Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Önceki Risale: Dördüncü Parça: 29.Mektubun 4.KısmıRumuzat-ı Semaniye

Bakınız

D
İşaret-ül İ'caz
İşâret'ül İ'caz
İşarat'ül-İ'caz/Bakara Suresi 21-22. âyetler
Beşinci Parça (Rumuzat-ı Semaniye)
İİ

Bakınız

D
tevafuk. Tevafukat. Kur'an'da tevafuk. RNK/Tevafuk. Risale:Beşinci Parça (Rumuzat-ı Semaniye)

Bakınız

D. {{Alıntı|konum=sağ|{{RNK}}|10px|30px}}
<div style="font-size:150%;">'''Büyük Punto'''</div> Şablon:Risale bakınız


RNK şablon sayfası
Arapça font problemi

Risale
Risale:Risale
Risale:Risale-i Nur

Hizb ve dualar
Risale:Hizb'ül Ekber-in Nuri
Risale:Hizb-i Azam-ı Kur'anî
Risale:Hizb-i Nur'il Ekber (Zülfikar)
Risale:Hizb-ül Hakaik
Risale:Hizb-ül Mesnevi-ül Arabi
Risale:Celcelutiye
Risale:Cevşen-ül Kebir
Risale:Cevşen-ül Kebir (Hizb-ül Hakaik)
Risale:Çocuk Taziyenamesi (Siracünnur)

Risale: Mukaddime (Muhakemat)
Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Makaleler (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Lemeat'tan (Kastamonu)
Risale:Teşhis-ül İllet (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Divan-ı Harb-i Örfi (Asar-ı Bediiyye)
Risale:İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Mektubat)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Tarihçe-i Hayatın Zeyli (Asar-ı Bediiyye)
Risale
Risale:Hutbe-i Şamiye
Risale:Hutbe-i Şamiye (Asar-ı Bediiyye)

RNK : Risale-i Nur Külliyatı’ndan
Kuran:Kur'an .
Risale:Evrad .
Risale:33 Hadis .
Risale:Hazret-i Üstadın Tashih ve Tasarrufları Hakkında (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Vukufsuz Ehl-i Vukufa Cevap (Asar-ı Bediiyye)
Tüm risaleler :
Risale:Risale-i Nur :
Evrad
Büyük boy kitaplar:
Sözler - Mektubat - Lem'alar - Şuâlar - Tarihçe-i Hayat - İşarat-ül İ'caz - Mesnevi-i Nuriye - Asâ-yı Musa - Barla Lahikası - Kastamonu Lahikası - Emirdağ Lahikası-1 ve Emirdağ Lahikası-2 -Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Mesnevi-i Nuriye
*İ’tizar
*Mukaddime
*Lem'alar Risalesi
*Reşhalar
*Lasiyyemalar
*Katre
*Hubab
*Habbe
*Zühre
*Zerre
*Şemme Risalesi
*Onuncu Risale
*Şule
*Nokta
*Münderecat Hakkında
*Fihrist
Orta boy kitaplar:Muhakemat - İman ve Küfür Muvazeneleri
Küçük boy kitaplar: Âyet-ül Kübrâ - Bediüzzaman Cevap Veriyor - Divan-ı Harb-i Örfî - Elhüccet-üz Zehrâ - Ene ve Zerre Risalesi - Esma-i Sitte - Gençlik Rehberi - Hakikat Nurları - Hanımlar Rehberi - Hastalar Risalesi - Haşir Risalesi - Hizmet Rehberi - Hutbe-i Şamiye - İçtihad Risalesi - İhlas Risalesi - İhtiyarlar Risalesi - İman Hakikatleri - Konferans - Küçük Sözler - Lâtif Nükteler - Meyve Risalesi - Miftâh-ul İman - Mi'rac ve Şakk-ı Kamer Risaleleri - Mirkat-üs Sünnet - Mu'cizât-ı Ahmediye - Mu'cizât-ı Kur'aniye - Münâcât - Münazarat - Nur Aleminin Bir Anahtarı - Nur Çeşmesi - Nur'un İlk Kapısı - Otuz Üç Pencere - Rahmet ve Şefkat İlaçları - Ramazan-İktisat-Şükür Risaleleri - Sünuhat-Tulûat-İşârât - Sünuhat - Tulûat - İşârât Sünuhat - Tulûat - İşârât Tabiat Risalesi - Uhuvvet Risalesi - Üstad Hz.'nin Hulusi Ağabeye Gönderdiği Mektuplar - Üstad Hazretlerinin Mehmet Kayalar Ağabeye Gönderdiği Mektuplar Yirmi Üçüncü Söz - Zühret-ün Nur
Diğer risaleler ve parçalar: Âsâr-ı Bedîiyye - Tılsımlar - Sirac-ün Nur (*3. Şua (Münacat Risalesi) 25. Lem'a (Hastalar Risalesi) 25. Lem'a'nın Zeyli 17. Mektub (Çocuk Taziyenamesi) 26. Lem'a (İhtiyarlar Risalesi) 26. Lem'a'nın Zeyli 21. Mektub 4. Şua (Ayet-i Hasbiye Risalesi) 13. Lem'a (Hikmet-ül İstiaze Risalesi) 33. Mektup (Aynı Zamanda 33. Söz Pencereler Risalesi) Eski Said'in Yeni Said'e İnkılabı Zamanındaki Hazin Münacatı 12. Şua (Denizli Müdafaanamesi) 5. Şua Hasan Feyzi'nin Manzumesi)- Fihrist Risalesi - Zülfikâr - Ta'likât #Kızıl İcaz #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Abdurrahman) #28. Mektup'un 6. Meselesi (Vehhabi meselesi) #18. Lem'a #Şualar, 14. Şua, Hata-Savab Cedveli #Maidet-ül Kur'an (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #Hazinet-ül Bürhan (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #İnna A'tayna'nın Sırrı #Gayrı Münteşir (Neşredilmemiş) Kısımlar *Gayrı Münteşir Mektuplar *Risalelerden Gayrı Münteşir Kısımlar *Barla Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Kastamonu Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-1 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-2 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Denizli Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar *Afyon Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar #Risale:Müdafaat Üstad Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaaları ve Resmi Makamlara Dilekçeleri *Birinci Millet Meclisinde Neşredilen Beyanname *Barla ve Isparta Hayatı (1926-1934) *Eskişehir Mahkemesi (1935) *Isparta ve Denizli Mahkemesi (1944) *Denizli Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Denizli Hapsinden Sonra) *Afyon Mahkemesi (1948 - 1949) *Afyon Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Afyon Mahkemesi Kararnamesi *Temyiz Mahkemesi *Temyiz Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Afyon Hapsinden Sonra) *Urfa Ehl-i Vukufuna Cevap (1951) *Gençlik Rehberi Mahkemesi (1952) *Samsun Mahkemesi (1952 *Isparta Mahkemesi (1956) *Emirdağ Hayatı (Isparta Mahkemesinden Sonra) *Diğer Talebe Müdafaaları
#İşarat-ül İ'caz (A. Badıllı Tercümesi) İşarat-ül İ'caz اشارات الاعجاز فى مظانّ الايجاز İşarat-ul İ'caz KUR'AN'IN ÎCÂZ YERLERİNDEKİ İ'CÂZ İŞARETLERİ *Mütercimin İzahları *Mukaddeme *Fatiha Suresi Tefsiri *Bakara 1: Huruf-u Mukattaa *Bakara 2: Kur'anın Hidayeti ve Şüphesizliği *Bakara 3: Allaha İman - Namaz - Zekat *Bakara 4: Kitaplara ve Ahirete İman *Bakara 5: Müminlerin Hidayeti ve Felahı *Bakara 6: Küfrün Mahiyeti *Bakara 7: Kalplerin Mühürlenmesi *Bakara 8: Münafıklar Bahsi *Bakara 9-10: Münafıkların Aldatması *Bakara 11-12: Münafıkların Fesad Çıkarması *Bakara 13: Münafıkların İmanda İkiyüzlülüğü *Bakara 14-15: Münafıkların Müminlerle Alay Etmesi *Bakara 16: Hidayeti Verip Dalaleti Satın Almaları *Bakara 17-18: Münafıklar Hakkında Ateş Temsili *Bakara 19-20: Münafıklar Hakkında Yağmur Temsili *Bakara 21-22: İbadet ve Tevhid Bahsi *Bakara 23-24: Nübüvvet Bahsi *Bakara 25: Cennet Bahsi *Bakara 26-27: Temsil Bahsi *Bakara 28: Yeniden Yaratılış *Bakara 29: Yedi Kat Sema Bahsi *Bakara 30: Hilafet-i İnsaniye *Bakara 31-33: Talim-i Esma *İstikbalin Hâkim-i Mutlakı Kur'andır
#Mesnevi-i Nuriye (A. Badıllı Tercümesi) Risale-i Nur Külliyatından Mesnevî-i Nuriye (Türkçe Tercümesi) Müellifi Bediüzzaman Said-i Nursî Mütercim: Abdülkadir Badıllı Tenbih: (Mesnevî-i Nuriye) ismi, Türkçe tercümesine Hz. Üstad tarafından konulmuştur. Arapça ismi her ne kadar "El-Mesneviyy-ül Arabiyy-ün Nurî'dir. İsim, ism-i müzekker olduğundan, Mesnevî'den sonra (Nuriye) değil, (Nurî) gelmesi lâzımdır. Fakat bu sıfat Türkçe telaffuzunda ağır ve nâmüsta'mel bir sıfat olduğu gibi; "El-Mesneviyy-ül Arabî Li-r Resail-in Nuriye" yani, "Nur Risalelerinin Arabî Mesnevîsi" manasında dahi olduğu için, "Risale"nin müfredi veya Risalelerin cem'i için sıfat olarak Nuriye gelmesi lâzım olduğundan "Mesnevî-i Nuriye" ismi tam yerindedir. (Mütercim) *Takdimler, Mukaddeme, Tenbih, İhtar, İtizar *Lem'alar *Reşhalar *Lasiyyemalar *Katre *Katrenin Zeyli *Habab *Hababın Zeyli *Habbe *Habbenin Zeyli *Habbenin Zeylinin Zeyli *Zehre *Zehrenin Zeyli *Zerre *Şemme *14. Reşha *5. Ders *Şule *Şulenin Zeyli *Nur *Kızıl İcazdan Bazı Parçalar
#Rumuzat-ı Semaniye Bu risalenin sebeb-i telifi, Kur’ân’ın tercümesini Kur’ân yerinde camilerde okutmak olan dehşetli suikastına karşı bir nevi mukabeledir. Ziyade tafsilât ve lüzumsuz bahisler girmiş. Fakat o mücahidâne ve heyecanlı mukabelede kıymettar bir gaybî anahtarı hissedip meczubâne arattırmak içinde, lüzumsuz tafsilât ve zaif ve pek ince emareler dahi girmiş. Kalbime geldi ki: Yirmi Dokuzuncu Mektubun gayet ehemmiyetli ve lüzumlu ve parlak ve îcazlı olan Birinci Makamı, bu İkinci Makamın bütün kusûratını ve israfatını affettirir. Ben de kemâl-i sürurla şükrettim, o kusurları unuttum. *Birinci Parça: 28.Mektubun 7.Meselesinin Hatimesi *İkinci Parça: 28.Mektubun 8.Meselesi *Üçüncü Parça: 29.Mektubun 3.Kısmı *Dördüncü Parça: 29.Mektubun 4.Kısmı *Beşinci Parça: 29.Mektubun 8.Kısmı
#Tefekkürname: 29. Lem'a-yı Arabî #Arabî Münacat Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Otuz birinci Lem'a'nın Üçüncü Şuaı olan Risale-i Münacattan Arabi bir parçadır. Gelen âyet-i uzmanın A'zamî bir tefsiridir." dediği Arapça bir münacat. #Arabi El-Hüccet-üz Zehrâ Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Çok ehemiyetli Arabi bir risaleciktir. El hüccet-üz zehrâ risalesinden bir kısmının bir hülasasıdır" dediği Arapça bir parça. #Hizb-ül Mesnevi-ül Arabî: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Risale-i Nur'dan ehemmeyetle intişar eden Arabî Mesnevi-i Nuriye'nin içindeki kıymettar risalelerde eski Said'in yeni Said'e inkılabı zamanında dergh-ı ilahiyeye karşı münacatları, istiğfarları, tesbihatları ilm-el yakin derecesinde imanî şehadetlerinden parçalardır" dediği Arapça bir parça. #Ettefekkür-ul İmaniyyür Refi': Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'nin İkinci Babı olarak te'lif edilmiştir. 29. Lem'a'daki kısım ve meali için 'buraya', Şualarda geçen ve bir kısmının Abdülmecid abi tarafından yapılan tercümesi için 'buraya' bakabilirsiniz. #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Hamza) #Kur'an Hattı Risaleler #Ayet ve Hadis Mealleri
S=Risale:Sözler . SÖZLER . Birinci Söz . İkinci Söz . Üçüncü Söz . Dördüncü Söz . Beşinci Söz . Altıncı Söz . Yedinci Söz . Sekizinci Söz . Dokuzuncu Söz . Onuncu Söz . On Birinci Söz . On İkinci Söz . On Üçüncü Söz . On Dördüncü Söz . On Beşinci Söz . On Altıncı Söz . On Yedinci Söz . On Sekizinci Söz . On Dokuzuncu Söz . Yirminci Söz . Yirmi Birinci Söz . Yirmi İkinci Söz . Yirmi Üçüncü Söz . Yirmi Dördüncü Söz . Yirmi Beşinci Söz . Yirmi Altıncı Söz . Yirmi Yedinci Söz . Yirmi Sekizinci Söz . Yirmi Dokuzuncu Söz . Otuzuncu Söz . Otuz Birinci Söz . Otuz İkinci Söz . Otuz Üçüncü Söz . Lemeat . Konferans . Fihrist
M=Risale:Mektubat . MEKTUBAT . Birinci Mektup . İkinci Mektup . Üçüncü Mektup . Dördüncü Mektup . Beşinci Mektup . Altıncı Mektup . Yedinci Mektup . Sekizinci Mektup . Dokuzuncu Mektup . Onuncu Mektup . On Birinci Mektup . On İkinci Mektup . On Üçüncü Mektup . On Dördüncü Mektup . On Beşinci Mektup . On Altıncı Mektup . On Yedinci Mektup . On Sekizinci Mektup . On Dokuzuncu Mektup . Yirminci Mektup . Yirmi Birinci Mektup . Yirmi İkinci Mektup . Yirmi Üçüncü Mektup . Yirmi Dördüncü Mektup . Yirmi Beşinci Mektup . Yirmi Altıncı Mektup . Yirmi Yedinci Mektup . Yirmi Sekizinci Mektup . Yirmi Dokuzuncu Mektup . Otuzuncu Mektup . Otuz Birinci Mektup . Otuz İkinci Mektup . Otuz Üçüncü Mektup . İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz . Hakikat Çekirdekleri . Gönüller Fatihi Büyük Üstada . Fihriste-i Mektubat . Hakikat Işıkları . Dua
L=Risale:Lem'alar . LEM'ALAR . Birinci Lem'a . İkinci Lem'a . Üçüncü Lem'a . Dördüncü Lem'a . Beşinci Lem'a . Altıncı Lem'a . Yedinci Lem'a . Sekizinci Lem'a . Dokuzuncu Lem'a . Onuncu Lem'a . On Birinci Lem'a . On İkinci Lem'a . On Üçüncü Lem'a . On Dördüncü Lem'a . On Beşinci Lem'a . On Altıncı Lem'a .On Yedinci Lem'a . On Sekizinci Lem'a . On Dokuzuncu Lem'a . Yirminci Lem'a . Yirmi Birinci Lem'a . Yirmi İkinci Lem'a .Yirmi Üçüncü Lem'a . Yirmi Dördüncü Lem'a . Yirmi Beşinci Lem'a .Yirmi Altıncı Lem'a . Yirmi Yedinci Lem'a . Yirmi Sekizinci Lem'a .*Yirmi Dokuzuncu Lem'a . Otuzuncu Lem'a . Otuz Birinci Lem'a .Otuz İkinci Lem'a . Otuz Üçüncü Lem'a . Münâcat .Fihrist . Dua
Ş=Şualar .Risale:Şuâlar . ŞUÂLAR . İkinci Şuâ . Üçüncü Şuâ .Dördüncü Şuâ .Altıncı Şuâ . Yedinci Şuâ . Dokuzuncu Şuâ . On Birinci Şuâ . On İkinci Şuâ . On Üçüncü Şuâ . On Dördüncü Şuâ .Beşinci Şuâ . On Beşinci Şuâ . Birinci Şuâ . Sekizinci Şuâ *Yirmi Dokuzuncu Lem’a’dan İkinci Bab . Eddâî .Dua . İçindekiler
TH =Risale:Tarihçe-i Hayat . BEDÎÜZZAMAN SAİD NURSÎ TARİHÇE-İ HAYATI . Ön Söz .Giriş . İlk Hayatı . Barla Hayatı . Eskişehir Hayatı .Kastamonu Hayatı .Denizli Hayatı .Emirdağ Hayatı - Afyon Hayatı - Isparta Hayatı - Hariç Memleketler - Bedîüzzaman ve Risale-i Nur - Dua - İçindekiler
İİ. İŞARATÜ’L-İ’CAZ . Risale:İşarat-ül İ'caz . Tenbih . İfadetü’l-Meram . Kur'an'ın Tarifi . Fatiha Suresi . Bakara Suresi 1-3. âyetler . Bakara Suresi 4-5. âyetler . Bakara Suresi 6. âyet . Bakara Suresi 7. âyet . Bakara Suresi 8. âyet - Bakara Suresi 9-10. âyetler . Bakara Suresi 11-12. âyetler . Bakara Suresi 13. âyet . Bakara Suresi 14-15. âyetler . Bakara Suresi 16. âyet . Bakara Suresi 17-20. âyetler . Bakara Suresi 21-22. âyetler . Bakara Suresi 23-24. âyetler . Bakara Suresi 25. âyet Bakara Suresi 26-27. âyetler . Bakara Suresi 28. âyet Bakara Suresi 29. âyet . Bakara Suresi 30. âyet . Bakara Suresi 31-33. âyetler . Ecnebi Feylesofların Kur’an Hakkındaki Beyanatları . Mehmed Kayalar’ın Bir Müdafaası . Dua . Fihrist
MN= MESNEVÎ-İ NURİYE . İ’tizar . Mukaddime . Lem'alar Risalesi . Reşhalar . Lasiyyemalar . Katre . Hubab . Habbe . Zühre . Zerre . Şemme Risalesi . Onuncu Risale . Şule - Nokta . Münderecat Hakkında - Fihrist
AM=ASÂ-YI MUSA: Risale:Asa-yı Musa .Mukaddimat - Asa-yı Musa’dan Birinci Kısım - Birinci Mesele - İkinci Meselenin Bir Hülâsası - Üçüncü Mesele - Dördüncü Mesele - Beşinci Mesele - Altıncı Mesele - Yedinci Mesele - Sekizinci Meselenin Bir Hülâsası - Dokuzuncu Mesele - Onuncu Mesele - On Birinci Mesele - Asa-yı Musa’dan İkinci Kısım - Birinci Hüccet-i İmaniye - İkinci Hüccet-i İmaniye - Üçüncü Hüccet-i İmaniye - Dördüncü Hüccet-i İmaniye - Beşinci Hüccet-i İmaniye - Altıncı Hüccet-i İmaniye - Yedinci Hüccet-i İmaniye - Sekizinci Hüccet-i İmaniye - Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye - Onuncu Hüccet-i İmaniye - On Birinci Hüccet-i İmaniye - Fihrist
BL BARLA LÂHİKASI- Risale:Barla Lahikası - : Takdim - Yedinci Risale olan Yedinci Mesele - Mukaddime - Yirmi Yedinci Mektup ve Zeylleri - Yirmi Yedinci Mektup'un Zeyli ve İkinci Kısmı - İkinci Zeyl - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Zeyli - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylin Nihayetidir - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (1) - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (2) - Kastamonu ve Emirdağ'da Yazılan Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 1 .Risale:Emirdağ Lahikası-1 . Yirmi Yedinci Mektup’tan Takdim - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 2: Risale:Emirdağ Lahikası-2 . Yirmi Yedinci Mektup’tan (Emirdağ’ında ve Isparta’da Son İkametlerinde Yazılan Mektuplardır) Giriş - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
KL Risale:Kastamonu Lahikası. Yirmi Yedinci Mektup’tan KASTAMONU LÂHİKASI: Takdim - Lemeat'tan Önceki Mektuplar - Lemeat'tan - Lemeat'tan Sonraki Mektuplar
STG SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-1 *Birinci Şuâ *Sekizinci Şuâ *On Sekizinci Lem'a *Yirmi Sekizinci Lem'a *Sekizinci Lem'a *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-2 *Dua

Beşinci Parça (Rumuzat-ı Semaniye)

Yirmidokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmı

Sekiz Remizdir

-Latif ve Yüksek ve Şüphesiz bir tevâfuk-

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Sekizinci Kısım Olan "Rumuzat-ı Semaniye": "Sekiz Remiz"dir, yani sekiz küçük risaledir. Şu remizlerin esası, İlm-i Cifrin mühim bir düsturu ve ulum-u hafiyenin mühim bir anahtarı ve bir kısım esrar-ı gaybiye-i Kur'aniyenin mühim bir miftahı olan tevâfuktur."

Birinci Remiz[]

Altı Remizdir

Birinci Remiz[]

İşarat-ül İ'caz tefsîrinde tevâfuk sûretinde latif bir işaret-i i'câziyeyi gördük. O işaratı beyandan evvel bir Mukaddime;

Kudsi bir şeyin zarfı ve kılıfı arızi bir kudsiyet aldığına binaen ve tevâfukta bir işaret-i kudsiye gördüğümüzden tevâfuk nazarımızda bir kudsiyet kesbetmiştir. Hem tevâfuk, alamet-i tevfîk olduğu için nazarımızda mübarek olmuştur. Hem tevâfuk ittifaka işaret, ittifak ise ittihada emare, ittihad ise vahdete alamet, vahdet ise tevhide delalet, tevhid ise Kur'an'm dört esasından en mühim bir esası olduğundan tevâfuk nazarımızda yüksek bir meziyet almıştır. Hem tevâfuk şevki tezyid ve kelamı tezyin ettiğinden nazarımızda güzelleşmiştir. Ve İşarat-ül İ'caz tefsîri eski Harb-i Umuminin birinci senesinde cephe-i harpte ateş içinde müracaat edilecek bir kitap olmadığı halde ani bir sûrette âyât-ı Kur'aniyeden tereşşuh eden nüktelere dair yazılmıştır. O zaman her vakit şehid olmaya hazırlandığımızdan ve şehadeti beklediğimizden o tefsîr inşallah gayet halis bir niyetle yazılmıştır. Onun için böyle bir keramete mazhar olmaya layıktır. Eski Harb-i Umuminin beşinci senesinde tab'edilmiştir.

Şimdi matbu' İşarat-ül İ'caz'daki tevâfukât-ı harfîye sûretinde tezahür eden latif bir işarat-ı i'câziye şudur ki: Bir sahifenin satırları başındaki "Elif"lere baktım ondört aded çıktı. Birden karşıki sahifenin satırları başındaki "Elif"leri saydım, aynen ondört aded çıktı. Satırların aşağı başındaki ت lara baktım, birbirine muvafık altışar çıktı. Dedim bu mübarek tefsîr Sözler'in büyük bir kardeşi olduğundan Sözler'deki kelimat tevâfuku olduğu gibi bunda da daha ince bir tevâfuk işareti lazım geliyor fikriyle tetkik ettim.

Yüzyirmi sahifeden ibaret umumiyetle her bir sahife ya karşıki sahifeye veya arkaya karşı sahifeye ya tam tevâfuktadır veyahut latif bir münasebet-i adediyeyi gösterir. Hatta bir sahifede tevâfuk yoktu. Baktım o tevâfuksuz, sahife rakamına tam tevâfuk ediyor. Bu tevâfuk-u umumiyenin en latif ciheti şudur ki: Onüç Elif bulunan tevâfuk, bütün kitapta yedi defadır. Yedi Elif olan tevâfuk ise onüçdür. Ondört Elif li tevâfuk sekiz defadır. Sekiz Elif li tevâfuk ise ondörtdür. Dokuz Elif li tevâfuk yine onikidir. Hem bir cihette ondörtdür. On Elif li tevâfuk ise onbirdir. Onbir ise onbeştir. Oniki yine onbeştir. Onbeş beştir. Beş yine beştir. Altı yine beştir. Demek muhtelif rakamlar tevâfukâtdan beş kısmı beş oluyor. Bu beş dahi beş defadır. Bu mübarek beşde latif ve mübarek bir tevâfuk çıkıyor ve hâkezâ. Çok cihetlerle latif bir intizamı gösterir.

Elbette intizam katiyyen tesadüf işi olamaz. Çünkü Elif dörtden onsekize kadar bulunuyor. Demek ondört ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. ت ikiden onikiye kadardır. Demek on ihtimalden bir ihtimal ile tesadüf eder. Tesadüf olsa olsa beşte bir, dörtte bir, haydi üçte bir olsun tesadüf zannedilir. Halbuki on adetten sekiz hakiki tevâfuk, onda on olarak latif bir nisbet-i adediye ile tevâfuk ise tesadüf işi katiyyen olamaz. Hem çok kitaplara baktım pek nadir tevâfuk ediyor. O da bir ittirad ve intizam tahtında ve bu tefsîr gibi umum sahifelerinde bedi' bir tarzda bulunmaz. Ve hiçbir cihette tesadüf işi olamaz.tefsîrin bütün sahifelerinde, yalnız Elif ve ت 'nın tevâfukâtına işaret ettim. Daha başka sırları var olduğuna katiyyen kanaatimiz geldi. Kur'an-ı Mu'ciz-ül Be-yan'ın tefsîri, elbette i'câzının cilvesine ayine olur.

İkinci Remiz[]

Matbu' tefsîrin diğer bir latif tevâfuku: Kur'an lafzı bütün bu cüz-ü tefsîrde 181 aded bulduk. 99 adedi tevâfuk etmiş. 39 adedi tevâfuktan çıkmış. Ondan çoğu diğer sahifelerin tevâfukuna girmiş. Kırkiki sahifede tek tük bulunduğu için elbette tevâfuk olamaz. Fakat sahifelerin arkasında diğer lafz-ı Kur'an ile kısmen tevâfuk ediyor.

Tenbih

İşarat-ül İ'caz tefsîri Harb-i Umumi 'nin birinci senesinde cebhe-i harbte me'hazsiz, kitabsız telif edilmiştir. Harb zamanının zaruretinden başka üç dört sebebe binaen gayet muhtasar ve icazlı bir tarzda yazılmıştır. Fatiha ve nısf-i evvel daha ziyade mücmel ve muhtasar kalmış.

Evvela: O zaman izaha müsait değildi. Hem Eski Said (R.A) icazlı ve kısa tabirat ile ifade-i meram ederdi.

Saniyen: Gayet zeki kendi talebelerinin derece-i fehmini düşünüyordu. Başkalarının anlamasını düşünmüyordu.

Salisen: En dakik ve ince olan nazm-ı Kur'an gibi icazlı olan i'câzı beyan ettiği için kısa tabirata mecbur olmuş.

Rabian: Âyâtın nüktelerini, işaretlerini beyan ettiği için kısa ve ince düşmüştür. Fakat şimdi Yeni Said (R.A) nazarıyla mütalaa ettim. Eski Said (RA)'in el-hak bütün hatiatıyla beraber şu tefsîr, tetkikat-ı ilmiyesinin bir şaheseridir. Yazıldığı vakit daima şehadete hazırlandığı için halis bir niyetle yazıldığı ve belâgatın kavaniniyle ve ulum-i Arabiyenin desatiri ile tatbik ettiği için hiç birini cerh edemedim. Belki Cenab-ı Hak o eseri O'na keffaret-üz zünub yapacak ve o tefsîri de anlayacak adamları yetiştirecek. Eğer Harb-i Umumi gibi manialar olmasaydı tefsîrin şu birinci cildi i'câz-ı Kur'an vücuhundan olan i'câz-ı nazmını beyan ettiği gibi, diğer cüz'lerde her biri sair vücuh-u i'câzından bir vechine göre yazılıp, şimdi umum Sözler'de ve Mektub'larda müteferrik hakaik-i tefsîriyeyi içine alsaydı; Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyana çok güzel bir tefsîr-i cami' olurdu. Belki inşallah şu cüz-ü tefsîr altmışaltı Sözler ve Mektubat risaleleriyle beraber bir me'haz olur ki : İleride bahtiyar bir zat öyle bir tefsîr yazsın. İnşaallah.

Üçüncü Remiz[]

İşarat-ül İ'caz ayinesinde temessül eden bir cilve-i i'câza dairdir.

Madem Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyanda Lafzullâh kudsi tevâfukât-ı harika ile beraber çok mühim nükteleri var. Nasılki kısmen göstermişiz ve işaret etmişiz. Elbette me'hazı muhtasaran âyât-ı Kur'aniye olan İşarat-ül İ'caz tefsîrinde Lafzullâh'ın dört harfi olan Elif ve ل ve sakin Elif, ve ه , Lafzullâh'ın başında yemin için istimal edilen üç harf olan و ve ب ve ت ve وَ بِاللهِ .. وَتَاللهِ .. وَاللهِ gibi nükteleri vardır, diye düşündüm.Acele teftiş ettim. Ve kusurlu ve noksaniyetli bulduğum münasebatı kaydediyorum. Ta ki, İnşallah başka bir zata me'haz olur. Ben bulmadığım sırları o bulur.

Mesela: Lafzullâh'ın başındaki Elif tefsîrin satırları başında 1190 adedtir. Bin aded tam tevâfuktadır. Mütebakisi de latif münasebat-ı adediye ile zımni bir nev'i tevâfuk vardır. Yüzyirmi sahife tefsîr ve yedi sahife Hatimesinde 77 tam tevâfuk var. Onbeş dahi bir latif nükte için birer aded fark ile mesela : Onbir ile on zımni tevâfuk var. Mütebakisi ise başka nükteler için tevâfuka girmemişler. Mesela: Ahirdeki iki sahifede hem Elif, hem ت tevâfuktan çıktılar. Ta ikisi darb vasıtasıyla tefsîrin intiha adedine tevâfuk edip göstersin. Mesela: Lafzullâh'taki sakin Elif yüzonyedi (117) dir. Yetmişyedisi (77) tam tevâfuktur. Mütebakisi sair arkadaşlarıyla veya sahife rakamıyla tevâfuk ediyor. Yirmiyedi defa iki gelmiş, yirmibir adedi tevâfuktur. Mütebakisi başka nükteler için tevâfuka girmemiştir. Üç adediyle yirmiyedi defa zikredilmiş, yirmibeş tevâfuktur. İki adedi başka nükteler için tevâfuka girmemiştir.

ل doksanbeş sahifede vardır. Onda da yetmiş tevâfuk var. Onüç adedi tevâfuksuz, otuzdört defa iki gelmiş. Altı tevâfuksuz, mütebakisi tevâfuklu onbeş defa üç gelmiş. On tevafüklu, beş tevâfuksuz.

ه de yetmişdokuz tevâfuk var. Oniki sefer yirmisekiz gelmiş. Sekiz tevâfuksuz, kırkbeş defa bir gelmiş. Üçü tevâfuksuz, mütebaki tevâfuk. Yirmiüç defa üç gelmiş, sekizi tevâfuksuz mütebaki tevâfuk. Otuz defa iki gelmiş, üçü tevâfuksuz mütebaki tevâfuk. Sekiz defa dört gelmiş, dördü yine tevâfuksuz, dördü tevâfuklu. Yalnız bir defa sekiz , bir defa altı gelmiş.

ب yüziki sahifede var. Mütebaki sahifelerde yoktur. Mevcuttan yetmiş tam tevâfuk var. Mütebakisi başka nükteleri var. Otuzdört defa iki gelmiş. Dördü tevâfuksuz, mütebakisi tevâfuklu. Kırkbir defa bir gelmiş. Üçü tevâfuksuz, mütebaki tevâfuk.

ت doksandokuz sahifede ehemmiyetli bulunmuş. Başka sahifelerde bulunmaz veyahut ehemmiyetsizdir. O doksandokuzdan altmış adedi birbirine tam tevâfukta. Mütebakisi ya Elif ile veya sahife rakamıyla tevâfuk ediyor veya bir latif nükteyi gösteriyor,

ت 'nın latif münasebetinden bir numune: Altı ت onbeştir. Beş ت yirmiikidir. İki ت dörtdür. Üç ت dörtdür. Dört ت onikidir. Dokuz ت onikidir. Onbir ت ikidir. Yedi ت yedidir. Sekiz ت ondokuzdur.

و yüzonüç sahifede, elliüç tam tevâfuk. Sekiz defa yedi ve sekiz olarak geliyor. Ta ki sahife rakamı gibi başka tevâfuku göstermek için yediden sekize atlıyor. Ve sekizden yediye iniyor. Demek altmışbir tevâfuk var. Mütebakisi arkadaşlarıyla sahife rakamıyla latif tevâfukâtı var. Yirmidört defa altı geliyor.

Onbeş kendi kendine tevâfuk ediyor. Dokuzu başka tevâfukla diğer nüktelere hizmeti var. Yirmialtı defa beş geliyor. Yirmisi kendi kendine tevâfuk ediyor. Altısı başkalarıyla tevâfuk edip başka hizmetleri görüyor.

Dördüncü Remiz[]

و tevâfukâtının Bir Sırr-ı Acibi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ اَيُّهَاالاِخْوَانُ الصَّادِقِينَ الْمُصَدِّقِينَ

Aziz kardeşlerim!

İnsan ara sıra yemişlere muhtaç oluyor. Kut ile beraber tefekkühe lazım olduğu gibi, ilm-i belâgatta kut ve gıda hükmünde olan fenn-i ma'ani ve beyanın belâgat nüktelerinin fakihesi dahi fenn-i Bedi'in mezayasıdır. Çendan san'at-ı Bedi'a lafza ve sûrete aittir. Fakat ehl-i belâgatça kelamın ziyneti fakihesi yemişi hükmündedir. Kur'an-ı Hakim ve Ehadis-i Nebeviyede (A.S.M.) çok bulunuyor, demek güzeldir. Onun için güzel kelamlar içinde bulunuyor Hem çok defa hakaike hizmet ediyor ve manaların muntazam ve mevzun olduğunu gösteriyor.

Madem Cenab-ı Hakk'ın Esma-i Hüsna'sından bir ismi Bedi'dir. Onun cilvesine mazhariyeti bir sırrı işmâm ediyor. Hem bir Zat-ı Azimin iltifatının zarfı ve iltifatı ile verilen hediyeye sarılan bir parça bez çendan zatında ehemmiyetsiz cüz'i bir şey olarak görünse de fakat o iltifat-ı şahanenin ve işarat-ı mülûkanenin unvanı ve zarfı olduğu cihetinde çok kıymeddardır. On paralık ise de on liralık kıymetindedir. Madem Sultan-ı Ezel ve Ebedin bir işaret-i hususiyesini Yedi İnayet namıyla bir mektubta yazdığımız gibi, yedi işaret ve o yedi inâyetin içinde ve o yedi inâyetten tevâfuk kısmından bir iltifat-ı hususiye hissettik. O iltifatın zarfı ve gılafı olan tevâfukun envaına ne kadar cüz'i olursa olsun o işaratın hesabına ehemmiyetli bir hakikat-ı ilmiye gibi ehemmiyet vermeye kendimizi mecbur biliyoruz.

Biz onun için İşarat-ül İ'caz tefsîrindeki tevâfukât-ı harfıyeye ehemmiyet veriyoruz. Bir defa acele ile baktım, Elif ve ت 'nın tevâfukunda en muannid bir adamı dahi susturacak bir derecede bir intizam bir ittirad göründü. Tesadüfe havale edilse yüzyirmide, ancak yirmide zahiren tesadüfe verilebilir. Mütebakisi kasdi ve irâdeyi ihsas ediyor bir tarzdadır. Hatta en ahirki yaprakta Elif onbeş gelmiş, tevâfuksuz. Karşısında ت sekiz gelmiş. Onun da tevâfuku yok. Halbuki tevâfuktan çıkanlar kısmen kitabın sahifelerindeki rakamı işaret ediyordular. Dedim, acaba kitabın başından ahirine kadar Elif ile ت , ekseriyetle tevâfukla muntazaman geliyor. Hatimesinde خِتَامُهُ مِسْكٌ lazım gelirken ikisi de tevâfuktan çıkmış. Dikkat ettim, canım sıkıldı. ت 'yi Elifin başına vurdum. Ne için böyle karıştırarak yoldan çıktınız. Birden o darbemde yüzyirmi adedi gösterdiler. Parmaklarıyla işaret eder gibi, işte senin tefsîr kitabının nihayeti yüzyirmi adeddir. Bizim vazifemiz onu göstermekdir. خِتَامُهُ مِسْكٌ sırrına mazhar oldular. İkinci defa, tekrar acele ile tefsîre baktım. Dedim acaba Elif Allah'ın evvelki harfidir. ت Ekseriyetle ve hususen vakf halinde ه ya kalb olduğu için Lafzullâh'ın ahir harfi hükmündedir. Hem huruf-u kasemiye olduğu cihetle Lafzullâh'ın önünde, تَااللهِ تَااللهِ gibi zikrediliyor. Bu iki huruf gibi bütün kitapta devam eden yoktur. Yalnız en büyük huruf-u kasemiye olan و Lafzullâh'ın önünde kasem vaktinde ekseriyetle zikredilir. Bu kitapta ekseriyet-i mutlaka ile devam ediyor.

[ (*[1]) Buna baktım ne var? Bir işaret-i hususiyeye yardım edecek mi? diye acele ile baktım. و altı defa ki tevafukatında onbeş defa oluyor. Tevâfuk etmeyen bir kaç "altı" daha var. Beşer و tevafukatından ت nın beş tevafukatı gibi yirmi defaya çıktı. Tevâfuk etmeyen bir kaç daha var. Hesap ettim onbeş defa altı, 90 ediyor. Beş aded ile altı aded ekser tefavukta hükmettikleri için birbirine darb ettim, o da 30 oldu. Demek onbeş defa altı, kitabın 120 sahifesinin adedini gösteriyor. Beşer aded ile o tevafukat yirmi defa olduğundan 100 eder. Âhir ki yaprağın karşısındaki adedi dörttür. beş kere dört 20.. 100 ile baraber oldu, kitabın yüzyirmi sahifesinin adedini gösteriyor. و ın tevafuku çok defa arka sahifenin karşısına bakıyor. Gelecek adedi gösteriyor. Bu و ın latif nükteleri müteaddiddir.

Ezcümle, Gelecek sahifenin yani karşı ki veya arkasında ki sahifenin rakamını ekseriyetle göstermek için tevafukatı değiştiriyor. Ben, Hâfız Tevfik, Süleyman, Abdullah Çavuş bu hâle hayret içinde hayrette kaldık.

Ezcümle, bir sahife evvel و sekiz rakamını, yani 58 sahifesindeki sekizi gösterdiği gibi birdenbire bire indi. Buna da hayret ettik. baktık sahife 60 tır. و hesab-ı ebcedle altıdır. Bire indiki tam sıfırlı 6 yı göstersin. Hem bir aded ile ve altı ebced hesabıyla mukabilindeki sahifenin 61 ini göstersin. Sonra و 66 da dokuz iken, tevafuku bozup karşısındaki sahifede altıya indi. Buna da merak ettik, baktıkki و arasıra sahife rakamını haber veriyor. Sahife de 66 dır. Yani iki adet 6 dır. و ile tekerrürüyle bir 6 yı gösteren ebced hesabıyla da diğer 6 yı göstererek haber verdi. Çok defa 6 tevafukatını bırakıp ya dört veya beşe dönüyor.

Ezcümle 39. sahifede 6 tevafukunu bırakıp dörde indi. Baktım ki arkada ki gelen 40.sahifedeki rakamını gösterdiği aynı haberi veren ت ile dahi tevafuk etti. Sonra 45 teki 6 tevafuku bırakıp beşe indi. Baktım ki ن "nun" ا "elif" ile beraber 45 teki beşe işaret eder. ve hakeza.. Hatta bir yerde و sahife 72 de tevafuku bırakıp ondörde çıktı. Beş defa 14 sahifenin 70 rakamını gösterdiği gibi mukabil sahifedeki sakin elif ile و ın yedişer rakamının mecmuuna işaret etmekle beraber üç sahife sonra mühim bir makamda ا elif'in iki defa ondördün latîf, manidar tevafukunu haber veriyor gibi bir vaziyet gördük. ]

Ve hâkezâ.. Bir intizam ve bir kasd ve irâdeyi işmam edecek çok münasebatı şu tefsîrde gördük. و 'ın tevâfukâtına kısmen tefsîrin bir köşesinde işaretler koydum. Sizdeki tefsîri ona bakarak kaydediniz..

Ben bu ت ، ا ، و daki latif ince nizamı gördükten sonra, acaba başka kitaplarda bu sırrın bu tarzına mazhariyetleri var mı, diye baktım. Halebi gibi Arabi ve şerh ve mübarek bir kitabın satırları yirmiiki, hem Elifleri ve ت ları çoktur. Üçyüzelli sahife içinde üçyüzotuz sahifeye kadar baktım.

Elif tevâfukâtı karşı sahifeye ondört taneden başka yok. Arka sahifeyi de ilave etsek ondört de olmaz. Mecmuu yirmisekiz olur. Haydi kırk ve haydi yüz olsun farzetsek, yine hiç tefsîre benzemiyor. Çünkü tefsîrde, yüzde ancak yirmi zahiren hariç kalıyor.

Sonra dedim. Kendim eskiden yazdığım arabi risalelerim var. Biri Türkçe olarak oniki küçük Arabi risalelerime baktım. Oniki risalede oniki tevâfuk buldum. İkiyüzyetmişsekiz sahifeden ibaret olan risalelerden seksensekiz sahifesi Türkçe mütebakisi Arabi olduğu halde tetkik ettim. Oniki kadar sahife tevâfukâtı ve arka sahife ya o kadar veyahut daha bir parça fazladır. Olsa olsa yirmi otuz tevâfuk bulundu. Halbuki onların bazı sahifeleri yirmi satırdır. Hem ت ، ا tefsîr gibi devam etmiyor. İttirad ve intizamı yok. Hem hûrûfâtta küçük adedler oluyor. İki üç dört gibi adede iniyor. Küçük adedlerde tevâfuk çok olmak lazım gelirken pek az var. tefsîrin ا ، و ve ت larında aded çok olduğu halde, tevâfukâtı pek az lazım gelirken pek çok olduğu cihetle şek ve şüphe bırakmadı ki: Bir iltifat-ı has ve bir işarat-ı hususiye ve bir inâyet-i mahsusanin lemeatı ve emaratı ve teresşuhatıdır. Madem neşemizi açıyor ve hizmet-i Kur'aniyede şevkimizi ziyadeleştiriyor. Ve itimadımızı te'yid ediyor. Ve menfaatlı meyveler veriyor. Elbette hakikidir. Ve "min indillâh"dır. (Haşiye-1[2])

İhtar: ا ، ت ، و tevâfukâtı bazen bir yaprak atlar. Bazen de başka tevâfuk içine karışır. Mesela: Otuzaltıncı sahifede Elif dokuz, bir yaprak sonra Elif dokuza bakar. O iki dokuz ortasında, Elif iki altı tevâfuku var. Bazen zelzele lafzı gibi, o iki tevâfuk birbirine karışıyor. Hem bazen و ، ت 'a tevâfuk eder. و dahi onlara tevâfuk için yolunu değiştiriyor.

İ'tizâr: Bu küçük ve ince meselede ziyade tafsil ve ehemmiyet verdiğimden kusurumu affetmek, ruhları sıkılmamak için kardeşlerimden rica ediyorum. (Haşiye-2[3])

Beşinci Remiz[]

Hâtime

Lafzullâh'ın hûrûfâtının tevâfukâtı, adedlerinin birbirine tevâfuklarını zerre miktar insafı bulunan tesadüfe vermez. Ezcümle: Baştaki Elif yetmişyedi (77) tam tevâfuku olduğu gibi, sakin Elif dahi aynen yetmişyedi (77) tam tevâfuk ediyor. Hem ب 'nın yetmiş (70) tam tevâfukuna ve ل 'ın yetmiş tevâfukuna ve م 'in yetmiş tevâfukuna ve ه 'nın yetmiş küsur tevâfukuna mutabakatı, beş defa yetmiş (*[4]) birbiriyle tevâfuku bilbedahe kör tesadüfün işi olamadığı gibi ت 'nın altmış aded tevâfuku, و 'ın dahi aynen altmış tevâfukuna ve ن 'un altmış küsur tevâfukuna mutabakatı, tesadüf işi olamaz.

Hem ت 'nın beşer tevâfukunun adedinin yirmi defa olduğu و 'ın dahi beşer aded tevâfukunun aynı yirmi olmasına mutabakatı kör tesadüfün işi diyenler, elbette kördürler. ل otuzdört defa iki gelmesi ve ه otuz defa iki gelmesi ve sakin Elifin ikişer ve üçer adedleri her bir kısmı yirmiyedi defa gelmesi, hem sakin Elif ve ه her birinin üçer adedleri yirmi küsur gelmesi, ve ه ve ب her biri kırk küsur defa bir tek defa gelmesi ve her birinden yalnız üç aded tevâfuksuz kalması, ن 'un ikişer tevâfuku yirmialtı defa olup aynen yirmialtı defa olarak üçer tevâfukuna tevâfuk ve م 'in yirmiiki defa üçer tevâfukuna bir derece muvafık gelmesi, elbette ve herhalde şuursuz ve kör tesadüfün işi değildir.

Belki alamet-i makbuliyet olarak bir inâyet-i hassenin tanzîmi ve müdahalesiyle oluyor. Ve hâkezâ mezkur tevâfuk adedindeki tevâfukât-ı latife gibi çok münasebetleri var zannederim. Bu hûrûfât münasebetindeki sırra dair israf ettim. Fazla söyledim. Kardeşlerime bir derece usanç verdim.

Evet belki: Lisan-ı halleri لاَخَيْرَ فىِ الاِسْرَافِ der. Ben de derim ki: İhtiyarsız bir niyet-i hayır ile israfa girdim. Onun için İmam-ı Azam (R.A) gibi derim:

كَمَا لاَخَيْرَ فىِ الاِسْرَافِ لاَاِسْرَافَ فىِ الْخَيْرِ

İnşaallah böyle hayırlı işte israf yoktur. İsraf olsa da affedilir.

اَللَّهُمَّ اَجْعَلْ اَعْمَالَنَا مُوَافِقَةً لِمِرَْدَاتِكَ ووَفِّقْنَا لاِِتِّبَاعِ سُنَّةِ نَبِيِّكَ

عَلَيْهِ وَ عَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ اَفْضَالُ الصَلاَةِ وَاَتَمُّ التَّسْلِيمَات

اميِن

İşarat-ül İ'caz tefsîrinde ا Elif tevâfukâtının Bir Numunesi

On rakamı onbirdir. Onbir rakamı onbeştir. Oniki rakamı yine onbeştir. Onbeş rakamı beştir. Beş rakamı dahi yine beştir. Altı rakamı yine beştir. Muhtelif beş kısım beşi gösterir. Beş kere beş olur. Onüç rakamı yedidir. Yedi rakamı ise onüçtür. Ondört rakamı ise sekizdir. Sekiz rakamı ise ondörtdür. Dokuz rakamı ise bir cihette ondörtdür. Diğer bir cihette onikidir.

ت tevâfukâtının Bir Letafeti Şudur ki:

Onbir ت tekerrürü ikidir. İki ise dörtdür. Üç dahi dörtdür. On ت ise yine dörtdür. Dört ise onikidir. Altı ise beşdir. Yedi ت ise yedidir.

Hatt-ı Elif tevarukatını cem' ettik. Altışar kısımla taksim ettik. Baktık ki: Dokuz kere dokuz rakamı göründü. İşte Lafzullâh'ın birinci harfi olan Elifin bin defa tekrarında bin işaret bulunsa istiğrab edilmez.

Kur'an-ı Hakim'de Lafzullâh ile yemin ekser, ت ile oluyor.

Mesela: تَااللهِ تَفْتَوءُا .. تَااللهِ لَقَدْ اثَرَكَ .. تَااللهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ gibi, ekser Kur'an'da Lafzullâh ت ile yemin edilmiş. Hem Elif den sonra en mühim ت görünüyor. Hem ه , ت 'ya kalb oluyor. ه ise Lafzullâh'ın ahirki harfidir. Onun için yalnız Elif ile ت 'ya dikkat ettik..

مِنَ اللهِ التَّوْفيِقُ

Altıncı Remiz[]

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Kenz-ül Arş Duasının Feyzinden Gelen Bir Nükte-i Kur'aniye

Lafzullâh'ın içindeki hûrûfâtı ile ve yemin için Lafzullâh'ın başında bulunan ت ، ب ، و harfleri Kur'an'ın bir tefsîri olan İşarat-ül İ'caz'da harikulade bir sırr-ı tevâfuku göstermeleri bu hûrûfâtın Kur'an'ın içinde mu'cizane vaziyetleri den neş'et ettiğini gördük. Adedlerinin küsuratı (Haşiye-1[5]) başka bir münasebet gösterdiğinden şimdilik ondan kat'-ı nazar ile yalnız külli adedlerindeki münasebat-ı tevâfukiyeyi işaret edeceğiz.

Şöyle ki: Lafzullâh'ın en mühim harfi olan baştaki Elif umum Kur'an'da çok sırlara medar olarak kırkbin gelmesi ve yine Lafzullâh'ın Elifinden sonra Lam-elif yani لا meşhur bir aded olan ondokuzbin (Haşiye-2[6]) gelip Lafzullâh'ın ahiri olan ه yine aynen ondokuzbin olarak ikisinin muvafık gelmesi, hem yalnız ل hesab-ı ebcedle otuz olduğuna göre ona muvafık olarak Kur'an'da otuzbin gelmesi, و bir hesabca yirmiüçbin diğer bir cihetde yirmibindir. Hem ب 'nın, hem م 'in, hem لا 'nın ondokuzbin (19000) adedlerine ve Kur'an'daki yekünlerine muvafık gelmesi ve Lafzullâh'ın başındaki Elif Lam-ı tarif yani ال yetmişbin olup Kur'an kelimatının mecmu' adedi olan yetmişbine muvafık gelmesi , hem ب ve ت iki kardeş gibi bir derece fark ile ب onbirbin, ت onbine muvafık gelmesi ve ahir huruf-u heca'dan olan ve nidada İsmullah'ın evvelinde bulunan يا yirmibindokuzyüz, bir cihette ondokuzbin küsür olmakla; hem ل 'nın, hem ه 'nın, hem و 'in adedlerine ve Kur'an'daki ondokuzbinlik yekünlerine muvafık gelmesi ve Lafzullâh'ın mecmu' Kur'an'da ikibin ve ل 'sı ondokuzbin ve ه 'sı yine ondokuzbin; mecmu' kırkbin olup başındaki Elifin kırkbin adedine muvafık gelmesi ve hem Lafzullâh'ın hûrûfâtından başka harflerin Kur'an'da adedleri çok latif münasebat-ı tevâfukiyeyi göstermeleri; ezcümle ebced hesabiyle ج üç ve Kur'an'da üçbin olarak makamına muvafık gelmesi, ح hecada ج 'in kardeşi olduğundan ج gibi yine üçbin ve د ebcedde ج 'in arkadaşı olduğundan yine üçbin olup üçü birbirine muvafık gelmesi, hem ebced hesabiyle yüksek makamda bulunan ض,غ,خ,ذ,ث hem ص her biri Kur'an'da ikişer bin gelip birbirine muvafık gelmesi ve ص 'ın güzel ve hafif bir şekli olan س üç dişine münasebeddar üçbinüçyüzotuz olup latif sırları ima eder bir sûrette gelmesi ve ( ط ve ظ ) iki kardeş gibi ( ط , ظ ) 'den daha hafif olduğundan binikiyüz, ظ onun kızkardeşi gibi nısfı olarak altıyüz gelmesi, ف ebced hesabiyle seksen olmasına göre ona bir sıfır noksaniyetle tevâfukla sekizbin gelmesi, ( ع , ك ) her biri dokuzbin gelerek birbirine muvafık gelmesi, Kur'an kelimesinde en birinci harf olan ق altıbin gelip Kur'an'ın mecmu' ayetinin altıbin adedine tevâfuk etmesi ve birbirine bazı münasebetler için muvafık gelmesi, م , ب 'ya nisbeten usul-ü sarfiyece birbirine kalb ve makamına geçen iki ب kadar ve ebcedi makamının yarısı kadar yirmibin gelmesi, ve ن ebced makamı olan ellinin yarısı hükmünde olan yirmialtıbin gelmesi, elbette ve herhalde Kur'an'ın hûrûfâtında dahi bir cilve-i i'câzın bulunmasına işaret ve o hûrûfâtda harikulade muntazam çok nükteler ve sırların bulunduğuna delalet ve huruf-u Kur'aniyenin her biri ondan onbine kadar sevab meyveleri vermesine liyakatına ve kabiliyetine şahadet ve huruf-u Kur'aniyenin tebdiline çalışanların nihayet derecede belahat ve hasaretlerine kafi delalet ettiğine ehl-i dikkat tereddüt etmez görür.

Ehl-i ilhadın kör oldukları için görmemeleri, İmam-i Busiri'nin:

قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ

وَ يُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاءِ سَقَمٍ

düsturu ile gözlerindeki hastalıklarla güneşin ziyasını göremezler .Ve dillerindeki hastalıklarla ab-ı hâyât olan şu tatlı suyun lezzetini ve zevkini hissedip tadamazlar.

اَللّهُمَّ وَفِّقْنَا لِفَهْمِ اَسْرَارِ الْقُرْانِ عَلِى وَفْقِ مَا فىِ اللَّوْحِ الْمَحْفُوظِ وَمُوَافِقًا لِفَهْمِ نَبِيِّكَ الاَكْرَمِ علَيْهِ وَعَلَى الِهِ وَاَصْحَابِهِ اَفْضَلُ الصَّلاَةِ وَاَزْكَى السَّلاَمِ

رَبَّنَا لاَ تُوَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

İkinci Remiz[]

Kenz-ül Arş'ın Birinci Nükte-i Kur'aniyesi

[1] Bir rivayette İsm-i Azam olan اللّه in en mühim harfi olan baştaki Elif, umum Kur'an'da çok sırlara medar olarak kırkbin gelmesi..

[2] Ve İsmullah'ın Elif den sonra لا sûretindeki "Lam-Elif" ondokuzbin olan meşhur adedi göstermesi; ve İsmullah'ın ahirinde olan ه mecmu' Kur'an'da yine ondokuzbin olarak ikisinin muvafık gelmesi..

[3] Ve yalnız ل hesab-ı ebcedle otuz olduğuna göre, ona muvafık olarak Kur'an'da otuzbin gelmesi..

[4] Ve yemin vaktinde, İsmullah'ın başında bulunan و bir hesabca yirmiüçbin, diğer bir cihetde yirmibin olarak hem "yâ" nın, hem "mim"in, hem "lâm"ın ل hem ه nin ondokuzbin adedlerine ve Kur'an'daki yekunlarına muvafık gelmesi..

[5] Ve İsmullah'ın başındaki Elif Lam-i ta'rif yani ال yetmişbin olup Kur'an kelimatının mecmu adedi olan yetmişbin adedine muvafık gelmesi..

[6] Hem İsmullah'ın kasem vaktinde başında bulunan. "bâ" ب ve "tâ" ت iki kardeş gibi, "bâ" ب onbirbin, "tâ" ت onbin olarak muvafık gelmesi..

[7] Hem ahir huruf, heca ve nida vaktinde يَا اللّه denildiği vakit İsmullah'ın başında bulunan يا yirmibindokuzyüz, bir cihetde ondokuzbin küsür olmakla, hem "lâm"ın ل hem ه nin, hem "vâv"ın و adedlerine ve Kur'an'daki ondokuzbinlik yekünlerine muvafık gelmesi..

[8] Ve lafzullâh mecmu Kur'an'da ikibinküsur, ve "lâm"ı ل ondokuzbin ve ه sı yine ondokuzbin, mecmuu kırkbin olup, baştaki Elifin kırkbin adedine muvafık gelmesi..

[9] Hem İsmullah'ın hûrûfâtından başka olan ج makam-ı ebcedi üç, Kur'an'da üçbin gelmesi..

[10] ح hecada ج in kardeşi gibi yine üçbin gelmesi..

[11] د ebcedde ج in kardeşi olup, yine üçbin olarak birbirine muvafık olarak gelmesi..

[12] Hem ebced itibariyle yüksek makamda bulunan fesahatça bir derece ağır olarak ض غ خ ذ ث hem ص her biri Kur'an'da ikişerbin gelib, birbirine muvafık gelmesi..

[13] Ve ص 'ın güzel ve hafif bir şekli olan س üç dişine münasebetdar üçbinüçyüzotuz olup, latif sırları ima edecek bir sûrette gelmesi..

[14] Ve ط ve ظ iki kardeş gibi ظ , ط 'den daha hafif olduğundan binikiyüz, ظ onun kızkardeşi gibi nısfı olarak altıyüz gelmesi..

[15] ف ebced hesabıyla seksen olmasına göre, Kur'an'da iki sıfır zammıyla muvafık olarak sekizbin gelmesi..

[16] ك،ع her biri dokuzbin gelerek manidar birbirine muvafık gelmesi..

[17] Kur'an kelimesinde en birinci harf olan ق altıbin olarak, Kur'an'ın mecmu' âyâtının altıbin adedine muvafık gelmesi..

[18] م İlm-i Sarfca ب yerine geçmesiyle iki ب kadar ve م 'in makam-ı ebcedisinin yarısı kadar yirmibin gelmesi..

[19] Ve ن , ebced makamı olan ellinin yarısı hükmünde olan yirmialtıbin gelmesi..

gibi tevâfukât-ı muntazama, ondokuz defa "gelmesi" kelimesi gelmesiyle hatime verilen muntazam tevâfukât, elbette ve elbette ve herhalde Kur'an'ın hûrûfâtında dahi mühim bir cilve-i i'câzın bulunmasına işaret... ve hem o hûrûfâtta harikulade muntazam çok nükteler ve sırların bulunduğuna delalet, hem huruf-u Kur'aniyenin her biri on adedden onbine kadar sevab meyvelerini vermesine, liyakatına ve kabiliyetine şehadet.. hem huruf-u Kur'aniyenin tebdiline çalışanlann nihayet derecede belahet ve hasaretlerine kafi delâlet.. hem huruf-u Kur'aniye, aynen kelimatı gibi kasdi bir intizam ve manidar bir vaziyette tabi olduğuna kat'i şehadet ettiğini, aklı olan kabul etmeye ve kalbinde gözü olanları görmeye mecbur eder. Görmeyen kördür. Kabul etmeyen kalbsizdir.

قَدْ يُنْكِرُ الْمَرْءُ ضَوْءَ الشَّمْسِ مِنْ رَمَدٍ

وَ يُنْكِرُ الْفَمُ طَعْمَ الْمَاءِ سَقَمٍ

düsturuyla, gözlerindeki hastalıklarla bu hakikat güneşinin ziyasını görmezler ve dillerindeki marazla, ab-ı hâyât olan şu tatlı suyun lezzetini hissedip tatmazlar.

رَبَّنَا لاَ تُوَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

İkinci Remizin Mühim Bir Zeyli[]

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

On dakika zarfında hasıl olan, Kenz-ül Arş duasının feyzinden gelen, ikinci ve yeni ve ayrı bir nükte-i tevâfukiyedir.

Nasıl ki: sûre-i Kevser'in hûrûfâtı ebcedi makamı üçbin aded olmakla; hem sûre-i Yasin'in üçbin aded hurufuna, hem sûre-i Furkan'ın üçbin aded hurufuna, hem sûre-i Fatır'ın üçbin aded hurufuna, hem sûre-i Sebe'in üçbin aded hurufuna, hem sûre-i Ve's-Saffat'ın üçbin aded hurufuna, hem sûre-i Sad'ın üçbin aded hurufuna, hem sûre-i Rad'ın üçbin aded hurufuna, hem sûre-i Rum'un üçbin aded hurufuna, hem sûre Zuhruf un üçbin aded hurufuna, hem sûre-i Şura'nın üçbin aded hurufuna, hem sûre-i İbrahim'in üçbin aded hurufuna tevâfuku var. Onbir sûrenin birbiriyle muvafakati ve mutabakatı bilbedahe tesadüf işi olamaz.

Aynen öyle de; sûre-i Kevser'in en kısa sûre olmakla beraber hurufunun makam-ı ebcedisi olan üçbin aded ile en uzun sûre olan El-Bakara örfi kelimatının üçbin adedine, hem sûre-i Al-i İmran kelimatının üçbin adedine, hem sûre-i Nisa kelimatının üçbin adedine muvafakati elbette kör tesadüfün işi değil. Ve rastgele şuursuz ittifaki bir vaziyet olamaz. Bu tevâfukâtta küçük küsurat münasebat-ı tevâfukiyeyi bozmadığından nazara almadık. Hem en kısa sûre olan Kevser'den bahsettiğimiz münasebetiyle sûre-i اِنَّا اَنْزَلْنَاهُ فىِ لَيْلَةِالْقَدْر in (Haşiye-1[7]) bir tek tevâfukdan bahsedeceğiz.

Şöyle ki: sûre-i Kadr'in yüzyirmi hurufu var. Gayr-i melfuz Hemze sayılmazsa yüzondörtdür. En evvel nazil olan sûre-i Alak küsuratından kat'i nazar, nısf-ı evvelin hûrûfâtı ve tam sûrenin kelimat-ı nahviyesi yüz küsur olmakla; (sûre-i Duha, sûre-i Elem Neşrah Leke, ve sûre-i Zilzal, ve sûre-i Tekasür, ve sûre-i El Ma'un, ve sûre-i El Alak'ın nısf-ı evveli, ve sûre-i Vettin ,ve sûre-i Kari'a ve sûre-i Humeze)'nin her birinin yüz aded hurufuna tevâfuku var. On sûrenin küsuratından kat'ı nazar birbiriyle manidar muvafakati tesadüfi olamaz..

Aynen öyle de: sûre-i El Kadr'in mütevaffıkları olan o on sûrelerin her biri yüz aded hurufu ise kelimat noktasında da (sûre-i El Fecr, sûre-i Abese, sûre-i El Mürselat, sûre-i El Buruc, sûre-i El Mutaffifin, sûre-i El İnşikak, sûre-i En-Nazi'at, sûre-i Nebe', sûre-i El Munafîkun ve sûre-i Cum'a)'nın her birinin yüz küsur örfi aded kelimatına yüzlükte manidar tevâfukları tesadüfi olmadığı gibi evvelki huruf cihetinde de on aded sûre-i mütevafikenin ve kelimat cihetinde son on aded sûre-i mütevafıkenin küsuratından kat'i nazar tevâfuklariyle beraber o iki kabile olan onar aded sûreler müttefikan; âyet nokta-i nazarında da (sûre-i İsra, sûre-i Kehf, sûre-i Taha, sûre-i Yusuf, sûre-i Hud, sûre-i Yunus, sûre-i Nahl, sûre-i Enbiya, sûre-i Mu'minun, sûre-i Tevbe, sûre-i Maide) her birinin yüz küsur adedlerine manidar tevâfukları elbette bir hikmeti var. Ve herhalde şuursuz hikmetsiz tesadüfün işi değildir. (Haşiye-2[8]) Kesretlerinin farkları cüz'idir. Mesela: Tenvir-ül Mikyas tefsîrinin gösterdiği adede binaen sûre-i Yunus'un küsuru dokuz, Kehf in on, İsra'nın onbir, Hud'un oniki, Mü'minun'un ondokuz, Maide yirmi, Alak'ın nısf-ı evveli yirmibir, El Kadr yirmiiki, Nahl yirmisekiz, Tevbe otuz, Tin elli, Kari'a elliiki ve hâkezâ. İşte böyle küsurların küçücük farkları münasebat-ı tevâfukiyeyi elbette bozmaz. Hem sûre-i Kadr yüzondört harfiyle yüzondört sûrelerin adedine bir fark ile tevâfuku manidardır. Güya benden başka yüzondört sûre ile bir de küçük bir Kur'an olan Fatiha geleceğine bir imadır. Bu sûrelerin âyât cihetindeki tevâfukâtta bir letafeti şudur ki: Elif isminin ebced-i makamı olan yüzonbir ki: Üç Elif dir. Yani ااا

Hem sûre-i İsra, hem sûre-i Yunus, hem bir kavle göre sûre-i Kehf aynen yüzonbir olması ve o üç Elif den ikisi bir çizgi üstüne konulsa bir sûret olur: الله ki: Lafzullâh'tır.

(Sûre-i Kevser ve Kadr ve Alak) bahsi münasebetiyle sûre-i İhlas'ın bu nevi tevâfukâtta bir küçük nüktesini beyan etmek lazımdır. Şöyle ki: İhlas'ın ebced-i makam-ı hurufısi binüçdür. Küsurdan kat'-ı nazar: (sûre-i Nur, sûre-i Hac, Enfal, Nahl ve İsra ve Kehf ve Enbiya ve Mu'minun ve Zumer ve Yusuf ve Hud ve Yunus ve Neml ve Şu'ara ve Taha) sûrelerinin her birinin bin küsur kelimat adedlerine tevâfukiyle beraber; huruf cihetinde ( sûre-i Sebe' ve El Hakka ve Mumtehine ve İnsan ve Tur ve Secde ve Vezzariyat ve Rahman ve Tahrim ve Talak ve Duhan ) sûrelerinin her birinin bin aded küsur hurufuna manidar tevâfuku elbette bir sülüs-ü Kur'an addedilen sûre-i İhlas'ın hikmettar bir nüktesidir. Ve bir sırr-ı azimi var. Ve şuursuz ve hikmetsiz tesadüfün işi değildir.

Mezkur sûrelerin küsuratı çendan bir kısmı büyükçedir. Fakat Tenvir-ül Mikyas tefsîrine göre birbirine yakındırlar. Mesela: sûre-i Tur ve Secde ve Mumtehine ve Sebe'in küsurları beşyüzde müttefîkdirler. Yalnız küçük farkları var.

Üçüncü Remiz[]

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Kenz-ül Arş Duasının Feyzinden Gelen Üçüncü Nükte-i İ'caziye

Mukaddeme

Şu nükte iki kısımdır.

Birinci Kısım: Şimdiki sunuhat ve tahkikatıma bina edilmiş sûre-i Alak'a aiddir.

İkinci Kısım: Tefsîr-i İbni Abbas'dan ahzedilen ve sûrelerin kelimat ve hûrûfâtını hesab eden beyn-el ulema mevsuk Allame Firuz Abadi olan sahib-i Kamus'un meşhur tefsîrine istinaden ve eski mahfuzatıma itimaden suver-i Kur'aniyenin mabeynindeki tevâfukâtla işaret edilen bazı sırlara dairdir. Şu tefsîr ve eski mahfuzatım ekseriyetle huruf-u melfuzeye ve kelimat-ı örfiyeye bakarlar.

Birinci Kısım[]

Sûre-i Alak'ta hûrûfâtın vaziyetindeki letaif çoktur. Biz yalnız tevâfukâtla münasebetdar dört letafetlerine işaret edeceğiz.

Birinci Letafet[]

En evvel nazil olan bu sûrede Hemze'nin kırkbeş defa tekrar ile ل 'ın kırkbeş defa tekrarına tevâfukla beraber; kırkbir sûrenin başına parmağını basıyor. ب onaltı defa tekrarıyle; ى 'nın onaltı defa tekrarına tevâfuk edip, ى ondört sûrelerin başına işaret edip, ب başka sırları gösterir.

ت ondört defa tekrariyle, ر 'nın ondört adedine tevâfuk ile vücudlarını hissettiğim ve şimdilik teşhis etmediğim Kur'an ile münasebetdar sırlara işaret ediyor.

ق Sekiz tekrariyle sekiz sûrenin başına işaret ettiği gibi, س 'in sekiz adedine tevâfuk etmekle beraber, س dahi sekiz sûrenin başına parmak basıyor. Ve mühim sırlara medardır.

ط üç aded tekrariyle yine üç sûrenin başına işaret etmekle beraber, ص 'in üç adedine ve خ nın üç adedine tevâfuk ediyor.

ن tenvin ile beraber yirmidokuz tekrariyle, Medde denilen Sakin Elifin yirmidokuz adedine tevâfuk noktasında çok esrara medardır.

و ebcedi makamı altı adedi ve tekrarındaki altı adedine ve د altı adedine tevâfukla, و kasemiyle başlayan oniki sûreye işaret etmekle beraber, makam-ı ebcedi altı olduğundan tekrarı dahi altı olsa; otuzaltı olur. و kasemiyle başlayan onaltı sûrelerin başlarına otuzaltıdan iki tanesi müstesna otuzaltı vâv-ı kasemiyeyi tevâfukla göstermesi mühim esrara medar olduğunu gösterir.

ع oniki , م onüç adedine bir fark ile bir münasebet-i tevafiıkiye ile şimdilik bilmediğim bazı sırlan gösterir.

ذ yedi , ه 'nın yedi adedine tevâfuk etmekle İkinci ve Üçüncü Letafet'lerde beyan edilen esbaba binaen elbette bunlar dahi öteki harfler gibi bazı esrara medardırlar.

غ iki , ف iki , ج iki birbirine tevâfukla, makam-ı ebcedi noktasında 1166 tarihindeki hadisata imadan hali değildir.

ك on defa tekrariyle makam-ı ebcedi noktasında ikiyüz olmakla, Fütuhat-ı Kur'aniyenin en müterakki tarihi olan 200 tarihine ve Fütuhat-ı Kur'aniyenin durmasıyla tedafu vaziyetine girmesi zamanı olan binikiyüz tarihine işaret etmesi bu esrarlı sûrenin şe'nindendir.

Bu sûrenin hurufunda bir letafet daha var. Şöyle ki: Muntazaman terakki ediyor . Mesela: ز bir, ف ، غ ، ج ikişer, ط ، ص ، خ üçer, و ، د altışar, ه ، ذ yedişer, س ، ق sekizer, ك on, ع oniki, م onüç, ر ، ت ondörderdir. ب ، ى onaltışar, "Tenvin" ile "Sakin Elif" yirmi dokuzar, "Hemze", ل kırkbeşerdir.

İkinci Letafet[]

Sûre-i El Alak, Hazret-i İbn-i Abbas (R.A)'dan nakl-i sahih ile sabittir ki: En evvel Hazret-i Cebrail Aleyhisselam اِقْرَا بِاِسْمِ رَبِّكَ sûresini getirmiş. Bir rivayette ta اَرَاَيْتَ kelimesine kadar en evvel nazil olan odur. Bir vakit sonra Hazret-i Peygamber Aleyhisselatu Vesselam namaz kılarken Ebu Cehil taarruz ettiği hengamda اَرَاَيْتَ kelimesinden nihayete kadar nazil olmuş.

Demek en evvel nazil olan şu sûrenin اِلَى رَبِّكَ الرُّجْعى kelimesine kadardır. Ve o da 129 harftir. Bir cihette 121 dir. Şedde sayılmazsa 119 dur. Yalnız melfuz 114 oluyor. Demek en evvel nazil olan bu nısf-ı evvel yüzondört aded Kur'an sûrelerine işaret ediyor.

Şu sûrede ش ، ض ، ظ ، ث 'den başka bütün huruf mevcuddur. Şu sûre en evvel nazil olduğu için ve اِقْرَا ile "Kur'anı oku" demekle, şu sûre Kur'anın bir nevi fihristesi hükmünde olduğuna delalet eder.

Madem bu sûre en evveldir ve fihriste hükmündedir. Elbette hûrûfâtiyle ve kelimâtýyla Kur'an'ın sûrelerine bakacak ve haber verecek. Mesela: Yüzondört nahvi kelimâtıyla ve hem en evvel nazil olan nısf-ı evvel hurûfâtiyle bir cihette umum Süver-i Kur'aniyenin adedine tevâfuk ve bir cihetle Suhuf-u Enbiyanın adedine tevâfukla mühim esrara medardır.

Şu sûrenin Birinci Letafet'inde zikredilen mükerrer hûrûfât adediyle gayet manidar gelecek suver-i Kur'aniyeyi haber veriyor.

Ezcümle: Kur'an'ın kırkbir sûresinin başı Elifdir. Yani Hemze'dir. sûre-i اِقْرَا بِاِسْمِ رَبِّكَ de Hemze çendan kırkbeş sayıldı. Fakat ahirdeki وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ kelimelerinde ve بِاِسْمِ'de ve بِالْقَلَمِ 'deki Hemzeler hiçbir kıraatta okunmadıklarından sayılmazlar. Şu halde bu en evvel nazil olan sûredeki kırkbir Hemze kırkbir sûrenin başlarına kırkbir işaret parmaklariyle gösterir, haber verir. Ve geleceklerini müjde verir.

ى onaltı defa tekerrür etmiş. Fakat الَّذى ve اَرَاَيْتَ herbiri üçer defa tekrar ettiğinden ikişer sayılır. Ondört ى kalır. Bu ondört ى ile Kur'an sûrelerinden ondört sûrenin başlarında bulunan ى 'lara tevâfukla parmak basıyor . Ve gösteriyor. Ve oniki yerde ى nidai ile başlayan sûrelere nazar-ı dikkati celb ettiriyor.

"Hemze" ile ل ın ال sûretinde beraber zikredilmeleri şu sûrede ondört tekrarı var.

م in dahi onüç tekrarı vardır. Kur'an sûreleri içinde onüç sûrenin başında Elif Lam ism-i hecaileriyle bulunmakla beraber sûre-i اَلَمْ تَرَ كَيْفَ 'de çendan ism-i hecaisiyle bulunmaz. Fakat öteki sûrelerin aynı şeklinde الم yazıldığından ondört sûre olur. Şu sûre-i Alak aynen Fatiha gibi ondört ال den ondört parmakları ile o şifre-misal ondört sûrelerin başlarına işaret ediyor. Ve gösteriyor. Hem م siz beş الر yerine م li altı حم gelse; onbeş sûrede م dahi ism i hecaisiyle zikredilmiş olur. Şu sûremizde onüç م ve Besmele'nin üç م 'iyle onaltı م olur. اَلَمْ تَرَ كَيْفَ dahi onbeş sûreye ilave edilse; o da onaltı süre olur. Demek sûremizdeki م ler suver-i Kur'aniyedeki onaltı şifreli م 'li sûrelerin başlarına tevâfuk sırriyle parmak basıyor.

س nin sekiz tekerrürü var. sûrelerin يس ile (Haşiye[9]) beraber başlarında, س ile başlayan yalnız sekiz tane sûre var. Bu sekiz, o sekize tevâfuk sırriyle sekiz parmaklariyle sekiz sûreyi gösteriyor.

ق sekiz defa tekrar etmiş. Kur'an sûreleri içinde yalnız sekiz sûre ق ile başlamış. Demek şu sûre sekiz ق lariyle o sekiz sûreleri gösterip geleceklerine müjde veriyor.

Şu sûrede ط üç defa tekrar etmiş. Süver-i Kur'aniyede ط ile başlayan dört sûre var. طه iki طسم ve طس 'dir. Halbuki: İki طسم bir tarzda olmakla bir sayıldığı için yalnız üç sûre vardır ki: ط ile başlıyor, denilebilir. Şu sûremizdeki üç ط onlara tevâfuk sırriyle sair arkadaşları gibi kasdi bir işaret eder. Tesadüfi olamaz.

و 'ın tekrarı altı, makam-ı ebcedisi dahi altı, mecmuu oniki olmakla suver-i Kur'aniye içinde yalnız onaltı sûre var ki: و ile başlıyor. İki وَالَّيْلِ 'den başka vâv-ı kasemiyedir. وَالسَّمَاءِ iki defa tekrar ettiğinden bir sayılsa, hem bir tek sûre bir mühim sır için müstesna kalmak cihetiyle oniki sûre و kasemi ile başlıyor. Demek şu sûre, oniki sûrenin başlarındaki و ile tevâfuk sırrıyla kasdi işaret eder, denilebilir. Hem و 'in ebcedi makamı altı olduğundan bu makamın altılık noktasında altı defa tekerrür ettiğinden otuzaltı adet olur. و ile başlayan sûrelerin başlarında onaltı sûrenin و 'lariyle beraber o sûrelerin bir kısmının başlarında yine vâv-ı kasemiye yirmi defa tekrar eder. Mesela: وَالشَّمْسِ sûresinde birbiri arkasında altı vâv-ı kasemiye geliyor. Demek şu sûre-i اِقْرَا بِاِسْمِ رَبِّكَ otuzaltı parmak ile onaltı sûrelerin başlarında bulunan otuzaltı و 'a tevâfuk ettiğine binaen ve sair arkadaşlarının sûrelerinin başlarına işaret ettiklerine istinaden ve şu sûre ise; Kur'an'a bir nev'i fihriste olduğuna itimaden bilâ-tereddüd deriz ki: Bu و 'lar ile o و 'ları gösteriyor ve işaret ediyor.

Üçüncü Letafet[]

Sûre-i Alak'ın, "şedde" ve "medde" ve "tenvin" ile hûrûfâtı 328 dir. Madem Kur'an Allam-ül Guyubun kelamıdır. Ve madem

وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاّ فىِ كِتَابٍ مُبِينٍ

işaretiyle Kitab-ı Mübin'in bir nüshası olan Kur'an'da hadisat-ı aleme işaret vardır.Hem madem en evvel nazil olan şu sûre mecmu' Kur'an'ın bir nev'i fıhristesidir. Hem madem Kur'an'ın intişarına ve fütuhatına ve Kur'an'a ait hadisata dair ayet-i kesire vardır. Elbette sûre-i Alak hûrûfâtiyle dahi Kur'an ile alakadar olan mühim hadisattan haber verir. Öyle ise şu sûrenin 328 adediyle 1328 tarihine tevâfuk noktasında ve işarat-ı Kur'aniye cihetinde alem-i İslam'ın başına gelen müthiş hadisatın başlangıcı olan 1328 tarihine (Haşiye-1[10]) gayet manidar nazar-ı dikkati celbetmek için gösteriyor. Şu sûrenin kelimat-ı nahviyesi 114 olmakla suver-i Kur'aniyenin adedine tevâfukuna binaen ve bu sûre ise; Kur'an'a fihriste olduğuna istinaden deriz ki: Kelimat-ı nahviyesiyle hem Kur'an'ın umum sûrelerine işaret ediyor. Hem bir hesabla umum Enbiyaya ima ediyor. Eğer şu sûremizde tenvin sayılmazsa hûrûfâtı 322 olur. Şu aded ile 1322 de "Hürriyet" hadiseleri gibi mühim hadisatın hazırlanması ve 324 te tezahür etmesi tarihine tevâfukuna binaen ve Kur'an ile alakadar hadisata sair âyetlerin işaretlerine istinaden denilir ki: hûrûfâtıyla aynı tarihi göstermekle nazar-ı dikkati celbeder. Ahirde gayr-i melfuz iki Elif Tenvinleriyle beraber sayılsa 331 tarihindeki (Haşiye-2[11]) Harb-i Umuminin dehşetine nazar-ı dikkati tevâfukla kasden işaret etmek bu esrarlı sûrenin şe'nindendir. Besmele sayılmazsa 312 adediyle 312 tarihinde dahili komitelerin Hürriyet bahanesiyle Hilafet-i İslamiyeyi parçalamak gibi hadisatın tarihine tevâfukuna binaen ve Allam-ül Guyub'un en evvel bir fihriste-i Kur'aniye olan nazil ettiği şu sûrenin manidar hûrûfâtının vaziyetlerine istinaden deriz ki: O tevâfuk tesadüfi değil. Kasdi bir işarettir. Eğer okunmayan gayr-i melfuz Hemze'ler çıkarılsa aded-i hûrûfâtı 317 olmakla 317 tarihindeki Balkan'ın Kur'an ve İslam aleyhinde müthiş ve meş'um ittifaklarının hazırlanması tarihine tevâfukuna binaen bu sûre Halık-ı ZülCelâl'in Kur'an'dan en evvel nazil ettiği bu sûre her şeye bakabilir. Bir Kelam-ı Ezeli olduğuna istinaden o gibi hadisata kasdi ima eder, denilebilir.

Tenvini saymayan mezhebe göre 325 adediyle Kur'an ve İslam ile münasebetdar en mühim hadisat-ı Hilafet olan Hanedan-ı Osmaniyedeki hal' ve nasb ile hasıl olan Hilafet tarihine tevâfuk noktasında elbette işaret etmekten hali değildir. Şeddelileri huruf saymayan mezhebe göre 306 tarihindeki vakalara, şöyle bir kelam, şöyle bir tarih, şöyle bir tevâfuk, kasdi bir işaretdir, denilebilir. Meddeyi saymayan mezhebe göre 303 deki hadisata tevâfukla imadan hali değildir. Besmele hariç ve medde sayılmazsa 288 tarihindeki vukuat ile ve 293 de tezahür eden hadisatın istihzaratı tarihine tevâfukla elbette kasdi bir işarettir.

Dördüncü Letafet[]

Sûre-i اِقْرَا بِاِسْمِ رَبِّكَ nasılki hûrûfâtiyle sair suver-i Kur'aniyeye işaret ediyor. Öyle de kelimatı ile de çok esrara işaret ile beraber suver-i Kur'aniyenin bir kısmına dahi manidar işaret ediyor.

Mesela: Şu sûrede lafz-ı Rab üç defa, "insan" dahi üç defa, اَرَاَيْتَ yine üç defa tekrariyle dokuz mühim suver-i Kur'aniyenin başlarına parmak basıyor.

Mesela:

Üç اِقْرَا بِاِسْمِ رَبِّكَ : رَبِّكَ sûresine ve سَبِّحِ اسْمَ رَبِّكَ sûresine ve كهيعص ذِكْرُ رَحْمَةِ رَبِّكَ sûrelerine işaret ettiği gibi,

الاِنْسَان in üç defası: يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذى خَلَقَكُمْ

ve يَا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ

ve هَلْ اَتَى عَلَى الاِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ sûrelerine parmak basmakla işaret ettiği misillû;

Üç اَرَاَيْتَ dahi اَرَاَيْتَ الَّذى يُكَذِّبُ بِالدِّينِ

ve اَلَمْ تَرَ كَيْفَ

ve اَلَمْ نَشْرَحْ لَكَ sûrelerinin başlarına istifham ile işaret ediyor.

Şu sûrede altı kelime ikişer defa zikriyle Fatiha-i Şerife'nin altı kelimesinin ikişer defa tekrariyle, tevâfukla mühim esrara medardır.

Bu sûrede اِقْرَا iki, خَلَقَ iki, عَلَّمَ iki, يَعْلَمْ iki, نَاصيَةٍ iki, نَدْعُ , يَدْعُ ile iki, işte bu altı ikiler sırsız ve hikmetsiz değiller.

Hem şu sûrede (Medde, Şedde, Tenvin, Besmele) dahil olmakla beraber El Alak'ın 328 hûrûfâtı bulunduğundan onüç (13) sûrenin aded-i kelimatı olan 300 adedinde tevâfuk etmekle beraber dört sûrenin hûrûfâtiyle ve her biri üçyüz hûrûfâtiyle tevâfuk noktasında mühim işaretler ediyor. 300 tarihinden 351 kadar hadisat-ı İslamiyeye şu sûrenin işaret ettiğine şahid olarak onyedi sûreyi tevâfuk sırriyle şahid gösteriyor. Ve işaretini teyid ediyor. O şahid sûreler de şunlardır:

O Tenvir-ül Mikyas tefsîrine göre: el-Furkan kelimatı (370), el-Vakıa (378), er-Rahman (351), el-Kamer (343), en-Necm (300),et-Tur (312), ez-Zariyat (360), Kaf (390), Hucurat (343), Duhan (346),el-Mümtehine (308), el-Mülk (335), el-Kalem (300) ve hûrûfât itibari ile İnfitar (359) (Haşiye[12]) el-Gaşiyat (381), el-Beled (320), el-Leyl (320); her biri üçyüz küsur harfdir.

Şu sûrelerin kelimatlarının ve hûrûfâtlarının adedi tefsîr-i İbn-i Abbas Radiyallahu Anh'a istinaden Tenvir-ül Mikyas namındaki meşhur tefsîrin tahkikatına binaendir ki : O tefsîr hem Hazret-i İbni Abbas (R.A.) hem rivayete istinad ettiği için onun tahkikatı muteberdir. Çendan bazı yerde kelimat-ı nahviyeyi kısmen sayar. Bazen sırf kelimat-ı örfıyeye bina etmiştir. Madem rivayete istinad eder. Onu tenkit edemeyiz. Fakat bazen matbaa yanlışları vardır. Hem hûrûfâtta kısmen şedde ve tenvin ve gayr-ı melfuz hemze-i vaslı nadiren sayar, dahil eder. Ekseriyetle yalnız melfuz hûrûfâtı hesab etmiştir. Onun için bazen tahkikatım ona muhalif çıkıyor. Bir hikmeti vardır ki: İki sûretle gidiyor diye ilişmiyorum.

İkinci Kısım[]

Suver-i Kur'aniyenin tevâfuk anahtarı ile açılan sırlan çoktur. Ve ondan neş'et eden letaif-i belâgat ve mezayayı i'câziye de kesretlidir. Numune için birkaç misal zikredeceğiz.

Birinci Misal[]

el-Bakara ayatı (286) birinci mertebedeki örfi kelimatı Tenvir-ül Mikyas hesabıyla (3100) dür. Ve bizce (3900) dür. Ayatı itibariyle medar-ı ihtilaf olabilen ve münasebat-ı tevâfukiyeyi kırmayan küsurlarda kat'i nazar edip yalnız külli yekûnlarını nazara alıyoruz. İşte bu noktaya binaen El-Bakara ayatının ikiyüz adedinde onaltı sûreye tevâfuk ediyor. Gösterdiği ve işaret ettiği sırlara onaltı şahid-i müeyyed gösteriyor. O sûrelerden dört sûrenin âyetleriyle ikiyüzde tevâfuk ediyor. Ve on sûrenin kelimatlariyle ikiyüzde muvafakat ediyor. Ve iki sûrenin hurufatıyla ittifak ediyor. Ve bu sırr-ı tevâfukla ikiyüz (200) tarihine ve binikiyüz (1200) tarihindeki hadisata işaret noktasında onyedi suvere bilittifak beraberdir. Ve bu onyedi sûrenin tevâfukâtı ikiyüzseksensekiz aded tevâfuk envaları oluyor.

Elbette bu derece kesretli enva-ı tevâfukât hikmetsiz değiller. el-Bakara'nın kelimat-ı örfıyesi (3900) olmak cihetiyle yine acibdir ki: Ayatı ciheti ile nasıl onaltı sûreye ittifak ediyor, kelimat cihetiyle de yine onaltı sûre ile üçbin adedine tevâfuk ediyor. Dört sûrenin kelimatıyla üçbinde müttefiktir. Oniki sûrenin hurufatıyla üçbinde ittihad ediyor. Elhasıl: sûre-i el-Bakara ayatı ve kelimatı itibari ile otuziki sûre ile yine tevâfuk etmekle Kur'an'ın mecmuu sûrelerinin bir sülüsüyle ittihad etmekle elbette mühim hikmetler içindir. Ve mühim sırlara işaretleri vardır.

İkinci Misal[]

Sûre-i Kehf in âyâtı gayet manidar yüzonbir (111) dir, kelimatı binbeşyüzaltmışdört (1564) dür. Mezkur tefsîrin hesabına binaendir. âyâtı itibari ile yirmidokuz sûre ile tevâfuk ettiğini Kenz-ül Arş'ın musahhah İkinci Nüktesinde beyan edildiğinden ona havale edip yalnız kelimat itibariyle tevâfukâta işaret edeceğiz. Şöyle ki: âyâtıyla yirmidokuz sûreye tevâfuk ettiği gibi kelimâtıyla dahi otuzdokuz sûre ile bin adedinde tevâfuk ediyor. O sûrelerden onaltısının kelimâtıyla ve yirmiüç sûrenin hûrûfâtlarda tevâfuk ediyor.

Demek Kur'an-ı Hakimin nısf-ı evvelinde olan sûre-i Kehf umum surelerin takriben nısfıyla ittihad ediyor. Ve bu ittihadda mühim hikmetler var. Şimdilik bilmiyoruz, bildirilirse bildireceğiz.

Üçüncü Misal[]

Sûre-i el-Kehf in kelimatı cihetinde muvafakatlarından olan sûre-i Ahzab binikiyüzsekseniki (1282) adediyle manidar bir işareti var. Şöyle ki: Eski zamanda nasıl küffarın kabileleri Hazret-i Peygamber Aleyhisselatu Vesselam'a karşı ittifak edip her bir hizb bir cihette hücum etmek için niyet etmişlerdi. Öyle de binikiyüzsekseniki (1282)'de aynen küffar devletleri ahzab gibi ittifak niyetiyle Rus Devletini binikiyüzdoksanüç (1293)'de Âlem-i İslamiyete saldırttılar. Şimdiye kadar müteselsil hadisat-ı elîmeye sebebiyet verdiler. İşte sûre-i Ahzab'ın bu işaretine ve binikiyüz (1200)'den sonra Kur'an aleyhinde ve İslam aleyhinde müthiş hadisata ve vuku'atına birer birer işaret eden çok sûreler onu teyid edip nazar-ı dikkati celbediyorlar.

Mesela: Tenvir-ül Mikyas tefsîrine binaen nasıl ki: sûre-i Ahzab binikiyüzsekseniki (1282) ye nazar-i dikkati celb ettiriyor. sûre-i Zumer binyüzdoksaniki (1192) ye nazarı çeviriyor. sûre-i Hac binikiyüzdoksanbir (1291) de zelzeleli kıyamet numune hadisatına ve Rus'un dehşetli hücuma hazırlandığı vakte nazar-ı dikkati celbediyor. sûre-i Enbiya binyüzotuzsekiz (1138) hadisatına işaret ediyor. sûre-i Şura binikiyüzaltmışyedi (1267) de öteki muvafakatlarının şehadetiyle haber veriyor. sûre-i ez-Zariyat binikiyüzseksen (1280) tarihinden sonraki fırtınalı vukuata hûrûfâtiyle haber veriyor. Ve muvafakatlarını şahit gösteriyor. sûre-i Neml binyüzkırkdokuz (1149) tarihindeki vukuata baktırıyor. sûre-i el-Kalem binikiyüzellialtı (1256) vukuatına işaret ediyor. sûre-i el-Müddessir binon (1010) tarihindeki yani elf-i saninin başında başlayan hadisat-ı Islamiyeye قُمْ فَاَنْذِرْ fermanı ile evveli vahiydeki emri tekrar eder gibi bir sûretde şiddetli ehl-i İslamı teyakkuza davet ediyor. Ve hâkezâ bu üç misal gibi belki üçyüz misal var.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ .. وَاللهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهِ

Mühim Bir İhtar[]

Kur'an-ı Azimüşşan'ın kelimatı ve âyâtı delalet ettikleri hakaikde çok vücuh-u i'câziye ve o kelimatın terkibatındaki nazmda çok mezaya-yı i'câziye bulunduğu Yirmibeşinci Söz'de gayet kati bir sûrette gösterilmiştir. Madem âyât ve kelimatın hakaikinde i'câz sikkeleri vaz edilmiştir. Elbette, o kelimat ve âyâtı teşkil eden hûrûfâtında dahi işaret-i i'câziye vardır. Nasıl ki masnu' olan mürekkebatın zerrat-ı mürekkebat gibi Sani-i ZülCelâl'in vahdaniyetine ve sıfatına delalet ediyorlar. Ve mucizat-ı kudreti olduğunu gösteriyorlar. Nasıl ki Yirmiikinci ve Otuzuncu ve Otuzikinci Söz'lerde beyan edilmiştir.

Aynen öyle de mürekkebat-ı kelimat-ı Kur'aniyenin zerratı hükmünde olan hûrûfâtının dahi gayet manidar vaziyetleri var. Ve çok işaret-i i'câziyeye medardırlar. Mana cihetiyle kelimatın gösterdiği envar-ı hakaik şüphesiz olduğu gibi manadan kat-ı nazar kelimatın vaziyetlerinde ve adedlerinde ve hûrûfâtın vaziyet ve adedlerinde çok esrar var olması dahi şüphesizdir. Fakat hûrûfât ve kelimatın adedleri mezahibe göre ihtilaf ediyor. Çünkü o kelimat-ı nahvi itibariyle olsa başka bir tarzda oluyor. Kelimat-ı örfîye olsa daha başka bir sûret olur. hûrûfâtta dahi kıraatlar itibari ile bir derece tefavüt bulunduğu gibi Şedde ve Tenvin ve gayr-i melfuz Hemze-i Vasl bir mezhebe göre sayılıyor.

İbn-i Abbas (R.A)'a istinaden bazı sûrelerde aynen sayılmış. Bazı sûrelerde yalnız medar-ı sevap olan huruf-u melfuz sayılmıştır. Bazen de tenvin hiç sayılmıyor. Şu ihtilafatın elbette bir hikmeti var. Çünkü Hz. İbni Abbas (R.A)'a istinad ediliyor. Hazret-i İbni Abbas (R.A) dahi kendi içtihadı ile değil, ekser mesail-i tefsîriyesinde olduğu gibi rivayete istinad ediyor. Madem rivayete istinad edilmiş. Bazı sûrelerde bir tarzda gitmiş, diğer sûrelerde başka bir mikyas ile bir hikmete binaen hareket edilmiştir. Ona ilişilmez, öylece kabul edilir.

Benim eski mahfuzatım ise beynel ulema tedavül eden rivayete binaendir. Kendim çok çalıştım ki: Bir tek mikyas ile bütün sûrelerin kelimat ve hûrûfâtını sayayım, muvaffak olamadım. Hem Tenvir-ül Mikyas tefsîri gibi sair eserler hangi mikyas üzerine gidiyorlar, teşhis edemedim. Bazı sûrelerde bir mikyas görüyorum, diğer sûrelerde değişiyor.

İşte bu hakikata binaendir ki: Medar-ı ihtilaf olan küsüratdan kat-ı nazar ettim. Yalnız müttefek-ün aleyh olan büyük yekünleri esas tuttum. Yalnız şu Üçüncü Nüktenin İkinci Kısmında o muteber tefsîrin tankikatına bina edip küsuratı zikr ederek bazı işarata medar kabul etmişim. Çünkü rivayete istinad ettiği için elbette o işarete medar olabilir. Kısmı evvelin ahirinde ve İkinci Kısımda kelimat ve hûrûfâtın küsurları yazılmış ve o küsurlarla vuku'ata işaret edilmiş diye yazmışız.

Mesela: sûre-i Rahman'ın üçyüzellibir adedi bu sene-i arabiyeyi gösterdiğinden otuzbir defa (Haşiye[13])

فَبِاَىِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ

ayetini hatıra getiriyor. Bu aded üç mikyas ile kırkdan ellibire tefavüt ediyor , Demek onbir sene zarfındaki hadisata ehemmiyetle baktırıyor. اَلرَّحْمنِ ile beraber İkinci Kısmında yazılan sûrelerin küsürlarında dahi tefavüt olsa olsa on ile yirmi ortasında olur. Demek her biri yirmi sene zarfındaki vuku'atla alakadardır. Her bir mikyas bir kısım vukuata işaret eder. En zahirisi ve rivayete istinad edilen Tenvir-ül Mikyas'da yazılan adeddir.

Bizim yazdığımız liste de onunla muvafakat ediyor, Kur'an-ı Hakim bana kendinden başka bir üstadı reva görmediği içindir ki, bu sekiz sene içerisinde yalnız bir defa o meşhur tefsîri üstad kabul ettim. Yanlışa düştüm. Demek Kur'an-ı Hakim bana kafi, vafi, şafi bir Üstad'dır. Evet o yeter.

رَبَّنَا لاَ تُوَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

رَبَّنَا وَفِّقْنَا لِفَهْمِ اَسْرَارِ كِتَابِكَ وَوَفِّقْنَا لِبَيَانِ اِعْجَازِْهِ كَمَا تُحِبُّ وَتَرْضَى

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍالَّذِى بَلَّغَ اِلَيْنَا كَلاَمَكَ وَفَسَّرَلَنَا عَلَى مَرَادِكَ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ امِين

وَ آخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

Dördüncü Remiz (*[14])[]

- Ehl-i Dalalet zulmü beni rahat bırakmadı -

"Yirmidokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Dördüncü Remzi olan Dördüncü Risale sûre-i El Kevser'in mühim ve mahrem bir sırrına dairdir. Bu Dördüncü Remz için Afyon'dan tahliyeden sonra üstadımızın yazdıkları bir fıkradır."

Bir Mes'ele-i İlmiye-i itikadiye-i Kaderiyeyi beyan eder. Şöyle ki:

Dördüncü remizde zikredilen ihbarat-ı gaybiye iki kısımdır. Bir kısmı zamanımıza nisbeten vukua gelmiştir. Meşiet-i İlahiye taalluk etmiş. Bu vaki olan hadisata dair olan işaretler, ihbarlar katiyetle hüküm edilebilir. Çünkü kabil-i tebdil ve tağyir değil. Fakat bize nisbeten istikbalde gelecek hadisata dair işarat-ı Kur'aniye, vâki hadisat gibi katiyeti mutlaka ile hükmedilmez. Çünkü, meşiet-i İlahiye hâkim-i mutlaktır, o mahkum olamaz. Her hadisenin gizli bazı şeraiti bulunabilir. Levh-i mahfuz'un hadisat-ı zamaniye dairesinde bir nüshası olan Levh-i Mahv İsbat namındaki bir sahife-i Kaderiye kabil-i tebdildir, değiştirilebilir. Hadis-i sahihte vardır ki: "Bazen bela nazil olur, karşısına sadaka gibi bir şey çıkar, mukabele eder." O kader dahi tahavvül eder. Bazıların ecel-i mübremden ayrı olan ecel-i muallakı geldiği halde bir vesile ile teehhür ettiğini ehl-i tahkik hükmetmişler. Hatta Levh-i Mahfuzda kader-i ezeli ile ecel-i mübrem dahi, gayet kudsî bir zâtın meşiet-i ilahiyeden istimdat ve niyazı ile tebdil edildiği kuvvetle ihbar edilmiştir.

Demek, istikbale ait işarat-ı gaybiye bazı şerait-i mühimme dahilinde meşiet-i İlahiye hükmeder, o ihbaratı ta'dil veya tebdil eder. Öyle ise, sûre-i İnna a'tayna ehl-i ilhadın hatimelerine dair verdiği haberler, bazı şeraitle meşiet o haberleri daha hafif bir tarzda ta'dil ve tatbik eder. Mesela: İrtidatkârane işten tevbe eden rüesadan birisi baki kalsa, mütemerridleri geberse işarat-i gaybiyede: "dehşetle mahv ve perişaniyet" tağyir edilir, müşkilatsiz bir tebeddüle tahavvül eder. Hem ehl-i dalalet bir cihette mahv olur denilebilir. Hem o ihbar-ı gaybi sahih çıkar hem meşiet hakim kalır yalnız zahiri ihbar terk edilir; dehşet ve imha sûreti yerine ref ve ıslah sûreti ikame edilir.

Gaybın sırrı açılmadığının bir sırrı şudur ki: Ta herkes her vakit herşey için Cenab-ı Hakk'a müracaatında mecburiyeti hissedip iltica etsin, istesin, yalvarsın. Eğer katiyetle kendinin ve başkasının başına geleni bilse, o vakit ne yalvarır, ne reca eder, ne de iltica eder. Belki yarın güneşin çıkması gibi adi görür, Allah'ı unutur. İşte bu ince sır ve hikmet içindir ki; لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ düsturuyla gayb kapısı yakiniyet ve katiyet sûretinde Resûllerden başkalarına açılmaz. Ve لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ düsturu daimi ve küllidir. Evet gaybı O bilir, O bildirir. Meşiet hâkimdir mahkum olamaz.

Farklı bir nüsha: (*[15])

Sure-i el-Kevserin mühim bir sırrına dairdir. Sure-i innâ a'taynâ'nın meâni-i meşhuresinden başka yalnız hurufatıyla gösterdiği nüktelerin verdiği haberler, yirmi sahife kadardır. Bu sure tek başıyla kat’i ve parlak bir Mucize-i Ahmediye olduğunu gösterir. Ve o sırr-ı mühimmin ahirinde kendi kendine gelen arabi ve şiire benzer, bazı merak-âver fıkralar var. En nihâyetinde istikbale ait ihbarat-ı gaybiyeye dair bir mesele-i ilmiye ve itikadiye beyan edilir. İcmalen hülasası şudur ki;

Hâdisat-ı mâziyeye dair işaret eden ihbarat-ı gaybiye-i Kur’âniye sarahat gibi kat’idir. Kâbil-i tebdil ve tağyir olamaz. Fakat bize nisbeten istikbal-i dünyeviyede gelecek hadisata dair işarî olan işarat-ı gaybiye-i Furkaniye, meşîet-i İlahiye ile ta'dil ve nîm tebeddül eder. Çünkü meşîet-i İlahiye hâkim-i mutlaktır, mahkum olamaz. Her hadisenin gizli bazı şeraiti bulunabilir ki, sarahatsiz olan işarat-ı Kur’âniye o şeraite göre remzen ihbar eder. Şerait bulunmazsa tebeddülü işarî ve ihtimalli olan ihbarat-ı Kur’âniyeyi cerhetmez. Hem levh-i mahfuzun hadisat-ı zamaniye dairesinde bir nüshası olan ve "levh-i mahv-isbât" tabir edilen kâbil-i tebdil bir sahife-i kaderiye vardır ki, bazı esbabla değiştirilebilir. Nasıl ki hadis-i sahihte vârid olmuş ki "Bazen bela nazil olur. Karşısına sadaka gibi bir hasene-i mühimme çıkar, mukabele eder. Bela ref’ olur." O kader dahi tahavvül eder. Hatta ecel-i mübremden ayrı olan ecel-i muallak geldiği halde bir vesile ile teehür edildiğini bir kısım ehl-i tahkik hükmetmişler. Hatta Gavs-ı Geylani (K.S.), birisinin ecel-i mübremi hususunda meşîet-i İlahiyeden istimdad ve niyaz etmesiyle teehürüne vesile olduğunu ehl-i keşf haber vermişler.

İşte bu sırrın bir sırrı ve gaybın sırrı resüllerden başkasına açılmadığının bir hikmeti şudur ki; ta herkes her vakit her şey için Cenab-ı Hakka müracaatında mecburiyetini hissedip iltica etsin. İstesin yalvarsın. Eğer kat’iyetle kendine veya başkasının başına geleni bilse ne yalvarır, ne reca eder, ne de iltica eder. Herkesin muhtaç olduğu güneşin çıkması gibi adi görür, Allah’ı unutur. İşte bu ince sır ve hikmet içindir ki; لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ düsturuyla gayb kapısı yakîniyyet ve kat’iyyet suretinde resullerden başkasına açılmaz. Açılsa da sabıkan beyan ettiğimiz gibi bir ihtimal-i tebdil var. Ve لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ düsturu daimî ve küllîdir.

Evet gaybı o bilir, o bildirir. Hem o yasağa karşı öyle itaat etmek içindir ki; resullere ittiba ile gaybe muttali’ olan ehl-i keşif tasrih etmeyip işarat ve rumuz ile haber veriyorlar.

اَللهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِه .. وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبُ اِلاَّ اللهُ

رَبَّنَا لاَ تُاٰخِذْنَاۤ اِنْ نَسِينَاۤ اَوْ اَخْطَاْنَا

Beşinci Remiz[]

İhtar: Nasıl ki Risalelerde kelime tevâfukâtı Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyanın lafza-i Celâl tevâfukâtına bir basamak. Ve Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resûl-i Ekrem aleyhissalatü vesselam o sırrın anahtarları oldular. Öyle de İşarat-ül İ'caz'daki tevâfukât-ı harfiye maksud-u bizzat değildir. Belki sûre-i اِنَّا اَعْطَيْنَا sırrına bir basamaktı. Şimdi matbu' Onuncu Söz'ün tevâfukâtı dahi sûre-i اِذَا جَاء َنَصْرُاللهِ sırrına yetişmek için bir basamaktı. Fakat o basamak fikirlerde tam yerleşmediği için o sır da tam açılmadı. Yalnız göründü ve derakab kapandı. Demek o iki risalenin tevâfukât-ı harfiyesine ciddi ehemmiyet, o iki sûre-i kudsiyenin sırlarının ehemmiyetinden gelmiştir. Ben de şimdi bu hikmeti anladım. Ehemmiyetsiz zannedilen münasebat-ı tevâfukiye ehemmiyetli olabilir. Çünki gayet mühim sırlara hizmet ederler.

Birinci Makam[]

اِذَا جَاء َنَصْرُاللهِ Sırrına dairdir.

اِذَا جَاء َنَصْرُاللهِ وَالْفَتْحُ sûresinin çok esrar-ı mühimmesinden tevâfukla münasebetdar bir sırrından bahs eder.

Mukaddeme[]

Evvelen: Münasebat-ı tevâfukiye eğer taaddüt etse ve ayrı ayrı cihetten bir hadiseye muvafık gelse, hem bilhassa makama mutabık, hem bilhassa kelamın manasına muvafık ve müeyyed olsa o muvafakat o vakit işaret derecesine çıkar. Ve o tevâfukla şu âyet işaret eder denilebilir. Evet muzaaf münasebet işaretdir. Muzaaf işaret delaletdir. İşte sair Remz'lerde beyan edilen sair sûrelerin tevâfukâtı gibi şu sûre-i Nasr'ın bir hadiseye dair tevâfukât-ı harfîyesi dahi hem müteaddittir. Hem sûrenin manasına müeyyeddir. Hem makama mutabıktır. Hem işaret ettiği aynı hadiseye sûre-i Kevser ve Fatiha ve Alak gibi sûreler ve âyât-ı اِنَّا فَتَحْنَالَكَ gibi âyetler aynı hadiseye tevâfukla işaret ediyorlar. Ve böyle bir işaret ise; delalet derecesinde kuvvetlidir, denilebilir.

Saniyen: Madem şu kudsî sûre Allam-ül Guyub'un kelamıdır. Ve madem sebeb-i nüzulü Feth-i Mekke ve Nusret-i İlahiyedir. Ve madem sebeb-i nüzul ne kadar has olursa olsun mana-yı maksud külli hükmüne geçip Hazret-i Peygamber Aleyhissalatü Vesselam'a ihsan edilen bütün fütuhat ve nusretlerine şamildir. Ve madem bu mana-yı maksudun cüz'iyatına işaretle müjde vermek mü'ciz bir kelamın şe'nindendir. Ve madem bir rivayette Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık Radiyallahu Anhu gibi bir Sıddık-ı Alişan ve bir rivayette Hazret-i Abbas Radiyallahu Anhu şu sûreden sahabelerin fevkinde işari bir mana-yı aher fehmedip herkesin süruruna mukabil ağlamışlar.

Evet bu sûre nazil olduğu vakit sahabeler müjde ve beşaret-i İlahiyeye karşı kemal-ı süruru hissettikleri vakit, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık ve Hazret-i Abbas Radiyallahu Anhuma ağlamışlar. Demişler ki :Şu sûrenin ahiri ve bu sûrenin iki hakikatına muvafık

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي وَرَضِيتُ لَكُمُ الإِسْلاَمَ دِينًا

ayeti, vefat-ı Peygamberiye Aleyhissalatü Vesselam'a işaret eder. Onun için ağlıyorum.

Hem madem beliğ ali bir kelamın, İ'caz-ı Kur'an risalesinde beyan edildiği gibi, o kelamın hûrûfâtı ve hey'atı dahi o kelamın manasına kuvvet verip te'yid etmekle o kelamın derece-i ulviyeti ve belâgatı ziyadeleşir.

Ve madem şu sûrede müteaddid vecihle hurufları tevâfuk münasebetiyle Fütuhat-ı Ahmediyeye (A.S.M) ve Nusret-i Muhammediyeye (A.S.M) parmak basar bir tarzda işaret eder. Elbette bu mezkur altı esaslara göre bahsedeceğimiz işarat-ı gaybiye ve tevâfukât-ı harfıye yalnız münasebat-ı belâgata ve letaif-i kelamiye değildir. Belki leme'at-ı belâgat ve reşahat-ı fesahat olmakla beraber işarat-ı Kur'aniye ve ihbarat-ı ğaybiye nev'indendir.

Ezcümle: Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık (R.A) ve Hazret-i Abbas (R.A)'ı ağlatan وَاسْتَغْفِرْهُ cümlesiyle işaret edilen vefat-ı Nebeviyeyi (A.S.M) şu sûrenin başından وَاسْتَغْفِرْهُ nin و 'ına kadar altmışüç (Haşiye[16]) huruf olarak ömr-ü Nebevinin nihayetine işaret etmekle beraber

فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ

ile işaret edilen en mühim üç vezaif-i Nübüvvetin hûrûfâtı yirmibir olmakla beraber o zaman yirmibir sene o vazife-i Nübüvveti ifa ettiğine ve iki sene kaldığına ima edip Sıddık (R.A)'ın ağlamasına gizli bir sebeb olmuşdur. Ve şu sûrenin yüzbeş harfi Futuhat-ı Ahmediyenin (A.S.M.) ve Kur'aniyenin (105) sene nihayetinde şark ve garbı tutacağına işaret ve فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ makam-ı ebcedisiyle (428) de ve yalnız رَبِّكَ makam-ı ebcedisiyle (222) de terakkiyat-ı maddiye ve maneviye tarihine işaret etmekle beraber

النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللهِ أَفْوَاجًا

cümlesiyle binikiyüzyirmiikiye (1222) kadar galibane o fütuhat ve nusret devam edeceğine tevâfukla işaret eder.

Mukaddeme nihayet buldu. Şimdi maksada giriyoruz. Maksad üç babdır. Birinci Bab sekiz mes'eledir.

Birinci Mesele[]

Bu Birinci Bab şu kudsi sûrenin letaif-i kesiresinden yalnız tevâfukla münasebetdar bir kısım mezayasından bahseder. tevâfuk letafetine medar olmak için kudsi ve nurani hûrûfâtın vaziyetlerini bilmek lazımdır.

Şöyle ki:

Besmelesiz; Hemze on, Medde sekiz, ن sekiz, Tenvin ile beraber on, و yedi, ل altı, ب altı, ف beş, ت dört, ى dört, ر dört, ه dört, ح üç , س üç , د üç, ج iki, ك iki, Tenvin iki, ص bir, ذ bir, خ bir, غ bir, م bir.

Besmele ile; Hemze onüç, Medde on, ن dokuz, Tenvin ile onbir, ل sekiz, ر sekiz, و yedi, ب yedi, ى beş, ه beş , ح beş , ف beş, س dört, م dört, ت dört, د üç, ج iki, ك iki Tenvin iki, ذ bir, خ bir, غ bir.

İşte şu kudsi sûrenin nurani hûrûfâtının vaziyeti şudur. Ve şu vaziyetin letaif-i kesiresinden bir letafet-i tevâfukiyesi budur ki: hûrûfâtı Besmele ile beraber beş kısım olup, beşler kısmı dört olub, diğer üç kısm-ı aher üç olarak üçer manidar tevâfuku var. Bir kısım dahi ikişer manidar tevâfukları var.

Evet [ ح . ه . ى . ف ] beşer, beşte manidar tevâfuk ediyorlar. [ ت . م . س ] dörder, üçü dörtte manidar tevâfuk ediyorlar. [ ك . ج ] Tenvin ikişer, tevâfuk ediyorlar. [ غ . خ . ذ ] bir de ittifak ediyorlar. Hem iki kardeş olan [ ر . ل ] sekizdir, sekizde ittifak ediyorlar. Feth-i Mekke'ye parmak basıyorlar. [ ب . و ] yedişer, yedide ittifak ediyorlar. Sulh-u Hudeybiyenin neticesinde galibane Hacc-ı Peygamberi (A.S.M) gibi feth-i Mekke mukaddematına işaret eder. Altı ile oniki müstesna birden onüçe kadar hûrûfâtı muntazaman terakki ediyor. Meşhur onüç aded, bu sûrede dahi sırrını göstereceğini ima ediyor.

Şu sûrenin hûrûfâtı seksenaltı (86) olup Fütuhat-ı Ahmediyenin (A.S.M) bir nokta-i kemaline işaretle beraber , Besmele ile yüzbeşde (105) fütuhatın bir derece tevakuf ve kemaline ve hûrûfât-ı melfuzesi Besmelesiz seksenbirdeki (81) hadisat-ı nusrete ve Besmelesiz kelimatı Besmele hûrûfâtına muvafık olup ondokuz (19) olarak Beyt-ül Makdis'ten sonraki Fütuhat-ı Ömeriye işaret ediyor.

Besmelesiz sûrenin hûrûfâtı: [ ه . ر . ى . ت ] dördü, dörder. [ د . س . ح ] üçü, üçer. [ ك . ج ] ikisi, ikişer. [ م . غ . خ . ذ ] dördü, birer olarak tevâfuk etmekle beraber ; dokuzuncu müstesna olarak birden onüçe kadar muntazaman terakki etmeleri gösteriyor ki: Bu mukaddes hûrûfât tesadüfe tabi' değiller.

İkinci Mesele[]

Fütuhat-ı Muhammediye (A.S.M) ve Nusret-i Ahmediyeye (A.S.M) İşaret eden إِذَا جَاء sûresi; elbette fütuhat içinde mühimlerinden olan feth-i Şam ve Feth-i Beyt-ül Makdis ve Feth-i Irak ve Feth-i İstanbul gibi hadisat-i azime-i İslamiyeye işaret eder . Evet إِذَا جَاء cümlesi; نَصْرُ daki nûn-u nusret'e beşaret için dahil olarak yediyüzelliyedideki (757) feth-i İstanbul'un mukaddimesi olan Süleyman Paşa'nın muhasara-i meşhuresine sûre-i Kevserin الْكَوْثَرَ kelimesi ile işaret ettiği gibi, tevâfukla işaret eder. Ve إِذَا جَاء den sonra melfuz hurufun و ı ve رَأَيْتَ 'ye kadar netice-i fethe işaret olarak و ve رَأَيْتَ dahil olmakla sekizyüzelliyedideki (857) İstanbul fethine sûre-i Kevser gibi كَ الْكَوْثَرَ ile tevâfukla işaret ettiği gibi onu tasdiken ve te'yiden birbirine şahid olarak muttefıkan gösteriyorlar.

Hem النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللهِ أَفْوَاجًا binikiyüzyirmiiki (1222) makam-ı ebcedi adediyle, sûre-i Kevser ve sûre-i Feth'e ve ayet-i

إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا

gibi müteaddit sadık şahitlerin şehadetlerine istinaden ve işaretlerine binaen bu sûre o adediyle Fütuhat-ı Kur'aniyenin devamı ve insanların fevc fevc İslamiyete dahil olmaları, ta bin ikiyüz yirmi ikiye (1222) kadar istimrarına ve ondan sonra tevakkufuna işaret ediyor. Şöyle her tarafta te'yid eden bir işaret elbette ve elbette delalet belki serahat derecesine çıkıyor.

Şu sûre nasıl ki: Besmele ile إِذَا جَاء نَصْرُ اللهِ sekiz kelimatıyla ve نَصْرُ اللهِ kelimesinin sekiz hurufuyla ve نَصْرُ اللهِ daki ر 'nın sekiz tekrarıyla ve نَصْرُ اللَّهِ daki ل 'ın yine sekiz tekrarıyla şu sûrenin sarahatiyle bir beşaret verdiği Feth-i Mekke'deki Nusret-i İlahiyenin tarihi olan sekizinci sene-i hicriyesine tevâfuk sırrıyla beşaretvari işaret ediyor.

Öyle de, إِذَا den وَاسْتَغْفِرْهُ ye kadar ondört kelimâtýyla; وَالْفَتْحُ daki ف nın beş, ح nın beş ve ت nın dört tekrarlariyle hasıl olan ondört harfiyle, hem إِذَا جَاء نَصْرُ اللهِ cümlesinin ondört hurufuyla, hem نَصْرُ اللهِ وَالْفَتْحُ fıkrasının ondört harfiyle, ondördüncü sene-i hicriyesindeki feth-i Şam'da ihsan edilen nusret-i harika tarihine tevâfuk sırrıyle işari beşaret veriyor.

Üçüncü Mesele[]

Devlet-i İslamiyenin en muhimmi ve Hilafet-i İslamiyenin en devamlısı olan Osmanlı Devleti olduğundan, küçük sûrelerden bir iki tanesi o devletin safahatına bir vecihde baktığı gibi, bir iki sûre-i aher dahi işarî tarzda yine bakıyorlar.

إِنَّا أَعْطَيْنَا sırrında, hem إِذَا جَاء نَصْرُ اللهِ nın mukaddimesinde beyan edildiği vecihle, tevâfukât cihetindeki işaret ise: Kelimat manasındaki remzleri te'yiden gösterdikleri gibi, sûre-i وَالسَّمَاء ذَاتِ الْبُرُوجِ başka bir nevi tevâfukât ile şimendifer vasıtasıyla Alem-i İslâmın mağlubiyetine ve ecnebinin tasallutuna işaret ettiği gibi, kudsî kelimatında Osmanlı Devletinin mağlubiyet devresine ve bilhassa Sultan Abdulaziz, Sultan Abdülmecid zamanlarına ve sonraki komitelerin fitnekarane mü'minlere verdiği teşevvüşe ve o fitnenin cezası olarak harik-i kebir gibi yangınlara ve Kur'an'a bir nevi tahrifkarane taarruza ve Kur'an'ın hıfz-ı İlahi ile mahfuz ve galib vaziyetine işaret eder.

لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ .. وَاللهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهِ

رَبَّنَا لاَ تُوَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

رَبَّنَا وَفِّقْنَا لِفَهْمِ اَسْرَارِ كِتَابِكَ وَوَفِّقْنَا لِبَيَانِ اِعْجَازِْهِ كَمَا تُحِبُّ وَتَرْضَى

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍالَّذِى الْقُرْاَن الْمُعْجِزَ الْبَيَانَ وَفَسَّرَلَنَا عَلَى مَرَادِكَ وَعَلَى اَلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ امِين

وَ آخِرُ دَعْوَيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ

اللَّهُمَّ وَفَّقَ الْكَاتِبَ وَرُفَقَاءَهُ لِكَمَالِ خدمت القران ولفهم تمام اعجازالقران واجعل القران شافعًا مُشَفِّعًا يَوْمَ الْحشر والميزان

امين

Altıncı Remiz[]

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ

Sûre-i Kevser'in hurûfu kırkaltı (46), Besmele ile altmışbeş (65) huruf-u hecaiyeden mevcudu onyedi (17) dir. Nüzul-u vahyin havz-ı ekberi ve ekser Enbiyanın meşhur kevseri olan Kudüs-ü Şerifin fetih tarihi olan onyedi adediyle tevâfuk etmek sırrıyle işaret eder. Besmele ile ondokuz, mevcudu olmayan onikidir. Besmele ile dokuz, tekerrürsüz olan harfleri on, tekrar sekizdir.

Besmele ile tekrarsız sekiz, tekrar eden oniki, kelimatı on, nahvi kelimatı yirmi. Besmele ile Kevser'in kelimatı ondörttür. Bir cennet-i dünyeviye ve bir kevser-i İslamiyet olan Şam'ın fethine tevâfuk sırrıyle işaret eder. Nahv-i kelimatı yirmiyedi. Hemze Elif tekerrürü sekiz, Besmele ile oniki. ن tekrarı yedi, Besmele ile sekizdir. Çok meşhur sekizler ile beraber Havz-ı Kevser-i Kur'an'ı olan Mekke-i Mükerremenin fethine tevâfuk sırrıyle ima eden ا ve إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ ..ن den إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ nın başına baktırıyor.

Sakin Elif üç, Besmele ile beş, ى bir Besmele ile iki, ك dört, ل beş, Besmele ile dokuz, و üç, ر dört, Besmele ile altı, ب üç, Besmele ile dört, ح bir, ه bir, Besmele ile ikişer. İşte şu sûre-i Kevser'in vaziyet-i hûrûfâtında çok esrar ve işarat ve letaif var. Yalnız burada tevâfuka münasebetdar üç letaifıne işaret edeceğiz.

Birinci Letafet[]

[ ع . ش . س . ث . ف . ط . ص ] bir [ م . ح . ه . ى ] iki, [ Sakin ب . و . ا ] üç. Bu üçler, sûrenin üç âyetlerinin adedine tevâfukla beraber; kendi ebcedi adedlerinin mecmuu olan dokuzda tevâfuk ediyor.

Besmele ile [ ب . ر . ك ] dört. Besmele ile, dört aded âyetlerde tevâfuk ciheti ile işareti var.

ل ve Besmele ile Sakin Elif beş, Besmele ile ر altı, ن yedi, Hemze sekiz, Besmele ile ل dokuz.

İşte birden dokuza kadar tekrarda terakki, o kudsi hûrûfâtın intizamına bir intizam daha katar.

İkinci Letafet[]

Besmele ile aded-i hurufu altmışbeştir (65). Bu iki rakam hurufa inkilab etse هُوَ olur. İhlasın başındaki هُوَ اللهُ ile هُوَ الَّذِى اَرْسَلَ رَسُولَهُ deki هُوَ ye manidar bakmakla beraber; altmışbeş sene-i veladetle, sene-i vefat dahil olmak veya arabi seneler itibari ile Sahib-ül Havz-ı vel Kevser olan Zat'ın ömrüne tevâfuk etmekle beraber; Besmelesiz sûre-i Kevser'in aded-i hurufu, sûre-i Kevser'in vakt-i nüzulüne tevâfuk sırrıyle işaret eder.

Sûre-i Kevser'de mevcud huruf-i hecaiye ondokuzdur. Ondokuz aded ile Besmelenin ondokuz hurufuna tevâfuk sırrıyle alem-i esma dahil olmak şartiyle ondokuzbin alemin kudsi haritası olan Kur'an'ın Havz-ı Kevser'inden ondokuz cedvel ile ondokuzbin aleme neşr-i ab-ı hâyât ettiğine, sûre-i Kevser ondokuz parmak ile şehadet edip işaret ediyor gibi bir tevâfuk gösterir.

Tekerrürsüz harfler ondur. On aded ile şu sûre-i Kevser kelimatının on adedine tevâfuk etmekle beraber; o iki mütevafik nahvi kelimatının yirmi adedine tevâfuk sırrı ile yirmi sene bilafasıla nuzul-i Kur'an zamanını telvihden hali değildir.

Ve tekrar eden harfler sekizdir. Sekiz adediyle Besmele ile tekerrürsüz sekiz adedine tevâfuk ile beraber, Elif ve ن 'un dahi sekiz adedlerine tevâfuk etmekle Havz-ı Kevser'in sekiz dairelerinden sekiz Cennet'e açılan sekiz kapısına tevâfuk nev'inden şimdi tutamadığım çok işaretler vardır.

Ve tekrar eden harfler onikidir. Oniki adediyle Besmele ile Elif oniki adedine ve sûrede mevcut olmayan harflerin oniki adedine tevâfuk münasebeti ile meşhur ve Kur'an ile münasebetdar çok onikilere remz eder.

Üçüncü Letafet[]

Besmelesiz sûre-i Kevser'de hecai hûrûfât içinde ikişer kardeş sayılan harflerden her iki kardeşten en güzelini ve en manidarını almış öteki kardeşini bırakmış.

Mesela: İki kardeş olan: [ ز . ر ] den , ر var ز yok. [ ش . س ] den, ش var س yok. [ ض . ص ] dan, ص var ض yok. [ ظ . ط ] den, ط var ظ yok. [ غ . ع ] den, ع var غ yok. [ ق . ف ] dan, ف var ق yok. [ ن . م ] dan, ن var م yok.

Gibi zarif ve muntazam ve manidar bir intihab var. Hem Kur'an'ın bir misal-i musaggarı olan Kevser'de tekerrür eden hûrûfât sûrelerin başlarına bahusus mukattaat hurufla başlayan sûrelerin başlarına Fatiha misillü hafi işaretleri var. Fakat Fatiha-i Şerifinin işareti sarahata yakındır.

Mesela: أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ ayeti doğrudan doğruya Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'a hitab edip Kevser'i ihsan ettiğine delalet etmekle elbette o muhatabın medar-ı imtiyazı olan has isimlerine imaen إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ deki ط yi طٰهٰ ve يٰسۤ gibi işaretlerle Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın meşhur iki ismi ve iki sûrenin başlarına ve isimlerine işaret ediyor.

Hem Kevser'de Elif tekerrürü onikidir. اَلله lafzının aslı, اَل الۤه olmak cihetiyle Elifin Kevser'de tekrarı onüç olmakla; yedi الۤمۤ altı الۤرٰ nın mecmu' adedi olan onüçe tevâfukla o sûrelerin başlarının başlarına küçücük fıhristecik nev'inden işaretle var deriz.

Çünkü Elifin ism-i sarihi o sûrelerde zikretmesiyle ve Fatiha-i Şerifede onüç ال yine onüç sûreye sarahata yakın işaret etmekle; Kur'an Fatihada, Fatiha Kevser'de dahil olmak sırrıyle Kevser'in manası Kur'an olmak cihetiyle deriz ki: Kevser'de Elifin onüç defa tekrarı, Fatiha'da onüç defa ال tekrarı gibi; nısf-ı Kur'an'ı teşkil eden onüç sûrenin isimlerine işaret ederek başlarına parmak basıyor.

Bu münasebetle Fatiha'nın şu letafetini bir derece izah için deriz:

Madem Kur'an Fatiha'da icmalen münderiç olduğunu ehl-i tahkik zevk-i şuhudi ile hüküm etmişler. Ve madem Kur'an'da Fatiha'nın bir ismi:

سَبْعًا مِنَ الْمَثَانىِ وَالْقُرْانَ الْعَظِيمَ

dır. Ve madem sûrelerin başında mukattaat hurufla başlayan mühim sûreler الۤمۤ ve الۤرٰ 'lar ve حٰمۤ lerdir. Ve madem Fatiha-i Şerife'de onüç ال lafzı tekerrür ediyor. (Haşiye-1[17]) Yani Elif-Lâm zikredilmiş. Ve madem o meşhur sûrelerin başında mukattaat hurufundan onüç defa "Elif Lam" ism-i hecaisiyle okunuyor. Ve ال sûretiyle yazılıyor.

Ve madem Fatiha müteaddid vecihler ile o meşhur الۤمۤ ler ve الۤرٰ ler ve حٰمۤ lere bakıyor. Ve madem o meşhur sûrelerde onbeş defa م ism-i hecaisiyle zikredilmiş. Ve onüç defa ال ism-i hecaileri ile tekrar edilir. Ve Fatiha'da dahi onbeş م tekerrür ediyor . Ve o sûrelerdeki onbeş م e tevâfuk ediyor. Ve Fatiha'da onüç defa ال tekrar etmekle o sûrelerdeki onüç ال adedlerine tevâfuk ediyor. Elbette bütün bu tevâfuk Fatiha'da o sûrelere karşı olan onüç ال den onüç işaret parmaklan hükmünde olan onüç ال tekerrür edilmiştir.

Şimdi yine Kevser'e dönüyoruz.

"Kevser" kelimesi kudsi, cami', külli, nurani bir kelimedir. Bir mana-yı lugavîsi hayr-ı kesirdir. Ve o küllinin misalleri çoktur. Başta maddi ve uhrevi Havz-i Kevser'den ve manevi ve ehl-i dünyaya ab-ı hâyât neşreden en mühim havz-ı kevser olan Kur'an'dan tut, ta Sahib-i Havz-ı Kevser'e verilen "Hayr-ı Kesir" ıtlakına masadak olan bütün hedayayı Rahmaniye ve Fütuhat-ı Rabbaniyeden, ta Feth-i Mekke ve Feth-i Beyt-ül Makdis ve Feth-i Şam, hatta Feth-i İstanbul'a kadar manaları var.

Evet madem sabıkan geçtiği gibi sûre-i Kevser, Fütuhat-ı Muhammediyeyi (A.S.M.) ihtar eder. Ve kelimatıyla ve hûrûfâtıyla Feth-i Mekke ve Feth-i Beyt-ül Makdis ve Şam fütuhatına işaret eder. Elbette altıyüz seneye karib mühim bir merkez-i Hilafet-i İslamiye ve menba'ı neşr-i ahkam-ı Kur'aniye ve Kur'an-ı Hakimin muazzam ordusunun merkezi olarak, Kur'an bayrağını dörtyüz sene kadar kâinata karşı galibane tutan İstanbul'un tarih-i fethini Kur'an'da بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ işaretiyle müjde verdiği gibi; sekizyüzelliyedi teşkil eden اَلْكَوْثَرْ فَ ebced-i makamı sekizyüzelliyedi olarak, aynen بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ gibi İstanbul'un İslam eline geçmesi olan sekizyüzelliyedi tarihine tevâfuk etmekle işaret ediyor.

Çünkü: اَلْكَوْثَرْ kime verilmiş ve ne için verilmiş sırrıyla, Kevser'in evvelinde أَعْطَيْنَاكَ kime verildiği için ondan كَ 'i alır. Ne için verildiğine delalet eden فَصَلِّ 'den neticeye işaret için فَ 'yi alır. كَ الْكَوْثَرَ فَ olur. Mecmuu sekizyüzelliyedi adediyle İstanbul'un fethini müjde veriyor ve Fütuhat-ı Muhammediyeye (A.S.M) dahil olarak en muhteşem cevami-i İslamiyeye merkez olup kürre-i arzda kılınan salat-ı kübranin bir mescid-i ekberi olduğuna elbette ima eder.

Hem yediyüzelliyedide İstanbul İslam'ın eline geçmesine namzed olarak yol açılmış muhasara ile Fatihası okunmuş. (Haşiye-2[18]) Demek الْكَوْثَرَ namzedliğini ve akd-i İslamiyete girmesine yediyüzelliyedide الْكَوْثَرَ aded-i ebcedisi imaen ifade ediyor. Ve sekizyüzelliyedide كَ الْكَوْثَرَ فَ sarahata yakın bir sûrette delalet ediyor.

Evet madem sûre-i Kevser, Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'a ihsan edilen futuhat-ı azimeye delalet ediyor. Elbette الْكَوْثَرَ İstanbul'a dahi bakıyor.

Evet madem yirmisekiz huruf-i hecaiyeden كوثر de mevcut olan onyedi huruf dahi الْكَوْثَرَ 'in birinci ayeti olan إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ aded-i hurufu olan onyedi adede tevâfuk etmekle beraber; mecma-ı Enbiya ve nüzul-i vahyin Havz-i Kevser'i olan Beyt-ül Makdis'in fetih tarihinin onyedi adedine tevâfuk ediyor. Elbette Fütuhat-ı Muhammediyeyi (A.S.M) ihtar eden إِنَّا أَعْطَيْنَاكَ de bu tevâfuk rastgele değil, belki kudsi bir işaret için rast getirilmiştir. Aynen şu birinci âyet, Medde ve Şedde'yi saymayan mezhebe göre aded-i hurufu ondört olarak Besmele ile Kevser kelimatının ondört adedine tevâfuk etmekle beraber; fütuhat-ı İslamiyenin en mühimmi olan feth-i Şam tarihi olan ondört senesine tevâfuk ediyor. Elbette bu tevâfuk ittifaki değil, belki tevfîk edilmiştir .

Madem كَ الْكَوْثَرَ فَ sekizyüzelliyedi makam-ı ebcedi ile dünyevi bir kevser-i İslamiye olan İstanbul'un fethine ima eder. Elbette sekiz aded hûrûfâtiyle zemzeme-i Kur'an'ı ima eder. Elbette sekiz aded-i hûrûfâtiyle zemzeme-i Kur'an'in menba'ı ve o Havz-ı Kevser-i İlahinin bir havzı ve en evvel ab-ı zemzeme-i Kur'an ondan nebean ettiği olan Mekke-i Mükerremenin sekizdeki fethine, tekrarsız huruflann sekiz adediyle ve mükerrerlerin yine sekiz tekrarıyla ve Elifin sekiz tekrarıyla beraber; kendi sekiz harfiyle tarih-i feth-i Mekke olan sekiz seneye bilittifak tevâfukları şu futuhatçı sûrede ittifakı tesadüfi değildir. Belki tevfîk edilerek kudsi bir işaret için rast getirilmiştir..

يَا رَبِّ بِسِرِّ سُورَةِ الْكَوْثَرِ بِحُرْمَةِ صَاحِبِ الْكَوْثَرِ اَسْقِنَا وَرُفَقَاءَنَا مِنْ مَاءِالْكَوْثَرِ فىِ يَوْمِ الْمَحْشَرْ امين

İhtar ve İtizar

Yirmidokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Altıncı Remzi unutulduğundan, hem kısa sûrelerden bir nebze münasebat-ı tevâfukiyeden bahsedildiğinden en kısa sûre olan şu sûre-i Kevser'e işaret olmakla beraber bahs açılmamış olduğundan bilmecburiye cismen, kalben, fikren müşevveş, hastalıklı ve kısa bir zamanda acele ile bu remz yazıldı. Elbette tabirat ve tafsilat cihetinde benim kusurlarım çok vardır. Lüzumsuz tabirat içine girmiş. Fakat hatıra nasıl gelmiş, öyle yazıldı. tanzîm ve tashihe lüzum varsa başkası yapsın.

Üstadımızın Afyon'dan tahliyesinden sonra bu remiz için buyurdukları bir emirdir:

"Bu kısmı herkes bilemez. Ve faide vermez. Okunmamak için iğneledim."

Yedinci Remiz[]

Nükte-i İcaziyeye Mehaz Olacak Bir Fihriste-i Kuraniyedir

Sual: En mühim hakaik-i Kur'aniye ve imaniye ile meşgul olduğun halde neden onu muvakkaten bırakıp en ziyade manadan uzak olan huruf-u hecaiyenin adedlerinden bahs ediyorsun?

Elcevap: Çünkü: Bu meş'um zamanda Kur'an'ın bir temel taşı olan hurufuna hücum edilir. Ve onların tebdiline çalışıyorlar.

Said Nursi

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

وَاَحْصَى كُلَّ شَىْءٍ عَدَدًا

Bu Remiz Üç Parçadır.

Birinci Parçası[]

Bir Mühim Mukaddeme[]

Çok mühim letaif-i İ'caziye ve mezaya-yı kudsiye-i Kur'aniyenin kelimatının her birinin laakal on sevabı bulunan hûrûfâtının adedlerinde ve vaziyetlerinde ve tevâfukâtında bulunduğundan takribi bir liste yazdım, ta bir nevi me'haz olsun. sûrelerin âyâtı tahkiki bir sûrette ve kelimat Ve hûrûfâtı takribi bir tarzda yazıldı. Eski mahfuzatımla yeniden kısmen tahkiki ve kısmen takribi bir mikyas ile şu gelecek fihriste yazıldı.

Sonra İbni Abbas Radiyallahu Anlıu tefsîrinden muktebes olan tefsîr-ül Mikyas'daki adedleri ile mukabele ettik. Çok yerlerde muhalif çıktık.

Ezcümle: Sûre-i Sebe'in hûrûfâtı binbeşyüz (1500) diye tefsîr yazmış. Halbuki, tahkikatımızda üçbinbeşyüzdür (3500). Hem sûre-i Kasas'da kelimatı dörtyüzkırk (440) yazmış. Tahkikatımızda bindörtyüzkırk (1440) sûre-i Alak hûrûfâtını yüz (100) yazmış. Tahkikatımızda yalnız melfuzu ikiyüzden (200) geçer. Ve hâkezâ, çok yerlerde muhalif çıktık. Sonra anladık ki: Matbaa hatası olmakla beraber; bazen Mekkî sûrelerde, medenî âyetleri girmiş. İhtimal o tefsîr sûrenin Mekki âyetlerini nazara alıp kelimatı yazmış ki, Vakıa muhalif görünüyor. Bazen kelimat-ı nahviyeyi dahi saymış. Bazen hûrûfâtı gayr-i melfuz ve şedde ve tenvini dahil etmiş, bazen etmemiş. Her ne ise; bu Zat'a karşı kaç yerde tahkikatı bırakıp ona muvafakata mecbur oldum.

Fehme takrib için iki mikyas yaptım. O iki mikyas ile bir derece sûrelerin kelimatı ve hurufun adedleri takribi bir sûrette az bir zamanda anlaşılabilir.

Birinci Mikyas: Kelimat için tam bir sahife takriben yüzden yüzelli kelimeye kadar çıkar. Yalnız sûre-i El Bakara müstesnadır. Çünkü: Kırk sahifeden fazla olduğu halde kelimatı üçbindokuzyüz (3900) yazılmış. Mikyasımızla beşbin (5000) küsur olmalı idi. Fakat o tefsîre ittiba'a mecbur oldum. Kavi bir ihtimaldir ki: O sûrede kelimat değil, belki kelamlar ve cümleler hükmündeki kelimeleri irâde etmiş. Onun için mikyasımı onda tatbik etmedim. Sair sûrelerde bu mikyas ile sırr-ı tevâfukun medarı olan küllî adedler anlaşılır. Küsurların ihtilafı meselemize zarar vermez.

İkinci Mikyas: Hûrûfât için yaptım. Takribi her bir tam sahife beşyüzden altıyüze kadardır. Bu mikyas ile sûrelerin takribi aded-i hurufu anlaşılır. İnşallah tevfik-i İlahi refik olsa; her sûrenin hem kelimatını, hem de hûrûfâtını ikişer tarzda bir derece tahkiki bir sûrette yazmasını niyet ediyorum. Hem kelimat-ı nahviye, hem kelimat-ı örfiye, hem huruf-u melfuz, hem şedde, tenvin, gayr-ı melfuz ile beraber ayrı ayrı yazılacak. Fakat halim müsaadesiz, vakit dar, ben de yalnızım, hafızam kuvvetini kaybetmiş. Böyle pek geniş hesabı ve adedi mesailde, elbette çok yorgunluk verir. Çok da küsurat düşebilir.

Hatta bu listeyi, Hafız Tevfık şahittir ki: Bir günde dokuz saatte mezkur iki mikyas ile ve eski mahfuzatımla yazmıştım. Halbuki: Bu listenin tahkiki bir sûrette çıkması on günden fazla bir zamana muhtaçtır.

Dosya:Rumuzat 5.png

Bu liste çendan bir derece takribidir. Fakat küsurların ihtilafına bakmayan tevâfuk esrarına me'haz olabilir. sûre-i el-Bakara kelimatı tefsîr-ül Mikyas üçbinüçyüz yazmış biz üçbindokuzyüz yazmışız. Halbuki: Zahire göre her ikimiz de noksan bırakmışız. Fakat hakikat itibariyle her birimiz bir cihette haklıyız. Çünkü kelimat-ı örfıyenin iki mertebesi var.

Birinci Mertebesi: O kelime bir derece maksud bir manayı, bir hükmü ifade eder. Adeta İlm-i Nahivce nakıs cümle hükmündedir.

İkinci Mertebesi: Genişlikçe evvelki mertebeden aşağı, fakat kelimat-ı nahviyeden yukarıdır. İşte İbni Abbas'a ve rivayete istinaden o meşhur tefsîr sûre-i Bakara'da Birinci Mertebe nokta-i nazarında hesab etmiş ve buna işareten kelimat yerine kelamları demiş. Sair sûrelerin ekserisinde İkinci Mertebe ile hesab ettiği görünüyor. Benim eski mahfuzatım bu tarzdaki tefsîrlere ve rivayete istinad etmiş. Şimdi ise; El Bakara sûresinin nahvi cümlelerini saydım. Onlar üçbinden geçti. Demek Birinci Mertebedeki kelimat-ı örfiye üçbin küsur oluyor.

Hem İkinci Mertebe ile Birinci Mertebe ortasında saydım. Üçbindokuzyüz küsür oldu. Hakikat-i hal böyle olduğu için matbaa ve müstensihlerin sehv ve hatalarından başka o tefsîri esas kabul etmek lazım gelir. Fakat beş altı mühim yerlerde ve on ve onbeş cüz'i ve küsürlü yerlerde ona muhalefet etmeye mecbur oldum. Çünkü tahkikatımla anladım ki: Matbaa ve müstensihler sehv etmişler. Her ne ise bu listeyi yazmaya mecbur oldum. Çünkü: tevâfukât anahtarıyla açılan her bir mezayayı i'câziye ve esrar-ı Kur'aniyeyi kuvve-i hafıza vasıtasıyla mecmu'u Kur'an'dan çıkarmak benim gibi hafız olmayan ve kuvve-i hafızası eski kuvvetini zayi eden bir adama çok müşkil olduğundan kolaylık için bu fihristeyi yazdım.

Fakat acele bir günde yazıldığından takribi olmuş. İnşaallah bir zaman fedakar kardeşlerim muavenetiyle tahkiki bir sûrette yazılacaktır.

رَبَّنَا لاَ تُوَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا


1: Besmelesiz

2: Kısmen nahvi kelimatı ile..

3: Kısmen Nahvi

4: Kelimat-ı Nahvi:114, bir cihette:113

5: Medde, Şedde ve Tenvin hûrûfâta dahil

6: Şedde, Medde, Tenvin beraber

7: Şedde, Medde, Tenvin dahil

8: Yalnız melfuz harfler 294

9: Besmele ile beraber 314

10: Huruf-u melfuz.. 165 gayr-i melfuza ile beraber

11: Besmele ve şedde beraber

12: Huruf-u melfuz 95, Besmele ile gayr-i melfuz 120

13: Besmelesiz şeddesiz

14: Hemze-i vasl dahil Besmele ve şeddesiz

15: Tenvin ve şedde ile beraber 85

İkinci Parçası (Haşiye[19])[]

Mukaddime[]

Lafza-ı Allah, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyanda ikibinsekizyüzaltı (2806) defa zikr edilerek tekrar edilmiş. Lafz-ı Rab dahi yediyüz küsur tekrar edilmiş.

Evvelen: Usul-ü Şeriattandır ki: Kur'an kelimatı ve harfleri Kur'an'dan olmak cihetiyle her birinin on sevabdan tut, ta binler sevabını kadar uhrevî meyveler verir. Gafletle okunsa dahi sevab verir. Fakat sair zikir ve tesbihler hûrûfâtının hususi sevablan, Kur'an'ın hûrûfâtına benzemiyor. Gafletle okunsa çokların nazarında semere vermiyor . İşte bu kaide-i Şer'iyeye binaen ikibinsekizyüz (2800) defa الله .. الله .. الله Kur'an kelimatı olmak cihetiyle söyleyen ve zikr eden insan ne kadar feyizli sevaba mazhar olacağı kıyas edilsin.

Evet insan bir virdi olsa Kur'an'dan almalı. Bir zikr etse Kur'an'ın tayin ettiği adedi ile ders almalı. Mesela: سُبْحَانَ الله dediği vakit, Kur'an'ın kelamı olarak dese; hem sevab-ı Kur'an'ı, hem fazilet-i zikriyi alır. لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ اللهُ Kur'an'ın ayeti cihetiyle dese; hem kıraattir, hem zikirdir. Gaflet gelse zarar vermez. O niyet olmazsa zarar vardır.

Saniyen: Lafzullâh'ın çok mühim esrar-ı i'câziyesinden yalnız bize bir vasıta-i teşvik olarak ihsan edilen tevâfuk kaidesiyle münasebetdar üç lem'a-i tevâfukâtı beyan edilecek. Şöyle ki: Lafza-i Celâl i'câz-ı Kur'aniyenin kırk vechinden göz ile görünecek bir vechinin, on cüz'ünden üç cüz'ü, Lafz-ı Allah ve Lafz-ı Rab tevâfukâtıyla tecelli ediyor.

Birinci Cüz:Yeni yazdığımız ve inşaallah yakında tab' edeceğimiz Kur'an-ı Azimüşşan'da bütün Lafza-i Celâl ve Lafz-ı Rab gayet istisna ile manidar tevâfukla muntazaman sıra ile bir birlerine bakmalarıdır. Hatta müteaddit yerlerde ehl-i kalb ve ehl-i hakikat demişler: Bu tarz yazı Levh-i Mahfuz'un yazısına benzer. Ve ona yakındır, diye hüküm etmişler. Yalnız her şeyin bidayeti acemilik cihetiyle mükemmel olmuyor. Bu ise birden yazdırıldı. Elbette tam tekellüfsüz mükemmel bir sûret verdirilmedi. Hal ve zaman müsaadesiz, sür'at ve acemilik dolayisiyle, fıtri o sırr-ı tevâfuk tam gösterilemedi. İnşaallah sonra tekmil ettirilecektir.

İkinci Lafza-i Celâl'in Sırr-ı tevâfuku Şudur ki: Yirmisekizinci Mektubun Dördüncü Kısmında ve ayrı ayrı bir listede isbat ve beyan edildiği gibi, Lafz-ı Celâl ve kısmen Lafz-ı Rab ile beraber sûrelerin âyetleriyle gayet latif bir münasebet-i adediye ile bir nev'i tevâfuku var. Ezcümle: sûre-i El Bakara'nın ayetiyle Lafz-ı Celâl'in adedi tevâfuk ediyor. sûre-i Al-i İmran hâkezâ. Sonra acib bir nisbet-i adediye ile ta nihayete kadar nısf-ı nısfa ve yarının yarısının yarısına ve hâkezâ.. Bir münasebetle gidiyor.

Üçüncü Sırr-ı tevâfuk: Şimdi yazdığımız listede tezahür eder, inşaallah. Ben Mu'cizat-ı Ahmediyeyi (A.S.M) yazdığım zamanda Ramazan-ı Şerifte okuduğum nüsha-i Kur'an'ıma dikkat ettim. Sahifelerdeki Lafz-ı Celâl başka sahifelerde münasebeti nazar-ı dikkatimi celb etti. O zaman kısmen işaretler vaz ettim. Lafz-ı Rab bazı yerde Lafz-ı Celâl ile beraber tevâfuka medar olduğunu o zaman bilmemiştim. Şimdiki yazdığımız Kur'an'da Lafz-ı Rab, Lafzullâh ile beraber kırmızı yazıldı. Noksan kalan sırr-ı tevâfuku tekmil etti. Zaten Suver-i Mekkiyede Lafz-ı Rab dahi Lafzullâh yerindedir. Bazı sûrelerde ikisi beraber hükmederler.

Salisen: Ben yeniden cüz'-be-cüz' tetkik ettim. Her cüz'ün içindeki o iki kelime-i mübarekenin münasebat-ı adediyesi ehl-i insafa kanaat verir ki: Bunların bu vaziyet-i adediyesi, bu nevi tevâfukâtı tesadüfi değildir. Bir irâde-i gaybiye tahtında vaziyet almışlar. Madem ümmetin elindeki en ziyade münteşir Ayet-i Berkenar denilen Mushaf-ı Şerifin satırların mikyası en kısa sûre olan sûre-i Kevser ve sûre-i İhlas olduğu gibi, sahifelerin mikyası dahi uzun âyet olan Ayet-i Mudayene olduğundan şimdi sahaif-i Kur'aniyede tezahür eden lemeat-ı i'câziye ve esrar-ı tevâfukiye doğrudan doğruya Kur'an'a aittir. Beşere ait olamaz..

Rabian: Şu listede o münteşir Berkenar Kur'an'ın sahifelerinin numunelerini de yazıp altında Lafz-ı Celâl'ın tekerrür adedini yazarak ta her sahifenin mukabilinde veya mukabilinin arkasında veya arkasının mukabilindeki sırr-ı tevâfuku anlaşılsın. Eğer lafz-ı Rab beraber ise bir [ ر ] işareti konulacak.

Hamisen: İşarat-ül İ'caz ve Onuncu Söz ve Yirmisekizinci Mektub ve Yirmidokuzuncu Söz risalelerinde Lafzullâh'a işaret eden Elif hurufunun gösterdiği sırlar Kur'an-ı Azimüşşan'da Lafzullâh'ın tevâfuk sırlarından tereşşüh ettiğini ve ondan geldiğini ve ona işaret ettiğini ve onun anlaşılmasına basamak olduğuna şimdi kat'i kanatimiz gelmiştir.

Sadisen: Kur'an-i Hakim'in satırlar başı her katib ve her matbaa için serbest kalmak hususunda ve ümmet her tarzda Kur'an yazmaya mezun olmak cihetiyle sırlara medar edilmemiş. Onun için İşarat-ül İ'caz'da ve Onuncu Söz'de satırlar başındaki Elifler tevâfukâtı Kur'an'daki Lafzullâh'a bakar. Kur'an'ın satırlarının başlarına bakmıyor. Çünkü: Kur'an'ın satırlarının başlan sırra medar olsaydı tahdid edilirdi. Ümmet yazı hususunda serbest kalamazdı.

Sabian: İsm-i Celâl ve İsm-i Rab ekseriyet-i mutlaka ile ve şüphe bırakmıyacak bir tarzda mühim bir tevâfuk göstermeleriyle beraber tam tamına tevâfuk etmesi birkaç sebebten ileri gelmiştir.

Birinci Sebeb: Bazen sahifenin âyetlerine bakar. Bazen sahifenin rakamına ve kısmen cüz'ün adedlerine bakar. Mesela: Birinci Cüz'de birinci sahifede bir İsm-i Celâl, sekizinci cüz'de sekiz aded İsm-i Celâl, onuncu cüzün başında on aded İsm-i Celâl, onbirinci cüzün başında dahi onbir aded İsm-i Celâl var.

İkinci Sebeb: İsm-i Celâl'in tevâfukât-ı zahiriden başka sırları vardır ki: O sırlara binaen bazen münasebet-i nısfıye ile tevâfuk ediyor. Bazen de bir sahifede bir yaprağa makabil oluyor. Bazen birer fark ile muntazaman iner. Veya terakki eder. Mesela: Onsekizinci cüzde on, dokuz, sekiz sonra on, onbir, oniki geliyor. Bu zahiren tevâfuku noksandır. Fakat birer fark ile başka bir letafeti katmakla o noksanı telafi eder. Hem bazen İsm-i Celâl, İsm-i Rab ile beraber sırr-ı tevâfuka bakıyorlar. Bazen tevâfukları ayrı ayrıdır.

Liste: Cüz (1-15)[]

Dosya:Rumuzat 6.png

Dosya:Rumuzat 7.png

Dosya:Rumuzat 8.png

Dosya:Rumuzat 9.png

Dosya:Rumuzat 10.png

Mülahazat[]

Her bir cüz'de ayrı ayrı letafet-i tevâfukiye görünüyor. Ve bazen cüz'lerin başı birbirine bakıyor. Mesela: Beşinci cüz'ün ikinci sahifesi sekiz, altıncı cüz'ün başı yine sekiz, yedinci cüz'ün başı yine sekiz, sekizinci cüz'ün başı yine sekiz. Bazen bir cüz'ün nihayet sahifesi diğer cüz'ün baş sahifelerine bakıyor. Mesela: Onuncu cüz'ün ahir yaprağında bir dokuz var. Onbirinci cüz'ün ikinci sahifesindeki dokuza bakıyor. Ve hâkezâ. Zahiri tevâfuksuz, hakikatda sırlı ve gizli tevâfuku var.

Her bir cüz'ün kendine mahsus bir letafet-i tevâfukiyesi var demiştik. Ezcümle: Onuncu cüz'ün başı, cüz'e muvafık on aded İsm-i Celâl geliyor. İki sahife sonradaki on adede tevâfuk ediyor. O iki on ortasında oniki ile sekiz düşüyor. O da iki on eder. Çünkü: Yaprak yaprağa bakıyor. Sonra ondan bir iner, iki dokuz gelir. Sonra onaltıdan sonra bir altı ile bir on gelir. Çünkü: Bir sahife bir yaprağa bakar. Sonra iki on ortasında bir yedi var. Sonra dokuz ile beşden sonra onbir geliyor.

Berkenar mushafların bazı sahifeleri sık yazılmış, kelimatı çok. Bazı sahifelerin kelimatı az olduğu cihetle; bir sahifede bulunması lazım gelen İsm-i Celâl, diğer sahifeye geçmiş. Onun için deriz ki : Onbirden biri arkasındaki sekiz gelse, dokuz olur. Birer yaprak fasıla ile iki dokuza muvafık olur. Sonra iki sekiz ortasında bir altı bulunuyor.

Hem mesela: Onbirinci cüz'ün başında onbir gelip, cüz'ün adedini haber veriyor. Sonra iki dokuz geliyor. Sonra iki yedi. Sonra latif bir tarzda üç altı, yine üç altı geliyor. Sonra üç, beş geliyor. Sonra sekiz, sekiz geliyor. Sonra üç, beş geliyor. Sonra İsm-i Rab ile beraber dört. Sonra dört, İsm-i Rab ile olsa beş. Ahirde yine beş.

Hem mesela: Onikinci Cüz'de tevâfuksuz bir tek var. Mesela: İki iki ortasında bir beş. Bazen bir sahife yaprağa baktığı cihetle; iki ile beş yedi, iki iki ortasında bir yedi. Sonra yine iki. Sonra üç, üç, üç. Sonra bir, bir. Sonra iki, iki. Sonra üç ve İsm-i Rab ile yine üç. Sonra iki iki ortasında bir beş geliyor.

İsm-i Celâl'in tevâfukât-ı adediyesi hem muntazamdır. Hem manidardır. Fakat bir parça dikkat ister. Çünkü: Risalelerde görünen tevâfuk gibi daima sahife sahifeye bakmıyor. Bazen sahife mukabiline değil, belki arkasına veya arkasının mukabiline bakar. Bazen bir yaprak atlar. Bazen bir sahife iki sahifenin mecmuuna bakar.

Mesela: Otuzbeşinci sahifede onüç aded Lafza-i Celâl gelir. Arkasında sekiz, sonra beş geliyor. Demek o onüç aded, bu iki rakama birden bakar ki: O da onüç ediyor. Ve hâkezâ. Hem bazen bir sahife iki sahifenin mecmuuna bakmakla beraber aynı sûretde iki aded gelir. Her biri onun bir cüz'ünü gösterir.

Mesela: sûre-i Tevbe'de yüzseksensekizinci sahifede onaltı Lafza-i Celâl geliyor. Arkasında altı geliyor. Altının arkasında on geliyor. Beraber yukarıdan okunsa onaltı olur. tevâfuk eder.

Sûre-i Ahzab'da yine dörtyüzyirmiikinci sahifede onaltı İsm-i Celâl geliyor. Zahiri tevâfuk yok. Halbuki: Bir sahifede daha evvel on geliyor. Ve mukabilinde altı var. Terkib edilse onaltı olur. tevâfuk eder.

Hem bazen İsm-i Rab ile beraber tevâfuk eder. Bazen sahife sahifeye değil, yaprağa bakar. Hem bazen sahife rakamına bakar. Dokuz rakamı çok defa sahife rakamına baktığı için, tevâfuktan çıktığını hissettim.

Elhasıl: Bazı esrar-ı gaybiye için tevâfukât şeklini değiştiriyor. Lafza-i Celâlin en latif cazibedar ve manidar bir tevâfuku şudur ki: Başta Fatiha sahifesiyle beraber yüzellibir sahifede, ellibir defa yedi ile sekiz geliyor.

Liste: Cüz (16-30)[]

Dosya:Rumuzat 11.png

Dosya:Rumuzat 12.png

Dosya:Rumuzat 13.png

Dosya:Rumuzat 14.png

Dosya:Rumuzat 15.png

Mülahazat[]

İsm-i Celâl ve ism-i Rab tevâfukâtı yalnız bir cihetle değil, belki müteaddid vücuhu vardır. Hem tevâfukât içinde latif nükteler var.

Ezcümle: Yirmi sekizinci Cüz'de İsmullah beş defa onbir, beş defa on, beş defa onüç geliyor. Beş defa onüç altmışbeş olup ism-i هُوَ olmakla beraber, sırr-ı tevâfukda ve bilhassa إِنَّا أَعْطَيْنَا sırrında onbeş defa onüç adedi o sırrın keşfine medar olduğu gibi, İsm-i Celâlin Kur'an'daki sırr-ı tevâfukuna bir basamak ve bir mukaddeme olan Onuncu Söz'deki Elif tevâfukâtının medarı olan (dört, beş, üç, altı) adedleri her biri o risalenin mecmuunda onüç defa gelmesi bu tevâfuka manidar bir letafet daha katarlar. (Haşiye[20])

Hem ezcümle: Dördüncü Cüz' başında üç (9) tevâfuk edip, sonra iki beş ortasında bir (10), iki beş ortasında bir (9), onbir, oniki, ve onüç, iki defa dokuz yine bir yedi dört, dört dokuz, dört, dört, beş, altı ki: lafz-ı هُوَ yi teşkil ediyor. Edna bir dikkatle bu cüz'deki Lafz-ı Celâl ne kadar muntazam bir vaziyet aldığı görülür.

Üçüncü Cüz' başında üç defa (8), bir defa (8), sonra iki defa (6), bir defa (7), bir defa (6), yine iki (7), iki defa (6), yine iki defa (7), oniki, onbir (1), onüç (1), üç defa (8) (1), bir (7) ve bir (6) (*[21]). İşte bu cüz'de tevâfuk gayet muntazamdır. İki muvafık ortasında bir sahife ya iki sahife fasıla olsa zarar vermez.

Ezcümle cüz'-ü evvelde birinci sahife pek kısa olduğundan ondaki bir İsm-i Celâl ikinci sahifeye zammı münasib bulunmakla altı, veyahut beş, altı ve beş, adeta iki هُوَ lafzını gösteriyor. Sonra iki sıfırdan sonra Rab ismi zamm edilse yine iki defa dört, sonra yedi ile altı ve iki ile altı yine yedi ve dört geliyor. Ortada iki kalmak üzere her iki tarafında dört, yedi altı gelmekle daha latif oluyor. Sonra sekiz ile yedi, üç üç ve yine sekiz geliyor. Şu birinci cüz'deki İsm-i Rab nadir gelmiş. Fakat gelen miktar gayet latif bir tevâfuktadır.

Mesela: Başta dört defa bir; sonra dört defa iki ve bir defa beş tekerrür vardır.

Hem mesela: İkinci cüz'de İsm-i Rab, İsm-i Celâl ile beraber üç defa altı geliyor. Sonra iki defa sekiz, sonra iki defa yedi, ortasında iki üç, sonra üç dokuz, ortasında bir on, ve iki dokuz ortasında bir yedi, dokuz ile sekiz arasında sırlı adedi olan onüç. Sonra bir defa beş ve iki misli olan on, ve o iki on ortasında bir sekiz geliyor.

Şu halde mukaddemede beyan ettiğimiz gibi; bir iki sahife, bazen iki muvafık ortasına girebilir. Bu kaideye binaen bu ikinci cüz'de tevâfuksuz yalnız onüç adedi kalır. Zaten onun sırrı ona kafidir. tevâfuk yerini tutuyor.

En âhirki cüz' olan otuzuncu cüz'deki İsm-i Rab, gayet latif bir tarzda tevâfuk ediyor. Mesela: İki defa üç, iki defa iki, bir üç, iki defa bir, yine bir defa iki ve üç ve bir defa beşden sonra bir ve iki, ve dört defa üç, sonra bir ve iki. Yine o cüz'de İsm-i Celâl adedleri bütün tevâfukda yalnız bir defa üç zahiri tevâfuksuz görünüyor. Başta dört defa bir, ahirde ism-i Rab zammiyle dört defa beş geliyor.

Liste[]

Dosya:Rumuzat 16.png

1: Lafz-ı Rab ile beraber

2: Besmelesiz, Lafz-Rab ile beraber.

Yedinci Remzin Üçüncü Parçası[]

İki küçük kısımdır

Birinci Kısım[]

Matbu' Onuncu Söz'ün latif tevâfukât-ı harfiyesindendir ki: Ekseriyet-i mutlaka ile ya üç Elif dir ki Lafzullâh olur. Veya beş, altı ile tevâfuk ediyor ki: Lafz-ı هُوَ olur. Hem otuzbeşinci sahifede Beşinci Hakikat'da iki beş, üç beşte tevâfuk ediyor . Hem başta cild olan ikinci sahife ile beraber altmışbeş oluyor . Yine lafz-ı هُوَ oluyor. sûre-i Kevser'in hûrûfâtı gibi;hem sûre-i Kevser'in hûrûfâtına tevâfuk ediyor, hem en ahirki iki beyaz sahifeyi saymak cihetiyle altmışyedi olup baştaki ayetin melfuz altmışyedi hurufuna tevâfuk ediyor.

Eğer ayette Medde sayılmazsa beyaz sahifeye lüzum olmadığı gibi beyaz satırlara da lüzum kalmaz. Tam tamına sahife yirmiiki satır yazılı olmak üzere âyâtın hûrûfât-ı melfuzesine tevâfuk eder. Yalnız onüç satır beyaz dahil olacak. Onüç aded tekrar kendi sırrını gösterdi.

Eğer Medde Lafzullâh'ın Meddesinden başka sayılmazsa ve Şedde sayılsa tam tamına kitabın ahirki altmışüç sahifesine tevâfuk ediyor. Eğer Şedde ve Medde sayılmazsa Hemze-i Vasl sayılsa tam tamına altmışüç sahifesine tevâfuk ediyor. Hem sahifenin satırları yirmiiki olmak itibariyle yarısından ziyade yazılı bulunan sahifelerin hakiki ve itibari satırlarını bu baştaki ismin iki satırlarına ilavesiyle binüçyüzkırkikide (1342) mebde-i te'lifine ve inkar-ı haşre emare olan ladini siyasetinin ilanı ve latini hurufunun resmen kabulü tarihine bir tek fark ve bir ق ile الاخرةٌ حقٌٌّ makam-ı ebcedisiyle hatta şu risalenin sırf hakiki satırlarına başta el yazısı ile yazılan isim ve tenbihe ait yedi satır ilavesiyle müellifin veladet tarihine tevâfuk ediyor.

Hem Onuncu Söz'ün latif tevâfukât-ı Elifiyesindendir ki: Beş rakamı risalenin mecmuunda onüç defa olmakla altmışbeş olup yine lafz-ı هُوَ teşkil etmekle beraber, bir sûre-i ahiret olan Kevser'in hûrûfâtına tevâfuk ediyor. Hem risaledeki altı rakamı onüç defa olduğundan, bu beş ile altı onüçte tevâfuk ediyor.

Bu iki mütevafıklar risaledeki üçlerin Onuncu, İkinci, Üçüncü sûret ve Hakikat kelimelerindeki Elif sayılmazsa en baştaki iki sahifenin iki üçleri ikişere iner. Yine onüç defa olup o iki mütevafıkla o iki adede tevâfuk ediyor. Bu üç mütevafık o mezkur Elifler sayılsa dört rakamı da mecmu' risalede onüç defa olup, bu üç mütevafık o dört rakam ile onüçde yine tevâfuk ediyor.

Elhasıl: Beşler onüç, altışar yine onüç, üçer yine onüç, dörder onüç, bu muzaaf tevâfukları tesadüf zannedenler, zannederiz ki: İnsan sûretinde kör bir şey olmalı ki: Kör tesadüfe bu hikmetli işi havale ediyor.

Bu mübarek beş ile altı mukaddes هُوَ lafzının harfleridir. Ve o kudsiyetten aldıkları feyz ile İşarat-ül İ'caz'da yine harikulade vaziyetler gösterdiler. Ve bu risalede beşlerin Elifleri altmışbeş olmakla; sûre-i Kevser'in Besmele ile beraber aded-i hurufuna tevâfuk ile Kevser gibi هُوَ olur. Altının Elifleri yetmişsekizdir. iki altı tevâfuka girmemiş. Bir altı, onüçüncü sahifede Onuncu sûret Elifi sayılsa yedi olur.

Demek gayr-i mütevafıkın sükutu ile beraber altı yediye çıkmakla Elifleri altmışyedi olup sûre-i İhlas'ın Besmele ile hûrûfâtına tevâfuk ediyor. Aynı sûre-i İhlas gibi Lafzullâh makam-ı ebcedi cihetiyle tevâfuk ediyor.

Demek nasıl ki: sûre-i ihlas لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ dir. Lafzullâh'ı gösterir. sûre-i İhlas gibi altı cümlesine tevâfuk eden altının Elifleri لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ diye Allah'a işaret eder. Hem nasıl ki: sûre-i Kevser لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ der, هُوَ 'yi gösterir. Öyle de beşin Elifleri dahi لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ der, هُوَ 'yi gösterir.

Hatime

Kanaatimiz geldi ki: Ehl-i İlhadın haşr-i cismaniyi resmen inkar etmek istedikleri hengamda iktidar ve ihtiyarımızın haricinde Onuncu Söz yazdırıldı. Şimdi mürur-u zamanla her vakit mütalaası lazım gelen Onuncu Söz'e bir lakaytlık gelmekle beraber, haşr-i cismaniyeye bir şiddetli taarruza maruz bulunduğunu ima edip bizi ikaz eden şiddetli bir sûrette İnayet-i İlahiye nazar-ı dikkati Onuncu Söz'e bu garip tevâfukâtla tekrar celbetti.

Bu risalede tevâfuka medar olan bu beş, altı, dört, üç rakamlarının her birinin yekunu onüçde tevâfuk etmeleri Onuncu Söz'ün onüçüncü sahifesine bilhassa nazar-i dikkati celb ettiriyor.

O dört ile beş: dokuz, üç ile altı: dokuz olmakla yine Dokuzuncu Hakikat'a nazar-ı dikkati celb ettiriyor. Evet onüçüncü sahifedeki Onuncu sûret; temsil ettiği Dokuzuncu Hakikat, Onuncu Söz'ün en kuvvetli en parlak en mülzim bürhânlarından olduğundan ihvanıma bu hakikati ezber edinceye kadar mütalaa etmelerini tavsiye ediyorum.

Şu risalenin medar-ı tevâfuku olan üç, altı, beş, dört rakamlarının her birinin yekunu onüç olması; bir sûre-i ahiret olan sûre-i Kevser'in sırrına dair Altıncı Remiz'de onbeş defa tekrar eden onüç adedine tevâfuk etmesi bir işarettir ki: Haşir Risalesi sûre-i Kevser'e tam bakar. Ve oradan emir alır.

Ahirdeki dört, altı, üç, beş; şu rakamların tevâfuksuz gelmelerinin sebebi bu rakamlar ahirde her biri onüç olduğunu göstermek için bilmecburiye birer birer kendi mütevafıkıyla değil, belki onüçdeki arkadaşları ile birleşmeye mecbur oldular.

Hem altı ile arkasındaki üç, kitabın hatimesindeki altmışüç rakamına tevâfuk etmek için tevâfuktan çıkmışlar. Kitabın başında en evvel dört rakamı dördüncü sahifede geldiği için, ahirde en evvel o imza ediyor.

Beş, öteki arkadaşlarından sonra işe giriştiği için o arkadaşlarından sonra onüç senedini imza ediyor.

Bu risalede Elif tevâfukâtı bir kısım risalelerimizde asarı görünen geniş bir sırdan ileri geldiğine kuvvetli bir delil, İşarat-ül İ'caz'da acib ve garip tevâfukât-ı harfiye ve elifiyesidir. Ve pek zahir bir burhanı dahi Yirmisekizinci Mektub'un İnâyât-ı Seb'asında, yirmisekiz Elif fasılasız gelmesi ve o Mektub'un numara ve ism-i adedini göstermesi ve iki sahifenin birinci satırı müstesna olup bütün satırları başında Elif olarak birbirine muvafık olmasıdır.

Nasıl ki risalelerde kelime tevâfukâtı, Kur'an'ı Mu'ciz-ül Beyanın Lafza-i Celâl tevâfukâtına bir basamakdı. Ve Lafz-ı Kur'an ve Lafz-ı Resûl-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam o sırrın anahtarları oldular. Öyle de İşarat-ül İ'caz'daki tevâfukât-ı harfıye maksud-ı bilzat değildi. Belki sûre-i إِنَّا أَعْطَيْنَا sırrına bir basamaktı.

Şimdi bu Onuncu Söz tevâfukâtı dahi sûre-i إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ sırrına yetişmek için bir basamaktı. Fakat o basamak fikirlerde tam yerleşmediği için o sır da açılmadı. Yalnız göründü ve derakab kapandı.

Demek o iki risalenin tevâfukât-ı harfiyesine ciddi ehemmiyet, o iki sûre-i kudsiyenin sırlarının ehemmiyetinden gelmişdir. Ben de şimdi bu hikmeti anladım. Ve ehemmiyetsiz zannettiğim münasebat-ı tevâfukiye ehemmiyetli olabilirler. Çünkü: Gayet mühim sırlara hizmet ederler.

İkinci Kısım[]

Aziz Sıddık hakikatli ahiret kardeşim ve ciddi ve kuvvetli arkadaşım.

Yeni yazdığımız Kur'an-ı Hakim'in baş haşiyelerinde âyât-ı Kur'aniyenin adedi altıbinaltıyüzaltmışaltı (6666) olmakla envar-ı Kur'aniye ve Hakikat-ı Furkaniye eyyam-ı Şer'iyye ile altıbinaltıyüzaltmışaltı sene kadar küre-i arzda hükmü cereyan edeceğine işaret ettiğine dair sualinize, o vakit zihnim başka yere müteveccih olduğu için izahlı cevap veremedim. Sonra bana ihtar edildi ki: Asım'ın suali ehemmiyetlidir, cevap ver . Ben de o ihtara binaen üç esasla bir parça izah edeceğim.

Birinci Esas: Nasılki Nur-u Muhammedi ve Hakikat-ı Ahmediye Aleyhissalatü Vesselam Divan-ı Nübüvvet'in hem Fatihası hem hatimesidir. Bütün Enbiya (A.S.) onun asli nurundan istifade etmeleri ve hakikat-ı diniyenin neşrinde onun muinleri vekilleri hükmünde oldukları, Nur-u Ahmedi Aleyhissalatü Vesselam cebhe-i Adem'den ta Zat-ı Mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek intikal ede ede, ta zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuşdur.

Hem mahiyet-i kudsiye-i Ahmediye Aleyhissalatü Vesselam Risale-i Mi'rac'da kafi bir sûrette isbat edildiği gibi; şu şecere-i kâinatın hem çekirdek-i aslisi, hem en ahir ve en mükemmel meyvesi olmuş. Öyle de Hakikat-ı Kur'aniye zaman-ı Adem'den şimdiye kadar Hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalatü Vesselam ile beraber müteselsilen Enbiyaların suhuf ve kütüblerinde nurlarını neşr ederek, gele gele ta nüsha-i kübrası ve mazhar-ı etemmi olan Kur'an-ı Azimüşşan sûretinde cilveger olmuştur.

Ve bütün Enbiyanın usul-u dinleri ve esas-ı şeriatları ve hülasa-i kitabları Kur'an'da bulunduğuna ehl-i tahkik ve ehl-i hakikat ittifak etmişler. Bu sırra binaen fetret-i mutlakanın zamanı ihraç edildikten sonra, rivayet-i meşhure ile, zaman-ı Adem'den kıyamete kadar eyyam-ı şer'iyye ile tabir edilen yedibin seneden fetret-i mutlakanın zamanı tarh edildikten sonra altıbinaltıyüzaltmışaltı sene kadar Din-i İslam'ın sırrını neşr eden Hakikat-i Kur'aniye küre-i arzda ayrı ayrı perde altında neşr-i envar edeceğine âyâtın adedi işaret ediyor demektir.

İkinci Esas: Malumdur ki: Küre-i arzın mihveri üstündeki hareketiyle gece gündüzler ve medar-ı senevisi üstündeki hareketiyle seneler hasıl oluyor. Güneşle beraber her bir seyyarenin, belki Sevabit'in ve Şems-üş Şumusun dahi her birinin mihveri üstünde eyyam-ı mahsuselerini gösteren bir hareketi ve medarı üzerinde deveranı dahi bir nevi seneleri gösteriyor.

Halık-ı Arz ve Semavatın Hitabat-ı Ezeliyesinde o eyyam ve seneleri dahi irae ettiğine delili şudur ki: Furkan-ı Hakim'de

1 ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ

2 تَعْرُجُ الْمَلٰۤئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ

gibi âyetler isbat ediyorlar.

Evet kış günlerinde ve şimal taraflarında gurub ve tulu' mabeyninde dört saatlik gününden ve bu iklimde kışda sekiz dokuz saatlikten ibaret olan eyyamlardan tut, ta güneşin mihveri üstünde bir aya yakın mahsus gününden tut, ta Kozmoğrafyanın rivayetine göre 3 رَبُّ الشِّعْرٰى tabiriyle Kur'an'da namı ilan edilen ve şemsimizden büyük الشِّعْرٰى namındaki diğer bir şemsin, belki bin seneden ibaret olan gününden dahi tut git, ta Şems-üş Şümusun mihveri üstündeki ellibin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye var.

İşte semavat ve arzın Rabbi o Şems-üş Şümusun ve الشِّعْرٰى nın Halık'ı hitab ettiği vakit, o semavat ve arzın ecramına ve alemlerine bakan kudsi kelamında o eyyamları zikr eder. Ve zikr etmesi gayet yerindedir.

Madem eyyamın, lisan-ı Şer'i de böyle ıtlakatı vardır. İlm-i tabakat-ul arz ve coğrafya ve tarih-i beşeriyet ulemasınca nev-i beşerin yedibin sene değil, belki yüzbinler sene geçirdiğini teslim de etsek; "Ademden kıyamete kadar ömr-ü beşer yedibin senedir" olan rivayet-i meşhurenin sıhhatine, ve beyan ettiğimiz altıbinaltıyüzaltmışaltı (6666) sene Nur-u Kur'an hükümferma olduğuna münafi olamaz ve cerh edemez. Çünkü: Eyyam-ı şer'iyyenin dört saatden elli bin seneye kadar hükmü ve şümulü var. Fakat nefs-ül emirdeki eyyamın hakikati o rivayet-i meşhurede hangisi olduğu şimdilik bu dakikada kalbime inkişaf ettirilmedi. Demek o sırrın inkişafı münasib değil.

Üçüncü Esas: 4 لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ Şu mes'elede şimdilik delilini gösteremeyeceğim bir müddeayı beyan ediyorum. Şöyle ki:

Şu dünyamızın bir ömrü ve şu dünyadaki küre-i arzın dahi ondan kısa diğer bir ömrü ve küre-i arzda yaşayan nev-i insanın daha kısa bir ömrü vardır. Bu birbiri içinde üç nev'i mahlukatın ömürleri; saatin içindeki dakika, saniye, saatleri sayan çarkların nisbeti gibidir.

Nev-i insanın ömrü, küre-i arzın iki hareketiyle hasıl olan malum eyyam ile olduğu gibi; zihâyâtın vücuduna mazhar olduğu zamanından itibaren küre-i arzın ömrü ise, merkez-i irtibatı olan şemsin hareket-i mihveriyesiyle hasıl olan eyyam ile olması Hikmet-i Rabbaniyeden uzak değildir.

Şu halde nev-i insanın ömrü yedibin sene eyyam-ı malume-i arziye ile olsa, küre-i arzın hâyâtına menşe' olduğu zamandan harabiyetine kadar eyyam-ı şemsiye ile ikiyüzbin seneyi geçer. Ve alem-i bekadan ayrılıp küremize bakan Şems-üş Şumusun işarat-i Kur'aniye ile her günü ellibin senelik olmasına binaen, yedibin sene o eyyam ile, yüzyirmialtı milyar sene yaşarlar. (Haşiye[22])

Demek eyyam-ı şer'iyye tabir ettiğimiz eyyam-ı Kur'aniyede bunlar dahil olabilir. Semavat ve arzın Halikı semavat ve arza bakan bir kelamıyla semavat ve arzın sebeb-i hilkati ve çekirdek-i aslisi ve en mükemmel ahir meyvesi olan Habib-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'a karşı hitabında o eyyamları istimal etmek Kur'an'ın ulviyetine ve muhatabının kemaline yakışır. Ve ayn-ı belâgattır.

5 وَالْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ

6 وَاللهُ اَعْلَمُ بِاَسْرَارِ كِتَابِهِ

رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْناَ

Sekizinci Remiz[]

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Kur'an-ı mu'ciz-ül Beyanın âyâtında ve kelimatında ve ma'anisinde ve nazmında müteaddid vücuh-i i'câziye ve esrar-ı kudsiye bulunduğu gibi hûrûfâtında dahi çok lemaat-ı i'câziye bulunur. Hatta hurufunun vaziyetlerinde çok işarat-ı aliye var. Hatta tekrar adedlerinin tevâfuklarında çok münasebat-ı latife var.

İşte o denizden bir katre hükmünde medar-ı bahsimiz olan tevâfukât mes'elesine münasebeti bulunan huruf-u Kur'aniyenin tevâfukât-ı adediyesinden bir iki cüz'i misali numune için göstereceğiz. Yani âyât ve kelimat ve hakaik ve nazmda bulunan esrardan değil, belki yalnız hûrûfâtın vaziyetlerinde ve o vaziyetinin vücuh-u kesiresinden yalnız tekrar eden hûrûfâtın adedlerinin tevâfukâtından çıkan münasebat-ı adediyeye dair ve bunun dahi vücuh-u kesiresinden yalnız mecmu' Kur'an'da yirmidokuz huruf-u hecaiyenin yekun adedlerindeki manidar bir kısım tevâfukâtına Yedinci Remz'de işaret edildi.

Sekizinci Remiz'de bir numune için dört kısa sûre olan, sûre-i ihlas, Muavvizeteyn ve Fatiha'nın hûrûfâtının mes'elemiz olan tevâfukâta temas eden cihetine kısmen işaret edeceğiz. Kur'an'ı Muciz-ül Beyanın sûrelerinde bulunan bin letafetinden bir letafeti numune olarak şudur ki:

Sûre-i İhlas[]

ا beş, و beş, د beş olarak birbirine tevâfuku ve Lafzullâh'ın beş harfine muvafakati ve ه dört, م dört, ن dört, Tenvin dahi ن olarak birbirine tevâfuku ve sûrenin dört ayetine muvafakati, hem üç ل in oniki adedine mutabakatı ve Sakin Elif iki ve ك iki ve ح iki olarak birbirine muvafakati ve iki defa Lafz-ı الله ve iki kere اَحَدٌ adedine tevâfuku, elbette sûre-i İhlas'ın kudsi ve nurani harflerinin intizamına bir letafet daha katarlar.

Sûre-i İhlas'da بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ makam-ı ebcedisi binyüzseksenüçtür.(1183) Eğer şeddeli iki ر her biri iki ر sayılsa ve sakit hemzeler sayılmazsa, eğer bir ل bir ر olsa; (783) yediyüzseksenüç olur. Birinci hesabta sûre-i İhlas'ın adedine (1003) binüçde muvafıktır. Bu iki muvafık bin Besmele İsm-i Azam hükmünü verdiğine ima ve sûre-i İhlas'ın hatme-i hassesi olan bin adedine işaret ve bin Esma-i İlahiyeye telvih ve bin İhlas-ı Şerif de İsm-i A'zam hasiyetini verdiğine remz eder. Hatta çoklar aynı İsm-i A'zam demişler. Yani İsm-i A'zam'ın mufassal bir sûretidir.

Üç aded ise; Hadisin rivayetiyle üç İhlas bir hatme-i Kur'aniye hükmünde olduğuna binaen ekser umur-u mübarekede sûre-i ihlas'ın üç defa tekrar edilmesini ima etmekten hali değildir. Şu sûre-i İhlas'ın binüç adedi üç defa tekerrür sırrıyle üçbindokuz olmakla, muhakkikince Kur'an'ın esrarına cami' olan sûre-i Kevser'in üçbin adedine tevâfuk etmesiyle mühim sırları ihtâr eder.

Sûre-i İhlas'ın en latif bir nükte-i tevâfukiyesi şudur ki: Kur'anın üç esasından en mühim esası olan Tevhid'i ilan hususunda en cami' bir tarzda olduğuna imaen Besmele ile sûre-i İhlas'ın aded-i hurufu olan (67) altmışyedi, Lafzullâh'ın (67) altmışyedi aded-i ebcedisine tevâfuk etmekle beraber; Lafzullâh'da Sakin Elif كُفُوًا de Tenvin sayılmazsa; her biri (66) altmışaltı olup âyât-ı Kur'aniyenin dört mertebe altı adedlerine, iki mertebe ile tevâfuk etmek ile sûre-i İhlas'ın cami'iyeti ve Lafzullâh'ın ism-i cami' ve İsm-i Azam olduğunu imadan hali değildir.

Sûre-i İhlas altı cümle olup üçü müsbet, üçü menfidir. Lema'at'ta beyan edildiği gibi, altı mertebe-i tevhidi isbat ve altı enva-ı şirki nefy etmekle beraber; î'caz-ı Kur'an risalesi'nin Birinci Şu'lesinin Birinci Şua'ında beyan edildiği üzere, bu altı cümle her biri umumuna hem delil hem netice olduğundan sûre-i İhlas'da tevhide dair berahin-i silsilesi ile müdellel otuz sûre-i İhlas kadar içinde otuz emsali münderiç olduğuna binaen, sûre-i İhlas ne kadar safı ve halis bir bahr-i tevhid olduğunu ima eder.

Sûre-i Felak[]

ا altı, ق altı, ل altı olarak birbirine tevâfuku ve Besmele ile altı aded âyetlerine muvafakati س üç, د üç, ف üç birbirine tevâfuku ve evvelki üçler ile nısfiyet cihetinde muvafakati ve birbirine merbut şu üç sûrenin adedine mutabakatı ve م beş olup beş ayetine muvafakati şu sûrenin Celâlli hûrûfâtına bir cemal daha katarlar.

Sûre-i Felak aded-i hûrûfâtı (99) doksandokuz olmakla; doksandokuz Esma-i Hüsna'nın adedine tevâfuk sırrıyle bütün Esma-i Hüsna ile bir istiaze-i cami'a hükmünde olduğuna ima eder. El Felak'ın hûrûfâtı ebcedi makamı olan onbinikiyüz küsur olmakla; Fatiha-i Şerife'nin dahi hûrûfâtının ebcedi makamı olan (10212) onbinikiyüzoniki adedine tevâfuk etmesiyle, her bir sûre umum sûreler ile münasebetdar olduğuna ima ediyor.

Sûre-i Nâs[]

Harflerinin birer aded fark ile muntazaman birden onikiye kadar terakki etmesi, mesela: ق bir, ه iki, خ üç, ى dört, ر beş, (Haşiye-1[23]) Besmele'deki م 'ler beraber altı ayetin adedine muvafık olarak م altı, و yedi, Sakin Elif sekiz, ن dokuz, (Haşiye-2[24]) س on ا onbir ل oniki (Haşiye-3[25]) gelmesi ve sûre-i İhlas'ın oniki ل ına muvafakati ateşin hûrûfâtına bir ışık daha katarlar.

Kur'anın ahirki sûresi olan sûre-i Nas'ın aded-i hûrûfâtı (104) yüzdört olmakla; yüzdört suhuf ve Kütüb-i Enbiya'nın adedine tevâfuk etmekle Kur'an-ı Hakim, umum Suhuf-i Enbiya'nın esaslarını cami' olduğuna gizli bir imadır. Ebced hesabiyle, şu sûrenin aded-i hûrûfâtı beşbinbeşyüzelliden bir noksandır. Bu aded sûre-i Felak ile Fatiha'nın nısfı olmakla beraber, ima ettiği sırları şimdilik izah edemiyoruz.

Fatiha-i Şerife[]

Hûrûfâtının ebcedi hesabı olan (12212) onikibinikiyüzoniki adedi ise mecmu' Kur'an'da hem ب , hem ت onbirbin adedlerine tevâfuk etmesiyle beraber, başka sırları gösteren küsurattan sarf-ı nazar edilmiştir. Fatiha'nın onbin huruf-u adedini, yedi aded ayetine darb etmesi ile mecmu kelimat-ı Kur'aniye adedi olan yetmişbine muvafık gelmesiyle ehl-i hakikat indinde muhakkak ve hadisçe musaddak olan Fatiha Kur'an kadardır. Ve Kur'an Fatiha'da munderiçtir. Ve bu indirac sırrına binaen Fatiha tenzilde سَبْعًا مِنَ الْمَثَانىِ وَالْقُرْاَنَ الْعَظِيمَ namıyla teşhir edilmiş diye olan meşhur hükmün isbatını ima ve ihtar eder.

Suver-i Kur'aniyenin başlarında olan mukattaat huruf gayet manidar ve esrarlı bir şifre-i İlahi olduğu gibi, Fatiha hûrûfâtı belki Kuranın umum hûrûfâtı dahi kudsi ve ayrı ayrı mütenevvi binler İlahi şifreler olduğunu Yedinci, Sekizinci Remiz'lerde işaret edilen sırlar ve tevâfuklar te'yid ediyorlar.

Fatiha-i Şerife'nin hûrûfâtı (130) yüzotuz (Haşiye-1[26]) ve kelimatı bir hesab ile otuzaltı ve bir vecihle otuz olarak otuz cüz'ü Kur'an'a fihriste (Haşiye-2[27]) cihetiyle Kur'an Fatiha'da bulunduğuna ima eder.

Besmele Şafi'i mezhebince her sûrenin bir ayeti olduğu gibi, Fatiha'nın da bir ayetidir. Hanefice, Besmele Fatiha'nın cüz'ü değil. Bahsimizde iki mezhebe riayet edeceğiz.

Harflerin adedi budur. Besmele ile: Hemze denilen müteharrik Elif onsekizdir. Sakin Elif onüçdür. ل yirmiüçdür. م onbeşdir. ر sekizdir. ع altıdır, ن onbir, ى onaltı, ه beş,ب beş, ح beş, د dört, و dört, ت üç, ك üç, س üç, ص iki, ض iki, ط iki, غ iki, ق bir, ذ bir, Besmelesiz Fatiha'da: Hemze denilen Elif ondört, Sakin Elif onbirdir. ل ondokuz, م oniki, ن on, ر altı, ع altı, ى onbeş, ه dört, ب dört, د dört, و dört, ح üç, ك üç, ت üç, س iki, ص iki, ض iki, ط iki, غ iki, ق bir, ذ birdir.

Fatiha'da Besmele ile Hemze olan Elif onsekiz olup, onsekizbin alemin adedine tevâfuk işaretiyle her bir harf her bir alemin anahtarı olduğuna ima etmekten hali değil. Ve Hemze ile Sakin Elif Bismi' deki gizli Hemze sayılmamak şartı ile otuzdur. Otuz cüz'ü Kur'an'a remzeder.

Hemze Besmelesiz ondört olmak haysiyetiyle, şu Seb'-al Mesani'nin yedi aded âyât-ı mesna olarak iki defasına işaretle, iki defa nüzulüne ve namazda tekrarına ima eder.

Sakin Elif onüç, ل yirmiüç olup Fatiha'nın bir hesabla otuzaltı kelimelerine tevâfuk işaretiyle; beş farz namaz ve revatibinde ve revatıb hükmündeki iki rekat teheccüd namazında yirmidört saatte otuzaltı defa Fatiha'nın tekrarına ima eder.

Besmelesiz ل ile Elif, ikisi otuz olup, ل 'in ebcedi makamı olan otuza muvafakatla ve Besmelesiz Fatiha'nın otuz kelimatına mutabakatla beraber; otuz cüz'ü Kur'an'ın adedine ve yalnız ل Besmelenin ondokuz hurufuna tevâfuk işaretiyle otuz cüz'-ü Kur'an'ın esasları şu سَبْعًا مِنَ الْمَثَانىِ وَالْقُرْاَنَ الْعَظِيمَ namiyle müştehir olan Fatiha'da munderiç ve dahil olduğuna ima eder.

Hem ل ın yirmiüç adedi, nüzul-i vahyin yirmiüç senesine remz eder. ب beş, ه beş, ح beş olup hem birbirine, hem beş farza ve beş erkan-ı İslamiyeye ve Lafzullâh gibi Fatiha'nın ekser kelimelerinin beşer harflerine ve Fatiha'da beş Esma-i Hüsna'nın adedine tevâfukla beraber; üç beşler birbirine muvafık ve otuz cüz' Kur'an'a remz eden onbeş م ve onbeş ى nın mecmuu adedlerine tevâfuk işaretiyle, o muvafıkların mecmu'u kırkbeş olduğundan ömr-ü Nebevi'nin kırkbeşinci senesinde birinci defa Fatiha'nın nüzulüne ima etmek o kudsî harflerin şe'nindendir.

Ve د dört, و dört olup hem birbirine hem د in ebcedi makamına tevâfukla beraber; mecmu'u sekiz defa tekrar eden ر ya muvafakatla Besmele ile beraber Şafii mezhebince Fatiha'nın sekiz ayetine ر gibi işaret edip dörder rekat namazda dört Fatiha vücubunu ve dörtlükle iştihar eden çok mühim dörtlere ima ederler.

ت üç, ك üç, س üç olup birbirine tevâfukla beraber; ت üç defasıyla binikiyüz sene kadar Kur'an'ın galibane vaziyetine işaret ve ondan sonra alem-i küfrün galebesine ima etmekle beraber; binikiyüz sene kadar Kur'an'ın galibane fütuhatı devamına ve ondan sonra tedafu' vaziyetine girmesine işaret eden إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُبِينًا ayetine Fatiha'nın şu ت sı onun adedi ile tevâfuk ederek aynı işareti veriyor.

ك in ebcedi makamı (20) yirmi olup, üç tekrarı üç sayılsa yirmiüç olur. Nüzul-u vahyin yirmiüç senesine tevâfuk ediyor. س ebcedi makamı altmış olup, üç tekrarı üç sayılsa medar-ı vahy olan Zat-ı Nebevinin ömrüne tevâfukla beraber çok sırları imadan hali değildir.

Besmelesiz: س iki, ص iki, ض iki, ط iki, غ iki olup biribirine tevâfukla beraber; Fatiha Besmele ile beraber iki defa Lafz-ı الله iki kere رَحْمن iki kere رَحِيم iki kere اِيَّاكَ iki صراط iki عَلَيْهِمْ mesna olarak سَبْعًا مِنَ الْمَثَانىِ de ikişer adedlerine muvafakat işaretiyle Fatiha'nın iki defa nüzulü ve Kur'an'ın hem evvelinde hem ahirinde iki kere vücub-u tilavetini ve her umur-u hayriyenin hem başında hem ahirinde iki kere sünnet kıraatini ima ederler.

ع altı, Besmelesiz ر 'nın altı adedine muvafakatla beraber; altı rükn-ü imani gibi, İslam istilahatında mühim çok altıları ima eder.

Fatiha harflerinin latif tevâfukâtı ve zarif işaretlerinden başka çok letaifi-i bedi'iyeleri var.

Ezcümle: sûre-i En Nas gibi, harfleri birer aded farkla birden ondokuza kadar terakki ediyorlar. Mesela: ق bir, غ iki, ك üç, و dört, ه beş, ع altı, ر sekiz, Besmelesiz ن on, Sakin Elif onbir, Besmelesiz م oniki, Besmele dahil olsa Sakin Elif onüç, Besmelesiz Hemze ondört, ى onbeş, Besmele ile ى onaltı, Bismi'deki gizli Hemze sayılmazsa Hemze onyedi, sayılsa onsekiz, Besmelesiz ل ondokuzdur . Altı İsm-i Azam adediyle بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ adedine tevâfuk eder.

رَبَّنَا لاَ تُوَاخِذْنَا اِنْ نَسِينَا اَوْ اَخْطَاْنَا

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ

اَللّهُمَّ بِحُرْمَةِ سَبْعَ الْمَثَانىِ اِجْعَلْ فَاتِحَةَ اَعْمَالِنَا مِفْتَاحَ الْفَاتِحَةِ يَعْنى بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ وَاجْعَلْ خَاتِمَةَ اُمُورِنَا فَاتِحَةَ الْفَاتِحَةِ اَعْنى

اَلْحَمْدُ لِلّهِ رَبّ الْعَالَمِين وَ صَلِّ وَ سَلِّمْ عَلَى خَاتَمِ الاَنْبِيَاءِ وَ فَاتِحَتِهِم وَ عَلَى الِهِ وَ اَصْحَابِهِ الَّذينَ هُمْ اَصْحَابُ الْفُتُوحَاتِ الْمَادِّيَّةِ وَالْمَعْنوِيَّةِ

رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا بِسِرِّ سُورَةِالْفَاتِحَةِ

س . ع

"Ben bu nüshanın tashihinde tesemmüm hastalığı ile çok yoruldum. Ehl-i vukufun "Nurdan remizler kısmını cezbe halinde yazmış" diyenlere bir derece hak verdim. Fakat Kur'an'ın tercemesinin Kur'an yerine camilerde hafızlara okutmak yalanını işiten biçare Said, bu israflı tafsilata manen mecbur oldum."

Said Nursi

Önceki Risale: Dördüncü Parça: 29.Mektubun 4.KısmıRumuzat-ı Semaniye

  1. Bu köşeli parantezler içindeki kısım, elyazması nüshada iki sahifelik bir yer tutmakta olup, 1.sahife için Hz.Üstad "Bu sahife, herkes anlamadığı için çizdim", 2.sahife için "Bu sahife de öyledir" diyerek eserden çıkarmıştır. mS
  2. İşaretin mahiyeti gizli olur. Sarih bir sûret onda aranılmaz. İşaretlerin cüz'leri daha ziyade gizlenir. Bir işaretin yüz eczasından bir cüz'ü gayet hassas bir dikkatle hissedilir. İşte bu sırra binaen beyan ettiğimiz ince tevâfukâttan ve münasebatdan sarahat-ı kat'iyye istemek gayet insafsızlıktır. Hem de gayet acele ile bakıldığından hatamız bulunsa da islah edilmeli.
  3. Hakikaten uzun konuştuk. Belki israf ettik. Böyle ince şeyleri senden başka kim vakit ve ihtiyaç bulur ki, tetkik etsin.
  4. Ehemmiyetli yetmişler, yetmişyedisindeki Said'in (R.A) yaşını gösterdiği gibi, Nur telifi o tarihte tamam olur, diye remzeder.
  5. Evet böyle galebe-i zan kafi olduğu makâmât-ı hitabiyede ve mezaya-yı bediiyede ve letaif-i belâgatta ve münasebat-ı tevâfukiyede ve büyük adedlerde küsuratın ve küçük adedlerin farkları bir sebeb-i fark teşkil etmediğinden küsuratın farklarına, fark nazarı ile bakmadık ve bakılmaz.
  6. بِسْمِ اللهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ aded-i hûrûfâtı ile altı İsm-i A'zam'ın aded-i hûrûfâtı ondokuzdur.
  7. اِنَّا اَنْزَلْنَاهُ sûresinin hûrûfâtı tekerrürde tarakkiyatı muntazamdır. Şöyle ki: ذ ، ط ، ش ، س ، خ ، ج birbiriyle müttefik birdir. ح iki, ق ، ب ، و üçer, birbiriyle müttefik. ف ، د ,"Tenvin" dörder, birbiriyle müttefiktir. ه beş, ى ، ت yedişer, birbiriyle müttefik. ن sekiz , م , "Sakin Elif" dokuz, birbiriyle müttefik. و on, ن, Tenvin ile onbir. Hemze oniki. İşte birden onikiye kadar muntazaman terakkisi, şu hûrûfât tesadüfe tabi olmadığına letafetli bir işarettir. اِنَّا اَنْزَلْنَاهُ 'nun makam-ı ebcedisi dokuzbinyediyüzondur (9710). sûrenin hûrûfâtı işaretli olduğuna işaret eden Leyle-i Kadr'in üç defa tekrariyle yirmiyedi huruf olup Ramazan'ın yirmiyedinci gecesindeki Leyle-i Kadr'in tevâfuk sırrıyla kat'i işaretidir. Sair işaratı İnşallah başka vakitte meşiyet-i İlahiye ta'alluk etse yazılacaktır.
  8. Elhâsıl:sûre-i Kadr ve sûre-i Alak'ın kelimat-ı nahviyesi ve en evvel nazil olan nısf-ı evvelin hûrûfâtı yüz küsur hurufıyle on sûrenin hûrûfâtına manidar tevâfuk ediyor. Ve diğer on sûrenin kelimatına manidar tevâfuk ediyor. Hem uzun diğer on sûrenin ayetine gayet manidar tevâfuk ediyor. Demek bu otuz sûreden her birisi yirmidokuz sûreye tevâfuk ediyor. Demek bir küçük tevâfuk-u Kur'aniyede dokuzyüz tevâfuk var. Küsurattan kat'i nazar edilmiş. Çünkü münasebat-ı tevâfukiyeyi bozmaz. Bu tarzdaki tevâfuka hiç mümkün müdür ki: Tesadüf içine karışsın. Hem hiç mümkün müdür ki: Mühim hikmetleri bulunmasın.
  9. يس deki س ism-i hecaisiyle zikredildiğinden başında س olan sûrelerden sayılır.
  10. Besmele'de şeddeli ر bir sayılmak itibariyle ebcedi makamı bin küsur aded olduğundan ve her şeyde Besmele bulunduğundan bu makamdaki üçyüz adedimiz binden sonraki üçyüzdür. Evet بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ ' in makam-ı ebcedisi 999 dur. Hurufu 19 dur. Çünkü: بِسْمِ اللهِ kaide-i sarfıyece bir müteallak ister. Makam itibariyle o müteallak taayyun'eder. Kur'an-ı Hakim'de müteallak اِقْرَاْ lafzıdır. Yani بِسْمِ اللهِ اِقْرَاْ yani "Allah'ın namıyla oku". sûre-i Alak'ta o müteallak zahire çıkmış, sûrenin başına girmiş. İşte bu hesapla şeddeli harfler birer sayılsa, çünkü tekellümde birdir. O vakit الرَّحْمَنِ bir ر ikiyüz, ن ، م doksan, ح , iki "Elif" ondur. Cem'-i yekunu 300 dür. الرَّحِيمِ 'in ر 'sı ikiyüz, م ، ى elli, ا bir, ح sekiz; 259. Demek الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ 559 eder. اللَّهِ lafzı; lam-ı müşeddede bir sayıldığından ل otuz, ه beş, iki ا otuzyedi. 596. بِسْمِ 'de 102. Altıyüzdoksansekiz (698) . Müteallak olan اِقْرَاْ 302, mecmuu 1000 adeddir . Eğer بِسْمِ اللَّهِ 'deki Hemze-i Allah sayılmazsa 999 eder. Madem her bir sûre-i Kur'aniyede بِسْمِ اللهِ zikrediliyor. Ve madem her mübarek şeyde Besmele ile emredilmiş. Ve madem şu sûrede اِقْرَاْ lafzı zahire çıkmış. Ve madem her bir ayet-i Kur'aniye mübarekdir. Manen Besmele ister ve ona istinad eder. Elbette 351, 342 gibi adedler bu sûretde binüçyüzdür. Ve binden sonraki adeddir denilebilir. لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ الله
  11. Bu ayrı ayrı adedlerin işaret ettikleri vukuata bazı hûrûfâtın sayılmasıyla ve bazının sayılmamasıyla derin manidar münasebetleri var. Mesela: Gayr-i melfuz ve mahfi Tenvin zahiren ve aşikare huruf gibi hesaba girmekle gizli diplomatların gizli planlarını Harb-i Umumi meydanına aşikare çıkarmasına münasebetdar olduğu gibi öteki adedlerin de böyle dakik münasebetleri var.
  12. اِذَا السَّمَاءُ انْفَطَرَتْ 359 (Besmele bindir) harfiyle beşerin başına semadan atom bombası inmesine ve kalbine anarşi mikrobu girmesine remz eder.
  13. Bu işarete otuzbin defa barekellah. Çünkü İkinci Harb-i Umumi beşerin şükürsüzlük ve küfran-ı nimetten çıktı.
  14. Bu Dördüncü Remiz, "Sırr-ı İnna A'tayna" Risalesidir. Üstad tarafından bu kitaptan çıkarılıp mahrem tutulmuştur. Onun için yalnız Üstadın Afyon hapsinden sonra ki bu beyanını buraya koydum. mS
  15. Bu parça, Hüsrev Altınbaşak hattı "Mektubat" eserinin 172-173.sahifelerinde ki fihristeden alınmıştır. Cümle farklılıkları olduğu için, ikinci bir nüsha olarak buraya koydum. mS
  16. Yalnız وَالْفَتْحُ .. النَّاسَ deki okunmayan hemze-i vasl sayılmayacak. Sayılsa, sene-i vefat ve sene-i veladet dahil olacak.
  17. اَلْحَمْدُ لِلَّهِ de لِلَّهِ lafzında Hemze hatten ve lafzen tay edildiğinden orada sayılmaz.
  18. Evet yediyüzelliyedinin ahirlerinde ve ellisekizin evvellerinde Sultan Orhan zamanında Süleyman Paşa kumandasında Erler tabir edilen kırk kahramanın şahid olmasıyla, İstanbul Hükümet-i İslamiye akdi altına girmiş ve fatihası o tarihde okunmuştur. Süleyman Paşa hem muhasara etti. Hem Rumeli'ye geçti. Latif tevâfuktur ki: İstanbul'un fatihası yediyüzelliyedi ve ellisekizde okundu. Ve sekizyüzelliyedide اِنَّا فَتَحْنَالَكَ sırrına mazhar oldu.
  19. 29 Mektubun 8. Kısmının 7. Remzin ikinci parçası olan ön sayfa ve her ferde Lafzullâh ve Rab adetlerini gösterir. Şimdi yeniden derin tetkikatle tashih etmeye halim katiyen müsait olmadığından yanımda mukabele edilcek başka nüsha bulunmadığından tashih edemedim.
  20. Onuncu Söz'ün Elif tevâfukâtiyle onsekizinci cüz'ün Lafzullâh tevâfukâtına zarif bir tevâfuku şudur ki: Onuncu Söz'ün beş adedi onüç defa tekerrür edip, altmışbeş هُوَ olur. Onsekizinci Cüz'de Lafzullâh onüç adedi beş defa tekerrür ettiğinden altmışbeş olup لاَۤ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ 'dır.
  21. Lafz-ı Rab ile beraber.
  22. Bu hesab, Şamlı Hafız, Kuleönünde Mustafa ve arkadaşı Hafız Mustafa'nın şehadetiyle bir dakika zarfında ezber yazılmıştır. Sene üçyüzaltmış gün hesabına göredir. Kusur var ise, bakılmamak gerektir.
  23. شَرِّ deki ر bir olmak cihetiyledir.
  24. اَلْخَنَّاسِ deki ن bir sayılsa, اَلْجِنَّةِ deki iki sayılsa dokuz olur. Yoksa Sakin Elif gibi sekiz veya س gibi on olur.
  25. اَلَّذى de ل bir sayılsa onikidir iki sayılsa onüç olur.
  26. Risale-i Nur'un yüzotuz (130) aded risalesinin adedine imadan hali değildir, denilebilir
  27. Risale-i Nur'un kökü ve mebde-i esası olan otuz (30) Sözler'e de ima vardır.
Advertisement