Yenişehir Wiki
Advertisement

Önceki Risale: SünûhâtÂsâr-ı BediiyyeMuhakemât: Sonraki Risale

ﺩﻭﺍﺀ ﺍﻟﻴﺎﺱ

Deva-ül Ye's

Müellifi

Bediüzzaman Said-i Nursî

Not: Bu küçük risale, Hicri 1330, Rumi 1328, Miladi 1912 de ikinci tab'ı yapılan Arabî "Hutbe-i Şamiye" eserinin ikinci zeyli olarak İstanbul'da "Matbaa-i Ebuzziya" da tab' edilmişken, bilâhere 1338 Hicri, 1336 Rumi ve 1920 Miladi tarihinde "Evkaf-ı İslâmiye" matbaasında tab' edilen "Sünûhât" kitabının âhirinde yeniden Arabçalarıyla beraber tab' edilmişlerdir. (Naşir)

Bundan Yedi Sene Evvel Bir Risaleme Yazdığım Bir Zeyldir[]

ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ

ﺍَﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻗَﺎﻝَ ﻭَ ﻟﺎَ ﻳَﻐْﺘَﺐْ ﺑَﻌْﻀُﻜُﻢْ ﺑَﻌْﻀًﺎ

ﻭَ ﺍﻟﺼَّﻠﺎَﺓُ ﻋَﻠَﻰ ﻣُﺤَﻤَّﺪٍ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻗَﺎﻝَ: ﻣَﻦْ ﻗَﺎﻝَ ﻫَﻠَﻚَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱُ ﻫَﻠَﻚَ ﺍﻟﻨَّﺎﺱُ ﻓَﻬُﻮَ ﺍَﻫْﻠَﻜَﻬُﻢْ... ﺍَﻣَّﺎ ﺑَﻌْﺪ

Şu zamanın medenî engizisyonu müdhiş bir vesile ile, bazı ezhanı telkîh ile, bir kısım nâmeşru' evlâdını vücûda getirip, İslâmiyet'e karşı kinini ve hiss-i intikamını icra eder.

Diyanetsizliğe veya lâübaliliğe veya Hristiyanlığa temayüle veya İslâmiyet'ten şübhe ile soğutmaya bir kapı açmak ister.[*[1]]

İşte o desise şudur: "Ey Müslüman bak! Nerede bir müslim varsa binnisbe fakir, gafil, bedevîdir. Nerede Hristiyan varsa, bir derece medenî, mütenebbih, ehl-i servettir. Demek?.. ilâ âhir."

Ben de derim ki:

-Ey Müslüman!

Biri maddî, biri manevî Avrupa rüchanının iki sebebinin şu netice-i müdhişiyle; o neticenin tesir-i muharribanesine karşı, mevcudiyetimizin hâmisi olan İslâmiyet'ten elini gevşetme, dört el ile sarıl. Yoksa mahvolursun.Evet biz aşağıya iniyoruz, onlar yukarıya çıkıyor. Bunun iki sebebi vardır. Biri maddî, biri manevîdir.

Birinci Sebeb:

Umum Hristiyanın kilisesi ve maden-i hayatı olan Avrupa'nın vaziyet-i fıtriyesidir. Zîrâ dardır, güzeldir, demir madenidir, girintili çıkıntılıdır. Deniz ve enharı bağırsaklarıdır, bâriddir.

Evet Avrupa, küre-i zeminin hums-i öşrü iken, nev-i beşerin bir rub'unu letafet-i fıtriyesi ile kendine çekmiş. Hikmeten sabittir ki; efrad-ı kesîrenin içtima'ı, ihtiyacâtı intac eder. Görenek gibi çok esbab ile tekessür eden hacât, zeminin kuvve-i nâbitesine sıkışmaz.

İşte şu noktadan, ihtiyaç san'ata ve merak ilme ve sıkıntı vesait-i sefahete hocalık edip talime başlarlar.

Evet fikr-i san'at, meyl-i mârifet, kesretten çıkar. Avrupa'nın darlığı ve deniz ve enharı olan vesait-i tabiiye-i münakale, içinde dolaşması sebebiyle; tearüf ticareti, teavün iştirak-i mesaîyi intac ettikleri gibi; temas dahi telahuk-u efkârı, rekabet de müsabakatı tevlid ederler. Ve bütün sanayiin maderi olan demir madeni kesretle içinde bulunduğundan, o demir, medeniyetlerine öyle bir silâh-ı kuvvet vermiştir ki, dünyanın bütün enkaz-ı medeniyetleri gasb ve garat edip, gayet ağır bastı, mizan-ı zeminin müvazenesini bozdu.

Hem de herşeyi geç almak, geç bırakmak şanında olan bürudet-i mu'tedilane, sa'ylerine sebat ve metanet verip, medeniyetlerini idame etmiştir. Hem de ilme istinad ile devletlerinin teşekkülü, mütekabil kuvvetlerinin tesadümü, gaddarane istibdadlarının iz'acatı, engizisyonane taassublarının aks-ül amel yapan tazyikatı, mütevazî unsurlarının rekabetle müsabakatı; Avrupalıların isti'dadlarını inkişaf ettirip, mezaya ve fikr-i milliyeti uyandırdı.

İkinci Sebeb:

Nokta-i istinaddır. Evet herbir Hristiyan başını kaldırıp müteselsil ve mütedâhil maksadların birine el atsa, arkasına bakar ki; istinad edecek, kuvve-i manevîsine daima imdad edip hayat verecek gayet kavî bir nokta-i istinad görür. Hattâ en ağır ve büyük işlere karşı mübarezeye kendinde kuvvet bulur.

İşte o nokta-i istinad, her taraftan ellerini uzatan dindaşlarının uruk-u hayatına kuvvet vermeye ve İslâmların en can alacak damarlarını kesmeye her vakit amade; ve dessas medenî engizisyon taassubu ile, maddiyyunun dinsizliği ile yoğrulmuş ve medeniyetlerinin galebesi ile mest-i gurur olmuş bir müsellah kitlenin kışlası veya büyük kilisesi olan Avrupa'nın medeniyetidir.

Görülmüyor mu ki; en hürriyetperver maskesini takan, (İ.G.) (ilk baskı: "En hürriyetperverleri olan İngiliz") elini uzatıp arıyor. Nerede Hristiyan bulsa, hayat veriyor. İşte Habeş, Sudan. İşte Tayyar, Ertuşî. İşte Lübnan, Havran. İşte Mal-Sur ve Arnavut. İşte Kürd ve Ermeni, Türk ve Rum ilâ âhir...

Elhasıl:

Onları canlandıran emeldir ve bizi öldüren yeistir. Meşhurdur ki, biri demiş: "Eğer bir nokta-i istinad bulsam, küre-i zemini yerinden oynatırım." Bu faraziyede acib bir nokta vardır. Demek bu küçücük insan, nokta-i istinad bulsa, küre gibi büyük işleri çevirebilir.

Ey ehl-i İslâm! İşte küre-i zemin gibi ağır ve âlem-i İslâmiyet'e çökmüş olan masaib ve devahiye karşı nokta-i istinadımız: Muhabbet ile ittihadı, mârifet ile imtizac-ı efkârı, uhuvvet ile teavünü emreden nokta-i İslâmiyettir.

Bak, âlem-i İslâmın şu büyük dairenin nokta-i uzmasından tut, ta en küçük dairenin -meselâ medrese talebelerinin- birer ukde-i hayatiyesi vardır. Heyet-i içtimaiyenin efrad ve revabıtı birbirine istinadı gibi, o ukdeler dahi birbirine merbut, müteselsilen o nokta-i uzmaya müsteniddirler. Demek bütün o ukde-i hayatiyelerini -boğmak değil-, belki tenebbüh ve neşvünema vermekle İslâm tenebbüh edip, terakkiye başlayabilir.

Yoksa biri: Avrupa'nın mehasinini mesavimizle ve telahuk-u efkârının semeratı, bizim bir şahsın semere-i sa'yi ile insafsızca, aldatıcı cerbeze ile müvazene etmekle, (ilk baskı; müvazene ettiğinden) [*[2]]

Avrupa'ya şedid bir meftuniyet ve milletine karşı amîk bir nefret hissiyle; kendini Avrupa'nın veled-i nâmeşrû'u gösterdiği gibi; (ilk baskı: "veled-i nameşru göstermek...") fikr-i ihtilal ve meyl-i tahrib ve aldatıcı cerbezenin neticesi olan hicv-i âsiyane, müfteriyane, namusşikenane ile kendi firavuniyetini ve zımnen medih ve gururiyetini ve bilmediği halde İslâm'a düşmanlığını göstermekle beraber; (İlk baskı: "düşmanlığını göstermek ve") firavuniyet, enaniyet, gurur hükmü ile milletine karşı şer'an, aklen, hikmeten mükellef olduğu hiss-i şefkat yerine hiss-i tahkir, meyl-i incizab yerine meyl-i nefret, meyelan-ı muhabbet yerine irade-i istihfaf, temayül-i ihtiram yerine meyelan-ı techil, arzu-yu merhamet yerine arzu-yu taazzum, seciye-i fedakârî yerine temayül-i infiradî ikame edip; hamiyetsizliğini, asılsızlığını gösterdiğinden (ilk baskı: "asılsızlığını göstermek") nazar-ı hakikatta öyle bir cani ve menfur olur ki; meselâ birisi Paris'te sefahet âleminde bir âlüfte madamın kametinde istihsan ettiği bir libası, câmide muhterem bir hocaya giydirmeye çalışmak gibi bir hareket-i ahmakane ve caniyanede bulunur. Zîrâ hamiyet ise; muhabbet, hürmet, merhametin netice-i zaruriyesidir. Onsuz olmaz ve illâ yalandır, sahtekârlıktır. Nefret, hamiyetin zıddıdır.

Mutaassıblara hücum eden Avrupa'nın kâselisleri herbiri yüz mutaassıb kadar meslek-i sakîminde mutaassıbdır. Bunlardan birisi Şekspir medhinde ettiği ifratı, şayet bir hoca o ifratı Şeyh-i Geylanî (K.S) medhinde etse idi, tekfir olunacaktı.

Heyhat! Bunların neresinde millete muhabbet ve millet için hamiyet?!.

Esefa! Heyet-i içtimaiyeyi faaliyet ve harekete getiren çok ukde-i hayatiyelerden; bizde inkişafa başlayan yalnız fikr-i edebiyat, bahusus şâirane, müfritane, edebşikenane, hodpesendane olan fikr-i hiciv ve arzu-yu tahkirdir.

ﻭَ ﻟﺎَ ﻳَﻐْﺘَﺐْ ﺑَﻌْﻀُﻜُﻢْ ﺑَﻌْﻀًﺎ

te'dib-i hakikiye karşı edebsizliktir ki, birbirine saldırıyor. Fakat millete ve İslâmiyet'e karşı olan ta'rizat-ı zımniyelerini o kâselislerin yüzlerine çarpmakla beraber, onların birbirine karşı dinsizcesine hiciv ve terzilleri ise, kimbilir belki müstehaktırlar düşünüp, deyip geçmek ile iktifa ederiz.

Ben zannederim ki; bu milletin perişaniyetine fazla cehaletten ziyade, nur-u kalb ile müterafık olmayan fazla zekâvet-i betra tesir etmiştir. Bence en müdhiş maraz asabîliktir. Zîrâ herşeyi haddinden geçirmekle, aks-ül amel yaptırır.

Ey birader! Âlem-i Hristiyanın rüchanına sebebiyet veren ihtiyarlaşmış olan esbaba tekabül edecek genç, dinç esbab bizde inkişafa başlamıştır. Başka kitabda tafsil etmişim.

Bir hikâye: Bundan On Sene[*[3]] Evvel Tiflis'e Gittim[]

Şeyh San'an tepesine çıktım, dikkatle temaşa ediyordum. Bir Rus yanıma geldi. Dedi: -Niye böyle dikkat ediyorsun? Dedim: -Medresemin plânını yapıyorum. Dedi: -Nerelisin? -Bitlis'liyim dedim. Dedi: -Bu Tiflis'tir. Dedim: -Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir. Dedi: -Ne demek? Dedim: -Asya'da, âlem-i İslâm'da üç nur, birbiri arka sıra inkişafa başlıyor, sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişa'a başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane yırtılacak, takallüs edecek. Ben de gelip burada medresemi yapacağım. Dedi:

-Heyhat! Şaşarım senin ümidine.

Dedim:

-Ben de şaşarım senin aklına. (ilk baskı: "vay senin aklına") Bu kışın devamına ihtimal verebilir misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.

Dedi:-İslâm parça parça olmuş.

Dedim:

-Tahsile gitmişler. İşte Hindistan, İslâm'ın müstaid bir veledidir, İngiliz mekteb-i i'dadîsinde çalışıyor. Mısır, İslâm'ın zeki bir mahdumudur, İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor. Kafkas ve Türkistan, İslâm'ın iki bahadır oğullarıdır, Rus mekteb-i harbiyesinde talim alıyor, ilâ âhir.

Yahu şu asilzade evlâd, şehâdetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt'a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet'in bayrağını âfâk-ı kemâlâtta temevvüc ettirmekle; kader-i ezelînin nazarında (ilk baskı: "kader-i ezelîye karşı") feleğin inadına, nev'-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin sırrını ilân edecektir. İşte hikâyemin yarısı bu kadar.

Neme lâzım ve nefsî nefsî dediren halet-i ruhiyeyi bir temsil ile beyan edeceğim[]

Felekzede, perişan[*[4]] fakat asîl bir aşiretten bir cesur adam ile; tâli'i yaver, feleği müsaid, diğer bir aşiretten bir korkak ile bir yerde rastgelirler. Müfahare, münazara başlar.

Evvelki adam başını kaldırır, aşiretinin zelil olduğunu görür, izzet-i nefsine yediremez. Başını indirir, nefsine bakar, bir derece ağır görür, eyvah! O vakit "Neme lâzım, işte ben, işte ef'alim" gibi şahsiyatla yaralanmış gururu feryada başlar. Veyahut o aşiretten çekilip, veya asılsızlık gösterip, başka aşirete intisab eder.

İkinci adam başını kaldırdıkça, aşiretinin mefahiri gözünü kamaştırır, hiss-i gururunu kabartırır, nefsine bakar gevşek görür. İşte o vakit, hiss-i fedakârî, fikr-i milliyet uyanır; "Aşiretime kurban olayım" der.

Eğer bu temsilin remzini anladınsa, şu müsabaka ve mücadele meydanı olan bu cihan-ı ibrette, bir müslim -meselâ- bir Hristiyan veya bir Kürd, bir Rum ile (ilk baskıda: "bir Müslim veya bir Kürd, mesela bir Hristiyan...") manen hissiyatları mübareze-i hamiyette mukabele ve müvazene ile tezahür etse, temsilin sırrını göreceksin. Lâkin şu tefavüt, herkesin zannettiği gibi değildir. Belki zahirperestlik ve sathîlik ve galat-ı histen gelmiştir.

Ey Müslüman!

Aldanma! Başını indirme! Paslanmış bîhemta bir elmas, daima mücella cama müreccahtır. Zahiren olan İslâmiyetin za'fı, şu medeniyet-i hazıranın, başka dinin hesabına hizmet etmesidir. Halbuki şu medeniyet, suretini değiştirmesi zamanı hulûl etmiştir. Suret değişirse, kaziye bilakis olur. Nasıl şimdiye kadar -bidayetinde söylenildiği gibi- nerede müslüman varsa, hristiyana nisbeten bedevî, medeniyete karşı müstenkif ve soğuk davranır ve kabulünde ızdırab çeker: Suret değişse başkalaşır.

ﻛُﻞُّ ﺍَﺕٍ ﻗَﺮِﻳﺐٌ ٭ ﺍِﻥَّ ﻣَﻊَ ﺍﻟْﻌُﺴْﺮِ ﻳُﺴْﺮًﺍ

Said-i Nursî (R.A.)

Önceki Risale: SünûhâtÂsâr-ı BediiyyeMuhakemât: Sonraki Risale

  1. Şu risalede beni belki ehl-i tefrit zannedeceksiniz. Lakin benim karşımda ve zihnen onlara hitap ettiğim adamları görseniz, onların ifratları derecesinden onlara göre de bir nisbetinde tefritte bulunmuşum görürsünüz. (Müellif)
  2. Hristiyanlığın malı olmayan medeniyeti ona mal etmek, İslâmiyet'in düşmanı olan tedenniyi ona dost göstermek, feleğin ters dönmesine delildir. (Müellif)
  3. Bu kitabın birinci tab'ından yedi sene geçmiştir. Demek on sene evvel. (Rumi 1326 m.1910'da) (Müellif)
  4. Demek
    ﺍَﻟﺪُّﻧْﻴَﺎ ﺳِﺠْﻦُ ﺍﻟْﻤُﺆْﻣِﻦِ ﻭَ ﺟَﻨَّﺔُ ﺍﻟْﻜَﺎﻓِﺮِ
    mecaz değilmiş. (Müellif)
Advertisement