve Hamzazâde Muhammed Efendi geldiler. Dediler kaidenizi kırmalı “Sıddıkınız Hulûsî beyin hatırını kırmamalı” bende kaidemi kırdım, senin hatırını kırmadım.

Sâir ihvanlara husûsan Müftü Efendi ve Şeyh Mustafa ve Semerci Hüseyin ve Mevlevi Hüseyin ve Maşacı Hacı Hafız ve Müderris Mustafa ve Mülazım Edhem ve Doktor ve Bekir Sıdkı gibi dostlara selamımı tebliğ et.

Ekseri sana ettiğim hitapta, Hakkı Efendi beraberdir. Ve öyle niyyet ediyorum. Çünkü: İttifakınız ittihad derecesinde olduğundan, ikiniz bence birsiniz. Onun için, ayrı birşey yazamadığımdan gücenmesin. Şimdilik Allah’a ısmarladık. Allah’a emanet olunuz. 22 - Temmuz – 1930

Altıncısı: ....... Eserdekinin aynısıdır.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

9. Parça[]

Beşinci Mektub’un (Tamamı)

Sâdık, Hâlis ve Gayyur ve Kahraman Kardeşim Hulûsî Bey;

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ

Âhiret Kardeşim: Mi’rac Sözünü güzel bir sûrette çabuk yazıp bana gönderdiğinizden, beni o kadar memnun ettin. Eğer bilsen çok memnun olacaksın. Yalnız derim, Rahmânürrahîmin rahmetinden niyaz ve duâ ederim ki, Cenâb-ı Hak yazdığın o Mi’rac Sözündeki bütün hurûfatın adedince ve her bir harfin hesab-ı ebced ile, bâliğ oldukları adet miktarınca, Mi’rac meyvelerinden ve Şecere-i Tûba yemişlerinden sana yedirsin.

Aziz Kardeşim! beni keyiflendirdiniz. Öyle ise, evvelki mektubunda tarikata dâir istediğin bahis hususunda, seninle bir parça konuşacağım, bir parça sohbet edeceğiz. Belki gayretinizi ziyâde edip, benim gibi tenbel ba’zılarının füturunu izale edecek.

Evet, Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir Güneşi olan İmâm-ı Rab-bani (R.A.) Mektûbâtında demiş ki: “Hakâik-ı îmâniyeden bir mes’elenin inkişâfını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim.”

Hem demiş ki: “Bütün tarîklerin nokta-i müntehası, hakâik-ı îmâniyenin vuzuh ve inkişafıdır.”

Hem demiş ki: “Velâyet üç kısımdır: Biri velâyet-i suğra ki, meşhur velâyettir, biri velâyet-i vusta, biri velâyet-i kübrâdır. Velâyet-i kübrâ ise; verâset-i nübüvvet yoluyla, tasavvuf berzahına girmeden, doğrudan doğruya hakîkata yol açmaktır.”

Hem demiş ki: “Tarîk-ı Nakşîde iki kanad ile sülûk edilir. Yâni: “Hakaîk-ı îmaniyeye sağlam bir sûrette i’tikâd etmek ve feraiz-i dîniyeyi imtisal etmekle olur. Bu iki cenahta kusur varsa, o yolda gidilmez.” Öyle ise tarîk-ı Nakşînin üç perdesi var:

Birisi ve en birincisi ve en büyüğü: Doğrudan doğruya hakâik-ı îmaniyeye hizmettir ki, İmâm-ı Rabbânî de (R.A.) âhir zamanında sülûk etmiştir.

İkincisi: Feraiz-i diniyeye ve Sünnet-i Seniyeye tarîkat perdesi altında hizmettir.

Üçüncüsü: Tasavvuf yoluyla emrâz-ı kalbiyenin izalesine çalışmak, kalb ayağiyle sülûk etmektir. Birincisi Farz, ikincisi Vâcib, bu üçüncüsü ise, Sünnet hükmündedir.

Mâdem hakîkat böyledir; ben tahmin ediyorum ki: Eğer Şeyh Abdülkadir-i Geylânî (R.A.) ve Şâh-ı Nakşîbend (R.A.) ve İmâm-ı Rabbânî (R.A.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakâik-ı îmaniyenin ve akâid-i İslâmiyenin takviyesine sarfedeceklerdi. Çünkü: Saadet-i ebediyyenin medârı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir.

Îmansız Cennete gidemez, fakat tasavvufsuz Cennet’e giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakâik-ı İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile, ba’zı hakâik-ı îmaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakâika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak elbette kâr-ı akıl değil...

İşte, Otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Mâdem hakîkat budur; esrâr-ı Kur’âniyeye âid yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümâtın tehâcümâtına ma’rûz hey’et-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu îtikadındayım.

“Mal Benim değil, ben bir dellalım. Kur’ânı Hâkimin Kudsî mağazasından aldığım elmasları, evvela nefsime sonra müşterilere gösteriyorum. Benim bahşişim de, müşteriden bir duâdır. Benim perîşan vaziyetime bakıp, elimdeki elmasa ehemmiyet vermemek haksızlıktır. Çünkü elmas benimdir, satıyorum dememişim. Benim gibi müflis bir adam, büyük elmaslara elbette mâlik değildir. Müşir makamının evamirini perîşan bir nefer, ferik gibi büyüklere tebliğ etse, neferin küçüklüğüne, perîşaniyetine bakıp, elindeki evamire karşı lakayd kalmak, ehemmiyet vermemek elbette yanlıştır.

Fakat benim sû-i hâlim ve yanlış ta’biratlarım ve bozuk niyyetlerim ve nefsimin riyâkârâne desîseleri ile, o elmas misâli hakâiklara kusur gelmiş, noksan olmuş ve onlara perde olmuş ki, onlara lâyık ehemmiyet vermemeye sebeptir.

Fakat sizler gibi niyeti hâlis kardeşlerimin, ihlas ve duâsıyla, inşâallah Cenâb-ı Hak benim o kusurlarımı afveder. O nurların inti-şarına sed olmaz.

Bilirsiniz ki: Eğer dalâlet cehâletten gelse izalesi kolaydır. Fakat dalâlet, fenden ve ilimden gelse, izalesi müşkildir. Eski zamanda ikinci kısım, binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşad ile yola gelebilirdi. Çünkü: Öyleler kendilerini beğeniyorlar; hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın ma’nevî lemeâtından olan mâlûm Sözler’i, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.

Fakat maatteessüf benim müşevveş ta’biratım ve sû-i niyâtım bir derece sed çekiyor. İnşâallah kardeşlerimin duâsıyla o mâni zâil olur, o tiryaklar te’sirini güzel gösterirler. Şimdi bir parça başka şeylere dâir görüşeceğim.

İstanbul’da mübârek bir dostumdan bir kaç tane, birer nüsha Arabi risâlelerim geldi. İki üç taneyi size gönderdim. Hoşunuza giderse öbürlerini de sonra gönderirim.

Hem benim kardeşim ve burada en evvel talebem Şeyh Mustafa’ya de ki: Senin kardeşin Said diyor ki: (Biz hem senin duâna, hem kalemine muhtaç idik, mâdem kalem ile hizmet etmiyorsun, ona bedel pek fazla duâ etmelisin, çünkü senin duâna çok muhtaçtır.)

Hem de ki: Said diyor; (O hem şeyhdir, hem hâfızdır. Şeyh olduğu için, Mi’rac Sözü ona lâzım, Hâfız olduğu için, i’câz sözü ona elzem olduğundan, ben demiştim ki: (Onları kendine yazsın. Tenbellik etti yazmadı. Zararı yok, ona yazılabilir.)

Eğer dese ki: Onlardan daha âla bir şey ile meşgul olmak istiyorum. Deki: "Bir saat tefekkür çok ibâdete mukabildir." Olan Hadîs-i Şerifi hatırına getir. Şu Sözler tefekkür, hem en âli tefekkür kısmındandır. Demek en âli bir ibâdet hükmündedir. Bâhusus bir kalem, onları yazsa, her kim ondan istifade etse, kalem sâhibinin ondan hissesi çıkar.

Eğer dese, ben muhtaç değilim, kalbimde aklımda yaralar yoktur. Sen ona deki: Sen muhtaç olmazsan, sana muhtaç olanlar, muhtaçtırlar. Sana bakan ve seninle bağlanan avâm-ı müslimîn cinnî ve insî şeytanların oklarına hedeftirler. O Sözleri onlara sur yapmazsan, o hakîkatları onların ruhlarına siper ve zırh yapmazsan, onların muhafazası, terbiyesi mesuliyeti altında kalırsın.

Eddâi ve’l-müstedî

Ahûkum-ul Uhrevî

Said Nursî

10. Parça[]

Dokuzuncu mektubun baş kısmı

Gayretli kardeş, hamiyetli arkadaş, kahraman asker, çalışkan talebe, âlicenap müslüman, hakîkatlı mü’min vasfına lâyık biraderzadem.

Senin mektubun beni çok mesrur etti, Senin mübârek iki rü’yan ma’nidardırlar. Ta’birleri içinde görünüyor. Az dikkatle anlaşılır. Belki rü’yadan ziyâde gördüğün vâkıa, bir hakîkatın temsilidir, tâ’biri pek zâhir olduğu için, tafsil etmiyeceğim. Yalnız bir iki noktayı ihtar ediyorum.

Birisi: İkimize bir beşârettir ki, hizmetimiz makbul oluyor. Livâ-ül Hamd-ül Muhammedî altında asker kabul edilmişiz. Bize bir bayrak verilmiş. Hizbullahda dahil olmuşuz sırrına mazhar olmuşuz, demektir.

İkinci Nokta: “Günde iki def’a beni göreceksin” şuna işârettir ki: “Günde iki def’a seni yanımda hayalen ihzar ediyorum. Sen dahi Yirmi dört saatte iki def’a, Sözler vasıtasıyla Üstadınızla sohbet ediniz.” demektir. Veyahut, sabahdaki duâda, ben seni yanıma, akşamdaki dersde, sen beni yanına, ihzar ederiz. Günde iki def’a görüşürüz.

İkinci rü’yan ise: Sana ve müslümanlara büyük bir beşârettir. Ve sarıklılara ehemmiyetli bir itabdır. Onuncu safta iken, imametin çok ma’nidardır. İnşâallah Cenâb-ı Hak seni, âlî bir mertebe olan İmamlık Mertebesine mazhar eder. Sizi yanımda hazır edip, sizinle şimdilik bir kaç kelime konuşacağım.

Evvela: Harekatınıza dâir ba’zı şeyleri yazmak va’ad etmiştim. Vakti daha gelmediğinden şimdilik senin müstakim aklını ve selim kalbini tevkil ediyorum.

Saniyen: (Bkz.)

11. Parça[]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا

Aziz, Sıddık, Muhlis (Hâşiye[1]) Kardeşim ve Hizmet-i Îmaniyede Metîn, Hakîkatdar Arkadaşım!

Evvelâ: Sizi nurların neşrinde ve vâizlerin diliyle ders vermenizde ve benim bedelime, benim borcum olan o memleketimde, nurlarla o hemşerilerime yardım ve imdat etmekde, rûh-u cânımla tebrik edip, bin bârekallah derim.

Sâniyen: Hadsiz hamd ve şükür ederiz ki, pek az sıkıntı ve zahmetlerle Nurların pek çok fütühatı geniş dâirelerde tezâhür etti ve ediyor. Husûsan mekteplerde...

Salisen: Orada Nurlarla alakadar yeni arkadaşlarımıza çok selam ve muvaffakiyetlerine duâ ederiz. Ve husûsan Hoca Kâsım’a selamımla dersiniz;

Risâletünnur medrese mahsulü olmasından, herkesten evvel hocalar ona koşmak ve sâhip çıkmak lazım iken, geri kalıyorlar ve mektep muallimleri felsefeye Nurun tokatları için, tenkid etmek değil, belki kemâl-i takdir ve tasdikle nurlara sarılmaları ve sâhip çikmâları ehemmiyetli bir hadisedir. İnşâallah Hocalar dahi, yakında kendi mallarına koşacaklar.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşiniz

Said Nursî

12. Parça[]

Ehli Hak, yalnız hak için bahse girişmeli. Hak için bahse girişen izhar-ı fazl etmez. Yalnız Hakkı arar. Hak hangi tarafta olursa olsun, kemâl-ı şevk ile alır. Hatta hak, hasım tarafında olsa, hâlis bir hakperest daha ziyâde sever. Çünkü, istifade eder. Eğer hak onun sözünde olsa, bir istifadesi olmaz. Gurura girmek de ihtimali var. Fakat hasmın elinden çıksa, hem istifade eder. Hem teslimiyyetle hakka inkiyadını gösterir. Bir fazilet dahi kazanır.

Hakîkat böyle iken, maatteessüf ehl-i hakda ve ulemâda hakperestlik nâmı altında, nefis perestlik işe çok karışıyor.

En mühim ve kudsî bir mes’eleyi, satranç oyunu gibi izhar-ı fazl yolunda ve müzakere-i ilmiyeyi, münakaşa derecesine çıkarılıp, onunla oynuyorlar. Her iki taraf kendini haklı zanneder. Her iki taraf, mâdem münakaşa sûretini alıyor, haksızdırlar.

Zaten kemmiyeten az olan ehl-i dalâlet, kesretli olan ehl-i hakkın şu hâlinden istifade ederek, mağlup edip, perîşan ediyorlar.

Hem münakaşacı iki kısım, o mes’elede hakkı göremezler. Çünkü: Nazar-ı insaf ile bakılmadığı için, tenkid nazarı hasmının yalnız çürük taraflarını ve taraftarlık cihetiyle kendi nefsinin yalnız iyilik tarafını görür, iyiliklerini onun çürükleriyle müvazene eder. Elbette bu nazar hakkı göremez, görsede tanımaz.

Said Nursî

Talebelerinin Mektupları[]

1. Parça[]

(Sezai Bey’in bir fıkrasıdır)

Fezailsimat ve üstaz-ı ekmel ve pür-feyz-i rif’atim efendim hazretleri!

Büyük şefkat ve himayetinizde ve hususuyla terbiye-i fazl u irfanınıza kabul buyurduğunuz bu naçîz Sezai şakirdiniz, diğer kardeş şakirdleriniz gibi o fazl-ı kemalâtınızdan istifaza etmek bahtiyarlığına nailiyet, büyük bir nimettir. Şu terdifle

“Vakti geldi bendene eyle nur-u âtıfet

Çok bilirsin olduğum çoktan seza-yı merhamet”

ricasıyla bu hakirinizi de füyuzat-ı maneviyenizle müşerref olmayı Hazret-i Allah’tan niyaz eylerim. Malûm-u âlîleridir ki; Hazret-i Allah istiane eyleyeni müstağniden daha ziyade sevdiği muhakkaktır. Çok kıymetli ve feyizli eserlerinizden bulunan Risale-i Nur-ul Beyan lem’a, şem’a gibi zeyl ve mektubatınızın mütalaasıyla bînihaye istifadeler eyleyerek bu nurlu sözlerinizden aldığım ilham ve füyuzattan dolayı da size ömrüm oldukça minnetdar ve medyun-u şükranınız bulunuyorum. İlahî menba’lardan iktibas ve istihsal-i malûmat ederek vücuda getirilen nefis külliyatınıza gelince: Bütün muhlisîn ve müştakan-ı ümmeti necat ve tâziyane-i hayata müstağrak eylediği gibi, eltaf-ı Sübhaniyesine mazhariyete en büyük rehber-i manevî denmeğe seza ve evfaktır. Hemen Hazret-i Rabb-i Müteâl sizin gibi erbab-ı ehl-i kemali her an u zaman başımızda bulunmakla mübahi ve büyük üstadımızı daha pek çok eyyam muammer ve müşerref kılmasını Cenab-ı Perverdigar’dan niyaz ve münacat ederek, sizden de feyizli teveccühlerinizi arz ve rica ederek mübarek ellerinizden kemal-i ta’zim ile öper ve hayır dualarınızı semahat-ı kalbiyenizden dilerim efendim.

Size candan arz-ı ihlas eden naçîz şakirdiniz

Hâfız Mehmed Sezai

2. Parça[]

Pek muhterem Üstadım efendim hazretleri!

Yirmiyedinci Mektub’u bil’istinsah huzur-u ekremîye takdim ediyorum. Fakat takdir ve hitabe-i fazılanelerine lâyık olmayan bu abd-i pürkusur ve âciz hakkında şu mektubatın mukaddimesinde kemal-i hararetle ve pek müşfikane mütalaat ve ulvi beyanat serdiyle müşfik bir vâlidden daha eşfak bir üstad-ı bînazir ve mesîl bulunduğunuz, her zamanki maruzatımı isbata bariz bir delildir. İkinci Üstadım olan muhterem Hulusi Beyefendi’nin her sözleri nurlu ve hakikatlı ve vuzuhlu ve hakîmane kaleme alması, hakiki üstada has bir talebe bulunduklarını her türlüsüyle isbat etmektedir. Ezcümle felâketzede bir dostuna yazdıkları ve mektubatın nihayet kısmına dercedilen mev’izevî teselliyet ve tarziyenamede ne büyük hakikatları fethediyorlar ve ne bitmez tükenmez vesaya-yı hakîmaneyi izhar ediyorlar ve ne tam manasıyla Nur fabrikasının meta’larını değeriyle alıp hakkıyla ve lâyıkıyla satıyorlar. Çok istifade ettim. Allah birinci ve ikinci üstadlarımdan çok razı olsun.

Elhasıl: Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan çıkar mefhumunca, hakkıyla tamamıyla lâyıkıyla sena edemediğim Nur risaleleri birçok ihvanı tahrik ve ikaz etti. Onlar da hazain-ül envârdan alıp saçmakta oldukları parlak hakikatlar ve nuranî mebhaslar ve çok ticaretli işler ve hoş manzaralı sahalar göstererek terakkiyat-ı maneviye ve tealiyat-ı uhreviye cihetinde hattâ mahkûm-u mevt derecesinde bulunanlara gıbtabahş bir hayat verdiği meşhud olup, şu hal ise binnetice gafletten ayılarak ebvab-ı irşadı çalmağa yegâne vesile bulunduğu cihetle zât-ı fazılanelerine ne kadar arz-ı şükran ve minnetdarî edilse yine hakkıyla vazifemizi îfa etmiş olamayız.

Geçen hafta Âsıf Bey’le görüştüm. Çok selâm ve hürmetlerini arzederek ellerinizi öpüyorlar. Ruhen Hulusi Bey’e yakın bir vaziyette olduklarını hissediyorum. Doktor keza el ve eteklerinizi öper, teveccühatınızın bekasını istirham eder. Şimdi Yirmidördüncü Söz’ü okuyor ve bana birden dokuza ve onbirden yirmiye kadar olan Sözler’i getirmemi diliyor. Tedric tedric hepsini veriyorum. Şimdi bizim Zekâi’nin mektubunu aldım. Efendimize aid olanı takdim ediyorum ve müsaadenizle şu arzumu da açıktan yazıyorum: Bendeniz diyorum ki, Hulusi Bey’e halef olmağa lâyık Zekâi’dir. Zihni açıktır, zekidir, gençtir, her türlüsüyle has talebeliğe lâyıktır. Şu davamı da hatt u hareketi ile mektubu isbata kâfidir. Bakayım efendimiz ne buyuracaksınız? Mahsus dest ve damen-i muallâlarını öper ve teveccühat-ı kerimanelerini dilerim. 5 Safer-ül hayr 1351 Cum’a

Pürkusur ve âciz, her an himmet ve duanıza muhtaç talebeniz

Hulusi-i Sani

Hulusi Bey’den gelen ve mumaileyhe gönderilecek olan iki kıt’a mektubları da henüz aldım. Gelen çok hoş, giden daha hoş. Ne kadar hoş desen o kadar hoş. Efendim! Bu fabrikanın hizmetine ameleliğine doyulur mu, usanılır mı? Âh ne yapayım ki elim kısa, fazla ilerlemeğe vüs’atim yok.

Yirmiyedinci Mektub’a derci emir buyurulan muhterem Hulusî Beyefendi’nin elmas ayar sözlerini seve seve ve ruhumu şenlendire şenlendire geçirdim. İkinci Üstadımı da ne kadar sena etsem haktır ve lâyıktır.

Şimdi Eğirdir’e gidiyorum. Emirlerinizi îfa edip, avdetimde müşahedatımı yine arzederim efendim. Elhasıl hak-i pay-i fazılanelerine yüzümü sürer, daavat-ı hayriyelerini istirham eylerim efendim.

Sabri

Hulusi-i Sani

3. Parça[]

(Zekâi’nin fıkrasıdır)

Aziz Üstadım!

Benim hasta ve şikeste kalbimi tedavi eden, sukuta uğrayan ruhumu coşkunlaştıran ve coşkun bir kuvvet veren o ulvî surlar ki, masum insanların kalbinde ve ruhunda neler husule getirmez? Günlerini incitmeden, ağrıtmadan geçiren, fakrına aczine şükrederek rahmet-i İlahiyeden mütevekkil olan ciddi insanlara neler göstermez? Bu âciz ki, elimizdeki bu mukaddimesi Nurların netice itibariyle pek büyük ve pek yüce işler göreceği ümid ve imanını daima taşımaktayım. Bu günahkâr, bu müflis ki; dünyanın bütün zevale mahkûm olan ezvakından feragat etmek ve o feragat hislerine âlem-i ebediyete kadar sadık kalabilmekteki lezzet-i maneviyeyi inziva eden başka bir şey de tasavvur etmiyor, edemiyor. Bu mücrim, bu sefil Zekâi ki, tevekkül ve iman yollarında semere-i imanını bir yakut kırıntısı ve bir nur-u hayal şeklinde görebilmektedir.

Sevgili Hocam!

Etrafınızda toplanan talebeleriniz ki, şu tarîk-ı hakikatta sa’y ü gayretleri nisbetinde ruhen, kalben hisselerini almaktadırlar. Ruhlarımıza, kalblerimize doğan az ve çok o Nurların in’ikası bize gittikçe bu yolda manen ve maddeten, kalben ve ruhen ve hayalen ilerlemek iştiyakını veriyor. Benim gibi dünyada en günahkar ve zavallı bir adamın lezzet-i dünyeviyenin ve cazibe-i hayatın altındaki hakikatı görüp, şu hayatın bütün teferruatı nazarında kıymetsiz bir şey hükmünde kalmak sırrına mazhariyeti, Cenab-ı Hakk’ın hadsiz rahmet ve nimetinden bilirim. Nurlar vasıtasıyla irşad ve ikaz yollarıyla ıslah ve irca’ eden aziz Üstadımızdan manevî perdeler arkasındaki daha netice (nice) azîm hakikatlardan istifade ettirmelerini umarız.

Müflis talebeniz

Zekâi

4. Parça[]

(Sabri’nin Onyedinci Lem’a hakkında yazdığı müdakkikane fihristevari bir fıkrasıdır.)

بِاسْمِهِ‮ ‬وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمْ‮ ‬وَ‮ ‬رَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَ‮ ‬بَرَكَاتُهُ‮ ‬اَيُّهَا‮ ‬اْلاُسْتَادُ‮ ‬اْلاَعْظَمُ‮ ‬بِعَدَدِ‮ ‬ذَرَّاتِ‮ ‬الْكَائِنَاتِ

Bâis-i feyz ü saadetim, sevgili Üstadım efendim hazretleri!

Bilhassa dest ü damen-i kerimanelerini öperim. Bu defa Onyedinci Lem’ayı müdafaa ve istinsahım esnasında ruh-u âcizîye in’ikas eden bazı telakkiyat-ı fakiranemi ber-vech-i zîr arz u takdim ediyorum.

Birinci Nota: Ruh ve kalbin bâkiye namzed emel ve arzularını ve hakiki vezaif-i kudsiyelerini güneş gibi zahir ve bariz bir surette göstererek zıdları olan nefs-i emmarenin fâni hem zâil ve akibetinde tecziyeyi badi olan dileklerini is’af edenin çirkâb-ı mesavîye boğularak müstehak-ı azab-ı azîm ve ikab-ı elîm bulunduğunu ihtar eden şeffaf bir levha-i hakikattır.

İkinci Nota: Mün’im-i Hakikî ve Rahman-ı Sermedî’nin gayrına maişet ve sairede ubudiyetkârane zillet ve hakaret göstermek ne derece hata-yı azîm ve ne kadar helâket-i elîm olduğunu ve fıtratta aynı kavanin ve şeraiti haiz mahlukata karşı da acz ve za’fını unutup firavunane enaniyete revaç vermenin nasıl şeyn bir ahlâk ve ne kadar hatarlı bir vaziyet olduğunu ilân eden ve bir deccal-ı bîhayaya taparcasına tezellül eden haşeratın en dûn bir derecesine sukut ve kelbî bir hal ile tesadüf ettiklerini ihbar ile ihtar eden ikaznamedir.

Üçüncü Nota: Esmarı fâniye olan eşcarın da âfile ve zevale mahkûm olduğunu tefhim ile, saadet-i ebediyeye cihazat ihzarı ve sür’atle yol alabilmek için ibret-amiz bir ders-i manidar takrir etmekle hakkı irae ve hakikata tergib eden bir düstur-u bînazirdir.

Dördüncü Nota: Onuncu Söz’ün fezlekesi ve Yirmidördüncü Söz’ün bir zübdesi olmakla beraber, hissedip ifade edemediğim pekçok hakikat derslerini veren bir mir’at-ı Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’dır.

Beşinci Nota: Mehasin-i medeniyet ve nâfi’-i beşeriyeye hizmet eden o Avrupa’ya demiyorum. Belki o dalalet, sefahet mezraaası ve fısk-ı fücur ve rezalet harmanı ve kendi şenaat ve mağlatalarını idrak etmeyen habis deccal ve mel’un şeytanların çok çukuru olan menfur Avrupa’nın efkâr-ı âlemi tesmim eden mülhid ve münkirlerini bihakkın ilzam ve iskât ve hakaik-i Kur’aniye ve esasat-ı imaniyeyi i’lam ve ilân için elmas bir seyf-i sarim, nuranî ve ziyadar ve bînazir bir mahzen-i esrardır.

Altıncı: Şu mebhas, vehle-i evvelîde insanı daha doğrusu ehl-i imanı amîk bir tefekküre sevkedecek bir mes’eledir. Hamden sümme hamden Cenab-ı Kibriya lütf u keremiyle umman-ı Kur’andan bu müşkilin de hallini teysir ü tevfik buyurmuştur. Şu mebhasın tahlilindeki temsilin nefyedicilerin esbabı muhtelif olduğu gibi, mülhidlerin de her birerlerinin gayeleri ayrı, emelleri ayrı, efkârları başka başka, çığırları başka. Bihamdillah ehl-i iman ve Kur’an şakirdleri 350 milyon oldukları halde mabudları bir, maksudları bir, matlubları bir, melce’leri bir, mence’leri bir, yolları bir olduğunu ve intisab edilecek metin ancak Kur’an-ı Hakîm olduğunu irae ve isbat eden nevvar bir lem’a-i Kur’aniyedir.

Yedinci: O haşerat-ı âdiye ve süfliye tabirine lâyık dâllînin güruhunun lafız, murad ve kali olan halkı ıslah rağm-ı bâtılları ile nim-bulutlu hava gibi kâh yakan kâh donduran, bazan tanzim bazan lağvedilen kararsız, sebatsız Denizli lefesi gibi çabuk gelip geçen hurafelerini ibtal ve kafalarında parlayan ve عَزَّ‮ ‬مَنْ‮ ‬قَنَعَ‮ ...‬الخ düstur-u Nebevîsiyle insaniyetten hattı olanların şu denî dünyada canavar gibi boğuşup durmalarının ne kadar yanlış bir hareket olduğunu edille-i kat’iyye ile isbat eden bir derya-yı hikmettir.

Sekizinci: Hadsiz mesail-i mühimmeyi ihtiva ve birçok müşkilatı halleden ve bu âlemdeki mevcudatın herbirinin kemal-i zevk u şevk ile وَاِنْ‮ ‬مِنْ‮ ‬شَيْءٍ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬يُسَبِّحُ‮ ‬بِحَمْدِهِ kanun-u ezelî ve ebedîsine muti’ ve münkad bulunduklarını kemal-i selaset ve i’cazlı bir îcaz ile hayret-efza bir tarzda gösterip, evham ve şübehatı def’eden Kur’anî bir mühimmat deposudur.

Dokuzuncu: Beşeriyette nübüvvetin derece-i kıymet ve ehemmiyeti, ulviyet ve kudsiyeti وَمَا‮ ‬اَرْسَلْنَاكَ‮ ‬اِلاَّ‮ ‬رَحْمَةً‮ ‬لِلْعَالَمِينَ âyet-i Kur’aniye hitab-ı İlahiyesiyle sabit olup mü’mine tebşirli bir hitab, kâfire şiddetli bir itab dersini vererek, beşerin saadet-i uhreviyesi için küşad edilmiş bir tarîk-ı müstakimdir.

Onuncu Nota: Âlemde ve bilhassa şu dalalet ve zulmetli asırda, insan kılıklı bir takım behaim köhne kafaları ve semli dimağları ile Fâtır-ı Akdes Hazretlerini görebilecek kalb gözü nimetinden mahrum oldukları için kafilelerinin teksirini isteyerek, esfel-i safilînden yer istiyorlar. Hülâsa: İlmullah ve marifetullahın şeraiti neye menut ve mütevakkıfsa öğrenmek için lafzen bir sahife manen binler sahife değerinde olan bu marifet-i İlahiye hazinesini hıfzetmek ve o surette âmil olmak lâzım ve zarurî olduğunu bildiren bir kenz-i bînihayedir.

Onbirinci: Kur’an-ı Azîmüşşan hilkat-i âlemden netice-i âleme kadar gelmiş ve gelecek bütün vekayi’ ve havadisi haber verdiği gibi, semavat ve arzdaki meşhud ve musarrah âyât ve alâimi ekîden ihtiva ve beyan etmesinin fevaid-i ehemmesini beyan eder ve o kelâm-ı İlahînin güzel ve manidar bir tarifi demektir.

Onikinci: Şu nota Sabri gibi gaflete dalmış gafillere tam ve gayet revnakdar bir seyf-i ikaz olup, âcizleri gibi derd ehli kimseler Arabî suretini alarak hıfzedip daimî vird edinmek için hahişgerdirler. اَلدُّنْيَا‮ ‬جِيفَةٌ‮ ...‬الخ mefhumundan tam nasibini almış bir abd, Hâlık-ı Zülcelaline böyle “El-Aman, El-Aman” der, feryad u figan ve nedamet gösterirse; bu hakir gibi dünyaya dalmış, kusur ve hatiata batmış kimseler ne yapmalı diyerek tefekkürat-ı haifane ile üstadının münacatının şiddet-i tesiriyle müteaddid defalar kariîn ve samiîni ağlatan, ıslah ve ikaz vazifesini îfa eden bir mürşid-i zamandır.

Onüçüncü: Birinci Mes’ele: Bir ibre vazifesini talim ve telkin ve ubudiyet mukteziyatı neden ibaret olduğunu gösteren bir levha-i saadet olup, verese-i enbiyadan ma’dud Kur’an hâdimlerinin kuvve-i maneviyelerini tahkim ve tarsin ve fütura düşmeleri ve herhalde ihlasın dâî-i muvaffakiyet bulunduğunu ihtar etmekle beşeri rif’at ve saadete sevkeden bir dürr-ü yektadır.

İkinci Mes’ele: Harekât-ı İslâmiyenin birçok usûl ve kavaidinin elmas bir miftahıdır.

Üçüncü Mes’ele: Şu dünyada hak ve hakikattan inhiraf eden, zahirde aldatıcı ve muvakkat sefahet ve lezzetleriyle ve hakikatta ise çirkin ve acı oyuncaklarıyla felâket uçurumlarına koşanları tehdid, zahir ve hakikatta maddî manevî lezaizi câmi’ bir rah-ı müstakime tergib eden, himaye ve merhametkâr bir mürebbidir.

Dördüncü Mes’ele: Dellâl-ı Kur’anın hizmet-i kudsiyesindeki kıymet ve ehemmiyet ve ulüvv-ü himmet yâr ve ağyarca müsellem eden bu derece izhar-ı tevazu’ mahz-ı tevazu’dan başka bir de kemal-i tevazu’ dersini takrir etmekle مَنْ‮ ‬تَوَاضَعَ‮ ‬رَفَعَهُ‮ ‬اللّهُ sırrına mazhariyeti esas ittihaz etmeyi öğreten bir nümune-i imtisaldir. Zira bid’at ve dalaletin revaç bulduğu, zehir saçan bir asırda, hadsiz ölü kalbleri ihya eden bir müceddidin âsâr-ı meşhuresi, hiçbir velinin kerametinden geri kalmaz. مَنْ‮ ‬عَرَفَ‮ ‬نَفْسَهُ‮ ‬فَقَدْ‮ ‬عَرَفَ‮ ‬رَبَّهُ mefhum-u âlîsince insaniyet tarifinin haricinde olan kimselerin haşerat-ı muzırra nev’inden olduklarını bildiren bir miheng-i insaniyettir.

Onbeşinci Nota’nın İkinci Mes’elesi: Ref’-i tesettür âmâl-i habisane ve vahşiyanelerini terviç ve takviye propagandalarıyla ehl-i iffet ve namusu yirmibeş seneden beri boğazlarcasına rencide ve ehl-i iman arasına mefsedet saçan firenkmeşreb zalim ve gaddarları eritecek bir tarzda müteaddid tarîklerden serdedilen aklı ve nakli ve delail ve berahini havi bir hüccet-ül ümmdür. Üçüncü Mes’ele ise: Bari-i Teâlâ’dan başkasının tasarrufu mümteni’ olan vücud makinesinin sahib-i hakikîsini bilmeyen Hebennekalar tecavüzkârane sahabet etmekle istedikleri şekilde tasarruf ve idare etmek davasında olanların yüzlerine şamar vuran bir düstur-u mühimmedir ki, her zaman herkesin bu düstura ihtiyacı vardır.

Hülâsa: Bundan beş sene evvel Risalet-ün Nur’dan bir küçük risaleyi ilk defa mütalaamda çok hakaik-i Kur’aniye ve tecelliyat-ı Rabbaniye bunda cem’ olmuş diyerek kalb ve kalbimle tasdik etmiştim. Bundan ziyade eser olamaz deyip, elimden gelse bütün vaktimi o risaleyi okumağa hasretmek emelinde idim. Halbuki ahîren yekdiğerini müteakib birbirinden yekta öyle hakaik-i Kur’aniye-i Nuraniye zuhur etti ki, insanları hayrette bıraktı. İşte bu eser-i giranbaha dahi o derya-yı Furkan-ı Hakîm’den gelmiş bir sermaye-i uzmadır demekle maruzatıma nihayet veririm üstadım efendim hazretleri.

Pürkusur ve âciz talebeniz

م‮ . ‬ص

ادام‮ ‬اللّه‮ ‬عمره‮ ‬و‮ ‬خدمته‮ ‬مقارنًا‮ ‬بالتوفيق‮ ‬و‮ ‬الظفر‮ ‬و‮ ‬طاب‮ ‬اللّه‮ ‬ثريه‮ ‬و‮ ‬جعل‮ ‬الجنة‮ ‬مثويه‮ ‬مشرفًا‮ ‬بمشاهدة‮ ‬اللّه‮ ‬الملك‮ ‬الغفار‮ ‬آمين

5. Parça[]

(Sabri’nin fıkrası münasebetiyle Hâfız Ali’nin câmi-ül kelim bir fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım Efendim!

Kıymetli Notalar hakkındaki takdiratta muktedir olsa idim, ben de kardeşim Sabri gibi diyecektim. Fakat bir ağacın meyvesi hangi dalında bitse, o ağacın malı olması hasebiyle, öbür dalında biten benimdir der. Kabul ile imza ediyorum, hak ve doğrudur.

Talebeniz, pürkusur Ali

6. Parça[]

(Sarıbıçak Ali’nin garib bir fıkrasıdır)

Her an Sözler’i okurken diyordum: Kardeşlerim! Bu sözler Said’in sözleri değildir. Çünki ben âciz kardeşiniz Mektubat ve Sözler’i yazmaya başlayalı dokuz mah oldu. Üstadımın yanına beş-altı defa dua, ubudiyetinde de bulundum. Hemen hayalen geçiyor. Saatlerce konuştuğum zaman oldu. Kur’anın dellâllık vazifesinde bulunduğu şahsiyeti aslâ göremedim ve göremiyorum. Fakat bir gece yatarken yaralarımın kuvvetinden duramayıp hemen Yirmialtıncı Mektub’un Birinci Mebhasını okuyunca vesvese-i şeytanı susturdu. Sonra İkinci Mebhasını okuyunca anladım ki, üstadımın üç şahsiyetinden birini görüyorum. Şöyle ki: Ne zaman yazmağa veya okumağa başlayınca Kur’ana dellâllık vazifesindeki şahsiyetini müşahede ediyorum. Ne zaman terkediyorum, bir daha göremiyorum. İşte ey kardeşlerim ve ders-i Kur’anda arkadaşlarım! Ben bütün kuvvetimle diyorum ki: Said’in şahsını görmek isterseniz bir kitabda değil, bir yaprak aralarında değil, hattâ satır aralarında hakiki şahsını görebilirsiniz. Yoksa benim gibi dokuz mahta dokuz defa değil doksan defa ziyaret etsem, o hakikî şahsını göremiyeceğim. Madem böyledir, (Haşiye[2]) bağırarak derim: Ey şarkta, garbda, şimalde, cenubdaki kardeşlerim! Said’in bir tek Mektubat ve Sözünü değil, bir yaprağını buldunuz; Said’i orada göreceksiniz.

Ali Ulvi

7. Parça[]

(Sabri’nin bir fıkrasıdır)

Risalet-ün Nur ve Mektubat-ün Nur’un kâffesini temsil eden ve herbir kelâmı o kıymetdar ve mergub risaleleri manevî parmağıyla gösteren bu şaheser, âyât-ı Kur’aniye ve Kelâm-ı Kadîm-i Rabbaniyenin herbir sure ve âyâtıyla irtibatını tesis ve mevzuunu tahkim ederek, akıl züğürtlerinin ve şuur fukaralarının ağızlarını kendi acz ve sükût parmaklarıyla mühürlenmiştir. Edille-i akliye ve nakliyeye müsteniden cadde-i Kübra-yı Ahmediyeyi irade ve telkin eden bu eser-i giranbahayı insafla okuyan, “Âmentü billah ve bil-yevm-il âhir” diyeceğine aslâ şekk ve şübhe yoktur. Sekiz seneden beri cuş u huruş eden rahmet-i Rabbaniye ve enhar-ı Kur’aniyenin vücuda getirmiş olduğu bahr-i muhit-i kebir-i Nur’un tabir caiz ise gayet muhkem son derece rasîn bir sefinesi ve nazirsiz bir projektör deposu olan ve her cihetle hakikatını takdir ve senadan âciz bulunduğum şu eser, çokları ikaz ve ruhlarını tenvir etmiştir.

م‮ . ‬ص

8. Parça[]

(Hâfız Ali’nin bir fıkrasıdır)

Sevgili Üstadım Efendim!

Risale-i Nur’u bir mistar üzerine Sözler ve Mektubat ayrı ayrı olmak üzere yazmasını, Cenab-ı Hakk’ın rahmetinden niyaz ile istedim. Yirmidördüncü Söz’ün hitamında bir gece şöyle bir hakikat kalbime geldi: Cenab-ı Hakk’ın halkettiği şeylerin umumunda fıtrî bir his ciheti var. Beşerin yüzüne pek bedihî bir cihetle gülüyorlar. Bilhassa bahar ve yaz aylarında ve bilhassa Mayıs ayında otlar ve çiçekler ve bilhassa çiçeklerin nazenin ve münakkaş yapraklarında ve bilhassa her çiçeğin ayrı ayrı kokularında öyle ibretnüma ve hayretbahş şeyler var ki; insan bir gülün yaprağıyla bir menekşenin kokmasıyla başını a’lâ-yı illiyyîne çıkarması lâzımgelirken heyhat ki, istila eden karanlık başımıza geceyi getirmiş, göstermiyor. Öyle de Kur’an-ı Hakîm’in hakikî müfessiri ve münakkaş mistarlı Risale-i Nur tevafukunun her parçasında, hattâ her yaprağında, hattâ her satırında, hattâ her kelimesinde, belki her harfinde fıtrî bir hüsün ciheti var olduğuna semadaki gün, ay, yıldızlar, gece, gündüz, zemindeki zîşuur ve hayvanat-ı muhtelife ve bahardaki birbiri arkasında gönderilen enva’-ı muhtelif yemişler ve çiçekler gibi iman ettim.

Sevgili Üstadım! Nasıl bir gülün şeklinde, renginde, intizamında, koku ve gayelerinden maada bir sikke-i Samediyet var. İnsan ne kadar akıldan uzak da olsa, Cenab-ı Hakîm’in ve Nakkaş-ı Kerim’in malıdır demeye mecburdur. Aynı Üstadım Risale-i Nur’un mana ve gayelerinden maada bir sikke-i i’caz-ı san’at-ı vahdet parlıyor. Yalnız gözüyle bir parça aklı olan diyecek: “Hâzâ min nur-i Kelâmillah, hâzâ Risale-i Envâr sıdk, tevfik tevafuku şahid” bağıracak. Ayaklar çamurda, başını yukarı kaldıracak. İşte Üstadım, hakaiki cihetiyle sikke-i ehadiyeti, cilve-i rububiyeti ve hâtem-i samediyeti ve esma-i bediiyeti gösteren risaleleri, harfleri kelimeleri satırları yapraklarıyla bir bahar-ı ramazan olmak temasıyla gönderiyorum. Tevafukatın sahife haricinde ya evvelinde ya sonunda tam mukabilleri var. Onların hem üzerlerine, hem sahife kenarına (م) işaretiyle, görebildiğim muvafıklara işaret ettim. Hulûlüyle müşerref, füyuzuyla müna’im olduğumuz mübarek ramazanınızı tebrik ile ellerinizden öperim efendim.

Kusurlu talebeniz Ali

9. Parça[]

(Babacan Mehmed Ali’nin bir fıkrasıdır)

Efendim! Leyl ü nehar, güneş ve ay gibi her yerde insanların arzusuna göre ve hayvaniyetten insaniyete ruh-u beşeri çıkararak iğfal ve ikna’ ederek ve Kur’an-ı Hakîm’in sırrından ve sırr-ı Üstadım Efendimin lisanınızdan sudûr eden Risale-i Nur’u gücüm yettiği kadar bugünden itibaren başlar, Cenab-ı Hakk’ın inayetiyle ve Kur’anın feyziyle inşâallah yazmağa çalışacağım. İnşâallah duanız berekâtıyla sebat edeceğim. Belki bir gün kabul eder de o gaybî telefondan istifade edersem; santral vazifesini gören ve o santraldaki fişleri hak yolunda çalışanlara rabtettiği manyeto vazifesini gören ve her istenilen vakitte muhabere ettiren Said’in ne gibi eczalar ile mualece yaptığını ecdadımdan kalan kitablardan ve tefekkürden buluyorum. Fakat Üstadım, bu zamanda bütün anahtarları toplamışsın. İnşâallah Cenab-ı Hak ileride çalışacağımı bilir ve size emir olur, ondan sonra doğrudan doğruya zât-ı âlî efendim hazretleriyle muhabere ederim. Sizden dua, bizden çalışmak efendim.

Mehmed Ali

10. Parça[]

(Zekâi’nin bir fıkrasıdır)

Aziz ve sevgili Üstadım Efendim!

Hemen hemen bir buçuk aya yakın bir zaman oluyor ki, hasb-el kader sevgili üstadımdan ve kıymetli kardeşlerimden ayrılmış bulunuyorum. Bir günüm olmuyor ki, hîn-i müfarakatımda Üstadımın telkin buyurduğu hakaikin ve şu asrın dehşet ve girdabı hengamında muhafaza-i imanın azîm mükâfatını va’d eden iki hadîs-i şerifin mefhumunu unutmuş olayım. Evet o kudsî sözleri hatırladıkça, kendimi Üstadımın huzurunda görüyor ve kalben gözyaşlarımla teminat veriyorum. İkinci defa olarak ruhuma kamçı olan Risale-i Nur’a hizmetin ve Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsine dâhil bulunmanın ne azîm ve kudsî bir hizmet ve beş cihetten ne giranbaha bir ticaret-i manevî olduğunu hatırlatan, âcizleri de dâhil bulunduğu halde bazı kardeşler namına yazılan ve pek musîb bulunan lütufname-i âlîlerini Bekir Bey’de gördüm ve suretini aldım. Bana gaflet geldikçe, onu her zaman okuyup Üstadımdan dinliyorum. Zannederim ki bu pek mühim ve kıymetdar mektubu okuyan herhangi bir Risale-i Nur’un hâdimi, kendini muhatab addederek vazifesinin ehemmiyetini ve hizmetinin kudsiyetini Üstadından dinliyor. Hâlis ve ciddi arkadaşlarım namına Üstadımın mektubuna âcizane kalbime gelen ve Üstadımın huzurunda gözyaşlarımla teminat arzedebilmek ihtiyacıyla zebun olduğum hislerimle cevab vermek arzu ediyorum. Şefkat ve uhrevî şefaattan ümidvar olduğumuz sevgili Üstadımız elbette yarım Zekâi’nin bu perişan hissiyatını, tarz-ı kitabeti müşevveş talebesinin kusurunu affeder.

Ey muhterem ve izn-i İlahî ile Ondördüncü Asrın dinsiz feylesoflarının, hamiyetsiz insafsızlarının çehresini sarartan kahramanı ve din-i İslâmın ümmet-i Muhammed’in aziz müdafii sevgili Üstadımız! Ondördüncü Asrın devre-i bid’alarında İslâmiyet ve insaniyet üzerinde kopan girdab-ı felâket arasında bize ve ümmet-i Muhammed’e açtığınız rah-ı hakikat ve hidayet yolunda ölürcesine çalışmak, bizim en büyük gayemizdir. Bu fıtrî ve insanî bir vazife biliriz. Çünki bize izn-i İlahî ile Risale-i Nur’un hizmetinde zarar gelmeyeceğini, Hazret-i Kur’an yoluna başını ve hayatını fedaya müheyya bulunan ve dinsiz cereyanının en azgın pençelerini müvacehesinde inayet-i Hak’la âciz ve zaîf bırakan Üstadımız her an ilân ediyor. Gittiğimiz yolun emin ve selâmetli olduğuna aslâ şübhe etmiyoruz. Her ne zaman kudret ve ulviyet-i İlahiyeyi düşünsek o anda aczimizi ve za’fımızı anlıyoruz. Her ne zaman şu zamanın cereyan-ı hüznüne, müdhiş hâdisatına baksak ye’se, za’fa düşmek değil; en hasta kardeşimizin kalbinde ulvî bir gaye, ruhunda dinsizliğe dalalete diş bileyen bir arslan ruhunun mevcudiyetini hissediyoruz. Hem bizler her cihette maddî kuvvetten mahrum iken bize bu tükenmez şecaatı, sa’y ü gayreti veren, şu zamanın her adımında dalalet zehiri saçan terakkiyat-ı vahşiyanesine karşı bizim kalb-i mecruhumuza şifa serumlarını gününe lâyık bir tarzda ihsan eden, yetiştiren ve şu devre-i zulümatın pençe-i rezaletinden, âlâm-ı me’yusanesinden bizleri âzade kılan, ruhen kalben manen bize ışık, ümid ve nur saçan ilhamların, kuvvetlerin madeni, menba’ı nedir ve nerededir? Şübhe yoktur ki evet tarîk-ı hak ve hakikat bize cür’et ve tükenmez şecaatı bahşediyor. Bizim kalb-i mecruhumuza şifa serumlarını yapan tarîk-ı hakkın aid olduğu kudret-i ezeliyenin sahibi bulunan Hâlık-ı Kâinat’tır. Şu devre-i zulümatın girdab-ı zulmetinden bizi âzade kılan, bize ışık ve nur saçan Kitab-ı Semaviye’dir. Bizler o mukaddes kitabın hâdimi, o mukaddes kitab bizim muhafız ve müdafiimizdir. Evet bizlere bu hizmet-i kudsiyede, bu hakaik yolunda ölmek vesile-i necat ve saadettir emelini taşıyoruz.

Zekâi

11. Parça[]

(İ’caz-ı Kur’ana dair Hâfız Ali’nin bir fıkrasıdır)

Muhterem Üstadım Efendim!

Şu Risale-i İ’caz-ı Kur’anı yazdığım günlerde bir gün sabah namazından sonra okuduğumuz “Lâ ilahe illallah-ül Melik-ül Hakk-ul Mübin Muhammed-ür Resulullahi Sadık-ul Va’d-il Emin” düşünürken şöyle bir hakikat kalbe geldi: Nasıl kâinat sahifesinin her parçası zerreden şemse kadar açık lisanlarla bir sahib istiyorlar ki, ona mal olup teslim olsunlar. Bu muamma-yı hakikatı doğru olarak bize ders veren lisan-ı Kur’an ile Fahr-i Âlem (A.S.M.) olduğu gibi, şu Risale-i İ’caz bütün şu’leleri, şuaları, lem’aları, ışıkları, nurları, ziyalarıyla o Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hakkaniyetini teyid ve muhalifi olan kör, dilsiz, her hatvesinde sukut eden felsefeyi esfel-i safilîne ve Hazret-i Şah-ı Levlak’in sıdkını tasdik ile muhalifi olan kör, dinsiz, her hatvesinde veyle giden cebbarları mağlub ile bütün ehl-i imana pek açık lisanlarıyla ve sarih katı’ hüccetlerini göstererek din-i mübin ve Kur’an-ı Hakîm’in herkesin göremediği ve herkesin kapısını bulamadığı ve bu zamana kadar ender gösterilebilen cevherlerini meydana çıkararak, bu müflis zamanda ehl-i imana nihayetsiz bir hazine i’ta ediyor.

Kusurlu talebeniz Ali

12. Parça[]

(Âsım’ın bir fıkrasıdır)

Dört-beş gün evvel Babacan ile gönderilen Otuzbir’in Onsekizinci Lem’ası risale-i şerifesi dest-i ta’zim ve tebcile alındı. Okudum ve yazdım. Hakikaten fakir gibi âciz, müflis ve muhtaç talebeler için büyük ve pek büyük müjde ve pek büyük bir iltifat. Bu müjde ve iltifatın karşılığını ve mukabilinde ne yolda Cenab-ı Hakk’a hamd ü sena ve şükrümü îfa edeceğimi şaşırdım.

لَهُ‮ ‬الْحَمْدُ‮ ‬وَالْمِنَّةُ‮ ‬هذَا‮ ‬مِنْ‮ ‬فَضْلِ‮ ‬رَبِّى

Merbutu bulunduğum ve hâdimi olduğum nur ve hakikatfeşan risale-i şerifelere bir kat daha ve dört el ve gözle sarılmaktayım. İnayet-i Bari ile ve bütün evliya ve mürşidanın himmet ve teveccühatlarıyla ömrümün son dakikalarına kadar bu hizmet-i kudsiyede hâdim ve şakird olarak bulunayım inşâallahü teâlâ ve minallah-it tevfik. Kalbim, ruhum ve imanım da fakire öyle teminat veriyor, taahhüdatta bulunuyor ki; sevgili Üstadımın teveccühü, himmeti ve duası sayesinde bu vazife-i kudsiyede zerre mikdar inhiraf etmeyecektir. Buna da imanım var.

Âsım

13. Parça[]

(Babacan’ın bir fıkrasıdır)

Ey benim ve kardeşlerimin ve şark, garb, şimal ve cenub taraflarını arz ve semavat gibi yüksek ve derin mevkileri bir âyinede seyr ü temaşa eden ve yaralılara merhem ve dertlilere yetiştiren Üstadım Efendim!

Evvelâ: Dest-i şeriflerinizi pûs ederek duanızı taleb ederim. Risale-i Nur hakkında çok defa mektub yazmağa ve her birinin faziletlerini anlatmak ve bahsetmek için en zeki muktedir edibler âciz kalırlar. Nerede kaldı ki, benim gibi âciz, âsi, pürkusur. Hem de efendimizi taciz ederim diye hayâ ettim. Çünki Risale-i Nur’un herbiri birer elmas ve cevahir olmakla beraber, her bir tanesi bir bahr-i ummandır. O Nurlara karşı bahis ve medih yazmak, denizin yanında bir katredir mâşâallah diyebildim. Bunun için mektub yazmağa cür’et edemedim ve kalemim ve kalbim hiçbir şey yazamıyor. Çünki bütün talebelerin gözün önünde bir hardal tanesi kadar olduğunu pekâlâ biliyorum.

Babacan Ali

14. Parça[]

(Hulusi-i Sani Mehmed Sabri’nin mühim bir fıkrasıdır)

Üstad-ı âlîkadrim efendim hazretleri!

Bu defaki îd-i fıtr ziyaretiyle teşerrüfümde bir hediye bekliyor idim. Avdetimizde Ali Efendi kardeşimizin fevk-al matlub bir hediye ve onu müteakib Keramet-i Aleviye, İktisad-ı Şer’iye ve İhlasat-ı Kur’aniye ve Ahlâkıye ve Müdafaat-ı Şahsiye ve Maneviye risale-i ferîdelerini aldım. Bayramlık bir hediye ümid ederken, bu ayın her gününe hesabsız hediyeler kıymetinde birer hediye ihsan kılındı. Kalbim nurlara, ruhum sürurlara müstağrak olunca bu âsâr-ı güzide hakkında müteşekkirane bir şeyler yazmak için kalemim lisanımı tazyik ediyor. Lisanımda ne söylense baha yetmez, tam takdir edilemez. Evvelâ kemal-i acz ve medyun-u şükranlığımı yaz diyor ve yazdırıyor.

Sâniyen: İktisad kelimesi evvelce kulağıma girdikçe lafz-ı kelimeden başka kelime-i iktisadın medlûlü nedir, mukteziyatı nedir derkedilemiyordu. Bihamdillahi Teâlâ herbir nüktesinde yetmiş remizli hikmet bulunan yedi nükteyi havi İktisad mecelle-i şer’iyesinin irşadat ve ikazatıyla iktisadın mana-yı hakikîsinin ne demek olduğunu anladım. Bu ders-i hakikata hakikaten çok muhtaç idik. Birçok mü’minlerle beraber öğrenip hemen tatbikine başladım ve dedim: يَا‮ ‬حضرت‮ ‬استاد‮ ‬خدا‮ ‬اذشحا‮ ‬راضى‮ ‬باد

3- Cenab-ı Erhamürrâhimîn ne zaman haricî tehacüm ve tecavüzat başgösterse, Beşîr ve Kerîm ism-i celilinin tecellisi ile nesl-i Risaletmeabîden bulunan, فجدى‮ ‬رسول‮ ‬اللّه‮ ‬اعنى‮ ‬محمدًا nazm-ı hakikatfeşanı ile nazdarane ulviyetini ilân eden Hazret-i Gavs-ı A’zam (K.S.) hazretlerinin sarih haber-i beşaretiyle ve bunu te’kid ve teyiden cedd-i eşrefi Hazret-i Ali Kerremallahü Vechehu hazretlerinin de has bir hitabı ve muhatabların da aynı emel ve gayede sarf-ı mesaî etmeleriyle beraber, emarat-ı adîde ve kaviye ve alâim-i sariha ve vâzıha ile Risalet-ül Envâr heyetini tebrik ve tebşir etmeleri وَاللّهُ‮ ‬يَعْصِمُكَ‮ ...‬الخ sırrıyla sanki انما‮ ‬حزب‮ ‬القرآن‮ ‬معصوم‮ ‬فهؤلاء‮ ‬فلان‮ ‬و‮ ‬فلان‮ ‬معلوم derecesinde kanaatbahş bir fakîhtir. Malûm-u fazı­lane-i Üstadaneleri olduğu vecihle, o mülhidler gayz u intikamlarını o Resul-i Zîşan Aleyhi Salavat-ür Rahman Efendimiz hazretlerinin âlinden ve veresesinden almak istiyorlar. Fakat Cenab-ı Erham-ül Hâkimîn hizb-ül Kur’ana beşaret sahifesini açtığı gibi, وَاللّهُ‮ ‬عَزِيزٌ‮ ‬ذُو‮ ‬انْتِقَام sırrıyla onlara da intikam ve helâket tabancasını inşâallah an-karib atacaktır. Zira kendi i’dam kararını kendi götüren bir cani gibi maksad ve gayeleriyle taban tabana zıd bulunan Mücelled-ül Envâr’ı hem kısmen açık olduğu halde cihat-ı erbaaya irsal ve îsaline Cenab-ı Kadir-i Mutlak hazretlerinin Hazret-i Musa Aleyhisselâm’a muvakkat bir müddette Firavun’u teshir buyurduğu gibi onları teshir etmesi, bir alâmet-i muvaffakiyet ve zaferdir. Ol Cenab-ı Rabb-ül İzzet Hazretlerine hesabsız hamd ve şükür olsun.

4- İhlas hakkında çok azîm ve son derece ehemmiyetli bir ders-i Kur’anîyi takdir ve tefhim ile riya, rekabet, kıskançlık gibi müzmin ve müz’iç ve mühlik emraz-ı ruhiyenin ecza-yı cesed-i mü’minde herbir zerresi lütf-u Bari ile hedm ve kal’ edip kurutan ve yekdiğeriyle çok münasebetdar bulunan ve ehl-i imanı a’lâ-yı illiyyîne çıkarmak için iki kanat mesabesinde bulunan iki Lem’a-i Hâlisaları da mütalaa ve istinsah ettim. Rabbime şükürler olsun hissemi aldım. Fakat âsâr-ı Kur’aniye ve nuraniyeden oldukları cihetle, daha bir çok hakaik ve hikmet-i hafiyenin mündemiç bulunduğunu tasdik ve itirafla dedim: Üstad-ı âlîşanımız Risale-i Nur ismiyle müsemma, dokuz seneden beri her birerlerimiz için inşa buyurmuş oldukları saray-ı imanı bugün tabir caiz ise bir badana ve bazı yerlerinde mürur-u eyyamla çatlaklık ve şita-i dalaletin şiddet ve dehşetiyle hücum ve savleti anında en ileri dereceye varan bürudetin dâhil-i saraya nüfuz edip tâ kabil-i tedavi ve telafi cerihalar ve zararlar tevlid etmemesi için irad buyurulan bu gibi bir derse bizler cidden eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtık. Zira bizler acz u za’fımızı düşünerek eyyam ve ahvalin sureten berraklığına aldanarak ne saray-ı manevîmizde ve ne de kisve-i cismimizde bir mühimmat tedarik etmeyerek lâkaydane bulunur idik. Şu mübarek Lem’aların nurlarıyla gaflet perdeleri yırtılarak havanın fırtınalı ve âtisinin çok tehlikeli ve pek zulümatlı olduğunu anlayarak şu Lem’anın tavsiyesi vechile vücuduma bir aba ve kalbime bir gıda ve gözüme bir fener edindim. Bu vesaya arasında “Ey kardeşlerim” hitab-ı müşfikane ve nida-i mütevazianelerini okuyup işittikçe “Lebbeyk yâ Hazret-i Üstad! Semi’nâ ve ata’nâ” icabet-i kemteranemle Rabbime malûm olan davette bulundum.

5- İşarat-ı Selâse namıyla müsemma seyf-i meslul tesmiye ettiğim risale-i ferîdelerinde nâkabil-i inkâr hakaik-i merude ve müdafaat-ı vakıaya karşı kimsenin şakk-ı şefe etmeğe mecali bulunmadığı pek vazıh ve gayet sarih ve delail-i kat’iyye ile müsbet, müddeîsiyle sabit ve yektalığıyla imtiyaz etmiş bir fıkra-i hakikattır. Bu eserde (Eski Üstad tabirini, Asıl Üstad nam-ı âlîsine kalb ederek) diyorum. Asıl Üstadımın şu ve şuna mümasil haklı ve hakikatlı müdafaatı tam yerindedir. Bu haklı beyanat-ı hârika bütün ruhlara ve bilhassa ruh-u fakiraneme çok zevkli ve hoş geliyor. Mezuniyet alsam, çoklara göstereceğim.

Hâlık-ı A’zam’a hesabsız şükürler olsun ki; bizim gibi kusurlu, hatalı, âciz kullarına ihsan-ı ale'l-ân olarak bir cisimde iki Üstad ihsan buyurdu. Yeni üstadımız marifet-i İlahiye ve mesail-i imaniyeyi talim eder, asıl üstadımız da ehl-i bid’a ve dalalete karşı müdafaa ilmini talim eder. Asıl Üstadımız celaliyle ittisaf eder, a’daya karşı zırhlı mücahid-i iman ve yeni üstadımız hikmetiyle ittisaf eder, yaran-ı ehl-i iman oluruz.

Aziz ve muhterem üstadım! Şimdiye kadar kıymetdar ve manidar ve cihandeğer lâyüadd eser-i giranbahalarınızla binler yabani ve meyvesiz ağaçları semeredar eşcara hakaik-i Kur’aniye aşısıyla aşıladınız ve hattâ koca hamam kütüklerini nemalandırıp mahsuldar bir halete ifrağ buyurdunuz, meşkûr olsun âmîn.

Talebeniz Hulusi-i Sani

م‮ . ‬ص

15. Parça[]

(Büyük Hâfız Zühdü’nün Risale-i Nur niyetiyle Risale-i Nur’un bir naşirine dair bir fıkrasıdır)

Üstad-ı Ekremim!

Cenab-ı Hak biz Risale-i Nur şakirdlerinin irşad ve ihlasını ehl-i dünyanın ikrah ve gayzını her iki tarafın iyiliği olmak üzere bin türlü mihnet ve meşakkat, garaib-i hal göstere göstere tâ Kürdistan’dan efendimi Isparta vilayeti halkına göndermiştir. Buradaki çektiğiniz mihnet ve meşakkat-ı a’danın lüzumsuzluğu hep biz yüzdendir. Fakat ehl-i dünya şahs-ı âlînize ihanet etmişlerse de, Risale-i Nur şakirdlerine çok büyük lütufta bulundular ve bulunmuşlardır. Onlar da efendimizi Risale-i Nur şakirdleri gibi görse ve bilseler idi, biz âcizlere efendim düşer mi ve düşürürler mi idi? Mülâkat olabilmek kabil olabilir mi idi? Hidayet yolu gösterici lem’aları yazmağa, hem-sohbet olmağa muvaffak olunabilir mi idi? Onun için bendeniz onlara da Allah’ın hidayeti yetişip an-karib irşada muhtaç bulunduklarını Rabbim bildirsin diye duacıyım. Şu halde efendimize lütuf buyurulan mücevherat-ı Kur’an-ı Hakîm’in hakaik ve dekaik tohumunun ziraat tarlası, Isparta vilayetinde meskûn ahalinin kalbi demek olur. Memur edildiğiniz vazife nihayet bulmamış olmalı ki, Ruh-ul Beyan sahibi İsmail Hakkı’nın söylediği nazmında “Gülistan olmayınca gül açmaz” dediği gibi açılmıyorsunuz, açıyoruz. Söylemiyorsunuz, söyletiyoruz. Her iki tarafa îcab ettikçe yedinizde mahfuz mücevherat neşretmedikçe memuriyetinize nihayet verilmiyecektir. Derdimizin büyüklüğünü dermanımıza gönderilen efendimin fazl u kemalinden anlıyorum.

Hâfız Zühdü

16. Parça[]

(Büyük Hâfız Zühdü’nün Risale-i Nur niyetiyle Üstadı hakkında zannına binaen yazdığı bir fıkrasıdır)

Ne bahtiyar yaratmış seni yaratan seni

Kendine nümune etmeyen delidir deli

Cenab-ı Hak lütfetmiş göndermiş bize

İnsaf edelim kendimize gelin ahali

Kâhyası değilim amma o işini görmüş

Ölümüzden evvel kendisi ölmüş

Zemm medih onlar lâzım değildir

Hakikatı o çok güzel görmüş

Gördüğü hakikatı göstermek ister

Zihnini işgal ettiği hep bu teşvişler

Islah-ı halka vücud hasretmiş

Gece gündüz Allah’tan tesirini ister

Hakikat yaratmış nümune-i nev-i beşer

Nefsin hastalıklarını nefisten seçer

Kabahat görmez setreder geçer

İstimsak edeni Cennet’e çeker

Cismi dünyada âhiret işi

Var mı kendine benzer söyleyen bir kişi

İsim müsemmada dâhil Bediüzzaman-ün Nursî

İki cihanda ayırma Zühdü müflisi

Beni kendine yâr et diye yalvardım

Hem gözünden öptüm kabul dedi kandım

Hâfız Ali’ye tezkire yazdı

Uhuvvet defterine geçtiğimi inandım

Bu fırsat her zaman elimize geçmez

Nedamet ederiz faide etmez

Şimendiferin hareketi belli değildir

Biletsiz insanı hem kabul etmez

Halka duacıyım hep var olsunlar

Söylediğim haktır kulağa koysunlar

Gösterdiğim tabib uzakta değil

Derdin dermanıdır gidip bulsunlar

Ben de derdli idim dermanı buldum

Nasihatlerinin çoğunu kulağıma koydum

Gün be-gün derdim sıhhat bulmakta

Tabib-i hâzıktır diye dellâl oldum

Vereme tutulmuş bütün insanlar

Tabib gönderilmiş kendilerini arar

Darb-ı mesel olmuştur

Talii yaver olanın yarasını yârı sarar

Yaşım elliyedi herşeyden geçtim

Mevcud eşyadan iyisini seçtim

Himmeti var olsun çok himmet etti

Kûşe-i vahdeti ihtiyar ettim

Vezinsiz mevzunsuz biraz söyledim

Dinlenir diye gönlümü eğledim

Aruz ilmiyle alâkam yoktur

Okuyana cehlimi izhar eyledim

Hâfız Zühdü

Hâşiye: Hem Yirmibeşinci Lem’anın kerameti, hem Hâfız Zühdü’nün ihlasına şehadet eden manidar bir tevafuk: Mektubunda ve bu fıkralarında hastalıktan ve doktorluktan ehemmiyetle bahsetmesi, aynen tam tamına bizim hastalar için yazdığımız yirmibeş devalı Yirmibeşinci Lem’anın te’lif zamanına tevafuk ediyor. Bu tevafuk, Hâfız Zühdü’nün bu defaki irtibatı pek ciddi olduğuna işarettir.

Said-ün Nursî

17. Parça[]

(Doktor Abdülbâki Bey’in bir fıkrasıdır)

Feyizyab, faziletlû, muhterem üstadım efendim hazretleri!

Yirmibeş devayı mücmel bu defa te’lif-i âlîlerini istinsah eylediğim Risale-i Nur hakkında bendenize tesir ettiği aşı doğrudan doğruya fikir, kalb ve ruhuma bir iksir-i şâfî olarak tesir eden aşının tereşşuhatı bir havuz teşkil eylediği cihetle, işbu havuzun sedlerini açmak tereşşuhatı seyelan-ı tabiîsine koymak bir mes’ele olmuştur.

Yirmibeş devayı sath-ı arz üzerine maddiyyun yirmibeş bin hekim-i onkoliyyun bir araya toplansa, bunları toplamak için yirmibeş bin lira sarfetmek isteyen milyoner fabrikatör, 26 sahifelik Risale-i Nur’un vereceği malûmatı ve hastanın maddî ve manevî, ruhî gıda ve teselli ve tedaviyi Risale-i Nur’un kadar veremez. Eceli yakın bir hastaya maddî bir takım tedabir ittihazıyla röntgen ve elektrik, hikemî ve kimyevî ilâçların tesiri muvakkat olduğu, nihayet tesirinin adem-i icrasıyla kat’î ölüm hasta hakkında vaki’ olacağı fennen tayin etmesiyle heyet-i mezkûrenin dağılması ve tedabir ve ilâçların ecele faidesi olmadığını bilen maddiyyun doktorlar Sâni’-i Hakîm’in yolcusudur derler. Madem zevilhayat için er ve geç yolculuk var. Yolun zorluğunu, karanlığın zulmetini bilen ehl-i iman için bir nur aramak çaresi var. O nuru intişar eden saadet-i ebediye için hazırlık öğreten Kur’an-ı Hakîm’in dellâlı ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın sünnet-i seniyesinin yardımcısı olan üstadım efendim hazretlerinin bu defa te’lif ettikleri risalede, hastalığa mübtela olanların derecesine göre amel-i sâlihlerinin artması, seyyiatlarının azalacağı ve bilhassa hastanın âfiyeti giderek Allah’tan gelen hastalığa şükreden bir mü’min kardeşin çektiği azab, işkence bir ecr mukabili olduğu, bir keffaret-üz zünub olduğunu âyet-i celile ve hadîs-i sahih kat’î olarak isbat eden böyle bir allamenin neşrini inanmak Allah’ın emrini inanmaktır. Biz ümmiler Arabça okumasını bilmeyen ve ibarelerini anlamayan biz cahillere, Allah’ın emirlerini öğretmekle mükellef ve farz-ı aynı îfa etmesiyle müdavim ve sünnet-i seniyeyi îza’ ve amelî eczasını aşılayan üstadımıza Rabbim uzun ömür ihsanıyla hizmet-i Kur’an ve sırr-ı iman hakkındaki vazifesine muvaffakiyetini Rabbimden temenni ediyorum. Cismimin zamanınıza yetişmesiyle, ruhumun üstadımdan terbiye almış olmasıyla Rabbime hamd ü sena ve şükrümü her an secdelerle niyaz ediyorum. Vaki’ olan kusurumun afvıyla duanıza muhtaç bulunduğumu arzeylerim efendim hazretleri.

Abdülbâki

18. Parça[]

(Risale-i Nur’un birinci şakirdlerinden İkinci Hulusi olan Sabri’nin Hastalar ve İhtiyarlar Risalesi münasebetiyle yazdığı bir fıkrasıdır.)

اَلسَّلاَمُ‮ ‬عَلَيْكُمْ‮ ‬وَ‮ ‬رَحْمَةُ‮ ‬اللّهِ‮ ‬وَ‮ ‬بَرَكَاتُهُ‮ ‬اَيُّهَا‮ ‬اْلاُسْتَادُ‮ ‬اْلاَعْظَم

Üstad-ı âlîkadrim, efendim hazretleri!

En son te’lif ve neşir buyurulan iki risalenin kıymet ve derece-i ehemmiyeti müsellem olup, bu hakir gibi nice kimseler birleşseler yine hakkıyla kıymet ve meziyetini ifade etmiş olamazlar. Şu kadar var ki; bu bâbda birkaç cümlecikler yazayım ki; kalb ve ruhumun el yetişmez ve göz görmez köşelerinde zamanın mülevves kasırga ve muhrib fırtınalarıyla kirlenip paslanan ve çürüme haline gelen o kalb çarklarını yıkayıp yağlayıp, silip tathir edip işleten Risale-i Nur’un verilmesi madem bizlere lâyık olmadığımız halde bir fazl-ı İlahiye ve eltaf-ı Sübhaniyedir. Binaenaleyh birçok hata ve kusurla beraber pîşgâh-ı üstadanelerine arz kılınan bir-iki cümlelik maruzat, şu niam-ı İlahiye ve tevfikat-ı Samedaniyeye bir hamd ü şükr yerini tutsun emel ve gayesiyle derim ki:

Risalet-ün Nur’un hadsiz ehl-i imanı tenvir ve tefeyyüze sevk ve birçok kulûb-ü mecruhayı tedavi eylediği hengâmda, nisbeten ve bizzarure tam istifade edemeyen esir-i firaş hastalarla âciz ihtiyarların nâ-ümid ve me’yusane vaziyetleri mûcib-i rikkat ve merhamet hallerine bir nazar-ı müşfikane ile nazar buyurarak onların da müteselli ve rahmet-i İlahiyeden ümidlerini kesmemeleri ve belki şükretmelerini tefhim ve telkin ve hakikat-ı halin böyle iktiza ettiğini bir iksir-i bînazir olan lemaat-ı Kur’aniye ve ehadîs-i Nebeviyeden zübde edilmiş hakaik-i mütenevvia ile taze bir hayat-ı maneviyenin bahşedilmiş olduğunu tebşir ile hayat-ı uhreviyeye en yakın bir konak mahalli olan hastalık ve ihtiyarlığa hemen çoklar namzedliklerini ilân ediyorlar. Şu risalelerin zengin ve rengin muhteviyatı herkese hoş gelecek bir keyfiyettir. Zira herkes hastalık ve ihtiyarlık makamlarına bieyyi-hal mihmandar olacaktır. Ve hem hiçbir ferd tasavvur edilemez ki, gerek bizzât ve gerekse bil’izafe hastalıktan ve ihtiyarlıktan salim bulunsun. Bununla beraber insanlık davasında bulunan bir kimse alâküllihal hem cinsinin sürur, âlâmıyla müteellim ve müteessir olması kavanin-i beşeriyet mukteziyatından olmakla bizzât veya bittebaiye ihtiyarlık ve hastalıkla alâkadardırlar. Binaenaleyh her alâkadar insan da 25 ve 26’ncı tebşirli Lem’alardan nur alır ve ziyadar olabilir. Kezalik şu Lem’alar, bir nevi hastalık ve ihtiyarlığı ihtar eden ve zîşuuru مُوتُوا‮ ‬قَبْلَ‮ ‬اَنْ‮ ‬تَمُوتُوا sırrına mazhar eden mesaib-i gûna-gûnu ehl-i imana tefhim buyurarak şu dâr-ı fâninin müştakane arzu edilecek bir yüzü olmadığını ve ne derece gaddar ve mekkâr olduğunu vazıhan gösteren şu âsârın bâkir ve kıymetdar beyanatı, umum ehl-i imanı mest ü hayran edecek bir mahiyette olup sanki hakaik-i bedia-i Kur’aniye ve hikemiyat-ı latife-i Peygamberiyeyi bu risaleler ihtiva etmişler. Şu fikir ve kanaat ise hamden lillahi teâlâ her risalede aynı şekilde ve herkeste ve her zaman tecelli ve tezahür ediyor. Şu hal ise nuranî Sözlerin menba’ ve me’hazı olan Kelâm-ı İlahî ve hadîs-i Nebevînin ulviyet ve kudsiyetlerinin en zahir ve bariz bir delilidir derim. Ve bilhassa bu onüç rica, onüç asırlık teraküm etmiş elem-i kederi ehl-i imanın kalblerinden izale ve yerine iman dolmuştur. Mübarek dest ü damen-i ekremîlerini öpmekle maruzatıma hatime çekerim efendim hazretleri.

19. Parça[]

(Hâfız Ali, Mes’ud, Lütfü ve Hâfız Mustafa’nın fıkrasıdır)

Pek sevgili ve müşfik üstadım efendim!

Bundan bir-iki gün evvel irsaline inayet buyurulan yirmibeş devanın zahirî kerametkârane bir vakıasından mütehassis bulunduğum bir hâlâtı min-gayr-i haddin arzedeceğim:

Muhterem efendim! Cenab-ı Hakk’ın tevfikiyle Risale-i Nur’a haddim ve istidadım nisbetinde anlamaya başlayalı herhangi bir risale elimize geçmişse, o risaleye temas eden ruhî, halî, kalbî çok ihtiyaçlarımızdan o risalenin binde bir hakaikine temas etmekle risalenin küllî hakikatlarını seçemeyerek yalnız o bir hakikatta boğulur, o ziyadan gözlerimiz kamaşarak başka ziyalarını göremez. Bütün sadedimiz binde bir ve küllîde cüz’î olduğunu yakînen görüyordum. Mezkûr davalar küllî bir hazine, yemişlerle dolu bir bahçe, Hazret-i Lokman’ın istimal ettiği bir eczahane nev’inden bütün ihtiyaçlarımız içinde elhamdülillah bulunuyor. Nimeti ihsan buyuran Mün’im-i Hakikî iştiha ihtiyacını da tamamen vermesi, nimet gibi aynı bir nimet olması gibi devaların zuhuru anında vücudumda bir hastalık ve ayağımda bir yara peyda oldu. Az muztar bir halde iken, kardeşlerim Sabri ve Süleyman Efendiler devaları getirdiler. Okumağa başladık. Her deva teşhis ettiği âlemi öyle tenvir ve uhrevî nimetlerle öyle zengin yapıyordu ki, insanın kalbi her âlemde bir hissem olsa diyordu.

20. Parça[]

Alvarlı Muhammed Lütfî Efendi'nin Mektubudur.


Dest-gîr’in dâreynde, Hazreti Allah ola

Pîşrevin Nûr-i hüdâ, feyz-i Resûlullah ola.

Haza min fadl-ı Rabbi


Bediüzzaman nâmıyla teşehhür eden, zâtı âl-i kadrin, himmet-i merhametlerini hakk-ı âcizânemde celb etmeniz, dünya ve mâfiha değer.


Yâdigâr-ı Fahr-i Âlemdir o zat, bu ümmete,

Nâil ettin dû dîdem sen bizi, bu himmete,

Kaddesallahu sirrehu ve ahsenehu birrehu

Bu meydân-ı hidayette nice bir şîr-i ner var

O zât-ı âli kadr-veş bize bugün siper var.


Cenâb-ı Zülkerem, O Zât-ı Muhteremin ömr-i zî saadetlerini bu Ümmet-i Muhammed’e sâyebân olması için, lütf-u keremiyle uzun ömürle muammer buyursun ve sizler gibi bir yâr-ı Sâdıkın sıdk-ı sadâkatini müzdâd ederek, o Zâtın feyzinden istifade etmeye müyesser buyursun, âmin!

Yâr-ı vefâdarım, muhabbet-i iktisârım Hulûsî Bey!

Baddesselam vedduâ:

Cümle ihvan-ı îmaniyle beraber cânâ seni dilşâd ede, Hazret-i hak nur-ı basar.

Bu tarafta olan ihvân-ı din, sizin selamınızı müteşekkirâne aldıkları gibi, o zât-ı âli kadrin de göndermiş olduğu merhamet-i selamlarını can beraberi kabul etmişlerdir.

Muhammed Lütfî

(Rahmetullahi Aleyh)

21. Parça[]

Alvarlı Muhammed Lutfi Efendinin Mektubudur

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ

Hâlde hâldaşım, yolda yoldaşım, dinde kardeşim Muhammed Hulûsi Efendi Kardeşim!

Hamden lillâh, Nur-u tevhid, yâr-ı gârındır senin

Nur-u tevhid, nur-u didem, dilde yarındır senin.

Rahm-i Rahmân ez-ezel tâ be-ebed İhsân-ı Hak.

Mahza fadlından, Hüdaya bâki vârındır senin.

Bir Kerîmdir, bir Rahimdir, Bir Hakîmdir Zülcelâl,

Kerem-i fadl-ı ilâhî, yâr-ı ğârındır senin.

Nice hamd etmek gerektir, Lütfî’yâ bu ni’mete.

Gübâr-ı kadem-i cânân müşkbârındır senin.

Biinâyetillâhi teâla meyân-ı Ümmet-i Muhammed’de Şem’a-i hidayet nurunu füruzân eden bir Zât-ı âli kadrın huzur-u saa-detine nâ-mı kemteranemi tahrir ile, tezekkürde bulunduğunuz ve bize hüsn-ü himmetlerini celb ve selamlarını tebliğiniz, kıymet-i dünya ve mâfihâ olan eşyadan değerlidir. Ol zât-ı âli kadrin himmetlerini istirhamda, bir bende-i âciz ve bir müznib-i kemterim. Ol babda himmetlerine havale.

Esselam ey şem’a-i nûr-u hidayet Esselam

Esselam ey matla-i mihr-i saadet Esselam.

Gülbin-i tevhidde gonca-i hemrâh,

Muhammed Hulûsî Efendi Kardaş,

Nur-u tevhid ise, dilde dilârâ,

Bir Hak nüma zâta olmuşsun yoldaş,

Tuttuğun dâmeni elden bırakma,

İlm-i Ledundan olmuşsun sırdaş,

Kerem-i Kerîme bu mazhariyet,

Bir kadr-i vâlâya olduğun haldaş,

Hamd eyle Mevlaya rû-ber-zemin ol,

Nâ ehle esrarı eyleme sen fâş.

Muhammed Lütfi (R.A.)

Envâr-ı dûdidem, birâder-i bergüzidem

Muhammed Hulûsî Efendi kardaş!

Bâdesselam veddua e’azzeke-llâhu fiddareyn

Hasta dilânın derdine derman eder Allah.

Allah diyenin affına ferman eder Allah.

Her kim ki der-i dergâh-ı İlâhîde sâil

Sıdk ile yapışanlara ihsan eder Allah.

Âşık ile ma’şûk bâzârı bizlere mektum,

İsmaili suretâ kurban eder, Allah.

Hafîz ism-i şerifine olan mazhar efendinâ

Kerem-i Kerîmi gözle, açar hurşidveş (Hâşiye 1[3]) ma’na

Bu kanun-u ezelîdir, belâ ehl-i velayete

Olup âşık-ı belâ, âhir olur bir gonca-i rânâ

Hüda dostlarını dâim belâya müptela eyler.

Belânın âhiri baldır, Hayat-ı ebedî cânâ

Belâ ile bulan buldu Velayı (Hâşiye 2[4]), her dü âlemde.

22. Parça[]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا

Aziz, Sıddık ve Faal Ağabeyimiz Hulûsî Bey

Mübârek mektubunuzu aldığımız aynı anda: Üstadımız hasta olduğu halde, hilâf-ı adet olarak, odamıza gelip mektubunuzu okudu. Ruhu ferahladı ve dedi ki:

Hulûsî her sabah benim yanimdadır. Nasılki Emirdağı’nda yirmi sene sonra görüştüğümüz vakit, yirmi gün evvel görüşmüş gibi, yakınlık hissetmiştim. Şimdi de, on gün evvel görüşmüşüz gibi geldi.

Mâşâallah eski zamanda kahramanca hizmet yapan Hulûsî Bey, aynı hizmetine devam ediyor. Onun bu seyahatını, ben yapmışım gibi kabul ediyorum. Ben Eskişehir’e gelmek istiyordum. Hulûsî benim bedelime gitmiş.

Şimdi iki, üç mühim mes’elemiz var, eğer bu olmasaydı, ya Hulûsî’yi yanıma çağıracaktım. Veya ben onun yanına Urfa, Diyarıbekir havalisine gidecektim. İnşâallah bu ziyareti kaza edeceğiz, dedi.

Üstadımız hem size, hem oradaki kardeşlerimize çok selam ve duâlar edip, duâlarınızı istiyor. Biz de çok selam ve hürmetler eder, duâlarınızı bekleriz.

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşleriniz

Ceylan, Bayram, Zübeyr

23. Parça[]

-Huzur-u fâzılanelerine-

Üstad-ı faziletmeabım efendim hazretleri..

Cenab-ı Kibriya'nın sanayi-i garibe ve harikasından olan nebatatın mütenevvi-ül-ecnas ve muhtelif-ul-eşkal sanat ve hikmet ve kudretini en ulvi ve en parlak bir nida ile ilan eden bilumum mahsulatın neticeleri olan meyvelerinin bir kısım meşherinin hücre-i kerimanelerinde müşahede edildiği ve onlar meyanına şu mübarek mahsulün dahi ilavesi diğerlerinin natık bulunduğu cilve-i esma ve evsaf-ı ilâhiyeyi tekrar edeceğinden huzur-u fazılanelerine takdime ictisar ve bilvesile dest ve damen-i fazılanelerini bûs ederim efendim.

Aciz talebeniz

Hulûsi-i Sani

  1. Gavsın (K.S) Hulûsî’ye; Muhlis nâmını vermesi tam yerindedir.
  2. Konya Müftüsü demiş: Bu asırda Bediüzzaman kayboldu, Kur’an kayboldu. Ben de derim: Said fânidir, fakat Mektubat ve Sözler’i bâkidir.
  3. Hurşid veş: Güneş gibi
  4. Vela’: Şer’an aşkdan ve dostluktan hâsıl olan karâbet-i hükmiye
Advertisement