Gayrı Münteşir Kısımlar Listesi
Üstad'ın ve talebelerinin matbu Emirdağ-1 Lahikasında yer almayan bazı mektupları
Üstad'ın Mektupları[]
1. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا بِعَدَدِ حُرُوفِ مَا تَكْتُبُونَ مِنَ الرّسَائِلِ النّورِيّةِ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Mübarek Hüsrev’in mektublarında Lâhika’ya girecek çok parçalar var. Ben onları muhafaza edip müsaid zaman bekliyorum. Şimdilik bu yeni mektubu nümune için gönderdik.
Sâniyen: Bir zahmet içinde bir cilve-i rahmettir ki; ben Asâ-yı Musa’dan başında Süleyman namını gördüğüm için onu tashihe başladım. Halbuki hem tashihsiz, hem birkaç zâtın kalemi ile eski ve tashih görmemiş nüshalardan istinsah edildiğinden ben çok yoruldum, zahmet çektim. Hem za’fiyet, hem sair işlerin çokluğundan dedim: “Süleyman’lar daima beni incitmeden istirahatime çalışmışlar. Neden bu Süleyman bir parça zahmet verdi?” Birden kuvvetli bir ihtarla kalbe geldi ki: “Senin bu küçük zahmetin, büyük bir rahmet ve inayet olup sana dahi o yazanlar derecesinde bu birinci vazifede tam bir kâtib faziletini ve sevabını kazandırıyor.” Ben de kemal-i şükranla mesrur oldum ve zahmet noktasını sildim ve Süleyman’lar her vakit iyidirler dedim.
Sâlisen: Yeşil Sâlih’in dediği gibi, Risale-i Nur’un nurlarını en evvel merkez-i ülema ve Meşihat-ı İslâmiye’nin vazifesiyle alâkadar İstanbul Fetva Dairesi’ndeki hocalar tedkik etmişler ve Ankara ehl-i vukufundan evvel o vazife onlara havale edilmiş. O zâtlar dahi değil tenkid ve itiraz, belki tam takdir ve tahsin ederek İstanbul âlimlerinin insaf ve hakperestliklerini isbat etmişler. Ben onlardan çok minnetdar oldum. Cenab-ı Hak onlardan razı olsun. O koca merkezde her çeşit rakibler varken, benim de ifadede çok kusurlarım bulunurken bu zâtların ilişmemeleri hakikaten büyük insaniyet ve dindarane bir insaftır. Benim tarafımdan onlara teşekkürlerimi tebliğ ediniz. Umum kardeşlerime selâm.
Kardeşiniz
Said Nursî
2. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Mustafa Osman’ın mektubunu, çizgiler ortasındaki kısmı Nurların tevsiine dair olmasından Lâhika’ya girsin. Hem o güzel hattıyla yazdığı Asâ-yı Musa Mecmuasını bana göndermesine mukabil, benden benim tashihimden geçmiş bir diğer nüshayı istiyor. O hangi vasıta ile gönderse, biz de ona göndereceğiz. Hakikaten o ve rüfekaları, Nurlara tam bağlı ve çalışıyorlar. Hususî mektub yazamadığımdan gücenmesinler.
Sâniyen: Yeşil Sâlih buranın kaymakamı vasıtasıyla bana mektublar yazdığı sebebiyle sorduğu sualler bir parça onları okşamak için bir kısmı ehemmiyetsiz ve bir kısmı da cevabı zahirdir. Bu zât hakikaten bizimle ziyade alâkadardır. Şimdi bu dakikada Çalışkan’lardan Hasan Efendi’ye yazdığı bir mektubunu gördüm. İçinde diyor: Said için ben reise ve başvekile mektub yazacağım.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
3. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz kardeşim!
Binler safalarla gittin, geldin. Sizler nasıl münasib görseniz, kabul ederim. Eğer eski harfle imkân varsa, Evvelâ: ikinci vazifenin mahsulü ve Zülfikar-ı Mu’cizat-ı Ahmediye ve Kur’aniye namındaki mecmua gayet dikkatle ve ihtimamla tashihine ve eğer kabil ise tevafuklu olmasına çalışsın. Şimdilik nümune olarak bu defa beraber aldığın ve Asâ-yı Musa’nın bir zeyli ve müellifin bir tercüme-i hayatı namındaki mecmua tab’ edilsin. Fakat ben dünyanın vaziyetini bilmediğimden, fırkalar fırtınası bizim bu mes’elemize ilişmemek için mümkün olduğu kadar ihtiyat etmemiz lâzımdır. Sizlerin şimdiye kadar isabetli ve tam yerinde hattâ ruhanîleri dahi alkışlamaya sevkeden kudsî hizmetiniz ve hakikatbîn tedbirleriniz ve eski ve yeni Said’lerin ve Abdurrahman’ın vazifelerini tam tamına yapmanız gösteriyor ki: Risale-i Nur ve Medreset-üz Zehra’sı hakikî sahib ve hâmi ve naşir ve şakirdlerini bulmuş. Daha bu bîçare, zaîf, perişan, ihtiyar Said’e ihtiyaç kalmamış.
Sâniyen: Nurların neşrinde muvaffakiyetli kahraman Tahirî, sureten bu defa casusların ziyade dikkatleri için görüşmediğimizden müteessir olmasın. Her günde çok defa manen görüşüyorum. Zâten meşrebimizde surî sohbet lâzım değil. Hangi risale okunsa, sizlerle manevî bir sohbettir ve görüşmektir. Ben de yazılarınızı okudukça sizi arkasında görüp müteselli ve mesrur oluyorum. Ve senin mübarek hanen, küçük bir medrese-i Nuriyedir. İçindekilere pek çok selâm ve dua ederek, dualarını isterim. Siz benim tarafımdan Isparta ve civarındaki umum kardeşlerimize bir ruhlu ve hayatdar mektubsunuz. Selâm ve çalışmalarını çok tahsin, takdirlerimi onlara tebliğ ediniz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
4. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, metin, fedakâr kardeşlerim ve vârislerim!
Evvelen: İkinci vazife olan Mu’cizat Mecmuasına bir nam istedim. Birden Asâ-yı Musa’ya denk gelebilen Zülfikar-ı Mu’cizat-ı Ahmediye ve Kur’aniye hatırıma geldi.
Sâniyen: Hüsrev’in mektublarından hülâsaları çok güzel oluyor. Tam iktidar ve ferasetini bildiriyor. Ben de gördükçe mâşâallah diyorum. Nümune olarak bu defa mektubunu size Lâhika’ya girmek için gönderdim. Mübarek Refet’in suali ehemmiyetlidir. Fakat şimdi cevaba müsaadem yok. Cenab-ı Hak ona şifalar versin, âmîn. Doktordan evvel Hasta Risalesi’ne müracaat etsin. Ve güzel fikri ve güzel kalemi ile Nurlara hizmeti ve Hüsrev’e yardımları ehemmiyetlidir. Allah razı olsun.
Sâlisen: Merhum Hâfız Mehmed’in iki kardeşinin mektubunu Lâhika’ya geçirdik. Benim büyük üstadlarımın içinde Risale-i Nur’a fevkalâde büyük hizmetleri için Hâfız Ali’yi ve Mehmed Zühdü ile beraber Hâfız Mehmed’i daima isimleriyle manevî kazançlarıma hissedar ediyorum. Bu iki kardeşi aynen onun yerinde iki Hâfız Mehmed hükmünde bildim, bârekâllah dedim.
Râbian: Güzel bir yazı ile edibane, beligane fakat meczubane bir mektubu Halil İbrahim’den Nur hakkında garib senalar ve acib vasıflarla dolu aldım. O mübarek kardeşimizin manevî bir nevi duası ve sadakatının bir tezahürü diye Lâhika’ya geçirdik, size gönderdik. Ve Safranbolu’da Mustafa Osman’ın arkadaşlarından pek ciddi ve sebatkâr ve hanesini bir küçük medrese-i Nuriye yapan Hıfzı’nın iki masum mahdumlarının yazdıkları Asâ-yı Musa mecmuasını bize göndermesi, her sahifesi bir büyük hediye kabul edildi. Umuma selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
5. Parça[]
Aşağıya yazılan parçayı mübarek Üstadımız Emirdağında Ceylan'a yazmış, Ceylan'da bera-yı malumat bize göndermiş. Biz de Lahikalarımıza kaydederek size gönderiyoruz.
Ceylan Nazif’e yaz ki: 1000 veya 500 nüsha yeter. Fazla olsa şimdilik münasib değil. Hem Isparta’da aynen 500 nüsha makine ile yazmağa başlamışlar. Hem Hüsrev ve Tahirî gibi zâtların kuvvetli ve dikkatli ve güzel kalemleri İnebolu’ya gelemez. Isparta muhitinde Nurların tashihli nüshaları ve çok dikkatli şakirdleri var. Her halde meşveretle ve teenni ile hareket etmek ve çoklukla değil, belki sıhhatli ve yanlışsız olmasına ehemmiyet vermek lâzımdır.
6. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşim Sabri!
O hocanın “Aziz” kelimesine itirazına deriz:
Evvelâ: Eskiden beri ve ehl-i ilim mükâtebelerinde “Aziz kardeşim, aziz arkadaşım” ve umum halkın muhaverelerinde “Azizim, azizim” tabirleri, sıfat ve mana-yı lügavî itibariyledir. Hem تُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ sırrına göre insana verilen “Aziz” lafzı İlm-i Sarf usûlünce فعيل بمعنى مفعول dür. Yani "izzete mazhar olmuş" demektir.
Sâniyen: Gerçi “Aziz” ismi, esma-i hüsnadandır. İsim olarak başkada istimal edilmez. Fakat manası itibariyle sıfat olarak daima hem “Aziz”, hem esma-i İlahiyeden “Halîm ve Hakîm ve Mâlik ve Melik ve Alîm ve Âlim ve Mü’min ve Semi’ ve Basîr” gibi çok istimal edilmiş. Hiç kimsenin hatırına itiraz gelmez. Yoksa
اَلسّلاَمُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبّارُ * اِنّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ
deki Mü’min ismi, sıfat manasıyla umum mü’minlere ümmetçe verilmesi ve Hakîm ismi, sıfat manasıyla bütün doktorlara bütün halk tarafından istimal edilmesi; o zâtın itirazına göre hata ve günah olmak lâzım gelir. Bunlara kıyasen Mâlik ismi ve Semi’ ve Basîr isimleri, sıfat manasıyla herkese her vakit veriliyor.
Sâlisen: Benim de eski ülemaya iktidaen bu “Aziz” kelimesini sıfat olarak kardeşlerime vermenin sebebi ise; onlar dini ve ilmi dünyaya âlet yapmadıklarından ilmin ve dinin izzetini muhafaza ettiklerinden, (temsilde hata yok) Yusuf Aleyhisselâm’ın Aziz-i Mısır olması gibi bunlar da derecelerine göre bu asrın azizleridirler. Cenab-ı Hak onları aziz ediyor. يُعِزُّ مَنْ يَشَاءُ sırrına mazhar ediyor, diye istimal ediyorum.
Râbian: Öteki hocanın وَ بِاْلآيَةِ الْكُبْرَى اَمِنِّى مِنَ الْفَجَت de "Fecet" kelimesine şübhesi manasızdır. Çünki bu kelime Süryanî’dir. İmam-ı Gazalî (R.A.) İmam-ı Nureddin’den (R.A.) aldığı dersle Celcelutiye’deki bütün Süryanî kelimeleri tefsir etmiş. "Fecet" musibet, helâket, hata, bela gibi manadadır demiş.
Hâmisen: Vehbi Hoca’nın hacca gitmesi mübarektir. Allah selâmet versin. Oradaki bütün ülemaya ve müftüye ve Nurculara çok selâm ederim ve dualarını rica ederim. Senin mübarek mahdumunun güzel manzumesini daha okuyamadım. Sonra bakarım.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
7. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Siz madem Zülfikar’a başlamışsınız. Ona devam ediniz. Sonra taksim-ül a’mal ile başka mecmuaları tab’ edersiniz. Mu’cizat-ı Kur’aniye zeyilleri içinde manzum Lemaat’tan bir parça var. Sizde varsa iyi. Yoksa onu da bulunuz. Hem Meyve’nin Onuncu Mes’elesi’nin münasib gördüğünüz bir kısmı veya tamamı zeyillere girsin. Eğer el yazısıyla bizim için yazılan Zülfikar Mecmuası tamamlanmış varsa gönderiniz, tâ ben de bu pek azîm ve çok kıymetli hizmete tashihimle hissedar olayım. Umuma selâm.
Bu dakika iftara yakın, hem rahatsızlığım için kısa kestim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
8. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz kardeşim Nazif!
Makine ile yazdığın çok güzel ve sıhhatlidir. Binler bârekâllah ve veffakakümullah. Yanlışları az ve ekserî noktalardadır. Bazan خ ح , ح خ yazılmış. Mana bir derece değişir. Mâşâallah Kastamonu dahi Nazif’in yardımına koştuğu, ehemmiyetli Nurculardan Feyzi ve Emin 170 lirayı Zülfikar’ın masrafına vermeleri ile gösterdi.
Said Nursî
9. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Geçen leyali-i aşerenizi ve gelen îdinizi ruh u canımızla tebrik ve o çok mübarek gecelerdeki a’mal-i sâlihanızın ve duanızın makbuliyetini rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz. Bu on gece Kur’an-ı Azîmüşşan’ın وَالْفَجْرِ وَ لَيَالٍ عَشْرٍ kasemiyle onlara verdiği ehemmiyete binaen o geceler Leyle-i Kadir ve Beraet ve Mi’rac nev’inde büyük kıymetleri var. Çünki hacc sırrıyla bütün âlem-i İslâm namına her taraftan gelen binler hacıların bütün kâinatla alâkadarane bir tarzda makbul hasenatlarına ve ümmet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında ettikleri dualarına o gecelerde a’mal-i sâliha ile meşgul olanlar mü’minler hissedar oluyorlar. İnşâallah Nur şakirdleri o büyük kazanca mazhardırlar. Hattâ diyebiliriz ki; talebe-i ulûm-u diniye hakkında ehl-i hakikat tarafından denilmiş ki, uykuları da ibadet sayılır. Elbette böyle ağır şerait içinde gayet ciddiyet ve tam gayret ile ulûmun en yüksek derecesindeki iman ve Kur’an hakikatlarının dersinde en mükemmel talebelik vazifesini yapan Nurcular bu leyali-i aşerede uykuda dahi nurlarına tam mazhardırlar.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umumunuza birer birer selâm ve selâmet ve dâreynde saadetlerinize dua eden kardeşiniz
Said Nursî
10. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Tekrar bayramınızı tebrik ve Medreset-üz Zehra’dan medrese-i Nuriyenin kıymetli bir şakirdi olan merhum Ahmed’in vefatını hem sizleri, hem Sava’yı, hem akrabasını, hem kendimi ta’ziye ediyorum. Cenab-ı Hak onun kabrine ve ruhuna Risale-i Nur’dan yazdığı her bir harfe mukabil bin nur ve bin rahmet eylesin, âmîn. Ve defter-i a’maline binler hasene yazdırsın ve akrabasına ve ders arkadaşlarına sabr-ı cemil ihsan eylesin, âmîn. Ben bu mübarek kardeşimizi de Hâfız Ali ve Hâfız Mehmed, Mehmed Zühdü’nün ve üstadlarımın dairesi içinde bütün kazançlarıma hissedar etmeğe başladım. Vefat haberini Hüsrev’in mektubunda gördüğüm aynı vakitte mübarek kerimesi Hatice’nin yazdığı Asâ-yı Musa İstanbul’da çok iş görüp kahraman Tahirî ile mektubun geldiği vakit bana getirildi. Hakikaten bu tevafuk cidden beni o zâtla çok alâkadar eyledi, derince ağlattırdı. Cenab-ı Erhamürrâhimîn ruhuna binler rahmet eylesin, âmîn âmîn.
Sâniyen: Çok faal ve imanı ve ihlası çok kuvvetli Ahmed Nazif evvelce yazmıştı ki; Zülfikar ve Asâ-yı Musa’daki manası anlaşılmayan müşkil bazı Arabî kelimeleri tercüme etmek makine ile tab’ edilen o risalelerin âhirine rabtetmek, hem yanlışların bir fihristesi yapılsın onu da o kelimelerin tercümesi gibi makine ile tab’ edilenlerin âhirine ilhak edilsin demişti. Bu hizmeti benden isterdi. Benim şimdiki halim ve devam eden hastalığım ve maddî sıkıntılarım müsaade etmiyor. Sizler iki veya üç zâtı bu vazife ile benim bedelime meşgul ediniz. Fakat çok inceden inceye uzun gitmesinler. Hattâ manayı bozmayan yanlışlara çok ehemmiyet verilmesin. Hem dikkatle manası anlaşılan Arabî kelimeler de tercüme edilmesin. Tercüme olsa da kısaca olsun. Hem bir derece Arabî bilen, hem Nurları tam anlayan kardeşlerimizden bu ehemmiyetli vazifeyi ve çok büyük sevabı bulunan hizmeti yapsınlar. Hem bu işde İnebolu ve Kastamonu’daki Hoca kısmı ve Feyzi bu hizmetin bir kısmını yapsınlar. Hem siz ve onlar yaptıklarınız kısmı çabuk bana gönderin, ben de göreyim. Sonra makine ile tab’ edersiniz.
Sâlisen: Haber verdiğiniz Zülfikar ve Hizb-ün Nuriye parçaları daha buraya gelmemiş. Hulusi Bey’in manzum fıkrasını Lâhika’ya geçirmek ve mektubunu da münasib kısmını da hem bera-yı malûmat size gönderildi. Mâşâallah o kardeşimiz kahramancasına sadakat ve alâkasını muhafaza ediyor. Umumunuza ve iki cenahınız olan Kastamonu ve Denizli vilayetlerindeki kardeşlerimize binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
11. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sakın hiç müteessir olmayınız. Hastalığımın mahiyetini size beyan etmek lâzım geliyor. Bundan ziyade müteessir olanlara da göstermeyiniz. Hem de hiç merak etmeyiniz. Çünki bütün ağır elemlerime ve gaddarların dehşetli desiselerine ve sıkıntılı hastalığıma hattâ ölümümü ta’cil eden ağır belalara, musibetlere karşı Nur şakirdlerinin kesretli makbul duaları bana kâfi geldiğini kat’iyyen kanaatım gelmiştir. Ben sizi müteessir etmemek için bu mektubu yazıyorum, belki manen bir sevinç içindir.
Evvelen: Şimdi bir haletimi beyan etmek için sinir hassasiyetiyle ve bu defaki tesemmümün doğrudan doğruya dimağıma ilişmesi ve damarlarımı sarsması ile iki haletimi beyan ediyorum:
Birincisi: Öyle bir nisyan, bir unutkanlık bu tesemmümden gelmiş ki; kendi abdest, yemek gibi şahsî işlerimi çok zor ile görebilirim. Bir kaşık veya bir kabı almak için kapıyı açıyorum, unutuyorum. Bu halden dehşet aldığım halde Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur’a temas eden hallerde ve evradlarımda o acib nisyan şimdilik gelmedi.
İkinci hal: Pek garib bir hiddet ve teessür o zehirden bana ârız olmuş ki; sinek kanadı kadar bir ârıza beni müteessir edip hiddete getiriyor. Bîçare bana hizmet eden saf ve sadık hizmetçiler de o lüzumsuz hiddetlerden azab çekiyorlar. Uzun zamanlardaki iki Süleyman’ın hiç beni hiddete getirmeyerek hizmet ettiklerini çok hasretle onları ve o zamanları tahattur ediyorum. Şimdi tahakkuk etti ki, bana sû’-i kasd edenler iki noktayı hedef etmişler ki, ona göre zehirli maddeleri bulmuşlar:
Birinci Nokta: Dimağıma zarar verip tâ Nurlara hizmetim olmasın. Bedbahtlar bilmiyorlar ki, binler Nur sahibleri ve yüzer Nur mecmuaları benim bedelime binler derece ziyade o vazifeyi görüyorlar.
İkinci Nokta: Sabır ve tahammülümü kırmak, hiddetimden istifade etmek, bir mes’ele çıkarmak. Hakikaten ihsan-ı İlahî ile hârika bir sabr u tahammül olmasa idi, tahammül edilmezdi. Fakat o bedbahtlar bilmiyorlar ki, yüz başım ve yüz haysiyetlerim ve şereflerim ve rahatlarım ve hayatlarım olsa, Risale-i Nur’un selâmetine kemal-i sürur ile terkediyorum. Fakat bazı resmî adamlar bütün bütün kanun haricinde garazkârane ve sinirlerime kasden ilişmeleri çok ağır olur. İnşâallah onlara karşı sabrın güzel neticesi bütün o elemleri izale edecek, hayırlara çevirecek.
Sâniyen: Bu defaki sû’-i kasd gizli düşmanlara müsaadekâr ve teşvikçi bazı resmî memurlardan öyle bir hiddet geldi ki, tahammül edemiyorum diye telaş ettim. Birden “Cennet ucuz değil ve Cehennem lüzumsuz değil” hatıra geldi. Hiddet gitti. Çok şükür ki bu vakitte o herifler yanıma gelmiyorlar. Yoksa belki tahammül edemezdim. Aradıkları ve bulamadıkları mes’ele çıkacaktı. Zâten bu üç seneden beri bütün maksadları benim hakkımda beni hiddete getirip böyle bir mes’eleyi yapıp, habbeyi yüz kubbe ederek bîçare ehl-i imana zarar ve telaş vermekti. Cenab-ı Hakk’a şükür olsun ki, damarlarıma en şiddetli ve alçakçasına dokundukları zaman yine Risale-i Nur şakirdlerinin selâmeti için hârika sabr u tahammül ihsan ediyor.
Bugünlerde bu ziyade teessürat ve gaddarlara hiddet ziyadeleştiği bir ânda birden ihtar edildi ki: Sana karşı ettikleri cinayetlerin cezası olarak, Cehennem yeter. Ve yakında ebedî i’dam ile kabrin haps-i münferidinde daimî azab çekmek, senin hayfını ve intikamını yüz derece ziyade alabilir. Sen de sabr u tahammül ve mücaheden nisbetinde sevab alırsın, diye şiddetli ihtar edildi. Ben de ruh-u canımla kabul ettim. Fakat o halde Hücumat-ı Sitte’nin âhirinde “Ben öldükten sonra bin tane bana zulmedenler geberecekler” fıkrası zihnime ilişti. Acaba Nur şakirdleri benim intikamımı aramasınlar mı? Size haber veriyorum ki; Müntakim-i Kahhar’ın gazabı onlara kâfidir. Kardeşlerim Risale-i Nur talebeleri, zalimlerden intikamımı almağa çalışmasınlar. Cenab-ı Hakk’a havale etsinler. Belki bir cihette o zalimlerin hadsiz azab çekeceklerine acısınlar.
Elhasıl: Eğer emr-i Hak vaki’ olsa ölsem benim intikamımı aramayınız. İntikamımı Nurlar almışlar. Onların güvendikleri putlarını kırmışlar. Kabir azabı ve Cehennem dahi onları bekliyor.
Umuma binler selâm ve selâmetlerine dua ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
12. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Bana gelen Zülfikar mecmualarının içinde ehemmiyetli sehivler bulunuyor. Kısmen tashih ediyorum. Fakat bazı küçücük sehivler var ki, ehemmiyetli manayı bozar. Meselâ dört-beş nüshada aynı sehvi gördüm ki, Mu’cizat-ı Kur’aniye zeyillerinden “Kenz-ül Arş duasından gelen birinci nükte-i Kur’aniye” namında olan İkinci Nükte-i Remziye’deki ondokuz defa kelimesi gelmiş. Birinci sahifenin ortada ve âhirinde hem ى (yâ) nın hem م (mim) in hem ل (lâm) ın ve nida vaktinde İsmullah’ın başında bulunan ى (yâ) nın ondokuz bin küsur olmakla hem ل (lâm) ın hem هـ (hâ) nın hem و (vav) ın adedlerine muvafık gelmesi…
Bu ikisinde sehiv var. "لا (lâ) nın" yerinde, "ل (lâm) ın" yazılmış. ن (nun) yerinde, م (mim) yazılmış. Ehemmiyetli bir sehivdir. Çünki Kur’anda ل (lâm) otuzbindir. Remz’in başında Lafzullah’tan alınan لا (lâ) ondokuz bindir. Ondokuz bin ن (nun) yerine, م (mim) yazılsa manası bozulur. Elime gelen nüshalarda iki yerde "لا (lâ) nın" yerinde "ل (lâm) ın" yazılmış.
Hem Sekizinci Remz’in âhirinde Fatiha-i Şerife hurufatının ebcedîsi onbin olarak ب (bâ) nın onbin, hem ت (tâ) nın onbin... Bu cümle sehven “hem ى (yâ) nın onbin” dahi yazılmış. O sehivdir. ى (yâ) onbin değildir. ى (yâ) yı çeviriniz, bu sehvi çabuk tashih ediniz. (Haşiye[1]) Hem Nazif’e de bildiriniz. Benim tashihimden geçen nüshalara da bakınız, belki ben de acele ile tashih edememişim.
Sâniyen: Medreset-üz Zehra’nın namına demirbaş bir şakirdin bayram tebriki tatlısını ve Kastamonu Hüsrev’i Feyzi’nin Nur cüzlerinden şirin tebrikini aldım. Cenab-ı Hak onlardan ve sizlerden ebeden razı olsun. Konya’lı Sabri’nin güvercin hâdisesi hem Nurların kerameti, hem onun Nurların neşrinde muvaffakiyetkârane faaliyetinin makbuliyetine bir işaret olmasından Lâhika’ya geçmek hakkı vardır. Hasan Feyzi’nin hastalığı ne derece, ne vaziyettedir? Bana bildiriniz. Cenab-ı Hak şifa versin, âmîn. Ben çok merak ediyorum.
Sâlisen: Rumuzat-ı Semaniye'yi yazdığım zaman hem çok acele te'lif edilmiş, hem benim eski mahfuzatıma itimad ederek, takribî iki mikyas yaptım. Onunla, hem eski ülemanın hesablarına binaen hurufat-ı Kur'aniyenin i'caz cihetinde esrarını yazdım. Sonra meşhur Kamus-ül Lügat sahibi "Mecdüddin" Firuz Abadî'nin, El-Mikyas namındaki tefsir-i meşhuru, makbul ü hurufat ve kelimat-ı Kur'aniyeye dair beyanatına baktık, yüzde doksanı bizim hesabımıza tevafuk etmiş. Yalnız beş-on yerinde muhalefet gördük. Sonra tahkikî bir hesab yaptım. Bizimki doğru, onunki matbaaların sehvi olduğu tahakkuk etti. Madem böyle azîm yekûnlardaki tevafuklarda küçük küsuratlar ve küçük farklar zarar vermez diye daha tam tamına tahkikî bir tarzda bütün Kur'anı, bütün hurufatıyla ve kelâm ve kelimatıyla hesab etmeğe ve letaif-i i'caziyeyi onunla tam takviye etmeğe vakit bulamadım. Zalimler, bana vakit bırakmadılar. Ben de o takribî mikyaslarımla ve mahfuzatımla ve eski ulemanın hesablarına ve Kenz-ül Arş Duasındaki adedlerime iktifa eyledim.
Bu salisen fıkrasını münasib görseniz makine ile çıkan Mu'cizat-ı Kur'aniye zeyillerinin münasib yerinde derc edersiniz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Duanıza muhtaç kardeşiniz
Said Nursî
13. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, muhterem kardeşim!
Evvelen: Zâtınızın ehemmiyetli mektubunu aldım. Fakat gücenmeyiniz, istediğiniz gibi uzun cevab yazamıyorum. Çünki üç aydan beri tesemmüm neticesi olarak yatak içindeyim. Pek zahmetle zarurî işlerimi görüyorum. Yalnız bir tek çocuk gelir, sobamı yakar, ekmeğimi getirir. Hem Risale-i Nur’a ait pek çok meşgalelerim var ki; bir dakika vakit bulamıyorum. Meselâ 400 sahifeli Zülfikar’ları birkaç gün zarfında tashih etmeğe mecbur oluyorum. Burada yardımcı yalnız sobamı yakan, ekmeğimi getiren çocuktur. Yalnız sizden başka bir tarafla muhabere edemiyorum. Hattâ yirmi sene talebem ve öz kardeşim Abdülmecid’e senede bir-iki mektub yazamıyorum. Senin gibi ehl-i tedkik bir âlime uzun uzadıya konuşmağa vakit bulamıyorum, gücenmeyiniz.
Bir haşiyecik: Harici ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında dahili küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir. Yoksa hücum eden büyük düşmana yardım hükmüne geçer. Bunun için daire-i islamiyede eskidenberi tarafgirane birbirine mukabil muaraza vaziyetini alan ehl-i İslam, o dahilî düşmanlıkları muvakkaten unutmak maslahat-i İslamiye muktezâsıdır.
الباقى هو الباقى
Hasta Kardeşiniz
Said Nursî
14. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Sizin hem makine hem kalemle hizmet-i Nuriyenize binler bârekâllah ve veffakakümullah deriz.
Sâniyen: İlmelyakîne dair pusulanız güzeldir. Meraklı kardeşimiz Refet Bey’in Bediüzzaman-ı Hemedanî üçüncü asırda vazife ve te’lifatı hakkında malûmat istiyor. Ben o zât hakkında yalnız hârika bir zekâveti ve kuvve-i hâfızası bulunduğunu biliyorum. Ellibeş sene evvel Üstadlarımdan Siird’li merhum Molla Fethullah Eski Said’i ona benzeterek onun o ismini ona vermiş. Şimdilik o zâtın sair şeylerini bilemiyorum, unutmuşum. Ve onuncu asırda İmam-ı Rabbanî’nin (R.A.) zamanında onun muhatablarından ehemmiyetli bir zât Bediüzzaman ismiyle İmam ona iki mektub yazmış. Ben İmam’ın kitabıyla tefe’ül ederken aynen o iki mektub bana açıldı. Onun hali bana benziyormuş ki, İmam’ın ona verdiği ders bana ders oldu.
Sâlisen: Abdurrahman Salahaddin’in size leffen gönderdiğim mektubunu güzelce tashih ve lüzum varsa ta’dil edip Asâ-yı Musa âhirinde size evvelce gönderdiğim Halil İbrahim’in ve Hasan Feyzi’nin ve onun fıkralarına ilâve edilsin. Asâ-yı Musa’nın arkasında yazılsın. Ben vakit bulamadım, size havale ediyorum. Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Haşiye: Hem Emirdağı, hem Afyon’da Kastamonu Nurcu hemşirelerimize benzeyecek yeni Nurcular çıkmağa başlıyor. Zâten hanımlar âlemi çok ziyade Risale-i Nur’a muhtaç ve hizmetine tam yarıyorlar ve nümuneleri de var.
15. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Medrese-i Nuriye kahramanlarına me’haz olmak için tashih etmek ile meşgul olduğum Sikke-i Gaybiye (Haşiye[2]) mecmuasının Yirmidördüncü Âyet’in ihtardan sonra تَنْزِيلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّهِ الْعَزِيزِ اْلحَكِيمِ hesab-ı cifrîsinde küçücük bir sehiv gördüm. 1342 ettiği halde, sehven 1346 yazılmış. 42’de Risale-i Nur’un bidayet-i intişarı, 46’da Mu’cizat-ı Ahmediye, Yirminci ve Yirmidördüncü Mektublarla parlaması tarihidir. Siz nüshalarınızda 46 yerinde 42 yazınız. Bir satır sonra, “O tarihte Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi” yerine “O tarihten az sonra Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi” yazınız.
Sâniyen: Sikke-i Gaybiye’yi de Müdafaat gibi bazı sahifelerini ve bazı satırlarını ve bazı mes’elelerini çok ehemmiyetli olmadığından çizgiler çektim. O çizgili yerler yazılmazsa hem Müdafaat, hem Sikke-i Gaybiye gayet ehemmiyetli bir Risale-i Nuriye-i İlmiye olur. Hem Sikke-i Gaybiye’nin âhirinde merhum Hasan Feyzi’nin Zülfikar’a geçen uzun mektubu yazılmamak için işaret ettim, iğne ile kapattım. Bu Sikke-i Gaybiye’nin âhirinde yine merhum Hasan Feyzi’nin iki manzumesi var. Onlar da güzeldir. Bunlardan birincisi, uzun olanı Sikke-i Gaybiye’de İnayet-i Seb’adan evvel yazılsın. İkinci manzumesi ya Siracünnur’un veya Tılsım mecmuasının âhirinde sizin Lâhika’dan intihab ettiğiniz bazı kısa parçalarla beraber yazılsa münasib olur. İsterseniz Sikke-i Gaybiye’nin âhirinde de kalsın. Hem başkaların da bazı fıkraları var. Bir kısmını ta’dil ettim. Bir kısmına çizgi çektim, tâ Sikke-i Gaybiye’nin kuvvetine bir zarar gelmesin. Size gönderdiğim bu nüsha acele yazılmış, güzel okunmuyor. Onun için çok dikkat etmek lâzım ki yanlış olmasın. Hem bazı haşiyeleri sahifenin içinde yazılmış, kenarında yazılmamış. Makinede olduğu vakit sahifenin kenarında yazılsın. İnşâallah Medrese-i Nuriye bu Sikke-i Gaybiye ile Medreset-üz Zehra’yı daha ziyade nurlandıracak.
Sâlisen: Sikke-i Gaybiye’nin Keramet-i Gavsiye’nin âhirinde Şamlı Hâfız’ın fıkrasından tâ Kâtib Osman’ın acib rü’yasının nihayetine kadar ve daha kerametli ondan sonra gelen fıkralardan münasib gördüğünüzü alıp beraber Sikke-i Gaybiye’nin başında mukaddimesi olarak benim baştaki mektublarımdan sonra yazılsa münasib oluyor zannederim. Öteki kısmı âhirinde hâtimesi ve lâhikası olarak yazılsın. Çünki o tarzda herkes birden Sikke-i Gaybiye’nin tasdikini ve kıymetini anlar. Siz daha iyi bilirsiniz, tensibinize havaledir. Sonra Karadağ Meyvesi namında Sure-i Vel’asrı’nın bir nükte-i i’caziyesi ve arkasında Sure-i Fil’in bir nükte-i i’caziyesi beraber Sikke-i Gaybiye’nin mukaddimesinde yazılsın. Hususan o mukaddimenin başlarında Hâfız Mustafa’nın Emirdağı’nda bana risaleleri getirdiği vakit onun münasebetiyle yazdığım mektubun başında “Aziz, sıddık kardeşlerim! Bizim kat’iyyen şekk ve şübhemiz kalmadı ki, bu hizmetimizin neticesi ilh……” diye Risale-i Nur’un beraet ve teslimine dair üç kerametlerini Leyle-i Mi’rac ve Leyle-i Regaib ile gelen yağmurla beyan eden mektubu da mukaddimede, nazar-ı dikkati celbedecek bir yerde yazarsınız.
Râbian: Bu baharın manevî fırtınaları ve bu mevsimin manevî ferahları ve dünyanın ve derd-i maişetin meşgaleleri, evhamcıların fütur veren desiseleri elbette bu mevsimde bir derece fütur verir. Ve şevk ile çalışanları bir derece teneffüse ve istirahata sevkeder. Fakat kat’iyyen biliniz ki, Risale-i Nur hizmeti inayet-i İlahiye ve himayet-i Rabbaniye altındadır. Onun için hiç telaş etmeyiniz. Muvakkat tevakkuflardan da müteessir olmayınız. Bize karşı olan her şeyde bir hayır ve hikmet var. Meselâ: Bir kısım bedbahtlar Zülfikar’ın parlak fütuhatına perde çekmek için bir Zülfikar’ı postahaneden alıp müsadere ederek buraya gelen yeni vali ve yeni emniyet müdürüne verdiklerini işittim. Bir-iki dakika müteessir oldum. Fakat birden tahakkuk etti ki; bizim tarafımızdan o iki adama bir nüsha Zülfikar vermek lâzım imiş ki, asılsız fena evhamlara kapılmasınlar ve Nurların himayesine çalışsınlar. Bu surette daha ziyade dikkat edecekler. Her ne ise, hiç merak etmeyiniz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umum kardeşlerimize binler selâm ve selâmetlerine dua eden hasta kardeşiniz
Said Nursî
16. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Kastamonu’da satılan Hizb-i Nuriye’nin bedelini ve Kâtib Osman’ın Risale-i Nur bağının mahsulü şimdiye kadar muhafaza edilen elmaları ve Terzi Mehmed’in beş masum ve Nurcu evlâdı başta Tal’at olarak teberrüklerini aldık. O masumların hatırı için o teberrükü ve Kâtib Osman’ın elmasını ilâç nev’inde istimal ediyorum. Ve kahraman Burhan’ın mektubunda İbrahim Efendi’nin refikasının rahatsızlığı için şifa duasını, ben kendi hastalığıma şifa istediğim vakit Nadire ve Şaziye’yi iki defa hissedar eyledim. Cenab-ı Hak şifa versin.
Sâniyen: Asâ-yı Musa nereye kadar yazılmış ve İnebolu’da yeni hurufla ne kadar yazılmış, çıkmış ve Nazif ve arkadaşlarının faaliyetleri var mı? Sıkıntıları yok mu? Merak ediyorum. Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ediyorum.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
17. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Bu baharın maddî manevî fırtınalarının içinde bu derece Nur’un neşrine hizmet ve Hüsrev’in rahatsızlığıyla beraber yine az-çok çalışması ve Refet’in başka bir sahada Zülfikar’ın neşrinde faaliyeti ve dört elmas kalemlerin makineye sermaye yetiştirmesi, büyük bir inayet-i İlahiyedir. Cenab-ı Hak sizleri muvaffak eylesin, âmîn.
Sâniyen: Faal ve fikri isabetli kardeşimiz Refet Bey’in bir kısım yeni mektubların makine ile neşri güzeldir. Fakat şimdilik makinenin vazifesi çok ehemmiyetlidir. Başka işler o ehemmiyetli vazifeye zarar vermemek için şimdilik onunla olmasın. Kahraman Tahirî’nin gönderdiği kısa münâcât, sıhhatlidir. Fakat yalnız baştaki kısmın tercümesi var. Şimdi tam tercüme etmeye halim müsaade etmiyor; aynen yazılsın. Bu kısacık münâcât gösteriyor ki, enaniyet-i nefsiye ve hissiyat-ı hayatiye, Risale-i Nur’un telifi zamanında hükmetmemişler, Nurların ihlâs ve safiyetini bulandırmamışlar. Eski Harb-i Umumîde, daima şehid olmaya muntazır olduğumdan, İşârâtü’l-İ’câz tefsiri tam, hâlis yazıldığı gibi, bu münâcâttaki tam rabıta-i mevtin kuvvetli tezahürü dahi, Nurların sâfi ve hâlis bir mahiyet almasına vesile olmuş, inşaallah hissiyat-ı nefsaniye karışmamış.
Sâlisen: Medrese-i Nuriye kahramanlarından ve Mehmedlerin ve Ahmedlerin vârislerinden Marangoz Ahmed’in tafsilatlı ve samimi mektubu Medrese-i Nuriye’nin bütün halkı birden şakird olmaları ve âhirzamanda gelecek büyük zatın elinde manevî bir kılıncı Zülfikar Risalesi olacağını, Medreset-üz Zehra sair vilayetlere imam ve üstad hükmüne geçecek diyen Medrese-i Nuriye’nin umum talebeleri namına müjde vermesi, inşâallah hakikatı çıkacak ve o beklenilen zâtın gelmesi ile görülecek. O mektubu ta’dil ve ihtisar ettikten sonra Lâhika’ya geçirebilirsiniz.
Râbian: Kahraman Süleyman Rüşdü geldi. Kısaca görüştük. Umumunuzun bedeline gördük ve bizim bedelimize de sizi ziyaret edip görüşecek. Zâten her vakit kendimi hayalen sizin yanınızda buluyorum. Ayrılmamışız. İnşâallah ayrılmayacağız da. Umumunuza binler selâm ve dualar ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said-ün Nursî
18. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Hadsiz şükür olsun ki, Asâ-yı Musa’nın çıkmasına manialar sed çekemediler. Hakikaten Medreset-üz Zehra’nın Zülfikar ve Asâ-yı Musa’dan 500 tane meyve vermesiyle, istikbalin ve âlem-i İslâm’ın tebriklerini ve ruhanîlerin alkışlamasını kazanıyor ve kazanacak. Hem o mahsulün her bir nüshası, şimdiye kadar el ile yazılan ve çok tashihlere muhtaç nüshalara birer sağlam me’haz ve benim bedelime tam tashihe medar olurlar. Bu cihette ben çok memnunum, minnetdarım. Çünki çok acib yanlışlar, nüshalarda bulunuyor. Şimdi tashih noktasında 500 Said hükmüne geçtiler.
Sâniyen: Hulusi-i Sânî Nur Santralı Sabri’nin eskiden beri Nur cihetinde bir arkadaşı Kozca Hatibi Hüseyin Hoca’nın mektubunda Sabri kardeşimizle yanıma gelmek arzusu var. Hem yağmursuzluktan şekvası var. Ben o kardeşlerimizin bu arzularını bilfiil gelmiş gibi kabul ediyorum. Ben onlardan ziyade görüşmek isterim. Fakat makine ile dört mecmua çıkıncaya kadar ziyade ihtiyata mecburiyetim var. Hariçten gelenlerle görüşmem nazar-ı dikkati celbetmemek için görüşmemek muvafıktır.
Gariptir ki, müstesna olarak her tarafta yağmura ihtiyaç varken, bu Emirdağına mahsus şiddetli bir yağmur ve emsali görülmemiş fındık kadar taneleri büyük ve ekinlere çok fâideli bir dolu geldi. Şimdi yanımda iki Nurcu kardeşler diyorlar ki: “Hem mu’cizatlı Kur’ân’ın gelmesi ve Afyon’dan bir nüsha Zülfikar’ın müsaderesi münasebetiyle ehemmiyetli bir hücum beklenirken, takdirle Emniyet Müdürü tarafından okunmuş. Ve üçü İsmail namında üç ehemmiyetli memurun aynı vakitte Nurlara tam şakirt ve nâşir olmaları bu yağmura vesile oldu.”
Çünkü şimdiye kadar çok tecrübelerle, Risale-i Nur’un serbest intişarıyla belâların ref’i ve ona ilişmek ve susturulmakla belâların gelmesi sabit olmuş, hattâ mahkemede ispat edilmiş. Anlaşılıyor ki, bu bahar fırtınasında iki haricî, iki dahilî dört cereyan, herbiri bir maksada göre ve Nurcuların şevkine ve sa’ylerine ilişmek ve yüzlerini dünyaya ve siyasete çevirmek istemelerinden kuraklık başladı, inşaallah yakında ref olur.
Sâlisen: Üniversitenin küçük kahramanlarından Yusuf Ziya ile Mustafa Ramazan’ın mektublarını Lâhika’ya girmek için leffen gönderiyoruz. Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
19. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: (Bkz.)
Sâniyen: Yeni çıkan Asâ-yı Musa’nın en âhirinde, Hüsrev’e ve yardımcılarına olan hususî dua ki, Zülfikar’ın en âhirinde yazılmıştır. Aynen o dua Asâ-yı Musa’nın âhirinde yazılsın. Yalnız “Zülfikar hurufu” yerine, “Asâ-yı Musa hurufu” yazılsın. Hem Nazif ve yardımcıları dahi aynı duayı “Hüsrev” kelimesi yerine “Nazif” olarak yeni hurufla çıkardıkları Asâ-yı Musa’nın âhirinde yazsınlar.
Sâlisen: Bana çok lüzumu bulunan ve etraftan bazan istenilen Zülfikar nüshalarından beş-on Zülfikar’ı benim için hususî bir yere bırakınız. Sonra bir müsaid vakitte bana gönderiniz. Umum kardeşlerimize binler selâm ve bugünkü Hızır İlyas olan bayram-ı âmmenizi tebrik ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta fakat
memnun kardeşiniz
Said Nursî
20. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun ki Asâ-yı Musa’nın hitamıyla beraber üç ehemmiyetli mecmualar güzel ve sıhhatli bir surette yazılmaya başlanmış. Cenab-ı Hak bunların hitamına kadar muvaffakiyet, sıhhat ve selâmet ihsan eylesin, âmîn. Gönderilen üç sahifede yalnız Arabî münacatta iki hareke, bir harften başka sehiv yok. Harekenin birisi تِلْكَ اْلاُمُورُ doğru iken, sehven تِلْكَ اْلاُمُورِ yazılmış. İkinci hareke بَيْتُ الْوَحْدَةِ doğru. Sehven بَيْتَ الْوَحْدَةِ yazılmış. Harf ise اِعْتِيَانًا yerine sehven “te” noksan bırakılmış, اِعْيَانًا yanlış yazılmış. Fakat bu üç kahramanlar nümune gönderdikleri üç sahife, o sahifelere kadar makine ile yazılmış mı? Merak ediyorum. Hem makine üçüne kâfi gelir mi? İnşâallah Siracünnur’un Asâ-yı Musa arkasında parlak fütuhatı olacak ve Sikke-i Gaybiye, Tılsım ve Lem’alar mecmuasıyla i’cazkârane gaybî imzayı en muannidlere de tasdik ettirecek inşâallah.
Sâniyen: Faal, sarsılmaz Isparta Hulusi’si büyük Refet’in Seyyidler hakkındaki sualinin cevabını bu dakikada pek ziyade meşguliyetime binaen yine ona havale ediyorum. İnşâallah bir müsaid zamanda belki cevab verilecek. O gayretli ve tesirli kardeşim hakkımızda sırlı olan üç rakamıyla ve mübarek mahdumu pederiyle de Zülfikar’ın neşrine ciddi gayreti, Nur’un ehemmiyetli bir rüknünün vazifesini yapmasına delildir. Cenab-ı Hak muvaffak eylesin, âmîn.
Sâlisen: Denizli’nin çok ehemmiyetli risalelerini elime yetiştiren ve sadıkane hizmet eden ve pederi Şeyh Hacı Said ile haslar içine Nur dairesi içinde bulunan Hâfız Mustafa’nın kısacık bana yazdığı bir mektubu onun vaziyeti hakkındaki meraklarımı izale etti. O zât az zamanda çok kıymetdar iş gördü. Hâkim-i âdil ve mübarek heyetiyle daima duadadırlar, unutulmuyorlar. Onlara pek çok selâm ederim ve onlara çok minnetdarım.
Râbian: Merak etmeyiniz belki bunda da bir hayır var ki beş-on gündür pek sıkıntılı hem uykuyu men’ eden, hem iştihayı kesen bir rahatsızlık, kıştaki tesemmümden bâki kalan hastalığa ilâve olmuş, belki de ondan çıkmış. Dört günde yirmi dirhem ekmek yiyemediğim halde, Cenab-ı Hakk’a şükür olsun ki sair işlerime muhalif olarak müstesna bir surette tashihat-ı Nuriyeye zarar vermiyor ve hususî evradımı terk etmeğe mecbur etmiyor. Şimdiye kadar tecrübelerle kanaatımız gelmiş ki, böyle sıkıntıların altında büyük hayırlar var. Ben mesrurum, müteessir olmuyorum. Siz de dua ediniz fakat müteessir olmayınız. Umuma selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
Asâ-yı Musa’nın fiatı tensib ettiğiniz on banknot münasibdir. Fakat Asâ-yı Musa’da onbir rakamın ehemmiyeti var. Onbir mes’ele onbir hüccet-i imaniye, onbir banknota tevafuk etmek hatırı için bir kısmını onbir banknot fiatla vermekle bu latif tevafuku hatırlamaktır.
Said-ün Nursî
21. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ki Asâ-yı Musa kırılmadan mükemmel olarak hitam buldu. Dalalette firavunlaşmış nefisleri mağlub edeceğine ve ehl-i imana manevî rahmetler yağdırmağa vesile olacağına bir emaresi ve onun çıkması, bizim tarafa neşre başlaması aynı zamanda yağmura çok ihtiyacı bulunan hem Isparta, hem bu havalide emsalsiz devamlı bir haftadan beri rahmetin gelmesine tevafukudur.
Sâniyen: Bize göndereceğiniz yeniden Zülfikar nüshalarına mukabil şimdilik hediyesini gönderemiyeceğim. Çünki onları muhafaza edip, gayet lüzumlu vakitte ehemmiyetli yerlere verilecektir.
Çok faal ve çok tesirli Nur naşiri Refet Bey’in kırk sene evvel bizimle alâkadar ve ehemmiyetli bir zamanda Eski Said’in İhlas başındaki âyete dair hitabetini dinleyip alâkadarlık gösteren, kırk sene sonra aynı hakikatı Refet vasıtasıyla gören ve Nur’un bir kerameti diye Nur dairesine giren zâta bilhassa selâm ediyorum. Ve mektubunda ismi bulunan kahraman Burhan’ı unutmuyorum ve Nur hesabına ona çok minnetdarım. Merhum Lütfü’nün vârisi ve kahraman Tahirî’nin ciddi bir arkadaşı ve metin bir Nurcu kardeşimiz Atabey’li Abdullah Çavuş’un manidar mektubunu ve kendine mahsus tesbihat namazının sonunda duası güzeldir. Hem o kardeşime, hem mektubunda isimleri bulunan başta kahraman Tahirî’nin mübarek pederi olarak o kardeşlere ve hemşirelerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz ve makbul dualarını istiyoruz.
Sâlisen: Sekiz sene Kastamonu’daki hizmet-i Nuriyeyi tamam semeredar bir suret vermesine bir vesile olan ve Kastamonu’da olması lâzım gelen ehemmiyetli vazife-i Nuriyeyi bilfiil yapan Safranbolu, Eflani civarındaki Nurcular namına ve Mehmed Feyzi ve Muallim İhsan gibi kardeşlerimizle teşrik-i mesaî eden kahraman Mustafa Osman ve Hıfzı kardeşlerimizin mektubları bizleri çok mesrur eyledi. Hususan büyük üstadlarımdan Ahmed Ziyaeddin’in (K.S.) hafidi Seyyid Efendi Nur dairesine tam bir şevkle girmesi, bizi fevkalâde sevindirdi. Ve o havalide daha çok Hasan Feyzi ve Ahmed Fuad’ların çıkmasına ümid veriyor. Hıfzı’nın masum mahdumlarının yazdıkları risaleleri medar-ı ibret için daima yanımda bulunduruyorum. Onların yazılarını gören buradaki masumlar şevke geliyorlar. Cenab-ı Hak o havaliyi üçüncü bir Isparta hükmüne getirsin inşâallah, âmîn.
Güzel kalemiyle Risale-i Nur’a çok hizmet eden ve ciddî alâkasıyla çok mekteblileri Nurlara sevkeden Muallim İhsan Abdurrahman Safranbolu havalisine muallimliğe gelmesi çok güzeldir inşâallah. Küre medrese-i Nuriyesinin hizmet-i Nuriyesini orada yapacaktır inşâallah. Cenab-ı Hak muvaffak eylesin, âmîn.
Râbian: Denizli hapsinde bizleri ehemmiyetli bir cihette âhir-i hayata kadar minnetdar eden Sadık Bey, Hilmi Bey, Beylerbeyli Süleyman Bey’i çok merak ediyorum. Hususan hapiste kalan Süleyman ne halde olduğunu haber almamıştım. Bu defa Çorum hapsinden benim namıma bir mektub geldi. Gençlik Rehberi gibi bazı risaleleri istiyor. Mektubunu size gönderiyorum. İstediğini gönderirsiniz. Benim tarafımdan ona çok selâm ve onu unutmuyorum diye yazınız.
Hâmisen: Alamescid Köyü imamı Hoca Edhem’in uzun mektubunun bir kısmını tayyedip ehemmiyetli kısmını Lâhika’ya geçirmek için size gönderiyorum. Bu hoca, hocalar içinde aynen muallimler içinde Hasan Feyzi gibi görünüyor. İnşâallah öyle olacaktır. Hem o, hem talebeleri Nur’un tam kıymetini anlıyorlar ve tam sarılıyorlar hissediyorum. Hususan mektubunda Risale-i Nur’a ciddi şakird olmağa isimleri yazılan bu yeni kardeşlerimiz Molla Mestan, Mustafa Hoca, Ahmed Hoca, Ahmed Hamdi Çavuş, Abdülkadir, Ali Şengül, İsmail Pala, Mehmed Pala, Hasan Koçak, Abdullah Çavuş, Ahmed Kılınç, Mehmed Atmaca, İbrahim Kaygusuz, İbrahim Çaran, Bekir Aktaş, Ahmed Koçak, Mustafa Ceviz, Ahmed Akçay, Mustafa Yılmaz, Hasan Esen, hususan evvelce ömürlerinin bir kısmını bana hediye eden oradaki masumların namına 14 yaşındaki Emin Yılmaz ile beraber Nur’un dairesine tamamıyla kabul edildiler. Cenab-ı Hak onları ve üstadlarını muvaffak eylesin ve Nur’un hizmetinde daim eylesin, âmîn. Faal ve çalışkan kardeşimiz Hoca Edhem Risale-i Nur’un kıymetini takdir etmeyen veya zarar veren bazı hocalara ve bir kısım enaniyetli şeyhlere hiddet ediyor, bazı tokat vuruyor. Halbuki Risale-i Nur’un mesleği münakaşayı kabul etmiyor. Ehl-i iman kim olursa olsun onlarla meşgul olmuyor. Onun için bu kardeşimiz hiddetle değil, ihtar ile dokundurmamak tarzda onlarla Nur dairesinde görüşsün. Hakikaten bu kardeşimizin gayretine ve himmetine bârekâllah deriz.
Sâdisen: Buradaki evvelce müsadere edilen bir nüsha Zülfikar Afyon’da çokların imanını kurtardığını ve vali muavini onu tamamıyla okuyup çok beğendiğini söylemiş. Sonra da Ankara’ya göndermişler. İnşâallah orada çokların imanını kurtaracak. Madem birkaç ay evvel hem Isparta’dan hem buradan ellerine bir nüsha geçmiş, hiç ilişmek tereşşuhatı görünmedi. Elbette Zülfikar galebe etmiş. Şayet ehemmiyetsiz, zararsız bir ilişmek gibi bir şey olsa da hiç merak etmeyiniz, hiç ehemmiyeti yok. Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
22. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Nasılki Denizli hapsimiz Âyet-ül Kübra’nın fütuhatına büyük bir sebeb oldu. Aynen öyle de bu hâdise dahi Zülfikar ve Asâ-yı Musa fütuhatına parlak bir vesile olduğuna çok emareler var. Zâten hükûmetin eline geçen kısım, onların hakkı imiş. Onların daha ziyade o Nurlara ihtiyacı varmış. Hattâ Diyanet Reisi, birisine demiş: “Maneviyatın en büyük mütehassısı bu eserdir.” Ve onun otomobili parçalanması hâdisesinde hayatını kurtarması, Zülfikar’ı çok takdir etmesinin bir kerameti olduğunu itiraf etmiş. Demek o derece takdir ettiği halde, müdafaa etmediğinden otomobilinin parçalanması bir şefkat tokadı olduğunu zımnen ikrar etmiş gibidir. İnşâallah bu eserler kendi kendilerini müdafaa ederler.
Sâniyen: Makine mes’elesinde Sav kahramanlarından Mehmed Çavuş’un fikri güzeldir. Hem diyebilirsiniz ki, yazı makinesi pek çok insanlarda var, serbesttir. Hem matbaa kanununa dâhil olmadığına kanaatımız var idi. Hem hatırımıza gelmiyordu ki, bu cihette itiraz edilecek.
Sâlisen: Kastamonu havalisinin kahramanı ve Nur dairesinin bahadırı kardeşimiz Sadık Bey’in şuhur-u selâse ve Leyle-i Regaib tebriki ve bu bîçare kardeşinize manevî tarihçe-i hayatını daha geniş bir tarzda neşrine dair fikrini çok güzel gördük, bârekâllah dedik. Zâten eskiden düşündüğümüz tarihçe-i hayat Siracünnur namı aldı. Bu yeni şekildeki mecmua Sadık’ın ve Mehmed Feyzi’nin hissesine düşüyor. O mecmuayı da onlar çıkarmağa haklarıdır. Kahraman Nazif de yardım etmeli. Fakat oniki aded parçalarda onlar münasib görmedikleri cümleleri kaldırmasına onlara izin veriyorum ve ıslahını da onlara havale ediyorum. Hususan eski Divan-ı Harb-i Örfî’deki müdafaatın Risale-i Nur mesleğine uymayan bazı cümleleri tayyedilsin ve Eskişehir müdafaatında da kardeşlerimizin hatırı için bazı pek yumuşak ve musalahakârane tabirat ta’dil veya tayyedilsin. Ve Denizli müdafaatındaki tekrar eden cümleler ihtisar edilsin. Hem taksim-ül a’mal suretinde Sadık ve Feyzi’ye yardım için bazı has kardeşlerimiz o oniki parçadan bir parçayı bulsun, yazsın, onlara versin. Ve daha yağlı kâğıda yazılmadan ben de bir defa görsem münasibdir. Size havale ediyorum. Siz daha iyi bilirsiniz. Sadık Bey’in mektubunu Mehmed Çavuş’un mektubuyla me’haz olmak için birlikte size gönderiyorum.
Râbian: Nur’un erkân-ı mühimmesinden ve Nurlara karşı hârika bir alâka ve sadakatla takdirkârane eskiden beri fıkraları Lâhika’yı zînetlendiren kardeşimiz Halil İbrahim’in bu defaki kısacık manzumesi güzeldir. Fakat vakit bulamadım ki tam dikkat edeyim. Sonra size gönderilecek. Hem ona, hem onun mektubunda isimleri bulunan eski ve yeni kardeşlerimize pek çok selâm ediyoruz. Ve umumunuza da hem selâm, hem dua, hem dualarınızı istiyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta fakat mesrur
ve müferrah kardeşiniz
Said Nursî
23. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Seksen sene ibadetli bir ömrü bahtiyarlara kazandıran Ramazan-ı Mübarek’te inşâallah Nur’un şirket-i manevîsi o kazanca mazhar olacak. Bayrama kadar elden geldiği kadar Nurcular ihlas ile birbirinin dualarına manevî âmînler demeli ki; birisi o sekseni kazansa, her biri derecesine göre hissedar olur. En zaîf ve en ağır yükü bulunan bu hasta kardeşinize elbette manevî yardım edersiniz.
Sâniyen: Medine, Şam, Mısır ve Hind’e gönderilen Zülfikar ve Asâ-yı Musa başlarında yazılan fıkra, bera-yı malûmat aynen size gönderildi.
Sâlisen: Refet’in İstanbul’a hareketi bu sırada çok münasib oldu. Çünki yanıma gelen Hacı Bekir’e ehemmiyetli bir vazife verildi. Buradan ehemmiyetli bir kardeşimizi de oraya gönderdik. Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
24. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Dokuz Zülfikar’la iki el yazısı Zülfikar emanetlerini aldık. Şehid Hâfız Ali’nin Rüşdü’sü ve bir vârisi ve Mübarekler Heyeti’nin faal Nur nâşiri Hâfız Mustafa’nın cem’iyetli, benim merak ettiğim noktaları ve benim hoşuma gidecek çok maddeleri beyan eden güzel mektubunu sandık içinde bulduk. Bin mâşâallah ve bârekâllah dedik. Nur santralı ve Yirmiyedinci Mektub’u tezyin eden fıkralarıyla çokları Nurlara dâhil eden kardeşimiz Sabri’nin güzel ve uzun bir mektubunu da içinde bulduk. Masumların kahramanlarından mahdumu Nureddin’in Hâfız Mustafa ile ve Nurların nâşirleri iki Ali ile ve Osman ve Abdurrahman gibi arkadaşlarının selâmlarına mukabil çok selâm ve dua ediyoruz. Sabri’nin güzel mektubu ve İnebolu’lu Küçük İbrahim’in güzel mektubunu da kısmen Lâhika’ya geçmek üzere leffen gönderildi. Sabri’nin mektubunda Barla’lı Hakkı Efendi’nin ve Şem’înin kalemiyle Nurlara başlamaları beni çok mesrur eyledi. Nur’un birinci medresesinde Hakkı’lar birincilerdendi.
Sâniyen: Safranbolu kahramanlarından ve üç ehemmiyetli Mustafa’nın sinnen en küçüğü Mustafa Oruç’un pederi ile beraber sarsılmaz bir fedakârlıkla Risale-i Nur’a çalışacaklarını gösteren güzel bir mektubunu da aldım. Hakikaten Safranbolu birdenbire aynen Denizli gibi az bir zamanda ayrı ayrı hâsiyette küçük büyük çok fedakâr Hasan Feyzi’leri yetiştirmeye başlamış. Cenab-ı Hak emsalini çoğaltsın ve onları muvaffak etsin, âmîn.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umuma binler selâm eden hasta kardeşiniz
Said Nursî
25. Parça[]
(Mektubun baş kısmı için Bkz.)
Râbian: Üç seneden beri Hüsrev’in mektublarıma cevaben yazdığı mektubları, hususan benim yazdığım mektublarımın hülâsasını tam tamına güzelce yazması benim çok hoşuma gidiyordu. Bütün o mektublar muhafaza edilsin dedim. Şimdi hatırıma geldi ki, bütün o mektubların fakat benim mektublarımın hülâsalarına aid kısmını bir risale suretinde cem’ edip Lâhika’ya parlak bir zeyl yapılsın. İnşâallah müsaid bir vakitte bunu yaptıracağız.
Hâmisen: Bu geçen gece Leyle-i Kadrinizi ve gelen bayramınızı bütün ruh u canımızla tebrik edip umum kardeşlerimize birer birer selâm ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Bu mektuba vakit bulamadım ki bakayım. İmlasında, kelimelerinde lüzum varsa tashih edersiniz. Üniversite talebesi olan Şevket’in Daday genç talebeleri namına yazdığı mektubunu tashihinizden geçtikten sonra Lâhika’ya girmek için leffen gönderiyoruz.
26. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Leyle-i Kadrinizi tekrar be tekrar tebrik ederek Cenab-ı Hak hakkınızda ve hakkımızda bu Ramazandaki Leyle-i Kadr’i herbirimize seksenüç sene bir ibadet hükmünde kabul etmesini ve âlem-i İslâmda ve zemin yüzünde Kur’anın nev-i beşere güneş gibi ziyalar neşretmesini ve beşerin yaralarını tedavi etmesini Leyle-i Kadir’de dua eden mübarek zâtları ve Leyle-i Kadr’in kudsî hakikatını şefaatçi ederek Erhamürrâhimîn’in rahmetinden niyaz ediyoruz.
Sâniyen: Bu müsadere mes’elesi ondan dokuzu hem bize, hem Nurlara, hem ehl-i imana menfaatli olduğu için sair taarruzlar gibi bir musibet-i semaviye ve arziyeyi netice vermedi. Yalnız bir derece zahirî bir telaş ve bir hüzün Nurculara verdiği için tam müsadere vaktine kadar güzelce devam eden rahmetler durdu. Bir derece itab göründü diye buradaki Nurcuların kanaatı geliyor. Hem de her vakit faideli olan ihtiyata bizi sevketti. Siracünnur’un çoğunun intişarına kadar bir yerde toplu bulunmasın, ayrı ayrı yerde bulunsun, daha münasib olur. Ve Siracünnur’un âhirinde siz münasib gördüğünüz Hasan Feyzi’nin veya başkasının fıkralarını tashih, ta’dilden sonra dercedebilirsiniz. Kahraman Tahirî’ye ve yardımcılarına bin bârekâllah ve veffakakümullah deriz.
Sâlisen: Kastamonu Hüsrev’i ve Nurların serkâtibi Mehmed Feyzi’nin beni çok mesrur eden mektubunu ve Ramazan tebrikini ve oradaki Nurcu arkadaşlarının alâka ve sadakatlarını ve mektubunda isimleri bulunan bütün o mübarek kardeşlerimizin devam-ı hizmetlerini ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Hususan Hilmi’ler, Sadık’lar, Emin’ler, İhsan’lar, Ahmed’ler, ihtiyar beş kardeşler ve Ilgaz’da İsmail ve büyük, küçük iki Şevket ve Mustafa ve Abdullah ve Hâfız Emin gibi kardeşlerimizin hem Ramazanlarını, hem Leyle-i Kadirlerini, hem gelecek bayramlarını bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Ve Emin’in Van’a seyahatı ve iki Şevket’in aynı zamanda İsm-i Hayy-ı Kayyum’un dersine tevafukları ve Asâ-yı Musa’nın oraya girdiği dakikada Kastamonu medrese-i Nuriyesi sevincinden sarsılmak manasındaki hafif zelzelenin haber vermesi, beni çok sevindirdi. Yeniden ben Kastamonu’ya gitmiş gibi ferahlandım.
Râbian: Hem kalemiyle, hem tesirli hizmetiyle Risale-i Nur’a çok hizmetleri sebkat eden Küre’li kardeşimiz Hâfız Emin’in mektubunda isimleri bulunan zâtlara pek çok selâm ve Hâfız Emin’i de yeni hizmet-i Kur’aniyede tebrik ve muvaffakiyetine dua ediyoruz. Yine eskide Nur’un iş başında çalışıyor gibi kabul ediyoruz. Kastamonu’dan Muammer, Küre’li Hüsnü, Mustafa, Hâlid gibi kardeşlerimize hususan Saatçı Nuri’ye çok selâm ve dua ediyoruz. Şimdi vakit pek dar ve acele olduğundan ve acele yazmağa mecbur olduğumdan onların mektubunu tamam okuyamadığımdan ve hususî cevab yazamadığımdan gücenmesinler.
Hâmisen: Masumlar kahramanlarından Daday’lı Şevket’in oranın genç şakirdleri namına yazdığı güzel mektubu ve manzumesini daha tamam okuyamadık. Hem ona, hem Daday’lı kardeşlerimize, hususan Hâfız Hasan’a çok selâm ediyoruz. Şevket’in parlak mektubunu tamamıyla ve manzumesini Lâhika’ya geçireceğiz. Size göndereceğimiz hem ayrı yazılıp gençler ve mektebliler okusunlar. Şimdiden ona bârekâllah deriz. Homa civarındaki Sütlaç’tan Mustafa Kurşuncu, Ahmed Yavuz ve Mehmed Baylan’ın pusulalarındaki bana dualarına mukabil Cenab-ı Hak onlardan razı olsun deriz. Selâm edip, dualarına âmîn deriz. Umuma birer birer selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
27. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Hüsrev’in pek kıymetdar yüzden ziyade ve benim yazdığım mektubların hülâsaları ve cevabları şimdiye kadar sakladığımız mektublarını tedkik ettim. Ehemmiyetli kısımlarını yazdırdım. Lâhika’nın gayet parlak bir zeyli olarak büyükçe bir risale şeklini aldı. Sonra bir sureti size gönderilecek. Bir kısmını veyahut tamamını Sadık Bey ve Feyzi yazdıkları tarihçe-i hayatın içine girebilmesini tensibinize havale ediyorum.
Sâniyen: Kastamonu’nun hanımlar dairesinden Nurlar hakkında pek fedakâr ve alâkadar Nurcu Zehra’nın bana yazdığı mektubda ehemmiyetli bir Nurcu hemşiremiz olan Hacer’in vefatını ve ehemmiyetli bir Nurcu olan Lütfiye’nin Nurcu zevcinin füc’eten vefatını haber veriyor ve bir dost müezzinin de nüzul hastalığını yazıyor. Cenab-ı Hak o iki merhum ve merhumeye binler rahmet ve ona da şifa verip keffaret-üz zünub eylesin, âmîn. Benim bedelime o merhumların akrabasına ta’ziyemi tebliğ edersiniz. Ve Kastamonu Hüsrev’i olan Mehmed Feyzi benim hesabıma bir Siracünnur’u başta Zehra o hemşirelerimize versin ve oradaki umum Nurculara da selâmımı tebliğ etsin.
Sâlisen: Mu’cizeli Kur’ân’ımızdan Sûre-i Rahmân tevafukat-ı latîfesi içinde bulunan cüz ile, güzel tevafuklu bir cüz ile İstanbul’da matbaacı Aziz’e göstermek için göndermiştik. O da çok beğenmiş, söz vermiş ki: “Ne vakit isterseniz, bunu da Hizb-i Kur’âniye ve Hizb-i Nuriye gibi fotoğrafla tab edeceğim. Hindistan’a bir milyon Kur’ân’ı göndermeye söz verdiğimden, bu mu’cizatlı Kur’ân’ı da içinde onlara göndermek güzel olur.”
Cenâb-ı Hak, inşaallah Nurcuları muvaffak eder.
Râbian: Rehber’i eski harfle makine veya matbaa ile teksir etmeğe karar verdiğimiz vakit, İhtiyar Risalesi’nden Yedinci Rica ve Meyve’den Altıncı Mes’ele ve Dokuzuncu Şua’ın mukaddime-i haşriye ya tamam veya baştaki iman meyveleri ve Hüve Nüktesi ve gençlere lâyık bulduğunuz sair fıkraları da ilâvesi re’yinize ve tensibinize havaledir. Herhalde burada tab’ edilen beşyüz nüsha Rehber kâfi gelmeyecek. İnşâallah eski harfe müsaade olsa tab’ edilse çok iyi olur. Belki bu büyük sevabı yine Nur şakirdleri matbaacılara bırakmayacaklar, teksir makinesiyle yapacaklar inşâallah.
Hâmisen: Nur’un ehemmiyetli naşiri kardeşimiz Refet Bey’in İstanbul’da münasib mesken tedarik edememiş. Halbuki onun orada bulunması, Nurlar için lâzımdır.
Sâdisen: Sikke-i Gaybiye ne kadar yazılmış? Hem yazıldığı mikdar bana gönderilse idi, tashihte kolaylık olurdu. Burada Rehber 140 kadar kalmış. Eğer size çok lüzumu varsa, bir mikdar gönderilebilir. Mustafa Ramazan’ın gönderiyorum.
Sâbian: Gayet güzel, müjdeli, beş mübarek kardeşlerimizin beş mektubuna gayet kısacık bir-iki cümle yazmağa şimdi mecbur oldum. Çünki kâtib başka bir iş için bu dakikada Eskişehir’e gidiyor. Onun için mektub sahibleri gücenmesinler. Homa’lı Nur efesi Sami Bey’in seyahatinde görüştüğü umum o kardeşlerimize selâm ve muvaffakiyetlerine dua ediyoruz. Ve muallim Abdurrahman İhsan’ın tesirli mektubundaki telaşlı hallerine merak etmesin. Madem Nur hizmetindedir, inayet altındadır. Ve Safranbolu’da küçücük medrese-i Nuriye sahibi kardeşimiz Hıfzı ve masumların kahramanlarından iki mahdumu ve refikasının yazıları benim daima yanımdadır. O küçücük medrese-i Nuriyenin şakirdlerini manen görüyorum. Hüsnü’nün hem rü’yası mübarek, bana hizmet etmek niyeti yapmış gibidir. Oradaki Nur’a hizmeti daha lâzımdır. Sart istasyonunda Nur’a çalışan ve kendi gibi Nurcu bulan Mehmed Yayla’yı tebrik ediyoruz. Umum kardeşlerimize binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
28. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık, hâlis kardeşlerim ve hizmet-i Kur’aniyede faal, muhlis arkadaşlarım!
Evvelen: Hem Medreset-üz Zehra’yı ve şakirdlerini, hem Nur dairesini ve bu memleketi ruh u canımla tebrik ediyorum ki, Sikke-i Gaybiye pek mükemmel bir tarzda öteki mecmuaların imdadına yetiştirildi. Hem hadsiz şükür ediyorum ki, Mustafa Gül’de hem bir Hüsrev, hem bir merhum Hâfız Mehmed gördüm.
Sâniyen: Sikke-i Gaybiye’den 134 sahifeye baktım. Bin bârekâllah! Manaya zarar vermeyen bazı noktalar ve harflerin sehvinden başka yalnız iki haşiyede bir sehiv buldum.
Birincisi: 134’üncü sahifenin haşiyesinde “Haşiye: يَا مُدْرِكًا لِذلِكَ الزّمَان tenvin sayılmak şartıyla 1325 tarihi olan…” bu sehivdir. Sahihi şudur: “يَا سَعِيدُ مُدْرِكًا لِذلِكَ الزّمَان tenvin sayılmak şartıyla 1325 tarihi…” Bunu aynen yazınız, tâ tenkide medar olmasın.
İkincisi: 47’nci sahifenin haşiyesinde “Duası اَللّهُمَّ اشْرَحْ صَدْرَهُ” sehivdir. Sahihi şudur: اَللّهُمَّ اشْرَحْ صَدْرِى ِلْلاِيمَانِ وَ اْلاِسْلاَمِ Ve çok defa اِشْرَحْ صُدُورَنَا ِلْلاِيمَانِ وَ اْلاِسْلاَمِ Bu ikinci tashih edilmese de zararı yoktur.
Sâlisen: İstanbul’da Refet Bey’e bir nevi proğram (Haşiye; Refet’e bir proğram olarak gönderdiğim mektubun bir suretini de gönderiyorum.) gibi bir düstur-u hareket nev’inde bir mektub yazdım. Şimdi müsveddesi yanımda olmadığından, sonra size göndereceğim. Umumen selâm selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
29. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Sikke-i Gaybiye çok mükemmel olmuş. Ben bir cihette Risale-i Nur’un en mühimmi biliyorum. Ve herkesin de hissesi var ve gayet cem’iyetli bir bahçe hükmündedir. Ben tamamını mütalaa ettim. Size evvelce yazdığım bir-iki haşiyesinden başka sehiv ve manaya zarar vermeyen bazı nokta veya harf gibi ufak sehivlerden başka gayet mükemmel ve gayet hoş yazılmış. Hem Rehber’i de bu sabah bir saat zarfında tamamını mütalaa ettim ve bir tek sehiv buldum. Ehemmiyetsiz noktalar ve sehivler hariç. O sehiv de dördüncü sahifenin ondokuzuncu satırının başında “hâdisat” kelimesiyle “sinema” kelimesi arasında “sinema ile hal-i hazırda gösterdikleri gibi, istikbaldeki ahval dahi meselâ elli sene sonraki halleri bir sinema ile” Cenab-ı Hak inşâallah Medreset-üz Zehra’dan daha böyle pek çok meyveleri ihsan edecek.
Sâniyen: Hayatlı, kıymetli, Sabri, Süleyman, Çilingir gibi üç mektub gönderiyorum. Sabri ve Süleyman ile gönderdiğim yüz lirayı İnebolu’da Zülfikar’dan evvel çıkarsa oraya, yoksa Lem’alar daha evvel çıkarsa onlara bedel olarak gönderdim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
30. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Sami Bey’in İzzet Hoca ile beraber yazdıkları mektubda başta kıymetli bir âlim bulunan Âsım Hoca ile beraber bazı yeni kardeşlerimizi ve selâmını ve kardeşliklerini yazmışlar. Âsım gibi kıymetli bir âlimin başımız üstünde kardeşliğini kabul ediyoruz. Ve öteki kardeşimizi de ruh u canımızla kabul ediyoruz. Ve yine onlara yazınız, bu sırada hususî mektub yazamadığımdan gücenmesinler.
Sâniyen: Size bu mektubla beraber gönderdiğim on vecihle kanunsuz taarruza dair mektubu münasib görseniz ve isterseniz başta bu vatanın ehl-i ilminin resmî mercii olan Diyanet Reisi’ne bera-yı malûmat Said-ün Nursî’nin bir maruzatıdır, size takdim ediliyor diye gönderirsiniz. Hem Erzurum meb’uslarından ve başka orada dost bildiğimiz bazı zâtlara, üstümüzden bu gadirli evhamın kaldırılması için bir suretini (Haşiye; Şimdi hatırımıza geldi, biz dahi bir suretini Diyanet Reisi’ne göndereceğiz ve göndermeğe hazırladık.) gönderirsiniz. Hem eğer Nur şakirdlerinden avukat ve diplomat kısmı bunu gazete ile neşretmeğe münasib görürlerse ve siz dahi münasib görseniz edebilirsiniz.
Sâlisen: Beni taharride yalnız Cevşen-ül Kebir ve Hizb-ün Nuriye ve nefsime karşı başımdaki iki levhadan başka bir şey alamadılar, bulamadılar. Yalnız Osman’dan ve Mehmed’den bazı risalelerle iki mecmuayı almışlar. Benim ifademi almadılar. Israr ettim, gelmediler. Anladım ki, gizli dinsiz düşmanlarımız Nur’un fütuhatına bir bulantı vermek için yeni Dâhiliye Vekili’ne bizimle alâkası olmayan Kütahya mes’elesini vesile ederek evham vermişler. Eğer Kütahya mahkemesi beni çağırsa, ben gidemeyeceğim. Hastayım. Siz benim bedelime Nurcu bir avukatı bulup oraya benim bedelime on vecihle kanunsuzluğa dair mektubumuz dairesinde mahkemeye cevab versin. Hem desin ki: O Arabî evradından başka olan kitablar, başka adamlardan bulmuşlar. Onlar kendine yazdırmışlar. Hem onları mahkeme görmüş. Hem belki başka kalem karışmış. Onun için onları bana yüklemesinler diye tedbir alırsınız. Hem tam ihtiyat ile beraber hiç merak etmeyiniz. Bu telaşlı ve evhamlı taarruzları korkaklıklarından gelmiş. Zâten birbiriyle boğuşuyorlar. Biz dünyalarına karışmıyoruz ki, bize karışsınlar. Her vakit gibi çaremiz sebat, tesanüd, ihlas ve ihtiyattır. Umuma selâm.
Not: Eğer hatalarını bilip istirahatımı bozmasalar, bu mes’ele sönse, öyle ehemmiyetli makamlara göndermeyiniz. Eğer daha ziyadeleşse, maslahat ne ise yaparsınız. Güya Şeyh Said’in oğlu Kütahya’da imiş, onun için öyle habbe kubbe olmuş.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
31. Parça[]
Yirmidokuzuncu Mektub’u geçen sene size yazmıştım ki, iki makam yapılsın. İkinci makamı sırf tevafukata dair ve Birinci Makamı ondaki sair risaleler. Şimdi buradaki arkadaşlara gönderilen İkinci Makamı tashih ederken çok hayret ettim. Onun te’lifi zamanında bîçare Said hakikaten çok çalışmış. Çok takdir ettim. Bin bârekâllah dedim. Fakat o makam, hususan bu zamanda çok lâzım değil ve umumî olamıyor ve lüzumsuz bazı tafsilât içine girmiş ve içinde çok mühim hakikatlar da var. Sekizinci Kısmın Yedinci Remzi’nin başında bir sual-cevab var ki, huruf-u Kur’aniyenin tebdiline hücum edildiği için o zaman o hurufata çok ehemmiyet verilmiş. Siz o sual ve cevabını o makamın başına yazınız. Hulusi’nin manzumesini Tılsım mecmuasının âhirinde yazınız ve mektubuyla beraber Lâhika’ya da kaydedilsin. Umuma binler selâm.
Kardeşiniz
Aziz kardeşlerim!
Evvelen: Bunu huruf tevafukuna dair parçalarının başında yazılsa münasibdir.
Sekizinci Kısmın Yedinci Remzi
Nükte-i i’caziyeye bir me’haz olacak bir fihriste-i Kur’aniyedir.
S: En mühim hakaik-i Kur’aniye ve imaniye ile meşgul olduğun halde, neden onu muvakkaten bırakıp, en ziyade manadan uzak olan huruf-u hecaiyenin adedlerinden, tevafuklarından bahsediyorsun?
C: Çünki bu meş’um zamanda, Kur’anın bir temel taşı olan hurufuna hücum ediliyor ve onların tebdiline çalışıyorlar.
Bu sual ve cevab, Yirmidokuzuncu Mektub’un İkinci Makamı’nın başında yazılması lâzımdır.
Sâniyen: Bir seyyah Nurs Karyesine, köyümüze gitmiş. Vefat etmiş zannettiğim Molla Mehmed kardeşimi bulmuş. Ondan, o benim nazarımda çok mübarek meskat-ı re’simden bir parça teberrük getirmiş. Size o teberrükten üç elma ile ondokuz armut kurusunu gönderdim.
Sâlisen: Nur kumandanlarından kardeşimiz Refet Bey’in bu sırada İstanbul’u bırakıp Isparta’ya gelmesi isabettir ve hayırlıdır. Ehemmiyetli bir-iki Nurcuyu tevkil etmesi güzel olmuş.
Siz zerreye aid böyle parçaları Otuzuncu Söz’ün zeyilleri suretinde toplayınız. Hem şimdi de o zâtlara, Yusuf Ziya ve arkadaşlarına yazarsınız ki, inşâallah tam bir takım Diyanet kütübhanesine ve bir takım da Reis’in istemesiyle ona mahsus hazırlanacak. Umuma selâm.
Yeşilada’daki Hâfız Hüseyin’e selâm ediyorum. Rü’yaları güzel, tabiri de doğrudur.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
32. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Hiç merak etmeyiniz. Yalnız tesanüd ve ihtiyat ve “Sırran Tenevverat” düsturunu esas tutunuz. Anlaşıldı ki gizli düşmanlarımız son taarruzlarını bereyi bahane edip Nurların fütuhatına bir bulantı vermekle, Afyon Vali ve Emniyet Müdürünü iğfal edip bütün kuvvetiyle şahsımın aleyhine istimal ettiler. Hıfz-ı İlahî ve inayet-i Rabbaniye beni muhafaza ediyor. Ben bundan bir cihette memnunum ki, şahsımla uğraşıyorlar. Resmen Nurlara ilişemiyorlar. Belki gizli neşriyatı bahane ederek, buldukları bazı risaleleri alıyorlar. Hiç ehemmiyeti yok, merak etmeyiniz. Rahmet-i İlahiye altında Risale-i Nur kendini muhafaza ve himaye eder. Şimdilik bu ifadeyi gazete ile neşretmeyiniz. Bu son suret daha mükemmeldir. Oranın mahkemesine de bera-yı malûmat müddeiumumî gibi dostlara verirsiniz.
Sâniyen: Mütekaid miralaya ve Ali Osman’a ve Yeşilada’daki Hüseyin gibi zâtlara ve Hüseyin’in mektubunda isimleri bulunan kardeşlerimize selâm edip dualarını isteriz.
Sâlisen: Oranın müddeiumumîsine ve Sami Bey’e ve Asliye Ceza Hâkimine çok selâm ediniz. Hakikaten bu vaktimde onlar gibi hâkim-i âdil ünvanına lâyık, vicdanlı zâtların daire-i memuriyetlerinde bulunmağa çok ihtiyacım var. Fakat kader-i İlahiyeye havale ediyorum. Umuma binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
33. Parça[]
Bizi merak etmeyiniz. Bu geniş (Haşiye[3]) taarruzları da yüzden bire indi. İnşâallah zahmetlerimiz rahmetlere dönecek. Hüve Nüktesi’nin âhirinde Hüve havada bir anahtar oldu. Âlem-i misale girdim. Bütün manevî fotoğraflar gibi…… ilh. mealinde yazdığımız parçacık ki üzerinde çizgi çektim ki neşrolunmasın demiştim. Eğer zayi’ olmamışsa ehemmiyeti var. Hususî nüshalarınıza da isteyenler Hüve Nüktesi’nin âhirinde yazabilir. Bize de bir suretini gönderirsiniz. Bizde sureti yok.
Said
34. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin mi’rac-ı şerifinizi bütün ruhumla tebrik ederim. Ve gelecek mübarek günler ve gecelerdeki dualarınıza şimdiden binler âmîn deriz.
Sâniyen: Antalya’da Nurların intişarına çalışan Mehmed’ler ve Ahmed’ler ve Ali’ler ve İbrahim’lere çok selâm ve tebrik ve muvaffakiyetlerine dua ederiz. Acaba Eskişehir’de beraberimizde bulunan Hüseyin Usta hayatta mıdır, merak ediyorum.
Sâlisen: Kâtib Osman’ın nasılki malûm mektubu Medresetüzzehra’nın umum talebeleri nâmına Asâ-yı Musa’da makam almış. Öyle de onun kiraz bahçesi, Risale-i Nur bahçesi namını burada alıp onun kirazlarını çoklar teberrük niyetiyle aldılar. Nurlar hesabına yediler.
Râbian: Sava medrese-i nuriyesi hakikaten ümidimizin pek fevkinde kahramanane Nurlara hizmet ediyorlar. Bana gelen mecmualarda onların hârika çalışmalarını hayretle karşıladım. Binler bârekâllah. Salahaddin’in yazdığı Asâ-yı Musa âhirinde kısacık tercüme-i müellife dair mektubunu size gönderdik. Lâhika’ya girsin. İsteyenler ve münasib görseniz kendi nüshalarının âhirinde yazabilir.
Umum kardeş ve hemşirelerimize selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
35. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ شُهُورِ الثّلاَثَةِ
Aziz sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Yirmiyedinci Mektub’u hâlisane ve tahsinkârane fıkralarıyla tezyin eden iki Hulusîlerin iki samimi fıkraları Lâhika’ya geçmek için size gönderildi. Nur santralının mâşâallah eskiden ziyade hizmet ve sadakatı devam ediyor. Ve civarı Barla ve Eğirdir dahi ileri gidiyor. Ve eski Hakkı ve (پ) gibi kardeşleri dahi eski alâkalarını tam muhafaza etmeleri bizi çok mesrur ediyor. Sabri de merhum Hâfız Ali gibi tam farz vazifesini az zamanda bitirmiş. Şimdi sünnet nev’inde yine tam çalışması, şâyan-ı tebriktir. Şamlı Hâfız Tevfik’in yine eski kıymetdar hizmetine ve kalemsizlere Muhacir Hâfız gibi parlak kalemiyle yardımlarına koşması için bin bârekâllah. Ve Şamlı’nın yanındaki Risale-i Nur’un bazı Arabî parçaları var, bana gönderilsin. Mâşâallah zâyi’ etmeyip muhafaza etmiş. Ben onları unutmuştum.
Sâniyen: Karye-i irfan talebeleri namına, kardeşlerimizden Mustafa ve Homa şakirdleri hesabına ve Hâfız İbrahim Çelebi’den dokuz nüsha Âyet-ül Kübra aldım. Eğer tekrar onlara gönderilecek ise, şimdilik tashihe vakit bulamıyorum. Bayramdan sonra bakabilirim. Eğer bizde kalacaklar ise, bizlere büyük bir yardım ve kudsî çok mübarek bir hediye-i Nuriye olarak kabul edip onları yazanlara daimî sevabları kazandırmak için lâyık ve müştaklara tevzi’ edilecek. Homa’lı ve hapis arkadaşlarımızdan Kara Mehmed’in vefatı, beni mahzun eyledi. Cenab-ı Erhamürrâhimîn ona, yazılan Nurların harfleri adedince rahmetler eylesin, âmîn. Mustafa’nın mektubunun bir kısmını Lâhika’ya geçirdik ve size de gönderdik. Mâşâallah o havali sadakat ve sebatta tam devam ediyor.
Sâlisen: Asâ-yı Musa’nın tashihinde zahmet çekiyorum. Gerçi kısmen tashih etmişsiniz. Fakat daha ehemmiyetli sehivler var. Meselâ: Kur’an ve kâinat ortalarından sonra ilâve edilen hakikat-ı insaniye şehadeti âhirdeki arabîde بِلِسَانِ الْحَقِيقَةِ اْلاِنْسَانِيّةِ الّتِى هِىَ الْكَائِنَاتِ الْمُصَغّرَة الخ. sehven بِلِسَانِ الْحَقِيقَةِ اْلاِنْسَانِيّةِ الهى الْكَائِنَاتِ الْمُصَغَّرَة İnebolu’dan gelen bazı nüshalarda yazılmış. Böyle bazı yanlışlar için ben herbir nüshayı dikkatle okumaya mecbur oluyorum. Hem tevafuk sebebiyle atlamaklar var. İnşâallah ben de bu cihette yazan mücahid kahramanların gayet kudsî, kıymetdar mücahedelerine hissedar olacağım ki, benim bîçare kalemime hisse bırakılmış. Umuma binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
36. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ شَعْبَان
Aziz sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Şaban-ı Şerifinizi tebrik ve muvaffakiyetinize dua ederiz.
Sâniyen: Bir lüzuma binaen “Dâhiliye Vekiliyle bir hasbihal parçası” namındaki fıkrayı açık mektub olarak bir münasib gazete ile neşretmek için Sâlih Yeşil’e gönderdik. Ve bir suretini Başvekil’e ve birisini de Adliye Vekili’ne ve biri de Dâhiliye Vekili’ne ve biri de Afyon Emniyet Müdürü’ne veyahud Valisine buranın kumandanı vasıtasıyla gönderiyoruz. Bir suretini dahi yine size gönderiyoruz.
Sâlisen: Eğirdir’de Alîl Ali Osman’ın uzun bir mektubunu aldım. Hususî cevaba hâlim müsaid değil. Mektubunda isimleri bulunan ve başta Hakkı ve پ olarak oradaki kardeşlerimize çok selâm ederiz ve Ali Osman’ın bir kısım mektubunu Lâhika’ya geçirdik. Umuma selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz ve dualarınızdan
daima istifade eden
Said Nursî
37. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur’aniyede muktedir, muhlis arkadaşlarım!
Evvelâ: Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki, Nurları münafıkların tecavüzünden kurtarıyor. Yalnız taarruz bana oluyor. Hem taarruz edenleri rezil ediyor ve kısmen vazgeçiriyor. Bana sabır ve sevab veriyor. Neticede mesrur ediyor. Bu defa az telaşım; Asâ-yı Musa nüshaları birden elime geçti, onlar da haber aldılar. Acaba bunlara hücum olmasın? Lillahilhamd hiç ilişmediler. Hattâ birisi düşmanlığı bırakıp dost oldu. Ankara’ya vekillere gönderilecek “Dâhiliye Vekiliyle Hasbihal” mektublarını ona verdim. Sen gönder, dedim. Sonra Sâlih Yeşil’e göndermeyi münasib gördük. Ona yazdık. Eğer münasib ise o onları İstanbul’dan Ankara’ya göndersin ve bir suretini bir münasib gazete ile neşretsin, diye yazdık. Bera-yı malûmat size haber veriyoruz. Eğer siz şimdilik münasib değil derseniz; Sâlih’e yazınız ki, vermesin.
Sâniyen: Denizli Hüsrev’i ve Hâfız Ali’si Hasan Feyzi’nin bu puslanın başını yazdıktan sonra bu saatte çok müjdeli uzun bir mektubunu aldım. Elhak o zât, Nurların fütuhatına büyük bir sebebdir. Bin bârekâllah. O kardeşimiz şehnameleriyle bu gibi ibretli tesellidar mektublarıyla Nurların dairesini genişletir, herkesi şevke ve gayrete getirir. Cenab-ı Hak Denizli’ye de Isparta gibi bir Medreset-üz Zehra’ya çevireceğine bir delildir. Bu çalışkan ve muktedir kardeşimiz mektubunda benden bazı mes’elelere dair fikrimi soruyor. Sizin meşveretinize havale ediyorum. Ve hemşiremiz Refika’nın yazısındaki satırlar kelimelerinden çıkan keramet-i Nuriye çok güzel ve latiftir. Ona bârekâllah deriz. Ve mektubunda bahisleri bulunan ve bilhassa hâkim-i âdil bütün o eski ve yeni kardeşler ve hemşirelerimize çok selâm ve dua ederiz. Ve bu mübarek şuhur-u selâsede dualarını rica ederiz. Ve Feyzi’nin tam hâlis ve sâdık talebelerinden ve Nur’un gayretli ve ciddi şakirdlerinden Ahmed’in bir mektubunu aldım. Hususi cevab vermeğe halim müsaade etmediğinden şimdilik bu kadar derim: Denizli hapsi madem bize Feyzi ve eski talebelerimi ve dostlarımı ve Hâfız Mustafa ve Muharrem ve hâkim-i âdil ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ilâ âhirihi gibi hakiki kardeşleri kazandırdı. Elbette o hapis, nazarımızda çok mübarektir ve Medrese-i Yusufiye namına lâyıktır.
Sâlisen: Abdurrahman Salahaddin’in mektubunu çok beğendim. Mâşâallah hüsn-ü ifadede ileri ve terakki etmiş. Baba-oğul, Nur’un iki kahramanı olduklarını her fırsatta isbat ediyorlar.
Râbian: Sava Medrese-i Nuriyenin kahramanlarından Marangoz Ahmed’in mektubunda iki keramet-i Zülfikar nümunesi aynen hem Barla’da hem Kastamonu’da biz de gördük. Fakat ayrı bir tarzda. Beğenmediğimiz siyah mürekkeb birden hâlis kırmızı mürekkebe döndüğünü ben ve arkadaşlarım hayretle gözümüzle gördük.
Daha çok yazacaktım. Fakat vakit kalmadı. Mâba’di var.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umuma selâm.
Duanıza muhtaç kardeşiniz
Said Nursî
38. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bin gece kadar kıymetdar Beraet Gecenizi, geçen sene müjdeci ve şimdi aynı vakitte yanıma gelen Kuddüs kuşuyla beraber tebrik ederiz.
Sâniyen: Bu defa bana hafif taarruzları ve bana hizmet eden Mehmed namındaki sâdık çocuğu hafiye yapmağa çalışmaları akîm kalması ve başka vilayetlerden gelen yabanîleri kabul ettiğimi diye asılsız bahaneleri ise şimdi hakikatı anlaşıldı. Bana ilişen memurlardan birisi demiş: Nerede dince bir hareket olsa, en evvel buraya ve Said Hoca’ya bakarlar diye ifşa etmiş. Ve anladık ki, Nurcu ve hapis arkadaşlarımızdan ve kardeşimiz Şemsi Yeşil, Sultanahmed Câmiinde Nur hakikatlarından ders vermesiyle -Re’fet’in yazdığına göre- beşbin adam o vaazda toplanmasından Nurların rakibleri kıskanç adamlar (Haşiye[4]) onun derslerini Risale-i Nur hesabınadır ve onun talebesidir, diye tâ Afyon’a kadar işaa etmeleri bu defaki ehemmiyetsiz taarruza sebeb olmuştur. Fakat taarruz edenler nedamet ettiler. Bize bir zarar olmadı. Fakat güzel rahmet, hergün gelen yağmur birden kesildi, daha gelmedi. Siz merak etmeyiniz, inayet devam ediyor.
Sâlisen: Nazif, Re’fet, Mustafa Osman, Küçük İbrahim’in mektublarındaki mes’ele-i tab’ ve makine ve bir ay kadar sabretmemiz ve Nurların serbest tab’edileceğini ve misyonerlerin yalnız bir müstensihin sehviyle İncil-i Yuhanna’da 61 yazılmış ve doğrusu 16 budur, diye o koca eserde bundan başka kusur bulmamaları bizi çok mesrur eyledi. Fakat çok defa söylediğim gibi yine tekrar ediyorum ki: Herşeyden evvel sıhhatine ve yanlış olmamasına çok dikkat etmek lâzımdır. Çünki Risale-i Nur başkalara benzemez. Bazan birtek kelime ve bir harf ve bir nokta yanlışıyla ehemmiyetli bir mes’ele bozulur, hakikat sureti değişir. Sizin isabetli reyinize havale ediyoruz. Hem her halde Zülfikar-ı Mu’cizat en evvel eski harf ile, makine ile ve Asâ-yı Musa Mecmuası en evvel yeni huruf ile tecrübe edilse, münasib görseniz yaparsınız. Ben bu dört kardeşimize çok minnetdarım. Re’fet’in sıhhatını merak ediyorum. Küçük İbrahim bir tashihli Zülfikar’ı İnebolu için istiyor. Sonra gönderilecek. Mustafa Osman’ın bize gönderdiği Asâ-yı Musa’yı çok beğendim. Hem çok dikkatli ve sıhhatlı ve güzel. Fakat tevafuksuz. Bin mâşâallah. Nazif hakikaten kahramancasına Nurlara çalışıyor. Bin bârekâllah.
Kardeşlerim! Tâ bayrama kadar istirahata ve sükûnete ve sıhhate ihtiyacım var. Dualarınızla bana yardım ediniz. Merhum Hâfız Ali talebelerinden Hasan ve Ahmed’in fıkraları Lâhika’ya girsin. Umuma selâm ve dua.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
39. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim Şeyh Nesim ve Müftüzade Merhum Sa’dullah Efendinin Mahdumu!
Evvelen: Ramazanınızı ve seksen sene bir ömr-ü bâkiyi kazandırabilen Leyle-i Kadrinizi tebrik ile beraber, yirmi-otuz sene benim oraya her hafta bir mektub yazmasına bedel, sizlere o şirin vatanıma ve muhterem iki büyük hanedanlarınıza iki büyük mektubum olarak arzunuza binaen Zülfikar ve Asâ-yı Musa namında iki kitabı gönderiyorum. Zülfikar bizzât Şeyh Nesim’de, Asâ-yı Musa da eczacı kardeşimizde bulunmakla beraber, her iki kitab herbirinize aiddir. İnşâallah Risale-i Nur’dan daha mühim mecmualar onlar gibi tam arzunuza ve oranın istifadesine medar olmak şartıyla gönderilecek. Ben Bitlis’le, hususan iki hanedanınızla pek çok alâkadarım. Fakat şimdiye kadar çelik bir çenber içinde bulunmuş gibi, o şirin vatanımla ve o hanedanlarla alâkam zahirî kesilmiş idi. Ve tam fedakâr ve Nurlara benim bedelime sahib olacak bazı zâtları bekliyordum. İnşâallah ikiniz o ümidimin hakikatını göstereceksiniz. Oralarda hayatta kalan ahbablarıma pek çok selâm edip, hususan benimle beraber menfî Müftüzade Abdülmecid hayatta mıdır? Onu çok merak ediyorum. Ve onu ve merhum Sa’dullah Efendi’yi ve merhum Şeyh Abdülbâki Hazretlerini hiç unutmuyorum, dualarımda daima hissedar ediyorum.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta kardeşiniz
ve duanıza muhtaç
Said Nursî
40. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz kardeşim Sabri Bey!
Üstadımız sizlere çok selâm ediyor ve diyor ki: Ben hem rahatsızım, hem hiç vakit bulamıyorum ki, bir satır mektub okuyayım. Hem Ceylan burada yoktur ki, bana yazsın dedi. Ziver kardeşimizin uzun mektublar ve risale şeklinde yeni harf ile yazıyı Üstada verdik. “Ben bir tek harf yeni yazıdan bilmiyorum. Hem Risale-i Nur’un şakirdleri içinde çok âlimler, edibler ve muharrirler var. Hiçbirisi şimdiye kadar Lâhika’ya girmeyen Risale-i Nur hesabına eser yazmadığının sebebi; bir hodgâmlık ve hodfüruşluk olmamak ve Risale-i Nur’un haricinde başka meşguliyette bulunmamak ve başka muharrirlerin o cihette iştihalarını açmamak içindir ki; çok zaman Nurlara hizmet eden bazı kıymettar zâtların yazdığı bazı fıkralar Lâhika’ya giriyor, ehemmiyetli bazıları da mecmuaların âhirine ilhak edilir. Ziver Kardeşimiz gerçi haslar gibi sadakatı ve alâkası var, fakat bu noktada tecrübesi azdır. Çokları çalıştılar ki, dinî mecmua çıkaran bazı gazeteciler yeni harfle Risale-i Nur’un bazı parçalarını tab’ etmek üzere istediler. Mesleğimiz hatt-ı Kur’aniyeyi kurtarmak olduğu için yeni harfle izin verilmedi. Yalnız Dâr-ül Fünun’un ve bazı ehemmiyetli şakirdlerin ısrarıyla iki risaleye izin verildi. Mesleğimizde kat’iyyen ihlas-ı tamme bulunmak şarttır ve hiçbir menfaat ve benlik göstermemek ve Risale-i Nur’u hiçbir şeye vasıta etmemek ve tarafgirlik damarıyla hareket edenleri teşrik etmemek olduğundan Nur Şakirdlerinin yegâne istinadları ve kuvvetleri ihlas ve tesanüd ve terk-i enaniyet olmasından sizler gibi has rükünlerin çok dikkat ve ihtiyat etmeleri lâzımdır.” diyor.
Hem Ziver’e bilhassa çok selâm eder. “Onun yazdığı mektub ve saireyi okuyamadım. Gerçi mevzu Nurlardır, fakat Nurlar içinde bulunan ehemmiyetli fıkralar Nurların tervicine kâfidir. Elbette Ziver’in bazı kıymettar fıkraları vardır. Müsaid bir vakitte dinleyeceğim. O risale içinde kıymetli fıkraları Lâhika’ya geçirmek için Isparta’ya “Ziver’in bir fıkrası” diye göndereceğim. Hem Risale-i Nur müşterileri aramaya mecbur değil, müşteriler onu aramalı ve yalvarmalı. Kemmiyete ehemmiyet vermiyor. Ziver kendi gibi bir adam bulsa, yüz kişiye bedeldir.” dedi. Ve rahatsızlığından söylediği için hususi mektub yazamadığı bir parça o dokunaklı bu mektuba gücenmemenizi istiyor. Bizler de hepinize ayrı ayrı arz-ı hürmet eder, ellerinizden öperiz.
Pek çok kusurlu,
âciz Hayri
41. Parça[]
Şimdilik Hazret-i Hasan mesleği lâzım olduğuna bir manevî işarettir ki; burada ekseriyet-i mutlaka sâdık dost ve talebe, Hasan namındadırlar. Başkası pek nâdirdir. Beni hapiste bırakmadıklarına sebeb, bütün hapislere Nur’un sirayetidir. Hattâ bir tek bir hapishaneyi ıslah etmiş. Beni tebrie ile mahkûm etmek istiyorlar. Fakat aldandılar. Arkamdan Isparta kahramanları beni mahkûm ve muattal bırakmadıklarını bilmediler. Hadsiz şükür.
42. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Daha göndermediğim uhrevî ve firdevsî hediyenize karşı derim: Benim yüz canım olsa, size feda etsem yine kahramancasına gösterdiğiniz sadakat, metanetinize yetişemem. Cenab-ı Erham-ür Râhimîn sizleri Kur’an ve iman hizmetine lâyık bir fıtratta halkeylediğini şübhem kalmadı. Ben bu dehşetli kışta gayretinizle mükemmel bir surette hizmet-i Nuriyede çalışıyorum. Bugünlerde onların ben iaşelerini kabul etmediğim için gücenmesinler. Beni ziyade sıkıyorlar, kimse ile görüştürmek istemiyorlar. Fakat merak etmeyiniz, hiç ehemmiyeti yok. Bu büyük hizmeti yapan Ahmed kardeşimi dahi görmek muvafık-ı maslahat olmadığından onu bir ay en ehemmiyetli vakitte münacat ve dualarımda hususî bir surette yanımda hayalen hazır ederim. Bunu yazarken ehemmiyetli bir hâdise tekmiline mani’ oldu. Umum kardeşlerime selâm.
43. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Size tashihe medar ve me’haz olmak için merhum Hâfız Ali’nin hakikaten mübarek ve nurlu kitablarını gönderdim. Ve Sure-i Kul Eûzü’nün nükte-i i’caziyesi hem gece, hem çok acele yazıldığından bir-iki sehiv yanımdaki nüshalarda gördüm. Eğer size gelende varsa ıslah ediniz. Size meleklere iman rüknünün cüz’î meyvelerine aid bir parçayı küllî meyvelerine dair parçasından daha evvel göndermiştim. Eğer size vâsıl olmamış ise tekrar göndereceğim. Hem bu Onbirinci Mes’ele, Meyve’nin ehemmiyetli mes’elelerinin yüksek makamlarına ve meyvelerine girmesi muvafık mıdır diye re’yinizi bilmek arzu ederim.
Kardeşlerim! Ben burada çok sıkıntı çekiyorum. Sizin ile teselli ve tahammül ediyorum. Ve Hizmet-i Nuriye başka sahalarda parlak devam ediyor diye sıkıntıya ehemmiyet vermiyorum. Bütün kardeşlerime ve hemşirelere birer birer selâm ve dua ederim.
44. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ اَيّامِ الْفِرَاقِ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Gerçi pek çok sıkıntı çekiyorum, fakat madem musibet çabuk gider, bâki meyveleri kalır. Beni merak etmeyiniz. Yalnız sizler ile muhabere edemediğim için sıkılıyorum. İnşâallah bu da geçer. Size bu defa mektub yerinde Onbirinci Mes’elenin bir parçasını gönderdim. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime birer birer selâm ve dua ederim ve dualarını isterim.
K.Said-ün Nursî
45. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Merhum Hâfız Ali’nin Lem’alarını burada hem kendi, hem mahdumu, hem iki kardeşi pek ciddi bir surette Risale-in Nur’a şakird ve naşir ve sahib olmaya mütemadiyen Çalışkan Mehmed Efendi’yle gönderdim. Umum kardeşlerime binler selâm.
(Haşiye): Meyve’nin Onuncu Mes’elesi’nde اِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ .. اِنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ den bir satır evvel iki mübarek kahramanın ehemmiyetli bir kelimede sehvetmişler. Şöyle ki: “O cüz’î hâdise-i şer’iyeyi küllîleştiren ve imtisalini iman-ı billah ile temin eden bir cümle-i tevhidiye ve uhreviyeyi… ilh.” fıkrasında “imtisalini” yerinde “emsalini” sehven yazılmış. Manası bozuluyor. Eğer sizin nüshalarınızda “emsal” ise değiştiriniz. Kur’ana ait herşeyin ehemmiyeti böyle bir tek harf için bir mektub yazılmaz denilmemeli.
Said-ün Nursî
46. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, Risale-in Nur’un fütuhatına ve âlem-i İslâm’da intişarına bir mukaddeme olarak; mübarek Tahirî geldi, Asâ-yı Musa’yı aldı, İstanbul’a gitti. Cenab-ı Hak onu ve sizleri muvaffak eylesin, âmîn.
Sâniyen: Hâkim-i âdilin Risale-in Nur’un serbestiyetine ehemmiyetli hizmeti ve alâkadarlığı o zâta Risale-in Nur’un bir yadigârı olarak şimdilik Sözler ve Mektubat’ın bir kısmı; ya Yirmiyedinci Mektub’a kadar taksim-ül a’mal suretinde Isparta civarı ve hariçteki kardeşlerimiz her biri bir kısmını yazsın. Veya fazlası varsa Isparta’ya Hüsrev’e göndersin ki, o zâtların o adaletine mukabil bir yadigâr verilsin. Eğer o mahkemenin insaflı ve âdil zâtları dahi iştiyakları devam ederse Risale-in Nur’un bütün eczaları sonradan tekmil edilip o hâkim-i âdile hediye-i Nuriye olarak verilmesini re’yinize havale ediyorum.
Sâlisen: Halil İbrahim’in hakikaten sadakat ve metanetini ve imanı ve zekâveti derecesinde parlak ve Hasan Feyzi’nin fevkalâde mektubuna denk gelecek bu defaki Risale-i Nur hakkındaki mektubunun sureti sizde kalmış ise; birinci sahifenin ortasından başlayan “Risale-i Nur nurdan bir ibrişimdir” cümlesinden başlayıp âhire kadar Lâhika ve Sikke-i Gaybiye gibi bazı mühim risalelerin âhirinde münasib görseniz yazarsınız. Eğer sureti kalmamış ise göndereceğiz. Hattâ burada yeni hurufla da yazılacak. Halil İbrahim’in imzasını, o havali talebeleri namına deyip atarsınız.
Konya’lı Sabri hakikaten Risale-in Nur’un bir kahramanıdır. Onun münasib gördüğü Rehber ve İhlas Risalesi ayrı hem eski huruf, hem yeni hurufla tab’ı münasibdir. Eğer münasib görseniz yalnız İhlas’ı Asâ-yı Musa’nın âhirinde yeni hurufla tab’ edilmek üzere Tahirî’ye gönderiniz. Lüzum gördükleri kelimeleri ta’dil edebilirler.
Râbian: Kardeşlerim! Hakikaten omuzlarımızdaki hizmet-i imaniyeye binler bizim gibi ciddi müştaklar iştirak etmek lâzımgeliyor. Biz kendi başımızla çok zor dayanıyoruz. Hem zaîfiz, hem yük ağır, hem bize ilişen pek çok. İnşâallah Asâ-yı Musa yeni hurufla tab’ edilse biz çok istirahat edeceğiz. İnşâallah omuzumuzdaki ağırlığa binler el yardım edecek. Bizim yerimizde onlar omuzlarına alacak diye rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümid ediyoruz. Biz de nefes alıp istirahat edeceğiz inşâallah. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
47. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ رِسَالَةِ عَصَاىِ مُوسَى آمِين
Çok aziz, tam sıddık, hakikî kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin gönderdiğiniz Asâ-yı Musa nüshalarını tashih ederken gördüm ki: Pek çok manevî bahçeleri içine almış bir büyük ve kudsî bahçedir. Herkes her bir hakikatına muhtaç olmazsa da, herhalde her taife ondan istifade edebilir ve hisse alır. Sonra tenkid nazarıyla baktım. İlmen ve aklen ve mantıken bir medar-ı itiraz bulmadım. Yalnız bazı müşevveş haletlerde ve acelelikle te’lif edilmesinden ve müstensihlerin sehivlerinden gelen bazı kusurları affettirecek çok mehasini var. İnşâallah bu risale, yazıcılarına pek çok sevabları ve daimî hasenatları onların defter-i a’mallerine yazacak.
Sâniyen: İlm-i Mantık’ta kaziye-i makbule yani avam-ı nâs mutemed ve makbul zâtların bir mes’elede kabullerini hüccet ve bürhan yerinde o mes’elenin tasdikine kâfi görüp iman eder. O halde o zâtlara hüsn-ü zan kırılmamak lâzımdır. Amma Risale-i Nur ve bilhassa bu risale ise Mantık’ın en kuvvetli ve en yakînî olan bürhanlı ve Mantık’ça evveliyat ve yakîniyat kaziyelerindendir ki müellifine bakmaz. Yalnız hüccetlerine bakar. Onu söyleyen adam bozulsa veya çürütülse ve ne olsa olsun hiç zarar vermez. Ve bu hakikata binaendir ki, bu ehemmiyetsiz ve çok kusurlu şahsımın düşmanlar tarafından çürütülmesi ve benim de bilâ perva şahsen âdiliğimi ve kusurlarımı itiraf etmemle Risale-i Nur’un yüksek kıymetine bir zarar vermiyor.
Sâlisen: Risale-i Nur başka kitablara benzemez. Kelimelerinde hattâ bazan harfler ve noktalarında ehemmiyetli mes’eleler bulunur. Bir harfin veya bir noktanın yanlışı ile bozulur, mes’ele değişir. Bunun için tashihe çok dikkat lâzımdır, belki kitabet kadar mühimdir. Ben çok zaîf düştüğümden yoruluyorum. Benim bedelime yazan zât bir defa güzelce mukabele etsin, sonra bana göndersin. Kardeşlerimin has kısmı çoğu Arabî bilmediğinden hem telaffuzca bazan خ ح okunmasından harekelerde ve خ ح yazılmasından ben zahmet çekiyorum. Meselâ bir tek nüshada kırk defa “muhtaç” veya “ihtiyaç”, “ihtiyat” مختاج ve اختياج ve اختياط yazılmış, خ ح olmuş. Asâ-yı Musa’nın âhirindeki Arabî’nin âhir sahifesinde بِاَنَّا نَشْهَدُ بِاَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُكَ وَ نَبِيُّكَ den tâ حَبِيبُكَ وَ رَسُولُكَ ye kadar yirmi sıfatlar zamme ister, halbuki kesre yazılmış.
48. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz kardeşlerim!
İnebolu samimi kardeşlerimiz umumları namına yazdıkları bu mektubu Lâhika’ya geçirdik. Siz dahi bu sarsılmaz sadakat senedini Lâhika’nıza yazınız. Gerçi mesleğime muhalif ve haddimin çok fevkinde tabirat var. Madem Risale-i Nur’un hârika kuvvetine ve hakkaniyetine bir tarz hüccet ve bir sebeb-i kanaat oluyor. Ben kendi zararıma razı olup, o tabirata çok ilişmedim.
Said Nursî
49. Parça[]
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Gül fabrikasının kahramanları, uzun mektublarıyla hakikaten şiddetli hastalığıma şifa hükmüne geçtiler. Hüsrev’in fevkalâde mahviyet ve terk-i enaniyetini gösteren fıkrası tam sırr-ı ihlası kazandığını, Hâfız Ali’den bu cihetle dahi geri kalmadığını gösteriyor. Bu benlik ve enaniyet zamanında, mahviyet büyük bir fazilettir. Cenab-ı Hak ihsanını bazan bazılara ihsas etmemesi büyük bir ihsandır.
Bana ve Risale-i Nur’a ait işlerde sizi tevkil ediyorum. Münasib gördüğünüz tarzda yaparsınız. Beş Hizb-i Kur’aniye ve beş Hizb-i Nuriye ile beraber otuz-kırk tashih edilmiş Âyet-ül Kübra’dan Ramazandan sonra buraya gönderseniz münasib olur. Tahminimizce bu dokuzuncu defa zehirle bana bir sû’-i kasd var. Duanız bereketiyle ve Cevşen ve Bahaiye tiryaklarıyla inşâallah yine akîm kalacak.
Umum kardeşlerime ve hemşirelerime birer birer selâm ve dua ediyorum ve diyorum ve siz de deyiniz: “Yâ Erhamerrâhimîn! Bu Ramazandaki leyle-i kadrimizi Risale-i Nur talebeleri hakkında bin ay kadar hayırlı yap.” İnşâallah Risale-i Nur’un şirket-i maneviye-i uhreviyesinde her cüz’î kazanç küllîleşmesi cihetiyle bu kıymetli dua kabule mazhar olur.
Kardeşiniz
Said Nursî
50. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Kusura bakmayınız. Kendi hattımla vakit bulamıyorum ki yazayım. Eski yazı bilenler de yanıma gelemiyorlar. Mecburiyetle yeni hurufla yazdırıyorum. Siz eski hurufa çeviriniz, tashih ve ıslah ediniz sonra gösteriniz (gönderiniz).
Sava namındaki ehemmiyetli Medrese-i Nuriye’nin ehemmiyetli talebelerinden Hacı Hâfız imzasıyla elden gönderilmiş bir mektub aldım. Eğer o zât Hacı Hâfız Mehmed olan o medresenin üstadı ve nazarımda çok ehemmiyetli kardeşimiz ise, bilsin ki çoktandır ben onu da aynen Hâfız Ali ve Mehmed Zühdü ve Hâfız Ahmed ile beraber her vakit has dualarımda ve onunla beraber o köyün talebelerini de yâd ediyorum. O namda başka bir zât ise o da aynen o sistemde bir kardeşimizdir ki, altı sene evvel (imam) imiş. Müezziniyle geçinememiş. Benim tarafımdan nasıl münasib görürseniz, o müezzin o …… köyde Risale-i Nur’a karşı bir tarafgirlik cereyanı uyandırmasın. Mümkün olduğu kadar onu Risale-i Nur lehine çeviriniz. Çünki Risale-i Nur dairesi içinde yeni ezan okuyanlar ve imamlar çoklar var. Bid’alara kalben tarafdar olmamak yeter. Umum İslâmın ma’bedi olan câmiler, mescidler ehl-i bid’aya bırakılmaz. Gerçi İmam-ı Rabbanî gibi zâtlar demişler ki, bid’a olan yerlere girmeyiniz. Fakat o zaman hususî idi. Böyle taammüm eden yerlerde câmiler ehl-i sünneti içinde bulmak ister. Bid’aya iştirak ile değil. Belki câmiin ve cemaatin faziletini kazanmak iktiza eder. Ben de burada câmi’e hâli vakitte gidip o manevî emre tevfik-i hareket ediyorum. Bizim de câmimizdir. Kalben ehl-i bid’aya yardım etmemekle bu mübarek aylarda câmilere mümkün olduğu kadar, Sünnet-i Seniye dairesinde faziletinden istifade etmek, hâfızları dinlemek inşâallah mecburî bid’alara karşı gelebilir, zararı dokunmaz. لاَ يَضُرُّكُمْ مَنْ ضَلَّ اِذَا اهْتَدَيْتُمْ erman-ı İlahî teminat verir.
Hem o zât, Âtıf’ın oraya gelmesini istiyor. Ben muhabere edemiyorum, hem Âtıf nerede olduğunu bilemiyorum. Hem Âtıf başka yerlerde Nur’a ait vazifesi belki var. Hem geçmiş mes’elede nazar-ı dikkati celbettiği için, böyle parlak bir Medrese-i Nuriye’de câmide aşikâr umum hizmet-i Nuriyede bulunmasından rakiblerin istifadesi olmazsa iyidir. Sizleri tevkil ediyorum. Nasıl maslahat ve münasib görürseniz, siz benim bedelime Hacı Hâfız’ı çağırıp konuşursunuz. Hattâ o mübarek köyden olduğu için o müezzine de selâmımı söyleyiniz. Deyiniz ki: “O mübarek köyde mümkün olduğu kadar hususî fikirlerinizi, meşrebinizi medar-ı münakaşa yapmayınız.”
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
51. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükrediyorum ki Risale-i Nur dairesi, hususan Isparta ve civarı ve içindeki kardeşlerim hayali nazarımda Horhor medresem gibi yanımda hazır, ben de içinde bulunup istediğim vakit onlarla konuşup sohbet ediyorum. Tevahhuş, yalnızlık, tecrid, inziva bu hakikî sohbete mâni değiller. Dün birbiriyle münasebetdar ve istidadça birbirine benzer iki eski kardeşimin, ikisinin tesirli ve sürurlu mektublarını almakla mesruriyetimden yine bir parça sizinle konuşacağım. Yirmiyedinci Mektub’a girecek ve kendim muhafaza ettiğim, kardeşlerimin bana yazdıkları mektublardan bir kısım, bir vakit size gönderilecek. Hususan Hüsrev’in müjdeli fıkralarını ve bu defa uzun mektubuyla eski Zekâi ve merhum Lütfü’nün tam arkadaşı, Abdurrahman’ın bir vârisi ve büyük bir Ceylan olan Zekâi’nin mektubu, eski hatıratımı kalbimde ihya edip beni hazînane sevindirdi. Yirmiyedinci Mektub’daki güzel fıkralarını hatırladım. Benim Isparta’da Mehmed namında müteaddid kardeşlerimden Tenekeci Mehmed, Terzi Mehmed’lerden başka, Nakkaş Mehmed ve Mehmed Celal gibi dostlarım acaba ne haldedirler? Şimdi tahattur ettim, bilhassa Hoca Şerif Efendi hayatta mıdır, merak ediyorum.
Hüsrev’in yazdığı müjdeli Âyet-ül Kübra tesiratı ve Isparta’nın diyanetçe geri değil ileri gitmesi ve şakirdlerin tevakkuf ve çekinmek değil daha ileri atılması, kuvvetli bir fâl-i hayırdır ki, Risale-i Nur Gül, Nur fabrikalarından dâima âlem-i İslâma hizmet edecek kahramanları yetiştirecek müjdesini veriyor. Ve merhum Hâfız Ali ve Tahirî ve Mübareklerin Âyet-ül Kübra ve Hizb-i Kur’aniye ve Hizb-i Nuriye’yi tab’ ve neşretmeleriyle, müşkil şerait içinde o kadar büyük bir hizmet-i imaniye ve Nuriye yaptılar ki, değil yalnız bizleri ve bu memleketi ve âlem-i İslâm’ı belki ondan istifade eden dinsiz feylesofları da minnetdar eylemişler. Risale-i Nur’un Isparta medresesinden böyle şakirdlerin çıkması, elbette Isparta’yı bir Şam-ı Şerif hükmüne getiriyor. Ve bize çektirilen zahmetler ve sıkıntıları hiçe indiriyor. İnşâallah Kastamonu ve Denizli dahi Isparta gibi birer medrese-i kübra-yı Nuriye olmasını rahmet-i İlahiyeden ümidvarız.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve eyyam-ı mübarek ve kudsî gecelerini tebrik ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
52. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, muhlis kardeşim!
Senin uzun ve güzel mektubunu aldım. Zâtınız kendine intihab ettiğin salavat ve tesbihat ve tevhidler çok mübarektirler. Onların ekseri benim ve Risale-i Nur şakirdlerinin virdleridir. Senin o rü’yaların mübarek olduğu gibi, senin ve hanenizdeki hemşiremin rü’yaları dahi çok mübarek ve müjdelidirler. Ve tabir ettiğin gibi Risale-i Nur’u size müjdeliyor. Hem senin refika-i hayatın ve masum evlâdların da çok mübarektirler. Bugünden itibaren onları Risale-i Nur şakirdleri dairesinde ve masumlar ve masum şakirdler içinde dâhil edip şirket-i maneviye-i Nuriyede kazanılan hayırlara ve dualara hissedar ediyoruz. Hanenize bugünden itibaren küçücük bir medrese-i Nuriye nazarıyla bakacağım. Fakat cinnî ve insî şeytanların şerrinden ve münafıkların desiselerinden çekinmek için çok ihtiyata lüzum var. Her tarafta bulunan kardeşlerime mektub yazmayı yetiştiremediğim için bazı mektubunuza cevab te’hir etse de gücenmeyiniz. Lüzum olsa arasıra, beni cevab vermeye mecbur etmemek şartıyla yazabilirsiniz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Bu kumandan yalnız Âyet-ül Kübra’yı okumasıyla bütün ruh u canıyla ve çoluk ve çocuğuyla Risale-i Nur’a şakird olduğuna ve herbir hizmet-i Nuriyeye âmâde bulunduğunu hâlisane mektublarıyla bildirdiğinden bera-yı malûmat size gönderildi.
Said Nursî
53. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu defa hem Isparta, hem Denizli, hem İnebolu’dan Risale-i Nur’a ait üç mektub aldım. Ayrı ayrı mektub yazmak, halim müsaade etmediği için o mevzulara nisbeten gayet kısa bu uzun mektubu yazıyorum.
Evvelâ: Mu’cizat-ı Kur’aniye, Mu’cizat-ı Ahmediye gibi risalelerin eski hurufla tab’ı mümkün olduğunu anladım. Dünya hâlini bilmiyorum. Eğer mümkün ise Mu’cizatlı Kur’anımızın tab’ı masarıfına medar olmak için başta Meyve ve Hüccetullah-il Baliğa ve Mu’cizat-ı Ahmediye zeyilleriyle ve Mu’cizat-ı Kur’aniye yine zeyilleri ve lâhikalarıyla tab’ edilse, hem âlem-i İslâm, hem istikbal bu kudsî hizmeti alkışlayacak. Bu tab’ mes’elesinde bizleri ve bu memleketi minnetdar eden Hâfız Ali ve Tahirî Âyet-ül Kübra ve Hizb-ün Nuriye ve Hizb-i Kur’aniyeyi hangi matbaada tab’ etmişler ise, başta kahraman Tahirî olarak sizin intihab ettiğiniz bir heyet o matbaacının hem fikrinde, hem tedbirinde eğer münasib ise bilfiil tab’ etmesinde muhabere etsinler. Eğer orada münasib olmazsa Denizli’nin münasib gördüğü Antalya’da yine Tahirî’nin tedbiri ile dikkatle ve tashihatında tam çalışacak intihab ettiğiniz bir iki zât bu işe girişsin. Masarıf-ı tab’iye ise münasib görseniz abone suretinde sair vilayetlerde arkadaşların iştirakiyle toplanan abone paraları sarfedilsin. Gerçi Hâfız Mustafa gibi bazı fedakâr kardeşler masarıfın büyük kısmını kendileri alırlar. Bu azîm sevab ve şeref Risale-i Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsine aittir. Onların meşveretiyle, tensibiyle olur. Elhak bu Hâfız Mustafa, pek çok işi pek az zamanda görmüş. Bizleri tam minnetdar eylemiş. Mu’cizatlı Kur’an; Hizb-i Kur’an ve Hizb-ün Nuriye gibi fotoğrafla tab’ edilsin. Eğer pek ziyade masrafı olmasa, Mu’cizat-ı Kur’aniye ondan evvel onun bir müjdecisi olarak tab’ edilse ve serbestiyetimize medar ve vesile olan ve adliyeyi hayrette bırakan Meyve Risalesi de ve feylesofları ve ehl-i vukufu kendine meftun eden Hüccetullah-il Baliğa gayet dikkat ve tashihat ile ve mümkün ise tevafuklu bir surette ve Mu’cizat-ı Ahmediye’yi kerametli tevafukunu bozmamak şartıyla tab’ edilmesine ve münasib görseniz Diyanet İşleri Reisinin ve Risale-i Nur’a taraftar âzâların reyleri alınmasını tensibinize havale ediyoruz.
54. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Cennet-ül Firdevs’in meyveleri hükmünde olan emanetlerinizi Hüsrev’in mektubunda yazılı aynen aldık. Gayet acele olduğu için pek bakamadım. Sonra izahat verilecek. İslâmköyü’nden gelen Mustafa’yı Hâfız Ali’nin yerinde, hem umumunuz yerinde kabul ettim. Cenab-ı Hakk’a şükür İslâmköyü merhum Hâfız Ali’nin vefatından sonra hayatının revnaklı zamanını yine gösteriyor. Size bu mektubla iki parçacık gönderildi. Ceylan da Hüsrev’in fevkalâde Onuncu Söz’üne mukabil kendi mahzurlu bir Onuncu Söz’ü yeni hurufla kendi gibi yeni harfi bilen masumlar dairesine takdim ediyor. İslâmköylü Mustafa’yı canlı bir mektub olarak size gönderiyoruz. Makinemizi tamir için başka yere göndermiştik, kusura bakmayınız.
Kardeşiniz
Said Nursî
55. Parça[]
-Mahrem-
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Eğer o mahpus daha inkâr ediyorsa hiç ilişmeyiniz. Çünki o paranın on, belki kırk mislini maddeten zarar ettiği halde şimdi yine inkârında ısrar ederse, herhalde vazifedar bir iki adamı teşrik etmiş. Beni incitmediklerine mukabil bir nevi rüşvet hesabıyla bir kısmını onlara vermiş. Daha tamir edemiyor ki; bu büyük hasaretini ve sû’-i şöhretini kabul ediyor. Belki de her fırsattan istifadeye çalışan düşmanlarımızdan bir zındık ve aleyhimizde bir adliye memuru onu tutuyor, cesaret verir. Yüzde doksandokuz adamın nefretine ve tekzibine hedef ediyor. Ben o bîçareye acıyorum. Onun için o parayı isterdim. Yoksa hükûmet tarafından iaşe, hem sair masraflara dair ayda verilen tahsis edilen yüz banknotu kabul etmeyip hükûmeti kızdırarak maddeten çok zarara ve sıkıntılara tahammül eden bir adam, o parayı sadaka sayıp beş para ehemmiyet vermezdi. Hem böyle işlerde Hüsrev alâkadar görünmesin. Tâ aleyhinde böyleler bir söz söylemesinler. Risale-i Nur’un hizmetine bir zarar gelmesin. Eğer ikrar ediyorsa, o paradan başkalara verdiği kısım kalsın. Yalnız kendinde kalan miktarı versin. Tâ bu dehşetli hatadan temizlensin. Ben de onu helâl edeceğim ve bu sû’-i şöhretini tamir etmeğe çalışacağım.
Kardeşiniz
Said Nursî
56. Parça[]
Kardeşlerim! Bu sâbık mektubdan sonra gecede tab’ mes’elesine ait mektubunuzu aldım.
Evvelâ: Hadsiz şükür olsun ki, tab’a karar verilmiş. O iki risale intişarıyla pek büyük fütuhat-ı imaniyeyi yapacaklar. Hüsrev’in iki mektubu mâbeynimizde tam intişar etmiş, yeter. Madem evham ediyorlar, onları çıkarsınlar veya ta’dil etsinler.
Sâniyen: Tab’ zamanında tashihlerine gayet dikkat etmek elzemdir. Mümkün olduğu kadar sıhhatına ve yanlış olmamasına çalışmak lâzımdır.
Sâlisen: Kahraman Tahirî’nin İstanbul’da mübarek hastası bu pek çok ehemmiyetli hizmette pederinin parlak, kıymetli vazifesinde büyük bir hissesi var ki; onu oraya çekmeye bir mübarek vesile oldu. O hasta Hicret, kalemiyle hizmeti ve kızlara hüsn-ü misal olması gibi, hastalığıyla daha ziyade hizmet etti. Merak ediyorum, o hasta nasıl, ne halde?
Râbian: İstanbul’da Şemsi, Aziz ve Nazif; o risalelerin tab’ına çalışmaları büyük bir muvaffakiyettir. Benim tarafımdan o üç ehemmiyetli kardeşlerime selâm ve minnettarlığımla beraber deyiniz ki: Bu kudsî hizmet-i imaniyede benimle beraber çalışmış has kardeşlerim derecesinde bütün manevî kazançlarıma hergün isimleriyle hissedar edeceğimi karar verdim. Bu büyük kazancı tam almak için, şimdilik o iki risalenin sıhhatle ve güzel bir tarzda tab’ına çalışsınlar. İnşâallah Tahirî bu üç zâtlar ile beraber, âlem-i İslâmı mesrur edecek. Ve çok uzakta bulunan ehl-i imanın imdadına bu Nurları yetiştirecek bir tarzda muvaffak olurlar.
Hâmisen: Şimdilik yeni hurufla beşyüz nüsha kâfidir. Hem o iki risale eski hurufla olduğu zaman, tevafuksuz olsa zararı yok. Âyet-ül Kübra gibi İnebolu’nun kapalı mektubunda yalnız mübarek rü’yaları vardı. Şimdi o kadar vaktim dardır ki, bir kelime daha yazamadım. Kusura bakmayınız, gayet acele akşama yakın postaya yetiştirmek için müşevveş oldu.
Said
57. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Eğer muvaffak olunsa, Meyve ile Hüccetullah-il Baliğa güzel tab’ edilse, intişara başlasa inşâallah hem bizim, hem Risale-i Nur’un, hem bu memleketi âlem-i İslâm nazarında dehşetli evhamdan beraetine, hem âlem-i İslâmdaki ehl-i imanın teselli ve nur arayanlara inayet-i Rabbaniye ile büyük bir fütuhat ve başka fütuhat-ı Nuriyeye de mukaddime ve Risale-i Nur’un külliyetle ruy-i zeminde intişarına inşâallah bir anahtar olacağını rahmet-i İlahiyeden ümid ediyoruz. Başta sizler, İstanbul’daki yeni muktedir kardeşlerimiz ne derece bu tab’ mes’elesinde kâr kazanacağınızı düşününüz. Öylece çok ehemmiyetli o iki risale bir cild içinde gayet güzel ve gayet sıhhatli ve dikkatli bir tarzda evvelâ yeni hurufla tab’ına çalışınız. Meyve Risalesi’nin Onuncu ve Onbirinci Çiçekleriyle beraber dokuz mes’elesine mukabil Hüccetullah-il Baliğa’nın da dokuz hüccet-i imaniyesi var. Meyve’nin mes’eleleri gibi, her birisinin başında meselâ: Birinci parçanın başında Hüccetullah-il Baliğa’dan Birinci Hüccet-i İmaniye yazılmalı. Otuzikinci Söz’den alınan parçanın başında İkinci Hüccet-i İmaniye; Tabiat parçasının başında Üçüncü Hüccet-i İmaniye; bu kıyasa göre tâ en sondaki parçaya Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye yazılsın. Öylece tab’ edilsin. Eğer başka şeylerden de münasib gördüğünüz iki parça daha intihab edip Hüccetullah-il Baliğa’nın arkasına ilhak ile tam Meyve’nin onbir mes’elesine onbir hüccet mukabil gelebilsin. Meselâ: Yirminci Mektub’un Birinci Makamı ve Yirmiikinci Söz’ün hikâye-i temsiliyesi gibi münasib gördüğünüz iki parça ilâve edilir.
Hem tab’ edildiği vakit, Meyve Risalesi başta olacak. Mübarek Hüsrev’in mübarek iki mektubu el ile yazılan risalelerde bâki kalmalı ve az bir ta’dil ile eski hurufla tab’ edildiği vakit kalsa münasib olur. Siz İstanbul’da Aziz’e ve bu mes’elemize ciddi çalışan zâtlara deyiniz ki: Bu iki risalenin tab’ında aldığınız maddî ücretten binler derece fazla, o iki risalenin manevî hizmetinden parlak manevî ücreti alabilirsiniz. Hem kardeşimiz Said’in sizi hergün manevî kazançlarına ve dualarına hissedar etmeye karar verdiğinden binler derece ziyade Risale-i Nur’un şakirdleriyle ve bu iki risaleden tam istifade edip imanını kurtaranların manevî kazançlarına ve dualarına dahi hissedar olabilirsiniz. Bu pek büyük kâr ve faideyi kazanmaya başta Hüsrev, Tahirî ve Aziz olarak Risale-i Nur’un şakirdleri ve dostları ellerinden geldiği kadar o büyük kârı kazanmak için, bu büyük mes’eleye ihtiyat ve tedbir ile çalışsınlar. İstanbul’da bulunan ve Onuncu Söz’ü tab’ eden Hacı Bekir gibi Barla dostları ve Seyyid Şefik ve Gönen’li Hâfız Mehmed ve Merhum Fetva Emini Ali Rıza ve Ahmed Şîranî’nin hakikî dostları ve talebeleri bu mes’eleye yardımla alâkadar olmaları lâzımdır. Şimdilik yeni hurufla 500 nüsha demiştik. Halbuki ne kadar ziyade tab’ edilse daha iyidir. İhtiyac da şediddir. Ehl-i dalalet ve muarızlarımız çok evhama düşüp bir halt etmesin diye düşündüm. Hem belki serbest her yerde satamayacağız ve lâyık olmayan ellere vermeyeceğiz. Onun için böyle fikrime geldi. Siz daha iyi bilirsiniz.
Bana gönderdiğiniz Âyet-ül Kübra’nın matbaa fiatı olan yetmiş lirayı ehemmiyetli bir kardeşimiz olan Mehmed Efendi ile gönderiyorum. Cenab-ı Hak inşâallah bu Âyet-ül Kübra’nın fiatını da Âyet-ül Kübra’nın beraetimize ve serbestiyetimize vesile olduğu gibi başka bir tarzda Nur’un serbestiyetine ve intişarına bir vesile olacak. Keramet-i Aleviye’de birinci ihtimal ile madem Âyet-ül Kübra namını Yedinci Şua almış. Kuvvetli ihtimal ile Onbirinci Şua olan Meyve, onbir mes’elesiyle ve Hüccetullah-il Baliğa’nın onbir hüccetiyle taşta oniki çeşme akıtmasıyla, onbir mu’cize gösteren Asâ-yı Musa namı, keramet-i Aleviye’de bunlara verilmiş kanaatım geliyor. Öyle de görünüyor. Eğer münasib görseniz yeni hurufu tam bilen, tam tashihine yarayan bir kardeşimiz tab’ vaktinde Aziz’in yanında bulunsa çok iyi olur. Meselâ: Salahaddin, Zekâi, Mustafa Osman, Âtıf gibi hem Risale-i Nur’u, hem yeni hurufu tam bilen birisi, yahut nöbetle bulunsa münasib olur. Bundan evvelki iki mektubun sureti bizde kalmadı. Eski hurufla bana gönderirseniz münasib olur. Bu mektub âdetime muhalif ve mektublara benzemez bir tarzda muhtelif bahisler ve lüzumsuz cümleler içine girdiği için müşevveş olmuş, kusura bakmayınız.
58. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ben Meyve Risalesi’yle Hüccetullah-il Baliğa’nın âhirinde Yirmiikinci Söz’ün hikâye-i temsiliyesi ile Yirminci Mektub’un Birinci Makamını ilâve edip tekrar İstanbul’daki Aziz’e göndermek niyet ettim. Belki evvelki gönderdiğimiz nüshalarda yanlışlar varsa bununla mukabele eder.
Hem eski hurufla tab’ edildiği zaman böyle bir nüsha daha lâzımdır diye düşündüm. Meyve’de Hüsrev’in o iki mektubunun medar-ı evham olabilen birkaç kelimesini kaldırdım.
Bu defa Gülcü Hüsrev’in bülbül tevafuku ve İnebolu talebelerinin merdane sadakatlarını gösteren mektublarının bir parçasını size gönderdim. Tâ Hasan Feyzi’nin mektubunun âhirinde veya münasib gördüğünüz yerde yazılsın.
59. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Mektubunuzdan Hüsrev’in hastalığını hissettim. Cenab-ı Erhamürrâhimîn şifa ihsan eylesin, âmîn. Şübhem yok ki, benim hastalığımdan kendisine bir kısım aldı, bana yardım etti. Yoksa ben ucuz kurtulmayacaktım. Fakat sizleri temin ederim ki, elimden gelse idi onun ve onun gibilerin hastalık ve sıkıntılarını kendime alırdım. Çünki onlar elmas kalemleri ve ihlaslarıyla, benim bitmiş vazifemi daha parlak bir tarzda kendi vazife-i kudsiyeleri içinde idame ediyorlar.
Said Nursî
60. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Leyle-i Mi’racın aynı Leyle-i Regaib gibi hiç inkâr edilmez bir tarzda bir nevi mu’cize-i Ahmediye gibi bir kerametini ve kâinatça hürmetini gözlerimizle gördük. Şöyle ki:
Nasıl evvelce yazdığımız gibi iki ay kuraklık içinde burada hiç yağmur gelmediği.. güya Leyle-i Regaib’i bekliyor gibi o mübarek gecenin gelmesiyle emsalsiz bir gürültü ile kudsiyetini burada gösterdiği gibi, aynen öyle de o geceden beri buraya bir katre yağmur düşmediği halde yirmi günden sonra aynen Mi’rac gecesi birdenbire öyle bir rahmet yağdı ki; dinsizlerde şübhe bırakmadı ki; Sahib-ül Mi’rac Rahmeten lil-âlemîn olduğu gibi, onun Mi’rac gecesi de bir vesile-i rahmettir.
Hem ehl-i imanın imanlarını kuvvetlendirdiği gibi me’yusiyetlerini de bir derece izale etti. Hâl-i âlemi bilmiyorum. Fakat hissediyorum ki; ehl-i iman hem haricî birkaç tarafta tazyikat, hem dâhilî endişeler ve kuraklıktan gelen derd-i maişet ve nokta-i istinadı dünyaca bulamamaktan ehemmiyetli bir me’yusiyetin tesiriyle hattâ ibadete karşı bir fütur gelmişti. Birden Mi’rac gecesi burada kerametiyle, Leyle-i Regaib’in kerametini takviye ederek ehl-i imana bildirdi ki: “Siz sahibsiz değilsiniz. Kâinat kabzasında bulunan bir zâtın âleme rahmet gönderdiği bir istinadgâhınız vardır” diye me’yusiyet ve endişelerini kısmen izale eyledi. Hem Risale-i Nur’un bir silsile-i kerametini teşkil eden tevafuk, bu hâdisede hiç tesadüfe havale edilmez bir tarzda üç dört tevafukla, Leyle-i Mi’rac ve Leyle-i Regaib hürmetlerinden Risale-i Nur’un da bir hissesi var olduğunu gördük.
Birinci tevafuk: İbtida ve intiha-i terakkiyat-ı hayat-ı Ahmediye’nin ünvanları olan Leyle-i Regaib ve Leyle-i Mi’rac bu kuraklık zamanında kesretli rahmette tevafuklarıdır.
İkincisi: Bugünlerde Hüsrev’in tevafuklu yazdığı Mi’rac Risalesi’ni burada Risale-i Nur talebeleri şevke gelip aynen tevafukunu, hattâ yedi “fakat, fakat, fakat” kelimelerinin parlak tevafukunu gösteren nüshalarını yazdılar, bitirdiler. Ben de tashih ediyordum, başkaları da okuyordular. Birden Mi’rac gecesi kesretli rahmetiyle gelmesi, Risale-i Nur’un yazılması ve Hüsrev’in Mi’rac Risalesi ve intişarı dahi bir vesile-i rahmet olduğunu, talebelerine bir kanaat verdi. İki üç tevafuk daha var. Bize kat’î kanaat veriyor ki, tesadüf içinde yoktur. Doğrudan doğruya bu muannid zamanda şeair-i İslâmiyenin ehemmiyetlerini göstermeğe başladı. Umum kardeşlerime selâm ve Mi’raclarını tebrik ederim.
Kardeşiniz
Said Nursî
Buranın ahalisi Risale-i Nur şakirdleri namına: Ceylan, İbrahim, Osman, Mehmed, Mehmed ve sâire…
61. Parça[]
Aziz kardeşim!
Çok risale içinde bulunan büyük mecmua ki, orada dediğine göre, mahkemeye mensub bir zâtın elindedir. Eğer o mecmua muattal kalmayıp daima okunsa, o zâtın elinde olarak Denizli’deki müştaklara hediye ettim. Fakat o mecmua başkasının malı olduğundan, içinde kaç risale var aynı tertibiyle bir kâğıda yazıp bana göndersinler. Ben bir mislini yazdırıp sahibine vereceğim. Akşam dedin ki: “Mu’cizat-ı Ahmediye’yi getirdim.” Ceylan diyor: “Yok.” O mecmua eğer bir misli yazılmıyorsa veyahut yazılmış ise, tam oluncaya kadar yine kalsın.
Âyet-ül Kübra matbu’ nüshaları masraf-ı tab’iyesine medar olmak için orada lâyık olanlara bir sülüsünü satabilirsiniz. Hem Denizli hapishanesinde Kastamonu’lu bir kardeşimiz İhsan vardı. Orada mıdır? Ve ben orada iken başta Beylerbeyli Süleyman olarak umumuna selâm ediyorum. Onlar, Risale-i Nur’la alâkadardırlar ve alâkadar olmalıdırlar. Çünki duamızda dâhildirler, o hapis bir medresemizdir.
Said Nursî
62. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Arkasında makine ile yazılan parça bera-yı malûmat size gönderildi. Herkes sizin gibi çelik, metin olmadığından böyle şeyler yazdırılıyor.
Sâniyen: Okunması hiç usandırmaz ve gittikçe ve kıymeti ve zevkini bana ziyade gösteren Hizb-i Kur’aniye’ye dair size yazdığım ve Hüsrev de suretini bana gönderdiğime mektubun, bu “Hizb-ül Kur’an-ül Muazzam’ın” kelimesinden tâ “Neşrine ve tab’ına çalışmışlara çok büyük hayırları kazandırır” cümlesinin âhirine kadar burada nüshaların başına arkadaşlar yazdılar. Siz de o beş-altı satırı nüshanızda yazsanız münasib olur.
Sâlisen: Hapishanede Hüsrev ve Feyzi’ye demiştim: Isparta’da geçen Risale-i Nur noktasında tarihçe-i hayatımı Hüsrev yazsın, Kastamonu’daki hayatımı Feyzi yazsın, tâ Risale-i Nur’un bir nevi tarihçesi olsun diye tensib etmiştim. Şimdi İhtiyar Risalesi’nin ricaları içinde “Onbeşinci Rica” Isparta ve Eskişehir hayatı ve “Onaltıncı Rica” Kastamonu ve Denizli imtihanlarının mahiyetlerini göstermek için muhtasar bir fihriste, mücmel bazı esasları yazmak niyet ettim. Tâ Hüsrev’e ve Feyzi’ye esas olsun. O iki ehemmiyetli ricaları onlar yazsınlar.
Râbian: Âhiret ticareti için en çok kârlı bir pazar ve manevî hayata bir bahar olan bu şuhûr-u mübarekte hususan Leyle-i Beraet Şa’ban-ı Muazzamın ortasında ve Leyle-i Kadr’in Ramazanın her gecesinde bulunmak ihtimali ile aramak ve Risale-i Nur’un herbir şakirdi şirket-i maneviye sırrıyla umum kardeşlerimin hesabına çalışmak vazifemizdir. Cenab-ı Hak muvaffak eylesin, âmîn.
Denizli hapsinin Onüçüncü Meyvesi olan kardeşlerime küçücük mektublar mecmuasını ve burada yazılan, başka risalelerde kaydedilmeyen münasib gördüğüm kısmını da bana yeniden tevafuklu yazdığınız Meyve Risalesi tarzında benim için yazılsa iyi olur.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
63. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ramazan-ı Şerifinizi ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak bu Ramazanı leyle-i kadrini hakkımızda 1000 aydan hayırlı eylesin, âmîn. Ramazan-ı Şerifteki dualarınızı kabul eylesin, âmîn. Sizin bir taahhüdlü, iki tafsilâtlı mektubunuzu bir hafta fâsıla ile aldım. Yalnız Âyet-ül Kübra başındaki ihtarın hâşiyesi olacak parçasında ve Medrese-i Nuriyenin üstadı Hacı Hâfız’a yazdığım mektubdan bahsetmemişsiniz. Hem İşarat-ül İ’caz, Otuzbirinci değil Otuzuncu Mektub olacak. Otuzbirinci ise Lem’alar’dan ibarettir. Belki İşarat-ül İ’caz Otuzuncu Mektubdur. Hem matbu’ Lemaat ve Arabî risaleler Şualar değil, belki Otuzikinci Lem’a, Otuzüçüncü Lem’a olacakları yazılmıştı. Bundan evvelki mektubunuzda sehven yanlış yazılmış. Eskiden tam bir Abdurrahman makamını kazanan Zekâi, yine o makamını kazandığını ve yeni huruflu mektublarımızı hem teksir, hem tercüme etmesi cihetiyle faal büyük bir Ceylan olarak kabul ettiğimizi tebşir ediniz. Mâşâallah, bârekâllah! Kâtib Osman hakikaten uzun zamandan beri Risale-i Nur kâtibi ünvanını tam almış. Isparta’nın Tahirî’si ve Hâfız Ali’sidir, isbat ediyor. Ve yeni Halil İbrahim de inşâallah Milâs’lı Halil İbrahim’in sebatı ve sadakatında bir kardeşimiz olacaktır.
64. Parça[]
Hüsrev mektubunda demiş ki: Yüzümüzden çektiğin zahmetlerden hakkını helâl et. Ben de derim: Yüzbin defa helâl ediyorum. Çünki o zahmetler bütün rahmetler oldu, noktaları silindi. Fakat benim hatalar ve kusurlarımla, sizin çektiğiniz zahmetler cihetiyle hakkınızı siz bana helâl etmelisiniz. Ben itiraf ediyorum ki, sizin gibi hâlis, sâfi zâtlara tam kardeş olmağa lâyık değilim. İnşâallah Cenab-ı Hak merhametiyle sizlerin yüzünden beni de afveder.
Said Nursî
65. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ اْلاَمْطَارِ
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i imaniyede çalışkan, kuvvetli arkadaşlarım!
Mübarek Isparta’nın da yağmursuzluktan şekvası beni mahzun eyledi. İnşâallah yevmî bir rahmet olan Risale-i Nur tam bir serbestiyetle mahkemenin elinden çıksa, nüzûlüne ve belaların def’ine ve yağmurun yağmasına vesile olur ve küllî bir sadaka hükmüne geçer. Hakikaten dünyaperest insanlar, zeminin başına gelen fırtınalar ve zelzelelerden akılları başlarına gelmediğinden, daha azab çekmek ihtimali beni korkutuyor. Cenab-ı Erhamürrâhimîn ehl-i imanı muhafaza eylesin ve zalimlere tövbe ve nedamet ve istiğfar ihsan etsin, tâ umumî belalar gelmesin, âmîn.
Bu defa teberrükünüz ve selâmetiniz beni müteaddid vaziyetlerden ve hastalıklardan, verdiği sürurla bir derece kurtardı. Hattâ canım kiraz istiyordu. Eskide Kâtib Osman’ın bana hediye ettiği güzel ve tatlı kirazları gibi burada bulunmuyordu. Birden bu teberrükü bana hem şifa, hem en ince kalbî arzularımı dahi nazar-ı merhamette ve inayette olduğunu bildirdi. Ben de o sepette herbir tanesini birer şakird kardeşlerim hesabına olarak habbe adedince hediyelerdir diye kabul ettim. Zeki Zekâi’nin çayı da ve Nur’un Gül fabrikasından haber veren gülyağı şişeler de ve bisküvitler de aynen birer eser-i inayet ve gizli arzularıma tevafuk sırrıyla onları da umum mübarek kardeşlerimin hesabına bu mübarek Receb-i Şerifin ve bu geceki mübarek Leyle-i Regaib’in birer manevî hediyeleri olarak hakkımızda bu şuhûr-u selâsede ve kıymetdar kudsî gecelerinde duaların ve arzularımızın makbuliyetine bir emare, bir müjde diye sevinçle aldım.
Umum kardeş ve hemşirelerimize selâm ve mübarek şuhûr-u selâsede dualarına muhtaç kardeşiniz
Said Nursî
66. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin Receb-i Şerifinizi, Leyle-i Regaibinizi tebrik ederim. Bu mübarek şuhûr-u selâsede dualarınızı ruh u canımla isterim. Bu üç ayda âhiret ticareti için kâr bire yüz ve bazan bin ve binler…
Sâniyen: Denizli’de zahiren hapisteki risaleler, pek çok faaliyet gösterdiğini ve gizli intişarla kendini okutturduğunu kat’iyyen bildim. Birden Denizli’yi, hapishane misillü nurlandırmış. Benim merakımı izale etti. Siz de merak etmeyiniz. Perde altında ehemmiyetli vazifesi bir derece bitse, teslim alınacak.
Sâlisen: İhtiyar Risalesi ehemmiyetle nazar-ı dikkate alınması için geçen hâdiseye sebeb oldu. Her tarafta merakla kendini okutturuyor. Hakikaten o lem’a çok ehemmiyetlidir. İhtiyarları birden Risale-i Nur’a bağlar.
Râbian: Şimdi bir derece açlık cihetiyle herkes dünyaya, maişet derdine dalacak. Fakat Risale-i Nur şakirdleri kanaat ve iktisad bereketinden istifadeleri cihetiyle inşâallah gaflete mağlub olmayacaklar. Bu dakikada acele yazmağa mecbur oldum, kısa kestim. Umum kardeşlerime binler selâm.
67. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Yine tekrar hem bayramınızı, hem Feyzi’lerin ve Nazif ve Halil İbrahim gibi etraftaki kardeşlerimin bayramlarını tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak Risale-i Nur’un tab’ ve intişarıyla bizlere manevî bir bayram daha ihsan eylesin, âmîn.
Sâniyen: Meyve ve Hüccetullah-il Baliğa’nın tab’ına dair ne lâzım ise yaparsınız. Yanımdaki Meyve ile Hüccetullah-il Baliğa Risalesi’ni Aziz’e göndermek istiyorum. Fakat adresini bilmiyorum. Kardeşimiz Tahirî eğer buraya uğrasa münasibdir. Tâ ki yanımdaki nüshayı beraber alsın. Fakat Meyve Risalesi’ni burada yazdırmışım, belki iyi okunmaz. Sizin yazılarınızdan birisi beraber gitsin münasib olur. Onuncu ve Onbirinci Hüccetleri ilâve ettim. Hüsrev’in mektubunda yalnız birkaç kelimeyi çizdim.
Sâlisen: Hâfız Ali’nin gitmesindeki acısını iki pehlivan Feyzi’lerin Risale-i Nur’un hizmetine girmeleri o acıyı izale ediyor. Ahmed Feyzi’nin Hâfız Ali hakkındaki mersiyesi Hasan Feyzi’nin parlak mektubuna denk olarak ikisini birkaç ehemmiyetli parçalarla beraber bir cilt içinde dercetmişler. Ahmed Feyzi ve Halil İbrahim’in mektublarını okudum. Bu iki metin ve kıymettar ve tam sâdık kardeşlerim mektublarında benim şahsıma ziyade ehemmiyet veriyorlar. Bu ehemmiyet, Risale-i Nur’un küllî kıymetine ve serbestiyetine belki ilişir ve o ehemmiyetli kardeşlerimin de benim âdi şahsiyetimi bazı hâdiselerle bilmekle ve verdikleri makama hiçbir cihetle lâyık olmadığımı anlamalarıyla inkisar-ı hayale uğramamak ve Risale-i Nur’daki iştiyaklarına fütur gelmemek için şahsıma ait olan fevkalâde hüsn-ü zanlarını Risale-i Nur’a çevirseler daha iyidir. Ben de Halil İbrahim’in parlak sadakatından tezahür eden mektubunu ta’dil edip bana karşı hitabını Risale-i Nur’a çevireceğim, sonra size gönderip Lâhika’ya yazılsın. Ve çok dikkatli ve Risale-i Nur’un avukatı kardeşimiz Ahmed Feyzi’nin Mehdi hâdisesini Risale-i Nur dairesi içinde çokça medar-ı bahsetmesi ehl-i dünyanın evhamını tahrike sebeb olabilir. Çünki Mehdi manasında, bir siyaset dahi bulunuyor diye eskiden beri fikirlerde yerleşmiş. Risale-i Nur bu mes’eleyi halletmiştir. Âhirzamandaki büyük Mehdi’den evvel çok mehdiler gelmiş geçmiş diye Risale-i Nur isbat etmiş. Rivayetlerin muhtelif olması, bu noktadan ileri geliyor. Bu zaman şahıs zamanı olmadığından, o ehemmiyetli ünvanlar şahıslara verilmez. Hem Risale-i Nur’a da siyaset manası da taşıyan o ünvanı vermemek münasibdir. Müceddidiyet kâfidir. Gerçi hakikat noktasında âhirzamandaki gelecek büyük Mehdi siyaseti tam dindar İsevîlere bırakıp yalnız İslâmiyet hakikatlarını isbata, izhara, icraya çalışır. Ve bu nokta-i nazardan Risale-i Nur o zât-ı mübarekin veyahut onun cemaat-ı nuraniyesinin şahs-ı maneviyesinin çok vazifelerinden en ehemmiyetli vazifesi olan hakaik-ı imaniyenin isbat ve neşrini tam yapıyor. Fakat bu evhamlı ve bahaneleri arayan ve herşeyi siyaset noktasında düşünen adamlara karşı, bu Mehdi ünvanını Risale-i Nur’a vermek, Risale-i Nur’un ihlas sırrına ve dünyaya tenezzül etmemesine muvafık olmaz.
Evet Risale-i Nur’daki sırr-ı ihlas, yüzde doksan ihtimaliyle de olsa o makama talib olmamaklığımı iktiza ediyor. Çünki küçük bir memuriyet veyahut zabit olmak gibi bir makamı düşünen, harekâtını o makama tevcih ediyor. Onu maksad yapıp ona çalışıyor, ihlasını kaybeder. Uhrevî amellerini ona basamak yapsa, bütün bütün yanlış olur.
İşte böyle kudsî ve parlak bir makamı ve memuriyeti dünyada dahi kendine düşünmek ve gaye-i hayal yapmak, bütün harekâtını hattâ uhrevî amellerini o makama yakıştırmak suretini verdiğinden, hakikat-ı ihlası bozar. Eğer öyle bir makam verilse de ihsan-ı İlahî olur. İnsanın kesb ve ameli ona vesile olamaz ve ekseriyetle bilinmez. Bilinmese daha iyidir. Ve bilhassa efkâr-ı âmmede siyasetçilik ve hâkimiyet manası bu Mehdi ünvanında bulunduğu ve geçmiş bazı mehdi-misal halifeler o gibi hâdiselerin bir mâsadakı ve medarı olmuşlar. Elbette bu zamanda siyasete her şeyi feda eden insanlar nazarına karşı, Risale-i Nur mesleğindeki ihlas, böyle şeyleri aramaz.
Yalnız bu kadar var ki: Şakirdleri tam itimad ve kat’î yakînlerini takviye için hârikulâde bir surette hem Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini, hem bazı şakirdlerini, hattâ tercümanını pek büyük makamlarda bulunduklarını itikad edebilirler. Çünki eskiden beri üstadlarına karşı ziyade hüsn-ü zan kabul edilmiş. Hattâ Kur’andan ve hadîsten sonra en mühim hüccet-i imaniye Risale-i Nur’dur diyebilirler.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua, dualarını rica ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
68. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, sarsılmaz, telaş etmez kardeşlerim!
Hiçbir cihette merak etmeyiniz ve me’yus olmayınız ve bilakis bunda da bir inayet var deyip mesrur olunuz. اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَارَهُ اللّهُ teminatıyla ve عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ müjdesiyle memnun olunuz. O hafiyelerin gönderdiğimiz risaleleri ve mektubları almasına dair bir taahhüdlü mektubu Afyon Emniyet Müdürlüğüne gönderdim. Bir suretini size leffen gönderiyorum. Eğer sizce lüzum oldu, onu ıslah ve ta’dil edip Ankara makamatına ve İstanbul’a resmen verirsiniz. Kat’î lüzum olmasa, gayr-ı resmî telaş edenlere verebilirsiniz. Fakat her vakit ihtiyata ihtiyacımız var. Tâ Asâ-yı Musa’nın tab’ işi bitinceye kadar ihtiyat ve sebat etmek, sarsılmamak ve me’yus olmamak lâzımdır.
Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua eden kardeşiniz
Said Nursî
69. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Ben dünyaya bakmadığım için hâlini bilemedim. Halbuki İstanbul’da perde altında siyasî fırtınalar ve idare-i örfiye içinde Risale-i Nur gibi azametli bir eser matbuat cihetiyle şimdi çıksa idi, alâküllihal o cereyanların bir kısmı onu iltizam ederek siyaset âlemine temas ettirecektiler. Bu ise bütün bütün Risale-i Nur’un ihlasına ve mesleğimize muhalif ve çok zararlı olacağı gibi, Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın hattını muhafazaya memur olan Risale-i Nur, o vazife aleyhinde yeni hurufa fetva veriyor tarzında ehemmiyetli zarar olacaktı. Hem beş cihetle ibadet hükmünde olan Risale-i Nur kitabeti noksanlaşacak idi. Herkes kolay olan matbu’ nüshalarını arayacaktı. Hem de سِرّاً تَنَوَّرَتْ sırrı ile Hazret-i Ali Radıyallahü Anh’ın vasiyetini terketmek ve zararlı ve dağdağalı mübareze suretinde hem ehl-i dalalet, hem ehl-i bid’aya, hem ehl-i siyasete, hem haricî cereyanlara karşı cepheler almağa mecburiyet olurdu. Demek hakkımızda ve Risale-i Nur’un fütuhatı hakkında en hayırlısı, İstanbul’da bu fırtınalar zamanında tab’ını te’hir etmekti. عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ parlak bir surette hakkımızda cereyan ediyor. Kahraman kardeşimizin de seyahatı ve çalışması çok faidesi olmuş, çok ehemmiyetli şahısları Risale-i Nur ile aşılamış, perde altında Nur’un orada da intişarına bir meydan açmış.
Sâniyen: Asâ-yı Musa Mecmuasını eski harfi bilenler birer tane yazmak ve makinası bulunan veya elde edebilenler beş’er taneyi beraber çıkarabilir. Bu suretle beş nevi ibadet olan kitabet-i Nuriye şakirdlerine kalır, lâyık olmayanların ellerine verilmez.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Talebelerin kuvve-i maneviyelerine zarar gelmesin, ümidleri kırılmasın, alâküllihal bu tab’ olacak. Fakat İstanbul gibi acib bir yerde, pek çok cihetlerle nazarlar ona müteveccih ve siyasetçilerin en mühimleri orada tesirli bir surette çalışması cihetinde, Risale-i Nur şimdilik onlar içinde meydana çıkmamak lâzım geldiği için te’hir eyledi. Yedi seneden beri dünyaya beni baktırmayan, harb-i umumîyi bildirmeyen, göstermeyen o hikmet şimdilik Risale-i Nur’un orada tab’ını te’hir ettirdi.
70. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Risale-i Nur’un şübhemiz kalmadı ki bir kerametidir ki, bu defa hafiyelerin matbaaya gönderilen İhlas ve saire şeylerimizi evrak-ı muzırra gibi müsadere etmeleriyle Risale-i Nur şakirdlerine küçük bir tokat vurmalarının cezası olarak yüz derece şiddetli bir tokat, iki-üç gün sonra aynı vakitte İstanbul’da başlarına vuruldu. O tokat acıları perde altında çok işleyecek, yarası çabuk kapanmaz. Bu bedbahtlara yüz defa söyledik ki: Risale-i Nur’a ilişmeyiniz, bela gelir. Sonra başınıza patlak verir. Hem kardeşlerim, bu tab’ın te’hirinde kuvve-i maneviyenize bir zarar gelmesin. Bilakis daha ziyade metanet ve sebat ile ve ümid ve inşirah ile Risale-i Nur’un intişarına çalışınız. Matbaanın tahir olmayan elleriyle yeni huruf libasında beşyüz nüshayı vermesine bedel, inşâallah Risale-i Nur şakirdleri beşbin nüshayı temiz elleriyle hatt-ı Kur’an ile müslümanların ellerine yetiştirecekler.
Hem pek büyük sevablar ve hayırları kazanıp ve tam lâyık ve müstehak ve kıymetini takdir eden ehl-i imanın ellerine verilecek. Eğer bu defa tab’ olsa idi çok zararları olup onun verdiği menfaatı bozardı. Ezcümle: İstanbul şimdi başka bir tarzda siyasetçilerin ocağı hükmüne geçtiğinden, herhalde Risale-i Nur’u siyasetle bulaştıracaktılar. Ben İstanbul’u bu harbden sonra siyasetten nefret etmiş, çirkinliğini müşahede etmiş, çok zaman İslâmiyetin bir merkezi olmasından hakaik-ı İslâmiyede zevkini ve tesellisini arayacak vaziyetine gelmiş diye Risale-i Nur’un orada tab’ına taraftar olmuştum. Fakat şimdi anladım ki; bîçare İstanbul daha müdhiş ve daha fena bir tarzda siyasetlerin meydanı hükmüne geçmiş. Hatamı anladım. Evet lüzumsuz, zararlı âfâkî siyasetlerle bulaşmış, meşgul olmuş, menhus zevkleri içinde aramaya başlamış ve her maksadın fevkinde siyasetle meşgul olmuş bir kafa, hakikî ve bâki ezvak-ı imaniye ve hakaik-ı Kur’aniyeyi elbette sâfi ve hâlis bir tarzda alamaz, hazmetmez.
Hem ikinci bir zarar: Kalemle hizmet-i imaniyeyi yapan kahraman şakirdlerin yazıda şevkleri kırılacaktı. Matbaaya itimad edip hararetle yazıya çalışmayacaklardı. Bu ise pek büyük zarardır. Her ne ise, daha bunun gibi ehemmiyetli zararlar terettüb edebilirdi. Cenab-ı Hak rahmet ve keremiyle bu zararlardan himaye için tab’ı te’hir etti.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
71. Parça[]
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Asâ-yı Musa Risalesi’nin âhirinde hâtimesi (hâşiyesi) olarak İhlas ve İktisad Lem’aları yazılsın. Eğer birinin hem Meyve, hem Hüccet, hem bu ikisi bir kıt’a varsa onları bir cild yapsın, vazifesi tamam olur. Eğer yazısı ve vakti müsaid ise, birisini daha yazsa bize bir ihsan olur. Hem yazıcı, hem bir şakird bir tane Asâ-yı Musa’yı ya yazıp veya yazdırıp bu ehemmiyetli vazifeye iştirak etsin. İkinci bir vazife de şudur: Mu’cizat-ı Ahmediye zeyilleriyle başta ve Mu’cizat-ı Kur’aniye zeyilleriyle arkasında olarak bir cild tedarik etmektir. Eğer kendisinin varsa bir kıt’ada ise bir cild içine alsın, yoksa buldursun.
72. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sandıklı’da kardeşlerimizin elinde buradaki mektubları almaları sizi müteessir etmesin, bilakis memnun olunuz. Çünki o mektublardaki hakikatlar onlara ve bizimle alâkadar olanlara okutmak lâzım idi. Okusunlar, akılları başlarına gelsin. Onların yüzünden bizlere verdikleri sıkıntının on zararı varsa, o hakikatlara resmî gözlerle bakmaları ve bu hakikatlardan başka sırlarımız olmadığını bilmeleri, Risale-i Nur noktasında bin faidesi var.
Bir vakit hapishanede demiştim: Benim şahsımı beraet etmezlerse daha iyidir. Çünki âlem-i İslâm Risale-i Nur’u, hiçbir şeye vasıta olmadığını ve bid’alara müsaadekâr olmadığını ve riyaya, dalkavukluğa tenezzül etmediğini benim mahkûmiyetimle bilecek. Aynen o mes’ele gibi, şimdi İstanbul’da yeni harflerle Risale-i Nur’un tab’ edilmemesi; âlem-i İslâmın nazarında hiçbir şeye âlet olmaz ve mevcud hatalara iştirak etmez ve ehl-i dünyaya müsamahakârane riyakârlık etmez ve hiçbir kuvvete karşı geri çekilmez bir mu’cize-i Kur’aniye olduğunu kabul etmeğe bir vesile oldu. Yoksa bu heyecanlı zamanında matbuat lisanıyla serbestçe çıkması, çok ithamlar altında kalabilirdi. Onun için
اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَارَهُ اللّهُ sırrıyla te’hirde büyük bir hayır var. Yalnız bir kısım şakirdlerin bir parça şevklerini kırdı. Şimdiki çalışmada bir parça fütur gelmesi; bu kışın şiddetli soğuğu, siyaset kışının fırtınalı kışı ve İstanbul’dan sirayet eden cereyanların pek gürültülü kışı ve vehham insanların bizlere karşı pek soğuk ve manasız ilişmeleri cihetinde muvakkat bir fütur, zaîf bir kısma gelebilir. Fakat kahraman olan has şakirdleri daha ziyade çalışmağa gayret etmeleri, o zaîfleri de inşâallah şevke getirir. Asâ-yı Musa’nın hâtimesinde, madem tensibinizle hem İhlas, hem İktisad yazılacak. İktisad’ın arkasında da Yirmisekizinci Mektub’un en ehemmiyetli mes’elesi olan Şükür hakkındaki risalecik yazılmak münasibdir. Her vakit ihtiyat bizim için سِرّاً تَنَوَّرَتْ sırrıyla lâzım olduğu gibi; şimdi gerçi bizi inciten kuvvet ikileşti. Bizi serbest bırakmak lâzım gelirken, dostluk suretiyle casusları içimize sokmak istiyorlar. Daha ziyade biz ihtiyat etmeliyiz. Fakat yazıda zarar gelmemek şartıyla…
(Hâşiye): Yetmiş sene bana arkadaşlık eden, bâki kalan iki dişimden bir dişim size yazdığım bu mektubdan on dakika evvel kendi kendine çıktı. Ağzımda bir tek kaldı. Bunu Hüsrev’e bir hatıra olarak göndermek istedim. Fakat şimdi yanımda kalmak istenildi. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
73. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Hizb-ün Nuriye’nin ve Âyet-ül Kübra’nın Hülâsat-ül Hülâsası olan iki sahifelik Arabî tevhidname -ki, size gönderilmiştir- onu hem yeni Delâil-i Hayrat olan Salavat-ı Nuriye’nin arkasında yazılsın. Ve Asâ-yı Musa’nın hâtimesinde teberrük için kaydedilsin. Ve kıymetini tam takdir eden ve manasını da tam öğrenen ve tefekkürle okuyabilen bir kısım zâtlar ezber etsinler. Arasıra tam mütefekkirane ezber okudukları vakit kâinat halka-i zikrinde her taifenin zikrini, şehadetini kendi hesabına tahayyül ederek okusun. Ben kendimce pek büyük ve parlak ve kuvvetli bir mertebe-i imaniyeyi içinde buluyorum.
Sâniyen: Bana mektub yazan İnebolu’lu Muallim İhsan Abdurrahman kalemiyle Risale-i Nur’a çok hizmeti var. Benim tarafımdan ona ve o havalideki rüfekalarına selâmımı yazınız. Ve onu çok merak ediyorum, onları unutamıyorum. Daima eski tarzda sebat ettiklerini düşünüyorum.
Hem Hulusi-i Sani’nin sebatkâr bir arkadaşı olan Kozca Hatibi Hüseyin Efendi’nin bana yazdığı mektubuna mukabil ona çok selâm ediyorum. Yazıda devamını tebrik ediyorum.
Sâlisen: Ben dünyanın hâlini bilmiyorum. Fakat geçen İstanbul hâdisesi ile istemiyerek kulağıma giden İran hâdisesi, herhalde siyaset cereyanlarına bir heyecan verip nazar-ı dikkati celbedecekler. Sakın sakın siyaset cereyanlarına bakmayınız, karışmayınız, merak da etmeyiniz. Sizi şaşırtmasınlar. Risale-i Nur’un hizmeti sizlere kâfidir. İman ve İslâmiyete taraftar olanları dost kabul ederiz. Dostumuzdur dersiniz. Fakat vazifemizin herşeyin fevkinde kudsiyeti olmasından, onun zararına olarak sair işlerle meşgul olamıyoruz dersiniz. Kendinizi de mümkün oldukça onların ithamlarından muhafaza ediniz. İsabet oldu ki, bu zamanda Asâ-yı Musa İstanbul’da tab’ edilmedi. Hattâ bu defa bana hafifçe ilişmeleri ve câmiye gitme demeleri, bu yeni cereyanların tesiri iledir ki; bir cereyan benden kuvvet almasın. Halbuki yedi sene harb-i umumîye bakmayan, onların böyle cüz’î şeylerine tenezzül edip meşgul olmaz. Fakat o bedbahtlar bilmiyorlar.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua eden kardeşiniz.
Said Nursî
74. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Siz meşveretle ne yapsanız ben razıyım. Tab’ masarıfı için yardım edenlerin paralarını şimdilik geri vermek münasibdir. Zâten o zâtlar o hayırlı niyetle, bütün o malı sadaka etmiş gibi hayır kazandılar. Salahaddin’in bu âhirde yazdığımız mektublardan intihab ettiği cümleler güzeldir. Fakat ben kendim ehl-i siyasetlerle konuşmam. Siz meşveret ediniz, nasıl münasib ise yaparsınız. Irak’ın başvekilinin adı hem Nuri, hem Said, hem İslâm birliğini takib etmesi bir fâl-i hayırdır. Geçen (Keçeli) Salahaddin’in hakikaten babası gibi o da çok çalışıyor. Fakat ben bakamadığım siyaset dairelerine de girip beni de baktırmak istiyor.
Bugünlerde Mehmed Çalışkan’a gelmiş Âtıf’ın bir mektubunu gördüm. Mâşâallah kalemi müstesna olduğu gibi, kalbi ve hissiyatı dahi müstesna ve mümtaz. Ona mahsus latif bir incelik var. O müstesna ve parlak kalemi ile Delâil-i Hayrat-ı Nuriye’yi çoklara okutturmuştur. Bundan sonra Hizb-ün Nuriye’nin Hülâsat-ül Hülâsasını da o Delâil’in âhirinde yazsa münasib olur. Hem o mümtaz kalemiyle Asâ-yı Musa Mecmuasını yazmalıdır. Hususî mektub yazamadığım için hem ona, hem Salahaddin’e çok selâm söyleyiniz. Onlar eski mevkilerini tam muhafaza ediyorlar.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Haşiye-1: Asâ-yı Musa’nın âhirine girecek olan Şükür Mes’elesine bir gün evvel baktım. Çok güzel, yalnız âhir sahifede bir “müteaffin” kelimesi, biri de bir “hamakat” kelimesi kaldırılsın. İki “kazulat” kelimesini de birisini kaldırıp “füzulât” yazılsın diye birden hatırıma geldi.
Haşiye-2: Celcelutiye’nin sarahata yakın Risale-i Nur’a bakan ve dua ile İmam-ı Ali (Radıyallahü Anh) o fıkra ile Risale-i Nur’u Allah’tan istemesi ve duası da Risale-i Nur’la makbul olmasını gösteren اقد كوكبى بالاسم نورًا و بهجة مدد دهرى و الايام يا نور جلجلت fıkrası bu surette okumama ihtar edildi:
اقد كوكبنا برسائل النور ايمانًا و حجةً مدد دهرى و الايام يا نور جلجلت
كوكبنا daki متكلمينات الغير Risale-i Nur talebeleridir.
75. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ الْقُرْآنِ الْمَقْرُوئَةِ فِى رَمَضَان
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin birer birer Ramazanınızı ve leyle-i kadrinizi ve bayramınızı tebrik ederim.
Sâniyen: Ben gerçi çok sıkıcı ve kederli bir memlekete gönderildim. Fakat size ve mübarek Isparta’ya bir derece yakın bulunduğumdan çok memnunum, şükrederim.
Sâlisen: Size Meyve’nin Onuncu Mes’elesini gönderdim. Bir-iki gün zehirli bir şiddetli hastalık içinde yazıldığından muğlak ve gayet muhtasar düşmüş. Pek anlaşılmaz, fakat ehemmiyetlidir. Hem bu mektub arkasındaki fıkralar, büyük makamlarda medar-ı nazar olmasından size gönderildi.
Râbian: Kolaysa İhtiyarlar ve Hastalar ve İktisad Risaleleri bana gönderilsin. İnşâallah bu Emirdağ karyesi dahi bir ikinci Barla olacak. Fakat eski kalemler yoktur, Şamlı Tevfik’ler bulunmaz.
Kardeşlerim! Bu Ramazan-ı Şerifte şiddetli hastalığımdan vesile-i necatım sizin dualarınız olduğuna kanaat ettim. Çünki birdenbire bir şifa ile Leyle-i Kadir’de çalışabildim. Hapiste bana Meyveleri yazanlar hakikaten çok bahtiyar ve muvaffakiyetli ve amelleri makbul olduğunu aynen gördüm. Geniş bir sahada onlara sevab kazandırıyorlar. Ben de onların hesabına tevziat memuru bulunduğumdan çok müteşekkir ve onlara minnettarım.
Ahmed Nazif bir-iki mektub bana yazmış. Ben cevab vermeğe çare bulamadım. Size yazdığım defterin bir mislini onun için kendim yazdım. Eğer onun ile siz kolay muhabere edebilirseniz, bir suretini ona gönderirsiniz. Yoksa ben zahmetle onun için yazdığım defteri ve mühim bir sual-cevabı olan fıkrayı buradan bir emin vasıta bulsam ona göndereceğim.
Bu geçen musibetimiz Risale-i Nur’un büyük ve geniş sahalarda intişarına ve fütuhatına sebeb olduğundan büyük bir inayet ve rahmet hükmüne geçti, pek ucuz oldu. Umum kardeş ve hemşirelerime birer birer selâm ve tebrik ederim. Kardeşlerim! Bu muğlak Onuncu Mes’eleyi ıslah edebilirsiniz. Hem Mu’cizat-ı Kur’aniye zeyillerinin âhirinde dahi yazarsınız.
76. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Gönderdiğiniz mübarek şeyleri aldım. Hüsrev’in kıymetli mektubunu hem çiçeğin âhirinde, hem hapsin Üçüncü Meyvesi’nin (Mektubat) arkasında yazılsın. Ben Hüsrev’in mektubunu Isparta ve civarındaki umum kardeşlerimin şahs-ı manevîlerinin bir mektubu olarak alıyorum. Herbiriyle bizzât konuşuyorum ve dinliyorum hükmündedir. Kardeşlerim, gerçi ben haps-i münferidden daha ziyade infirad ve tecrid içindeyim. Fakat Isparta’ya bir derece yakın olduğumdan ve sizin her müşkile karşı metanet ve vazife-i Nuriye’de tam ciddiyet ve bana ihtiyaç bırakmayacak bir vekalet ve veraset ve yazılarınız vasıtasıyla manen her vakit siz ile görüşmek cihetinden çok memnun ve mesrurum ve şükrederim. İhtiyar ve Hasta’dan bir-iki risaleleri daha lâzımdır. Emin bir vasıta olsa gönderilsin.
Sizin ile konuşulacak çok şeyler var. Fakat şimdi başka işlerim fâsıla verdiğinden kısa kesiyorum. Bütün kardeşlerime ve bilhassa haslara ve hususan bilfiil çalışanlara birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederim ve daima faidesini gördüğüm dualarını isterim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
77. Parça[]
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Denizli hapishanesini Risale-i Nur’a bir medrese hükmüne getiren kahramanlardan Tahirî, umumunuzun mümessili olarak ruh u canla kabul ettiğim gibi, benim tarafımdan size karşı vekilimdir ve zîhayat bir mektubdur. Ne dese ben demiş gibiyim.
Said Nursî
78. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Umumunuza pek çok selâm. Sizin gayet mübarek hediyelerinizi aldım. Cenab-ı Hak onların herbir harfine mukabil sizlere binler rahmet eylesin, âmîn.
Efe Şükrü’nün bu defaki hizmeti, bizimle beraber hapisteki sıkıntıyı çekmiş kadar bir fazilet ve kahramanlık gösterdi. Şimdi makina gideceği için kısa kesip, Şükrü’yü hayattar bir mektubum olarak size gönderiyorum.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
79. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ اللَّيَالِى الْعَشْرِ وَ اَيَّامِ الْعِيدِ اْلاَضْحَى
Aziz, sıddık ve mübarek ve sebatkâr ve fedakâr kardeşlerim!
Geçen bayramınızı ruh u canımla tebrik ederim ve bana gönderdiğiniz çok mübarek tebriklerini Cennet’ten gelmiş gibi ruhumu mesrur eyledi. Cenab-ı Hak herbir harfine ve herbir dirhemine mukabil bin rahmet ve bin batman bereket sizlere ihsan eylesin, âmîn. Kat’î kanaatım gelmiş ki, Isparta vilayeti eskiden beri bir gaye-i hayalim olan Medreset-üz Zehra’nın hakikatını ve manevî suretini taşıyor. Ve dokuz sene orada çalışmanız, doksan sene kadar sebat ve tesanüdünüz sayesinde Kur’ana ve imana hizmet ettiğiniz gibi, hapiste dokuz ay yine sebat ve tesanüd ve ihlasınız ile dokuz sene kadar o hizmeti yaptınız. Ve benim İhtiyar Risalesi’nde davamı ve ümidimi ki; otuz Abdurrahman, belki yüzden ziyade Abdülmecid’leri Isparta bana ve Risale-i Nur’a verdi. Hadsiz şükür olsun. Ben ne kadar sıkıntı çeksem ve dünyadan gitsem dahi hiç merak etmem. Çünki siz varsınız ve hakikî vârissiniz.
Geçen hâdisede Risale-i Nur’un pekçok kazancı var, yüz senelik işi gördü. Küfr-ü mutlakı kırdı ve zındıka-i inadı bozdu. En lâkayd olanları dahi meraklandırdı. Kendini onların gözlerine soktu, mütemerridleri serfürû ettirdi. Bizim çektiğimiz küçük zahmetleri, büyük rahmetlere çevirdi. Hadsiz hamd ü sena olsun.
Emanetlere daha tam bakamadım. Şimdilik bavul ve merhum Hâfız Ali’nin mübarek teberrüklerini taşıyan Hâfız Mustafa’nın sepeti burada kaldı. Sonra götürülecek. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime hususan şehid merhumun vârisesi ve cennet refikası gibi hanımlara ve masumlara ve ümmilere ve mübareklere ve Medrese-i Nuriye şakirdlerine birer birer selâm ve bayramlarını tebrik ve selâmetlerine dua ederiz ve dualarını isteriz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz ve
duanıza çok muhtaç
Said Nursî
80. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Beni burada çok sıkıyorlar ve tarassud ediyorlar. Tecrid-i mutlak içinde ve haps-i münferid hükmünde bir vaziyette olduğum halde hadsiz şükür olsun ki, sizden gelen sevinç ve sürur bütün sıkıntılarımı ve elemlerimi ve endişelerimi izale eder. Bugünlerde zarurî hizmetimi gören adamlar dahi çekinmeye başladıkları münasebetiyle bu mektubun arkasındaki fıkrayı onları tatmin ve temin için ellerine verdim. Belki size de bir faidesi var diye gönderdim. Beni merak etmeyiniz, inayet-i İlahiye devam ediyor. Ben daha tam Risale-i Nur’un eczalarına bakamadım. Fakat bu kışta benim ve ihvanımın en güzel ve tatlı bir manevî erzakımız olacaklarını tebşir ederim.
Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarından Hâfız Mehmed’in mektubu beni çok müferrah ve mesrur eyledi. Merhum Hâfız Mehmed’in tam bir vârisi ve o medresenin üstadı ve çok hâlis olan mübarek pederinin tam hayr-ul halefi olduğunu gösteriyor. Merhum Hâfız Zühdü’nün vâlidesi, benim vâlidem, hemşirelerim içinde manevî kazançlarıma hissedar ve merhum mahdumunu ve Hâfız Ali ve Hâfız Mehmed gibi, üstadlarımın içinde bütün okuduklarımda hissedardırlar. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz ve
duanıza çok muhtaç
Said Nursî
81. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Size evvelce hizmetimde bulunan zâtlara söylediğim ve gönderdiğim parçanın tetimmesi olarak gayet müşevveş bu müsveddeyi gönderdim. Siz ıslah edebilirsiniz. Münasib görseniz, lüzum olsa hem bu parça, hem evvelki parçadan bir suretini bizimle alâkadar makamata gönderilecek. Beni merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye devam ediyor. Gayretiniz sayesinde Risale-i Nur parlak bir surette bu havalide dahi intişarda devam ediyor. Umumen selâm.
82. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hiç merak etmeyiniz, inayet tam devam ediyor. Bana burada istediğim tarzda bir hane yapmak ve iaşe ve müteferrikata aid tahsisatlarını kabul etmediğimden beni sıkıyorlar. Ben de bu lâhika ve ileride onlara vermek niyetiyle eski yazıyı yazmayan birisi yeni harfle acele yazdırdım. Sonra tashihte çok karıştı. Kusura bakmayınız. Bu şiddetli kışta sizler beni o derece memnun ve minnettar ve müteşekkir etmişsiniz ki; kıyamete kadar unutmayacağım, tam beni çalıştırdınız. Cenab-ı Erhamürrâhimîn herbir kitabın herbir harfine mukabil bin rahmet sizlere eylesin, âmîn. Merhum Hâfız Ali’nin nüshalarını tashih ettim. Sonra size me’haz olmak için göndereceğim.
83. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hem beraet kararının, hem ehl-i vukufun birer suretini hapisten sonra yazılan fıkralara ilhak ederek müdafaatımın bir zeyli yapmışız. Onun için size gönderdik. Buradaki küçücük Abdurrahman, makine ile o zeyilden on nüshayı yazmış. Umum kardeşlerime birer birer selâm.
84. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Size hücum gibi bize de oldu. Fakat inayet yârdır. Yardım eder, lehimize çeviriyor. Rüşdü’nün risaleleri muattal kalmayacak. Ve okunmak için alınmasına inayet-i Rabbaniye müsaade etmiş, merak etmesin.
Bu defa size parça gönderiyorum. Bu heyet-i vekileye gidecekti, öteki Afyon zabıtasına. Fakat çok evhama binaen muhabereden men’ olunmuş gibi bir vaziyetteyim. Eğer lüzum-u kat’î olsa siz yaparsınız. Hadsiz şükür olsun herbir hücuma zulüm, Risale-i Nur hakkında bir ilânat, bir teşvikat hükmüne geçer.
Umum kardeş ve hemşirelerime birer birer selâm ve dua.
Kardeşiniz
Said Nursî
85. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ رِسَالَهءِ النُّورِ الْمَكْتُوبَةِ وَ الْمَقْرُوئَةِ
Aziz, sıddık, sebatkâr kardeşlerim!
Size bir hâlimi beyan etmeye hizmet-i Nuriye için mecbur oldum. Şöyle ki: Bu geçen kışta tahammül hâricinde gizli zındıka komitesinin büyük bir memuriyet alan bazı gaddarların bana verdikleri sıkıntı ve tazyik ile beraber, za’fiyet ve hastalık ve ihtiyarlık tesiratıyla bende o derece bir hassasiyet ve bir sür’at-i teessür hasıl olmuş ki; daha itidal-i deme muvaffak olamıyorum. Ve hizmet-i Nuriye ve imaniyeye zarar gelmemek için sabra, tahammüle me’yusane çalışıyorum. O zalimler beni bu hizmette bir esas zannettiklerinden, bütün kuvvetleriyle bana yükleniyorlar. Herbir harekâtımı kayıd altına alıyorlar. Hadsiz şükür olsun ki; bu elîm vaziyete mukabil inayet-i Rabbaniye sizleri bu kırılmış, bozulmuş, ihtiyar Said yerinde, kırılmaz, bozulmaz, genç, dinç, metin, sebatkâr pek çok Said’leri o hizmette istihdam ediyor. Ben de sürurla dayanıyorum.
Evet biliniz, Denizli hapsinde Mevlâna Hâlid’in (K.S.) cübbesini giyen zâtlar, sadakat ve sebat etmek şartıyla, derecelerine göre kendi yerimde kabul edip vazifemi de onlara havale ediyorum, izin veriyorum…
Ben burada çok zahmet çekiyorum. Havasıyla hiç imtizac edemiyorum. Hayatım birkaç cihette tehlikededir. Ve müracaat dahi edemiyorum ve ettirmiyorlar. Eğer mümkün ve münasib görseniz, lüzum varsa, mührümü size göndereceğim. Hapiste müracaatıma mülâyimane cevab veren başvekil Şükrü Sarac’a benim tarafımdan bir istida yazınız ki; hastalığım için bu bütün bütün sebebsiz yeni nefyimi başka yere tebdil etsinler. Burada hergün Denizli hapsinde bir ay kadar azab çektirmek için bir kanun, bir maslahat yoktur. Madem Kastamonu’da sekiz sene zarfında beraet kazanan iki hizmetçi ve üç zâttan başka kimse benim yüzümden itham altına alınmamış. Ve benim orada iskânım için resmen bir haneyi hükûmet satın almış. Ve hapis ve beraetten sonra bu manasız nefyi îcab edecek hiç bir hareket olmadığı hükûmetçe malûmdur. Ve ahval-i sıhhiyeme bütün bütün zıd bir yerde, emsalsiz bir tecrid-i mutlakta azab çektirmek, elbette hiçbir hükûmetin hikmeti ve hâkimiyeti müsaade etmez ve tenezzül etmez, diye bu meâlde yazarsınız. Ve Denizli mahkeme reis-i âdili ve has kardeşlerimden size yardım etsinler. Eğer bu tedbir olmazsa, herhalde beni Denizli hapsine veya başka bir hapse almak için biriniz benim aleyhimde mûcib-i ceza bir davayı açsın. Ben de onu tasdik edip, hapsi kabul edeceğim. Tâ dünyada emsali görülmeyen bu işkenceli tecridden kurtulayım. Hattâ ben hergün cemaat dağıldıktan sonra câmiye gittiğim halde, bir tek adamı dahi yanıma alamıyorum. Namazımı münferid kılıyorum, yedi sekiz aydır cemaat hayrından mahrum kalıyorum. Bu hâl beni çok üzüyor ve eziyor. Hem konuşacak hiçbir adamı bulamıyorum. Dehşetli ve resmî bir propaganda ile herkes korkuyor, kaçıyor. Yalnız bir tek çocuğa izin vermişler. Günde iki defa gelip su, ekmek getirir. Hem ona sıkı söylemişler; onun esrarını bize haber vermek için seni tayin ettik. Fakat o sâdık çocuk (*[5]) bir küçük Abdurrahman ve küçücük bir Hüsrev olduğunu isbat etmiş ve ediyor. Kardeşlerim, gerçi başımıza gelen bu musibetler ağırdır. Fakat kat’î kanaatım çok tecrübe ve müşahedeler ile gelmiş ki; bir dest-i inayet ve merhamet o musibetleri hakkımızda nimetlere çeviriyor ve geçici bir zahmeti bize daimî bir rahmete kalbeder. Her bir elemde bir manevî lezzet verir, Nurları parlatır, ziyade sevabı kazandırır. Onun için beni çok merak etmeyiniz. Sabır içinde şükrediyorum. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua ediyorum.
Said Nursî
86. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ عَلَى مَنْ يَشْتَغِلُ بِخِدْمَةِ رَسَائِلِ النُّورِ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدُ اْلآبِدِينَ آمِين
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hususî mektublara ayrı ayrı cevab vermeğe hâlim ve vaktim müsaade etmediği için gücenmeyiniz. Bir tek mektubu ancak yazabildim.
Evvelâ: Şehid merhum Hâfız Ali’nin tam bir vârisi Hasan Feyzi’nin Denizli’de Nurların faaliyetinden ve şakirdlerin çoğalmasından bahseden bu mektubu onun parlak şehname mektublarından daha ziyade bir sebeb-i teşvik ve bir cihette daha menfaatlı gördüm. Ona ve arkadaşlarına ve mektubunda bahisler bulunan o hâlis kardeşlerimize bin bârekâllah deriz.
Sâniyen: Konya’lı Sabri, sadakat ve sebatta ikinci bir Halil İbrahim olmasını gösteriyor. Ben Nurlar hesabına Konya ülemasıyla ziyade alâkadarım. Sabri tam benim bedelime o zâtları Nurlarla alâkadar etmeye çalışıyor. Hem ona, hem beraberindeki şakirdlere, hem başta müfessir Hoca Vehbi olarak o âlimlere çok selâm ederiz ve gençlerin bahtiyarı olan Eşref’e ve Abdülmetin’e mâşâallah deriz.
Sâlisen: Size Lâhika’ya geçirmek için gönderdiğim fıkraları siz ta’dil edebilirsiniz. Münasib görmediğiniz veya cüz’î ve hususî maddeleri çıkarırsınız, sonra yazarsınız. Asâ-yı Musa mecmuasından şimdilik birkaç tanesi hem eğer Nazif göndermişse o gönderilenleri emin bir tarzda gönderseniz iyi olur.
Umum kardeşlerimize selâm ve dua ve istid’a eden kardeşiniz Said Nursî
87. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, metin, mübarek kardeşlerim!
İki Ali’nin bir kitabını sehven gönderemedim. Sonra gönderilecek. Hem Sikke-i Gaybî Mecmuasında tashihinde bir sehvimi ıslah eden melfuf pusla ile Mustafa Osman’ın bir mektubunu gönderdim. Medar-ı şükrandır ki, münafıklar yalnız benimle uğraşıyorlar. Risale-i Nur yerinde beni sıkıyorlar. Ben de bütün za’fım ve aczim ile beraber kemal-i sabr u tahammül edip Allah’a şükrederim. Sizin her hafta tatlı mektublarınız benim sabır ve şükrümü çok takviye eder, ziyadeleştirir. Cenab-ı Hak sizden ebeden razı olsun ve daima muvaffak eylesin, âmîn, âmîn, âmîn. Umumunuza selâm.
Said Nursî
Melfuf puslanın münderecatı:
Sikke-i Tasdik-i Gaybî’nin mukaddimesindeki اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا bahsinin Üçüncü Emare’nin âhirinde bir kâtibin sehvi beni de sehve sevkedip acele baktım. Bu defa postaya verilen nüshanızı bu suretle tashih ediniz. İşte âhir satırdan evvel iki satırın sahih sureti budur:
Yüz (100), ح ح ح ب د otuz (30), dördüncü ى on (10), beş elif bir هـ ile beraber on (10), âhirdeki tenvin vakfen elif olduğu için yekûnü binüçyüz (1300).
88. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدُ اْلآبِدِينَ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Bu defa Nur’un lüzumlu zamanında santralı Hulusi-i Sani tam bir Abdülmecid Sabri’nin birinci muhatabı Hulusi’nin Kars’a gitmesini yazıyor. Ben o kardeşimizi, Nur’un bir manevî kumandanı olarak ehemmiyetli cephelere bir dest-i hikmet tarafından çok yerlere gönderildiğini görüyordum. Şimdi en ehemmiyetli cephe, gittiği yerdir.
Sabri yazdığı Asâ-yı Musa mecmuasını ona göndermek istiyor. Siz münasib görseniz, Hulusi ile muhabereden sonra o da lüzum görse hem ihtiyat etmek şartıyla gönderirsiniz. Benim tarafımdan ona çok selâmla, daima onu Nur hizmetinde biliyorum. Birinci safta muhatablardandır. Abdülmecid’in oğlu Nihad dahi orada askerdir işittim. Sabri’nin mektubuyla beraber Küküreli Mustafa’nın bir mektubu var. Risale-i Nur’a tam alâkadar ve çalıştığını yazıyor. Hem Küçük Tenekeci Mehmed namında birisinin hayır bir rü’yası var. İkisine de selâm ederim. Mustafa’yı tebrik eder, o Mehmed’e “Hayırdır inşâallah” derim. Nazif bana gönderilecek olan Asâ-yı Musa mecmuasını hangi vasıta ile göndereyim der. Siz ona yazın ki; size göndersin, siz de bana gönderiniz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umumunuza birer birer selâm ve selâmetlerinize dua edip, dualarınızın tesirini her vakit gören kardeşiniz
Said Nursî
89. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, hâlis kardeşlerim!
Lillahilhamd duanızın berekâtıyla zehirli hastalığın tehlikesi geçti. Gerçi çok sıkıntı veriyor fakat hem duanız, hem mektublarınız tam bir tiryak ve mükemmel bir merhem oluyor, verdiği sürur o sıkıntıları hiçe indiriyor. Bu defa Nur Gül fabrikasının en eski erkânlarından olan Kâtib Osman’ın hakikî üstadı olan Risale-i Nur şahs-ı manevîsine hitaben ve arasıra bu bîçare kardeşini içine aldığı bu mektubunu Lâhika’ya ve Sikke-i Gaybiye’ye geçirdik ve size de suretini gönderdik. Hem fevkalâde sadakatıyla ve gayretiyle İnebolu’yu bir küçük Isparta hükmüne getirmeğe ehemmiyetli bir vesile olan Ahmed Nazif’in mektubu, bizi çok mesrur eyledi. Orada hem Risale-i Nur’un, hem Asâ-yı Musa Mecmuasının fütuhatı ve terakkisi ileri gittiğini bildiriyor. O mektubun ehemmiyetli parçasını orada sarsılmayan sebatkâr kardeşlerimizin namına Lâhika’ya kaydettik, size de suretini gönderdik.
Hem Kâtib Osman’ın ve Sabri’nin ve Feyzi’nin yeni fıkraları buradaki şakirdleri şevke getirdiklerinden biri Mustafa, biri Ceylan buranın talebeleri namına iki kasidecik yazdılar, size de gönderdik.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umum kardeşlerime selâm ve dua ve istid’a eden...
Said Nursî
90. Parça[]
(Çok ehemmiyetlidir.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Risale-i Nur’un makine ile ve şimdi umumî bir intibahla ve merkezdeki ehl-i vukufun takdiriyle dairesi tam genişlenmesinden elbette her nevi ehl-i ilim dikkatle bakacaklar. Onların içlerinde bid’alar tarafdarı ve enaniyetli ve müşkilpesend tenkidçi kısımları itiraza çalışacaklar. Şimdi sizler üç esası onlara karşı umumî bir cevab yaparsınız:
Birinci Esas: Şimdi insanlarda kim var ki, kusuru bulunmasın. Madem hasenat seyyiata râcih gelse afvedilir. Elbette bu kadar ağır şerait altında gözönünde bu fevkalâde hizmet-i imaniye ile yüzbinler bîçareleri şübhelerden kurtarmak, öyle bir hasenedir ki binler kusuratı afveder.
İkinci Esas: Dersiniz ki: Kardeşimiz Said yarım ümmi, hem yazısı noksan, çabuk yazamıyor. Bu yirmi sene gurbetinde ekseri münzevi ve tecrid içinde durmaya mecbur olmasıyla elbette bazı sehivler ve kusurlar bulunabilir. Hattâ iki-üç gün içinde yalnız oniki saatta te’lif edilen zeyilsiz Mu’cizat-ı Ahmediye’nin âhirinde demiş: “Hadîslerin ve râvilerin beyanında hatam varsa tashihini rica ediyorum” diye ilân ettiği halde müstensihlerin sehivleri müstesna olarak şimdiye kadar yalnız (16) (61) bu iki rakamda elif sehven takdim edilip (16) (61)’e çevrildiğini bir Amerikalı misyoner İncil-i Yuhanna’da göstermiş. Hem ehemmiyetli sebeblere binaen bir kısım risaleler çok sür’atli yazılmış. Hattâ on dakikada ve bir saatta ve altı saatta ehemmiyetli risaleler hattâ kâtiblerin tasdikiyle üç-dört gün zarfında zeyilsiz Mu’cizat-ı Kur’aniye yirmidört saatta te’lif edilmiş. Elbette bazı sehivler bulunabilir ve hiçbir cihetle kusur sayılmaz. Hem müstensihlerin çoğu Arabî okumadıklarından onların dahi sehivleri bulunur ve müellifine isnad edilir. Çünki bütün nüshaları o görmüyor ve bütününü kendisi tashih etmek kabil değildir. Madem şimdi ehl-i ilim ve hocalar daireye giriyorlar. Bu büyük hayırlı tashihe yardım etmek, onlara borçtur.
Üçüncü Esas: Muteriz ve hodfüruşlar diyebilirler ve derler ki: “Risale-i Nur’da Nurların keramatından ve fevkalâdeliğinden ve pek çok kıymetdarlığından bahseden çok fıkralar var. Bir insan faziletini izhar etse, bir gösteriş olur, makbul değil” diye tenkid ettikleri zaman dersiniz ki: Ankara ehl-i vukufunun bu noktadaki hafif ve tasdikkârane tenkidlerine Said’in verdiği ve onlar dahi kabul ettikleri cevabın hülâsası şudur:
Risale-i Nur, muhafazasına çalıştığı hakikata bu memleket ve âlem-i İslâm çok alâkadar ve muhtaç olmasından, bîçare müellifine binler yardımcı ve kâtibler ve resmî teşvikler ve muavenetler lâzım olduğu halde, bilakis gayet insafsızca aleyhinde propagandalar ve kardeşlerinin kuvve-i maneviyelerini kıracak zalimane tedbirlere karşı elbette Risale-i Nur’un kıymetini ve kerametlerini beyan etmek vâcibdir ve elzemdir. Bir tek âciz adam, binler zalimlerin maddî hücumlarına karşı zaîf arkadaşlarını kaçmaktan kurtarmak niyetiyle, ikramat-ı İlahiye ve inayat-ı Rabbaniyeyi izhar etmek, değil bir kusur; belki büyük bir maslahattır. Her ne ise… Bu esasları ya aynen veya ta’dilen veya tafsilen makine ile tab’ettiğiniz mecmuaların münasib bir yerinde dercedebilirsiniz.
Hâşiye: Zekâi’nin bana Asâ-yı Musa’yı yazması ve Hüsrev’e mektublar işinde yardımı, eski Zekâi’nin vazifesini tam yapıyor. Şimdi de bir Abdurrahman olduğunu isbat ediyor. Mâşâallah, mâşâallah. Mustafa Osman’ın mektubu, kahraman Nazif gibi onun pek kuvvetli Nurculuğunu gösteriyor, mâşâallah.
Umumunuza selâm ve leyle-i kadrinizi tebrik ederiz. Duanızdan çok istifade eden kardeşiniz.
Said Nursî
91. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bu geceki Leyle-i Kadir’de olan bütün dualarınıza binler âmîn, âmîn, âmîn deriz.
Sâniyen: Nazif’in haber verdiği yeni bir taarruz alâmeti ne şekildedir? Makineye karşı olmazsa hiç ehemmiyeti yoktur. Eğer o cihette olsa çok ihtiyat ediniz. Münasib ise, Demokrat Partisinden muavenet isteyiniz. Ben merak ediyorum. Biz dünyalarına karışmadığımız halde, bu derece bize ilişmek ve küfür hesabına hizmet-i Kur’aniyemize sed çekmek musibetine karşı, bütün Nurcular bütün kuvvetleriyle demir gibi bir metanet ve tesanüd ve sabırla çalışmak ve سِرّاً تَنَوَّرَتْ altına girmek gerektir. Hem telaş etmeyiniz, onlar birbirleriyle meşguldürler.
Sâlisen: Zülfikar’ın âhirinde yazılacak Hizb-i Nuriye’den (kısmın âhirindeki) yirmiikinci sahifede وَ فِى صَحِيفَةِ محمد فيضى وَ اَمْثَالِهِ fıkrası bedeline وَ فِى صَحَائِفِ حَسَنَاتِ الْكَاتِبِينَ لِلرِّسَالَةِ النُّورِ yazılsın. Çünki Zülfikar daha umumîdir. Bütün müstensihler hissedardırlar.
Râbian: Makine ile yazılan parçalar gayet emin ve ayrı ayrı yerlerde muhafaza edilsin. Tâ bitinceye kadar. Dikkat ediniz ki, münafıkların müsaderesine uğramasın. Hem hiç telaş etmeyiniz ve sarsılmayınız. İnayet-i Rabbaniye tam devam ediyor. İnşâallah yine bizi onların şerrinden muhafaza edecek.
Umum kardeşlerimize selâm ve dua ederiz. Dualarınızdan her vakit istifade eden kardeşiniz.
Said Nursî
92. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim ve Kur’an hizmetinde muktedir arkadaşlarım!
Evvelâ: Bu defa uhrevî ve firdevsî yadigârlarınızı aldım. Cenab-ı Erhamürrâhimîn her harfine mukabil herbir kâtibine bin rahmet eylesin ve her satırına bedel yüzer hasene defter-i a’maline yazdırsın, âmîn. Ve her sahifesine mukabil sahaif-i hasenatlarında yüzbin sevab yazdırsın, âmîn. Sava Medrese-i Nuriyesinin Hâfız Mehmed, Mustafa Çavuş, Sâlih Çavuş kahramanlarının Zülfikarları ve Zekâi, Hâfız Ahmed, Halil İbrahim Nur fabrikasının şakirdlerinin Asâ-yı Musa’ları bizleri memnun ve müferrah ettikleri gibi, elbette onların üstadları ve ustabaşıları olan merhum Büyük Hâfız Ali ve Merhum Büyük Hâfız Mehmed bizden ziyade âlem-i berzahta ve hususî medreseleri olan nurlu kabirlerinde bu hizmetlerinden müftehirane seviniyorlar. Biz ölmemişiz gibi, dünyadaki bu kardeşlerimiz yüzünden sevab kazanıyoruz derler. Hattâ bu kıymetli mübarekler buraya girmeden on saat evvel yoldan geliyordum. Yine Hüdhüd-ü Süleymanî önüme çıktı. Âdete muhalif beş defa sağa sola gitti geldi. Ve altıncıda uzun gitti. Başka bir vaziyetle başka bir haber veriyor gibi hissettim.
Bana hizmet eden Mehmed’e söyledim: “Her halde bir müjde beni sevindirecek, manevî bir hediye var” dedim. Ben sabah kapıyı açtım, aynı müjde tam çıktı.
Altıncı müjdeli işareti ise, Nazif’ten gelen makine mahsulâtı olduğunu şübhem kalmadı. Ben bugünlerde rakibleri çok olmasından Nazif’in devamına mâni’ çıkmasın diye çok endişe ediyordum. Hadsiz şükür olsun; hem devam eder, hem güzel ve dikkatli ve sıhhatli bir tarzda o kahra Zülfikarını keskinleştiriyor. Mâşâallah yanlışların azdır. Hem dikkatle yanlışlar anlaşılıyor. Meselâ:
Medeniyetle Kur’anın hükümlerini müvazenede birinci kelimeyi vücub-u zekatla, ikinci kelimeyi riba ve faizle deyip (hurmet) kelimesi noksan kalmış. Dikkat eden anlar. Hem aynı bahiste (bütün ihtilâlât) yerinde (ihtilâlât) yazılmış. ح خ olmuş.
Sâniyen: Hizb-i Nuriye’den olan parçayı bekliyorum ki; Zülfikarlar tamam olsunlar. Bu hediye sahiblerine ve bu elmas kalemli kardeşlerimize binler bârekâllah ve mâşâallah deriz. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve iki cihanda selâmetlerine dua ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Hâşiye: Evet Üstadımın bana söylediği aynı çıktı. Mehmed
93. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: On seneden beri siyaset ve harb vaziyetlerine çok ehemmiyet verip, merak edip bakmadığım halde bugünlerde Nur makinesinin faaliyeti azalmasından yalnız bir tek saat dünya siyasetine baktım. İnsanın en geniş dairesi, gafleti bu harb ve mücadele dairesini gördüm. Ehl-i imana böyle lüzumsuz gaflet dairelerine girmek çok zararlıdır hissettim. İnsanın hissiyat-ı uhreviyesini boğuyor ve huzur ve marifet-i imaniyenin lem’alarını söndürüyor. Çünki kendi şahsında ve en zahir şahsî fiillerinde icadsız bir cüz’-i ihtiyarîden ve gayet cüz’î bir kesbden başka elinde bulunmayan bu âciz insanlara, o daire-i siyaset içinde öyle acib ef’ali ve iktidarı veriyor ki; neûzü billah firavunane bir nevi hallâkıyeti o âciz insanlarda ve adem âlemleri hesabına çalışan o tahribçilerde tevehhüm edip, Hâlık-ı Zülcelal’in tasarrufat-ı rububiyetini ve şuunat-ı uluhiyetini daha göremiyor. O halde Hazret-i Ömer Radıyallahü Anhu ve Sahabeler gibi zemin yüzünde, o geniş daire-i siyaseti dolduracak derecede bir marifet-i imaniye taşımak lâzımdır ki; kalbini bozmasın, gaflette boğulmasın. Veya eski mücahidler gibi, yalnız cihad için baksın veya sırf din namına her şeyi kudret-i İlahiyeden bilip, beşer üstüne bir tecelli-i gazab veya adalet suretinde mukadderat-ı beşerde kader kaleminin harekâtını görsün. Yoksa boğulur. Faidesiz, zararlı sermaye-i ömrünü mahveder. Bu hakikata binaen bu asırda vukua gelen acib tehlikelerden ve tahribattan nev’-i beşer dine, imana, Allah’a, âhirete kaçmaları ve iltica etmeleri lâzım iken ve dünya hayatı tam fâni ve belalı ve tam bekasız, temelsiz, muvakkat olduğunu bilmeleri zarurî iken, bütün bütün aksine olarak ölmez, demir vücudu var ve dünyada ebedî kalacak gibi dinden ve imandan sıyrılıyorlar. Dinsizlikte çırpınıyorlar. Daha ziyade tokatlara müstehak olup en acınacak hallerinde merhametlere liyakatlarını kaybediyorlar.
Risale-i Nur’un şakirdleri siyasetten çekilmeleri ve karışmamaları çok isabetlidir. Ve vazife itibariyle vazifeli bir kısım Nurcular siyasete bakmaları, elbette selef-i sâlihîn mücahidleri nazarıyla bakıyorlar. Umumunuza binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Haşiye: Nazifin makinesi işliyor mu? Hüsrev'in makine kağıtları neden İstanbul'dan gönderilmiyor.
Mahrem bir Haşiyedir: Burada bir kaymakam bir doktora demiş ki; Said Nursî'nin vücudu ortadan kalkmalı. Yarı resmi Üstad aleyhinde itlâf planını ifşa etmiş. Üstadımız ............ çok kızdı. Hatta size bir mektup da yazmış. Şimdi Üstadımız der ki; O memur dost idi ki o gizli planı ifşa etti. Bizi ikaz etti. Hatta hem onu hem o doktoru buradan kaldırdılar. Fakat hiç merak etmeyiniz. Üstadımızın büyük bir hıfz-ı İlahi içinde olduğunu hissediyoruz..
Ceylan
Üstadımızın mektubuna bir Hâşiye: Latif ve manidar bir vakıa:
Üstadımız bu son hastalıkta ziyade üşüyordu. Tahtalardan, çabuk yanacak odunlar lâzımdı. Hiç münasebet yokken Âyet-ül Kübra’nın kerametiyle yangından kurtulan Çalışkanların müşterek dükkânı, bir maslahata binaen tahta yerinde tuğladan yapılmak îcab etti. Aynı tahta hatırımızda yok iken Üstadın küçücük medrese-i Nuriyesinde yakmak için fikrimizde yok iken bütününü oraya verdik. Boşboşuna fırıncılara verilecekti. Demek Âyet-ül Kübra’nın bu odunları kendi medresesinde yakmak için hârika bir surette muhafaza etmiş, kanaatımız geldi.
Ceylan, Mehmed, Hasan
94. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَارَهُ اللّهُ Denizli makinesi şimdilik işlemediğinde bir hayır var. Hem birden üç makinenin, üç mühim merkezde faaliyetleri سِرّاً تَنَوَّرَتْ sırrına göre maslahat değildir. Hem Isparta, İnebolu gibi, Denizli şakirdleri mübarek kalemleriyle çok iş görmediklerinden, onların kalemini Nur hizmetinde çalıştırmak için, muvakkaten makineleri işlemedi. Şimdilik Isparta ve İnebolu makinelerinin mahsulü, muhtaç müştaklara teberrüke inayet böyle tecelli ediyor.
Sâniyen: Gül Nur fabrikasının demirbaş kâtiblerinden Hüsrev ve Kâtib Osman’ın o civardaki Nur şakirdleri nâmına benim bu defaki şiddetli hastalığıma şiddetli teessürleri ve ölümden gelen iftiraktan teellümleri Nurcularının hesabına onlara teşekkür ve memnuniyetle beraber derim ki: Sizler gibi hakikî kardeşin pek fevkinde vârislerim ve vekillerim ve haleflerim bulunduğundan ben kemal-i sürur ve ferahla ecelimi bekliyorum, ölümü sevinçle karşılıyorum. Yalnız Zülfikar ve Asâ-yı Musa gibi birkaç mecmua-i Nuriyenin makine ile intişarına kadar bu dünyevî hayatında kalmamı, belki tashih gibi şeylerde de yardım ederim diye isterdim.
Bir küçücük hissiyatımı beyan ediyorum: Bu defa ölümü pek yakın zannettim. Hattâ sekerat tahmin eyledim. Birden çok sevdiğim kardeşlerimden ve Nur Risalelerinden dünyevî müfarakat beni müteessir etmeye başladı. Hem o Nurlar Mecmualarının intişarında her tarafta muhtaç insanların imanı bir sürur ve umumî teselli vermesinin bayramını göremeyeceğim diye derince bir hüzün hissettim. Hizb-i Nuriye’nin hülâsasını okudum. Birden kalbime geldi: Nur’un güneş gibi hakikatı, hakkalyakîn derecesinde göstermiş ki: Ölüm bizim için bir terhistir. Ve aynelyakîn hissettim ki; iman hem beni, hem bütün alâkadar olduğum dostlarımı ve kardeşlerimi ve hususî dünyamı, i’damdan ve ademden ve hiçlikten ve zulümattan kurtarıyor. Ve ilmelyakîn kat’iyyen bildim ki: Ölüm beni ahbabımdan ayırmıyor, belki yüzde doksandokuz ahbablarım bulunduğu güzel bir âleme götürüyor. Sonra buradaki ahbabım da ve müfarakatlarından müteellim olduğum dostlarım da oraya geleceklerinden, sonra dünyada kaldıkları müddetçe bana hasenat kazandıracaklar. Ben onları yine göreceğim ve sair dünyevî güzel manzaralarını ve beni alâkadar eden hayatımın levhalarını, âlem-i misal sinemasında temaşa edeceğim. Hem izn-i Rahman ile bu dünyayı dahi berzahî bir göz ile daha ziyade seyredebilirim diye, sarsılmaz bir kanaat geldi. Ben de mümkün olsaydı hususî dünyamdaki bütün mevcudatın dilleriyle “Elhamdülillahi alâ nimet-il iman vel Kur’an” diyecektim. Hem onlar adedince, tasavvuran ve niyeten ve fikren “Elhamdülillah” dedim. Sonra o halde iken ehl-i dalaletin ölüm hengâmında ve ihtiyarlığındaki pek çok dehşetli elemlerini ve teessüflerini ve çok hazîn firak acılarını düşündüm. İman ne derece zîşuur insanlara lüzumlu ve herşeyden ziyade zarurî ve her ihtiyacın fevkinde beşeriyete kat’î bir hâcet, bir madde-i hayat ve beşeriyet için bütün nimetlerin menbaı bir medar-ı saadet olduğunu, ilmelyakîn, belki aynelyakîn gördüm. Her ne ise.
Kardeşlerim beni çok merak etmeyiniz. Hastalığın tehlikesi geçti, hafifleşiyor. Yalnız dimağıma ve başıma tesiri var, çok uğultu veriyor, başım dönüyor. Fakat hadsiz şükür olsun ki; maddî, manevî vazifeme devam edebilirim, kendi kendimi idare edebilirim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umumunuza binler selâm. Duanızdan daima istifade eden kardeşiniz ve size müştak ve hizmetinizden gayet memnun ve minnettar
Said Nursî
95. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ مَا تَكْتُبُونَ وَ تَقْرَؤُنَ فِى خِدْمَةِ الْقُرْآنِ وَ اْلاِيمَانِ
Çok aziz ve tam sıddık kardeşlerim!
Bu defaki dört-beş mektublarınıza hususî birer mektubla cevab vermeğe şimdiki halim müsaade etmediği için kusura bakmayınız, kısa bir mektubla iktifa ediyorum.
Evvelâ: Hüsrev kardeşim! Sizi bu derece müteessir edeceğini bilse idim, zehirli hastalığımı ve vasiyetnamemi yazmayacaktım. Madem inayet-i İlahiye ve himayet-i Rabbaniye devam ediyor ve madem bu çok azablı hayattan saadetli ve bâki bir hayata geçmek ta’ziyeye değil belki tebrike lâyıktır. Ve madem te’lif vazifesi neşir vazifesine yerini bırakmış ve neşirde binler genç Said’ler, Hüsrev’ler, Abdurrahman’lar çalışıyorlar. Ve madem Risale-i Nur’un daimî ve bâki olan şahs-ı manevîsi, bu bîçare, âciz, fâni Said’den yüz derece ziyade şakirdlerine üstadlık edebilir. Elbette sizin elîm ve hazîn teessüratınız yerine teselliler ve bana ciddî tavsiye ve dualarla tahammüle yardım etmek ve beni tazib eden münafıkları Cehennem’e ve gazab-ı İlahîye havale etmekle kalben istirahat etmek gerektir.
Sâniyen: Kardeşim Re’fet! Senin Kur’an’a kuvvetli hizmetin ve Nurlara ehemmiyetli alâka ve irtibatın çoklara bir hüsn-ü misal ve sebeb-i teşvik olduğunu kat’î biliyoruz. Hususan bu defa Mu’cizat-ı Ahmediye tashihinde yedi çocuğun bahsine yedi yaşında iken Meliha’nın merakla dinlemesiyle tâ o zaman bu çocuk, Kur’ana ve Risale-i Nur’a tam bir şakird olacağını bildim. Ve Şükrü Efendi’nin vefat eden yedi-sekiz yaşında Hayrunnisa namındaki kızı dahi Meliha gibi nazar-ı dikkati celbetmiş idi. Şimdi onun bedeline hemşiresi vazifesini görmeğe başlamış, inşâallah öteki iki arkadaşları da onlar gibi hem Kur’ana hem Nurlara çalışacaklar. Ben onları masum şakirdler içinde dualarıma dâhil ettim. Hem mektubunuzda madem Konya’lı Hâfız Mustafa ve İsmail, Risale-i Nur’a müştaktırlar. Onları kabul ediyoruz. Çünki Isparta’dan başka, her yerden ziyade Konya âlimleri, Risale-i Nur’a tam sahib olmaya başlamışlar.
Sâlisen: Safranbolu kardeşim Mustafa Osman! Senin mektubunda benim haddimden yüz derece ziyade hüsn-ü zannın ve bana karşı samimi şefkatin ve Nurlara kuvvetli irtibatın beni çok mesrur eyledi. Yalnız Hazret-i Azrail Aleyhisselâm hakkındaki tabirin bana ağır geldi, kalben dedim: “Üstadını hürmet cihetinde bu derece ifrat caiz değil.” Birden Yirmisekizinci Mektub’un Üçüncü Mes’elesi hatıra geldi ki, herkesin ruhunu Azrail Aleyhisselâm bizzât kabzetmiyor, belki onun taht-ı emrinde neferler gibi onun aveneleri küçük melekler var. Bu meleklerden birisi Said’in ruhunu kabzetmek için gelse, Mustafa Osman’ın tabiri ifrat-ı muhabbetten gelen bir hüsn-ü zanla caiz olabilir bildim. Fakat medar-ı itiraz olmasın diye onu çizdim. Ve Hıfzı ve Abdi ve Osman oralardaki kardeşlerimiz, benim bedelime kendileri ölmek istemeleri beni cidden ağlattırdı. Mâşâallah onlar gençtirler, benim bedelime dünyada kalıp Nur’a çalışsınlar. Mehmed Feyzi’nin vâlidesi Ayşe’nin vefatını yazıyorsunuz. Cenab-ı Hak ona rahmet eylesin. Ve Feyzi’ye sabr-ı cemil ihsan eylesin. Benim tarafımdan onu ta’ziye ile deyiniz ki: O merhume Ayşe, Nurlar ile alâkadar idi, şakirdler içinde sayılmış idi. Şimdi eski gibi yine Hüsrev’in merhume vâlidesi Ayşe’ye arkadaş olup dualarımda ve manevî kazançlarımda ikisi beraber hissedar oluyorlar. Hem Feyzi madem serbest kalmış, fırsat bulunsa, zaman müsaade etse ben onu yanıma celbedeceğim. Vâlidesine bedel bana hizmet etsin. Çünki o Rüşdü’den ve Süleyman’dan sonra benim mizacımı ve hususi işlerimi görmesini tam biliyor, altı-yedi sene tam yapmış.
Râbian: Hüsrev’in mektubuyla gelen Tavas’lı Mehmed Çavuş’un ve A’ma Mehmed’in pusulaları bana ehemmiyetli geldi. Eğer bu Mehmed Çavuş, Molla Mehmed namında biz hapiste iken, tam kardeşimiz olmuş ve Nurlara çalışmış ve şimdi de o hapiste Asâ-yı Musa mecmuasına çalışıyor adam ise, benim nazarımda çok ehemmiyeti var. Çünki ben, o hapsi ehemmiyetli bir medrese-i Nuriye biliyorum. Nurların yazmasına ve okumasına ne lâzım ise, siz yardım ediniz. Benim tarafımdan hem ona, hem o A’ma Mehmed’e, hem o hapisteki umum dostlara selâmımı yazınız. Ve o hapis ve içindekileri ve Denizli’yi hiç unutmayacağımı bildiriniz. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime ve masumlara ve ihtiyar ümmilere birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarını isteriz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
96. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ شَعْبَان
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Şaban-ı şerifinizi tebrik ve muvaffakiyetinize dua ederiz.
Sâniyen: Bir lüzuma binaen “Dâhiliye Vekiliyle Bir Hasbihal” parçası namındaki fıkrayı açık mektub olarak bir münasib gazete ile neşretmek için Sâlih Yeşil’e gönderdik. Ve bir suretini Başvekil’e ve birisi de Adliye Vekiline ve biri de Dâhiliye Vekiline ve biri de Afyon Emniyet Müdürüne veyahut Valisine buranın kumandanı vasıtasıyla gönderiyoruz. Bir suretini dahi yine size gönderiyoruz.
Sâlisen: Eğirdir’de Ali Osman’ın uzun bir mektubunu aldım. Hususi cevaba halim müsaid değil. Mektubunda isimleri bulunan ve başta Hakkı ve پ olarak oradaki kardeşlerimize çok selâm ederiz ve Ali Osman’ın bir kısım mektubunu Lâhika’ya geçirdik. Umuma selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz ve dualarınızdan
daima istifade eden
Said Nursî
97. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim ve hizmet-i Kur’aniyede muktedir, muhlis arkadaşlarım!
Evvelâ: Hadsiz şükür olsun Rabbimize ki Nurları münafıkların tecavüzünden kurtarıyor, yalnız taarruz bana oluyor. Hem taarruz edenleri rezil ediyor ve kısmen vazgeçiriyor, bana sabır ve sevab veriyor, neticede mesrur ediyor. Bu defa az telaşım, Asâ-yı Musa nüshaları birden elime geçti. Onlar da haber aldılar. Acaba bunlara hücum olmasın? Lillahilhamd hiç ilişmediler, hattâ birisi düşmanlığı bırakıp dost oldu. Ankara’ya vekillere gönderilecek “Dâhiliye Vekiliyle Hasbihal” mektublarını ona verdim, sen gönder dedim. Sonra Sâlih Yeşil’e göndermeyi münasib gördük, ona yazdık. Eğer münasib ise o, onları İstanbul’dan Ankara’ya göndersin ve bir suretini bir münasib gazete ile neşretsin diye yazdık. Bera-yı malûmat size haber veriyoruz. Eğer siz şimdilik münasib değil derseniz, Sâlih’e yazınız vermesin.
Sâniyen: Denizli Hüsrev’i ve Hâfız Ali’si Hasan Feyzi’nin bu pusulanın başına yazdıktan sonra bu saatte çok müjdeli uzun bir mektubunu aldım. Elhak o zât Nurların fütuhatına büyük bir sebebdir. Bin bârekâllah o kardeşime. O şehnameleriyle ve bu gibi gayretli (ibretli) tesellidar mektublarıyla Nurların dairesini tam genişlettirir. Herkesi şevke ve gayrete getirdi. Cenab-ı Hak Denizli’yi de Isparta gibi bir medreset-üz zehraya çevireceğine delildir. Bu çalışkan ve muktedir kardeşimiz mektubunda benden bazı mes’elelere dair fikrimi soruyor. Ben de sizin meşveretinize havale ediyorum. Ve hemşiremiz refikasının yazısındaki satırlar kelimelerinden çıkan keramet-i Nuriye çok güzel ve latiftir. Ona bârekâllah deriz. Ve mektubunda bahisleri bulunan ve bilhassa hâkim-i âdil, bütün o eski ve yeni kardeşler ve hemşirelerimize çok selâm ve dua ederiz. Ve bu mübarek şuhûrda dualarını rica ederiz. Ve Feyzi’nin tam hâlis ve sâdık talebelerinden ve Nur’un gayretli ve ciddî şakirdlerinden Ahmed’in bir mektubunu aldım. Hususi cevab vermeye halim müsaade etmediğinden şimdilik bu kadar derim:
Denizli hapsi madem bize Feyzi ve eski talebelerini ve dostlarını ve Hâfız Mustafa ve Muharrem, hâkim-i âdil ve ve ve ve ve ve ve ve ve ve ilâ âhirihî.. gibi hakiki kardeşleri kazandırdı. Elbette o hapis, nazarımızda çok mübarektir ve medrese-i Yusufiye namına lâyıktır.
Sâlisen: Abdurrahman Salahaddin’in mektubunu çok beğendim. Mâşâallah hüsn-ü ifadede ileri ve terakki etmiş. Baba-oğul Nur’un iki kahramanı olduklarını her fırsatta isbat ediyorlar.
Râbian: Sav Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarından Marangoz Ahmed’in mektubunda iki keramet-i Zülfikar nümunesi aynen hem Barla’da hem Kastamonu’da biz de gördük fakat ayrı bir tarzda. Beğenmediğimiz siyah mürekkep birden hâlis kırmızı mürekkebe döndüğünü ben ve arkadaşlarım hayretle gözümüzle gördük.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umuma selâm. Ve dualarınıza muhtaç kardeşiniz,
Said Nursî
Daha yazacaktım, vakit kalmadı.
98. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Evvelen: Bin gece kadar kıymetdar Beraet gecenizi, geçen sene müjdeci ve şimdi aynı vakitte yanıma gelen kuddüs kuşuyla beraber tebrik ederiz.
Sâniyen: Bu defa bana hafif taarruzları ve bana hizmet eden Mahmud namındaki çocuğu hafiye yapmaya çalışmaları akîm kalması ve başka vilayetlerden gelen yabanileri kabul ettiğimi diye asılsız bahaneleri ise şimdi hakikatı anlaşıldı:
Bana ilişen memurlardan birisi demiş: “Nerede dince bir hareket olsa, en evvel buraya ve Said Hoca’ya bakarlar” diye ifşa etmiş. Ve anladık ki: Nurcu ve hapis arkadaşlarımızdan ve kardeşimiz Şemseddin Yeşil, Sultan Ahmed Câmiinde Nur hakikatlarından ders vermesiyle, Re’fet’in yazdığına göre 5000 adam o vaazda toplanmasından Nurların rakibleri kıskanç adamlardan bir hoca demiş: Otuzbeş sene evvel Mart hâdisesinden bir-iki ay evvel Molla Said’in Ayasofya’daki dersinde otuz-kırk bin adam toplandı, dinlediler. Demek Şemsi Yeşil onun gidiyor (gibidir) ve risaleleri için beraber hapse girdi. Onun dersleri Risale-i Nur ve onun talebesidir ve hesabınadır diye Afyon’a kadar işaa etmeleri, bu defaki ehemmiyetsiz taarruza sebeb olmuştur. Fakat taarruz edenler, nedamet ettiler. Bize bir zarar olmadı, fakat güzel rahmet hergün gelen yağmurları birden kesildi. Siz merak etmeyiniz, inayet devam ediyor.
Sâlisen: Nazif, Re’fet, Mustafa Osman, Küçük İbrahim mektublarındaki mes’ele-i tab’ ve makine ve bir ay kadar sabretmemiz ve Nurların serbest tab’edileceği ve misyonerlerin yalnız bir müstensihin sehviyle İncil-i Yuhanna’da (61) yazılması ve doğrusu (16) budur diye o koca eserde bundan başka kusur bulmamaları bizi çok mesrur eyledi. Fakat çok defa söylediğimiz gibi yine tekrar ediyorum ki, herşeyden evvel sıhhatına ve yanlış olmamasına çok dikkat etmek lâzımdır. Çünki Risale-i Nur başkalarına benzemez. Bazan bir tek kelime ve bir harf ve bir nokta yanlışıyla ehemmiyetli bir mes’ele bozulur, hakikat sureti değişir. Sizin isabetli reyinize havale ediyoruz.
Hem herhalde Zülfikar-ı Mu’cizat en evvel eski harfle makine ile ve Asâ-yı Musa mecmuası en evvel yeni harfle tecrübe edilse münasib olur. Görseniz yaparsınız. Ben bu dört kardeşimize çok minnetdarım. Re’fet’in sıhhatını merak ediyorum. Küçük İbrahim bir tashihli Zülfikar’ı İnebolu’ya istiyor, sonra gönderilecek. Mustafa Osman’ın bize gönderdiği Asâ-yı Musa’yı çok beğendim. Hem çok dikkatli ve sıhhatlı ve güzel fakat tevafuksuz, bin mâşâallah. Nazif hakikaten kahramancasına Nurlara çalışıyor, bin bârekâllah.
Kardeşlerim! Tâ bayrama kadar istirahata ve sükûnete ve sıhhata ihtiyacım var. Dualarınızla bana yardım ediniz. Merhum Hâfız talebelerinden Hasan ve Ahmed’in fıkraları Lâhika’ya girsin. Umuma selâm ve dua.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
99. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ثَوَابَاتِ قِرَائَةِ حُرُوفِ الْقُرْآنِ فِى شَهْرِ رَمَضَانَ آمِين
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Buraya görüşmek için çok zâtlar, bazan çok uzak yerlerden gelip çok da masarıf ederek bizimle görüşemeden ve mecburiyetle görüşmeden dönüyorlar. Hocalardan birisi uzaktan gelmişti. Bir saat âdi şahsıma bedel, Asâ-yı Musa mecmuasıyla bir sene sohbet etmek için aldı, memnuniyetle gitti. Evet Risale-i Nur’la görüşen benim âdi şahsımla değil, belki Kur’an hâdimi ve Nur tercümanıyla görüşür. Çünki Nurlardaki ilim, başka kitablar ve ilimler gibi bir ilmî ders dinlemek değil, belki müellifinin manevî ameliyat ve tedavileri içinde bütün latife ve duygularıyla çırpındığı ve çalıştığı ve kısmen ayn-el yakîn kazandığı aklî ve halî ve kalbî ve hissî tasdik ve zevkettiği hakikatları onun ders aldığı yerden ders almak ve o manevî muhavere ve sual ve cevabı müstefidane dinlemektir. Bu ise fâni ve fena şahsımla sohbetten çok ziyade faidesi var. Hem meşrebimizde surî ve muvakkat sohbet esas değildir. Manevî ve daimî sohbet yeter.
Sâniyen: (Bkz. Bu manidar yeni zelzeleyi merak…)
Sâlisen: Marangoz merhum Barla'lı, hârika sadakatlı Mustafa Çavuş'un tam yerine geçen Medrese-i Nuriyenin tam çalışkan kahramanlarından Marangoz Ahmed'in benim için Sava'nın Davraz Dağı'nda berzahî ve uhrevî bir menzil, bir mezar düşünmesi ve yazması, beni çok sevindirdi ve hazînane ağlattırdı.
Umum kardeşlere ve hemşirelere selam ve dua ve istida eden,
Kardeşiniz
Said Nursî
101. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık, kahraman, sarsılmaz, çekilmez, mücahid kardeşlerim!
Evvelâ: Hem sizi, hem ikinci küçük Isparta kahramanlarını, hem bütün Nurcuları tebrik ediyoruz ki; bu kudsî hizmet-i Nuriye-i imaniye makine vasıtasıyla yine mübarek kalemlerinize kısmet oldu. Kahraman Nazif’in dediği gibi, bu sırada tam Zülfikar’ın lüzum-u neşri hengâmında bu hârika makinenin imdadımıza gelmesi Zülfikar-ı Mu’cizat’ın mu’cizevarî bir kerameti ve büyük bir inayet-i Rabbaniyedir. Hem Hüsrev ve Tahirî gibi güzel ve şirin yazıları aynen intişar eder. Fakat Nazif’in buraya yazdığı izahatında anlaşılıyor ki; çok masraflı düşer. Şimdilik 200 veya 500 veya 1000 nüsha hem eski yazı ile hem taksim-ül a’mal kaidesiyle Zülfikar’a Nazif’ler başlaması gibi, siz dahi Asâ-yı Musa veya İstanbul’a Tahirî’nin tab’ etmek için beraber aldığı manevî tarihçe-i hayat mecmuası veyahut İnebolu makinesine, makinenizle Zülfikar’dan Mu’cizat-ı Ahmediye parçasını onların yazdıkları aynı kıt’ada yazıp yardım ediniz. Madem risalelerden daha müteaddid mecmualar çıkacaklar, siz meşveretle intihab edersiniz. Kardeşlerim, dünya işlerini bilemediğimden sizlere havale ediyorum. Bu büyük masraflara karşı ekser kardeşler fakir-ül hal ve çoktan beri aleyhimizde propaganda ile herkeste bir çekinmek ve Nurlardan kaçınmak cihetiyle, abone usûlüyle, hem ucuz verilmemek, tâ kıymetini takdir etmeyenlerin ellerine düşmesin. Hem büyük masraflara girmemek, hem temkinli ve ihtiyatlı bulunmak ve hürriyetçilerin Nur’un neşrinde yardımlarını ve himayelerini elde etmek lâzım geliyor.
Sâniyen: Ben bu sene çok zaîfim ve zehirlemeden teessüratım ve teellümatım ziyadeleşmiş. Ve buranın havasıyla imtizaç edemediğimden hasta oluyorum. Bu pek çok kıymettar Ramazan-ı Şerifte çalışmama makbul dualarınızla yardım etmenize çok ihtiyacım var ve derim: “Yâ Rab! Bu Ramazandaki Leyle-i Kadr’i, Nur şakirdleri hakkında bin ay kadar hayırlı yap ve Ramazan’ın herbir gününü onlara bin gün ve her geceyi bin gece kadar sevablı ve faziletli eyle, âmîn, âmîn. (Haşiye[6])
Umuma selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
102. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدُ اْلآبِدِين
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Sizin üç merkezde üç makineye dair müjdeniz, Nur’un fütuhatına geniş bir zemin ihzar edilmiş diye bütün ruh-u canımla mesrur olup şükrettim. Tashihat hakkındaki endişelerim kalmadı. Çünki sizler daima başında bulunacaksınız. Hem bu pek büyük hizmet-i imaniye temiz, kuvvetli, mübarek elleriniz ile olacak, matbaacıların kirli elleri karışmayacak. Hem yine tekrar ederim ki: En ehemmiyetli mes’ele, tashihine dikkat etmektir. Az olsa, yanlışsız olsa daha iyidir. Rakibler tarafından medar-ı itiraz ve tenkid olmamak için sıhhatına ihtimam etmek gerektir. Şimdilik eski yazı ile olsa daha münasibdir. Tevafuk muhafaza edilmese de zarar yok, belki kendine mahsus başka tevafuk çıkar. Hem madem iki sahife yazılsa tereşşuh eder, İnebolu gibi uzun kıt’ada yalnız bir sahife yazılsın. Hem elmas kalemler “Makine geldi, hizmetimiz hafifleşti” demesinler. Belki daha parlak bir faaliyet meydanı açıldı. Yüzer nüshaların tashihatı ve yüzer risalelerin ayrı ayrı ve beraber yüzbinlere yetiştirmek için beş nevi ibadet hükmündeki kalemle yazmak vazifesi, başka tarzda inşâallah ziyadeleşecek, noksan olmayacak.
Sâniyen: Şimdilik asabiyetle haricî ve dâhilî cereyanların mücadeleleri içinde, Dâhiliye Vekilini mahkemeye vermeye dair pek kuvvetli açık mektubum gazeteye ve makamata verilmemesi isabettir. Yoksa istibdad-ı mutlakın pek zahir bir misalini gösterdiği için, çok dedi-kodulara sebeb olup nazar-ı dikkati bize celbedecekti. Halbuki maslahatımız, onlar bizi düşünmemektir.
Sâlisen: Uşak’ta İmam İzzet, masum evlâdlarıyla (Şâkir, Şeref, Fahreddin) ve orada mektubunda isimleri bulunan şakirdler ile uzun mektubunu okudum. Mâşâallah, bârekâllah dedim. İnşâallah hanesini ve köyünü tam nurlandıracak. Homa’lı Mehmed Ali’nin de samimi ve hâlis fakat imlâsız mektubunu okudum. Veffakakellah ve bârekâllah dedim. Onlara ve rüfekalarına selâm ve ramazanlarını tebrik ederim. Umuma selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
Kusura bakmayın, başımı kaşıyacak vaktim yok, meşgalem çoktur.
103. Parça[]
Aziz, Sıddık, Fedakâr Kardeşlerim!
İnebolu kahramanlarının tebrik mektublarında iki tevafuk ve iki kuşun garib ziyaretleri çok manidardır. Evet, benim birtek mektubumu yazan birtek adamın hükûmetçe araştırılması ve ehemmiyetle bakılması tazyiki zamanında, şahsımdan binler derece daha ziyade konuşan ve tesirli ders veren Risale-i Nur'un Zülfikar-ı Mu'cizat'ın bin nüshaları ve bin dille ve binler mektubatıyla şimdiye kadar çok rakibleri bulunan ve takib edilen ve mümaşata tenezzül edemeyen Ahmed Nazif'in kalemiyle serbest ve mümanaat görmeden yazılmasına; değil yalnız kuşlar, belki melekler ve ruhanîlerden bir kısım, temessül edip bu hârika muvaffakıyeti tebrik etseler, yine çok değil. Biz dahi o küçük Isparta kahramanlarına binler bârekâllah ve mâşâallah ve veffakakümullah deriz. Bütün ruh u canımızla onları tebrik ederiz ve bu pek büyük vazifede ihtiyat ve dikkatin lüzumunu ihtar ederiz.
Aziz kardeşlerim!
Kahraman Nazif’in 5000 nüsha kadar teksir fikrine şimdilik iştirak etmediğimin üç sebebi var:
Birincisi: Risale-i Nur’un meşrebi izhar-ı hacet etmemek ve ehl-i dünyanın cemaatlerindeki o sû’-i istimal edilen ianeler toplamak gibi, başkaların malî yardımlarını istememek ve dünya menfaatı için mukaddesatı âlet edenlerin nazarlarında ihlas zararına “ver” dememek, belki istemeden verilse ve kabulü rica edilmek şartıyla alınmaktır. Yoksa bu kadar rakibler karşısında, Nurların hâlis ve sâfi mesleğini muhafazası müşkil olur.
İkinci sebeb: Nur’un çok mecmuaları var. Bütün himmet birisine sarf edilmemek, meselâ Lâhika ve Tasdik-i Sikke-i Gaybî ve resmî ve gayr-ı resmî iki müdafaat mecmuaları gibi çok vazifeleri, taksim-ül a’mal ile yapmak; Denizli, Isparta, İnebolu ve üç merkez tam tesanüd ve meşveretle, teenniyle hareket ve sarsıntılara meydan vermemektir.
Üçüncü sebeb: Ehl-i dünya aleyhimde ve Nurlar aleyhinde yirmi seneden beri umumî propagandaları, ekser halkı ve bilhassa en ziyade alâkadar olmaları onlara farz olan hocaları o kadar ürkütmüş ki; kabil-i tevil olmayan bid’aların altında kendilerini saklıyor. Nurlardan çekiniyorlar. Hattâ bir kısmı bahaneleri arıyorlar ki; kendini mazur göstersin diye Nurlar herkesin eline geçmesine bir cihette mani’ olmaktır. Şimdilik 1000 veya 500 nüsha yeter. Her merkez kendi muhitinde istenilmeden verilen yardımlara kanaat edip ve idare etsin. Fakat ben dünyaya bakamadığım için size havale ediyorum, yalnız fikrim budur diye yazdım. Yoksa siz meşveretle münasib görseniz kabul ederim.
Sâniyen: İnebolu makinesine yardım için tashihimden geçen bir Zülfikar Mu’cizatı lâzımdır. Ben Küçük İbrahim’e va’d etmiştim. Fakat yanımda yoktur. Hem bu mübarek ayda rahatsızlık ve yalnızlık ve başka lüzumlu meşgaleler müsaade etmiyorlar. Herhalde Kastamonu’da Feyzi ve Emin vasıtasıyla ve Isparta’dan tam musahhah ve mükemmel parçaları ve mecmuanın eczalarını tedarik etsinler. Hem sıhhatına ve yanlış olmamasına, makine mahsulâtına pek çok dikkat etmek gerektir. Feyzi ve Gevre'li Nuri ve İhsan ve Zekeriya gibi parlak kalemler Nazif’e yardımları lâzımdır.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umum kardeş ve hemşirelere birer birer selâm ve selâmetlerine ve muvaffakiyetlerine dua eder ve deriz: Yâ Rabbenâ! Bu Ramazandaki Leyle-i Kadr’i, Nur şakirdleri hakkında bin ay kadar hayırlı yap! Âmîn, âmîn, âmîn.
Kardeşiniz
Said Nursî
Haşiye: Gülcü Hüseyin'in güzel Asa-yı Musa'sını kim yazmış merak ediyorum.
104. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Leyle-i Kadir gizli olmasından Ramazanın her gecesinde; hususan nısf-ı ahîrede ve bilhassa aşr-ı âhirde ve bilhassa yirmibir, yirmiüç, yirmibeş, yirmiyedi, yirmidokuzda bulunması ihtimaliyle, onlarda aramalı diye hadîste vardır. Cenab-ı Erhamürrâhimîn, Nurcular hakkında bu Ramazanın her bir gecesini bir Leyle-i Kadir kadar sevabdar ve Leyle-i Kadr’i de bin ay kadar hayırlı yapsın. Âmîn, âmîn, âmîn.
Sâniyen: Onüçüncü Şua namındaki küçük mektubları, Hüsrev’in yazdığı nüshayı okudum. Fıkraları çok beğendim, çok samimi ve ayn-ı hakikat gördüm. Hüsrev’in âdetine muhalif olarak çok zaman onunla meşgul olmasını haklı gördüm. İçinde çok ehemmiyetli fıkralar var, Lâhika’ya girdiği halde yine mühim bir kısmı müstakil yazılsa münasibdir.
Sâlisen: İnebolu civarında bulunan ve Nurlara güzel kalemiyle çok hizmet eden kardeşlerimizden Mehmed Zekeriya'nın bir mektubunu aldım. Endişelerimi izale edip beni mesrur eyledi. Şimdi Nurların bir vazifesi olan, çocuklara Kur'an okutmak ve iman derslerini vermek hizmetiyle meşgul olduğunu yazıyor. Ona yazınız ki: Bu hizmetin, aynen eskide Nurlara çalışmanız gibi kıymetlidir.
Hem senin yazdığın kesretli risaleler, senin bedeline Nurların neşrine hizmet ederler. Merak etmesin; o, eski makamını muhafaza ediyor.
Râbian: Makine mahsulâtını tam muhafaza için ayrı ayrı ve emîn yerlerde saklayınız ki; bir tecessüs olsa, bütüne zarar gelmesin. Hem Nazif ile bu vazifede meşveret edip yazılarınızı nümune için birbirinize gönderiniz ve çok ihtiyat ve sıhhatına dikkat ediniz. Dünyevî fırtınalar sizi sarsmasın. Eğer inayet-i Rabbaniye ile bu kudsî vazife tam yerine gelse, bu millete ve âlem-i İslâma pek büyük faidesi olacak. Umum kardeşlerimize selâm ve selâmetlerine ve Ramazanlarının makbuliyetine dua ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Duanıza muhtaç
kardeşiniz
Said Nursî
105. Parça[]
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evvela: Hüsrev'i tashihte ve tevzi'de ve tedbirde ve muhaberede ve Nurların neşir ve yetiştirmesinde tebrik ve muvaffakıyetine dua ederiz. Bu ehemmiyetli vazifelerle beraber; yine o şirin ve parlak kaleminin yazılarını çok nüshalarda görüyoruz; hem müstakil nüshaları da yazıyor, mektubundan anlıyorum. Hakikaten o, hizmet-i Nuriyede bir inayete mazhardır. Eğer o lüzumlu ve çok vazifeler olmasaydı bir ayda ondört risaleyi yazan kerametli bir kalem, Nur’un zülfikarı ve bir asâ-yı Musa’sı olurdu.
Sâniyen: Denizli Hüsrev’i Feyzi’nin Kur’anımızın meccanen tab’ına dair salahiyetdar bir zâttan verdiği haber çok ehemmiyetlidir. Fakat eğer tab’edilse, masrafını on derece ziyade çıkaracak. Yalnız teshilâta ihtiyacımız var. Nurcu olmayanların muaveneti değil, belki mümanaat etmemesini isteriz. Bu işde Tahirî ve Aziz gibi tecrübekârlar Zülfikar-ı Mu’cizat’ın tab’ından sonra çalışsınlar. Ve Feyzi’nin bir fedakâr kardeşimizin teşvikiyle Asâ-yı Musa mecmuasını yeni harfle 1000 nüsha tab’etmek ise, inşâallah yeni makine o vazifeyi daha kolay görecek. Fakat herşeyden evvel tashihe çok dikkat etmek lâzım ve elzemdir. Tab’edildiği zaman has kardeşlerimizden dikkatli ve meharetli bazı zâtlar başında bulunmak elzemdir. Yoksa Nurlara muarız bedbahtlar, tenkide başlarlar. Hattâ bir hoca, Asâ-yı Musa âhirindeki Arabîde فِى الْمُطْلَقٍ görmüş, demiş: “Hem elif-lâm-ı tarif, hem tenvin-i tenkir bir kelimede olmaz.” Evet öyledir, fakat nahiv ilmini okumayan kardeşlerimizden birisi Hizb-i Nuriye’de elif-lâmsız مطلقةٍ فى سرعة مطلقةٍ : مطلق görmüş. Hülâsat-ül Hülâsa’da lâm varken فِى الْمُطْلَقٍ yazmış. Salahaddin de öyle tab’etmiş. Her ne ise…
Hem hâkim-i âdil Hülâsat-ül Hülâsa’nın tercümesini istiyor. Fakat şimdilik pek çok meşgaleler ve tashihler, müsaade etmiyorlar. İnşâallah müsaid vakit gelir. Hem Âyet-ül Kübra ve bir kısım Hizb-i Nuriye’nin âhirinde bulunan tercüme-i Münacat, o Arabînin manasını tam bildirir.
Sâlisen: Karaağaçlı Yusuf Ali’nin mektubu, onu Nurlarla tam bağlı gösteriyor. Allah muvaffak eylesin ve sebat versin, âmîn. Ve rü’yası hayırdır, Nur hizmetiyle alâkadardır. Allah hayra çevirsin.
Rabian: Şimdi birden Sava medrese-i Nuriyenin Hacı Hâfız'ı Mehmed ve merhum Hâfız Mehmed'i ve kardeşlerini ve Mehmed'lerini ve Ahmed'leri ve masum Nurcuları ve mübarek ihtiyar ve sair kahraman şakirdlerini düşündüm. Hayatım müddetince ona yakın olmak bütün canımla istedim ve vefattan sonra onların mezaristanında defnolmamı arzuladım. Birden ihtar edildi ki: "Gerçi Medreset-üz Zehra'nın merkezi olan Isparta vilayetinde maddeten bulunmak çok cihetle faideli, saadetlidir; fakat Nur'un mesleği ve Nurcuların meşrebi cihetiyle daima berabersiniz. Zaman ve mekân, perde olamazlar. Şarkta, garbda, şimalde, cenubda, dünyada, berzahta bulunsanız, manen bir mecliste beraber sayılırsınız. Onların manevî yardımları daima birbirine oluyor ve sana da gelir." diye beni teskin etti.
Ben dedim: Madem şimdi her tarafta Nurlara kuvvetli ve kesretli eller sahib çıkıyorlar ve tam muhafaza ve neşrine çalışıyorlar, elbette ben bir parça istirahat etsem tenbellik olmaz.
Umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize selam ve dua ve mübarek gece ve gündüzünü tebrik ederiz. Ve her vakit tesirini gördüğüm dualarını rica ederim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
106. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, mübarek, kahraman kardeşlerim!
Evvelâ: Bin defa mübarek leyle-i kadrinizi tebrik ederiz.
Sâniyen: Seydi’yle gönderdiğiniz Zülfikar-ı Mu’cizat ve Mehmed Nuri’nin güzel seccadesini ve onun ve kahraman Rüşdü’nün ve Tenekeci Mehmed’in gülyağı şişeleri ve Terzi Mehmed’in tatlısı, Medreset-üz Zehra’nın umum talebeleri namına ramazan ve bayram hediyesi olarak kabul edildi.
Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarından Süleyman’ın yazdığı Zülfikar çok mükemmeldir. Cenab-ı Hak her harfine mukabil defter-i a’maline bin hasene yazdırsın. Biz dahi bin mâşâallah deriz. Ve Hüsrev’in çok şirin yazısıyla Zülfikar’ın tab’ı bizi fevkalhad mesrur ettiği gibi, inşâallah âlem-i İslâmı ve bu memleketi çok memnun edecek. Umuma selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Mübarek Mehmed Terzi’nin küçük ve tatlı ekmeklerini de aldık, hilaf-ı âdet kabul ettik.
107. Parça[]
Aziz sıddık kardeşlerim..
Eskişehir ve İstanbul için bana yirmi tane onar banknot fiyatında gönderiniz. Ben bazı zatlara hediyye vermeğe mecbur olduğumdan onbeş fiyatını belki tedarik edemem.
Said Nursi
108. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Re’fet’in selâmet ile ameliyatı ve vazife-i Nuriye başına gelmesi ve çok ehemmiyetli vazifemiz olan tashihe yardım etmesi ve seyahatında çok âlimleri ikaz etmesi beni çok mesrur eyledi ve hastalığıma bir nevi merhem oldu. Ve o ameliyata gittiği vakit tâ İstanbul’dan, edilinceye kadar kendi şahsıma ait şifa duasında şerik oldu ve lâyıktı. Ve orada bana tashihatla yardım etmek fikri şimdi çok isabetli oldu. Çünki ben şimdi çok yoruluyorum. Hem kuvve-i hâfızam yardım edemiyor. On ve onbeş sene evvel yazılan bazı risaleleri tashih vaktinde başka nüsha ile mukabele olmadan ezber olarak, kelime ve harflerini aynen tahattur etmek bu haletimde ancak hârika olabilir. Bu münasebetle hizmet-i Nuriyeye ait bir ikram-ı İlahîyi beyan etmek zamanı geldi. Şöyle ki:
Nasıl te’lif zamanında on dakika ve kırk ve bazan bir saatte te’lif olunan risaleleri, şimdi on günde ne ben, ne başkası yapamadığı gibi, aynen onun gibi bir ikram-ı İlahî olarak hem Barla’da, hem Kastamonu’da yalnız iken; hem dağlarda gezmek ve te’lif vazifesini de, hususî işlerimi de görmekle beraber hem etrafta pek çok Risale-i Nur müstensihlerinin birinci tashihlerini tevfik-i İlahî ile mükemmel yapıyordum. Hem başka nüshalar ile hiç mukabele etmeden, hem çok zaman evvel yazılan risalelerin en ince noktaları, harfleri kadar ezber tashihe muvaffak oluyorduk. Bazan bir günde, üç-dört risale tashih ediliyordu. Ve yüzer sahife manayı tamamıyla dikkate alıp noksan kelimeler, bazı satırlar noksan kalemimle mükemmel yazılıyordu. Şimdi kat’iyyen hiçbir şübhem kalmadı ki, o acib tashihler ve mukabelesiz her risalenin te’lif zamanını tahattur edip aynı kelime ve hurufatını ıslah etmek, sırf bir ihsan-ı İlahî ve ikram-ı Rabbanîdir. Ve hizmet-i Nuriyenin makbuliyetine ve marzî-i İlahî dairesinde olduğuna bir işarettir. Bugünlerde bu hastalığın tesiriyle bu noktayı anladım. Bazı günde çok meşgaleler içinde yüzelli sahifeden ziyade, Asâ-yı Musa, Zülfikar gibi mecmualardan tashih ederken şimdi mukabelesiz yapamadığım gibi ancak yirmi sahife yapabilirim. Yine şükür ederim. Yalnız olduğum için çok yerlerden gelen nüshaların tashihatına vakit bulamıyorum. İnşâallah sizler bundan sonra bu noktadan bana yardım edersiniz. En ziyade noktalar ve harekelerde sehiv düşüyor. Meselâ: Bir müstensih bütün “ihtiyac”ı “ihtiyaç” yazmış. ح, خ olmuş. Tarz-ı telaffuza bakıp noktalar yanlış konuluyor. Hem ilm-i nahv itibariyle harekeler yanlış düşer. Bu kusurla beraber çok şükür ediyoruz ki; elmas kalemli Nurcular fevkalâde ihtimam ve iştiyak ile mükemmel ve müzeyyen ve çabuk ve tevafuklu yazıp ehl-i imanın yardımına koşuyorlar. Hattâ bir-iki gün evvel kitablar içinde Isparta’lı Halil İbrahim’in yazısıyla bir Zülfikar elime geçti. Baktım ki, baştan aşağıya kadar öyle süslü ve şirin bir tezyinat ve benim çok hoşuma giden bir tarzda yazılmış, tezyin edilmiş. Bin mâşâallah ve bârekâllah dedim. Bu nüshanın bana geldiğini bilmiyordum. O nüshayı birden bulmuş kadar memnun oldum.
Sâniyen: Küçük Isparta’nın makinesinin faaliyette olduğu, bizlere ve Anadolu’lu ehl-i imana büyük bir ihsan-ı İlahîdir. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmîn. Ve Medreset-üz Zehra’nın şimdilik kâğıtlarının bulunmaması, fakat Hüsrev’in kalemi ihzariye için onun mukaddemesini yapması cihetiyle o te’hir zarar vermez, belki bir hikmeti var, hayırdır. Yahut faaliyetlerine karşı ya bir dost maslahat niyetiyle bilmeyerek veya bir muarız düşmanlık ederek bir bulantı vermiş. Merak etmeyiniz, hiç ehemmiyeti yok. Muarızların üflemesiyle o parlak dağ gibi Nurlar sönmez, belki daha ziyade ışıklanır. Hem beş vecihle ibadet olabilen Nurların kalemle kitabeti ve yazıyla Medreset-üz Zehra’nın faaliyeti manevî ve hiç durmaz bir makinedir.
Umumunuza binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz ve duanız berekâtıyla hastalığı hafifleşen..
Said Nursî
109. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Umum kardeşlerimizin namına Tahirî’nin buraya gelip hem leyali-i aşereyi, hem bayramımızı tebrik, hem iyadet-ül marîz a’nî bîçare hasta kardeşinizin keyfini sormak için gelmesi, benim hastalığıma bir manevî ilâç oldu. Ben de o mübarek kahraman kardeşimizi umumunuz namına ve umumunuzu görmüş gibi kabul ettim. Şimdi ben de onu bir Said olarak kendi yerimde umumunuza birer birer bayramınızı tebrik için gönderiyorum. Cenab-ı Hak böyle tevfikli ve faal ve hâlis kardeşleri ve vârisleri bana verdiği için kemal-i sürur ve ferah ile dünyayı terkedebilirim. Umumunuza binler selâm ve tebrikler.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
110. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Dört Zülfikar, bir Asâ-yı Musa arefe gecesinde bu bayramımıza firdevsî ve nuranî bir hediye oldu. Onları yazan Marangoz Ahmed, Efe Şükrü, Ali Osman, Merhum Ahmed’in kerimesi Hatice’nin defter-i hasenatına Cenab-ı Hak herbir harfine mukabil bin hasene yazsın ve onlara ve geçmişlerine binler rahmet eylesin, âmîn. Hakikaten bu kahraman şakirdler, Zülfikar’ın güzel hakikatlarına güzel bir libas giydirmişler. Benim şiddetli hastalığım ve o hastalıktan gelen şiddetli sıkıntılarım onları yanımda görmekle ve düşünmekle ve bakmakla hafifleşiyor. Maddî bir ilâç hükmüne geçiyorlar. Sava medrese-i Nuriyenin kahramanane kalem hizmetleri bu memleketi ve âlem-i İslâmı ileride çok minnetdar edeceğini gösteriyor. Mâşâallah Ali Osman, Nur’un neşir ve yazı gibi iki vazifesini yaptığı gibi, iki mecmuayı birden ve mükemmel yazmış.
Sâniyen: Kahraman Nazif’in makine mahsulü sekiz sahifede yalnız iki küçük sehivden başka bulamadım. Bin mâşâallah. Bu faal kardeşimiz kâğıdların âdi olmasına rağmen pek güzel ve süslü ve dikkatli yazıyor. O sehivlerden birisi: 61. sahifede “büyük” yerine “bütün” sehven yazılmış. 59. sahifede “mütederric” yerinde “münderic” yazıp “te” noktasının yarısını noksan bırakmış. Madem böyle hârika şakirdler, Risale-i Nur’a sahib çıkmışlar. Benim vazifeme çalışmama mâni ne kadar hastalıklar ve ölüm de olsa beş para ehemmiyeti yok. Zâten işaret-i gaybiye ile altmışdörtte vazifem bitecek ihbar edilmiş. Demek bana ihtiyaç kalmayacak. Evet iki Isparta’nın kahramanları o vazifeyi benden çok mükemmel görüp sahib çıkacaklar diye müjde verilmiş. İnebolu şakirdlerinden Ali Osman’ın oradaki şakirdlerin bir kısmını Nur hizmetinde gayretlerini ve lâyık oldukları faziletlerini gösteren mektubunu işaret ettiğim kısımlar Lâhika’ya girsin.
Sâlisen: Karye-i İrfan talebeleri namına ciddî iki kardeşimiz Mehmed Asan ve Mustafa Bayram’ın tebrik mektublarını ve neşriyat-ı Nuriyede faaliyetlerini ve tam sebatkârane ileri gittiklerini anladım. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin. Ve onların ve Karye-i İrfan ve Soma’daki kardeşlerimizin de benim bedelime bayramlarını tebrik ediniz. Hususan Isparta, Kastamonu ve Denizli vilayetleri, umum memlekette umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize ve masum ve ihtiyar taifelere birer birer hem bayramlarını tebrik, hem selâm ve selâmetlerine dua ederiz.
Duanızdan daima istifade eden kardeşiniz
Said Nursî
111. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Çok alâkadar olduğum Kastamonu Nurcuların başı hükmünde merhum Şeyh Ziyaeddin’in vefatı bizi çok müteessir eyledi. O zât eskiden beri Hâlid Ziyaeddin, Ahmed Ziyaeddin, Hazret-i Ziyaeddin, dördüncü bu Şeyh Ziyaeddin olarak daima her gün bütün manevî kazançlarımı onlara da bağışlıyorum. İnşâallah devam da edeceğim. Kastamonu’nun Hüsrev’i olan Mehmed Feyzi bizim bedelimize hem merhumun akrabasını ta’ziye, hem Kastamonu ve civarındaki Nurcuların bayramını tebrik ettiğimizi tebliğ etsin. Hususan Hilmi, Emin’ler, Tahsin’ler, İhsan’lar, Ahmed’ler, Hâfızlar ve sâir Nurcu hemşirelere hem selâm, hem bayramlarını tebrik ediyorum. Hem oradaki komşularıma ve dostlarıma ayrıca selâm ederim.
Sâniyen: Medreset-üz Zehra’nın demirbaş şakirdlerinden Kâtib Osman’ın oranın şakirdleri namına bayram tebrikleri içinde hakkımda ve hakkımızda gayet güzel ve tesirli, inşâallah makbul ve mübarek duaları, benim bu sıkıntılı hastalığımda sürurlu bir inşirah vermesi, o duaların makbuliyetine bir emare telakki ettim. Isparta Hulusi’si Re’fet’in benim yerimde tashihata başlaması ve mübareklerden Tahirî’nin ciddî arkadaşı Abdullah Çavuş’un Zülfikar’ını benim için tashih etmesi, beni çok memnun ve minnetdar eyledi.
Sâlisen: Nurlarla alâkası çok kuvvetli ve az bir zamanda çok iş gören Mustafa Osman’ın Safranbolu şakirdleri namına bayram tebriki münasebetiyle, Nur’un ihbarat-ı gaybiyesinin tezahürüne dair uzun mektubunun mesleğimize muhalif olan siyaset maddelerini bırakıp, yalnız başta ve âhirde bir kısmını Lâhika’ya geçirdik. Hem ona, hem iki masumu ve refikası ile Nurlara çalışan Hıfzı’ya ve o civardaki Nurculara bilmukabele bayramlarını tebrik ve muvaffakiyetlerine dua ediyorum.
Râbian: Aydın tarafında bulunan ve eskiden beri ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim’in Nur dersinde bir zeki arkadaşı ve hapishanede Nurların kuvvetli bir dava vekili Ahmed Feyzi’nin sizlere yazdığı güzel tebriknamesini ve şiddetli alâkasının devam etmesini gördüm, çok mesrur oldum. İnşâallah o kuvvetli Nurcu o tarafı tenvir edecek. Zâten öyle birisi öyle bir yerde lâzım imiş. Benim tarafımdan ona çok selâm ve şiddetli alâkasını ve bayramını ve orada Nurlarla alâkadar olanların bayramlarını tebrik ediyoruz. Hususan Hacı Emin ve akrabalarına çok selâm ediyorum. Denizli ve civarında ve hapsinde bütün kardeşlerimize ve Nurculara, hususan Denizli Hüsrev’i Hasan Feyzi ve rüfekası ve Nurları bana getiren Hâfız Mustafa ve Yalvaç’lı م ق ى ve hâkim-i âdil ve Nur’un serbestiyetine hizmet eden Muharrem gibi zâtlara ve hapisteki bize kardeş olup çok insaniyet gösteren zâtlara hem bayramlarını tebrik, hem çok selâm ediyoruz ve onları unutmuyoruz ve unutamıyoruz. Umum Nurculara binler selâm.
Said Nursî
112. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Az ihtiyatsız olarak buranın parti reisiyle gönderilen merhum Hasan Feyzi’nin dört parça şehnamesini aldık. Şimdi de bu dakikada çok müjdeli ve hastalığıma şifalı Hüsrev’in mektubunu aldım. O mektubda Zülfikar’ın fütuhatına ve makine ile Mu’cizat-ı Ahmediyeye başlamasına kadar ileri gitmesi o kadar bana sevince sebeb oluyor ki; bu gece rü’yamda aynı sevinci bir mektubdan aldığımı görmüştüm. Sorduğunuz bir ay evvel “Evvelen bir mes’eleyi…” ünvanıyla Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi’ndeki âyetlerin ekseri …ilââhir… olan parçayı Mu’cizat-ı Kur’aniye başında nasıl münasib görürseniz yazarsınız.
Sâniyen: Üniversite namındaki dâr-ül fünunu tenvire çalışan, ikinci bir Salahaddin Abdurrahman Mustafa Oruç’a yeni harfle Asâ-yı Musa’dan beş mecmuayı daha gönderiyoruz. Yazdığı mektubunu leffen gönderiyoruz. Lâhika’ya da geçsin. Tenbel ehl-i kaleme bir kamçı-yı teşvik hükmünde bir fıkra yeni harfle İstanbul’a gönderildiği gibi, size de eski harfle gönderildi. Islah ve tashih edebilirsiniz. Umumunuza binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
113. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: İki mübarek Ali’lerin topladıkları tılsımat-ı Kur’aniyenin keşşafları olan parçaları mütalaa ettim. O Tılsımlar Mecmuası’nı hakikaten çok ehemmiyetli ve çok güzel gördüm. Umum halka değil, âlimlere ve muallimlere çok lüzumu var. O mecmuayı tashih ettim, size göndereceğim. Münasib gördüğünüz zaman makinenizle, eğer makineniz Hüsrev’in kalemi kâfi gelmiyorsa Tahirî ve Küçük Ali’nin iştirakiyle, kabilse başka yerden muvakkat bir emanet makine ile yazılsın. Yalnız içindeki Yirmiikinci Söz’ün hikâye-i temsiliyesi zâten Asâ-yı Musa’da var, yazılmasın. İkinci Makamı ise tevhidin tılsımlarını açar. Eğer siz meşveretle münasib görseniz yazarsınız. Yoksa o da kalsın. Yirmiyedinci Söz olan İçtihad bahsi şimdilik yazılmasın ve Sahabe hakkındaki zeyli yazılsın. Bu mecmuaya daha münasib gördüğünüzü ilâve edebilirsiniz.
Sâniyen: İkinci Isparta İnebolu kahramanı Nazif Çelebi’den bir mektub aldım. Yazmakta oldukları Zülfikar’ın daha sıhhatlı ve hatadan sâlim olması ve sizin yazdıklarınızın usûlünüze göre yazılması için Isparta kahramanlarının yazdıkları Zülfikar sahifelerinden gönderilmesini rica ediyor. Siz ona lâzım olan makine mahsulâtından gönderiniz.
Sâlisen: Safranbolu’lu Mustafa Osman’ın çok ehemmiyetli bir cenahı ve ikinci bir Hasan Feyzi olan muallim Ahmed Fuad’ın Zülfikar’ın tab’ı için teberruuna mukabil, şehid merhum Hâfız Ali’nin tamam Risale-i Nur nüshalarını göndermek münasib görmüşsünüz. Siz meşveretle ne münasib görseniz ben razıyım, çok münasibdir. Re’fet’in tashih ettiği Abdullah Çavuş’un yazdığı Zülfikar’ı dahi ona gönderebilirsiniz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
114. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Hadsiz hamd ve şükür Erhamürrâhimîn’e ki sizleri Zülfikar’ın hizmetinde muvaffak eylemiş. Hitama yakınlaşmanızı bütün ruh-u canımla tebrik ediyorum. İnşâallah Nur’un daha çok mecmualarını yazmasına muvaffak olursunuz. Başta Münacat ve âhirinde tensibinizle Denizli Müdafaanamesi dercedilen manevî Tarihçe-i Hayat Mecmuası ile ve size gönderdiğim Tılsımlar Mecmuası, ikisi evvel yazılsın. Eğer ikisi beraber olmazsa, Tılsımlı Mecmua takdim edilse münasibdir. Sonra Sikke-i Gaybî ve Lâhika ve sizin münasib gördüğünüz mecmualar, İnebolu ve daha yeni meydana çıkacak kahramanlarla teşrik-i mesaî ve taksim-ül a’mal ile yazdırırsınız. Bütün çektiğimiz sıkıntıları ve ızdırablarımızı hiçe indirirsiniz. Belki o elemleri sürurlara, lezzetlere çevirirsiniz.
Sâniyen: Kahraman Nazif’in İnebolu fedakâr kardeşleriyle mükemmel çalışmaları, hususan ikinci bir Salahaddin olan Küçük İbrahim kendi hanesini gecede Nurlara dershane yapması ve sair fedakâr arkadaşları Zülfikar’ın tashihatına ve sair hizmetlerde ve lügatların tercümelerinde ve hata-savab cedveli yapmakta şevkle çalışmaları, Nur dairesini belki bu memleketi minnettar ediyor. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin ve onlardan ebediyen razı olsun, âmîn. Nazif’in bazı noktalarda, Sure-i Alak’a ait remizde ikinci letafet, nüshalarımızda ve fihristede yoktur, der soruyor. Benim yanımdaki nüshalarda da yoktur. Acaba اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغَى ya ait mahrem sırra dair olmasından mıdır ki yazmamışım veyahut ben yazmışım müstensihler sehvetmişler diye şimdilik bilemiyorum. Zâten mana bozulmasa böyle küçük noksanlar, dikkatle anlaşılacak nokta ve harflerdeki sehivlerin o kadar ehemmiyeti yoktur. Bin bârekâllah Nazif hassasiyetle belki asabiyetle dikkatli ve ehemmiyetli yazıyor. Mâşâallah o kardeşimizin ziyade hassasiyet ve asabiyeti ve ihtiyatı gerçi bir derece kendi istirahatına dokunur; fakat Risale-i Nur’un hizmetinde tam faide veriyor, zararlara mâni’ oluyor.
Sâlisen: Hakikaten Merhum Hasan Feyzi gibi az zamanda çok hizmet eden ve Nurlara karşı pek çok ciddî alâkadar olan Mustafa Osman’ın hizmetinin makbuliyetine bir delil olarak, Hasan Feyzi’nin ve onun ruhlarında ve sadakatlarında iki muallim olan Ahmed Fuad ve Mustafa Sungur ve iki yüksek talebe olan Mustafa Oruç ve Rahmi’yi bulması ve Risale-i Nur’un o kuvvetli ellerle hizmetine çalışması, o havali için büyük bir saadettir. Hem bazı cümleleri ta’dilâtla beraber Lâhika’mıza geçirdiğimiz Mustafa Osman’ın ve muallim Mustafa Sungur’un müşterek acib mektubları gösteriyor ki, Merhum Hasan Feyzi nev’inde bir sünbül orada inkişafa başlamış. İnşâallah çok bîçarelerin imanını kurtaracaklar. Hususan onların mahiyetinde ve Isparta’nın küçük masum kahramanlarına benzer Rahmi namında ondört yaşında bir mektebli çocuğun fedakârane Nurların derslerini gaye-i hayat bilmesi, bizleri ve Nurcuları cidden sevindiriyor. Ve o havali için gençlerin kurtulmasına bir fâl-i hayırdır.
Risale-i Nur’un Zülfikar ve sair mecmuaların intişarı için büyük yardımlarda bulunan ve merhum şehid Hâfız Ali’nin en mükemmel tarzda yazdığı ve Nur fabrikasında tam çalışkan bir arkadaşı ve sâdık bir vârisi olan Hâfız Mustafa’nın eline emanet bırakılan bütün Risale-i Nur eczaları onun eline geçmesini temin eden Ahmed Fuad’ı ve emaneti ona teslim eden kardeşimiz Hâfız Mustafa’yı ve Safranbolu memleketini ve oradaki kardeşlerimizi ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. İnşâallah Zülfikar’a verdiği herbir banknota mukabil, bin kâr görecek, binler hayırlara medar olacak. Hem ona, hem kardeşlerinden Hatib İbrahim’e, hem yeni bir fedakâr muallim olan Mustafa Sungur’a ve küçük bir Salahaddin olan Rahmi’ye ve başta Mustafa Osman ve Hıfzı olarak oradaki bütün kardeşlerimize selâm ederiz.
Râbian: Risale-i Nur’un erkânından ve Merhum Hasan Feyzi’nin aynı mahiyetinde ve hârika sadakatında olan Halil İbrahim’in Hasan Feyzi’nin vefatı hakkında hem bizi, hem umum Nurcuları, hem memleketini ta’ziye eden güzel mektubunu, hem Ahmed Fuad’ın mektubunu, hem iki Mustafa’nın vesika ve ehemmiyetli mektubunu Lâhika’ya yazdık ve size de gönderiyoruz. Ve Zekâi ve Ahmed Feyzi eski makamlarını tam muhafaza ediyorlar diye selâmımla tebliğ ediniz. Ve müjdeli mektubunuzu aldığım aynı zamanında bize müjde verildi ki, mekteblerde din dersleri okunacak diye radyo söylemiş.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umumunuza binler selâm ve dua eden hasta kardeşiniz
Said Nursî
115. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Zülfikarınız ümidimizin fevkinde güzel ve yanlışı pek az zannederim, daha bakamadım. Fakat Hüsrev’in dikkatli kalemi çok yanlışlara meydan vermemiş inşâallah. Buraya arkadaşlara nüshaların herbirine, onbeşer banknot ve medrese-i Nuriyenin kahramanlarından mübarek Süleyman ve Mustafa Yıldız tarafından hediye edilen Sözler, Mektubat’lar, Şualar 1000 lira kadar arkadaşlar sevindiler. Onlara mukabil 1000 lira kadar mukabele lâzım geldiğinden maddî 150 liraya indirmemek için hediye olarak umum medrese-i Nuriye şakirdleri namına kabul edildi. Mübarekler pehlivanı Küçük Ali’nin Lemaatları o güzel ve dikkatli hattıyla 200 lira kadar makbul oldu. Onun için altmış lira ona küçücük bir hediye ve fiatının üçten birisidir diye verilsin. Buradan oraya gönderilen bâki kalan 140 liraya mukabil dokuz Zülfikar’ı buradaki arkadaşlara gönderirsiniz. Ben de Zülfikar’a bakacağım, manaya çok zarar vermeyen yanlışların ehemmiyeti yok. Eğer varsa inşâallah yirmi gün sonra yanlışları hâvi bir pusula göndereceğiz.
Sâniyen: Homa taraflarında Nur’un kahramanlarından kardeşimiz Sami Bey ve Mehmed Ali’nin vasıtasıyla gönderilen İzzeddin Hoca’nın mektubunda isimleri yazılan yedi sekiz yeni kardeşlerimiz ve onsekiz sene evvel Barla’da gelip benimle görüşen ve Homa’lı Mehmed Ali kardeşimizle gönderilen diğer bir mektubda dokuz yeni kardeşlerimiz ve Denizli Şehir Oteli’nde bulunduğum vakit görüştüğümüz zâtın mektubunda isimleri yazılı, üç-dört Osman içinde bulunan ondokuz kardeşimiz beraber bu üç mektubdaki o isimlerin herbiri, Risale-i Nur şakirdleri olarak duamıza dâhil edip kabul edildi. Cenab-ı Hak onları Nur’un hizmetinde muvaffak eylesin, âmîn. Başta Sami ve Mehmed Ali ve İzzet ve Haydar olarak umumuna selâm ve dua ediyoruz.
Merhum Hasan Feyzi’nin küçücük bir nümunesi, faal kardeşimiz Sabri Bey’in mahdumu ve üniversitenin bahadır bir talebesi Feyzi’nin güzel manzumesini dinledim, çok güzel. Elli defa Nur kelimesi ile hâtime verilen nuranî kasidesini kahraman pederinin ve Konya Nurcularının nâmına kabul ettik. Onları da tebrik ediyoruz ki; böyle bir kalbde bir genç şimdi çok bîçare gençleri Nur’la aşılar, kurtarır inşâallah. Eğirdir’den gelen Zülfikar sandığı altında oradaki ciddî ve hakikî kardeşlerimizin Nur hizmetleriyle bizi çok minnettar eden o kardeşlerimize pek çok selâm ediyoruz. Onların Nur’a bu zamanda bu hizmetleri kıymettardır. Kahraman Tahirî’nin ve büyük ruhlu Küçük Ali’nin makine yazısında Hüsrev’in yardımına koşmaları inşâallah hem bizi çok mesrur, hem Âlem-i İslâmı memnun, hem medreset-üz zehrayı Câmi-ül Ezher gibi şaşaalandıracak.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Hâşiye: Kastamonu’da Çaycı Emin’in ve Feyzi’nin yanında, benim orada kalan Hizb-i Nuriye kaç nüshası varsa, orada çok lüzumu yoksa bana gönderilsin. Burada lüzumu var. Onları ve orayı hiç unutmadığım gibi de çok merak ediyorum.
Kardeşiniz
Said Nursî
116. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz kardeşlerim!
Evvelâ: Makine ile yazdığınız Zülfikar’da yanlış pek azdır. Mu’cizat-ı Ahmediye makamıyla Haşir makamının yarısını dikkatle baktım, manaya zarar verecek bir tek sehiv buldum. Binler mâşâallah Hüsrev’in şirin ve parlak kalemi sönük yerleri de okutturuyor. Bugün yetmişbeş sahife Mu’cizat-ı Ahmediye’yi tedkik ettim. Cenab-ı Hakk’a şükür ki, pek az sehiv var. Hem dikkatle onların manası anlaşılır. Yalnız Mu’cizat-ı Ahmediye’nin Dördüncü İşareti’nin Dördüncü Esas’ında dokuzuncu sahifenin birinci satırında “asıl mehdinin” kelimesi yerinde sehven “asılmış mehdinin” yazılmış. “Asılmış” kelimesini “asıl” kelimesine tebdil ediniz.
Sâniyen: Bu defa Beşinci Şua’ı tedkik ettim, dedim ki: Madem iki mahkemeler beraber çok tedkik ettiler, bizi onunla mes’ul etmediler ve müdafaatımda da gayet kat’î ve reddedilmez tarzda o risaleye dair beyanat var. Elbette onun neşrinde zarar olmaz. Eğer siz münasib görseniz manevî tarihçe-i hayat mecmuasının âhirinde müdafaattan sonra ilhak edilmesini meşveretinizle karar vermenize havale ediyorum. Mübarekler kahramanları ve Nur’un bahadırları olan Tahirî ile Küçük Ali inşâallah iki Hüsrev ve iki Hâfız Ali hükmünde Nur’un bu tarzdaki en mühim hizmetini de eskide yaptığı hizmet gibi fevkalâde bir surette yapacaklar.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Makine mahsulünden bir nüsha Nazif’e gitsin. Tâ ona göre bâki kalan Zülfikar’ı tekmil etsin. Latif bir mana, bir yanlışımızda göründü. El ile yazılan Zülfikar’a kıyasen Zülfikarınıza 700 sahifeli bir sahife-i hasenatınız demiştim. Sonra baktık 350 yaprak içinde, 350 sahife çıktı. Dedik ki: Yazılan sahifeler maddî hasenatları olması gibi, beyaz sahifelerin de manevî ve ileride kazandıracak hasenat manen yazılmış hükmünde olması münasebetiyle 700 sahife yanlışını doğru çıkarıyor.
(Hâşiye): Beş nevi ibadeti kazandıran kalemle yazmak hizmetini yapan elmas kalemlilere yine bu yeni vazifede daha kolay ve daha sevablı bir vazife açıldı ki; makinenin sönük okunmayan kelimelerini yazmaktır. Fakat acele olmasın. Hem dikkatle, hem güzel bir tarzda makinenin noksanları tekmil edilsin. İnşâallah Zülfikar’ı yazmış gibi bir sevaba mazhariyet kazancı var. Herbiri istediği miktar tashihli bir Zülfikar’la mukabele ve sönük yerleri ıslah etsin diye hatırımıza geldi, siz daha iyi bilirsiniz.
117. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık, fedakâr kardeşlerim!
Evvelâ: Fahr-i Âlem, Hâtem-ün Nebiyyîn, Şefî’-ül Müznibîn, Resul-ü Rabb-il Âlemîn Seyyidina Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’ın veladet-i şerifesinin mübarek gecenizi bütün canımızla tebrik ederiz.
Sâniyen: Zülfikar’a tamamen baktım. Mâşâallah hataları pek azdır. Yalnız bazı nüshalarda sönük kelimeler var. Okunmayan kısmını ben işaretler koydum, bir defterde hangi makam, hangi sahife, hangi satırda sehivler ve sönükler var diye rakamla yazdırıp size göndereceğim.
Sâlisen: Kardeşimiz Nazif Asâ-yı Musa’dan şimdilik yeni harfle yazısını bitirdiği “Meyve” kısmını makine ile otuz-kırk nüshasını ihtiyaç varsa acele çıkarmasını benden soruyor. Hadsiz şükür olsun ki, elmas kalemleri ihtiyaç bırakmamışlar. Hem Asâ-yı Musa parça parça olmasın, mecmuunda başka bir kuvvet var.
Bu dakikada hatırıma, Küre medrese-i Nuriyesi geldi. Saatçı Nuri ve Muallim Abdurrahman İhsan ve evvelce İstanbul’da Nurlar nâşiri Hâfız Emin hayalimin karşısında göründüler. Ve lisan-ı halleri dedi: “Biz Nurlara ebedî bağlıyız, eski alâkamızı tamamen muhafaza ediyoruz. Hem hiç merak etme.” Ben de onlara hem selâm edip, hem eski makamlarını nazarımızda muhafaza ettiklerini tebşir ederim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umumunuza binler selâm. Hasta kardeşiniz..
Said Nursî
118. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Asâ-yı Musa ve Zülfikar’ın bir kısmı iki defa Câmi-ül Ezher’e göndermek için emin vasıtalara verildiği halde, gitmediğinin hikmeti anlaşıldı. Kahraman Nazif’in çok mükemmel yazdığı o Asâ-yı Musa bana geldi, açtım birden Tabiat Lem’asının Üçüncü Kelimesi’nin Üçüncü Muhali’nde sehven “o ilim ve kemalden” yazılmış. Halbuki doğrusu “o ilim ve kelâmdan”dır. Hem birden Hülâsat-ül Hülâsa’dan gözüme ilişti:
İki satırda يُظْهِرُ رُبُوبِيَّتِهِ وَ شَفْقَتِهِ .. يُعْلِنُ رَحْمَانِيَّتِهِ وَ اُلُوهِيَّتِهِ bir kaide-i nahviyece galattır. Doğrusu يُظْهِرُ رُبُوبِيَّتَهُ وَ شَفْقَتَهُ .. يُعْلِنُ رَحْمَانِيَّتَهُ وَ اُلُوهِيَّتَهُ Dedim: Elhamdülillah tashih edilmeden gitmedi. Yoksa o ulûm-u Arabiyede mahir ülemaların nazarında hoş görünmeyecekti…
Sâniyen: Bu defa Medrese-i Nuriye’nin buradaki Nur şakirdlerine hediye ettiği risalelerden Birinci Mektub’un Dördüncü Sual’i ki; “Cehennem neredir?” cevabında, nısf-ı kutr-u arz sehven 600 bin kilometre yazılmış. Halbuki doğrusu altı bin kilometredir. Eğer nüshalarınız böyle yanlışlar varsa çabuk tashih ediniz.
Sâlisen: İnebolu fedakârlarından Küçük İbrahim ve Gülcü Hüseyin yanıma geldiler, bizim işimiz için size de gelmek istediler. Dedim: Emanetlerimiz geldi. Onlar da sizlere çok selâm edip, selâmetle gittiler.
Râbian: Bana göndereceğiniz yirmi Zülfikarların bir kısmının fiatı olarak cübbe, şalvar gibi bana çok lüzumu olmayan ve fazla bulunan eşyalarımı satıp yüz lirayı size gönderdim.
Hâmisen: Kırk sene evvel Câmi-ül Ezher reisi Şeyh Bahit’in sualine karşı size malûm olan verdiğim cevabın birinci şıkkı: العثمانية حاملة بالاورپائية فستلد يوم ما hakikatı da şimdi çıkmaya başlamış ki; İsveç, Norveç, Finlandiya Kur’anı kabul etmişler.
Sâdisen: Aydın tarafında kardeşimiz Ahmed Feyzi hapishanede olduğu gibi, bugünlerde yine yemeğim için bir parça mübarek zeytin göndermiş. Kaideme muhalif olmamak için o teberrüke mukabil bir Zülfikar’ı benim bedelime ona gönderiniz. Hem ona selâmımla beraber yazınız ki: Ben ona ikinci Hasan Feyzi nazarıyla bakıyorum. İnşâallah hem Ahmed Feyzi, hem Hasan Feyzi vazifesini görecektir. Umumunuza binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
119. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bu defa gelen çok mektublara hiç vaktim, hâlim müsaade etmiyor ki, tam bakayım. Mektub sahibleri gücenmesinler. Yalnız Sava Medrese-i Nuriyenin kahramanları bir mecmuayı makine ile yazmak niyetlerini ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. İnşâallah şimdiki evham fırtınası bir sükûnet bulsa, Sikke-i Gaybiye mecmuasını veyahut mecmualara girmeyen Lem’alar mecmuasını yazacaklar inşâallah. Isparta Hulusi’si kardeşimiz Re’fet’in İstanbul’a gidip dört Hüccet-i İmaniye ve Meyve’nin iki mes’elesini ecnebi lisanıyla sıhhatlı, dikkatli tercüme ettirmeğe çalışacağını büyük bir hizmet-i Nuriyedir. Allah muvaffak eylesin, âmîn. Ve ayrı bir fütuhata anahtar olacak inşâallah.
Sâniyen: Antalya’daki kardeşlerimizin Zülfikar’ı alması münasebetleriyle samimi mektublarına mukabil tarafımdan onlara pek çok selâmımı tebliğ ediniz. Ben Antalya ile ehemmiyetli bir alâka hissediyorum. Ve Denizli’nin merhum kahramanının vârislerinden Ahmed’ler ve Bakırcı ve Kalaycı Kâzım ve Ali’nin mektublarına mukabil onlara ve mübarek heyetlerine pek çok selâm ediyorum. Ve mâşâallah, bârekâllah derim. Hasan Feyzi’nin ruhunu memnun ediyorlar.
Sâlisen: Şimdilik bahar fırtınası gibi manevî bir evham fırtınası var olduğuna, İstanbul hocaları ve Şemsi Zülfikar’ı almaktan çekinmesi ve burada hakkımızda tekrar az ve hafif ve akîm kalan ehemmiyetsiz bir taarruz olması gösteriyor. Hiç merak etmeyiniz. Yalnız ihtiyat ve dikkat edip telaş etmeyiniz. Bu münasebetle derim ki: Isparta şakirdler müstesna olmadıkları gibi, oranın hükûmeti de insaf noktasında bir imtiyazı var. Onlara ve zabıtasına Risale-i Nur hesabına minnettarım.
Râbian: Sizden aldığım Zülfikar’ın bâki fiatı olan yüz banknotu posta ile gönderildi. Umumunuza binler selâm ve dua eden kardeşiniz
Said Nursî
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
120. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Siracünnur namında olan manevî tarihçe-i hayat mecmuasının âhirinde yazılacak Denizli müdafaanamesinin bir nüshasını tashih ettim. Bazı yerleri münasib görmediğimden çizdim. Denizli ehl-i vukufuna karşı itiraznamenin tamamını çizdim ki yazılmasın. Hem Ankara ehl-i vukufunun on aded sehivlerinin cevablarından dört tane yazılacak, ötekilere çizgi çektim, yazılmasın. Hakikaten bu müdafaaname hem ilmî, hem nurlu, hem kuvvetli bir risale-i Nuriyedir. Onu hem Siracünnur olan tarihçe-i hayatın âhirinde, hem bir kısım nüshaları müstakil bir risale olsa münasibdir. Hem bu sıralarda evham fırtınası var. Elli sene evvel yazılan Şeyh Ahmed’in vasiyetnamesinin gizli intişarlarından, bazı hocalara korku veriyorlar. Hattâ İstanbul’da Zülfikar’dan iki-üç hoca çekindiler, alamadılar. Çok dikkat ve ihtiyatla beraber, devam etmek ve telaş etmemek gerektir.
Sâniyen: Yirmidokuzuncu Mektub’un Birinci Makamında Hücumat-ı Sitte’nin Zeyli ve İşaret-i Seb’a Tılsım Mecmuası’nın âhirine konulmasın, sonra ilâve edilebilir. Hem Beşinci Şua dahi şimdilik tarihçe-i hayatın içine konulmasın, fakat yazılsın. İnşâallah Müdafaanamedeki kuvvetli hakikatlar bütün mu’terizleri susturup Risale-i Nur’daki parlak ve zedelenmez ve hiçbir şeye âlet olmaz ve tam ihlasla yoğrulmuş olduğunu bildirecektir. Mübareklerin pehlivanı Tılsım Mecmuası’nda Yirmidokuzuncu Söz’ün İkinci Makamı’nı yazsın, eliflere bakmasın.
Umum kardeşlere binler selâm ve selâmetlerine dua eden kardeşiniz
Said Nursî
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hâşiye: Şimdiki evham fırtınasında yalnız bir tek nüsha Zülfikar, bir şakirdin ihtiyatsızlığı yüzünden Posta Müdürü alıp zabıtaya vermiş. Zabıta da şimdilik müsadere etmiş. Belki bunda bir hayır var. Belki de sizin bir nüshanız ele geçip Ankara’ya gönderildiğinin neticesi olarak buraya dikkat etmeye başlamışlar. Tek size ilişmesinler yeter. Bize ilişmelerinin hiç ehemmiyeti yok. Belki bizden alınan nüsha da, çokların imanını kurtarmaya vesile olacak. Demek “sırran tenevverat” daima bir düstur-u esasîmizdir.
121. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Risale-i Nur’un erkânından ve elmas kalemleriyle hârika bir surette hizmet eden ve iki Hâfız Ali hükmünde kahraman Tahirî ve mübarekler pehlivanı Küçük Ali’nin az zamanda Siracünnur ve Tılsım Mecmualarındaki büyük hizmetleri inşâallah Nurların büyük fütuhatına bir mukaddimedir. Ve Rüşdü ve masum Cavid’i ve Mehmed ve masum Talat’ı ve Halil’in ve Bürhan’ın az zamanda pek büyük ve çok kudsî hizmetleri inşâallah Anadolu ve Asya’ya belki zemin yüzünün tebrikler ve alkışlarını kazanacaklar. Madem Cenab-ı Hak Medreset-üz Zehra’dan böyle şakirdleri ihsan etmiş. Bu vazife-i imaniyede benim daha endişelerim kalmadı. Hafif ve ehemmiyetsiz fırtınaları daha müteessir etmez.
Sâniyen: Siracünnur’a girmek için gönderdiğim müdafaatta çok yerlere çizgi çektim. Mütebâki yazılacak kısmı çok ehemmiyetlidir. İnşâallah Siracünnur’u daha ziyade parlattıracak. Beşinci Şua’ı da ben tashih ediyorum, onu reyinize havale ediyorum. Münasib görseniz şimdi de Siracünnur’da dâhil olsun. Münasib olmasa yine müstakil ileride o mecmuaya konulmak için yazılsın.
Sâlisen: İki Zülfikar’ı İstanbul’da Risale-i Nur’la kendini çok alâkadar bildiğimiz ve hapiste bize arkadaşlık eden hocalara korkularını, vaziyetlerini tecrübe etmek için göndermiştim. Hatırları kırılmamak için iki pusula da yazmıştım. Benim şiddetli hastalığımdan Nurlara tam sahib olamadığımdan sizi de has şakirdler gibi Nurlara sahib çıkacağınızı ümid ederim diye yazmıştım. O iki kısım dostlar Zülfikar’dan korkmaları, bîçare onlar gibi hocaların ne derece acınacak hale girdikleri anlaşıldı. Bundan siz müteessir olmayınız. Muallimler cesurane ve müştakane Nurlara sarılmaları, onlar gibi hocalara ihtiyaç bırakmıyor.
Râbian: Kardeşim Re’fet Bey’in mektubunda Nureddin, Mehmed Feyzi namında iki zâtın Nurlar dairesine ciddî girmelerini tebrik ve onlara selâm ediyorum.
Hâmisen: Bu mektubu Kahraman Tahirî’nin bir mektubu münasebetiyle yazıp kahraman Tahirî’ye göndermek niyet ederken aynı vakitte geldi. Bu muvaffakiyetli hakikî ve hârika ve samimî hizmet-i Nuriyesi ve en mühim işlerde hususan Nur’un teksir ve neşrinde gayet kolay yaptırması, hususî bir eser-i inayet olduğuna kanaatımız var. Beşinci Şua’ı onun için tashih edip bazı kelimelerini sû’-i tefehhüme medar olmamak için çizdim, ona teslim ettim. Müdafaatın yanında Siracünnur’a girmesi inşâallah zarar vermez. Siz de tedkik edersiniz. Eğer münasib görmediğiniz kelimeler varsa çıkarabilirsiniz. Eğer bir makine dört müstensihe kâfi gelmezse, daha birisini alabilirsiniz.
Sâdisen: Sava kahramanlarının Emirdağ şakirdlerine hediye ettikleri kitabların aynı fiatı olan 140 banknotu o kahramanların hayrına olarak kâğıd masrafı için burada kahraman Tahirî’ye teslim edildi.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umum kardeşlerimize binler selâm ve selâmetlerine dua eden kardeşiniz
Said Nursî
122. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Denizli’deki mu’cizatlı ve yaldızlı Kur’anımız bize iki hâlis Nurcuların ve mübarek heyetinde iki zâtın ve Denizli’de Nurlarla alâkadar çokların namına bu kudsî vazifeyi gördüler, getirdiler. Yalnız Yirmidördüncü cüz noksandır. İnşâallah yakında o da bulunur veya yazılır.
Sâniyen: Ben hayatı ve sıhhatı ve dünyada kalmayı yalnız medreset-üz zehranın başladığı dört mecmuanın çıkmasına ve tashih cihetinde benim de bir parça hizmetim olması ve intişarını görmek için istiyorum. Yoksa medreset-üz zehranın yetiştirdiği talebeler bana da öyle bir hayat-ı maneviyeyi temin ediyorlar ki, bu dünyevî hayat-ı şahsiyemden bin defadan ziyade kıymetdardır.
Sâlisen: Yakında bana zarurî lüzumu olmayan bazı mübarek eşyamı ve bana gönderdiğiniz bazı Zülfikar’larımı sattığımdan o mübarek fiyatı olan 150 banknotu sizde yeni çıkacak Asâ-yı Musa’nın nüshalarından almak için göndereceğiz.
Râbian: Şarkta çok çalışan Hulusi’nin mektubuyla üniversitede gençleri uyandıran Mustafa ile Ziya’nın oradaki Nurcu gençler namına müşterek mektubları ki Nurlarla nefislerini terbiyeye başlamalarına bir nümune olarak Lâhika’ya girmek için leffen gönderildi. Fakat siz ta’dil ve ıslah edersiniz.
Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
123. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Asâ-yı Musa’nın hitamı ve Zülfikar’ın da yakında çıkması, o müşkilâtlı havalide büyük bir muvaffakiyettir. İnşâallah fütuhat-ı mühimmenin bir anahtarı olacak.
Sâniyen: Evvelce ümid ettiğimiz ve dediğimiz gibi, o iki mecmuanın çıkması, memleket için geniş fütuhat-ı imaniyeye bir vesile olduğuna Kur’an mekteblerinin açılması ve hattâ sair dinî hususî mekteblerin ve hattâ Nurların dersleri için de hususî mekteblerin açılmasına resmen müsaade edilmesi ve şimdi de Isparta’da müsadere edilen ve Diyanet Riyaseti’ne gönderilen o iki kitabımızdan dört-beş nüshaları o zamandan beri Diyanet Müşavere Heyeti’nden onbeş ehemmiyetli hoca inceden inceye tedkik etmek neticesinde bize mevsukan haber verilmiş ki; onlar bir rapor yapıp Dâhiliye Vekili ve adliyeye verecekler ki, bu eserler bu millet ve memlekete gayet lâzımdır. Hattâ bir rivayette, resmen yeni hurufla neşretmek için çok külliyetli bir para imtiyaz hakkı olarak eserler sahibine verip tâ imtiyazı onlara versin. Her ne ise, demek o hâdise aleyhimizde cereyan etmiyor. Nurlar hem kendilerini, hem bizleri kurtarıyorlar. Fakat ihtiyat her vakit lâzımdır. Gizli münafıklar evham vermesinler.
Sâlisen: Küçük Isparta İnebolu’nun yeni huruf Asâ-yı Musa’dan otuz nüshasını ciltleyip bana göndermek lâzımdır.
Râbian: İnebolu hâlis muhlis kardeşlerimizin Ramazan’da mağribden sonra okudukları hatme-i şerifin hatim duasını bana havale etmişler. Ben de kemal-i şükran ile kabul ederim. Fakat çok zaîf ve rahatsızım. Belki mükemmel yapamayacağım diye, hem ben nâkıs iktidarımla yapacağım, hem de kendimi hayalen onların dairesinde farz edip onlar o hatim duasını yaptıkça ben de manen âmîn dediğimi farz ve tahayyül ve tahattur etsinler.
Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ediyoruz ve dualarını rica ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
Size, bera-yı malûmat İnebolu’ya gönderilen iki mektubun sureti ve Şam’a gönderilen bir mektubun sureti, Üstadımızın emriyle size gönderildi.
Hizmetkârı Ceylan
124. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Salahaddin ile gönderdiğiniz ramazan tebrik mektublarınıza mukabil ramazan-ı şerifinizi tebrik ve bu ramazan leyle-i kadrini hakkınızda ve hakkımızda bin ay kadar hayırlı olmasına dua ediyoruz. Ve küçük Isparta’nın eskiden beri Nur’a çalışan ve şimdi masum çocuklara Kur’an ve iman dersini vermekle yine vazife-i Nuriyesini yapan Mehmed Zekeriya ve Kuru Mehmed İbrahim’in mübarek kalemlerinin yadigârları ve Mehmed Zekeriya’nın masum çocuklarla bana dua etmeleri, beni çok minnetdar eyledi ve şiddetli hastalığıma bir nevi merhem oldu. Ve Nur’un çok ehemmiyetli bir nâşiri olan küçük İbrahim’in muhterem refika-i hayatı Şâhide’nin en büyüğü altı yaşında ikizli dört kızını imana, Kur’ana, Risale-i Nur’a hizmetkâr vermesi ve birkaç sene evvel bir bülbülden açık olarak mübarek kuşun lisanıyla “Said, Said, Said” demesini işitmesinden bütün ruhuyla Risale-i Nur’a alâkadar olması ve az bir zamanda güzelce Nurları yazmasını tebrik ediyoruz ve küçük İbrahim’i de böyle bir refika-i hayata sahib olmasını tes’îd ediyoruz.
Kardeşimiz İzzet’in muhterem ailesiyle mübarek masum mahdumu Sabri az zamanda Risale-i Nur’u yazmayı öğrenmeleri ve aşk u şevk ile meşgul olmaları ve İsmail’in ailesi Latife’nin Nurları güzelce yazması ve tam alâkadar olması, inşâallah hem orada, hem başka yerlerde de muhterem çok hanımları ve masumları Nur dairesine girmeğe bir hüsn-ü misal ve bir vesile-i teşvik olur. Cenab-ı Hak bütün onları muvaffak ve bahtiyar eylesin, âmîn.
Ve İnebolu Cenuriye Köyünden Sa’dullah’ın hem kendisi, hem muhterem refikası Risale-i Nur’a ciddi çalışmaları, hususan gece saat üçte haremi “Bismillah” çekip Risale-i Nur’u yazmak için kalemi eline alırken pencerelerine bir kafes kuşu gelmesi ve pencereyi açıp onların yanında sabaha kadar ürkmeyerek misafir kalması, onların dediği gibi Risale-i Nur’un bir kerametidir. Ve Rüşdü’nün kardeşi Mehmed’in mektubunda Risale-i Nur’a şiddetli alâkası; hem annesi, hem ağabeyisi, hem biraderi Nur dairesinde çalışmalarını ve İbrahim’in küçük medrese-i Nuriyesinde Nurları anlamaya çalışmalarını ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak dünyada ve âhirette onları ve sizleri mes’ud eylesin, âmîn.
Asâ-yı Musa’nın yanlışları pek az olması, küçük Isparta kahramanlarının muvaffakiyetlerine zahir bir delildir. İnşâallah Zülfikar’ı da yakında göreceğiz. Umum kardeşlerime binler selâm ve dua ediyoruz ve dualarınızı rica ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Duanıza muhtaç
hasta kardeşiniz
Said Nursî
125. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşim ve eski zamanda ders-i ilmîde arkadaşım ve bu fâni misafirhanede yoldaşım, Bitlis’li …… Molla Abdülmecid!
Evvelen: Sizin merhum kardeşiniz Molla Said’in vefatı münasebetiyle sizi ta’ziye edip, Cenab-ı Hak sabr-ı cemil ihsan eylesin diye dua ederim. Cenab-ı Hak o din mücahidi ve gayyur merhumun kabrini daima rahmetle pür-nur etsin, âmîn. Ve kabrini رَوْضَةٌ مِنْ رِيَاضِ الْجَنَّةِ eylesin âmîn, âmîn, âmîn. Ve senin ramazan-ı şerifinizi ve içindeki seksen sene bir ömr-ü bâki kazandıran leyle-i kadrinizi ve bayramınızı tebrik ediyorum.
Sâniyen: Nur şakirdlerinden Emirdağ’lı Ali’nin eliyle Risale-i Nur’un yirmi kitabından iki kitabını Asâ-yı Musa ve Zülfikar namında ve bu havalide ve adliyelerde fütuhat yapan o iki mecmuayı size gönderip, sizin vasıtanızla Şam-ı Şerif heyet-i ülemasına göstermek ve onların tensibiyle birkaç âlim, herbiri bir kısmını Arabîye tercüme etmek ve orada tab’ etmek için gönderdim.
Hem yine bu iki kitabın teksir makinesiyle yazılan iki nüshayı (Hacı Bekir) namında bir hacı ile, hem Şam heyet-i ülemasına gönderdiğimiz gibi, iki nüsha da Câmi-ül Ezher ülemasına, iki nüsha da Medine-i Münevvere ülemasına gönderdik. Elyazısı ile size gönderdiğimiz kitablar güzel okunur. Makine ile olan nüshaların sönük kelimelerine bir me’haz olur. Ben ziyade hasta ve ihtiyarlıktan gelen ziyade za’fiyet ve yalnız gurbette bulunduğumdan kendim o risaleleri Arabîye tercüme etmeğe vakit bulamıyorum. O ehemmiyetli vazifeyi Şam’ın yüksek âlimlerine havale ediyorum. Eğer o muhterem âlimler aynen Türkçe olarak tab’ etmeğe taraftar iseler öylece tab’ edilebilir. Fakat tashihine çok dikkat lâzım. Eğer mükemmel bir vasıta bulunsa el yazısı nüshaları Câmi-ül Ezher’e gönderdiğimiz iki nüshaya me’haz olmak için size lüzum olmadığı vakit gönderirsiniz. Mümkün ise ya sen, ya getiren Ali, Mısır’a gitsin, göstersin.
Sâlisen: Şam’da hususan Sâlihiye mahallesinde ben orada bulunduğum zaman benimle görüşen ve hayatta kalan ahbablarıma ve Hazret-i Mevlâna Hâlid’in (Kuddise Sırruhu) makberesinin civarındaki hemşehrilerimize pek çok selâm edip dualarını rica ediyoruz.
İnşâallah kardeşim Molla Abdülmecid, sen bu vazife-i Nuriyeyi görsen, otuz seneden beri medresede beraber ilme ve Nurlara çalışmışız gibi Eski Said’in yüksek talebesi olduğun misillü, Yeni Said’in hakaik-ı imaniye hizmetinde mükemmel bir kardeşi ve arkadaşı olursun. Benim düşmanlarım buralarda çok kuvvetli ve mahvıma çalışanlardan kurtulmak ümidim zaîfleştiğinden, seni ve Şam’ın muhterem ülemasını Nur Risalelerine vâris ve sahib ve hâmi olmak fikriyle size nümune iki tane gönderdim. İsterseniz sonra başka Nur kitabları daha gönderilecek. İmkânı olsa ve bulursanız belki inşâallah Mevlâna Hâlid’in komşuluğuna gelirim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
126. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bu ciddi zamanda sizinle mülatafe nev’inde konuşmak istediğimden aynı günde latif, manidar tevafuklardan birkaç taneyi beyan ediyorum. Dünkü gün Zekâi’nin Asâ-yı Musa’sının tashihini bitirirken, acele ve tashihsiz yazdığı için çok yoruldum. Eski talebelerce malûm bir kaideye binaen mahtumane isterim dedim ve küçük İbrahim’in gönderdiği Zülfikar’ın tashihine başladım ve dedim: Bir talebe kitabını bitirse ve başkasına başlasa bizce bir ziyafet vermek kaidesine binaen meftîhane bekledim. Birden ondokuz gün evvel Hasan Âtıf’ın bir parmak kalınlığında bir tek dalda ondokuz tane portakal yeşil yaprağıyla beraber Ondokuzuncu Söz, Mu’cizat-ı Ahmediye’ye (A.S.M.) dair Ondokuzuncu Mektub ve ism-i a’zamın ondokuz harfi ve Bismillahirrahmanirrahîm’in ondokuz harfindeki sırr-ı a’zamını bu portakal dalı kerametkârane gösterdiği aynı vakitte, Kastamonu’da Âsiye’nin pek ciddî Nurcu arkadaşları olan Zehra’lar bir ay evvel gönderdikleri elma teberrükü aynı vakitte portakala tevafuk edip elimize geçtiği gibi, aynı vakitte dokuz gün evvel aynı Zehra’lar güya benim hastalık hararetimi görüyorlar gibi sevdiğim “üryani” namındaki erik kurusunu hoşaf için gönderdiği o üryani, elma ve portakala tevafuk edip aynı vakitte elimize geçti. Ben de bu latif ve tatlı tevafukattan ferahlandım. Gönderenlere çok selâm ve dua edip “Bârekâllah!” diyerek, o tevafuk hatırı için kabul ettim.
Sâniyen: Size evvelce bir derece meâlinde iki parça gönderilmişti. Birisi benim başımda levha hükmünde ehemmiyet kesbettiği, biri de buraca lüzumlu olmasından belki size faidesi olur diye leffen iki fıkra gönderiyoruz.
Umum kardeşlerimize binler selâm, selâmetlerine dua eden
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
127. Parça[]
(Burada bir kardeşime yazdığım bir parçadır. Belki size faidesi var diye yazıldı.)
Aziz kardeşim!
Madem seni burada Nur hizmetinde rükün göstermişler. Bugün küçücük bir ihtara binaen ihtiyatlı bir tedbiri beyan ediyorum. Şöyle ki:
Bir yerde aleyhimizde istimal edilen plânlardan birisi; enaniyetli, sofi-meşreb, büyükçe bir mütekaid memuru enaniyetini tahrik edip, o dahi ve tasavvufta aldanıp kendini veli zanneden o adamı Nurlar aleyhinde istimal ettiler. Bir halt edemediler. Fakat enaniyetli bid’akâr hocalardan başka şeyhlerden ziyade bir cihette tesanüdümüze zarar verdi. O vakit memuriyetten çekildiği için makamını istimal edemedi. Yoksa daha ziyade zarar verebilirdi. Demek aleyhimizde nasıl dinsizleri istimal ediyorlar. Öyle de enaniyetli ve bid’akâr bazı hocaları ve sofilikle münasebettar resmî makam sahiblerini istimal ediyorlar. Kardeşlerin tesanüdünü kırmağa çalışıyorlar. Gerçi her cihette aleyhimizdeki plânları kırıldı, fakat bu cihette şübhemiz var. Sen rüküniyet itibariyle senin eski dostun olan bu yeni memura tam dikkat et. Eğer benlik, hodfüruşluk varsa ve ona verdiğin eserlere tam mağlub olmayarak ve Nurlara ihtiyacını ve yarasını bilip Nur’un sırrı olan ihlasa girmezse ve eski Dâhiliye Vekili zamanında buraya tayin olmuşsa ve doğrudan doğruya Van’dan buraya nakledilmişse ihtimali var ki; bunu resmî makamının ehemmiyeti cihetinde ve Nur’a müştak olanlara hususan rükünlere bir fütur vermekte istimal edilebilir. Onun için bak, eğer tamamıyla bizi himayeye ve bize ilişenleri mümkün olduğu kadar teskin etmeye çalışmak isterse ona dost kal. Ve ona ve bildir ki; bizi muhafaza etmek hem resmî, hem manevî vazifesidir. Çünki bizim gibi, binler zalimlerin hücumlarına maruz mazlumları, o makamın vazifesi onları himaye etmektir. Onun bize eziyetine hiç lüzum kalmıyor. Çünki binler eziyetçiler var. Eğer Nurların nüfuzunu kırmak maksadıyla bir memurun dediği gibi, “Diyanet Riyaseti’nde bundan daha güzel eserler var. Hem diyanet ve hakikat Nurculara mahsus değil, bizde de çok şeyhler ve veliler var” diye hem enaniyetini, hem makam-ı resmîsini o garaza vesile eden bazı malûm memurlar gibi davranıyorsa dikkat et! Senin dostun bu noktalarda aldanmamış olsun ve seni de aldatmaya çalışmasın. Sana az bir za’f, burada Nurlara büyük bir zarardır. Eğer sen onu tam Nurcu yapsan buraca büyük fütuhattır. Eğer sen mağlub olsan, ehemmiyetli bir zarardır. Mektublar çoktur. Hastalık ve meşgalemin çokluğundan hususî cevab veremediğimden gücenmesinler.
Kardeşiniz
Said Nursî
128. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Hem kalem sahibi, hem makineyi istimal edenler ve muvaffakiyetle Zülfikar’ı bitiren zâtları ve memleketlerini tebrik ederiz. Rüşdü, Burhan iki kardeş kalemle başkalar gibi iş göremedikleri halde, daima en ileri safta 500 risale yazan en haslar sırasında daima mevki almalarının hikmeti şimdi anlaşıldı ki: O iki kahraman kardeş 500 Zülfikar’ı birden yazdılar. Ve yedi yaşında iken Mu’cizat-ı Ahmediye’de yedi çocuğun yedi Mu’cizat-ı Ahmediye’ye mazhar olmaları bahsini tevafukla gelip çok alâkadarane dinlemesi ile Lâhika’ya giren masum Meliha’nın dahi o masumane alâkadarlığının hikmeti anlaşıldı.
Sâniyen: Sizin heyetinizin kararı inşâallah daima isabetlidir, siz bilirsiniz. Fakat Zülfikar’ın masraf hediyesi onbeş olsa belki daha maslahattır. İhtimal var ki yeni mecmuaların tab’ına medar olsun. Hem lâyık olmayanların çabuk eline geçmesin. Çünki ucuz alan, ucuz bakar. Hem Zülfikar kendisi müşterileri aramamalı, ihtiyacını ve yarasını hissedenler yalvarmalı ve aramalı. Hem gizli münafıklar da sür’at-i intişarından tedehhüş edip ortalığa bir evham vermesinler. Birden intişarına karşı bir bahane bulmasınlar. Her ne ise, siz daha iyi bilirsiniz.
Sâlisen: Nurların santralı Sabri ve Sıddık Süleyman’ın üç-dört merakımı birden def’eden güzel bir mektublarını aldım. O iki mübarek kardeşimin yanıma gelmesi benim için bir ilâç olduğu gibi, gittikten sonra benim için bıraktıkları çok tatlı teberrükleri tam bir ilâç hükmüne geçti. Onların mektubu içinde, Şinasibey Köyü’nden Osman nâmında bir talebenin mektubunda isimleri ile müteaddid Nur şakirdlerinin masumlar taifesine, hem iki kerimesi içinde Nurlara çalışmalarına bârekâllah deriz. O masumlara dua, ona da çok selâm ediyoruz.
Râbian: Ben hem Denizli’de, hem hapsinde Tavaslıları ve kendimle ve Nurlarla ziyade alâkadar gördüm. Onun için ben Tavaslıları umumun namına Molla Mehmed’in ve A’ma Mehmed’in mektublarını kabul ediyoruz. Onlara ve Nurlarla alâkadar hemşehrilerine çok selâm ediyoruz.
Hâmisen: Denizli şakirdlerinin namına uzun ve tafsilâtlı bize mektub yazan Ahmed’ler kardeşlerimiz başta şehid merhum Hasan Feyzi olarak onbir zât tam bir tesanüdle Risale-i Nur’a çalışmak ve neşir ve muhafaza etmek ve Hasan Feyzi’nin nurlu mesleğinde yürümekte sebat eden o kardeşimizi ruh u canla tebrik ediyoruz. İnşâallah onlar şehid Feyzi’nin vazife-i Nuriyesini de tam yapacaklar. Hususan Nurların kurtulmasına ve bize vusulüne çalışan Muharrem ve Hâfız Mustafa ve hapsinde bizi Denizli ile tam alâkadar eden Şevket ve ben Şehir Oteli’nde iken hâlisane ve fedakârane hem bana, hem Nurlara hizmet eden Merhum Feyzi’nin has şakirdlerinden Ahmed’leri ve Yusuf ve Kâzım’ı ve mahkemede Musa ve köyde Hoca Musa ve sair arkadaşları hiç unutmuyoruz. Cenab-ı Hak o heyeti daima Nur’un ve imanın hizmetinde muvaffak eylesin. O tesanüdlü heyetin Nurlar hakkında tebdirleri, Isparta ile arasıra meşveret etmek şartı ile daima makbuldür. Tedbirlerine itimad ediyoruz. Hem onlara, hem sair Denizli’deki dostlara; hususan Ahmed’lerin mektubunda isimleri bulunan ve hapsindekilere çok selâm ve dua ediyoruz, onları unutmuyoruz.
Sâdisen: Sabri kardeşimizin güzel mektubunun bir parçasıyla Şinasibey Köy’lü Osman’ın bir parça mektubu Lâhika’ya girebilir diye size leffen gönderiyoruz. Sandıklı’da Nur’un yeni şakirdlerinden Hasan onbaşı samimi mektubuna karşı ona ve kendi gibi Nurcu arkadaşlarına selâm ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umumunuza selâm ve dua eden kardeşiniz
Said Nursî
129. Parça[]
Bkz. Denizli Ehl-i Vukufunun Raporudur
Sâniyen: Denizli’den bize gelen Muharrem’in ve Yakub Cemal’in mektubları gösteriyor ki; Hasan Feyzi’nin yerini boş bırakmayacaklar ve vazifesini mütesanid bir heyetle yapacaklar. Hususan Tavas tarafında birden Muharrem’in gayretiyle ehemmiyetli şakirdlerin çıkması ve ben Denizli’de iken hem hapiste hem hariçte çok alâkadarane hizmet eden Şevket ve Hâfız Mustafa ve Ahmedler ve onbir mübarek arkadaşlara ve Muharrem’in mektubunda isimleri bulunan zâtlara, Risale-i Nur namına onları tebrik ve muvaffakiyetlerine dua ve çok selâm ediyoruz. Ben çok rahatsız olduğum için onlara hususî cevab vermediğimden gücenmesinler.
130. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Asâ-yı Musa’nın hitamı ve Zülfikar’ın da yakında çıkması, o müşkilâtlı havalide büyük bir muvaffakiyettir. İnşâallah fütuhat-ı mühimmenin bir anahtarı olacak.
Sâniyen: Evvelce ümid ettiğimiz gibi o iki mecmuanın çıkması, memleket için geniş fütuhat-ı imaniyeye bir vesile olduğuna; Kur’an mekteblerinin açılması ve hattâ sair dinî hususî mekteblerin ve hattâ Nurların dersleri için de hususî mekteblerin açılmasına resmen müsaade edilmesi ve şimdi de Isparta’da müsadere edilen ve Diyanet Riyaseti’ne gönderilen o iki kitabımızdan dört-beş nüshaları o zamandan beri Diyanet Müşavere Heyeti’nden onbeş ehemmiyetli hoca inceden inceye tedkik etmek neticesinde bize mevsuken haber verilmiş ki: Onlar bir rapor yapıp Dâhiliye Vekili ve adliyeye verecekler ki, “Bu eserler bu millet ve memlekete gayet lâzımdır.” Hattâ bir rivayette, resmen yeni hurufla neşretmek için çok külliyetli bir para imtiyaz hakkı olarak eserler sahibine verip tâ imtiyazı onlara versin. Her ne ise, demek o hâdise aleyhimizde cereyan etmiyor. Nurlar hem kendilerini, hem bizleri kurtarıyor. Fakat ihtiyat her vakit lâzımdır, gizli münafıklar evham vermesinler.
Sâlisen: Küçük Isparta İnebolu’nun yeni huruf Asâ-yı Musa’dan otuz nüshasını cildleyip göndermek lâzımdır.
Râbian: İnebolu hâlis, muhlis kardeşlerimizin Ramazan’da mağribden sonra okudukları hatme-i şerifin hatim duasını bana havale etmişler. Ben de kemal-i şükran ile kabul ederim. Fakat çok zaîf ve rahatsız belki mükemmel yapamıyacağım diye hem ben nâkıs iktidarımla yapacağım, hem de kendimi hayalen onların dairesinde farzedip onlar o hatim duasını yaptıkça ben de manen âmîn dediğimi farz ve tahayyül ve tahattur etsinler. Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ediyoruz ve dualarını rica ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
131. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Salahaddin ile gönderdiğiniz Ramazan tebrik mektublarınıza mukabil Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ve bu Ramazan Leyle-i Kadrini hakkınızda ve hakkımızda bin ay kadar hayırlı olmasına dua ediyoruz. Ve Küçük Isparta’nın eskiden beri Nur’a çalışan ve şimdi masum çocuklara Kur’an ve iman dersini vermekle yine vazife-i Nuriyesini yapan Mehmed Zekeriya ve Kuru Mehmed İbrahim’in mübarek kalemlerinin yadigarları ve Mehmed Zekeriya’nın masum çocuklarla bana dua etmeleri, beni çok minnettar eyledi ve şiddetli hastalığıma bir nevi merhem oldu. Ve Nur’un çok ehemmiyetli bir naşiri olan Küçük İbrahim’in muhterem refika-i hayatı Şahide’nin en büyüğü altı yaşında ikizli dört kızını imana, Kur’ana, Risale-i Nur’a hizmetkâr vermesi ve birkaç sene evvel bir bülbülden açık olarak mübarek kuşun lisanıyla “Said Said Said” demesini işitmesinden bütün ruhuyla Risale-i Nur’a alâkadar olmasını ve az bir zamanda güzelce Nurları yazmasını tebrik ediyoruz. Ve küçük İbrahim’i de böyle bir refika-i hayata sahib olmasını tes’id ediyoruz. Kardeşimiz İzzet’in muhterem ailesiyle mübarek masum mahdumu Sabri, az zamanda Risale-i Nur’u yazmayı öğrenmeleri…(mektubun devamı kesik)
132. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Medreset-üz Zehra’dan medrese-i Nuriyenin kahramanlarından iki kardeşin medrese-i Nuriye hesabına Ramazan tebrikine ve teberrüküne karşı umum o medrese-i Nuriyedeki şakirdlere selâm ve dua ve ramazanlarını tebrik ve dualarını isteriz. Ve sorduğu sual-i şer’iye Mezheb-i Şafiî’ye aiddir, 27. Söz sırrını halletmiş.
Sâniyen: Risale-i Nur’un Medreset-üz Zehra’nın kahramanlarından ve Nur’un demirbaş kâtiblerinden Kâtib Osman’ın mektubunun başında gayet güzel duasına binler âmîn deriz. Ve Nur’un fütuhatının âsârından mübarek Medreset-üz Zehra merkezi mübarek Isparta’nın diyanetçe ileri gitmesine ve vaizlerin doğrudan doğruya Nur’un mesleği gibi ders vermeleri ve İstanbul Müftülüğünün âlem-i İslâma yazdığı tebrikinde tam Ramazanın hürmetini tavsiyesine bin bârekâllah deriz. Ve Nur’un demirbaş erkânlarından Halil İbrahim’in Milas havalisindeki Nur şakirdleri hesabına Ramazan tebrikine karşı Ramazanlarını tekrar tekrar tebrik ve onun mektubunda selâm gönderenlere de birer birer selâm ediyoruz.
Sâlisen: Nur’un birinci medresesi olan Barla’nın Nur’un kahraman bir şakirdi ve hanesi bir küçük medrese-i Nuriye bulunan kardeşimiz Bahri’nin Lâhika’ya ta’dilinizden geçtikten sonra geçmek için leffen gönderdiğimiz bir manzumeciği güzeldir. Hem ona hem küçük medrese-i Nuriyesindeki masum şakirdlerine ve Nur’un birinci medresesi olan Barla’daki başta Tevfik, Süleyman umum şakirdlerine ve bütün ahalisine de hem Ramazanlarını tebrik, hem çok selâm ediyoruz. Ve Bahri’nin manzumeciğinin sureti ve Ürgüp’te kardeşim Abdülmecid’e yazdığım mektubların suretlerini leffen gönderiyoruz. Ve umuma birer birer selâm ve hususan Siracünnur’un kahraman ve yardımcılarını tebrik ve tekmilini ve Sikke-i Gaybiye’nin Siracünnur gibi meydana çıkmalarını merhamet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz. Siracünnur’daki şiddetli tabirleri lüzum görseniz ta’dil edebilirsiniz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta ve gıdası pek az, fakat mesrur ve müferrah kardeşiniz
Said Nursî
Hâşiye: Siracünnur’da Hücumat-ı Sitte’nin üç sahifelik zeyli, hiddetli bir zamanda zuhur ettiğinden içinde şimdilik dâhil olmasın. Eğer makineden çıkmışsa, o kısım ayrı kalsın, Sonra isteyen nüshalarına ilâve edebilir. Hem İşaret-i Seb’ada münasib gördüğünüz kelimeleri ya tayy ya ta’dil edebilirsiniz.
133. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşim!
Evvelâ: Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ve bu Ramazandaki Leyle-i Kadrinizi ve Leyle-i Kadrimizi bin ay kadar hayırlar, hasenatlar defter-i a’malinize ve a’malimize yazılmasını Cenab-ı Hakk’ın hadsiz rahmetinden niyaz ediyoruz.
Sâniyen: Gerçi çok rahatsızlık ve sıkıntı çekiyorum. Fakat kat’î yüzer tecrübelerle kat’î kanaatımız gelmiş ki: O zahirî, cüz’î sıkıntılar altında büyük inayetler ve iman hizmetindeki menfaatler ve Nur’un fütuhatları var. عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sırrına daima mazhar oluyoruz. Meselâ: Bir-iki ay evvel Zülfikar ve Asâ-yı Musa mecmualarından 180 kitab adliyenin eline geçti, müsadere edildi. Nur şakirdlerine üç bin lira kadar maddî zarar oldu. Fakat kat’iyyen tahakkuk etti ki, o hâdise yüz bin lira kadar hem Nur şakirdlerine, hem Nur fütuhatına, hem ehl-i imana faide verdi. Çünki herkesten ziyade o mecmualara muhtaç resmî adamlar ve adliye memurları ve Diyanet dairesinin hocaları oldukları halde onlara verilmiyordu. Şimdi bu hâdise ile kemal-i şevk ü merakla o hârika mecmuaları o memur, o hocalar takdirkârane mütalaa ediyorlar. Hattâ akşam bir kısım adliye hâkimleri birer Zülfikar koltuğuna koyup mütalaa etmek için hanelerine götürüyorlarmış diye haber aldık. Diyanet Riyaseti’ndeki onbeş ehemmiyetli âlim hocalar kemal-i dikkat ve merakla Zülfikar ve Asâ-yı Musa’yı mütalaa edip bize gizli gelen mevsuk bir habere göre onlar karar vermişler ki, bu eserler bu millete lâzımdır. Ve müellifine imtiyazını kendileri veya Maarif Dairesi alıp yeni hurufla tab’etmek için imtiyazına mukabil müellifine pek büyük bir para teklif etmek fikrinde olduğunu gizli haber aldık. Eğer gizli münafıklar onların bu fikrine karşı bir plân yapmazlarsa, pek büyük bir fütuhatın anahtarı olur. Bütün çektiğimiz zahmetleri, sıkıntıları hiçe indirir. Şayet şimdi o fikir bilfiil çıkmazsa da, perde altında “Sırren tenevverat” sırrıyla yine o fütuhat devam eder inşâallah.
Sâlisen: Kalbim çok arzu ediyordu ki; Eski Said’in mümtaz talebelerinden başta sen kardeşim, bir kısım Yeni Said’in kahraman kardeşleri içinde bütün vazife-i hayatlarını Nurlara ve hakaik-i imaniye hizmetinde fedakârane sarfetsin diye beklerdim ve bekliyorum. İnşâallah hayatta kalan başta Abdülmecid, bir kısmı yine o ümidime göre davranacaklar. Başta Nihad ve çocukların, refika-i hayatın olarak oradaki Nurlarla alâkadar zâtlara selâm ve dua ediyoruz ve dualarını istiyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta fakat mesrur kardeşiniz
Said Nursî
134. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Ehemmiyetli bir kardeşimiz ve Nur’un pek ciddi bir naşiri Refet Bey’in ve Nur dairesine onun teşvikiyle giren ve tam hizmet edecek mektubundan anlaşılan Hâfız Emin’in müşterek bir mektubunu aldım. Adreslerini bilmediğimden benim tarafımdan Refet Bey’in İstanbul’a gitmesini ve faaliyette bulunmasını ve Hâfız Emin’in Nurlarla ciddi alâkadar olmasını tebrik ediyorum ve dualarını da istiyorum.
Sâniyen: Bu yeni hâdise olan, Sulh Mahkemesine üç kardeşinizi kırk gün sonra davet etmeleri gösteriyor ki; Risale-i Nur’un hakikatlarına karşı mağlubdurlar. Daha onunla mübareze edemiyorlar ve gizli münafıkların da dehşetli plânlarının akîm kalmasına bir emaredir. Onlar divaneliklerinden şimdi takib ettikleri iki plân, birisi: Beni ihanetlerle, haysiyetimi kırmakla güya Nurların kıymeti düşecek. İkincisi: Nur şakirdlerine telaş ve fütur vermekle Nurların intişarına mani’ olmak iken Cenab-ı Hakk’a şükür ki, bu plânları da akîm kalıyor. pek muvakkat bir telaş verir. Fakat büyük ve ciddi bir nazar-ı dikkati celbettirmeğe sebeb olur. Hem “Sırran tenevverat” düsturuna ve sırrına ihtiyat ile girmemize faideli bir surette vesile oldu. Hiç merak etmeyiniz. Mahkemede son sözümde dediğimiz gibi ki; milyonlarla kahraman başlar feda oldukları bir hakikat, bizim gibi bazı bîçarelerin dahi başları da feda olsun diye kemal-i iftihar ile herbir sıkıntıya tahammüle karar vermişiz mealindeki fıkra bizim için her vakit kuvve-i maneviyeyi ve teselliyi veriyor. Tarihte bizim kadar az zahmetle böyle kudsî hakikata çok hizmete muvaffak olanlar görünmüyor. Demek biz daima Allah’a şükretmeliyiz. İnşâallah yakın bir zamanda bu memleketin daire-i maarifi ve hamiyetperverleri, Nurlara şiddet-i ihtiyaçlarını hissedip sahib çıkacaklar.
Salisen: Nur şakirdinden bir muallime söylediğim bir fıkranın suretini ve Yakub Cemal’in mektubunun bir parçasını Lâhika’ya geçmek için leffen gönderiyoruz. Sandıklı’dan bir-iki Nurcu Hicaz’a gidiyorlar. Homa’lı Mehmed Ali, Ahmed Çavuş’la yanıma geldiler. Dedim: Mümkün olsa yetişse, bir-iki nüsha Siracünnur’u Isparta’dan alıp Şam’a götürürsünüz. Hem Nurculardan hacca gidenler benim bedelime de o mübarek mevki’leri ziyaret ederken, beni de hayalen yanında bulunduğumu düşünsünler, onlara dedim. Başkalar da bunu bilmeli. Madem ben gidemiyorum, o hakiki kardeşlerim bana da vekalet etsinler. Yine tekraren leyle-i kadrinizi tebrik ederek, umuma selâm ve selâmetlerine dua ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Hâşiye: Nazif’in yeni hurufla yazdığı Asâ-yı Musa’nın âhirinde üniversitelilerin namına Mustafa Oruc’un imzasıyla yazılan fıkrayı âhirinde dercetmeleri güzel olmuş. Cildlenmek için İstanbul’a 120 nüshayı göndermişler.
135. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Risale-i Nur’un sadık bir şakirdi ve muallimlerden bir kardeşimiz Risale-i Nur’dan aldığı bir ders-i hakikat aşkıyla Maarif Vekili’ne ve hem Meclis Reisine resmen yazmış ki: “Elbette Küre-i Arz hareketinden duracak ve bu dünya bozulacak. Hayat-ı bâkiyeyi bu merkez-i İslâmiyet radyo ile nev’-i beşere ders vermek lâzımgeliyor.” Bu hâlis şakirdin müracaatına mukabil, sözleri anlaşılmıyor diye kabul etmemişler.
Yanıma geldi, ben de dedim: “Kardeşim madem seni sual-cevaba aldılar. Onlara de ki: Evet bu dehşetli harb-i umumînin dehşetli zulümlerini ve tahribatlarını ve hayat-ı dünyeviyenin bütün lezzetlerini zîr ü zeber edip, hiçe indirip hayat-ı dünyeviyeyi tamamıyla herkese fâni olduğunu ve beşeriyetin ruhunu tatmin edemediğini güneş gibi gösterdiği için elbette nev’-i beşer bundan sonra medeniyet ve felsefenin uyutucu, aldatıcı lezzetleri yerinde ezvak-ı bâkiyeyi ve beşeriyetin fıtraten şiddetle muhtaç olduğu hayat-ı bâkiyeyi arayacak. Şimdi de emareleri görünüyor. Şimalde küçük devletler, hayat-ı bâkiyeyi güneş gibi ders veren Kur’ana sarılmaları, hem garbın en büyük devleti olan İngiliz’in büyük hatibleri kürsülerinde Kur’anın hayat-ı bâkiyeye dair âyetlerini birer birer tefsir ederek bağırarak diyorlar ki: Şimdi İngiliz Devleti İslâmiyeti kabul etmesi lâzımdır. Çünki nev’-i beşerin ekseriyetini hükmü altına alıp o nev’-i beşerin hakikî aradığı hayat-ı bâkiyeyi mu’cizane ders veren Kur’anı, İngiliz kabul etmek ile beşeri memnun edebilir. Geçen dehşetli yaralarını Kur’anla tedavi edebilirler diye resmen beyanatı var.
Madem hakikat budur. Elbette eskiden beri hayat-ı bâkiyenin dershanesi ve medresesi olan bu memlekette ve İslâmiyet ve Kur’anın bayrakdarı bu vatandaki hükûmetin şimdi en ehemmiyetli vazifesi, hayat-ı bâkiyenin muallim-i ekberi olan Kur’anın hakikatlarını hükûmetin ilim dairesi olan maarif heyetiyle ve radyo diliyle rûy-i zemin mektebinde nev’-i beşere bu en büyük mes’ele-i beşeriyeyi ders vermek o maarif dairesinin hakkıdır. Bu kudsî vazifeyi, şimal-i garb devletlerine bırakmamalı. Bin senedir üstad iken şimdi hidayet dersinde ecnebilere şakird olmağa mecbur olmasın, diye ben gibi bir muallimin maarifin haysiyetini ve şerefini muhafaza için Nur’dan aldığım derse göre kısa bir cümle ile ifade etmek istedim, fakat sözüm anlaşılmadı, dersin diye ona söyledim. Umuma binler selâm ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Duanıza muhtaç kardeşiniz
Said Nursî
136. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Siracünnur’u merak ediyorum, hitam bulmuş mu? Mütebâkisi bize gönderilmedi. Demek İstanbul’a da daha gönderilmemiş. Hacılar da gitmek üzeredirler.
Sâniyen: Medreset-üz Zehra’nın demirbaş talebelerinden Kâtib Osman’ın ve Mehmed Nuri’nin bayramda Arabî tekbirler alınması müjdesi ile ve Isparta havalisinde eskiden beri perde altında mevcud olan Nur’un küçücük medreseleri daha ziyade intişarına çalışmaları bizi çok sevindiriyor. İnşâallah bir zaman Isparta’da Câmi-i Kebir gibi, Anadolu câmia-i a’zamında şeair-i İslâmiye ve kelimat-ı mukaddese “Allahü Ekber, Allahü Ekber, Allahü Ekber”lerle kendini gösterecek ve o küçücük Nur medreseleri birer medrese-i ilm-i hakikat, birer dershane-i marifetullah olup, mecmuunda birden Medreset-üz Zehra’nın bir sureti maddeten görünecek.
Sâlisen: Ankara’nın resmî emriyle Mehmed Dayı ve Hilmi’nin müsadere olunan mahrem ve gayr-ı mahrem bütün risalelerinin onlara iade edilmesi gösteriyor ki, daha hükûmet ve siyaset Risale-i Nur’a ilişmez ve beraet ve serbestiyet veriyor. Makine mahsulünün verilmemesinin bir parça te’hiri ise, Risale-i Nur itibariyle değil belki eski hurufla basmak cihetinde hafifçe bir bahanedir. Âyet-ül Kübra, Hizb-ün Nuriye’yi madem verdiler, elbette onları iade etmeğe kanunen mecburdurlar. Şimdilik vermeseler de, resmî memurlar onları gizli okumak için, kader-i İlahî belki müsaade eder. Biz de razıyız.
Râbian: Nur’un santralı Birinci Sabri’nin manidar mektubunun işaret olunan kısmını ve Emirdağ şakirdlerinin yazdığı tebrikname mektubunu Lâhika’ya geçmek için leffen takdim ediyoruz. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Hâşiye: Bu Ramazan-ı Şerif’in üçüncü günü, Üstadımızın söylemesi üzerine küçük bir fıkra yazmıştık. Fakat bugüne kadar her nasılsa unutmuşuz. Şimdi aynen yazıyoruz. Bu mektubu yazarken fıkrayı gösterdim. Dedi: “Hemen şimdi yaz.”
“Ramazan-ı Şerif’in üçüncü günü birdenbire hiç alâmet yok iken abdest almağa çıktığımda, yağmurun müjdecisi rüzgâr pencereyi açmış. O rahmet, minderimin üçten birisini yaş etmiş. Kalbime geldi ki: Madem yağmurun Risale-i Nur’un fütuhatıyla alâkası var, Zülfikar’la Asâ-yı Musa’nın tedkikinde bulunan Ankara ve Isparta’da bir fütuhat veya teslim kararı var diye ümid ettik. Demek o ihbar-ı gaybî ayn-ı hakikatmış. Bir sülüs-ü minderimin ıslanması, kitabların üçten birisinin verilmesi tam o tevafuku kuvvetlendiriyor.”
Risale-i Nur’un en geri hizmetkârı
Ceylan
137. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Siracünnur, Asâ-i Musa’yı aldık. Bin bârekâllah, mükemmel ve yanlışları az. Yüzbin elhamdülillah ki maddî manevî hem dar hem geniş dairelerde din lehinde tezahüratın aynı zamanında Nur mecmuaları meydana çıkıyorlar. İnşâallah Tılsım ve Lem’alar ve Sikke-i Gaybiye ile tevfik-i İlahî ile ehl-i imanın imdadına yetişecekler.
Sâniyen: Dünkü gün Keramet-i Gavsiye’yi tashih ederken و منشدًا نظمى fıkrasında telaffuz itibariyle ظ olsa makamı bin (1000), رسائل كتاب النّور بِهَا yine bin (1000) denilmiş. Bir küçük sehiv var. رسائل كتاب النّور bin ikidir (1002). بِهَا kelimesi de lüzumsuz oraya girmiş. Hem “Risalet-ün Nur” dokuzyüz doksansekizdir (998). İki fark var. رسائل كتاب النّور ile beraber iki bin (2000) olur. Yalnız “Risalet-ün Nur”da şeddeli “nun” iki “nun” sayılır. رسائل كتاب النّور ise النّور daki lâm-ı aslî sayılır. Buna binaen nüshalarınızda بِهَا kelimesi kalkmalı, “Risalet-ün Nur” da ilâve edilmeli.
Sâlisen: Eskide Nurların ehemmiyetli bir merkezi olmaya zannedilen, bazı arızalarla o vaziyet bilfiile çıkmayan, şimdi Ahmed Feyzi’nin gayretiyle Aydın’da yine Nurlar lehinde bir intibah var. Hususan Ali Akdağ Gazi Bulvarı’nda Masıracı Mestan eliyle Aydın adresiyle bize mektub yazan ehemmiyetli, Nurlara müştak ve çalışkan o kardeşimiz hususî mektub yazamadığımdan ve Isparta’nın adresinin bizden sorduğundan ona münasib gördüğünüz şeyleri yazarsınız. Benim bedelime hem ona hem Ahmed Feyzi’ye ve Doktor Şevket ve merhum Hacı Emin’in akrabalarına hem selâmımı, hem onların bayramlarını tebrik ettiğimi onlara yazınız. Umuma binler selâm ve dua ediyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Hâşiye: Siracünnur Muallim Halil ile İstanbul’a gönderildi. Orada cildlenecek, sonra Asâ-yı Musa ile beraber gidecek.
138. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Bu defaki mektublarda tekrar bir kısım kardeşlerimizin tebriklerine mukabil ruh-u canımızla maddî ve manevî bayramlarını tebrik ederiz. Ve Sava Medrese-i Nuriyenin kahramanlarından Marangoz Ahmed, Mustafa Gül, Ali Gül gibi o medresenin değerli, kıymetdar üstadlarından merhum Hacı Hâfız Mehmed ve merhum Hâfız Mehmed’in tam hayr-ul halefleri olan o çalışkan kardeşlerimizin Sikke-i Gaybiye’ye başlamalarını tebrik ve muvaffakiyetlerine dua ediyoruz. Eğer siz münasib görseniz, Sikke-i Gaybiye’nin başında bu fıkranın mealini yazarsınız. Şöyle ki:
Bu Sikke-i Gaybiye’yi mahrem tutardık, yalnız has kardeşlerime mahsustu. Ben vefat ettikten sonra neşredilsin demiştim. Fakat zabıta geldi, adliye hesabına onu sakladığımız yerden çıkardılar. İki sene ellerinde kaldı. Üç mahkeme tedkikinden sonra iade edildi. Bize muhalif gayet nâmahremler dahi beraber okudular. Bize çok yabanî insanlar gördüler. Bu iki defadır Isparta adliyesinin eline başka risalelerle girmiş, hiçbir itiraz edilmeden verilmiş. Madem umumun nazarına istemediğimiz halde gösterilmiş ve madem Risale-i Nur’un ehemmiyetini isbat edip şakirdlerini şevke getiriyor, kuvve-i maneviyelerini ziyadeleştiriyor. Elbette Medreset-üz Zehra erkânlarının neşrine karar vermelerine iştirak ederim.
Said
Sâniyen: Siracünnur, Sikke-i Gaybiye ve yeni huruf Asâ-i Musa hediyesine dair münasib gördüğünüz yedi buçuk gibi fiatı sizin reyinize havale ediyorum, münasibdir. Fakat lâyık olmayan ellere verilmemeli. Hem tam şakird ve fakir olmayana fiatsız vermemeli. Çünki ucuz alan, ehemmiyetsiz bakar. Risale-i Nur müşterileri aramaz, müşteriler Risale-i Nur’u aramalı ve yalvarmalı. Hem kemmiyete ehemmiyet verilmez, keyfiyet nazara alınır. Bazan bir adamın tam şakird olması, yüz adam yerini tutar. Hem kendini satmaya çalışanlara, hususan enaniyetli hocalara hediye verilmemeli. Nurlara herkesten evvel sahib çıkmaya medreseden çıkanlar lâzım iken, Nurların bir cihette tokatlarını yiyen fen muallimleri ve talebeleri ruh-u can ile fedakârane Nurlara müşteri olup fazla kıymet verdikleri halde; istinkâf eden ve çekinen bir kısım hocalara fiatsız vermek, Nurların onların nazarında ehemmiyetini kırar. Onun için Nur kumandanlarından Refet kardeşimizin İstanbul hocalarına risaleleri hediye etmek, şimdilik maslahat görünmüyor.
Sâlisen: Siracünnur’dan 237 sahifesi bize gelmişti. Mütebâkisi varsa gönderilsin ki, beraber cildleyeceğiz ve tashih edip hata-savab cedveli yapılsın.
Râbian: Medrese-i Nuriye kahramanlarından Marangoz Ahmed’in şaşaalı mektubunda çok güzel şeyler bulunduğunu ve büyük bir ümid beyan ettiği halde, “Mehdi” lafızları siyaseti îma ettiği için münasib değil. Ve Asâ-i Musa’yı benim için tevafukatını yaldızla yazmasına bin bârekâllah deriz. Üstadlarımın içinde manevî kazançlarımı bağışlamak vaktinde Hâfız Ali ve Hacı Hâfız Mehmed’le beraber giren merhum Hâfız Mehmed’in iki kıymetli kardeşlerinin tebriklerine ve Sikke-i Gaybiye’ye başlamalarına bin bârekâllah ve veffakakümullah deriz. Ve Nur’un erkânından Milas’lı Halil İbrahim’in ve civarındaki Nurcuların bayram tebriklerine mukabil, onların bayramlarını ruh-u canımızla tebrik ediyoruz.
Hâmisen: Nur’un demirbaş kâtiblerinden kardeşimiz Kâtib Osman’ın güzel ve benim için müjdeli mektubunda akrabasından hacca giden o mübarek kardeşimiz benim bedelime de o mübarek mevkileri ziyaret edeceğine bütün ruh-u canımla sevindim, mesrur oldum. Bu münasebetle size beyan ediyorum ki; çok zâtlar bu sene benim bedelime de hacda beni hayalen beraber farzedip ziyaret edecekleri va’dlerine mukabil, ben de onları Nur şakirdlerinin haslar dairesinde kabul edip manevî kazançlarıma şerik ettiğimi ve şirket-i maneviyemiz itibariyle Nur’un has şakirdleri dahi sizleri manevî kazançlarına şerik edecekler diye onlara söz verdiğim için, siz de dualarınızda dersiniz ki:
“Yâ Rabbî! Kardeşimiz Said’in Nur şakirdi dairesi duhûlüne kabul ettiği bu sene hacca gidenlerin hem gitmeyenlerin de ve şakird yerinde kabul ettiklerinin defter-i hasenatına dahi geçir.” mealinde bir fıkra ile benim va’dimi tasdik etmenizi arzu ediyorum. Tavas’lı Molla Mehmed ve A’ma Mehmed’in tebriknamelerine ve Tavas havalisinde hususan çok ehemmiyetli bir kardeşimiz Muharrem’in bayramlarını ruh-u canımızla tekrar tebrik ediyoruz.
Sâdisen: Ben risaleleri hediye vermeğe mecbur olduğumdan, İnebolu’nun bana göndereceği otuz aded nüshasının herbirine ve Siracünnür’unuzun otuz adedinden herbirisine beşer lira verebilirim. Tahirî’nin on tanesini hediye kabul ederim. Umum kardeşlerimize binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
139. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Maddî-manevî bir sual münasebetiyle garib bir ihtar:
Şöyle ki: Denildi: Sen müdafaaatında demişsin: “Müslümanlar din terbiyesini terketse, anarşi olur. Başka ecnebî milletler gibi komünist veya sosyalist gibi kayıd altında kalamaz ve anarşilere idare etmek yalnız istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlaka ile olabilir, başka çare olamaz.” Hem müdafaatta demişsin: “Risale-i Nur küfr-ü mutlakı kırdığı için küfr-ü mutlakın üstü olan istibdad-ı mutlakı ve altı olan anarşiliği def’eder, kaldırır.” Acaba bir misal gösterebilir misin?
Ben de dedim: Mahrem ve kısaca bir cevab şudur ki: Hakiki anarşilik değil, belki bir tevehhümle bir mikdar lâdinî terbiyesi altında kalan bu vatandaki dindar millete anarşilik gelmiş veya gelmesi ihtimaline binaen umumî ve küllî acib bir rüşvet-i mutlaka nevinden memurlara maaşı kadar bir ilâve ve çiftçilerden şimdi çok maslahatlı ve merhametli olan öşür vergisini kaldırıp para ile buğdayı onlardan satın almak gibi; dâhilî haricî cereyanlar anarşilik damarından istifade etmemek için, çok garib maddî-manevî cüz’î-küllî rüşvetler göründüğü; çok zamandan beri hayat-ı içtimaiyeye bakmadığım için bilemediğim ve istemediğim halde birden köylülerden işittim.
Yine bu münasebetle manen denildi ki: Nurcular gayet büyük bir kuvvettir. Ne için onlara da hakk-ı sükût olarak tamam serbestiyet vermekle manevî bir rüşvet verilmiyor?
Ben de dedim: Risale-i Nur’un tamamen ehemmiyetini takdir ve kıymetini tam tasdik ettikleri halde intişarına meydan vermemesiyle, hariçten gelen dehşetli dinsizlik cereyanına güya Risale-i Nur’u neşrettirmemekle surî, dinsizcesine, lüzumsuz, faidesiz bir rüşvet veriyorlar gibidir. Tâ o haricî ve hücum etmek isteyenler hücum etmesinler. Halbuki Risale-i Nur dâhilde kuvvetli manevî fütuhatı ile anarşiliğe meydan vermediği gibi, hariçten gelen ve içimizden anarşiliği yetiştirmeğe çalışan, şimalden gelen dehşetli dinsizlik cereyanına karşı sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anîdir. Bu vatandaki milliyetperver ve vatanperver ve ehl-i hamiyet siyasetçe, hayat-ı içtimaiyece ve kendi menfaatlerince Risale-i Nur’un neşrine mecbur olduklarını iddia ederiz. Ve Nurları iman için okuyan veya resmen tedkik eden binler şahid, bu davayı tasdik ederler. Eğer bu yirmi senede, perde altında Risale-i Nur Kur’anın mu’cize-i maneviyesiyle yüzbinler iman-ı tahkikî sahiblerini yetiştirmese idi, bu mübarek vatan ve millet pek dehşetli fırtınalara tutulacaktı. Ve tutulmadığına bir sebeb de Risale-i Nur olduğuna Sure-i Vel-Asr işaret ediyor.
Said
140. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Asâ-yı Musa, Zülfikar’ın bir kısmı iki defa Câmi-ül Ezher’e göndermek için emin vasıtaya verildiği halde gitmediğinin hikmeti şimdi anlaşıldı. Kahraman Nazif’in çok mükemmel yazdığı o Asâ-yı Musa bana geldi. Açtım, birden Tabiat Lem’asının Üçüncü Muhalinde sehven “o ilim ve kemalden” yazılmış. Halbuki doğrusu “o ilim ve kelâmdan”dır. Hem birden Hülâsat-ül Hülâsa’dan gözüme ilişti:
İki satırda يُظْهِرُ رُبُوبِيَّتِهِ وَ شَفْقَتِهِ .. يُعْلِنُ رَحْمَانِيَّتِهِ وَ اُلُوهِيَّتِهِ kaide-i Nahivce galattır. Doğrusu يُظْهِرُ رُبُوبِيَّتَهُ وَ شَفْقَتَهُ ❊ يُعْلِنُ رَحْمَانِيَّتَهُ وَ اُلُوهِيَّتَهُ Dedim: Elhamdülillah ki tashih edilmeden gitmedi. Yoksa o ulûm-u Arabiyede mahir ülemaların nazarında hoş görünmeyecekti.
Sâniyen: Bu defa Medrese-i Nuriye’nin buradaki Nur şakirdine hediye ettiği risalelerden Birinci Mektub’un Dördüncü Suali ki, “Cehennem nerededir?” cevabında nısf-ı kutr-u Arz sehven altıyüz bin kilometre yazılmış. Halbuki doğrusu altıbin kilometredir. Eğer nüshalarınızda böyle yanlışlar varsa çabuk tashih ediniz.
Sâlisen: İnebolu fedakârlarından Küçük İbrahim ve Gülcü Hüseyin yanıma geldiler. Bizim işimiz için size de gelmek istediler. Dedim: Emanetlerimiz geldi. Onlar da sizlere çok selâm edip selâmetle gittiler.
Râbian: Bana göndereceğiniz yirmi Zülfikarların bir kısmının fiatı olarak cübbe ve şalvar gibi bana çok lüzumu olmayan bazı o fazla bulunan eşyalarımı satıp 100 lirayı size gönderdim.
Hâmisen: Kırk sene evvel Câmi-ül Ezher reisi Şeyh Bahit’in sualine karşı size malûm olan verdiğim cevabın birinci şıkkı العثمانية حاملة بالاوروپائية فستلد يومًا ما yirmi sene evvel hakikatı çıkmış. Şimdi de cevabın ikinci şıkkı الاوروپائية حاملة بالاسلامية فستلد يومًا ما hakikatı da şimdi çıkmaya başlamış ki; İsveç, Norveç, Finlandiya Kur’anı kabul etmişler.
Sâdisen: Aydın tarafında kardeşimiz Ahmed Feyzi, hapishanede olduğu gibi bugünlerde yine yemeğim için bir parça mübarek zeytin göndermiş. Kaideme muhalif olmamak için o teberrüke mukabil bir Zülfikar’ı benim bedelime ona gönderiniz. Hem ona selâmımla beraber yazınız ki: Ben ona ikinci bir Hasan Feyzi nazarıyla bakıyorum. İnşâallah hem Ahmed Feyzi hem Hasan Feyzi vazifesini görecektir. Umumunuza binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
141. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Zülfikarınız ümidimizin fevkinde güzel ve yanlışı pek az zannederim. Daha bakamadım. Fakat Hüsrev’in dikkatli kalemi, çok yanlışlara meydan vermemiş inşâallah. Buraya arkadaşlara nüshaların herbirine onbeşer banknot ve Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarından mübarek Süleyman ve Mustafa Yıldız tarafından hediye edilen Sözler, Mektublar, Şualar 1000 lira kadar arkadaşlar sevindiler. Onlara mukabil 1000 lira kadar mukabele lâzımgeldiğinden maddî 150 liraya indirmemek için hediye olarak umum Medrese-i Nuriye şakirdleri namına kabul edildi.
Mübareklerde pehlivanı Küçük Ali’nin Lemaatları o güzel ve dikkatli hattıyla 200 lira kadar makbul oldu. Onun için altmış lira ona küçücük bir hediye ve fiatının üçten birisidir diye verilsin. Buradan oraya gönderilen bâki kalan 140 liraya mukabil dokuz Zülfikar’ı buradaki arkadaşlara gönderirsiniz. Ben de Zülfikar’a bakacağım. Manaya çok zarar vermeyen yanlışların ehemmiyeti yok. Eğer varsa inşâallah yirmi gün sonra yanlışları havi bir pusula göndereceğiz.
Sâniyen: Homa taraflarında Nur’un kahramanlarından kardeşlerimiz Sami Bey ve Mehmed Ali’nin vasıtasıyla gönderilen İzzeddin Hoca’nın mektubunda isimleri yazılan yedi-sekiz yeni kardeşlerimiz ve onsekiz sene evvel Barla’da gelip benimle görüşen ve Homa’lı Mehmed Ali kardeşimizle gönderilen diğer bir mektubda dokuz yeni kardeşlerimiz ve Denizli Şehir Oteli’nde bulunduğum vakit görüştüğümüz zâtın mektubunda isimleri yazılı üç-dört Osman içinde bulunan ondokuz kardeşlerimiz beraber bu üç mektubdaki o isimlerin herbiri Risale-i Nur şakirdleri olarak duamıza dâhil edip kabul edildi. Cenab-ı Hak onları Nur’un hizmetinde muvaffak eylesin, âmîn. Başta Sami ve Mehmed Ali ve İzzet ve Haydar olarak umumuna selâm ve dua ediyoruz.
Merhum Hasan Feyzi’nin küçücük bir nümunesi, faal kardeşimiz Sabri Bey’in mahdumu ve üniversitenin bahadır bir talebesi Feyzi’nin güzel manzumesini dinledim. Çok güzel, elli defa Nur kelimesi ile hâtime verilen nuranî kasidesini, kahraman pederinin ve Konya Nurcularının namına kabul ettik. Onları da tebrik ediyoruz ki, böyle bir kalbde bir genç, şimdi çok bîçare gençleri Nur’la aşılar kurtarır inşâallah.
Eğirdir’den gelen Zülfikar sandığı altında oradaki ciddi ve hakiki kardeşlerimizin Nur’a hizmetleriyle bizi çok minnetdar eden o kardeşlerimize pek çok selâm ediyoruz ve onların Nur’a bu zamanda bu hizmetleri kıymetdardır. Kahraman Tahirî’nin ve büyük ruhlu Küçük Ali’nin makine yazısında Hüsrev’in yardımına koşmaları, inşâallah hem bizi çok mesrur, hem âlem-i İslâmı memnun, hem Medreset-üz Zehra’yı Câmi’ül Ezher gibi şaşaalandıracak.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Bu defa Sâlih Yeşil’in uzunca yazdığı bir mektubuna karşı yazılan cevab, bera-yı malûmat size gönderildi.
Hâşiye: Kastamonu’da Çaycı Emin’in ve Feyzi’nin yanında benim orada kalan Hizb-i Nuriye kaç nüshası varsa, orada çok lüzumu yoksa bana gönderilsin. Burada lüzumu var. Onları ve orayı hiç unutmadığım gibi de çok merak ediyorum.
Kardeşiniz
Said Nursî
142. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Zülfikar ve Asâ-yı Musa’nın manevî fütuhatından, şimal-i garbîde bu asrın Kur’ana şiddet-i ihtiyacını üç medenî devletin kuvvetli imzalarıyla imza ettikleri gibi; bu defa Amerika’nın en büyük âlim ve feylesof ve misyonerlerinden aynen Âyet-ül Kübra’nın birkaç hakikatını ve Asâ-yı Musa’nın vahdaniyet-i İlahiyenin iman-ı billah hüccetlerinden bir hakikatını aynen dava edip Amerika’dan yazması ve buradaki Millet mecmuasında neşretmesini imza ediyor diye bana hizmet eden şakird söyledi. Demek en küçük hâdiseyi de haber alan Amerika, bu memleketin en büyük bir hâdisesi olan Âyet-ül Kübra’nın 500 nüsha tab’iyle yüz şakirdini dokuz ay hapis hâdisesini bir seneye yakın onların ehemmiyetli misyonerlerinin elinde Asâ-yı Musa ve bir kısım Zülfikar’ın bulunması vasıtasıyla, Amerika’nın heyet-i diniyesi başında olan, bu yeni imana dair makale yazan profesör misyonerler elbette haber almışlar ve Âyet-ül Kübra ve Asâ-yı Musa’yı görmüşler ki, aynı hakikatların bir hülâsasını makalesinde yazmışlar. Hem Risale-i Nur’a mahsus bir tarzda hususan arıdaki parlak bir surette El-Kübra’nın وَ اَوْحَى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ âyetinin tefsirinde parlak beyanı makalesinde aynen yazması, onların El-Kübra’yı gördüklerine kuvvetli bir emaredir. Demek Kur’ana bu asrın şiddet-i ihtiyacını, şimal gibi dünyanın öteki yüzü olan Amerika da hissetmeğe başlamış.
Evvelce müjde verildiği gibi, Zülfikar’ın çıkmasıyla rûy-i zeminde fütuhat olacak. İşte nümunesi de iki köşesinde görüldü. Ve Zülfikar’ın yakınında bulunanların gafletine ve lâkaydlıklarına elbette rûy-i zemin dahi hiddet edebilir bir hatadır. Zülfikar ve Asâ-yı Musa’nın şakirdlerini sıkıştıranlar, akıllarını başlarına alsınlar, insaf etsinler.
Sâniyen: Bugünlerde Otuzüçüncü Mektub olan Otuzüç Pencere’yi tashih ettim. Pek kuvvetli bir hüccet-i imaniye gördüm. Acaba size Tılsım veya Tarihçe-i Hayat mecmualarına girmesini yazmış mıyım, şimdi tahattur edemiyorum. Madem kendi hukukumu sizlere hususan Medreset-üz Zehra’nın erkânlarına vermişim, bu Otuzüçüncü Mektub’u (ki bir cihette Otuzüçüncü Söz’dür ve bir cihette Birinci Mektub’dur) siz hangi mecmuaya münasib görürseniz onu da makine ile neşredersiniz, size aiddir.
Sâlisen: Asâ-yı Musa’nın âhirinde aynen Zülfikar gibi Hasan Feyzi’nin tarifnamesi tarzında bir tasdikname hükmünde bu ikisine de Halil İbrahim’in aynen Hasan Feyzi misillü Risale-i Nur kıymeti hakkında yazdığı ve Lâhika’ya giren fıkralarından şahsıma ait kısmı tayyetmek şartıyla ve daha siz münasib gördüğünüz Nur hakkında ehemmiyetli fakat muhtasar parçaları ve Salahaddin’in de kendi Asâ-yı Musa’sının âhirine yazdığı tarihçe-i hayatımın bir küçük hülâsası gibi münasib gördüğünüz bazı parçaları birleştirip (fakat uzun olmasın) Risale-i Nur’un şakirdleri namına mütefennin bir kısım muallimlerin ve âlimlerin de imzalarıyla Asâ-yı Musa’nın arkasında neşrini siz dahi münasib görseniz iyi olur. Eğer vaktim müsaade etse, bir parça ben de burada yardım edeceğim.
Râbian: Bugünlerde ehemmiyetsiz, telaş edilecek bir mahiyeti haiz olmayan bir küçük hâdise için sizi merak ettim. Acaba onlara bir ilişmek mi var ki burada bu vaziyeti aldılar, merak ettim. Hâdise şudur:
Bugünlerde bir-iki miralay, bir-iki mühim memur teslimkârane ve dostane yanıma gelmeleri ile ve ben de bir-iki gün sonra nefes almak için araba ile gezmeğe gittiğim sırada kapımda pekçok kalabalık, hürmetle beni karşılamaları; gizli düşmanlarım bu teveccüh-ü ammeyi kırmak ve bir bulantı vermek için yine bazı iftiralarla bazı memurları Ankara’da evhamlandırdılar. Onlar buranın hükûmetine sormuşlar: Câmi’den çıktıktan sonra kiminle görüşüyor? Ne ile yaşıyor? Hediyeleri kabul eder mi? diye bir tahkikat ediniz. Buradaki yeni nurlu kaymakam zabitle beraber cevab vermişler ki: Bir senedir câmiye gitmiyor, daima kapısı kilitlidir. Kimseyi yanına kabul etmiyor. Mukabelesiz hiç kimsenin hediyesini kabul etmiyor.
Bu hâdise burada bu suretle söndü. Fakat o gizli düşmanlarımız içinde çok alçak ve iftiracı adamlar var ki, o kadar ahmakane iftiralar ettikleri halde, burada hiçbir adamı kandıramadılar. İftira plânını çevirmişler ki, teveccüh-ü ammeyi bu suretle halkları ürkütmekle kırmaya çalışıyorlar. Halbuki gittikçe teveccüh ziyadeleşiyor.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua eden hasta kardeşiniz
Said Nursî
143. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Müdakkik ve muhlis Refet’in ve sizin ecnebi lisanıyla ve bilhassa İsveç, Norveç, Finlandiya’da hangi lisan daha ziyadedir, (zannımca Alman lisanı olacak) şimdilik Alman lisanına Nurlardan hüccet-i imaniyeleri tercüme etmek, onlara göndermek, ben de o fikirlerinize iştirak ederim. Evet Avrupa’nın mağlubiyetinden ve maddî ve manevî, dünyevî tehlikelerinden ancak ve ancak teselli-i mutlakı Kur’anda bulabilirler. Hazret-i İsa Aleyhisselâm Havariyyunlara demiş ki: “Ben gidiyorum ki, size tesellici gelsin. Yani Ahmed Aleyhissalâtü Vesselâm Kur’an ile gelsin.” demesiyle gösteriyor ki; nev’-i beşer hususan bu zamanda, hususan me’yus Avrupa’da teselli-i mutlakı Kur’anın hakaik-ı imaniyesinde bulabilirler.
Sâniyen: Asâ-yı Musa’nın Birinci ve İkinci ve Üçüncü ve Sekizinci Hüccet-i İmaniyeleriyle beraber Meyve’nin Altıncı ve Yedinci Mes’eleleri şimdilik Alman ve Fransız lisanıyla fakat sıhhatli ve dikkatli tercüme etmeğe Medreset-üz Zehra’nın erkânları nasıl münasib görürlerse yapılsın. Yalnız Üçüncü Hüccet-i İmaniye olan Tabiat kâfi değil. Başında Asâ-yı Musa’nın bir parçası diye yazılsın. Bugün İstanbul’a bir kardeşimiz gidiyor, onunla da bu mes’eleye dair oraya cevab gönderdik.
Sâlisen: İki gün evvel erkândan Halil İbrahim’in Hasan Feyzi tarzında yazdığı bazı fıkralarını ta’dil ve ihtisar ile ve daha münasib gördüğünüz bazı ehemmiyetli parçaları cem’ edip Asâ-yı Musa âhirinde yazılsın diye yazmıştık, postaya vermiştik. Dünkü gün Halil İbrahim’in güzel manzumesini aldık. O fikri tasdik etti. Bârekâllah dedik. Medrese-i Nuriye kahramanlarından Mehmed Çavuş’un Emniyet Müdürüyle Zülfikar hakkındaki mes’elesi, bu sırada çok güzel oldu. Umuma binler selâm. Aceleye geldi, kısa kesiyorum.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
144. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Asâ-yı Musa’nın bazı nüshaları Eğirdir adliyesinin eline geçmesi inşâallah yine hakkımızda büyük bir hayra vesile olacak. Nasılki bizden alınan bir nüsha Zülfikar, bize verdiği zararın yirmi misli manevî faideler verdi. Hem herkesten ziyade Asâ-yı Musa’ya memurlar ve adliyeler muhtaçtırlar. En evvel onların okumaları gerektir. Hem eğer bu fırtınacık hafif geçse, öteki üç mecmuanın serbestiyetine bir derece faide verecek. Hem siz hiç merak etmeyiniz. فَاِنَّكَ مَحْرُوسٌ بِعَيْنِ الْعِنَايَةِ sırrıyla, inayet ve hıfz-ı Rabbanî altındayız. Bu hâdise tesadüfe benzemiyor. Gizli münafıklar bir şey bulamadılar, bu sırada böyle hafif bir bulantı vermeğe çalıştılar. İhtiyatın lüzumunu gösterdi. Bana göndereceğiniz nüshaları eğer kolay ve münasib görseniz İstanbul’da cildlensin.
Sâniyen: Bir Nurcu dedi ki: Hindistan buradan iki milyon liraya mukabil Kur’anlar istiyor diye bir gazete yazıyormuş. Bunda iki ihtimal var. Biri şimalde İsveç, Norveç’te olduğu gibi cenubda da Kur’ana fevkalâde ihtiyaç hisseden bir cereyan çıkmış. Zaîf bir ihtimal ile de şark-ı şimalîdeki dinsizlik cereyanının imhasına uğramamak için öyle bir azîm yekûnle Kur’anlar istenilmiş. Birinci kuvvetli ihtimale binaen mu’cizatlı Kur’anımızı Hizb-i Nuriye, Hizb-i Kur’aniye gibi fotoğrafla tab’ edilip binler nüshalarını o kuvvetli dindar cereyana ve dine fedai ve himayetkârlarına göndereceğiz. İnşâallah beraberinde Kur’anın kılınçlı iki hizmetkârı olan Asâ-yı Musa ve Zülfikar’ı göndereceğiz. Öyle ise Risale-i Nur kahramanı Hüsrev’in kerametli kalemi, yanımızdaki mu’cizatlı Kur’anımızda zayi’ olmuş Yirmidördüncü Cüz’ü yazsın.
Sâlisen: Safranbolu kahramanlarından Mustafa Osman ve Hıfzı’nın şuhur-u selâsemizi tebriklerine mukabil hem onların hem Eflani ve Kastamonu havalisindeki bütün kardeşlerimizin hem Receb-i Şeriflerini hem fevkalâde çalışmalarını tebrik ediyoruz. Ve Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarından Marangoz Ahmed’in mektubunda merhum Hâfız Mehmed’in vârisi olan İsmail Gül’ün çocukları aynı Hâfız Mehmed gibi Kur’anı hem Risale-i Nur’u ders vermesi ve hanımlar ve kızların iştiyak ile Kur’an dersine başlamaları ve o derste bazılarını hattâ bir a’ma kızı hıfza çalıştırmalarını bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmîn. Ve Hüseyin Hilmi’nin bizim için yazdığı Asâ-yı Musa’nın her harfine mukabil Cenab-ı Hak ona bin merhamet etsin.
Râbian: Denizli’nin merhum Hasan Feyzi’nin vârisleri mübarek heyetinden Ahmedlerin samimi hâlisane mektubları gerçi benim hakkımda pek ziyade hüsn-ü zanla tabiratları meşrebime gelmiyor, fakat onun o tabiratlarını sair mektubu içindeki duaları gibi bir dua-i manevî olarak telakki ediyoruz. Hem onun dualarına âmîn demekle beraber, hem ona hem Nur’un başta başkâtibi Şamlı Hâfız Tevfik’e ve mübarek heyetin herbirisine ve hâkim-i âdile binler selâm ediyoruz. Ve Hâfız Tevfik’in göz hastalığının selâmeti için dua ediyoruz. Cenab-ı Hak şifa versin ve vazife-i Nuriyesine dönsün, âmîn.
Hâmisen: Hocaların kahramanlarından ve ayrı bir tarzda Hasan Feyzi’nin vazifesini gören Ala Mescid imamı İbrahim Edhem’in sadakatının bir kerameti olarak, yeni çıkan Asâ-yı Musa’nın bir kısım nüshalarını Isparta’dan beraber alıp bana getirmesi, bu sırada bana çok kıymetdar oldu. Çok şiddetli bir merak ile beklerdim. Halbuki bu defa müsadere hâdisesi bütün bütün beni merakta bırakacaktı. Onun sadakatının kerameti olduğunu kanaat verdi. Cenab-ı Hak onu hem onun gibi çokları Nurlara teşvik eden Homa’lı Mehmed Ali kardeşimizden razı olsun. Hem Çivril kazasının Sütlüce köyünden Ali Çelik imzasıyla gelen mektubda isimleri bulunan yeni kardeşlerimiz ve hemşirelerimiz Nur dairesinde kabul edilmişler. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmîn.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz
Said Nursî
Muhterem efendim!
Bugün posta ile Berber Burhan adresine 405 lira gönderildi. Bu para Tahirî’nin otomobil için verdiği 400 lira ile İstanbul’da satılan Zülfikar bakiyyesi 5 liradır. Hürmetle ellerinizden öper, dualarınızı pek çok rica ederim. Umum efendilerimize arz-ı hürmet eyleriz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Duanıza muhtaç Ceylan
145. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفِ الْقُرْآنِ الْمَقْرُوئَةِ فِى رَمَضَانَ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Sizin birer birer ramazanınızı ve leyle-i kadrinizi ve bayramınızı tebrik ederim.
Sâniyen: Ben gerçi çok sıkıcı ve kederli bir memlekete gönderildim. Fakat size ve mübarek Isparta’ya bir derece yakın bulunduğumdan çok memnunum, şükrederim.
Sâlisen: Size Meyve’nin Onuncu Mes’elesini gönderdim. Bir-iki gün zehirli bir şiddetli hastalık içinde yazıldığından muğlak ve gayet muhtasar düşmüş. Pek anlaşılmaz, fakat ehemmiyetlidir. Hem bu mektubun arkasındaki fıkralar, büyük makamlarda medar-ı nazar olmasından size gönderildi.
Râbian: Kolaysa İhtiyarlar ve Hastalar ve İktisad Risaleleri bana gönderilsin. İnşâallah bu Emirdağ karyesi dahi bir ikinci Barla olacak. Fakat eski kalemler yoktur, şanlı Tevfikler bulunmaz.
Kardeşlerim! Bu ramazan-ı şerifte şiddetli hastalığımdan vesile-i necatım, sizin dualarınız olduğuna kanaat ettim. Çünki birdenbire bir şifa ile leyle-i kadirde çalışabildim. …… hapiste bana Meyveleri yazan hakikaten çok bahtiyar ve muvaffakiyetli ve amelleri makbul olduğunu aynen gördüm. Geniş bir sahada onlara sevab kazandırıyorlar. Ben de onların hesabına tevziat memuru bulunduğumdan, çok müteşekkir ve onlara minnetdarım.
Ahmed Nazif bir-iki mektub bana yazmış. Ben cevab vermeye çare bulamadım. Size yazdığım defterin bir mislini onun için kendim yazdım. Eğer siz onun ile kolay muhabere edebilirseniz, bir suretini ona gönderirsiniz. Yoksa ben zahmetle onun için yazdığım defteri ve mühim bir sual cevabı olan fıkrayı buradan bir emin vasıta bulsam ona göndereceğim.
Bu geçen musibetimiz, Risale-i Nur’un büyük ve geniş sahalarda intişarına ve fütuhatına sebeb olduğundan, büyük bir inayet ve rahmet hükmüne geçti. Pek ucuz oldu. Umum kardeş ve hemşirelerime birer birer selâm ve tebrik ederim. Kardeşlerim! Bu muğlak Onuncu Mes’eleyi ıslah edebilirsiniz. Hem Mu’cizat-ı Kur’aniye zeyillerinin âhirinde dahi yazarsınız.
146. Parça[]
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
Evvela: Re'fet ameliyat oldu mu? Ne haldedir? Merak ediyorum. Ona çok dua edildi. Sava'lı kahraman Ahmed'in kerimesi Hatice'nin yazdığı Asâ-yı Musa mecmuasını kahraman Tahirî, İstanbul'da birisine emaneten bırakmış. O nüsha hanımları Nurculuğa teşvik ettiği için zayi' olmasın. Muattal kalmışsa, lüzum kalmamışsa bana gönderilsin.
Sâniyen: Kardeşlerimizden ve Nur’lara devamlı çalışanlardan Kozca Hatibi Hüseyin Şükrü’nün tebrik mektubunda namları bulunan Mehmed Celal ve pederi ve kardeşleri ve muhterem hanımlar ve hatibin mahdumu Said ve saire herbirisine selâm ve dua ederiz. Umuma selâm ve selâmetlerine dua ederiz.
Kardeşiniz
Said Nursî
İstanbul'dan Salahaddin, İstanbul için birkaç nüsha Zülfikar'dan ve Asa-yı Musa'dan benden ........ Orada çok müştaklar bulunduğunu söylüyor. Ben Asa-yı Musa'dan gönderdim. Zülfikar bende yoktur. Hazır varsa iki-üç nüshayı ya bana yada kardeşim mübarek Tahiri'nin münasib gördüğü zatlara mütalaa için vermek üzere İstanbul Nazif Çelebisi vasıtasıyla Salahaddin'e gönderilsin. Eğer tam tashihli ise.. Tam tashih olmamış ise bana gelsin sonra oraya gitsin.
147. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Umumunuza pek çok selâm. Sizin gayet mübarek hediyelerinizi aldım. Cenab-ı Hak, onların her bir harfine mukabil sizlere binler rahmet eylesin, âmîn. Efe Şükrü’nün bu defaki hizmeti, bizimle beraber hapisteki sıkıntıyı çekmiş kadar bir fazilet ve kahramanlık gösterdi. Şimdi makine gideceği için kısa kesip, Şükrü’yü hayatdar bir mektubum olarak size gönderdim.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
148. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عَاشِرَاتِ دَقَائِقِ اللَّيَالِى الْعَشَرَةِ وَ اَيَّامِ الْعِيدِ اْلاَضْحَى
Aziz, sıddık ve mübarek ve sebatkâr ve fedakâr kardeşlerim!
Geçen bayramınızı bütün ruh u canımla tebrik ederim. Ve bana gönderdiğiniz çok mübarek teberrüklerini, Cennet’ten gelmiş gibi ruhumu mesrur eyledi. Cenab-ı Hak her bir harfine ve her bir dirhemine mukabil bin rahmet ve bin batman bereket sizlere ihsan eylesin, âmîn. Kat’î kanaatım gelmiş ki; Isparta vilayeti eskiden beri bir gaye-i hayalim olan Medreset-üz Zehra’nın hakikatını ve manevî suretini taşıyor. Ve dokuz sene orada çalışmanız, doksan sene kadar sebat ve tesanüdünüz sayesinde Kur’ana ve imana hizmet ettiğiniz gibi, hapiste dokuz ay yine sebat ve tesanüd ve ihlasınız ile dokuz sene kadar o hizmeti yaptınız. Ve benim İhtiyar Risalesi’nde davamı ve ümidimi ki; otuz Abdurrahman belki yüzden ziyade Abdülmecid’leri Isparta bana ve Risale-i Nur’a verdi, hadsiz şükür olsun. Ben ne kadar sıkıntı çeksem ve dünyadan gitsem dahi hiç merak etmem. Çünki siz varsınız ve hakikî vârissiniz. Geçen hâdisede Risale-i Nur pek çok kazancı var. Yüz senelik işi gördü. Küfr-ü mutlakı kırdı ve zındıka inadı bozdu. En lâkayd olanları dahi meraklandırdı. Kendini onların gözlerine soktu, mütemerridleri serfüru’ ettirdi. Bizim çektiğimiz küçük zahmetleri, büyük rahmetlere çevirdi. Hadsiz hamd ü sena olsun.
Emanetlere daha tam bakamadım. Şimdilik bavul ve merhum Hâfız Ali’nin mübarek teberrüklerini taşıyan Hâfız Mustafa’nın sepeti burada kaldı. Sonra gönderilecek. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime, hususan şehid merhumun vârisesi ve Cennet refikası gibi hanımlara ve masumlara ve ümmilere ve mübareklere ve Medrese-i Nuriye şakirdlerine birer birer selâm ve bayramlarını tebrik ve selâmetlerine dua ederiz ve dualarını isteriz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz ve duanıza çok muhtaç
Said Nursî
149. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Beni burada çok sıkıyorlar ve tarassud ediyorlar. Tecrid-i mutlak ve haps-i münferid hükmünde bir vaziyette olduğum halde hadsiz şükür olsun ki, sizden gelen sevinç ve sürur bütün sıkıntılarımı ve elemlerimi ve endişelerimi izale eder. Bugünlerde zarurî hizmetimi gören adamlar dahi çekinmeye başladıkları münasebetiyle, bu mektubun arkasındaki fıkrayı onları tatmin ve temin için ellerine verdim. Belki size de bir faidesi var diye gönderdim.
Beni merak etmeyiniz. İnayet-i İlahiye devam ediyor. Ben daha tam Risale-i Nur’un eczalarına bakamadım. Fakat bu kışta benim ve ihvanımın en güzel ve tatlı bir manevî erzakımız olacaklarını tebşir ederim. Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarından Hâfız Mehmed’in mektubu, beni çok müferrah ve mesrur eyledi. Merhum Hâfız Mehmed’in tam bir vârisi ve o medresenin üstadı ve çok hâlis olan mübarek pederinin tam hayr-ül halefi olduğunu gösteriyor. Merhum Hâfız Zühdü’nün vâlidesi, benim vâlidem ve hemşirelerim içinde manevî kazançlarıma hissedar ve merhum Hâfız Ali ve Hâfız Mehmed gibi, üstadlarımın içinde bütün okuduklarımda hissedardırlar. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime binler selâm.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kardeşiniz ve daima duanıza muhtaç
Said Nursî
150. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Size evvelce hizmetimde bulunan zâtlara söylediğim ve gönderdiğim parçanın tetimmesi olarak gayet müşevveş bu müsveddeyi gönderdim. Siz ıslah edebilirsiniz. Münasib görseniz, lüzum olsa hem bu parça, hem evvelki parçadan bir suretini bizimle alâkadar makamata gönderilecek. Beni merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye devam ediyor. Gayretiniz sayesinde Risale-i Nur parlak bir surette bu havalide dahi intişarda devam ediyor. Umumen selâm.
151. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hiç merak etmeyiniz, inayet tam devam ediyor. Bana burada istediğim tarzda bir hane yapmak ve iaşe ve müteferrikata ait tahsisatlarını kabul etmediğimden beni sıkıyorlar. Ben de bu lâhika ve ileride onlara vermek niyetiyle, eski yazıyı yazamayan birisi yeni harfle acele yazdırdım. Sonra tashihte çok karıştı. Kusura bakmayınız. Bu şiddetli kışta sizler beni o derece memnun ve minnetdar ve müteşekkir etmişsiniz ki, kıyamete kadar unutmayacağım. Tam beni çalıştırdınız. Cenab-ı Erhamürrâhimîn, her bir kitabın her bir harfine mukabil bin rahmet sizlere eylesin, âmîn. Merhum Hâfız Ali’nin nüshalarını tashih ettim. Sonra size me’haz olmak için göndereceğim.
152. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Sizin firdevsî ve kudsî ve nuranî hediyenizi aldım. Cenab-ı Hak o nüshaların her harfine mukabil, Leyle-i Kadir’de gibi binler sevab ve defter-i a’malinize otuzbinler hasenat yazdırsın, âmîn. Hakikaten Asâ-yı Musa Risalesi tabca geri kalması, büyük bir ikram ve inayet ve büyük bir hikmet ve rahmet ve büyük bir fütuhat ve kudsî bir hizmet için idi. Binler mâşâallah ve bârekâllah ve veffakakümüllah. Hadsiz şükür olsun ki; İnebolu Nazif ve İbrahim gibi oradaki fedakârların gayretiyle ikinci bir Isparta olduğunu ve sebatkâr bir Medrese-i Nuriye ve Zehraviye olacağını isbat ediyor.
Daha nüshalara bakamadım. İnşâallah bunlar, pek çokların imanlarını kurtaracaklar. Ve Zülfikar-ı Mu’cizat mecmuasının pek büyük fütuhatına hem tab’ına hem çokların daire-i Nur’a girmesine vesile olacak.
Kardeşlerim! Herbir nüshanın kâtibine ayrı ve uzun bir hususî mektub yazmak arzu ediyorum ve haklarıdır. Fakat halim ve kalemim ve vaktim müsaade etmediğinden, ona bedel tâ bayrama kadar manevî kazançlarda daire-i Nur has şakirdlerinde bulunmaları gibi, dualarda ve bağışlamalarda has üstadlarımın dairelerinde dahi -merhum Hâfız Ali gibi dahi- bulundurmaya karar verdim. İnşâallah Zülfikar-ı Mu’cizat’taki manevî ferah ve iştiyak kendini kolayca yazdıracak. Çok zahmet yazanlara vermeyecek ve Asâ-yı Musa yardımına çabuk yetişecek. Fakat ben tashihe kâfi gelmiyorum. Mümkün olduğu kadar tashih ediniz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Umum Nurculara birer birer selâm ve dua ve dualarını isterim.
Kardeşiniz
Said Nursî
(Haşiye): Nazif’in bisküvit teberrükünü dün aldım. Âdetime muhalif olarak yüz defa o teberrük kadar sürur verdi. Hem bu bir fâl-i hayırdır diye İnebolu’dan bir müjde bekledim. Birden bugün kıymetdar ve sebatkâr ve Hüsrev ve Nazif ruhunda ve mahiyetlerinde büyük ruhlu Küçük İbrahim, İnebolu bir kahramanı bu Cennet hediyesini getirdi. O sevincin sırrı zahir oldu.
153. Parça[]
Tılsım mecmuasının başında yazılacak olan parça
Kâinatın muazzam tılsımını ve muallak muammasını açan, Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyânın yüzer tılsımlarını, yine Kur'ânın feyziyle Risale-i Nur'un keşif ve isbat ve izah ettiği din tılsımlarından ve muammalarından en ehemmiyetli kısmı bu tılsımlı mecmuadadır. Tafsilât ikinci mektubdadır.
Haşiye: Mübarek Hüsrev'in mektubunda benim kış mahrukatıma ait bir ricasını gördüm. Çalışan Hanedanı bu vazifenin kendilerine bırakılmasını istiyorlar.
Sabri ve Süleyman selametle zahmetsiz gelebilmişler mi? merak ederim. Birden şiddetli kış başlarken onlar yola çıktılar...
154. Parça[]
Mektubun baş kısmı için bkz. (Maddî ve mânevî bir sual münasebetiyle hatıra gelen bir cevaptır.)
Hâşiye: Makine mahsulü bir Zülfikar’ın evvelce size yazdığım gibi postahaneden müsadere edilip zabıta valiye, vali de emniyet müdürüne verdikten sonra buranın ehemmiyetli bir adamı emniyet müdürünün dairesine gitmiş. Zülfikar’ı masası üstünde görüp sormuş. Emniyet müdürü demiş ki: Ben bunu, tamamını dikkatle okuyacağım, bitireceğim. Sonra fikrimi beyan ederim. Demek mütemadiyen okuyormuş ve tam zevk almış, imanını kurtarmaya başlamış. Elbette o daire münasebetiyle ve oradaki hükûmetin mühim adamları dahi Zülfikar’dan ders alacaklar inşâallah. Isparta emniyet müdürü gibi, bu da kalben Nurlar lehinde olacak ve vazifeten ve resmen ehemmiyetsiz ilişmelerin hiç kıymeti kalmaz. Bu hayra karşı bin maddî zarar olsa ehemmiyeti yok. Demek Nurlara ait her işte bir hayır var.
عَسَى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ
hükmü daima devam ediyor. Bununla beraber “sırran tenevverat” hükmüyle, her vakit tam ihtiyatlı bulunmalıyız. Mübarekler pehlivanı Küçük Ali’nin Lem’alar mecmuasını yazması münasibdir. Fakat Sikke-i Gaybiye gibi mecmualara giren Lem’a yazılmasa daha münasibdir zannediyorum. Siz daha iyi bilirsiniz. Umum kardeşlerime pek çok selâm ve dua ediyoruz.
Kardeşiniz
Said Nursî
155. Parça[]
(Mektubun baş kısmı için Bkz.)
Saniyen: Yeni çıkan Asa-yı Musa'nın en ahirinde Hüsrev ve yardımcılarına olan hususi dua ki, Zülfikar'ın en ahirinde yazılmıştır. Aynen o dua Asa-yı Musa'nın ahirinde yazılsın. Yalnız "Zülfikar hurufu" yerine "Asa-yı Musa" yazılsın. Hem Nazif ve yardımcıları dahi aynı duayı "Hüsrev" kelimesi yerinde "Nazif" olarak yeni harfle çıkardıkları Asa-yı Musa'nın ahirinde yazsınlar.
Salisen: Bana çok lüzumu bulunan ve etraftan bazen istenilen Zülfikar nüshalarından beş on Zülfikar'ı benim için hususi bir yere bırakınız. Sonra bir müsaid vakitte bana gönderiniz.
Umum kardeşlerimize binler selam ve bugünkü hızır-ilyas olan bayram-ı ammenizi tebrik ederiz.
الباقى هو الباقى
Hasta fakat memnun
Kardeşiniz
Said Nursî
156. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حاَصِلِ ضَرْبِ حُرُوفِ ذُوالْفِقاَرِ الْمَطْبُوعِ ف۪ى عاَشِراَتِ دَقاَئِقِ لَيْلَةِ الْقَدْرِ وَ يَوْمِ الْع۪يدِ
Aziz kardeşlerim, sıddık arkadaşlarım ve mübarek yoldaşlarım..
Evvelen: On aded mektuplarınızdaki bayram tebriklerinize mukabil Risalet-en Nurun şahs-ı manevisi namına bin باَرَكَ اللهُ ف۪ى ع۪يدِكُمْ وَ اَسْعَدَكُمُ اللهُ ف۪ى عُمْرِكُمْ وَ وَفَّقَكُمُ اللهُ ف۪ى خِدْمَتِكُمُ النُّوراَنِيَّةِ اٰم۪ينَ deriz.
Saniyen: Şimdi üç cihette hâlim müsaadesizliği sebebiyle şu mübarek mektuplarınıza cevap veremediğimden sıkılmayınız. Vaktim olsa idi ayrı ayrı konuşacaktım. Her mektupta ismi veya bahsi bulunan bütün o kardeşlerime ve hemşirelerime birer birer selam ve dua ederiz. Başta medresetü'z Zehra kahraman şakirdleri ve İnebolu ve Kastamonu ve Safranbolu fedakarları ve Denizli ve Milaslı muhlis nurcuları olarak umum nur şakirdlerini belki bu memleketi belki alem-i İslamı Zülfikar'ın teksir makinesiyle ehl-i imanın imdadına yetişmesini tebrik ve bu manevi bayramımızı tes'îd ederiz. Ve bu pek ehemmiyetli ve kudsî hizmete zarar gelmemek için herbir tedbir ve ihtiyat ve dikkat ve sebâtı tavsiye ederiz.
Salisen: Halil İbrahim'in maddeten dahi o hizmete yardımı inşaallah makbuldur. Ve Hasan Feyzi, hâkim-i âdilin Konya'ya naklini nurlar noktasından sorması ise; Denizli razı olsa, Konya kemal-i memnuniyetle kabul eder, nurlu sinesine basar, kucağına alır.
Nur santrali Sabri'nin dairesinden Eğirdir ve Barla'da onun eski muhterem kardeşlerini ve yeni çalışkan arkadaşlarını unutmuyorum. Sözlere çok hizmet eden Atabeyli Ali Osman'ın ve Çamdağında gaybî bir ekmeğin şâhidi Barlalı Mübarek Süleyman'ın mektuplarını Sabri'nin mektubu içinde gördüm. Üçüne Barekallah dedim ve Maşaallah derim. Ali Osman'ın mektubunda isimleri bulunanlara hususi selam ederim. Ve medresetü'z Zehra'nın demirbaş eski talebelerinden Katip Osman'ın umum nurcular hesabına yazdığı bayram tebriknamesini umumun namına ruh u canımızla kabul ve o nurcular adedince Barekallah deriz.
Yine o havali şakirdlerin namına Hüsrev'in mektubu içinde küçük Ali Rıza'nın tebrikine ve Zülfikar Mecmuasını hediye etmesine karşı herbir harfine mukabil on hayr defter-i hasenatına ilave edilmesini rahmet-i İlahiyeden niyâz ederiz.
Çok güzel kalemli ve çok ince hisli ve nurlara alakası çok kuvvetli Âtıf'ın buraya tashih için gönderdiği ve müstesna kalemiyle yazdığı Hulâsatü'l hulâsadan pek şirin ve kendi evvelce yazdıkları salavat-ı nuriye kıtasında iki nüshayı şimdi tashihe vakit bulamadım. Sonra göndereceğim.
Salih Yeşil bayram için mektubunda Başbakan ve onun dostu Recep Bey'den bahseder. Siz benim tarafımdan yazınız ki; bilmukabele bayramını tebrik edip derim:
Yirmidört sene evvel Ankara'ya gittiğim zaman Recep Bey namında vicdanlı ve dindarları sever bir zatı gördüm. Eğer bu Recep o Recep ise benim selamımı ona söyleyebilir. Fakat bana işkenceli zulmedenler cihetinde şekvayı demesin. Çünkü ben onların her nev ta'ciz ve ta'ziblerine karşı sabra tahammüle karar vermişim. O zalimlere daimi Cehennem ve bize ebedi Cenneti kazandıran bu muvakkat sıkıntıları netice itibariyle hoş görüyorum. Hem medar-ı hayret ve ibret ve şükrandır ki bu mazlumiyet ve gurbet zamanımda bütün memleketimden en ziyade benim imdadıma koşan Erzurum adamlarıdır. Hatta Kastamonu'da ve Konya'da ve Afyon'da ve İstanbul'da onlardır ki beni Erzurum'la alakadar ve ahalisine çok minnettar eylemişler.
الباقى هو الباقى
Umuma selam ve dua ve istid'â eden
kardeşiniz
Said Nursî
157. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Süleyman'ın güzel ve dikkatli yazısıyla bana gelen Zülfikar Mecmuasını acele tashih ettim. Ahirinde Hizbü'n Nuriye'nin parçasını ve Mu'cizat-ı Kurâniye başında bir iki fıkra ve Mu'cizat-ı Ahmediye başında dahi bir fıkra ve bazı yerlerde haşiyecikler konuldu. Size gönderdik. Siz çabuk nüshanızda bulunmayan bundaki fıkraları ve haşiyeleri kaydediniz. Bu nüshayı acele, ve Emin vasıtasıyla İnebolu'ya gönderiniz. Ta onlara bir mehaz olsun.
Said Nursî
158. Parça[]
Ceylan..
Şimdilik Nazif'in telaşı için yirmi gün kadar buranın postasıyla muhabereye dikkat edilmek ihtimaliyle arasıra başka yerin postasıyla mektup göndermesi ihtiyaten münasibtir.
Hem Isparta'ya Nazif'in telaşlı mektubunu gönder ki onlar meselenin ne şekilde olduğunu bize bildirsin. Hem telaş ve merak etmesinler. Bir şey yoktur. Yalnız Nazif'in rakipleri oranın ihtiyatsızlığından ve ziyade şevkle tab'a çalışmasından istifade edip şevklerini kırmak için ona ve ortalığa evham veriyorlar. İnşaallah bir zarar olmaz. Fakat her vakit ihtiyat lazımdır. Biz dahi muvakkaten ihtiyat etmeliyiz.
Said Nursî
159. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Zülfikar'ın ahirinde hem kalemle hem makine ile yazılanların Hulasatü'l Hulasa'nın bedeline Hizb-i Nuriye'nin yirmi ikinci sahifesine kadar yazılsın. Ve onun başında Türkçe kerametine ve kıymetine dair olan üç fıkra dahi yazılsın.
Madem Hüsrev hatıra getirdi, Çok münasib....
Said Nursî
160. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvela: Sizi ve fedakar arkadaşlarınızla beraber bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz ki; muvaffakiyetle hizmet-i nuriyeyi mükemmel yapıyorsunuz.
Sâniyen: Zülfikar'ın ahirinde yazılacak bir duayı kendi kalemimle yazdım. Ve başında konulacak bir diğer bir yağlı kağıdınıza bir fıkra daha yazdım. Isparta'ya, size makine mahsulatlarından göndermeleri için evvelce yazmıştım. Salih Yeşil'in alevilik hesabına ........ bahislerine dair Çalışkan Mehmed Efendi ile bir pusula gönderdim. Senin Delail-i Hayrat'ın da senin hatırın için hastalığımla beraber bir derece tashih ettim.
Sâlisen: İkinci bir Salahaddin, büyük ruhlu Küçük İbrahim'in küçük kardeşi İsmail'in samimi ve halisane mektubu ve hizmet-i nuriyeye refikasıyla beraber kardeşi gibi ciddi alakaları bizi çok mesrur eyledi. Onları çoluk çocuklarıyla beraber duamda dahil ediyoruz. Bu iki fedakar kardeşlerle beraber oradaki umum kardeşlerimize pek çok selam ve muvaffakiyet ve selametlerine dua ediyoruz.
الباقى هو الباقى
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
161. Parça[]
[Sevgili Üstadımızın Salih Yeşil'e yazdığı mübarek mektubun bir suretidir.. Yani Mehmet Çalışkan'a yazmış, Yeşil'e okusun diye. Biz de bir ders mahiyetinde olduğundan lahikamıza ilave ettik.]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz, sıddık kardeşim Mehmed..
Madem İstanbul'a gidiyorsunuz, kardeşimiz Mehmed Salih'e çok selam ile beraber söyle ki; madem Risale-i Nura tâbi' ve sahib ve naşir olmaya karar verdin. Şimdilik lüzumsuz ve zararlı eski zaman meselelerini ortaya atmayınız. Çünkü ihtilâftan istifadeye çalışan dinsizler ve dâhili ve hârici cereyanlar nurlara ve şakirdlerine zarar verecekler. Madem ehl-i iman karşısında muannid bir zındıka var. Elbette müminlerin ittifakı lâzım. Ve medar-ı nizâ' maddeleri bırakmak gerektir. Yoksa fırsat bekleyen bid'akâr ve Hicaz'da hükmeden Vehhabi mezhebini vesile ederek bazı hocaları Risale-i Nur aleyhinde istimal etmeleri kaviyyen muhtemeldir.
Sıffîn Harbinde bağîler tarafında çok sahabeler bulunmuşlar. İctihâda binaen hataya düşmüşler. Hata-yı ictihâdî affedildiğinden, Ehl-i Sünnet onların sohbet-i Nebeviyeye mazhariyetleri için o harplerden bahsetmek câiz görmüyorlar. Zaten Risale-i Nur, mirkât-üs-Sünne ve minhâc-üs-Sünne gibi lem'aları ile o meseleyi halletmiş.
Said Nursî
162. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Kardeşlerim..
Matbû Celcelutiye'de bir başka menşur Münacat-ı Celcelutiye'nin manzum satırları içinde cümleleri parça parça yazılmış. İkisi bu vaziyette okunsa manaları bozulur. Ben yalnız Celcelutiye'yi okuyorum. Eğer ötekisini okusam, onu birden kasideyi karıştırmadan okurum. Bu tarzdaki tab'ının hikmetini bilmiyorum. Umumunuza binler selam.
Said
163. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık kardeşim..
Evvela: Senin Risale-i Nur'a kahraman arkadaşlarınla beraber ettiğiniz hizmet ve gösterdiğiniz kuvvetli sadakat ve metanet nur şakirtlerine çok güzel bir hüsn-ü misal olmakla beraber, çok zaif şakirdleri çekinmekten kurtarmaya sebeb oldu. Sizlerin kahramanâne sebatınızı ve çalışmanızı işitenlere büyük bir kuvve-i maneviyeye vesile olur. Maşaallah bu defa gönderdiğiniz altmış sahifede zararsız birkaç nokta, ziyade noksan bir iki kelimenin de makine bozmasından başka yalnız 78. sahifenin 4.satırında "Söz mukavemet-sûz olur" yerinde sehven "Söz mukavemetsiz olur" yazılmış. Mana aksine döner. Bundan başka yalnış bulamadım. Sizlere binler "Bârekallah ve veffakakümüllah" derim.
Sâniyen: Senin gönderdiğin dört yağlı kağıdı, Zülfikarın başında yazılacak dört küçük fıkrayı yazdık. İki fıkrayı da yağlı kağıt kafi gelmediğinden size gönderdik. Siz orada yağlı kağıda yazarsınız. Benim rahatsızlığım için yağlı kağıda yalnız bazı kelimeleri ben yazdım. Ötekileri ben söyledim yazdılar. Tashihe de vakit bulamadım. Umumunuza çok selam ve selametlerinize ve muvaffakiyetinize pekçok dua ederiz.
الباقى هو الباقى
Kardeşiniz
Said Nursî
İnşaallah hatimesinde de yazanlara bir dua yazılacak. O vakit yağlı bir sahife gönderirsiniz. Sizin yazacağınız iki fıkra şunlardır.
1. Bu mecmua büyük bir bahçedir. Her adam her meselesini, her meyvesini elde edemez. Ne kadar bilse kârdır. Baştaki kısımdan ehl-i ilim ve ahirden herkes tam istifade edebilir. Bütününü bilemedim diye vazgeçme. Tekrar ile oku.
2. Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, başka burhan aramak aklıma zâid görünür..
Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?
Said Nursî
164. Parça[]
Risale-i Nur'un yazı ve neşriyle iştigâl etmek ne kadar çok faideleri var olduğuna bir numune için size bir pusula gönderiyorum. O pusulayı müştâklara gösterirsin.
İhlas Risalesinin ahirinde şakirtlerin Üstaddan sordukları bir suale cevaptır.
Demişler; Biz, Risale-i Nura hizmetimizin hâzır neticesi nedir? O da elcevap demiş;
Beş türlü ibadet; (Bkz.)
165. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvela: Kahraman Tahiri'nin bize yazdığı Zülfikarın başına konmak için mahkeme iadesinin fıkrasından sonra Ankara Ehl-i Vukûf Raporu'nun neticesini de hatimesinde yazmış göndermiş. Bu raporun neticesi ve hatimesi, gerçi beraetimize çalışmışlar ve Risale-i Nurdaki şiddetli tokatlardan bizi mesul etmemek için arasıra bir cezbeyi isnad etmişler. Tâ bizi mesuliyetten kurtarsınlar. Ve muvakkat cezbeye gösterdikleri garip emmareler, müdafaatımda onlar tam çürütülmüş. Hem onlar aleyhimizdeki dinsizleri zındıkları okşamak için "bazen ihtilal-i ruhiyeye maruz kalıyor" ihtimalini yazmışlar.
Fakat o neticeyi Zülfikar başında halklara göstermenin hakikati bilinmediği için, bulantı verir. Sakın o hatimeyi yazmasınlar. Yazanlar var ise kaldırılsın. Veyahut benim o emmarelere verdiğim cevabı dahi yazsınlar.
Bu münasebetle Denizli'den getirdiğim evraklarım içinde dün baktım, hayret ettim. Denizli Ehl-i Vukûfunun raporunu gördüm ki, onların aleyhimizde bütün Risale-i Nur'da gördükleri maddeler, Risale-i Nur'un fevkalade kıymetini gösterecek ve herkesin takdirine mazhar olacak maddelerdir. Risale-i Nur'un düşmanlarının tahsînine de vesile olması için hem Hasan Feyzi hem Hâkim-i Âdil'in hatırı için onları helal ediyoruz. Ve selam da ediyoruz. Onların raporlarının bana ait kısmının bir suretini size gönderiyorum. Münasib görseniz hem lâhikaya hem müdafaatımın ahirinde yazılsın.
Saniyen: Bu defa kahraman Nazif dört yağlı kağıt bize göndermiş. İkisi imza koymak, ikisi de Zülfikarın başında bir fıkra ve ahirinde bir dua yazılması için idi. Onlara yazdığımız fıkrayı aynen size gönderiyoruz. Dua kısmını Zülfikarın ahirinde o kısa fıkra da başında yazılsın.
الباقى هو الباقى
Umum kardeşlerimize birer birer selam
ve selametlerine dua eden kardeşiniz
Said Nursî
166. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvela: Sizin Zülfikar tamamlanmasını ve Asa-yı Musa'ya başlanmasını tebrik ediyoruz. "Sizin karar ve tensibleriniz bizce maslahattır." diye kanaatimiz var. Hatta burada yazılan tedbirlerin ve mektupların ıslah ve tebdilinde muhtarsınız. Sabri ve Süleyman'ı evvelce sormuştum. "Yolda rahatsız oldular mı? Haber almadım" diye merak ediyorum.
Saniyen: Ehemmiyetli bir ihtara binaen iki nurcuya bir tedbiri beyan ederken size leffen gönderilen parça bazı kısımları nota edildi. Belki size de bir faidesi olur diye gönderildi.
Salisen: Kastamonu'yu ve içindeki kardeşlerim ve hemşirelerimle alakadar bir merak ile düşünürken bana haber verildi ki; Pek ciddi hemşirelerimizden nurcu Zehra oradaki hemşirelerimizden belki oradaki umum nurcuların ve Kastamonu'nun namına bu hastalık harareti zamanında arzuladığım bir miktar elmaları bir ay evvel trenle Afyon'a göndermiş. Onun namına gönderilen Hayri kardeşimiz haber almış. Gelmesi için bir adam göndermiş. Fakat o adam unutmuş. Ben şimdi haber aldım. Kastamonu'daki Mehmed Feyzi, o mübarek hemşirelerimiz Zehra'ya o elma teberrüküne mukabil, hangi risaleleri isterlerse değil teberrüküne mukabil, belki Risale-i Nur'un ona bir hediyesi olarak verilsin. Orada bulunmazsa Nazif'ten veya Ahmed Kureyşi'den tedarik edilsin.
Rabian: Ehemmiyetli bir kardeşimiz Dürgan'lı Ahmed Kureyşi'nin Dürgan talebeleri namına hususen muhterem pederi ile yazdığı güzel mektubundan, ziyade mesrur oldum. Ben de onu ve babasını ve arkadaşlarını ve sebatlarını ve hizmette devamlarını tebrik ediyoruz. Ve onun pek mübarek iki acib ve müjdeli rüyasını Allah hayretsin. Tebrik ediyoruz. Çok güzeldir. Fakat tabire hal ve vaktim müsaade etmiyor. Hem hastalığıma yardım etmeyi dua edip ve aynı zamanda hastalanması ve vücuduyla yardım etmesi onun şiddet-i alakasına ve kemal-i sadakatine bir emaredir. Küçük Hüsrev Mehmed Feyzi'nin aynen benim oradaki vaziyetimi alıp onunla görüşen benimle görüşmüş gibi tesellidar vaziyeti, Ahmedleri ve Feyzileri o havalide çoğaltsın. Bütün Kastamonu' daki Hilmi, Emin, İhsan ve isimlerini yazmaya kağıt müsaade etmediği ve onları her vakit hasretle tahattur ettiğimi ve takdir ve tahsinle düşündüğümü, selamımla tebliğ ediniz.
Hamisen: Merhum Asım Bey'in vârisi ve nurlara güzel kalemiyle çok hizmet eden eski ve yeni kardeşimiz nurculardan Yakup Cemal'in Denizli'nin bir kısmı namına yazdığı güzel mektubundan çok memnun oldum ve ferahlandım. Hem ona hem oradaki Şeyh Ali ...., hem Ahmed ....., Mehmed Ali, Mustafa Tevfik gibi nurlarla alakadarlara çok selam ediyorum. Yakup Cemal'i eski zamanda bildiğim gibi şimdi de öyle biliyorum. İnşaallah o Nazilli tarafında merhum Hasan Feyzi'nin kalem hizmetini görecek ve mektubunda ismi bulunan altı mahdumunu ileride nurun altı masum şakirtleri nazarıyla bakıyorum. Allah onları nurlara bağışlasın. Amin.
الباقى هو الباقى
Umum kardeşlerimize birer birer selam ve dua eden.. ve duanızdan kat'i surette istifade eden kardeşiniz,
Said Nursî
167. Parça[]
İhtar edilen dört maddedir
1. Risale-i Nur'a perde altında hücum eden zındıka kuvvetle Adliye ile adavetle galebe edemediği için şimdi hulûl (Haşiye[7]) ile yani dostane içine girip has rükünleri bir derece zaifleştirmek, hiç olmazsa şevklerini kırmakla nurlara darbe vurmak planını takib ediyorlar, ihtar edildi.
2. Bu merkezde ismini söylemeyeceğim iki nurcu bana rükun gösterildi. Bu ikisi hizmet-i nuriye ve muhafaza ve mukavemet noktasında pek az oldukları için pek çok metanete ve dikkate ve fevkalade sadakate muhtaçtırlar diye ihtar edildi.
3. O perde altındaki düşmanlarımıza alet olup bilmeyerek resmen vazifeleri bizi himaye ve muhafaza olduğu halde azab vermek düşmanların gaddarane zulmünden çok aşağı bir alçaklıktır bir cinayettir. Çünki bir mazlum, zaif, eli bağlı. Yüzer adam onu dövmeye tazib etmeye çalışdıkları halde yalnız onu himaye ve yaralarına merhem sürmeye asayiş namına vazifeten veya insaniyeten vazifedar. Yalnız mahdud birkaç adam varsa onlar dahi onu dövseler eziyet etseler, ne derece insaniyet haricinde bir gadr ve canavarcasına bir merhametsizlik bir alçaklık olduğunu bilmediler ki, her günde bir ay hapis kadar bana azab verdiler.
4. Bir haneyi yirmi adam yirmi günde ancak yaptığı halde bir adam bir günde onu harap eder. Şimdi tahribatçı ehl-i dalaletin binler vasıtalarıyla hakaik-i imaniyeye ve hâdimlerine hücumları zamanında o tamirci biçareler milyonlar olmak ve o tahripçilerin on misli bulunmak lazım gelirken; halbuki onlara nisbeten yüzde bir-iki mukabele ediyor ve bir cihette galebe çalıyor. Bu acib ve dehşetli vaziyetteki sebebin birincisi; hıfz ve inayet-i ilahiye.. ikincisi; o inayetin eseri olarak o nur şakirdlerinin hatta ruhanileri dahi alkışlamaya sevk eden sebatkârâne mukâvemetleridir, kahramanlıklarıdır diye ihtar edildi.
Bu parça o iki talebeye verilen tenebbüh dersinin birkaç cümlesidir.
Hem tafsilatı hem bazı mahrem cihetleri yazılmadı.
168. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvela: Bu günlerde hem yalnızlık, hem kış, hem sıkıntılı hastalık, hem ihtiyarlık vaziyetinden gelen ziyade hassasiyet tesiriyle nefsim kör hissiyat hesabına beni ta'ciz etti. "Bu hal çekilmez, tahammül edilmez" dedi. Bu gece nefsimin bu şekvasını tam izale edecek Risale-i Nur'da izahı bulunan bir hakikat inkişaf etti. Manevi iken maddi bir ilaç hükmüne geçti. Şöyleki;
Her musibette kader eli var. Gelen zâhirî zulümler altında kaderin adaleti var. Ve bilhassa çok tecrübelerle Risale-i Nur bizler hakkında o kader adaleti içinde gayet sevimli inayetler var.
Ezcümle: Hiç görünmeyecek bir yerde saklı Nur'un parlak hakikatlerini Masonlar zulmen gelip çıkardılar. Adalet ve inayet-i ilahiyye onlarla ehemmiyetli merkezlerde çokların imanını kurtarmasına vesile eyledi..
İşte bu hakikat için ben ne kadar sıkılsam ve zulüm görsem, kaderin adaletine bakıp rıza ile sabır ile ve adalet içindeki inayeti düşünüp şükür ve sürûr ile mukabele ettiğim gibi, elîm hastalıklar ve sıkıntılarda da birden geçmiş elemlerin ruhumda irsiyet bıraktığı manevî lezzetler ve defter-i a'mâlimde sevablar bırakmakla beraber geçmiş lezzetlerden kalan tahassürler ve teessüfler ve zevalindeki manevi elemler bulunması ve bu fânîde zevk-i bâkî olmaması ve nefsim uzun ömründe çok ziyade hissesini lezzetten ve geçici zevkten alması cihetiyle hâzır ve geçici elemlere ve sıkıntılara karşı tam bir teselli ve nefse de bir teslim ve hassas damarlarıma bir teskin verdi. Beraber اَلْحَمْدُ ِللهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلا۪يمَانِ dedik. Bu manevi ve imanî hakikat adeta tecessüm etti. Müteellim ve muzdarib olan a'sâbıma merhem ve ilaç oldu.
Bu ince hissiyatımı, birden ihtar edildi ki; "Sana mahsus bu ince hissini kaleme al. Belki senin gibi bazı biçarelere bir faidesi olur" diye ben de kaleme aldım.
Saniyen: Kahraman Tahirî'nin gönderdiği Hizb-i Kuraniye ve Nuriye'yi aldık.
الباقى هو الباقى
Umum kardeşlerimize birer birer
selam eden ve dua eden
kardeşiniz
Said Nursî
169. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvela: Merhum Hasan Feyzi Denizli Kahramanı yerine ve onun fedakar ehemmiyetli arkadaşlarının bedeline Ahmed Fuad'ı ve başta Mustafa Osman olarak Kastamonu vazifesini gören Safranbolu havalisinde yetişmeye başlayan Nur'un fedakar ve sebatkar kardeşlerimizi Risale-i Nur dairesi hesabına ve bu memleket namına ruh u canımızla tebrik ediyoruz.
Şehid Hasan Feyzi, kardeşi Büyük Hâfız Ali'nin yanına gidip hayat-ı berzahiyyeleri ile Nur'un hakikatleri içinde mesud ve mesrur oldukları gibi, Şehid Hâfız Ali'nin hayat-ı dünyeviyesini ve hizmet-i nuriyesini idame ettiren büyük kıt'ada yazdığı bütün Risale-i Nur onun bedeline Hasan Feyzi sisteminde ve mahiyetinde olan Ahmed Fuad'a Mustafa Osman vasıtasıyla gitmesi büyük bir fâl-i hayırdır. Hakikaten birden hiç ümid etmediğimiz halde Mustafa Osman gibi harika bir sadakatle ve Hıfzı ve Mustafa Sungur ve Mustafa Oruç ve Hatib İbrahim Abdullah ve ...... Emin, Hoca İbrahim, Hüseyin, Şükrü, Şevket, Reşad, Ali gibi ciddi nurcuların, Ahmed Fuad ve Mustafa Osman'la teşrik-i mesai etmeleri ve nurlara sarılmaları güzel bir inayet-i ilahiyyedir. Ve Denizli Kahramanı'nın vefatından gelen elemi tamamen izale ediyor.
Saniyen: Size yazmıştım ki; Zülfikar'ın hediyesi onbeş olsun. Fakat Nur Şakirtlerinin fazla parası olmayana -re'yiniz gibi- on banknotla veya siz de münasib görseniz bazılara hediye siz de verebilirsiniz.
Salisen: Hulusi'nin bana gelen mektubunun birinci yaprağını ve Ahmed Fuad'ın da işaret olunan kısmını Lahika'ya geçmek için leffen gönderiyoruz. Hem burada Risale-i Nur'un bir talebesi bir hafta sonra bir şakirt, bura şakirtleri namına mübayaa edilen Risale-i Nur ve Zülfikar emanetlerini almak için oraya gelecek. Umuma selam.
الباقى هو الباقى
Kardeşiniz
Said Nursî
170. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık, fedakar, metin kardeşlerim!
Evvela: Siz gibi Küçük Isparta'nın kahramanları, her şeyden evvel hakiki, kuvvetli, bir tesanüde muhtaçsınız. (Haşiye[8]) Birbirinizin kusuruna bakmamak, hiçbir cihetle rekabet etmemek ve tam ihtiyat etmek, سِرًّا تَنَوَّرَتْ sırrıyla amel etmek ve Yirmibirinci Lem'a-i İhlası dikkatle mükerreren okumak size lazım ve elzemdir. Çünkü siz büyük bir vazife-i imaniyeyi o vilayetler hesabına üzerinize aldınız. Bilfiil omuzunuza alıp bütün o vilayetlerin belki İstanbul'un da hesabına o kudsi vazifeyi üzerinize aldınız. İbtidâda güzelce de çalıştınız. Fakat perde altındaki münafıklar öyle desiseleri yapıyorlar ki şeytan bile bilemez. Bazı faal has talebeleri felçe nuzüle uğratıyorlar. Evhamlarla fütur verip şevklerini kırıyorlar. Bazı dost suretinde girip faal hasların nazarlarını Nur'un dairesi haricine çeviriyorlar. Tâ o ehemmiyetsiz şeylerle meşgul olsun, hizmet etmesin. Ben zaten bidayetteki fevkalade faaliyetinizden hissederdim ki; "Size karşı herhalde zayıf damarlarınızı bulup sizi atalete uğratacaklar, tevekkuf verecekler. Veyahut resmi bir zarar verecekler." diye telaş ederdim. Cenab-ı Hakk'a şükür ki size fevkalade bir sadakat, bir ciddiyet, bir ihlas ihsan etmiş ki, çok dağdağalardan sizi kurtardı. Yalnız faaliyetinizi kırdı. Sakın, sakın meşveretsiz, ihtiyatsız davranmayınız. Kardeşimiz Nazif'in ziyade hassasiyeti sizi incitmesin. Onun fevkalade kalemi ve hizmeti ve ciddiyeti kusuratını affeder. Onun bazı fikrinize muvafık gelmeyen fikirlerinden gücenip tesanüde zarar vermeyiniz.
Ve bilhassa Risale-i Nur namına ondan dahi isterim. Ve şahsım itibariyle de rica ederim ki, onun hizmet-i nûriyede Salahaddin gibi, İbrahim, Gülcü Hüseyin, Osman, İzzet, Salih misillü çok Salahaddin'ler yardımcı vermenin nimetine karşı hakiki bilfiil şükür etmek yani hiç kusurlarına bakmamak asabiyetle onlardan gücenmemek ve yalnız kendi fikriyle meşveretsiz hüküm etmemek; çünkü daire-i nuriye geniştir, vazife çoktur. Bir-iki fikir kafi gelmiyor. Bu kahraman kardeşim ve sizin ağabeyiniz Nazif, bir derece müşkil-pesenddir. Yani herşeyin en iyisini ister. En mükemmelini arar. Halbuki böyle acib şerait altında bu derece ahlak bozulduğu bir zamanda istediği gibi olamıyor.
Hem nurlara karşı perde altında düşmanlar veya bid'akar muarızlar o faal kardeşimizin asabiyetinden ve müşkil-pesendliğinden istifade etmesin diye telaş ederdim. Fakat bununla beraber şimdilik ziyade ihtiyata ihtiyacımız olduğundan onun hassasiyetle ihtiyatı maslahattir, belki de lazımdır.
Hem Risale-i Nur, o havalide mahdud birkaç zatın dairesinde hususi bir surette olamaz. Çünkü Asa-yı Musa, Zülfikar gibi Nur'un çok mecmuaları çıkacak. Nazif'in elmas kalemine ileride Feyzi, Sadık gibi şakirtlerin kuvvetli kalemleri imdadına yardımına gelmek lazım gelecek. Nasıl ki şimdiden Tahirî, Küçük Ali Hüsrev'in imdadına koştular. Her ne ise..
Risale-i Nur'un hâtırı ve hürmeti ve şakirtleri ve bizim hâtırımız için birbirini tenkid etmeyip tesanüdü zaifleştirmeyiniz. Maslahat, ihtiyat noktasında düşmanların gizli desiselerine ve bahanelerine meydan vermeyiniz. Umuma binler selam..
الباقى هو الباقى
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
171. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık, metin, fedakar kardeşlerim!
Evvela: Küçük Isparta'nın iki kahramanı İbrahim ve Gülcü Hüseyin ile umumunuzun hesabına görüştüm. Sizleri bütün görmüş gibi memnun oldum. Bu iki fedakar kardeşlerimi iki zîhayat mektup olarak benim tarafımdan size gönderiyorum. Benim bedelime sizinle musafaha etsinler.
Saniyen: Makine mahsulü Zülfikârlarınızın makineden çıktıktan sonra ciltlediğiniz zaman başında kısmı a'zamı onuncu söz makamı bulunsun. Çünkü Mu'cizat-ı Kurâniye ibtidâda herkes birden anlamaz. Hem acemilik cihetiyle makine başta tam güzel çıkaramamış. Ve bir kısım nüshaların başında Mu'cizat-ı Ahmediye makamı bulunsun. Ve münasib gördüğünüz bir miktar Mu'cizat-ı Kurâniye makamı olsun.
Salisen: Sizler gibi fevkalade bir sadakatle Nur'lara sahib ve muhafız ve naşir olmaları cihetinden ben kemal-i istirahat-i kalble ecelimi bekleyebilirim. Ve ölsem de benden daha ziyade çalışanlar var diye ferahla teslim-i ruh ederim.
الباقى هو الباقى
Umuma binler selam
Hasta kardeşiniz
Said Nursî
172. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık, sebatkar, bahtiyar kardeşim Süleyman Rüşdü!
Seni ve kahraman kardeşin Bürhan'ı ve senin iki masum mübarek evladını ve senin hane halkını Risale-i Nur namına ve umum şakirtleri hesabına ruh-u canımızla sizi tebrik ediyoruz. Böyle kudsî ve daimi sevab kazandıracak uhrevî bir hizmete muvaffakiyyetinizi Isparta ve bu memleket istikbalde çok alkışlayacaktır. Size çok hayırlı dua kazandıracak inşaallah Zülfikar gibi daha çok emsaline de muvaffak olursunuz. Bu acib şerait içinde bu fevkalade muvaffakiyyet, hem Zülfikar'ın hem sadakatinizin bir kerametidir. Çok mübarek olan senin rüyan ki, emr-i ilahi ile Kur'ânı, Hazret-i Peygamber'e (A.S.M) vermek Hazret-i Cebrail'in vazifesinin bir cilvesidir. İşarettir ki; bu hizmetiniz hem rıza-yı ilahiyeye hem rıza-yı peygamberîye (A.S.M) muvafıktır. "Mu'cizat-ı Kur'âniye ve Mu'cizat-ı Ahmediye vasıtasıyla ümmet-i Muhammediye'ye (A.S.M) tebliğ etmek" manasıyla senin rüyan tabir edilir.
Nasıl küçük bir cam parçasında güneşin bir timsali ziyasıyla o elindeki camı tutanla münasebettar olur. Bir nev' muhabere eder. Öylede hususi bir tecelli ile rüyalarda selef-i sâlihînde bu çeşit rüyalar görülmüş. Makbuliyet ve rıza alametidir. Hazret-i Peygamber'in (A.S.M) yanında gördüğün adam da Risale-i Nur ve Risale-i Nur şakirtlerinin şahs-ı manevisidir.
Umumunuza selam ve hane halkınıza çok dua ve bilfiil Zülfikar'ın tab'ına çalışanlara binler Barekallah ve Maşaallah deriz.
الباقى هو الباقى
Kardeşiniz
Said Nursî
173. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Medrese-i Nuriye'nin ehemmiyetli bir kahramanı ve merhum Mehmedler ve Ahmedlerin ciddi bir vârisi Marangoz Ahmed'in tatlı teberrükü ve o mübarek Medrese-i Nuriye'nin şakirtleri namına alındı.
الباقى هو الباقى
Said Nursî
Haşiye: Bu gönderilen üç fıkra makine mahsülü Asa-yı Musa'nın ahirinde yazılması re'yinize havaledir. Elyazısı Asa-yı Musa arkasında da yazılsa münasib olur. Siz daha iyi bilirsiniz. Eğer o üç fıkranın ahirinde "medresetü'z zehranın erkanları namına biz de iştirak ediyoruz" diye imza etseniz, benim de Said namını o erkanlar içinde yazabilirsiniz.
174. Parça[]
.............
Sabian: Çok çalışkan ve muvaffakiyetli bir kardeşimiz Alil Ali Osman'ın uzunca ve içinde çok talebelerin isimleri bulunan bir mektubu, adreste "Çalışkan" kelimesi bulunmasından Mehmed namında başka bir adama vermişler. Onlar da o mektubu açmışlar. Bu sırada muhabereme çok dikkat ettikleri için müteessir oldum. Demek Isparta vasıtasıyla olmayan muhabereye manen izin yok ki; "Çalışkan" lafzı adreste konmamış yanlış ellere geçmiş. Bu ehemmiyetli ve uzun mektubu casuslar görmemesi ve bir dostun eline geçip bize vermesi Alil Ali Osman'ın sadakatinin bir kerametidir. Ve nurlara hizmetinin makbuliyetine bir alamettir. Yoksa Eğirdir'le muhaberemize ve irsâlâta ehemmiyetli zarar olurdu. Rahatsızlığım cihetiyle hususi mektup yazamadığımdan gücenmesinler. Ondokuz yirmiden ziyade ehemmiyetli nurcuların isimlerini ve hizmetlerini ve alakalarını beyan eden ve beni pek çok müferrah eden o mektubundaki zatlara ve o kardeşlerimize birer birer selam ve muvaffakiyetlerine dua ediyoruz. Ve Cenab-ı Hakk'a çok şükür ediyorum ki, Risale-i Nur'un birinci medresesi olan Barla'nın vazifesini görüyorlar. Ve Barla'nın kahramanı Bahri ve evladı ve Barla nurcuları Eğirdir'le teşrik-i mesai ederek ve çok ehemmiyetli vazifelerine inşaallah devam ettirecekler. Cenab-ı Hakk onları muvaffak eylesin. Amin.. Amin..
Benim o kazada sekiz sene nurların yazmasıyla geçen hayatımı başka bir tarzda daha bereketli bir tarzda nurların neşriyle idame ettirecekler.
Said Nursî
175. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvela: عَسٰى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sırrıyla şimdiye kadar pek çok tecrübelerimizle bize kat'i kanaat gelmişki Risale-i Nur hizmeti ve şakirtleri bir dest-i inayet ve rahmet altında çalıştırılıyor. Ona binaen ihtiyatınızı ziyadeleştirmekle beraber şevk ve gayratiniz ziyadeleşmeli. Evet bu hadisenin hiçbir faide olmasa da yalnız en ziyade muhtaç olan resmi memurlar dikkate mecbur olmakla vartaya düşmüş bir kısmı imanlarını kurtarmak bu maddi zarardan çok ziyade menfaat-i manevi temin eder. Bilirsiniz ben size hapiste mahremce yazmıştım ki; "Ankara'ya giden Risale-i Nur'la imanlarını kurtarmak şartıyla beni idama mahkum etseler razıyım, helal ediyorum" demiştim. Madem vazifemiz imanı kurtarmaktır. Ve madem ahalinin eline üçyüzelli Zülfikar dağılmış. En ziyade muhtaç resmi memurlara yüzelli Zülfikar gitmesi, hem onları vazifece dikkate mecbur etmesi ve Zülfikar'ın iştiharına bir ilanname bir propaganda hükmüne geçmesi, hususen şimdiki dahili, harici din cereyanının kuvvetlenmesi hengamında lazımdı. Hem çok faidesi var. Çabuk iade edilmezse de hiç zararı yoktur. Denizli Mahkemesinde perde altında ayet-ül kübra ile çok risaleler çokların imanlarını kurtardıkları gibi, inşaallah bu hadisede öyle hayırlı neticeler verecek.
Fakat bu meselede bid'akarların kıskanmak cihetiyle ve şimaldeki dinsiz cereyanını dinsizcesine okşamak fikriyle Zülfikar ve Asa-yı Musa'ya karşı çoktanberi bir dolap çeviriliyordu. İnşaallah onların aksi maksuduyla neticelenecek ve onları utandıracak.
Saniyen: Safranbolu havalisinin kahramanı Ahmed Fuad'ın samimi ve müjdeli ve futuhat-ı nuriyenin parlak bir tarzda kumandanı Eflâni Hasan Feyzî'si olan Ahmed Fuad'ın güzel mektubunda isimleri bulunan nurcu kardeşlerimiz ve isimleri yazılmayan umum o havalideki kardeşlerimizi ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin. Amin. Ve onlardan razı olsun. Amin. Onun mektubunu tadil ve ıslahtan sonra Lahika'ya geçmek için gönderiyoruz. Pek ciddi bir kardeşimiz Hıfzı'nın masum mahdumları ile tebriklerine mukabil onlara, hem oradaki bütün kardeşlerimize şuhur-u selaselerini tebrik ve onların ve sair nurcuların hakkında o eyyam-ı mübarekenin herbiri bir leyle-i Kadr hükmünde olmasını rahmet-i ilahiyeden niyaz ediyoruz. Umuma binler selam..
الباقى هو الباقى
Kardeşiniz
Said Nursî
Bu hadisenin nereden neşet ettiğini ve bu derece ehemmiyet verilmesi, Ankara'dan bir işâr gelmiş olsa gerektir. Tafsilatını merak ediyorum. Menfiler memleketlerine gitmelerine izin verildiği bu sırada beni müstesna bırakmak fikriyle böyle bir hadiseye bir sebeb olabilir diye ihtimal var.
176. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Haşiye: Bu dakikada hatıra geldiki, Onüçüncü Söz'ün ikinci makamı "Rehber" olsa ve "Leyle-i Kadrin Nüktesi" de ona bir küçük zeyl olsa münasibtir. Fakat size havale ediyorum. Onüçüncü Söz kısa kalmış. Hem de İ'caz-ı Kur'ânî içinde aynı parca tekrar edilmiş. Hem herkes onu birden anlamaz. Rehber'in de yeri taayyün etmemiş. Öyle ise Onüçüncü Söz'ün ikinci makamı olsa herkes istifade eder. "Leyle-i Kadrin Nüktesi" ni siz Sikke-i Gaybiye gibi münasib gördüğünüz yere koyabilirsiniz. Hem tevsî' ve ilave edebilirsiniz.
Saniyen: Bu Mustafa Osman'ın ve Ahmed Fuad'ın samimi ve müjdeli mektuplarına bin Barekallah.. Ve içindeki halis dualarına binler amin. diyerek size gönderildi. Hiç vakit bulamadık ki ne tashihe ne ta'dile.. Gayet acele oldu kusura bakmayınız.
الباقى هو الباقى
Kardeşiniz
Said Nursî
177. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Medrese-i Nuriye’nin kahramanlarının Sikke-i Gaybiye’den ellisekiz sahifeyi gayet güzel ve şirin Hüsrev’in hattı gibi yazmalarını tebrik ve muvaffakiyetlerine ruh-u canımızla dua ediyoruz.
Sâniyen: İslâmköy’lü Mustafa ve arkadaşını umumunuzun namına kabul ettik ve namımıza da size gönderiyoruz. Mâşâallah şehid Hâfız Ali’nin medresesi kapanmıyor ve şakird arkadaşları onu kabrinde mesrur ediyorlar.
Sâlisen: Bugün Tahirî’nin gelmesini bekliyoruz. İnşâallah gelir. Yarın Ceylan’la bir muallim Birinci ve Onüçüncü Söz’ün İkinci Makamı olan Gençlik Rehberi’ni iki zeyli ile beraber yeni hurufla matbaada basmak için buranın büyük memuru ve Eskişehir’in Emniyet Müdür müsaade ve tensibiyle bir mikdar basılacak.
Râbian: Mübareklerin pehlivanı büyük ruhlu Küçük Ali’nin Zülfikar’ı ile Mustafa Gül’ün Asâ-yı Musa’sı hem Şam, hem Mısır ülemasına gitmiş. Evvel Küçük Ali’nin Asâ-yı Musa’sını da gönderecektim. Fakat onun kaleminin sıhhatına itimaden tashih etmemiştim. Onun için onun yerinde Mustafa Gül’ünki gitti. Ali’nin Zülfikar’ı ve Mustafa Gül’ün Asâ-yı Musa’sı inşâallah bir zaman Arabça tercüme edilecek. Arabî bir surette orada intişar edilecekler. Denizli’deki ehemmiyetli bir kardeşimiz Hâfız Mustafa hacca gidiyor. Zülfikar ve bazı Nurları beraber alıyor. Zaten Nurlarla alâkadar çok hacılar Nurları o nuranî yerlere götürüyorlar. O Nurlar bizim bedelimize o mübarek yerleri ve oradaki mübarek zâtların ellerini öpecekler. İnşâallah bizi de o yerlere çağırmaya vesile olacaklar.
Hâmisen: Antalya’dan Mehmed Hulusi ora şakirdleri namına tebriklerine ve Tefenni’deki Nur şakirdleri namına Ahmed Rasih’in tebriklerine mukabil, pekçok selâm ve tekraren bayramlarını da tebrik ediyoruz. Umum kardeşlerimize binler selâm ve dua ediyoruz.
الباقى هو الباقى
Aceleye geldi, siz tashih ve ıslah edebilirsiniz.
Hâşiye: Emirdağ Kaymakamı, Diyanet Reisi’ni görmüş. Nurlara tam sahib olacak tahsinkârane vaziyet göstermiş ve demiş ki: Kütübhanemde Nur Risalelerini muhafaza edeceğim. Hem bize selâm ve çok hürmet eylediğini söylemiş. Ona mukabil hem o daireyi Siracünnur’un hakikatıyla tam alâkadar etmek için bir nüshayı o reise hediye ettim. Fakat resmî reis olarak değil, belki Nurların hami ve muhafızı ve muhakkik bir âlim olarak kaymakam vasıtasıyla hediye ediyorum.
Said
Mahremce bir fıkra leffen gönderildi. Gençlik Rehberi şimdi hazır değil, sonra size tashihli gönderilecek.
178. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelâ: Umumunuzun hesabına Tahirî'yi gördüm. Ve kendi hesabımıza da umumunuza da tam bir Said ve canlı bir mektup olarak gönderdim. Ve Sandıklı'dan Edhem Hoca ile Mustafa Hoca bugün geldiler. Nurlu vazifelerine gittiler.
Saniyen: Huslusi Bey Kardeşimiz, Zülfikar ve Sirac-ün Nur'u ve sonra Sikke-i Gaybiyeyi istiyor. Nur Santrali Sabri muhabere etsin. Göndermeye çalışsın.
Salisen: Risale-i Nur kendi kendine hem dahilde hem hariçte intişar edip futuhat yapıyor. En muannid dinsizleri de teslime mecbur ettiğini haber alıyoruz. Yalnız şimdilik bir derece ihtiyatın lüzum olduğuna hususen Beşinci Şua, içinde bulunan Sirac-ün Nur layık olmayan ellere verilmemelidir.
İmam-ı Ali (R.A), Risale-in Nur'a "Sirac-ün Nur" vermesi ve سِرًّا تَنَوَّرَتْ demesiyle işaret ediyor ki, "Sirac-ün Nur perde altında daha ziyade tenvir edecek" diye bir işaret-i gaybiye telakki ediyoruz. Umumunuza selam ediyoruz.
الباقى هو الباقى
Kardeşiniz
Said Nursî
179. Parça[]
Aziz Sıddık kardeşlerim!
Evvela: Sizin birer birer Ramazanınızı ve leyle-i kadrinizi ve bayramızını tebrik ediyorum.
Saniyen: Gerçi çok sıkıcı ve kederli bir memlekete gönderildim. Fakat size ve mübarek Isparta'ya bir dereceye yakın bulunduğumdan çok memnunum, şükrederim.
Salisen: Size meyvenin Onuncu meselesini gönderdim. Bir iki gün zehirli ve şiddetli bir hastalık içinde yazıldığından muğlak ve gayet muhtasar düşmüş; pek anlaşılmaz. Fakat ehemmiyetlidir. Hem bu mektubun arkasındaki fıkralar büyük makamlarda medar-ı nazar olmasından size gösterildi.
Kardeşlerim, bu Ramazan-ı şerifte şiddetli hastalığımdan vesile-i necatım sizin dualarınız olduğuna kanaat ettim. Çünki birden bire bir şifa ile leyle-i kadre çalışabildim...
Said Nursî
180. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
Çok aziz, çok sıddık ve sadık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde emin ve hâlis vârislerim,
Çok mânidar ve kuvvetli bir tevafuk ve şakirtlerin sadakatlerine delil, bir zahir keramet-i Nuriyeyi beyan etmeme bir ihtar aldım. Şöyle ki:
Ben vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli münafıklar, benim itimad ettiğim hizmetçilerimi zabıta tarafından yanıma gelmekten men ettikleri aynı vakitte, fırsat bulup, tanımadığım birisiyle, sabık dokuz defadan daha tesirli bir zehir bana yutturdular.
Hem aynı zamanda, Tunuslu ve âlim kardeşlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüşmeden giden Hoca Haşmet, Yozgat’tan buraya yazıyor ki: “Said vefat etmiş, Risale-i Nur’un yüz otuz risalesi muhafaza edilsin. Tâ ki, ileride tab edeceğiz.”
Hem aynı zamanda Halil İbrahim’in, vefatım hakkında bir hazin mersiye hükmündeki parlak mektubu, şakirtleri ağlattırdı.
Hem bu zamana pek çok yakın, Hüsrev’in, kendi âdetine muhalif, benim vefatıma dair bir iki mektubunda, iki üç gün ömür gibi tabirlerle ecelime işaretleri, bir parça beni müteessir etti. Acaba ben gidiyorum diye endişe ettim.
Hem aynı bu hengâmlarda, en ziyade hayat-ı dünyeviyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirtler bu dehşetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacaklar mı diye çok merak ederken, birden Denizli, Milâs, Isparta, İnebolu, ümidimin yüz derece fevkinde ve öyle bir sahabetkârane ve iltizam-perverane o vazifeye koşup başkaları da ve muallim ve âlimleri koşturdular ki, beni hayret hayret içinde bıraktılar.
Elhasıl: Bu beş cihetteki tevafuk, zahir bir keramet-i Nuriyedir.
اَلْحَمْدُ ِللهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
Kardeşlerim, merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrâd-ı Bahâiye bu defa dahi o dehşetli zehrin tehlikesine galebe etti. Tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.
Umum kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua edip şüphesiz makbul olan dualarını isterim. Ve İnebolu’da ve civarında hem çok hanımların, hem küçücük yavrularının Risale-i Nur’u yazmaya başlamalarını ve Kur’ân dersini çok mâsumların almasını bütün ruh u canımızla tebrik ederiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursî
181. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدُ اْلآبِدِين
Aziz, sıddık kardeşlerim!
Evvelen: Bugünlerde bana sû’-i kasd edenler yine Afyon hükûmetinin evham yüzünden bize ilişmek fikrini hissedip gayet tesirli gizli iliştiler. Ben yirmidört saattir hayatımda görmediğim dehşetli başdönmesiyle hastalık gördüm. Hayatımdan ümidim kesildi, vasiyetimi ettim. "Ben öldükten sonra Tahirî’yi buraya çağırınız, gelsin malım olan Nurlara sahib olsun" dedim. Birden inayet-i Rabbaniye imdada yetişti, duanızı bana şifa eyledi. Hattâ bu semmin darbesiyle yirmi gün sıkıntılar çekeceğim diye düşünürken birden öyle bir geçti ki, bir şey olmamış gibi bugün at ile gezmeğe çıktım. Dün mektubunuzda onbeş sivil polis Afyon’dan Isparta’ya “tarîkat var” bahanesiyle Nurculara ehemmiyetsiz bir telaş vermesini gördüm, “Fesübhanallah” dedim. Demek hem bana, hem kardeşlerime aynı zamanda, eskide geçen sene olduğu gibi iliştiler. Telaş etmeyiniz. Madem bana vurulan şiddetli darbe bir halt etmedi. İnşâallah Medreset-üz Zehra şakirdlerine de zararları olmayacak diye teselli buldum. Evet o polisler makineye ve Hüsrev’e ve kahraman arkadaşlarına birden ilişmemeleri birden bir emare-i rahmettir. Aldığım bir habere göre Afyon’da bize ilişenlere demişler: “Bu zararsız adama neden sıkıntı veriyorsunuz?” İlişenler demişler: Bizden ondan korkuyoruz, çok kuvveti var. Yüzbinler talebesi var. Hattâ bu Emirdağı’nda dahi bazı resmî adamları öyle diyorlar. Hem ürküyorlar, hem ürkütüyorlar.
Sâniyen: Beni hiç merak etmeyiniz, inayet devam ediyor. Ben de hayırlı neticesini düşündükçe sabırda lezzet buluyorum, sabırda şükrederim. Hem Nurlar da daha ziyade nazar-ı dikkati kendilerine celbedip en ziyade muhtaç ve manen yaralı olan resmî memurlarına kendini okutturup onları tedavi eder ve dershanesini genişlettirir, şenlendirir. Sizin dahi şevkiniz kırılmasın, yalnız ihtiyatınız ziyade olsun.
Sâlisen: Lüzum olsa dersiniz: On sene fâsıla ile iki şiddetli mahkeme hâkimleri ve yirmi sene zarfında üç vilayetin dikkatli zabıtaları ve son mahkemede dokuz ay tedkikte üç adliyenin, Ankara ehl-i vukufun inceden inceye teftiş eden münekkidleri; ne asayiş, ne idare, ne vatan, ne millet aleyhinde kanunca hiçbir madde yüzer risalede bulmadıklarına kat’î delil ise; ittifakla hem Said’in, hem risalelerinin, hem kardeşlerinin beraetlerine karar vermeleridir. Hem biz onun kardeşleri, size ve hükûmete beyan ve ilân ederiz ki: Said bizi siyasetten ve asayiş bozmaktan o derece men’ediyor ki, hiçbirimiz hilafına hareket edemiyor. Bu vatanı zararlardan muhafaza eder. Madem hakikat budur, Said’in hayatı bu vatan ve millet için lâzımdır. Ondan tevehhüm edip korkan ve sû’-i kasd eden, elbette ya haindir veya tam cahildir veya bu memlekete düşmandır. Çalışır ki Said ölsün, onun nasihatını dinleyen yüzbin vatanperver zâtlar ihtilâle karışıp vatan aleyhinde hareket etsinler.
Umuma binler selâm ve selâmetlerine dua eden kardeşiniz
Said Nursî
Hâşiye: Evet Üstadımızın yazdığı aynı hakikatı gözümüzle gördük ve korkudan sıkıntı verdiklerini kat’iyyen bildik. Hattâ bu gece bekçibaşı Nureddin’e demiş ki: Hükûmet ondan çok korkuyor. Yetmiş bin talebesi var. Onun için sıkıntı veriyorlar.
Daimî hizmet eden
Ceylan, Mehmed, Nureddin
182. Parça[]
....
Evvelâ şimdi bir haletimi beyan etmek için, sinir hassasiyetiyle ve bu defaki tesemmümüm doğrudan doğruya dimağıma ilişmesi ve damarımı sarsmasıyla iki haletimi beyan ediyorum:
Birincisi: Öyle bir nisyan, bir unutkanlık bu tesemmümden gelmiş ki, kendi abdest, yemek gibi şahsî işlerimi çok zor ile görebiliyorum. Bir kaşık veya bir kabı almak için kapıyı açıyorum, unutuyorum. Bu halden dehşet aldığım halde, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki; Risale-i Nura temas eden hallerde ve evradlarımda o acib nisyan şimdilik gelmedi.
İkinci Hal: Pek garib bir hiddet ve teessür o zehirden bana ârız olmuş ki; Sinek kanadı kadar bir arıza beni müteessir edip hiddete getiriyor. Biçare bana hizmet eden saf ve sadık hizmetçiler de o lüzumsuz hiddetlerden azap çekiyorlar. Uzun zamanlardaki iki Süleyman'ın hiç beni hiddete getirmiyerek hizmet ettiklerini çok hasretle onları ve o zamanları tahattur ediyorum. Şimdi tahakkuk etti ki, bana su-i kasd edenler iki noktayı hedef etmişler, ona göre zehirli maddeleri bulmuşlar.
Birinci Nokta: Dimağıma zarar verip, ta nurlara hizmetim olmasın. Bedbahtlar bilmiyorlar ki; Binler Nur sahipleri ve yüz Nur mecmuaları benim bedelime binler derece ziyade o vazifeyi görüyorlar.
İkinci Nokta: Sabır ve tahammülümü kırmak, hiddetimden istifade etmek, bir mesele çıkarmak... Hakikaten ihsan-ı ilâhî ile harika bir sabır ve tahammül olmasaydı, tahammül edilmezdi. Fakat o bedbahtlar bilmiyorlar ki; Yüz başım ve yüz haysiyetlerim ve şereflerim ve rahatlarım ve hayatlarım olsa; Risale-i Nurun selâmetine kemal-i sürür ile terk ederim. Fakat bazı resmi adamlar bütün bütün kanun haricinde garazkârane ve sinirlerime kasden ilişmeleri çok ağır oluyor. İnşaallah onlara karşı sabrın güzel neticesi bütün o elemleri izale edecek, hayırlara çevirecek....
183. Parça[]
Ceylan! Zaman naziktir. Nurların faaliyeti vaktinde çok dikkat lâzımdır. Nurun ve bizim ve Nurcuların selâmeti ve münafıkların şerrinden kurtulması için sen bu üç maddeyi bil:
Birincisi: İktisada tam riayet etmek lâzımdır... Tâ validen ve baban senden gücenip, hizmet-i Nuriyeye zarar gelmesin. Dükkancılık eden, mertlik edemez, on paraya dikkat eder. Mal senin değil, ikram etsen caiz değil.
İkincisi: Şimdilik nazar-ı dikkati kendine celbetmeye ve gösteriş yapmağa çalışma! Senin elindeki Nur emanetlerine zarar gelmesin... hevesatını, faydasız eğlencelerini bırak... Hizmet-i Nuriye'nin, sana verdiği zevkler yeter.
Üçüncüsü: Bizi görmek için buraya gelenlerden herkese açılma! Lüzumsuz onlara esrarımızı bildirme... Çünki içlerinde ya safdil veya kurnaz veya aptal bulunabilir, ifşa eder. Habbeyi kubbe yapar. Ondan münafıklar ve casuslar istifade eder. Hususen bu kasabada daha çok dikkat ve ihtiyat lâzımdır.
184. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Ceylan! sen bahtiyardın ki; bu acib zamanda Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir hizmeti ve onun ma'nevi hazinesinin bir anahtarını elde ettin. Benim de anahtarımı aldın... Ve küçük bir Abdurrahman ve küçücük bir Hüsrev namını aldın. Bu kudsî ve ehemmiyetli vazifeye lâyık olacağını gayet kuvvetli bir sadakat ve metanet ve ihtiyat ile isbat edersin. Gerçi çocuksun... Fakat sende kuvvetli bir sadakat hisettiğimizden, küçülmüş bir kuvvetli ihtiyar nazarıyla bakıyorum. Sen de dikkat et! Çocukluk hevesatına ve aldanmalarına kapılma!
On adamın şimdiki benim hizmetimde vazifeleri mecburiyetle sana yüklenmiş. Az bir yanlışın büyük bir zarar verir.
Bunu kat'iyyen bil ki: Senin hizmet ettiğin hakikatin, sana vereceği hem dünyada, hem ahirette kâr ve menfaate mukabil, dünyada hiç birşey gelemez. Belki bir elmas hazinesini, şişe gibi çabuk kırılacak fânî Dünya menfaatleriyle elinden kaçırma... Çocukluk kulağıyla cinnî, insî şeytanların vesveselerine kapılma!...
Said Nursi
185. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Aziz Sıddık Kardeşlerim ve benim hakkımda bu gurbette samimi akrabalarım Osman, Mehmed, Hasan Efendiler!
Sizin halisane bana ve Risale-i Nura karşı hiç unutulmayacak hizmetinize bir mükâfat-ı acile olarak, Hasan Feyzi ve sair talebelerin Çalışkan Hanedanı'na karşı fevkalâde teveccühleri ve umum memlekette sizin şerefinizi neşretmeleri ve ehl-i hakikati size dost yapmaları cihetiyle, benden ziyade Risale-i Nur ve şakirtlerini himaye ve muhafaza etmek ve ehl-i siyasetin ve beni zehirleyen düşmanların desiselerinden kurtarmak için gayet derecede bir ihtiyat ve tam bir sadakat ve benim yerimde tam bir dikkat ile mükellefsiniz. Yoksa az bir hata, yalnız bana değil, belki umum ma'sum kardeşlere ve şimdi parlayan şerefinize dokunacak.
Benim bu vaziyetim ve verilen sıkıntılar altı vecihle kanunsuz olmasından, ileride mesuliyetten kurtarmak için insafsız ve kanunsuzca beni ta'zib edenler, kendilerine bir bahane, bir vesile arıyorlar. Pek çok dikkatli olmanız lâzımdır.
Said Nursî
Talebelerinin Mektupları[]
1. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Ağabeyim Abdurrahman Salahaddin’in Medreset-üz Zehra’nın Câmi-ül Ezher’in reisine gönderdiği Asâ-yı Musa ve Zülfikar-ı Mu’cizat-ı Ahmediye’den bir kısmını münasebetiyle latif bir hâdiseyi mahrem yerden işittim. Aynen yazıyorum:
Kırk seneye yakın bir zaman evvel Üstad İstanbul’a gittiği vakit, ülemalar münazara edip ilzam edememişler. Meşhur Câmi-ül Ezher reisi allâme bir zât oraya gelmiş. Hocalar ona demişler: “Bizim bedelimize onu ilzam et.” O da bazı hocaları Ayasofya avlusundaki çayhanede rastgelmiş ve gelecek sual ve cevab vuku’ bulmuş. Fakat cevabın ikinci parçası, mutaassıb bazı zâtlara ağır gelmiş, itiraz etmişler. Senin bu memleket hakkında sû’-i zannın var, demişler. Onun için Üstad sonra vakıayı hikâye ettiği zaman, başkalarının taassubuna ilişmemek için ikinci kısmı söylemiyordu. Fakat zaman söyledi, evet dedi.
Vakıa şöyledir:
Câmi-ül Ezher reisi allâme Şeyh Bahit Hazretleri kırk sene evvel İstanbul Ülemasının tedbiriyle Üstadımızı ilzam etmek için Ayasofya çayhanesinde bazı hocalarla geldiği vakit en birinci sorduğu sual budur: يَا اَخِى مَا تَقُولُ فِى حَقِّ اْلاَوْرُوپَا وَالْعُثْمَانِيّة Yani Avrupa ve Osmanlı memleketi hakkında fikrin nedir? Üstad da demiş ki:
اِنّ اْلاَوْرُوپَا حَامِلَةٌ بِاْلاِسْلاَمِيّةِ فَسَتَلِدُ يَوْمًا مَا وَ اِنّ هذِهِ الْمَمْلَكَةَ حَامِلَةٌ بِاْلاَوْرُوپَائِيّةِ سَتَلِدُ يَوْمًا مَا
Yani Avrupa İslâmiyet’le hamile, elbette bir gün doğuracak. Ve bu memleket de bir Avrupayı doğuracak. (Bu cümle mahremdir.) Çünki onun medeniyetiyle hamiledir. O vakit Câmi-ül Ezher reisi hocalara demiş ki: Bu adamla münazara edilmez, ilzam edilmez. Benim fikrim de bu merkezdedir.
Evet o reisin takdirine mazhar olan Üstad’ın verdiği o haberin yarısı çıkmış. İnşâallah öteki yarısı da çıkacaktır. Bu fikre binaendir ki, işittiğime ve anladığıma göre Üstad bu harbin evvelinden bir sene evvel “Bir devlet İslâmiyet’e kuvvet verecek ve İslâm olacak” diye merakla bakmış. Sonra anladı ki, zaman gelmemiş. Daha yedi sene bakmadı.
Risale-i Nur’un âciz, bîçare bir şakirdi ve hâdimi
Ceylan
2. Parça[]
(Hüsrev’in bir mektubudur. Çizgiler içi Lâhika’ya girsin.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Çok aziz, çok kıymetdar, çok mübarek, çok sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Vücud-u mübarekinizi kara topraklara atmak için mütemadiyen çalışan hain ellerin merhametsiz darbesi ki son tesemmüm neticesi olan şiddetli hastalığınızın ihtarıyla vazifenizin bitmek üzere olduğu ve bir Said yerinde maddî ve manevî pek çok Said’ler vazifenizi gördüklerini ve göreceklerini haber veren ve talebelerinizin dua ile yardımlarını isteyen, hem kahraman Tahirî’nin Nurcu masume Hicreti hakkında hepimizi hususan mübarek Tahirî’yi çok sevindiren duanızı ve Uşaklı Haydar ve hocası İzzet’e dua ve selâm ettiğinizi, Sinop yangını ve Isparta köylerine dağılan polisleri ve Nazif’in makinesi ve Aydın’da oturan Ahmed Feyzi hakkında sevgili Üstadımızın merak ettiklerini, hem Nurcuların hiçbir partiye karışmadıklarının isabet olduğunu ve ancak küfre ve zındıkaya ve dalalete karşı cephe aldığını ve Nur mesleğinde mü’minlerin uhuvveti esas olduğunu bildiren acıklı, hüzünlü, kıymetli bir mektubunuz ile, Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesindeki ekser âyetlerin ya mülhidlerin tenkidlerine veya ehl-i fennin itirazlarına veya şeytanların vesvese ve şübhelerine maruz olan âyetler olduğunu ve kusur zannedilen noktalar i’cazın lemaatı ve belâgat-ı Kur’aniyenin kemalâtı olduğunu ve ilim noktasında çok ehemmiyetli mes’elelerin hakikatlerini beyan ettiğini.. Hem bu zamanda tehikeler maruz müslümanlara Risale-i Nur'un parçaları ekmek ve ilaç gibi lazım olduğunu ve nurcuların az hizmetlerinin çok kıymettar olduğunu ve hususen nurculara ihsan-ı ilahi olarak iman kurtarması hizmeti verildiğini.. İkinci haşiyesinde hakikaten hepimizi yeniden şevk ve gayrete getiren ve bizim ıslah ve saadetimiz için hem sekeratta daha çok hücum eden Şeytanı susturmak için, hem kabirdeki suallerimize hazırlık olmak için, sekerat gibi şiddetli olan dehşetli hastalığınız içinde -Sevgili mübarek Üstadımız bizim kadar muhtaç oldukları halde- nurun hizmetine ve tashihine -bize olan fart-ı şefkatinizden- koştuğunuzu bildiren acıklı ve hüzünlü ikinci bir mektubunuzu aldık.
الباقى هو الباقى
Talebeniz
Hüsrev
3. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Çok mübarek, çok sevgili, çok aziz, çok kıymetdar Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Safranbolu kardeşlerimizin tebrikleri münasebetiyle yazılan ve sevgili Üstadımızın şan ü şereften ve şahsî medihlerden hoşlanmadıklarını, hem bu gibi enaniyeti kamçılayan kelimelerin kabulüne İhlas Lem’alarının müsaade etmediğini, yalnız talebe-i Nur’un hüsn-ü zanlarını kırmamak için ve Risale-i Nur’a karşı sadakat ve kanaatlarına bir emare olduğu için bazı müfrit tabirlerin zaruretle kabul edildiğini bildiren mübarek mektubunuzla beraber aynı günde gelen ve mübarek aylarda Nurcuların şirket-i maneviyesine pek çok kudsî servet gireceğini tebşir eden hem latif, tatlı, manidar tevafuklarıyla sevgili Üstadımızın rızkında bereket ve inayeti müjdeleyen bir mübarek mektubunuzu daha aldık ki, bu mübarek mektubunuzla Nurcuları yutmak için koşan tagut hücumlarının sona erdiğini, Arzı istila için saldıran küfrî inkârın şiddetli tazyikinin nihayete yaklaştığını, bütün dehşetiyle Nurcuları mütemadiyen ezen bu zulümlü ve zulmetli gecenin metaını toplayarak ufûle hazırlandığını, bu merhametsiz beşer semasının âfâkını saran rahmetsiz kara bulutlarının çekilmekte olduğunu, dalalet ve ilhadın kahhar elleriyle attığı zehirli gazları içinde son günlerini yaşadığını mana-yı işarî ile haber veriyorsunuz. Ve letaif-i insan ile ruh-u beşere dehşetli cehennem ateşleri biriktiren bu münkerat asrında ızdırabından mütemadiyen inleyen Nurculara sonsuz müjdeler, beşaretler saçıyorsunuz. Ruha inşirah verecek bir tatlı nesîm için mütemadiyen gözyaşları döken talebelerinize nihayetsiz in’amlar, ihsanlar yağdırıyorsunuz.
İşte bu kıymetdar, sevimli, mübarek mektubunuzla birlikte gönderilen ve lâhikalarımıza geçmesi emredilen bu kusurlu Hüsrev’in Mu’cizatlar Mecmuası hakkında yazdığı kusurlu mektubuyla, mübarek kardeşimiz Hasan Feyzi’nin vazife-i Nuriyesini pek ciddi bir surette îfa ederken sevimli Üstadımıza fidye-i necat olarak giden ve Âlem-i Misal’e istirahata çekilen şanlı şehid Hâfız Ali kardeşimiz hakkında kaleme aldığı çok hoş, çok hazîn, hakikaten takdir edilen manzume mersiyesini aldık. Bu mübarek şanlı şehid, Üstadımızın mübarek duaları arasında silsile-i aktab içine girdiği gibi feragatkârane fedakârlığıyla Nurcu kardeşlerinin kalblerine de girmiştir. Bu şanlı şehid kardeşimizin aramızdan muvakkaten müfarakatı, Risale-i Nur hesabına bize çok ağıra mal olmuş; fakat mukabilinde bize öyle bir Üstad kazandırmış ki, bütün talebeler bu mübarek Üstad için seve seve fidye-i necat olmaya hazırdır. Bu büyük şanlı şehidi, bu güzel manzum mersiyesiyle her an bize hatırlatmağa vesile olan ve Risale-i Nur’un hoş bir bülbülü denmeğe seza bulunan mübarek kardeşimiz Hasan Feyzi’den Cenab-ı Hak ebediyen razı olsun, âmîn âmîn âmîn.
Bu şanlı şehidin ind-i uluhiyetteki makbuliyetinin yüksekliğine ve kerametlerinin ulviyetine bir emaredir ki, Onüçüncü Şua’ı yazarken manzum mersiyesi elime verilmiş. Sevgili Üstadımıza bu mektubu yazarken mübarek şanlı şehid Hâfız Ali ile birlikte vefat eden Homa’lı bir Ali ve Denizli hapsindeki Risale-i Nur’a tabi Mustafa, bu üçünün selâmetimiz hesabına feda olduklarını bildiren sevgili Üstadımızın mektublarını yazmıştım. Ne kadar garibdir ki, iki seneden beri sevgili Üstadımızda olan bu şanlı şehidin bu şanlı yazıları, kendi vefatıyla ve gösterdiği fedakârlığıyla alâkadar mektubunu yazarken gönderilsin. Bu dört mektub, lâhikalarımıza kaydedilerek kardeşlerimize gönderilmiştir
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kusurlu talebeniz
Hüsrev
4. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Üstadımız Hazretleri!
Talebelerinizin hizmet-i Nuriyedeki hataları yüzünden daima o pâk vücudunuz zahmetlerimize katlanıp bin türlü müşkillerimizi hallederek türlü türlü işkence ve sıkıntıları tevekkül olarak tahammül etmektesiniz. Ey sabır kahramanı olan Üstadımız! Cenab-ı Hak sana tûl-ü ömürler ihsan ederek sabrınıza mâşâallah ve bârekâllah deriz. Bizler talebeleriniz bir adı Asâ-yı Musa, diğer ismi Âyet-ül Kübra olan pek büyük mu’cizeli eseri zaîf ve nâkıs akıllarımızla ve âciz ve pek noksanlı imlâlı hatlarımızla ve kalemlerimizle yazmış olduklarımız Yedinci Şua Risalelerimizi kabul buyurup bu mukaddes eserlerin mu’cizat-ı maneviyatına müştak ve arzu eden talebeleriniz kardeşlerimize hediye ederek okuyup ve yazmalarında ve intişarı için siz müncîmiz tarafından tevzi’ ve terakkiyatları münasib görürsünüz. Risale-i Nur’un Asâ-yı Musa Risalesi şu asrın pek dağdağalı ve çok kalblerin nurunu söndürüp dalaletlerde kalıp fesadat ve bid’a cereyanlarından husule gelen ateşleriyle yanan milyonlar insanın kalblerinde yanan ve ateşleri söndürüp nur-u imanı doldurup parlatan böyle bir eser âb-ı kevsere mâşâallah, bârekâllah. Böyle iman edenler insanlar Vâcib-ül Vücud ve Tekaddes hazretlerine hakiki bir kulluk ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm Peygamberimiz Efendimize ümmet olup tebliğ buyurmuş olduğu Şeriat-ı Ahmediyeyi ve Sünnet-i Seniyeyi îfa etmekle Hazret-i Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın emri kanun-u İlahî tatbik ve temin ederek Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın tefsiri olan Risale-i Nur dahi binler hüccetleriyle hakaik-i imaniyelerimizi takviye edip o dalalet bataklıklarından çıkarıp nurlu yollara sevk ve hareket ettirmektedir. Bu asırda dalalet ve fesadat cereyanlarına karşı nurlu risaleleri okuyup yazmak ve hâlisane tasdik ederek imanlarımızı taklidden tahkike çıkararak daha kalblerimizde kalan dalalet ve fesadat, bid’a kirlerini tamamen yıkayıp temizlemek, ehl-i İslâm ve ibad-ı müslimînin pek büyük vazifeleri ve vazifemizdir. Bu mübarek eserlerin batnında bizler anlayamıyoruz fakat Üstadımızın İlm-i Kelâmları ve diğer kardeşlerimizin vasıf ve bahisler izah etmektedir. Şöyle ki:
Ehl-i iman ve İslâm, Risale-i Nur’a hakikat-ı halde ve sıdkıyla bağlanan, talebe olan kardeşlerimiz gerek bu fâni dünyada ve saadet-i ebediyede mes’udane yaşayacaklardır. Ve âb-ı kevser feyzinden feyiz alarak haslar içine katılıp hakiki bir iman sahibi olacağımız duygu ediliyor. Madem bizlerin için ne büyük müjde ve ne büyük servet ve ne büyük ticaret ve kazançtır ki, kelime-i tevhidi ve salavat-ı şerifeleri bir nebze dahi kalblerimizden çıkarmayıp zikrederek, yarın dehşetli mahşerde o selâmlarla ve o mektublarla Rabbimize bir kavl-i Peygamberîmiz ve Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerine ve evlâd-ı Resul’e ve ezvac-ı Resul’e ve yârları olan Cihâr-ı Yâr-ı Güzîn ve Ashabîn ve Aktabîn huzurlarında yüzlerimiz ak olup biz mücrimlere şefaat ve yardımlar ederek ve müncîmiz olan Hazret-i Üstadımız olan Risale-i Nur dahi bizleri yavrulu kuş gibi ardına düşürüp Huzurullah’a ve Huzur-u Peygamberî’ye Risale-i Nur’un nurlu eserlerine hizmet eden hizmetçilerin emek mükâfatını ister ve taleb eder ve alıverir inşâallah. Bizler şimdi fırsat elde iken Kur’an-ı Azîmüşşan’ın feyzinden akıp gelen ve Risale-i Nur’da tecelli eden nurlu kevser şarabı ile kalblerimizi yıkayıp, kalblerimizi tathir edip ve kaplarımıza da doldurup yarın mahşerin dehşetli, elemli, karanlıklı, hararetli ve daha bin türlü derdlerimize derman, derin ve uzun yollara köprü olup saadet-i ebediyeye vâsıl eylesin. Şübhemiz kalmadı ki, Risale-i Nur bu dünyada insanlar ve talebeleri ve şakirdleri için kötü huylarını tebdil ve kötü ahlâklardan ırak ve kötü amellerden dahi uzak ederek, nur-u imanla müşerref ve saadet-i ebediyeye mazhar, Rabbimizle mülâkat ve cemalullahı müşahede ve Habibullah’ın sancak-ı şerifi altına cem’edeceği için pek sevgili olan Üstadımız haps-i münferidde ve çilehanede gurbet ellerde bin türlü zahmetler ve binler türlü işkenceleri tahammül edip Mevlâmıza mütevekkil olup başka bir mahalden imdad taleb etmeğe hemen Allah’a sığınıp senelerden beri vücud-u pâkini harab edip canını dahi Nur yollarına feda etmektedir. Güzel Allah’ımız muîn olsun, imdad etsin, inayet etsin. Âmîn âmîn âmîn.
Risale-i Nur’un kudret, keramet, hikmet, ulviyet yüceliği Kur’anın nuru ve tefsirdir ve mu’cizedir. Ey Üstadımız Hazretleri! Şu cihet-i memnuniyetimizi tarif edemeyeceğim. Her Üstadlar talebe ve şakirdlerine binbir türlü san’at öğretip, fânide iaşelensin diye muvakkat ömre çalışırlar. Üstadlarına binlerce dualarla minnetdar oluyorlar. Zât-ı pâkin bizlere öğretmiş olduğunuz Risale-i Nur öyle bir mukaddes san’at ki; fânide bütün sıkıntılara merhem ve tiryak, ukbâda dahi saadet-i ebediyeye bir vasıta-i necat olduğu ve bu dünyada dahi dalalet ve fesadat cereyanlarına karşı bir hançer, bir zülfikar, bir asâ-yı Musa’dır. Böyle bir derdlerin dermanı olan nurlu eserleri ve âb-ı kevserleri bu asra kadar uzatıp siz Üstadımız tarafından te’lif edilip ve bizler âciz ve fakirleri hizmetçi olmaklığımızı nasib eden Erhamürrâhimîn’den ve Peygamberimiz’den ve Haydarî ve …… ve siz Üstadımızdan Allahımız razı olsun. Ve mektubları ve malûmatları günü gününe metanetiyle mahallerine ulaştıran kardeşlerimizden dahi Allahımız razı olsun.
هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
Karye-i irfanın çok kusurlu ve sizi çok zahmetlere düçar eden talebeleriniz, ruh u canımızla severek hasretlik çeken iştiyaklı gönül selâmetlerinizi diler, pâk ellerinizden öperek hürmetlerimizi takdim ve selâmlarımızı sunar, pâk el ve ayaklarınızı öperiz Üstadımız Efendimiz Hazretleri.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Çok kusurlu, çok hatalı ve çok günahkâr talebelerinizden,
Karye-i İrfan talebeleri namına
Mustafa Ertuğrul
5. Parça[]
(Birinci Hulusi, Sabri’ye yazdığı mektubdur)
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Levha-i Hakikat
Hakikat dersini Nurlardan aldık
İhlasın zevkini Nurlardan aldık
Hamd olsun Allah’a hizbullahtanız.
Kur’anın feyzini Nurlardan aldık
Tevhidin şevkini Nurlardan aldık
Şükr olsun Hüda’ya mü’minlerdeniz.
Nur ismi tecelli eyledi birden
Nurları görenler geçtiler serden
Hamdolsun Allah’a hizbullahtanız.
Muhammed (A.S.M.) ümmeti kurtuldu derdden
Allah’a şükredip dediler birden
Şükrolsun Hüda’ya mü’minlerdeniz.
Tercüman-ı Kur’an açıkça dedi
Kur’ana yapışmak zamanı geldi.
Hamdolsun Allah’a hizbullahtanız
İmanı kurtarmak zamanı geldi
Allah’a sığınmak zamanı geldi
Şükrolsun Hüda’ya mü’minlerdeniz.
Düsturlar şunlardır bilin ey ihvan
Kanaat, mal için bir bahr-ı umman
Hamdolsun Allah’a hizbullahtanız.
Dost ancak Allah’tır, yârân da Kur’an
Düşmandır nefis, mevt vâiz inan
Şükrolsun Allah’a mü’minlerdeniz.
Çok sözü bırakıp kısa derim
Mürşidim Kur’an, tevhiddir virdim
Hamdolsun Allah’a hizbullahtanız.
Muhatab nefsimdir, ihlas derdim
Mü’minler ihvanım, ben de bir abdim
Şükrolsun Allah’a mü’minlerdeniz.
Hulusi hulusla ihlasa çalış
Nurları bırakma, ihvana karış
Hamdolsun Allah’a hizbullahtanız.
Hâdim ol Kur’ana, irfana alış
Aldanma dünyaya tövbeye çalış
Şükrolsun Allah’a mü’minlerdeniz.
Uhrevî kardeşiniz, muhibb-i muhlisiniz Hulusi
6. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرّاتِ الْكَائِنَاتِ وَ مُرَكّبَاتِهَا
Şuhur-u selâsenin hulûlü ve geçen Regaib ve gelecek bulunan Mi’rac ve Beraet eyyam ve leyali-i mübarekesinin tebrik ve teyemmünü ve bilhassa Risale-i Nur’un birinci sınıf ve birinci talebe ve muhatabı olan muhlislerin muhlisinin kalem-i destiyle muharrer vürud eden hem manen ve ruhen daha doğrusu ez-her cihet zengin bir rüknünün pek kıymetdar gayet manidar name-i mergubelerinin Nur menbaına bu yol ile irsalini ihtiyarı sanki Rauf ve Rahîm olan Allah-u Azîmüşşan’ın sâlih ve zâhid ibadı da re’fet ve şefkatlidir. Ver elini, huzura çıkarayım demek şeklinde bu âcizi cebanetten cesarete atlattı. Ve hem de Otuzikinci Söz’ün hâtimesindeki taş-misal yürekleri eriten ve ihya eden “Yâ Rab senin mahbub abdin olan Veysel Karanî’nin eda ve nidasıyla dakk-i bâb ediyorum. Dergâh-ı İlahiyene onu kabul ettiğin gibi, beni de kabul buyur!” nida-i hazînanesinden in’ikas suretiyle durgun kalemime kuvvet-i mahz gelerek her an nazargâhımız olan bu makam-ı ulyaya yazı ile bari olsun dehalet ve yüz sürmek emellerimi takviye etti. Bundan daha büyük bir fırsat belki bulamam deyip o sevgili muhatab-ı evvele açılan mübarek kapı ve beşaşetli sîma ve ruha pür-enverle müşerrefiyete her ayıb ve hatamla can attım.
مالى سوى قرعى لبابك حيلة ولئن رددت فاى باب اقرع
kıt’alarının kıymetdar mefhumundan müstefid oldum.
Şefkatli Üstadım! Biz bazan diyor idik ki: Üstadın bulunduğu yere gitmek değil, gittiği şeriat ve Risale-i Nur ve takva yoluna gitmeğe gayret etmeli. Neticede a’manın “Gün doğmadan neler doğar” deyip müteselli olduğu gibi, bu bîçare âciz de ummadığımız bir surette aksa-yı şarktan köyümüze hattâ evimize kadar teşrifi takdir eden Mukaddir-i Hakikî nazarımızın ve şuurumuzun dairesi fevkinde ve haricinde hayretfeza bir halde an-karib yine müşerref ve mesrur eder inşâallah deyip; bazan Barla’daki seririnizin üzerinde bazan Denizli heyet-i hâkimesi karşısında hem hâkimane hikmetli ve kuvvetli ve celalli ve kemalli hem salahiyetli müdafaa ve mukavemetleri îrad ve izharınızdaki etvar ve ahvalinize kalb ve hayal gözüyle bakarak kusurlu şahsımı nezd-i ekremîlerinde gibi görerek müteselli oluyorum.
Aziz Üstadım! Öyle kanaatım geldi ve ümidvarım ki, Rabbim (Celle Şanühü) Hazretleri Habib-i Ekremine Kelâm-ı Kadîm ve Kitab-ı Mübin’inde neler va’d ü tebşir buyurmuşsa Risale-i Nur’da münderic hattâ hususî gibi bir halde mevzubahs bulunan umum nekkad ve fukaran hiç biri müstesna kalmayarak zuhur ve vuku’ ile inşâallah neticelenecektir. Ezcümle ilk Isparta’da tevkifimizde ve Ramazan Bayramında فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ الخ. âyet-i kerimesi şakirdlere mektub olarak tefsir edilip bizim vazifemiz sabr-ı cemildir, tesbih ve tahmiddir. Başka değil. Zira nazar-ı himaye-i Rabbaniye, hizbullah ve hizb-ül Kur’ana müteveccihtir. Telkinatınıza karşı bu dehşetli zulüm taaddi ve tecavüz karşısında bize yegâne tesellidir; zu’muna kapıldığımı gizlesem Hüda âlimdir. Halbuki o dâhî-i muhakkik ve mazi ve istikbal röntgeni dokuz ay sonra verilecek hükmü dokuz ay evvel değil ondokuz ay evvel gelmiş olan mektub-u mergublarında hem vukua gelecek hâdiseyi bi-lütfihi ve keremihi teâlâ hem neticesini ilmelyakîn hem aynelyakîn ile görüp tebşir buyurmuş olduğunu şimdi anlıyorum. Kur’an-ı Kerim mukadderat-ı umumiyeyi maziyen, halen, istikbalen nasıl ihtiva etmiş ve aynen zuhur etmiş, yine aynen Kelâmullah’ın şu asırda pek hakikatlı bir tefsiri olan Risale-i Nur’un âlempesend zaferiyle umum ehl-i tevhid ve İslâm ve nesl-i âtiye izhar-ı endam ve ilân-ı hak etmesi kabil-i inkâr olmayan bir hakikattır.
Ve هذَا فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَنْ يَشَاءُ kelâm-ı kudsîsini tekrarlatmıştır.
Hakir ve mütehassir, âciz
M.Sabri
7. Parça[]
(M.Sabri’nin Çalışkan Mehmed ve Hasan Efendilere yazdığı mektubdur.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Pek bahtiyar ve çok hakikatperver kardeşlerim, efendilerim!
Sizlere binler selâm ve ihtiram ve nihayetsiz ed’iye ve senalarla tebrikler ederim. İşitiyor ve biliyorum ki, sizin evlâdınız tâlii yaver Ceylan, Risale-i Nur’a verilmiş. Bu hayırlı takdire çok sevindim, hem hayretlere daldım. Çünki bu isme mensub (bir zât-ı nâdir-ül emsal) (*[9]) Risale-i Nur ve müellifini yüzler senelik pek uzak bir mesafeden görüp tam ve mükemmel künye-i muvazzahalarını i’lam ve ilân ve tarif etmiş. Malûmu i’lam kabilinden olmasın, hasb-el îcab dilim döndüğü kadar tekrar ve arz edeceğim:
O mübarek Kutb-ul Aktab, Risale-i Nur sahibine karşı her hevl ü şiddet karşısında bana iltica eyle. Eyleyince ben o müridimin her ihafeli anında muhafazasına memurum. Her şerr ü fitne vukuunda kat’î sıyanet ederim. O veled-i manevim mağrib ve maşrıkta hangi beldede olursa olsun yardım ederim. Yine davasını te’kid ve takviye için kendi kendine diyor ki: Ey Abdülkadir! O mumâileyhe söyle, “Korkma” de. Hem tekrarla söyle. Sen inayet gözü altındasın. Bilâ-fütur asrının mahlas-ı Abdülkadir’i ol. Hem hak ve hakikata sahib ve feda etmek sebeble dâima mes’udsun. Hem sen beni bil ki (*[10]) Resulullah Aleyhissalâtü Vesselâm ceddimizdir. Aziz ve refi’ olan Zât-ı Zülcelal Ve-l İkram’a ubudiyet noktasında merbutiyet ve temessüküm iktizası izzet ve rif’atimiz dâimdir, gibi hitabat ve beyanat-ı münireleriyle beşaret dersi veriyor.
Risale-i Nur’un en âciz ve çok kusurlu bir hakir talebesi
Sabri
8. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Çok kıymetdar, çok mübarek, çok aziz, çok sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Bu hakir talebeleriniz bizler, sevgili mübarek Üstadımızdan bu hafta içinde iki mübarek mektub aldık. Bu mübarek mektublardan birisi, şuhûr-u selâsenin hulûlu ve derd-i maişetin tazyiki ile Nurların kitabetine fütur verilmemesine, hem Nurların serbestiyetine emare olduğu evvelce sevgili Üstadımızca müjdelenmiş olan yağmurların rızkımız üzerine mebzulen yağması, hususan bu şuhûr-u selâsede daha çok gelmesi ve ruhlarımızın en çok muhtaç olduğu rahmetin Asâ-yı Musa ve Zülfikar-ı Mu’cizat mecmuaları elleriyle mebzulen nüzul etmesi ve bu baharda çiçeklerin envaıyla tezyin edilen dağlar ve taşlar gibi, Nurcuların ve ehl-i imanın kalbleri füyuzatla bezenmesine dairdir. Diğer mübarek mektub ise, her iki Isparta’nın hususan Küçük Isparta’nın çok güzel çok letafetli nüshaları ve hem kızıl (karye-i) irfan ve Homa talebelerinizin sevgili Üstadımıza takdim edilen firdevsî, kudsî, nuranî hediyelerinin mübarek kahraman hem çok çalışkan kardeşimiz Nurcu İbrahim’in eliyle sevgili Üstadımıza vâsıl olduğuna ve sevgili mübarek Üstadımızın fevkalhad memnuniyetlerine dairdir. Evet sevgili mübarek Üstadımız! Sizi daima şen ve şâdân görmek isteyen Isparta ve civarı talebeleriniz lillahilhamd fütursuz Mu’cizatlar Mecmualarını tamamlamakta, yağmurlar da maddî ve manevî pek kesretli yağmakta devam ediyorlar. Hududsuz şükürler olsun Rabbimize.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kusurlu talebeniz
Hüsrev
9. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا بَاقِيًا بِشَفَاعَةِ الرّسُولِ عَلَيْهِ الصّلاَةُ وَالسّلاَم
Çok aziz, çok sevgili ve çok muhterem ve şefkatli Üstadım Efendim Hazretleri!
Mübarek şuhur-u selâselerinizi tebrikle mübarek el ve etek ve bizlere yümn-ü bereket bahşeden kadem-i mübarekelerinize yüzümü ve gözümü sürerek hürmetlerle pûs ederim. Bu fakir âciz talebeniz iki gün evvel mübarek aylara tebrikiniz olan mübarek kendi yazınız tebdil edilmeden iki mübarek mektubunuzu aldım. Birisi kahraman Tahirî ve İnebolu ve Kastamonu kahramanlarından aldığınız teberrüklerin tevafukunu bahseden.. ikincisi: Bizlerin sa’y ü gayretlerini artıran bu mübarek aylarda beş vecihle sevab kazandıran Zülfikar Mu’cize-i Kur’anî ve Ahmedî’ye çalışmamıza dair müjde ve beşaretleriniz.. üçüncüsü: Canlı canlı bir mektubunuz olan kahraman Tahirî ağabeyimin bu mektublarla beraber gelerek, bir akşam hanemizde kalarak, siz sevgili Üstadımız Hazretlerinin karşıdan selâmlaşmalarınızla cismen bizimle görüştürür gibi anlatmaları bu âciz pür-kusur talebenizi tarifinde âciz bir derecede memnun ederek bu mükerrer tebriklerin bir günde gelmesini hakkımda büyük bir nimet bilerek kabul ettim. Cenab-ı Hak her ikinizden ebediyen razı olsun, âmîn.
Sevgili Üstadım Efendim! Biz, mübarek Nurlarınızı burada ümmi talebeniz Çilingir vasıtasıyla herkese hattâ her eve ulaştırıp okutmakta ve neşrine çalışmadayız ve Nurlar takdir edilmektedirler. Cenab-ı Hakk’ın lütfu ve siz sevgili Üstadımızın dua-i himmetleri ve Nurların tesiriyle Cenab-ı Hak bizlere yoldaş verip bu hafta iki tane Asâ-yı Musa siz sevgili Üstadımızın mübarek ellerinizle tashih ettiğiniz bir müsveddeden tashih ediyoruz. Ve bu arada tashih için gelecek arkadaşlarım gelinceye kadar da ikinci vazife Zülfikar’ı yazıyorum. Onuncu Söz zeyliyle ve Yirmibeşinci Söz zeyilleriyle beraber hemen bitmek üzere. Yetmiş sahife kadar bir şey kaldı. Ondan sonra Ondokuzuncu Mektub’u Cenab-ı Hakk’ın müsaadesiyle ve dualarınız himmetiyle bu mübarek şuhurlarda hitam buldururum inşâallah.
Sevgili Üstadım! Senelerden beri Nur içinde bulunduğum halde ve bütün ömrümü ona sarf edip hattâ başka eski güzel tefsir görüp içerisinde bazı ihtiyaç görülen mes’ele olup okunması lâzım iken, dikkatin zayi’ olmaması için Risale-i Nur’dan anladığım ve aldığım feyiz kâfi diye onları okumaya bile vakit geçirmediğim halde Nurları takdirime dair kalemim kalbimdeki takdir ve tahsinlere tercümanlık yapıp hiç bir vecize yazamamaklığım ve bir kısım yeni kardeşlerimin mektublarındaki güzel tahsinler görüp kendimi Risale-i Nur’dan uzak görüp bu güzel Nurlar kalbimde bir ilham açmayıp, açtı ise de kalemim tercüman olamadığına müteessir oluyorum. Anlıyorum ki; her kardeşim terakki edip, kendimi de tedennide görüyorum. Risale-i Nur’dan aldığım izahla ben kendime yine büyük bir lütuf olduğunu anlayarak kabul ediyorum. Çünki sıhhatım yâr olsa idi ben de bir kısım emsalim gibi mübarek Nurların kevser şerbetlerini siz sâkî olan sevgili Üstadımdan alıp sizlerle temas edemezdim, biliyorum. Bu kusurlu talebeniz fakir aileye mensub, ibtidaiye tahsilimden başka tahsilim olmayıp, onbeş-onsekiz senedir de mariza-i bedenimin şiddetli ızdırabları yüzünden ve tahsilin açtığı fikir ve zekâ kapıları kapanıp bilgilerimi unutmuşum. Şu on senedir de bulunduğum haneden bir tarafa çıkamayıp, anlamak istediğim müşkillerimi anlamak için hiç bir âlimin yanına varamıyorum. Allahıma şu dünyadaki bütün zerratlar adedince hamdolsun, şu zamanın hattâ mazi ve müstakbelin de en büyük ve en mühim üleması olan Risale-i Nur’u bizlere bahşetmiş.
Nur şakirdlerinden, Atabey’li Alîl Ali Osman
10. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Kur’an’dan çıkan ne güzel kevsersin
Ne büyük eser, ne tatlı kevsersin
Nursun çün sildin kâinatın sisini
Ey Nur kaldırdın münafıkların şivesini
Topladın etrafında mü’min kafilesini
Ders veriyorsun 350 milyon müslümana sen
Gelmişsin bu zamanda âcizlere iman hazırlığı
İnşâallah âcizlerden sil dünya pasını
Risale-i Nur derdlere derman hem merhemsin
Ey Risale-i Nur var senin kapında hikmet
Dolaştıkça zemini olursun hem fazla çok
Hakk’ın rahmetiyle Nur köprüsünü aşarsın
Hikmetinle kasa tılsımları açarsın
Nurların her sözü sekine, her kelimesi mizan
Nurların her nükte ve ihtarı birer ferman
Nurların açılmış her satırında birer âlem
Nurların üstüne dökülmüş türlü kokular
Yâ Rab sen Kadir-i Kayyum’sun bize de lütfeyle
Nurların Mektubları Lem’aları açılmış bir güldür
Ol gülün bülbülü Üstadımız Hazretleri
Yâ Rabbi! Yuvası olan cismini sen gizleyesin
Dökülecek yavruları olan talebeleri
Risale-i Nur dairen büyük, gezenler bulsun teselli
Risale-i Nur’u okuyanlar bulacak emsalsiz hakikatı
Her birinde konuşturur mevcudatı Sâniine
Hep bir ağızdan nutka gelmiş dua ederler âsânına
Nurlara âşık olanı nasib etsin maksuduna
Arzumuz Nur bölgesinde hizmet etmektir
Kapısında çoktur hizmetçileri hademeleri
Hep yolunda eylemektir iman, can fedadır
Kapısına gelmişiz biz iki bîçare âcizler
İnşâallah kabul eder iki serseri kulunu ol İlahî!
Risale-i Nur talebelerinden merhum Hâfız Ali’nin şakirdleri, elyevm asker bulunan Hasan ve biraderi
Ahmed
11. Parça[]
Müstensihin Üstadı hakkında edindiği kısa bir malûmat:
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
İhtiyar, bîçare, eşsiz yaşamış, dostsuz bırakılmış, senelerdir inzivaya çekilmiş olduğu halde ikamete memur, daimî tarassud altında bulundurulan yetmişlik bir fâtın-ül asr, yirminci asrın hem Bediüzzamanı hem garibüzzamanı hem imanı kurtarıcısı Said-ün Nursî Hazretleri
Tercüme-i hâline kısaca bir nazar
1- Bitlis’in Hizan kazasının Isparta nâhiyesinin Nurs Köyü’nde doğmuştur. Anası Nuriye Hanım, babası Mirza Efendi’dir. Kürd ailesine mensub olmakla beraber kendisi aslâ Türklük, Kürdlük, Arablık ve Acemlik tanımaz. Milliyeti ancak din bakımından kabul eder. Dünyadaki bütün Müslümanlar ve muhtelif dinlerden İslâmiyete girenler kardeşidir. (Bu fikriyle, dünyadaki iyilikleri ....... ve İslâm Âleminde bir vahdet kurulmasına güzel bir nümune)
2- Tahsil ve terbiyesi, (ümmi)dir. Çocukluğunda hastalığını okuyan hocadan dönerken merdivenden yuvarlanıyor. Ağzından burnundan dehşetli surette akan kandan sonra, min-tarafillah fazilet, ismet, fıtnet, şefkat, zekâvet hassaları peyda oluyor. Fikren mevcudattan ders alıyor. Ulûm-u diniye ile fünun-u asriyeyi mezc, hakaik-ı diniyeyi fünun-u müsbete ile teyid etmiştir. (Bu hârika haliyle, asrının insanlarına fevkalbeşer bir hoca, bir muallim oluyor.)
3- İstikbalde şarkta cehalet yüzünden vuku’ bulacak zararları hissederek önlenmesi için mekteb medrese açtırmak gayesiyle İstanbul’a gelen, millî kıyafetli genç âlimin (Maarifin bugün mekteblere verdiği ehemmiyet o vakit yapılsa idi şarkta belki bir hâdise bile çıkmazdı.)
4- Ülemayı ve müsbet ilimler profesörlerini davet ile bütün suallere tatminkâr cevab vermesiyle bir çok mesailde âlim ve feylesofların şübhelerini izale etmiş olduğundan beynelmilel meşhur Mısır’lı âlim Abdülaziz (Fâtin-ül Asr) namıyla yâd ve ilân etmiştir. Câmi-ül Ezher’e mukabil El-Medreset-üz Zehra namında Van’da bir üniversite yapılmasına irade alınmışsa da harb-i umumî zuhur etti. (Anadolu’nun sinesinde doğan, büyüyen ve acz-i mutlakla, fakr-ı mutlakla, şükr-ü mutlakla Hâlıkına sığınan ve rızaen lillah iman kurtarmak için ihlas ve sebatla çalışan bu zâttan, asrın müslümanları ve bilhassa Anadolu halkı iftihar eder.)
5- Vatanımıza, dinimize, namusumuza taarruz eden Rus ordularına karşı Bitlis milis kuvvetleri kumandanı olarak çok fâik kuvvetlerle hücum eden Rus ordusuna günlerce ve kahramanca müdafaa ile, şehirdeki bütün mühimmat ve erzak ve halkın ve askerin geri taşınmasını temin etmiş. Yaralandığı halde geri çekilmeyi şahsen züll saydığından gazilik makamıyla da karargâhında son mermisine kadar şerefle döğüşmüş. Nihayet bilmecburiye Ruslara esir düşmüştür. Dininin ve vatan ve milletinin selâmeti için canını fedadan çekinmeyen bu kahraman kumandana üç Rus mermisinden biri isabetle kalbinin üzerindeki maden tabakayı deliyor, iç çamaşırda kalıyor. İkincisi, sol tarafta hançerin sapını delerek durur. Üçüncüsü, omuzunda hafif bir yara açar. Nihayet Bitlis’in hîn-i sukutunda ayağı kırılmış ve omuzu mecruh bir halde Ruslara esir düşüyor.
6- Sibirya’da esir ikametlerinde iki sene üç ay kardeşlerinin maneviyatlarını takviye etmiş ve Varşova yoluyla İstanbul’a gelmiştir. O sırada İngiltere Anglikan kiliseleri baş piskoposunun ve Japon başkumandanının padişah hükûmetinden sorduğu suallere cevab veren ve Lemaat, Katre, Zerre, Habbe, Kızıl İcaz ve İşarat-ı İ’caz namında yazdığı Arabî eserleri okuyanlara mevcudatın tılsımını keşf ile bir hakikat yolu açılması.. (o vakit makarr-ı ülema olan İstanbul’la Hicaz, Yemen, Mısır, Suriye, Irak, İran, Afgan ve Hindistan ülemasının teması bulunduğundan, bu eserleri kendi eserlerine me’haz tutmaları ve Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye a’zalığında ilmiye ve diniye ile meşgul olması.)
7- İstanbul’da mutantan ve şaşaalı, muhteşem, siyasî ve içtimaî hayata dalarken manevî üstadlarından ve muhafızlarından Abdülkadir-i Geylanî (Kaddesallahü Sırrahu)nun Fütûh-ul Gayb ismindeki eserini okurken, (Ey dinini dünyaya satan hain) cümlesiyle başlayan ağır hitabı ve itabı şahsına kabul ederek o anda cazib ve şerefli siyasî ve içtimaî hayatı terk ile eski Saidlikten yeni Saidliğe geçmiş. Bir müddet Yuşa Tepesi ve Eyüb mezarlıklarını kendine ev, taşlarını arkadaş yaptığı halde, sık sık eski dostları ziyaret ederek dünyaya davet ile rahatsız ettiklerinden uzaklara ıssız dağlara, Ağrı maverasına çekilmiştir.
8- İstiklâl Harbi’nin en tehlikeli anlarında Türk Milletini ve ordusunu ve kumandanlarını teşci’ için yazdığı Hutuvat-ı Sitte namındaki eseriyle Millet Meclisi’nin ve Başkumandanın fevkalâde takdiriyle Ankara’ya ısrarla davet edilmesi, hem meb’usluk hem vaiz-i umumîlikle taltif edilmiş. Fakat siyasetle ve içtimaiyatla alâkasını kestiğinden tekrar Van kal’asına inzivaya giriyor.
9- Şark isyanında Şeyh Said, Bediüzzaman’a Şarktaki büyük nüfuzundan istifade için mücadeleye iştirake davet ettiği zaman cevaben: “Yaptığınız mücadele kardeşi kardeşe öldürtmektir ve neticesizdir. Çünki Türk Milleti bin senedir İslâmiyete bayrakdarlık etmiş, dini uğrunda binlerce şehid vermiş ve binlerce veli yetiştirmiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedakâr İslâm müdafilerinin torunlarına Türk Milletine kılınç çekilmez ve ben de çekmem.” diye hem red cevabı ve hem mücadelesinden vazgeçmesini söylemiştir. (İsyan hitamında şarkta ileri gelen nüfuzlu şahısları yurdun muhtelif yerlerine nakilleri münasebetiyle, müşarün ileyhi de Isparta’ya ikamete memur bırakılıyor.)
10- Sekiz sene sonra Menemen hâdisesi münasebetiyle meşhur hoca ve şeyhlerde yapılan aramada, Isparta’da te’lif edilmiş Risale-i Nur’un yüzyirmi eseri ve 120 talebesi üstadlarıyla birlikte (Menemen hâdisesi ile alâkaları olmadığı halde) Dâhiliye Vekili Kaya Şükrü’nün sû’-i kasda makrun emriyle tevkif edilerek Eskişehir Mahkemesinde altı ay mevkuf bırakarak bir kısmını ve eserlerin tamamını beraet edilmiş. Üstadım da Kastamonu’ya ikamete memur edilmişti.
11- Sekiz sene sonra, kırk sene evvel çekirdeği yazılan Beşinci Şua’ın ele geçmesi ve Âyet-ül Kübra’nın tab’ı münasebetiyle her tarafta toplattırılan ve aranılan binlerce Risale-i Nur eczalarının ve ifadeye celbedilen yüzlerce Risale-i Nur talebesinden ancak 120 temiz nasiyeli, saf kalbli ve düşünceli dindar Türklerin dokuz ay Denizli’de mevkufiyeti ve 135 parça Risale-i Nur eczalarının Ankara’da teşekkül eden bir heyet-i ilmiyenin tedkikinde, Kur’anın bir tefsiri olduğu ilmî raporla tevsik ve tasdik edilmesinden, eserlerle beraber 120 talebenin beraetiyle neticelenir. Hazret-i Üstad da Afyon’a ikamete memur ediliyor. Yetmişlik bir ömrün onbir mühim hâdisesi bu tehlikeli madde, tabiiyyun, enaniyet asrında bu ömür ve vücudun yegâne vazifesi, gayesi, emeli ve arzusu insanların imanlarını kurtarmak olduğunu; hem mutlakiyet hem meşrutiyet hem cumhuriyet devrinde ayrı ayrı gayet muhakkik, müdakkik ülema ve hükema ve fuzalanın ve gayet kurnaz şeytan ve evhamlı casus ve feylesofların inceden inceye yirmi sene tahkik, tedkik ve tahlili neticesinde dünyevî ve siyasî hiç bir maksad olmadığı kat’î anlaşılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’in ve Hadîs-i Şerif’in binlerce hakikatlarını isbat eden Risale-i Nur’u hiç bir dindar âlim veya dinsiz bir feylesof bir kelimesini dahi cerh ve nakzedememiştir ve tasdike mecbur olmuşlardır. 23 senede tamamlanan Risale-i Nur, Resail-in Nur, Risalet-ün Nur adlı 140 parça eserler, Kur’an-ı Azîm ve Hadîs-i Şerif’in evvelki asırlarda meşkuk ve şübheli bıraktırılmış veya rumuzlu veya şümullü ve mecazî yazdırılmış tefsirlerden alınmış değildir. Menba’-ı Kur’an’dan, Hadîsten asrımızda tereşşuh etmiştir. Üstadım der: “Beyanatımız Kur’an-ı Hakîm’in feyzindendir. Nefsi teslime, kalbi kabule ihzardan ibarettir. Asıl söz ise Kur’anındır ve zira söz odur ve söz onundur.” der ve kendine has bir usûl-ü tedris bularak beş kıt’a büyüklüğünde Medreset-üz Zehrasında milyonlarca talebeye hocalık eder. Ulûm-u diniye ile fünun-u asriyeyi mezc ve hakaik-ı diniyeyi fünun-u müsbete ile teyid ve teşdid etmek suretiyle talebenin fikir ve imanının tenvirine çalışır. İstediği anda hocasından istediği dersi alabilir. Ve aldığı dersle amel ettiği takdirde de imanını muhafaza edebilir. Risale-i Nur’un hülâsası makamında olan bu Asâ-yı Musa Risalesini dikkatle anlayarak okuyan veya dinleyen bilâ-istisna dinli-dinsiz, âlim-cahil herkes İslâmiyetin esası olan imanın altı şartını tamamen diliyle ikrar ve kalbiyle tasdik etmekle beraber imanı muhafaza İslâm’ın binası olan namaz kılmayı, oruç tutmayı, hacca gitmeyi, zekat vermeyi, kelime-i şehadet getirmeyi kendine vazife-i asliye bilecektir.
Risale-i Nur’u okumaya, yazmaya ve neşretmeye çalışacak ferdler, cem’iyetler, milletler, devletler dünyevî ve uhrevî fenalıklardan kurtulacak ve zulmetten nura çıkacak, saadet ve selâmet temin edecektir.
Risale-i Nur’un hülâsası olan Asâ-yı Musa Risalesi, atomdan daha kuvvetli ve tesirli nurlu bir silâh ve hikmetli bir asâdır. Atom gibi, beşeriyetin ve medeniyetin mahvına değil, saadet ve selâmetine çalışıyor.
هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
Risale-i Nur talebelerinden çok günahkâr
Abdurrahman Salahaddin
12. Parça[]
Lâhika’ya:
Risale-i Nur’un birinci talebelerinden Muhacir Hâfız Ahmed onüç sene sonra vefatından iki gün evvel yazdığı bu mektub, Nurcuların hüsn-ü hâtimelerine ve imanla kabre girmelerine bir delildir.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Pek sevgili ve faziletmend Efendim Üstadım Hazretlerine!
Evvelâ: Arz-ı hürmetlerle hatır-ı fâzılanelerinizi sual eder ve her beş vakit arkasında sıhhat ve âfiyette daim olmanızı Cenab-ı Feyyaz-ı Mutlak ve Rabb-ül Felak Hazretlerinden rûz u şeb istirham ve temenni ile beraber ömr-ü âlînizin izdiyadını tekrar Cenab-ı Mevlâ’ya Kur’an-ı Hakîm ve din-i mübin ve şeriat-ı garra-i Ahmediye’ye (A.S.M.) hizmetinizde devam edip bu ümmet-i Muhammed’in (A.S.M.) yollarını size ihsan olunan mukaddes ilim ile tashih etmek üzere son derece yalvarırım.
Efendim! Afv-ı âlîlerine mağruren beni benden siz daha iyi bilirsiniz. Elimde kalemim yok. Lâkin bu hâlimden ne kadar müteessirim ki, bu teessürümün mikdarını Hallâk’ım bilir. Yalnız Rabbime şundan dolayı şükür ve teşekkürler ederim ki, benim kalemsizliğimden olan teessürlerimin izale hususunda Cenab-ı Hak nihayette damadlarım Bahri ve Mehmed ve kerimeleri ve hafidlerim ve mahdumum Hâfız Kâzım aldılar ve yazmağa her gün için devam ediyorlar. Rabbimin bu ihsanına hadsiz şükürler olsun. Ben yazamadığımdan kalbimde yanan ateş sönmedi ama biraz serinledi. Ben fakir kardeşiniz ise Risale-i Nur; Kur’an-ı Azîmüşşan ile Arş-ı A’zam’a merbuttur. Bu mübarek risaleler Kur’an-ı Kerim’in tefsiridir, diye câmide cemaatıma ve zamanın içinde yeni yetişen delikanlılara lisanım döndüğü kadar söylüyor, hem davet ve hem de Risale-i Nur’a çalışmalarına tenbih ve tebliğ ediyorum.
Efendim! Zât-ı fâzılaneleriniz burada bulunduğu gibi değil, mâşâallah talebe çoğaldı ve daha tezayüd edecektir. Her gün Risale-i Nur’lardan bir tanesini terketmeksizin mütalaa ile meşgulüm. Oradan aldığım ahkâmı cemaatime haddim olmayarak va’z u nasihat etmekteyim. Ve onları da elimden geldiği kadar tenvire çalışıyorum. Bu hususta muvaffakiyetime dua buyurunuz.
Kıymetli Üstadım! Ömrüm oldukça buradaki din kardeşlerime Risalelerden aldığım ahkâmı tebliğ etmek en büyük vazifemdir. Efendim! Mahdum-u âcizî köleniz Hâfız Kâzım Risale-i Nur’a o kadar müştak idi ki, gece ve gündüz çalışarak Asâ-yı Musa’yı yazıp Lemaatlardan epeycesini de yazdı. 14 Mayıs’ta mahdumum Kâzım ve hafîdim Bahri mahdumu Mehmed ikisi de asker oldular. Daha henüz kıt’alarından haber alamadım. Lemaat’tan ve Mektubat’tan ve Sözlerden dört tanesini kaybetmişim. Zayi’ olan Sözlerle Mektubat ve Lemaat’tan ne kadar noksanım varsa kardeşimiz Şamlı Hâfız’a yazdırıyorum. Muvaffakiyet duasını rica ederim.
Efendim! Zât-ı fâzılaneleri burada iken bana, benim ikinci vatanım Barla’dır buyurdunuz. Yine dönüp buraya gelirim diye va’d-i kavî vermiştiniz. Ben de bu söz üzerine efendimin vatan-ı sânîsi olan Barla’ya geleceğinizi beklemekte iken bilakis uzak memleketlere gittiniz. Bu hususta gelemeyecekler diye kalbimize bir ateş düştü. Bu tahassüre tahammül edemeyeceğim. Üstadım vücudca çok ihtiyar oldum. Dünyaya veda etmeden, hakiki müçtehid ve şeriat imamı bulunan siz efendimin mübarek nurlu yüzünü bir daha görmek arzu ve emelim o kadar yükseldi ki, tahammülüm fevkindedir. Emir buyurunuz damadım berber Mehmed’le beraber hiç olmazsa bir gün için ziyaretinize geleceğim. Bu hususta Allah aşkına emrinizi beklerim. Refikam âhiret kardeşiniz Emine ve gelinim Nimet, ellerinizi ve ayaklarınızı öper, duanıza yalvarırlar. Hafîdim mini mini Hasan Hüseyin de ellerinizi öper ve kerimelerim ve damadlarım ve çocuklarım ve komşularım cümlesi ricalen ve nisaen selâm ederler efendim.
Efendim! Siz burada iken namaz nihayetinde cemaatla beraber okuduğunuz evradları, biz de terketmeyip cemaatla her namaz arkasında okuyoruz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Âhiret kardeşiniz
Muhacir Hâfız Ahmed Karaca
13. Parça[]
(Bu da Lâhika’ya girsin. Şamlı Hâfız Tevfik yazıyor.)
Üstadım Efendim Hazretleri!
Muhacir Hâfız Ahmed Efendi kemal-i hararetle ve iştiyakla şu mektubu ağlaya ağlaya yazdırdı. Bu mektubu yazdıktan iki gün sonra deniz kenarında bostanları vardı. Bir amele alıp, otlarını temizletip bakmağa gitti. O gün orada kalbine bir ağrı gibi bir şey giriyor. Akşam üzeri geldi. Receb-i Şerif’in 23 ncü Pazar günü gündüz saat beş buçukta öğleden bir saat sonra اِرْجِعِى emrine boyun büktü. Bundan böyle mübarek merhum ağabeyimizi rahmetle yâd edip duanıza almanızı çok çok yalvarırım.
Vefatı da şöyle oldu: Ben başında idim. Kat’iyyen ölüm nişanesi yok. Bana, kardeşim bu defa yüküm ağır dedi. Ben de, merak etmeyin geçer efendim, kelimesiyle karşıladım. Kardeşim Hâfız, ben ölümü severek karşılarım. Âh bu aylarda vefat edenlerden olsam, dedi. Yâ Rabbi! İhtiyarım, tahammülüm yok. Azametine iltica ediyorum. Kaldıracağım kadar yük ver, fazla verme yâ Rabbi deyip hemen Kur’an okuyor ve salavat-ı şerifeye devam ediyor. Bundan sonra da devamı şudur:
اَللّهُمّ اِنّكَ عَفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّى
Mübarek kelimatına devam ediyordu. Ba’dehu bana dönerek dedi: Kardeşim Hâfız Tevfik, ben Rabbime söz verdim ve borç edindim. Eğer bana emr-i Hak vaki’ olursa, noksan kitablarımı bırakma, ikmal et. Sana vasiyetim budur dedi. Biraz rahat etmek üzere üzerini örttük. Aklı başında, kuvveti yerinde. Biraz on dakika kadar geçti. Hemen uyandı. Salavat ve diğer okuduklarına devam etmeğe başladı. Baş ucundaki saate baktı. Saat altı buçuk mu oldu dedi. Ben saate baktım. Bizim müezzin Camuz Hoca oğlu Hâfız Nuri Efendi de beraberdi. Hayır efendim, saat beşi yirmi geçiyor dedim. Hemen abdest almak üzere davrandı. Gelinine, kızım leğeni getir de abdest alayım, cemaatle namaz kılalım, dedi. Gelin, dışarıdan leğeni getirinceye kadar hemen kıbleye teveccüh edip, mübarek Allah İsm-i Celali ile secdeye kapandı. Orada büzüldü. Bu andan on dakika sonra vefat etti. Bendeniz ve müezzin Nuri Efendi, Hâfız Ahmed Efendi’nin vefatına böylece muttali’ olduk. Allah cümlemize ecr-i cezîl ihsan buyursun âmîn. Pazar câmii hatibsiz, sizin namaz kıldırdığınız câmiler öksüz kaldılar. Vazife görecek huffazımız kalmadı efendim.
Kardeşiniz Hâfız Şamlı Mehmed Tevfik
Merhum Hoca Hâfız Ahmed damadı Berber Mehmed
14. Parça[]
Risale-i Nur’un başta başkâtibi Hâfız Tevfik’in bu fıkrası Lâhika’ya girsin. Çok ilişemedim. Hatırını kırmamak için ta’dil etmedim.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Pek sevgili ve faziletmend Üstadım Efendim Hazretleri!
Hadd ü hududsuz ve nihayetsiz tahassürlerle selâm-ı âcizîyi ba’de-t tebliğ mübarek ellerinizi öper ve beş vakit namaz ba’dinde zât-ı fâzılanelerinin sıhhat ve âfiyetlerinin devamı ve ömrünüzün efzuniyetini hizmet-i Kur’an ve şeriat-ı Ahmediye ve Kur’an-ı Hakîm’e merbut bulunan Risale-i Nur’unuzun ikmali hususunda kıtmiriniz ve fakiriniz olan kardeşinizin âciz lisanı döndüğü kadar Cenab-ı Perverdigâr hazretlerine ruz u şeb yalvarmak virdimdir.
Efendim âh hasret, âh hasret! Üstadım bu hasret ateşi ârâmsız cism-i âcizîyi her an yakmaktadır. Heyhat ne yapayım efendim! Elim ermez, gücüm yetmez. İnşâallah an-karib-üz zaman Hallâk-ı Lemyezel Hazretleri pek yakın vakitte serbest mülâkatlar nasib edecektir. İnşâallah sümme inşâallah ve sümme inşâallah. Nur-u Muhammedî (A.S.M.) ile nurlanmış ve buy-i Nebevî ile kokulanmış ve Kur’an-ı Hakîm’de mezkûr olan üzerinde Cennet rayihası olan Reyhan denilen o çiçeğin Cennet rayihasıyla rayihalanmış olan nurlu Üstadım Efendim Hazretleri! Cenab-ı Hak Celle ve Alâ Hazretleri, Sure-i A’raf’ta nass-ı katı’ ile Nebiyy-i Zîşan (A.S.M.) Efendimize irsal buyurulan şu âyet-i celilede Allahu a’lem bissavab ve muradihî rahmet-i İlahiyenin ne kadar büyük ve yüksek ve son derece büyük her zîruha nefi’li ve ölmüş arzı ihya edip nâtık ve gayr-ı nâtıkların iaşelerini her cihetle temine medar olduğunu kullarına bildirmek ve tebliğ etmek üzere Resul-i Kibriya Efendimize (A.S.M.) Cibrîl Aleyhissalâtü Vesselâm vasıtasıyla inzal buyurulmuştur.
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
وَهُوَ الّذِى يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَىْ رَحْمَتِهِ حَتّى اِذَا اَقَلّتْ سَحَابًا ثِقَالاً سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ
الْمَاءَ فَاَخْرَجْنَا بِهِ مِنْ كُلِّ الثّمَرَاتِ كَذلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتَى لَعَلّكُمْ تَذَكّرُونَ
صدق اللّه العظيم
Efendim şu âyet-i celile (Allahu a’lem, lâ ya’lemu-l gaybe illallah) Hallâk-ı Lemyezel Hazretleri evvelen rahmete işaret olan rüzgârı müjdeci olarak gönderiyor. Arkasından rahmet-i İlahî olan yağmuru ölmüş arz üzerine gönderip o ölü bulunan arza yağmurla hayat verip kuvvet ve kudretiyle o ölü arzda herşeyi yetiştirip kullarını ittifak ediyor bu ölmüş ve herşeyden uzaklaşmış ve hattâ âdeta hayat ile memat arasında çırpınarak büyük ölüme sürüklenmekte olan ümmet-i merhumeyi bu pek korkunç olan dinsizlikten kurtarmak için Cenab-ı Hak, ölmüş arza yağmur ile hayat verdiği gibi, Hallâk-ı Kerim bu ümmet-i merhumenin tahlisi için Üstadıma kendi kudret ve azametiyle ihsan buyurduğu ilim ile ve manevî cedd-i a’lânız bulunan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Hazretlerinin manen ahfadı bulunduğunuz cihetle Nebiyy-i Âhirzaman hazretleri de siz Üstadıma “Kalk evlâdım, Kur’an-ı Hakîm’in kırk vech-i i’cazı üzerine i’caz edilmek zamanı geldi, i’caz et ve ümmetimi kurtar.” emr-i Peygamberîsiyle emrolunup bu vazifeyi aldınız. Cenab-ı Hak ve Resulullah Efendimiz sayesinde Kur’ana, dine ve şeriata çok büyük hizmet ettiniz. Allah kabul etsin ve sa’yiniz meşkûr olsun, âmîn.
Sevgili Üstadım! Hattâ değil müslümanlar belki umum gayr-ı müslimler dahi tefsir buyurmuş olduğunuz Risale-i Nur’un ahkâmına cümlesi muhtaç ve müştaktırlar ve bil’umum insan tabakatından olanların susamış bulunanları bu Risale-i Nur’un nur nehrinden o şifalı suyu içmeğe son derece şitab ediyorlar efendim.
Sevgili Üstadım! Sizin bu zaman için lütf-u İlahiyle gönderilmenizde Cenab-ı Hakk’ın büyük hikmetleri var. Yolunu kaybeden ümmet-i merhume mühlik karanlıkta kalmış, hiçbir tarafını göremeyip hak ve hakikat ne olduğunu tamamen şaşırdığı bir zamanda Cenab-ı Hakk’ın siz Üstadımı bu ümmet-i merhumeye kaybettiği hakikat ve şeriat yolunu ve ahkâmını göstermek hususunda gönderilmeniz pek büyük ve çok büyük bir kudrettir. Bu mes’elede şek ve şübhe yoktur efendim. Boşa gitmedi efendim.
İnşâallah Cenab-ı Hak arzı yağmurla ihya ettiği gibi, âhirette de umum insanları hayata irca’ ettiği günde siz dünyada yolunu ve edyanını unutmuş ve uzaklaşmış bulunan ve ümmet-i merhumeden olan bîçarelere “Geliniz, gafletten gözünüzü açınız. Şeriat-ı Garra-i Ahmedî’nin (A.S.M.) kitabı bulunan o nurlu Risale-i Nur’u okuyup hayat-ı ebediyenin yolunu öğrenip edyanınızı muhafaza ediniz” diye 130 küsur Risale-i Nur’un sözleri keza ve otuz küsur mektublar ve keza lemaatlarıyla bütün dünyaya Cenab-ı Hakk’ın emri ve Resulullah (A.S.M.) Efendimizin müsaadesiyle o nur kılıncıyla mücahedeye girdiniz. Avn-i Hak ve himmet-i Resulullah (A.S.M.) ile cihada galebe ettiniz. Rabbim âhirette aynen böyle kabul buyursun efendim Üstadım!
Şu sözler, Resul-i Kibriya Efendimizin hadîs-i Peygamberîsini hutur ettirdi, öyle yazdım. Tevfik bana makam veriyor, demeyiniz. Yalnız fem-i saadetten çıkıyor. Hadîsten efendim yazmağa da hakkım vardır zannediyorum. عُلَمَاءُ اُمّتِى كَاَنْبِيَاءِ بَنِى اِسْرَائِيلَ Sadaka Resulullah. İnşâallah efendim, üstadım da şeksiz Peygamberimizin tarif ettiği ülemadansınız. Eğer böyle olmasaydı, size dünyada böyle vazifeler tahmil edilmezdi. Cenab-ı Hak Kitabullahında ve Resulullah Efendimiz de diğer hadîslerde buyurmuşlardır. Ülema-i hakikat olanlar da, âhirette Peygamberlerden sonra (şefaat) edeceklerini Sahib-i Şeriat göstermiş. Ben kıtmiriniz de o günde fakir ve hakir kardeşiniz, o günde siz efendimden şefaat beklerim.
Şamlı Hâfız Tevfik
15. Parça[]
(Lâhika’ya girsin, Hasan Feyzi’nindir.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Mübarek Üstadımız Efendimiz Hazretleri,
Leyali-i Mübareke olan regaib, mi’rac ve berat gece ve günleri ile takarrüb etmekte olan Ramazan-ı Şerif ve leyle-i kadrinizi tebrik eder, sizin ve bütün kardeşlerimizin ve umum Âlem-i İslâm’ın hakkında hâssaten bu sene daha hayırlı şeref ve faziletli ve îd-i fıtrın siz büyük Üstadımız hakkında ve hakkımızda bir halas günü olmasını Cenab-ı Erhamürrâhimîn Hazretlerinin merhamet ve âtıfetinden ve Mahbub-u A’zam (A.S.M.) Efendimizin şefaatından ve Kur’an-ı Kerim ve Risalet-ün Nur’un inayet ve himmetinden bekleriz. Ve bu vesile ile bütün buradaki eski ve yeni kadın ve erkek, çoluk ve çocuk kardeşlerimizle ve aile efradımızla birlikte mübarek ellerinizi ve eteklerinizi öperiz. Ve cümleten mergub ve makbul dualarınızı umar, hakirane zelilane ve âcizane dualarımızın da barigah-ı Ehadiyette kabulünü Resul-i Hâşimî (A.S.M.) Efendimiz hürmetine dileriz. Mütedeyyin ve mütefekkir, âdil ve âmil olan malûm efendinin selâm ve sevgilerini takdim ediyorum. Lillahilhamdü vel-minnetü bu muhterem zâtla her zaman görüşme imkânlarını buluyorum. Her mülâkatımda siz efendimizin ahvalinden sual buyurup söylediklerimi merakla dinliyorlar. Sıhhat ve âfiyet haberlerinizi verdikçe memnun ve mesrur oluyorlar. Ve her zaman selâm ve dualarınızı bekliyorlar. Risale-i Nurları daima okuyorlar. Emrinizle kendisine takdim ettiğimiz cildler arasında Yedinci Şua olmadığını anlayınca bu defa bir tane de matbu’ nüshalardan verdik. Daha çok memnun oldular. Mektublardan da bazılarını ve mersiyeleri okudular. Şimdi de vasiyetnamenizi görmek ve okumak için istediler. Onun için ayrıca bir tane Arabî Hülâsat-ül Hülâsa yazıp harekeliyerek takdim etmiştim. “Oh ne güzel, ben böyle şeyleri severim. Yalnız sen Üstad’a yaz ve benden selâm söyle. Kendi ifadesiyle her ne kadar zahmet ise de, bunun bir Türkçe tercümesini yazıp lütfetsin” dediler. Bendeniz de “Yazayım” diye söz verdim. Hazretinize arzeyleriz. Hem o hamiyetli kardeşimiz “Artık Risale-i Nur serbest olmuştur. Korkulacak bir şey yoktur. Şimdi içinizden birisi çıkıp bir fedakârlık yapsa, bu eserlerin hepsini tab’ettirebilir.” buyurdular. Ve bize büyük cesaret verdiler ve bize zahîr ve muîn oldular. Bunun üzerine yenilerden başka bir kardeşimiz “Burada yapsak pahalıya mal olur. Bütün masraflar bana ait olmak üzere sen İstanbul’a git, hiç olmazsa Asâ-yı Musa Mecmuasını yeni yazılarla serbest olarak bin kadar bastır gel de burada gençlere mekteblilere verip okutalım diye bendenize bir teklifte bulundu. Bunu da efendimize bildirmeyi muvafık bulduk. Emirlerinize intizardayız. “Risale-i Nur’un perde arkasında fütuhatı var ve olacaktır” diye senelerden beri verdiğiniz müjdelerin ve sevinçli haberlerin hârika ve kerametlerin işte bugün böylece tezahür ve tevali etmesi, hattâ gözlere girecek kadar yaklaşması ve kendini apaçık göstermesi, onun perdeyi bile parçaladığına delil sayılabilir, diyoruz.
Geçen gün burada yapılan hâfız cem’iyeti münasebetiyle İstanbul’dan memleketimize gelmiş olan hocalar arasında bulunan Fatih Câmi-i Şerifi imamı reis-ül kurra Ömer Efendi Hoca’ya bizdeki tevafuklu Kur’an cüzleri gösterildi. Âsâr-ı İslâmiye neşriyatında ve müftülükte de âzâ olan bu zât, mümkün ve müyesser olursa bunları meccanen tab’ ettirmeye söz vererek buradan ayrıldı. Eğer fotoğrafla olursa, yaldızlı kelimeler çıkmaz ve yerleri beyaz ve açık kalır, deniliyor. Emirlerinize intizaren bu ciheti de arzeyleriz. Eskiden sizi memlekette tanıyıp burada tekrar şeref-i muhabbetinizle müşerref olan ve müftülükle uzak bir kazaya giden Hasan Efendi mezunen şimdi buradadır. Eserlerinizden istedi. Bir tane matbu’ nüshalardan Yedinci Şua verdik. Kazasının hâkimi ve memurlarıyla okuyacaklar. Selâm ve hürmetlerini arzeyleriz. Yine yakınlarda buraya gelmiş olan ve sizinle geçen sene bir defa görüştüğünü söyleyen yüksek ziraat mühendislerinden ve Şeyhülislâm Sabri’nin torunlarından bir zâta da Asâ-yı Musa Mecmuasını verip okuttuk ve yazdırdık. Bundan büyük haz ve kuvvet-i iman duyduğunu ve memnunluğunu bildirdi. Bu adam aynı zamanda size yan bakan o ma’hud zabitin arkadaşı imiş. O vak’adan çok müteessir olduğunu söyledi. Ve o zaman arkadaşının bir hafta kadar geceleri hiç uyku uyuyamayıp sıkıntılar çektiğini anlattı. Burada doktorlara ve eczacılara ve bazı daire müdürlerine de Risale-i Nurları verip okutuyoruz. Hasılı, Risale-i Nur cüzleri etrafa yayılmakta ve yazılmakta devam ediyor. Âcizane arasıra yaptığım Cum’a hutbelerinde de Nur’un sözlerinden söylüyorum. Buradaki resmî vaiz ve köy hocaları da onunla alâkadar olmağa başladılar. Yalnız burada Risale-i Nur’un tam cüzleri yoktur. Bunun için çok zahmet çekiyoruz. Elimizde ancak vaktiyle hapishaneden çıkan kardeşlerimizden birer tane isteyebildiğimiz bazı eserler var ki, bunlar da karışıktır. Hele Lem’a ve Şualardan burada pek az var. Şimdi Reis Bey’den birer cild yazmağa başladık, amma onlar da noksandır. Burada tam bir takım yapmak istiyoruz. Bunun için Hüsrev Bey kardeşimize ve İslâmköylü Halil İbrahim’e yazdık. Her kaç para olursa olsun, fazla varsa alıp yazılmasına burada da çoğalmasına çalışacağız.
Burada kardeşlerimiz yazdıkları Asâ-yı Musa mecmualarından birkaçını Üstadımız Efendimize hediye etmişlerdir. Bunları takdim ediyoruz. Bu ilk yazıların sehiv ve hatalarıyla beraber kabulünü ve afvımızı rica ederiz. Burada Refika isminde bir hemşiremizin yazdığı Asâ-yı Musa defterinde bir sahifede gördüğümüz şu musîb ve garib tevafuku (eğer bu buluşumuz ve hesabımız doğru, tevafuka uygun ise) aynen Üstadımız Efendimize müsaadeleriyle arzetmeyi münasib gördük. O sahifenin her satırı başından birer kelime alıp, yukarıdan aşağı okuduğumuzda aynen şu manalı ve kerametli cümleler çıkıyor: “Bugün baharın kapısı açıldı. Kuşlar ve hayvanlar tesbih ve tehlile başladı.” Bu cümlelerin manalı olduğu işte meydandadır. Fakat kerametli olduğunu da şöylece anladık: Bu sahife tam baharın kapısı açıldığı gün olan rumi hesabla 9 ve efrencî hesabıyla da 22 Mart günü yazılmıştır. Tam nevruz günü yazılan bu sahife, yazanın hiç de haberi olmadan kendi kendine deftere yazıldığı tarihi de kaydetmiştir. Bu tevafuk ve kerameti görüp anladıktan sonra o hemşiremiz “Sen bu sahifeyi iki gün evvel yani Mart’ın 22’sinde nevruz günü yazmışsın. Çünki bugün 24’dür. Ve bu defter bize bunu söylüyor ve iki gündür ben yazılmadım, diyor. Aslı var mı ve bu duygumuz doğru mu?” deyince, “Allah aşkına öyledir, iki gündür yazamadım. Çünki meşgul ve mazurdum. Fakat bunu siz nasıl bildiniz?” diye zevciyle beraber yüzüme bakıp hayret edince, Risale-i Nur’un bu kerameti himmetinizle onlara da ayân edildi.
Âciz talebeniz
Hasan Feyzi
16. Parça[]
(Salahaddin’in mektubudur. Lâhika’ya)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ الْحُرُوفَاتِ عَصَاىِ مُوسَى وَ ذُوالْفِقَار مُعْجِزَات احمديه وَ قرآنيه
Aziz, şefkatli, faziletli efendim ve Üstadım Hazretlerine!
Ekser mu’cizeli âyet ve ism-i a’zamların 19 harften müteşekkil olması ve Risale-i Nur’da da hikmetleri bulunan bu mübarek rakam adedince havalimiz nuranîlerinin ve Medresetüzzehra’nın baş muallimine ve Risale-i Nur’a hürmet ve bağlılıklarının nişanesini imtihan kabul ederek bu mübarek receb-i şerifte 19 aded cildli tashihli Asâ-yı Musa’yı kahraman ve sebatkâr bir kardeşimizin büyük gayret ve himmetiyle takdim edilmesinden dolayı Cenab-ı Rabb-ül Âlemîn’e hadsiz şükür ve Resulü sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimize hadsiz salavat olsun, âmîn. Matbaaya lüzum bırakmayarak bu kıymetli elmas parmaklardan maada bu kerre ısmarlanan Amerikan son sistem teksir makinesiyle yüzlerce nüsha Asâ-yı Musa ve Zülfikar-ı Mu’cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ve Kur’aniye tevafuklu tab’edilebileceğinden, diğer havali kardeşlerimize tavsiyeyi borç bilirim. Risale-i Nur’un hakikatına şehadet eden Lâhika’daki tefekkür mahsulü, riyasız, hâlisane, sırf rızaen lillah yazılmış binlerce mektublar bu asırda Âlem-i İslâm’da Risale-i Nur’un çok büyük fütuhat yaptığına büyük canlı bir delildir. Asâ-yı Musa ve Zülfikar-ı Mu’cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ve Kur’aniyeyi okuyanlar, ihlası nisbetinde yüzbin, onbin mumluk elektrik lâmbaları gibi nurlanıyorlar.
Ey Mısır, Suriye, Irak, Hindistan, Cava, Hicaz üleması! Bu madde, tabiiyyun ve fen asrında fikrinizi nurla aydınlatmak, kalblerinizi imanla doldurmak ve ilminizle amel etmeniz için enaniyetten silkinerek lütfen nazarlarınızı Risale-i Nur’a çeviriniz. Anadolu’nun her tarafında fışkıran nurların mecmuu bir güneştir, Küre-i Arz üzerindeki zulmeti dağıtıyor. Yalnız İslâmlara ve İslâmiyete girenlere dünyevî ve uhrevî veya İslâmiyetle ittihad ve ittifak edenlere dünyevî refah ve saadet veriyor. Çünki Asâ-yı Musa ve Zülfikar-ı Mu’cizat-ı Ahmediye (A.S.M.) ve Kur’aniye Risalesi ismiyle müsemmadır. Semadan, Kur’an-ı Kerim’den, Medine ve Mekke’den, hadîs-i şeriften tereşşuh etmiştir.
Nice şuhur-u selâsenin mübarek kadrini bularak, nice 83 sene manevî ibadeti kazanmanızı ve kazanmamızı Hak Teâlâ’dan diler ve mübarek el ve ayaklarınızdan cümlemiz hasretle ve iştiyakla öperiz.
Duanıza muhtaç, çok kusurlu ve günahkâr talebeniz Abdurrahman Salahaddin Çelebi
17. Parça[]
(Çalışkan hanedanından, Risale-i Nur’a ciddi alâkadar, bana da çok hizmet eden Hacı Osman ve refikası Sultan ve mahdumları Halil’in Nurlar hakkında yazdıkları bu fıkra, Lâhika’ya girsin.)
بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ
وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Çok aziz, çok muhterem Üstadım Efendim Hazretleri!
Ey Risale-i Nur, aşkınla feryad u figan içinde ben
Sevginle cuş u huruş eden yine ben
Acıyarak haline vicdanla elem çeken ben
Mübarek Nur! Yirmibeş seneye nasıl tahammül ettin sen
Kudret yazsın seni, bütün dünya seyretsin
Âlemi nur kaplasın, mü’minler şâd……olsun
Zulüm kalksın, dalalet ağlasın, zındığın mumu sönsün
Hasret kalan züvvar, nur ellerini öpsün
Mübarek nur el bende, kalem bende, parlayan ziya sende
Emir sende, hüküm sende, beşaret yine sende
Bağlayan sen, çözen sen, ferman sende
Açılsın mekteb, okunsun ebced, sultanlık sende
Dileriz rahmet Cenab-ı Hak’tan bol olsun
Talebeler umar himmet, Üstadımız var olsun
Çoğalsın kardeş, cihana iman dolsun
Ey Risale-i Nur ömrünüz uzun, üç aylarınız mübarek olsun
Seni bize imdada yolladı Rahman
Sıfatın biliriz, kurtarmak iman
Nurdan davamız var, korkmayız hemen
Ey korkaklara bir kuvvet Risale-i Nur
Artık göster yüzünü açılsın gözümüz
Dağıt dermanını gülsün yüzümüz
Nurunla yoğruldu bütün özümüz
Ey karalara bir ak Risalet-ün Nur
Nurunla aydınlandı cihan güneşi
Dünyaya gelmedi Nur’un bir eşi
Bu kadar aramızda hâinin işi
Ey zındıka bir korku Risalet-ün Nur
Vallah sensin cihana manevî başkan
Senin cismin büyüktür dağdan ve taştan
Sen aman çekilme sen bu faideli işten
Ey ölümden korkmayan Risalet-ün Nur
Senin Nur’un bir Nur ki tadına doyulmaz
Nur’un deryasına dalan artık ayılmaz
Senin mübarek yüzünü görmeden durulmaz
Ey insanlara bir ümid Risalet-ün Nur
Senin eserlerini dünyada kapıştık
Nur’un eline Bismillah deyip yapıştık
Meylimiz yok dünyaya tek bir kuruşluk
Ey derdlilere derman Risalet-ün Nur
Bizler âciziz çevirme geldik kapına
Senin yolunu gördük, girdik yoluna
İmdad eyle kemter âciz kuluna
Ey doğruya delil olan Risalet-ün Nur
Canımız feda olsun senin yoluna
Kılıncı çekip girdik senin koluna
Kendimizi attık Risale-i Nur yoluna
Ey münkire bir tufan Risalet-ün Nur
Artık imdad eyle bizlere
Allah uzun ömür versin
Nur deryasına dalan gözlere
Ey bu zamanda şifa veren Risalet-ün Nur
Senin Nur’un bir Nur ki aleyhinde atılmaz
Nurun eserleri bir dahi pis ellerle tutulmaz
Nurun perdesi altına girdik, artık kaçılmaz
Ey bu zamanda bir eczahane Risalet-ün Nur
Nurlu kitabların Lem’a, Sözler, Şualar
Okumağa doyulmaz birkaç defalar
Nurun bize verir manevî gıdalar
Ey bu zamanda bir nümune Risalet-ün Nur
Dünyanın sana karşı bu kadar sözleri
Sürüyoruz senin gittiğin nurlu izleri
Âh deyip de nurdan yaş döken gözleri
Ey bu zamanda bir hakikat Risalet-ün Nur
Saatlerce hiç durmadan çalıştın
Çalışa çalışa Hak yoluna ulaştın
Hakk’a aman deyip ellerini açtın
Ey karanlığa bir ışık Risalet-ün Nur
Her derde derman bir risalen var
Durmadan çalışalım bize büyük kâr
Artık sana olduk ebedî bir yâr
Ey bize doğru misal Risalet-ün Nur
Hasta olan gönüller artık açılsın
Her tarafa Nur’un deryası saçılsın
Bu zamanda kötünün yanından kaçılsın
Ey kötülere doğru yol Risalet-ün Nur
Sana kimse kötü gözle bakamaz
Senin eserlerini kimse elden atamaz
Şeytana uyup bizlere çatamaz
Ey zamanın müceddidi Risalet-ün Nur
Sensin bu zamanda en büyük âlim
Eserinle olduk birer küçük âlim
Âciz küçük taleben çok zalim
Senden meded bekliyor ey Risalet-ün Nur.
Üstadım Efendim Hazretleri! Nur’un deryasından alabildiğimiz sözleri size sunduk. Kabulünü rica eder, hürmetle el ve ayaklarınızdan öperiz efendimiz.
Çalışkan hanedanından baba-oğul Osman ve Halil ve vâlidesi Sultan
18. Parça[]
(Hüsrev’in mektubudur.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Sevgili kardeşim!
Dünkü gün iki müjdeli mektub aldım. Biri Üstadımızdandır. Aynen elhamdülillah kendine verilen zehirden dolayı sıhhatinin muhtell olması düşüncemizi izale ediyor. Safranbolu’dan bir kardeşimiz bizzât Üstadımızı görüyorlar. Üstadımızın kendine verdiği bu mektubla bize sıhhatini tebşir ediyor.
İkincisi: Şimdiye kadar verilmeyen Denizli Mahkemesindeki risalelerimizin verilmesi hakkında vekaletin emir vermesi müjdesidir ki, Üstadımız Hazretleri iki mektublarında sarahaten verilecek diye daha evvelden müjde etmişti. Şübhesiz bu beşareti, sevgili Üstadımıza da arzettim. Risaleler alındığında yine size yazarım sevgili kardeşim.
Size, hem Salahaddin’e, hem oradaki talebe kardeşlerimize kalbler dolusu selâmlar, hürmetler ediyoruz sevgili kardeşim efendim.
الحب فى الله
Kusurlu kardeşiniz Hüsrev
19. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, fedakâr kardeşimiz Mustafa Osman!
Risale-i Nur’un Lâhikası’na geçen ve gazete lisanıyla neşrini sevgili Üstadımıza yazdığınız açık mektubunuzu ve sevgili Üstadımızın bu münasebetle yazdığı cevabî mektublarını iki gün evvel aldık ve her ikisinden bir suretini size takdim ediyoruz.
Sevgili kardeşimiz! Sizin fevkalhad rabıtanızı ve kuvvet-i imanınızı gösteren bu yazınız bizim de hoşumuza gitti. Biz de sevgili Üstadımızın yaptığı gibi, o mübarek mektubunuzu Lâhikalarımıza yazdık. Mübarek kardeşim! Aziz Üstadımızın Risale-i Nur’a aid bu gibi ehemmiyetli mesailde Risale-i Nur’un has şakirdleri ve müdakkik naşirleri meşveretle hususan Isparta’dakilerle maslahat ne ise yaparsınız diye olan emirleri üzerine, biz burada husus-u mezkûr hakkında kardeşlerimizle meşveret ettik. Mübarek Üstadımız bu mektublarından gazetecilerin ve baştakilerin hakikatları tam takdir edememeleri, hem Risale-in Nur yalvarmaz, onlar yalvarmalı ve aramalı ve müşteri olduktan sonra diyorlar. Hem şimdi nazar-ı dikkatin Risale-i Nur şakirdlerine celbini münasib görmüyorlar. Daha evvelce Afyon Emniyeti’ne yazdıkları kıymetdar yazılarında sevgili Üstadımız diyorlar ki: “Risale-i Nur’a aid mes’ele bu vatan ve millete pekçok ehemmiyeti var. Size kat’iyyen ve çok emarelerle ve kat’î kanaatımla beyan ediyorum ki: “Gelecek yakın bir zamanda bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet âlem-i İslâma ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risale-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak. Mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini ve mefahir-i tarihiyesini onun ibraziyle gösterecektir.” buyuruyorlar.
Biz sevgili Üstadımızın bu kıymetdar beyanatına bakarak, Cenab-ı Hakk’ın Risale-i Nur’u kabul ettirmeğe mecbur edecek (Haşiye[11]) esbabı göndereceğine, bugün taannüd ederek kabul etmeyenlerin yarın ister istemez Risale-i Nur’un cenah-ı himayesine iltica edeceklerine, o mev’ud vakte kadar intizarımızın zarurî bulunduğuna kanaatımız gelmiştir. Aynı zamanda Risale-in Nur’a ait her bir hususta sevgili Üstadımızın kudsî irşadlarına göre gitmeğe ihtiyacımız şiddetlidir. Vaktin gelip gelmediğini ve nasıl yapılacağını ondan öğreneceğiz. Kemal-i tevazularından ve hem de sünnet-i seniye olan meşveretle hareket etmeyi talebelerine ders vermek için bu kıymetdar mektublarında “Benden sorulmaz, meşveretle yapınız” diye buyurmuşlar dedik.
Sevgili kardeşimiz Mustafa Osman Bey! Eğer sizce münasib olursa bu mektubumuzdan bir suretini selâmlarımızla beraber Mehmed Feyzi kardeşimize, bir suretini de İnebolu mübarek kardeşlerimize gönderebilirsiniz. Bu vesile ile hürmetlerimizi takdim eder, selâm ve dualar ve dualarınızı istiyoruz mübarek kardeşimiz.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Kusurlu kardeşiniz
Hüsrev
20. Parça[]
Denizli - Receb-üş Şerif - 1362 Hicri
Hazret-i Üstad maal-i cemaat muzafferen Denizli Hapsinden çıktıktan sonra hapis esnasında âlem-i bekaya kavuşan şehid, mağfur Hâfız Ali Efendi’nin kabrini Hazret-i Üstad önünde ziyaret ederken. (İbrahim)
Hâfız Ali’ye
Ey Nur yolunun yolcusu, ey ruh-u münevver
Bu medfen-i pâkin ola ruhun gibi enver
Ey ölmeyen, ey fidye-i Üstad-ı Mübarek
Razı ola Allah Teâlâ ve Tebarek
Gönderdi selâm bak sana ol Hazret-i Üstad
Hem ruh-u azizi dedi her dem ola dilşad
Kur’an-ı Kerim uğruna fânideki hizmet
Bahşeyledi şimdi sana sonsuz ebediyet
Yerlerde beşer, gökte bütün nurlu melekler
Her gün sunuyor ruhun için Arş’a dilekler
Bu makbereler fahredecek haşre kadar hep
Emvata okut nüsha-i Nur, aç gene mekteb
Ey menba’-ı envâr ve ey hâfız-ı esrar
Ey canını canana veren zât-ı fedakâr
Hâfız diye ben namını duydum o huzurda
Medhin okunur hem de bugün meclis-i Nur’da
Son kevser-i safî bize sensin gene sakî
Bahşeylemiş Allah sana bir âlem-i bâki
Sormam sana birşey ne bugünden ne de dünden
Bir nokta okut sen bize esrar-ı Ledün’den
Âh çok mu uzak doğrusu bir şevk-i şedidin
Gitsem yoluna senin gibi bir şanlı şehidin
Feyzi yürü sen Hazret-i Üstad’a yakın ol
Hâfız gibi Firdevs’e bulursun oradan yol
Hasan Feyzi
21. Parça[]
(Halil İbrahim’in mektubunun suretidir.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Muhterem, mübarek, sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Mektub-u âlînizde işaret-i gaybiyenin 64’te Risale-i Nur te’lifçe tamam oluyor diye haber-i gaybiyeyi iki hal tasdik ediyor cümleleri, bizleri ağlatmış ve mahzun ve mükedder eylemiştir ve ciğerlerimizi dağlamaktadır. Zira hayatımızın hayatı ve canımızın baharı ve gönlümüzün safası ve gözümüzün nuru, kalbimizin süruru, maddî ve manevî gıdamızın ukde-i hayatiyesi olan Nur denizinin kaptanı, eşref zamanın bedii ve Risale-i Nur’un müellif-i muhteremi biricik Üstadımız Efendimiz Hazretleri! Acaba bizleri yetim mi bırakacak ve bu asr-ı zulmette parlayan şems-i tâbân seyrini mi değiştirecek ve yegâne kesb-i şerif-i fahrimiz olan Üstad-ı Yekta’mız dide-i dünyadan ufulüyle bizleri mahzun ve mükedder ve müteessir mi eyleyecek ve onun şefkat-i maneviyesinden mahrum mu kalacağız? Gerçi Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın menbaından fışkıran şelale-i Nur ve sertac-ı evliya olan Risale-i Nur nam-ı mübeccelesi ve onun açtığı hidayet yolu ve İslâmiyet güneşi ve insaniyet şuaı ve melekûtiyet deryası ruhlarımızı tenvir ve iska ettiği âb-ı hayatı kanımızda küreyvat-ı hamra ve beyza ve hattâ ruhumuz misillü bütün ecza-yı bedeniyemizde tahallül ve hattâ aklımız, fikrimiz, şuurumuz, gözümüz, nurumuz ve kalbî sürurumuz ve bütün maddî ve manevî havassımız olan Nur denizi ve cevher pazarı ve gevher deryası meydanda, yanımızda ve elimizdedir. Fakat başta Kur’an-ı Azîmüşşan ve onun muhtelif bahrlerinde ve hassaten فَمِنْهُمْ شَقِىّ وَ سَعِيدٌ âyât-ı beyyinat ile sarahat derecesinde işaret buyurduğu mev’ud-u Peygamberî ve sahabet-i Haydarî ve himayet-i Gavsî ve Selef-i Sâlihînden nice kutub ve asfiya ve mümtaz evliyanın zuhurundan haber verdikleri ve tarif ve tavsifinden âciz ve nâkıs bulunduğum muhterem ve muazzam ve mübarek ve muazzez mübeccel Üstadımız Efendimiz, nurumuz, ziyamız, sevgilimiz, mürşidimiz, güzelimiz, kaptan-ı deryamız, ağabeyimiz, kardeşimiz, arkadaşımız, yoldaşımız, teselli-i hatırımız, nâsırımız, muînimiz, şefîimiz, sebeb-i necatımız, cevherimiz, gevherimiz, şükufe-i baharımız, bülbülümüz, zümrüd-ü ankamız, hüma-yı devletimiz ve bu kadar ünsiyet ettiğimiz …… makam-ı mahbubiyetin şahikalarına yükselen medar-ı tesellimiz ve dürr-i yektamız! Acaba senin firakın bizleri deli divane etmez mi? Senin gaybubetine bizler nasıl tahammül edebiliriz? Aman aman Üstadımız Efendim? Sen sağ ol, ben sana kurban olayım. Talebelerin dide-i dünyada gaybubetine tahammülü yoktur. Senden daha çok istifade ve istifaza bekliyorlar. Senin meşam-ı ruhumuz olan mektub-u âlîlerin daha elimize gelmeden evvel bizleri Ya’kubvari اِنِّى َلاَجِدُ رِيحَ يُوسُفَ misillü ihsaslar, işaretler lisanımızda letafetler, zihnimizde incizablar husule getirmekte idi. Müteakiben mektub-u âlîlerinizi alıp عَلَى وَجْهِهِ فَرْتَدَّ بَصِيرًا âyetini tefsir ediyorduk. Allahümmahfazna böyle bir hal olursa, bizler bu feyizli tarabları ve bu istişmam-ı rîhları nereden bulacağız? Bizim hazîn kalblerimizi kim okşayacak? Gözlerimizden akan yaşları kimler dindirecek? Yaralı gönüllerimize kim merhem sürecek? Kırılan hatırlarımızı şefkatle kim tamir edecek? Derdli yüreklerimize kim şifa verecek? Aman Allahım, güzel Rabbim! Biricik Üstadımızı daha çok muammer buyur ve başımızdan eksik etme! Âmîn yâ Muîn!
Sevgili Üstadım! Sizin duanız müstecabdır. Vâhib-ül Hayat olan Mücîb-üd Daavat, niyaz buyurun ömrünüze bereketler ihsan buyursun ve 64 senesi şimdi hükümferma olan miladi 1964 senesine tahvil buyursun, âmîn. Senin mübarek vücud-u şerifin yalnız bizler için değil, belki âlem-i İslâma mahz-ı rahmettir, (*[12]) bâis-i saadettir. Gaybubiyetin ise, Allahümmahfazna mûcib-i felâkettir. İrtihalin akabinde kıyametin vukuu kuvvetle melhuzdur. Mübarek şahsiyetin bulunduğu mahalle haricî düşman ayak basamıyor. Güzel Rabbim, sabîlere, ihtiyarlara ve mü’minlere bağışlasın, âmîn yâ Muîn!
Muhterem Efendim! Heyecanımın binde birini izah edemeyen ve zât-ı âlîlerince mübarek şahsınızdan bahsi makbul görülmeyerek şu pürkusur varakpareciğimi nazar-ı müsamaha ve afvile bakılmasını istirham eylerken feyyazbahş mübarek ellerinizden hararetle öper ve kalbimden kopan selâmlarımı, dualarımın kabul olmasını Mücîb-üd Daavat Hazretlerine niyaz buyurulmasını istirham eylerim. Ve taraf-ı âlîlerinde bulunan bilcümle kardeşlerimi de ayrı ayrı selâmlarımla istifsar-ı hatır eylerim. Bütün Risale-i Nur talebeleriyle birlikte muhterem Üstadımızın ömr-ü şeriflerinin daha çok muammer olmasını elbirliğiyle el kaldırıp dualarda bulunmamızı kendilerine âcizane hatırlatırım.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Günahkâr, kusurlu, âciz, nâkıs ve duanıza çok muhtaç kardeşiniz Halil İbrahim
Çok aziz, çok kıymetdar, çok mübarek, çok sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri! Halil İbrahim kardeşimizin bu yazılarına biz de iştirak ettiğimizi bu mübarek mektubu takdim ile birlikte istifsar-ı hatır ederek el ve ayaklarınızdan öperek arzediyoruz, sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri.
Terzi Mehmed Kâtib Osman Rüşdü Hüsrev
22. Parça[]
(Hüsrev’in Üstadına yazdığı mektubundan bir parçadır.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz ve mübarek Üstadımız Efendimiz!
Bizi her vakit Risale-i Nur’un nurlu beşaretleriyle kalblerimizi sürurla doldurdukları halde, maalesef 120 bin şakirdlerinizden hiçbirimiz sevgili Üstadımızın çekmekte oldukları sıkıntılarından hiç birisini tahfif edemediğimizden çok müteessiriz. Bu hal bizi çok üzüyor. Demirden kafeslere konularak enzar-ı nâsta teşhir edilen arslanların o demir çenberlerden kurtulmak için gösterdikleri hiddet ve şiddetlerini yan taraflarıyla kendilerini hapseden demirlere yüklenerek, mukavemet edemeyen kaburga kemiklerinden aldıkları gibi; yetmiş senelik hayatıyla her ân hâfızalarda iyilikle yaşamış bulunan ve 140-150 dinî eseriyle beşerin saadetine koştuğunu göstermekle ellerimiz üzerinde gezecek olan siz sevgili Üstadımız, senelerden beri kendi etrafınızı saran demir çenberlerini kırmıyorlar. Manen dünyayı istilaya hazırlanan dinsizliğin Kur’anın etrafına çevirdiği dehşetli ve şiddetli, imansız ve amansız çelik çenberlerinin tam merkezinde oturup o dinsiz mefkûrelerin gönderdiği zehirli oklarına mütemadiyen mübarek vücudlarınızı hedef ederek, bir taraftan o azametli Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsinin mümessil-i âlîsi haysiyetiyle Kur’an-ı Azîmüşşan’ı ve onun parlak ve hem çok güzel bir veled-i manevîsi olan Risale-in Nur’u diğer taraftan yüzbini mütecaviz şakirdlerinizi o dinsiz mefkûrelerden gelen zehirli oklara karşı muhafaza, müdafaa ve himaye ederek arslanları da titreten ulvî cesaret ve metanetinizle zaîf ve âciz bizlerin imdadımıza koşuyorsunuz. Bütün ağırlıklarımızı, bütün ızdırablarımızı, bütün zahmetlerimizi kendi mübarek vücudunuza yükleniyorsunuz. Talebelerinizi “Müsterih olunuz. Müjdeler olsun size! Hiç müteessir olmayınız. Hepsi de muvakkattır. Ben dinsizlerin her türlü işkencelerine tahammüle karar verdim, sabra azmettim.” diyerek teselli ediyorsunuz ki, bu halleriniz bizi daha çok ağlatıyor. Yalnız şu on sene içinde geçen üç menfa ve iki hapishane hayatınız bu hallerinize şahid-i âdildir. Evet aziz ve muhterem Üstadımız! Bizler size bakıp ağlıyoruz. Yüreklerimiz bu hallerinize tahammül etmiyor. Meded yâ Sabûr!
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Çok kusurlu talebeniz
Hüsrev
23. Parça[]
(Konya’lı Sabri’nin fıkrasıdır.) (Sabri’nin Üstad dediği, benim şahsım değil belki Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsidir. O mana ile kabul ediyorum.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Gönüllerimizin nuru sensin aziz Üstadımız
Müslümanlığın süruru sensin aziz Üstadımız
Her güçlüğe göğüs geren, sevgisini Hakk’a veren
Bize nur yolunu gösteren sensin aziz Üstadımız
Uzağız şöhretten, şandan, bu aşkla bağlıyız candan
Bize her yolda kumandan sensin aziz Üstadımız
Adın zikrolur her yerde, varlığın ilâçtır her derde
Şu münafıklara perde sensin aziz Üstadımız
Mü’minlerin temel taşı, imanların arkadaşı
Risale-i Nur’un başı sensin aziz Üstadımız
Sevgin yanar içimizde, yürürüz açtığın izde
Bu aşkı yerleştiren bizde sensin aziz Üstadımız
Canlarımız olsun feda Risale-i Nur uğruna
Ya gaziyiz ya şüheda Risale-i Nur uğruna
Gönlümüz aşk ile vurur, alnımız oldukça nur
Akıp giden sular durur Risale-i Nur uğruna
Biz her hayalden geçmişiz, nur şerbeti içmişiz
Manevî cihad açmışız Risale-i Nur uğruna
Pîrimizin, nurumuzun yâ Rab ömrü olsun uzun
Bizleri eyleme mahzun Risale-i Nur uğruna
Daha çok yaşasın Üstad kalbimizde budur murad
Bizi gamdan eyle âzad Risale-i Nur uğruna, âmîn
Yâ Rab bizleri ağlatma, derd-i hicranla çağlatma
Yüreklerimizi dağlatma Risale-i Nur uğruna
Çok kusurlu, duanıza muhtaç talebeniz
Sabri 6 R.A. 65
24. Parça[]
(İnebolu umum talebelerin mektubudur.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Ey Risale-in Nur ile imanları kurtaran halaskâr Üstad! Ey âlemlere rahmet, hüccet-i Kur’an, hülâsat-ül hülâsa nur-u nübüvvet, canımız, Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Çok manidar ve acib, Üstadımız gözbebeğimize ve Risale-in Nur talebelerine dalaletin ahmakça ilişme niyetlerine bir ihtar tokatı ve Risale-in Nur ve Âyet-ül Kübra’nın kerametiyle sönen bir yangından haber verdiniz. Sevgili Üstadımıza ve Çalışkan’lara ve yardım eden diğer Nur yolcularına geçmiş olsun ve cümlenizden Allah razı olsun. Hizmet-i Kur’aniyede Isparta’daki kardeşlerimiz gibi o kardeşlerimizin de ümmet-i Muhammediyenin iftiharı olacaklarına inanıyoruz. Bilhassa Risale-i Nur ile tam kaynaşmış olan Çalışkan hanedanı, ebedî minnetlerimizi kendilerine çekiyor. İnşâallah saadet-i ebediyede de bu gıbtaya değer mevkiinde görünmeğe muvaffak olur. Cidden gönüllerimizde yer bırakan Çalışkan’lara ve Nur kardeşlerimize sonsuz selâm ve dualarımızı gönderiyoruz.
Çok sevgili, mübarek Üstadımız! Isparta kahraman ve fedakârları muhterem kardeşlerimizin vazife-i imaniyemizden olan Asâ-yı Musa Mecmuasına başlamaları gibi, Nur santralcısının elektriği andırır kuvvetiyle her zamanki gibi uçurduğu işaret-i Nuriye delaletiyle içten gelen bir sürur ve heyecanla Risale-i Nur’un verdiği bir iman ve iz’an ve sarsılmaz bir şevk-i gayretle ve bir çok manevî ikaz edici emarelerin de lütuf buyurulması ile, ne kadar hoş ve şirin bir zevkle lütf-u Bari ile elhamdülillah burada da cümleten Asâ-yı Musa’ya başladık ve hayli de ilerledik. İnşâallah bu mesaînin âsâr-ı fiiliyesini yakında arz u takdim ederiz. Hadsiz şükürler olsun ki, nur-u Ahmedî bu mukaddes hasenatı basımın geri kalmasıyla bizlere de sundu. Hem cümlemizi yeniden gayrete geçirdi. Risale-i Nur’a minnet ve tahdis-i nimet maksadıyla yukarıda arzedilen emarelerin lâalettayin birkaçını zikretmeden geçemiyoruz:
Risale-i Nur’a yeni talebe olmuş, bundan dolayı yazısı pek acemî olan bir genç kardeşimiz devam ettiği istinsahı bırakarak Asâ-yı Musa’ya başlamayı tasavvur etmiş. Fakat acemî yazı ile başkalarının okuyamıyacağını da mülahaza ederek tereddüd içinde iken rü’yasında siz sevgili Üstadımızı görüyor. “Yaz” buyuruyorsunuz, o da yazıyor. Huzur-u Üstad’da yazıyor, yazıyor. Bir yazı deryası içinde kalıyor. Yine kendisi rü’ya ile uyanıklık gibi bir halde, birçok kimyager gibi kimseler akla muvafık olmayan bir hazırlık ve faaliyet gösteriyorlar. Merakla soruyor. Diyorlar ki: “Bu öyle bir müessir Asâ-yı Musa’dır ki, atom bombasının yüz misli fazla dünyayı teshir ve ıslah edecek.” İlahî yâ Rab! Bu ne büyük hakikat!
Asâ-yı Musa’nın yazılmasını ve tarifini bildiren emr-i üstadanelerini havi mecmua ve Hülâsat-ül Hülâsa’yı Sâlih kardeşimiz göğsüne yerleştirerek diğer bir kardeşe getirmesi esnasında ve bir Cum’a vaktinde ve câmi’ yakınında bir serçe kuşunun nereden geldiği belli olmadan yüzüne yaklaşıp müteaddiden kanatlarını sürerek âdeta okşaması ve göğsünün üstünde birkaç daire çevirip ve öper gibi yaparak ayrılıp yerlere sürünür gibi câmiye doğru gitmesi ve bu esnada orada avcılığı ile meşhur bir kedinin bu mübarek kuşa birkaç defa atlayıp tuttu zannedildikçe pek garib olarak tutulmaması…
Risale-in Nur’un pek yakınımızda iken parlayan şualarına hedef olmuş köylerimizden birisinde çalışkan genç bir talebeniz. Bu kardeşimiz senelerden beri mezkûr köyünde mesleği olan hatibliği ve imameti ile Risale-i Nur’u herşeye rağmen neşre devam etmiş. Öyle zamanlar olmuş ki, belki birkaç kimse müstesna köylü bütün düşman kesilmiş. Fakat himmet-i Nur orada da tecelli ediyor. Malen zengin olan bu insanlar bundan evvel meyhaneleri doldururken, Nur’un feyzi ile şimdi câmiini dolduruyor. Ve en inadcı muhalifleri de yola gelerek 60-70 masum çocukların ilm-i hal, Nur ve Kur’an öğrenmesi neticesiyle beraber bugün bu medrese-i Nuriyede yetişmekte olan Nur fidancıkları Sözler’i yazarak tahsile ve hocalarının tashihlerine de yardıma koşuyorlar. Büyükleri de şevke getiriyorlar. (*[13]) Ey yüce Üstad-ı Nur! Risale-in Nur’un manevî havaya hâkim bulunmasından olduğunu kör ve nankör gözlere güneş gibi gösteriyor.
Risale-i Nur nice harab şehirleri gül-gülistan, nice sönmüş ocakları şenlendirmiş. Nice rehbersiz, hâmisiz kalmış nur arayan bîçareleri menzil-i maksuduna eriştirmiş olduğunu, inadsız ve insafla bakan her akıl kabul ve tasdik etmemek mümkün mü olur?
Meselâ: İstanbul’da ülema ile bir mes’ele mevzuuna sebeb olan ve bu vesile ile mühimce bir kısmı şirket-i maneviye-i Nuriyeden tayinleri kesilen civarımız sahil köylerinde birisinde o zaman iki-üç arkadaşıyla kalan mübarek Zekeriya, sair yerlere nisbetle daha çok medenî halkı içinde bilâ-fütur vazifesine devam ederken lihikmetin bir sâika-i Rabbaniye ile imamsız kalan câmilerinin kapanmaması için muhalifleri arasında yegâne çare olarak mübarek Zekeriya bulunmuş. Bununla beraber 50-60 masum yavruların da Kur’an ve imanına gece-gündüz çalışarak o muhitte Nur’un gözleri kamaştıran ulviyetini tebarüz ettirmekte, düşmanlarını susturup teslime mecbur etmiş.
İşte daha memleketimizde son zamanlarda zuhur eden bu hallerden dost ve düşmanın da tasdiki ve hayreti altında İnebolu ve civarı köylerinden bütün çocukların Kur’an-ı Kerim talimine âdeta seferber edilmişçesine rağbeti ve bunların muallimlik vazifesi de mühim bir ekseriyeti Risale-i Nur talebelerine bir sâika-i Nur kerametiyle tevcih edilmesi… İşte Risale-i Nur böylece mümkün olmaz zannedilen, mağlub edilmez korkusunu veren, fakat hakikatta çürümüş, temelsiz, bu zahirde sağlam kal’alarını tar ü mar ediyor. En hücra köşelere kadar saadet-i ebediye hayatbahş şu’lelerini nüfuz ettiriyor. Manevî fütuhatında hayli terakki etmiş bulunuyor.
İşte ey Kur’an hesabına bizleri kendisine kardeş ve yoldaş yapan Zât-ı faziletkâr!
İşte ey ebediyet yolunun rehber-i necatı!
İşte ey dünyayı istila etmeğe uğraşan deccal-ı vahşetle lâyemut ve lâ-yetezelzel mücahede eden Risale-in Nur!
Senin bu Kur’an ve iman hesabına tefani ve şevk-i gayretini bütün âlem-i İslâm ve ervah ve bütün felek-i ecram ve melekler gıbta ile alkışlamıyorlar mı?
Hissiyatımızı ifadeye maddeten hiçbir kabiliyet-i ilmiye ve kalemiyemiz yok. Zâten buna kelime ve harfler kâfi gelmeyecek. Senin meddahın Kur’an olabilir!
Ey Nur! Seni tasviri Hüsrev’lere, Feyzi’lere, Halil’lere bırakmakla müteselli oluyoruz.
Evet biz de istiyoruz, Nurunun her bir harfine Yunus Emre’ler gibi bir beyit ile pervane gibi yanmak…
Evet, nutuklar duruyor, gözler yaşarıyor, ses yok. Herkes bîkes. Yalnız Nur’un okunuyor.
Gece kıyamda yazı ile menamda.. gündüz kıraet, talim ve tashih ile sıyamda.. belki hasb-el beşer zaruretle, olmasın minnet diye nâmerde.. çalışılır.
Ey cihana rahmet olan Risale-i Nur! Ey yolunda feda-yı canı bir hüccet-i iman bilerek her ân olduğumuz reyyan Üstad-ı Mübarekimiz!
Memleketimizi zaman zaman kalemle de tasvir ve şereflendiriyorsunuz. Bu sebeble evvelden beri mürşid ve nurlu neferlerinizle memleketimizde de kurulan hangâh-ı Nuriye mahkeme esnasında dahi bu nurlu himmet-i âliyenizle burada kalan kardeşlerimizi kahramanca muhafaza ve müdafaadan ayırmamıştır. Şimdi ise bazı şahsî ve maddî sebeblerle Risale-i Nur’a evvelden beri yapılmak istenilen plânlarını da suya düşürmüş ve bilhassa tabiat ve madde gibi iki müdhiş zulmet bulutları memleketimiz üzerinden sıyrılmağa başlamış. Dün müstehzî bir tavırla bakan çehreler, ekseriyetle bugün pişman görünmek yolunu tutmağa yelteniyor. Lâkin bizdeki ihtiyat, ondaki ene onun hasretini artırıyor. Vicdansızın “Ne olacak?” sualine cevab, iki mahkeme cereyanıyla verilmiş. Fakat ahmak deve kuşu gibi başını kuma sokmuş, eliyle yapıp Allah diye taptığına yalvarıyor, ağlıyor. Bize yan bakanların, sahibsiz sanıp çatanların cevabını فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ...الخ âyeti veriyor. Bu muhitte nümunelerini görmek mümkün. Bir kısmı nüzul gibi belalara, bir kısmı Ebucehl’in Beytullah’ın örtüsünü çalıp satması gibi foyası sonradan gözlere batıyor. Beş vakit ehli göründükleri halde, kebair ve zilletleri günden güne meydana çıktığı dillerde geziyor. Cenab-ı Hak ıslah etsin!
Sevgili ve mübarek Üstadımız! Biz Risale-i Nur talebesi olmak yolunda daim duanıza muhtaçlarız. Bilmeden bir ilham-ı Rabbanî ve ikram-ı Sübhanî ve füyuzat-ı Nuriyenizle mazhar olduğumuz bu fevkalâde sürurlu, zevkli, şevkli, neş’eli, mukni’, muzaffer, manevî hizmet içinde yine bilmeden, istemeden bir ikram-ı İlahî yani Nur’un bir hediyesi olan hiss-i kabl-el vukuun Asâ-yı Musa başlandığından beri artması ve çoklarına da hissettirmesi ve nuru arttırması, Hüccetullah-il Baliğa yazıldıkça zerrat-ı cihanın tâbi’ olduğu Padişah-ı Zülcelal hesabına sevkiyat neticesi, münkirlerin dilleri tutularak mü’minlerin artması aynelyakîn hissetmesi, maddî rızık acz-i iftikara göre verildiği gibi, talebe olmazdan evvel hakikatı acz-i iftikarla aratması ve buldurması… “Biliyoruz, âlimiz” diyen birçoklarının hangi sahada kaldıkları da meydanda…
İşte bu münevver, bu müzeyyen, bu münakkaş, bu musanna’ Risale-i Nur-u İlahî, kâinatın sahibini ve meleklerini ve âhireti (teşbihte hata olmasın) el ile tutulur, gözle görülür, bir sinema perdesi gibi seyredilir bir hale, bir kemale çıkarması ve hissettirmesi acz-i iftikarlarından başka hiçbir şey olmayan bu bîçarelere Üstadlarından bir atiyye, ebediyen minnetdar bırakan bir nimet-i İlahiyedir.
Burada hepimizin ve müteaddid semtlerden Hazret-i Üstad’a hususî bir ricamız var. Risale-i Nur’u yazmak üzere mini mini yavrularda ve annelerde İlahî bir arzu görüldüğünden, bu arzu ve emellerinin tahakkuku ve devamı için hususan duanızı minnetle istiyor, vakî kusurlarımızın afvını diliyoruz ey yüce Üstad, vâris-i Muhammedî Sallallahü Aleyhi ve Sellem. 6 R.A. 65
Hak uğrunda canını fedaya hazır
İnebolu ve havalisi Risale-i Nur talebeleri
25. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدُ اْلآبِدِين
Muhterem, mübarek, sevgili, faziletli Üstad-ı Yektamız, Efendimiz Hazretleri!
Evvelâ: Arz-ı hal şudur ki: Birbiri içindeki muvakkat iftiraktan hasıl olan ihtirak bizleri cidden dağderun eylemekte olduğundan, kendim gibi pürkusur olan şu varakpareciğime nazar-ı afv u merhamet ve müsamaha ile bakılmasını istirham eylerim.
Ey Halil-ür Rahman ve ey İbrahim-üz Zaman Sellemehullahü-l Mennan! Maden-i mayeniz ve secaya-yı âliyeniz olan tefekkür, hıllet, tevazu’, şefkat, sehavet, kemal-i ubudiyet ve marifet-i uluhiyet ve mekarim-i ahlâk gibi birçok hasail-i hamide-i âliyenizle Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm ile müteşabihat-ı maneviyeniz hissediliyor.
Ezcümle Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’da
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَ اَمْنًا وَ اتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرَاهِيمَ مُصَلّىً وَ عَهِدْنَا اِلَى اِبْرَاهِيمَ وَ اِسْمعِيلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِىَ لِلطَّائِفِينَ
وَ الْعَاكِفِينَ وَ الرُّكَّعِ السُّجُودِ .. وَ اِذْ قَالَ اِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هذَا بَلَدًا آمِنًا وَ ارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ آمَنَ مِنْهُمْ بِاللّهِ وَ الْيَوْمِ اْلآخِرِ
âyet beyanında işaret buyurulan beytin mana-yı remzîsi Risale-i Nur ile münasebet-i maneviyesi de hissediliyor. Zira bir Kâ’be-i Ulya olan Risale-i Nur’a dehalet edenler, dünyevî ve uhrevî her nevi ateşlerin itfası ve hastalıklar şifası ve emn-i imanla müşerref safası ve maddî ve manevî rızıklarında vüs’at ve kuvası gibi daha birçok hakaik ve gavamıza erişemediğim manaları makam-ı İbrahim olan Musalla’dan
وَ اَذِّنْ فِى النَّاسِ بِالْحَجِّ يَاْتُوكَ رِجَالاً وَ عَلَى كُلِّ ضَامِرٍ يَاْتِينَ مِنْ كُلِّ فَجٍّ عَمِيقٍ
sayha-i nuraniyesini aktar-ı arza nida etmektedir. İbrahim Aleyhisselâm’ı Nemrud bir defa ateşe attı. İmdad-ı يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَ سَلاَمًا عَلَى اِبْرَاهِيم emr-i celilini imtisalen ateşi gülzar oldu. Siz muhterem Üstad-ı Yektamız ise, dokuz defa zehir ateşine atıldı. Lillahilhamd hârika bir surette يَا نَارُ كُونِى بَرْدًا وَ سَلاَمًا emr-i Sübhanîsi imdada yetişti. İbrahim Aleyhisselâm’ın gülzarı misillü, Risale-i Nur daha ziyade güller açtı ve o gülistande nice nice bülbüller coştu.
Madem ki o ulü-l azm Peygamberan-ı İzam’la münasebet ve müşabehet-i maneviyeniz var. Ben size kurban olayım. Kurban olmağa nefsim de razı oldu. Sen sağ ol ey Bediüzzaman-ül Cemal ve ey Yusuf-u Bâ-kemal! Bilmem ki Yusuf-u Evvel misin, yoksa sânî misin? İlk Yusuf (A.S.) bir defa zindana girdi, sen ise müteaddid defalar zindanlarda ve hattâ haps-i münferidlerde hayatın geçiyor. Ebediyete kadar devam edecektir. Onun için sana Bediüzzaman demeğe şayestesindir. Hem Yusuf Aleyhisselâm’ın saltanatı hem maddî idi, hem manevî. Buna mukabil Nurlar cihetiyle hem manevî bir sultansın ve o saray-ı minberinde manevî bir şahsın. Bizler gedayız. Hiç sultansız saray olur mu? Evet evet o saray-ı envârın her köşesinin mir’at-ı mücellalarında eski evliyalardan şah, sultan görünüyor ve sohbet ediliyor. Ve biraz daha im’an-ı nazarla bakılsa, tefani-ül mir’at âyinesinde Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm görünüyor.
O âyine-i mirsad-ı musaffa-yı muhsinînin cilve-i cemali içinde şuunat-ı külliye ve tecelli-i esma ve sıfat-ı muhita ve taarrüf-ü rububiyet ve o cilve-i ef’al, hüsn-ü mir’at içinde bürhan-ül vahdet ve o hüsn-ü mir’at-ı kemal içinde Vâcib-ül Vücud-ul Bâki-l Vedud ve o maanî-i mukaddese-i envâr içinde tebarüz-ü uluhiyet ve tecelli-i zât-ı ehadiyet şuhud derecesinde manzur-u âlem oluyor. Fesübhanallah! Bârekâllah!
Furkanımızdan intişar eden Risale-i Nur’un feyzasıyla ve ondan sıçrayan bir lem’a-i envârın şu’lesinde uzaklıkla mahcub ve ataletle meşhur ve benim gibi bir odundan şuurlu güller açtıran Risale-i Nur’a yüzbinler mâşâallah, yüzbinler bârekâllah! Acaba ona yakın olanlar ve o nura boyananlar muhakkikîn-i asfiyalar derecesinden daha ileri değil midirler?
Ey Hakk’ın nur hokkası! Senin derunundaki nur mürekkep, Furkan-ı Mübin’den takattur ediyor. Ve ondan tereşşuh eden şelale-i ziya bu asrın zulmetlerini dağıtıyor. Dünyaya şua ve âleme elvan-ı ziya ve âdeme iman-ı şifa ve insaniyete şu’le-i hidayet ve mü’minlere iz’an-ı feyza nurlarını saçıyor. Ve onun mir’at-ı ümmetinden teşa’ubla tezahür eden kitab-ı kâinatın halka-i zikrinde görülen ve işitilen bütün mevcudattan
لاَ اِلهَ اِلاّ هُو .. لاَ اِلهَ اِلاّ اللّهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ .. لاَ اِلهَ اِلاّ اللّهُ الّذِى تَزَاحَمَتْ خَوَاتِيمُ وَحْدَتِهِ عَلَى كُلِّ مَكْتُوبٍ مِنْ مَصْنُوعَاتِهِ
marifet-i girdigârını okutturuyor.
Duanıza çok muhtaç günahkâr kardeşiniz
Halil İbrahim
4 C.E. 65
26. Parça[]
Hasan Feyzi’nin Denizli ve Hapsinin ve civarının has talebelerini temsil ederek onların namına, Üstadının vasiyetnamesi ve zehirlenmeden şiddetli hasta olması münasebetiyle yazdığı bir mersiyedir. Ve vefat haberini almış gibi kalemi ağlamış. Lâhika’ya geçirilsin.
Said-ün Nursî
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَ تَعَالَى
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ عِلْمِ اللّهِ
فداك أبى و أمى و نفسى يا استادى!
Anam, babam ve tatlı canım sana feda olsun Üstadım!
Birkaç gündür acılarımıza zehirler katan ve ciğerlerimize şişler ve hançerler saplayan ve gözyaşlarımızı kızıl ırmaklara çeviren acı ve kara haberler almaktayız. Işığında derdimize devalar aradığımız o mübarek ay, akibet husufa mı uğruyor? Nuruyla bu güzel vatanı aydınlatan ve parlatan Üstadımız, bir daha dönmemek ve bizlere görünmemek üzere akibet göç mü ediyor? Vâ halîlah!
Neşr ü tamim buyurduğunuz vasiyetname bizler için hakikaten böyle bir kara haberi bildiren bir ye’s ü matem işareti midir? Yoksa yıllardan beri rûy-i zeminde ağlayıp inleyen kimsesiz müslümanların büsbütün kurtuluş beşareti midir? Bize bir haber sal. Sal ki eğer böyle bir beşaret ise, senelerden beri hep ağlayan gözyaşlarımızı tutup biraz da gülmesini bilelim ve öğrenelim. Acaba bu bize tahminlerimizi teyid ve takviye edecek bir nevruzî mi? Yoksa maâzallah gözyaşlarını çağlatıp umman edecek bir nevmidî mi verecek? O bir vasiyetname mi, yoksa bir tebrikname mi? Yoksa oğul ve uşak ve aileden mahrumum, belki bana yas tutan ve mersiye yazan olmaz diye kendi mersiyeni kendin mi yazdın Üstadım? Senin sayısı yüzbinleri aşan büyük bir aile efradın var. Hem öyle ki eğer istesen hepsi sana canlarını fedaya hazır. Sana 350 milyon insan yas tutup ağlar. Belki sana aylar ve güneşler de ağlar. Sana melekler de mersiyeler okur ve yazar. Sana seninle beraber daima “Lâilahe illallah” deyip zikreden geceler ve gündüzler de ağlar Üstadım. Şimdiye kadar hangi ölünün böyle milyonlarca yasçısı, mersiyecisi ve aile efradı vardı ki? Bize sultanların ve hakanların bile bırakamıyacağı bir mirası, çok zengin ve büyük bir hazineyi, ölmeyecek olan Risale-in Nur’u armağan edip asıl dosta gidiyorsun. Allah senden ebediyen razı olsun Üstadım! Demek bundan sonra kederlerimizi onunla giderip, bütün müşkillerimizi o Risale-i Nur’a mı havale edeceğiz? Gece gündüz hep onunla mı müteselli olacağız. Demek
حَيَاتِى خَيْرٌ لَكُمْ وَ مَمَاتِى خَيْرٌ لَكُمْ diyerek hayatının bizim hakkımızda hayırlı ve nurlu olduğu kadar, mevtinin de aynı vecihle yine bizler için iyi ve hayırlı olduğunu göstermek istiyorsun.
Şahsıma ait diye belki bu yazılarımı da kabul etmek istemezsin. Fakat kabul buyurmanı rica ederim. Çünki ben seni medh ü sena etmiyorum. Ben senin medhini ve vasfını hep Hazret-i Kur’ana havale ediyorum. Esasen bende o dil, o kudret ve o iktidar yok ki. Ben ancak bu ölme ve göçme hâdisesinin bize saldığı elemlerden ve yağdırdığı kederlerden ancak bir damlasını yazıyorum. Zâten şimdiye kadar sana “Gavs” dedik, “Müncî” dedik, Kutub” dedik, hiçbirini kabul etmedin. “Veli” dedik, “Hazret” dedik, aslâ iltifat etmedin. İsmini ve resmini, nam u nişanını hep unutmak ve unutturmak istedin. Kendini hâk ile yeksan ettin. Son “Ebu-t Türab” da sen oldun. Senin Kur’an hâdimliğinin meddahı ve vassafı o Hutbe-i Ezeliye iken, biz âcizler seni nasıl medhedebilirdik? Nasıl tarif ve tavsif edebilirdik? Madem ki Kur’an sana “Said” demiş, elbette sen saidsin. Hem ismin ve hem resmin saiddir. Madem ki Kur’an sana “صعيد” demiş, elbette hem için temiz ve tahir, hem de dışın. Madem ki Celcelutiye sana “Bedi’” demiş. Bundan daha güzel medih ve bundan daha a’lâ ve ezkâ bir vasıf mı olur? Sen böyle nişanlar ve ihsanlarla gelen, bu asrın bir hidayet serdarısın. Bizler senin kadrini ve bu kıymetini bilemedik. Senin büyük kadrini ve şanını, gelecek olan asırlar takdir edip asıl menkıbe ve mersiyeni yine onlar yazacaklar.
Âh ne olurdu şimdi şu sayılı nefeslerini verdiğin şu anda, şu son deminde huzurunda ve yanında bulunup sana hizmet edebilse idim. Son kelâmını ve son vasiyetini işitebilse idim. Hararetten kuruyan o mübarek ağzına sıcak bir fincan çay, birkaç damla su verebilse idim. Ağrıyan mübarek kollarını ellerimle tutup oğuşturabilse idim. Risalet-ün Nur’un te’lifini tamam edip neşrinin dahi esbabını temin ve tanzim ederek ve talebelerinize, biz âcizlere bırakarak ebediyete, Refik-i A’lâ’ya ve Allah’a gidiyorsun. Âlem-i ervaha uçtuğunda bizi unutma. Büyük ağabeyimiz ki şanlı ve muhterem şehid Hâfız Ali’dir; ona ve bütün kardeşlere ve ecdada ve atalara ve evliyanın büyük ruhlarına bizden selâm et. Halet-i nez’imizde ve berzahımızda, ruz-i ceza ve mahkeme-i kübramızda bize şefaatçi ol.
Âh! Demek o sû’-i kasdcılar nail-i meram mı oluyor? Demek güzel yüzün bize artık haram mı oluyor? Âh! Ahbabın ağlayıp a’dânın güleceği böyle kara bir günü görmek istemezdik. Biz hep halâsı bekler ve arardık. Demek onlara bayram, bize matem mi var?
Biz dostlara ne diyelim? Seni soranlara ne cevab verelim? Demek bundan sonra seni bu dünyada şu baş gözümüzle bir daha görmeyecek miyiz? Artık vuslat, hasrete mi döndü? Öyle ise rü’yamızda olsun bize görünüver. Kusurumuza bakma. Âlem-i hayal ve menamda olsun teselli buyur. Biz senin terhisini ister ve serbest olmanı dilerdik. Fakat böyle mevt tezkeresiyle değil. Yoksa ten kafesinden çıkan, uçan can kuşunun daha şen ve daha serbest, beden kınından çıkan o ruh kılıncının daha parlak, daha keskin olacağını ve o vakit bize daha şefik ve daha rahîm ve daha kurtarıcı olacağı için mi ölümü arzuladın Üstadım? Çünki Hâfız Ali’yi evvelce yerine bedel göndermeğe razı olduğun ve icra ettiğin halde, bu sefer hiçbir bedel ve feda da kabul etmiyorsunuz. Hüsrev gibi bir sevgilinin senin yerinde ölmek teklifini reddediyorsunuz. Demek göç ve sefer muhakkak mı Üstadım? Demek Hazret-i İmam-ı Ali’yi (R.A.) ağlatıp Ömer’ (R.A.) şaşırtan, Ehl-i Beyt’i inletip Medine-yi Münevvere’yi karartan o hal-i pürmelalin bir nümunesi, akibet bizim bu garib başlarımıza da mı çöküyor? Pek vakitsiz, pek erken değil mi Üstadım?
Sana bu mektubum acaba son mu olacak diye titriyorum. Gerçi sen diyorsun: “Mektuba, şahsa ve söze ne hacet? Bize uzaklık ve yakınlık yok. Birimiz şarkta, birimiz garbda veya kabirde olsa yine istediğimiz zaman görüşebiliriz.” Evet âmennâ bu doğrudur, fakat benim gibi körler ve körpeler ne yapsın Üstadım?
Otuz yıl evvel Lemaat’ınızda yazdığınız “Yetmişinci oluptur o mezara bir mezar taş, beraber ağlıyor hüsran-ı İslâma” hakikatı bu muydu? Böyle mi tecelli edecekti? Aziz canınızın canan iline, cemal güllerine ermesi bu dem mi idi? Yirmibeş yıldır çekmekte olduğunuz çilelerden halâs ve necatınız böyle ölümle mi, ayrılıkla mı olacaktı? Acılar ve ağrılar çeken ve zehirler içen o mübarek kalıbınızın istirahatı, böyle varıp kara toprağa yatmakla mı olacaktı? Hiç birimizin huzurunuzda hazır bulunmadan ve bu gözlerimizle bir daha görmeden yapyalnız ve hücra bir köşede bu ölümün, bu ufulün ne acı ve ne hazîn! Günün birinde birdenbire “Üstad ölmüş, âh!” diye bir ses işitmek veya bir-iki satırlık bir mektub almak veyahut rü’yada görüp pür-telaş uyanmak ve sarsılmak ne kadar elîm Üstadım! Mübarek vasiyetnamenizi görmek ve okumakla ve korkulu ve endişeli haberler gelmekle beraber, biz hâlâ bu irtihal ve bu mevt hâdisesinin bu kadar yakın bir zamanda vuku’ bulacağına inanamıyoruz. Hattâ bunu şu suretle tevil ve hayr ile tefsir ederek, bunun eza ve işkencelerden ve esaretten kurtulması ve dirilmesi alâmetidir diye telakki ediyoruz. Evet madem ki اِنَّكَ مَيِّتٌ وَ اِنَّهُمْ مَيِّتُونَ var. Senin de bir gün olup öleceğini biliyoruz. Fakat böyle tenha ve garib, mesmum ve mağmum ve işkencelerle ve biraz da mevsimsiz olarak değil.
Yirmibeş senedir seni hep menfalarda ve hep hücralarda arayan bu hicranlı gönüller, demek hiç mi gülmeyecek? Üç-beş sene, hattâ bir senecik olsun gözlerimizle serbest olarak bu dertliler ve kimsesizler seni hiç mi görmeyecek? Zehirli yılan ve akreplerin bile gezip dolaşmasına, vahşi ve kâfirlerin bile serbest yaşamasına açılan bu yer yüzü yalnız sana mı yasak? Dünya kurulalı akan ve harlayan ve her zîruha mubah ve helâl olan gümüş gibi ırmak ve çayların tatlı ve şirin suları, bağ ve bahçe ve gülistanları ve bunların türlü çiçek ve meyveleri yalnız sana mı memnu’? Çekilen âhlar yüzünden yalnız senin değil, yüzlerle yerinden delinen hepimizin ciğerlerimizin tamir ve tedavisi kabil değil. Biz hep ağlayan bu beşeriyetin gözyaşlarının seninle yani Risale-i Nur ile dineceğine, hep sızlayıp acıyan kalblerin hâdim olduğun Nurlarla teselli bulacağına bel bağlamış ve inanmıştık.
Böyle bir emr-i Hak vuku’ bulduğunda seni nerede defnedeceğiz? Konya’da Hazret-i Mevlâna’da mı? Civar-ı Hazret-i Eyyûb’da mı? Yoksa Cennet-ül Muallâ veya Cennet-ül Baki’de mi? Bunu bize açıkça bildir. Hâyır, Üstadım! Gel biz seni Risale-in Nur tercümanı şahsiyetiyle gönlümüze gömelim. Her zaman seni orada görelim, görüşelim, her zaman sevelim, sevişelim ve söyleşelim. Yahut bu ciheti
ما قبض اللّه نبيّا الا فى الموضع الذى يجب ان يدفن فيه
hadîs-i âlîsine havale ederek vasiyetnamenizde onun için mi beyan ve tasrih buyurmadınız? Eğer böyle ise Emirdağı’nı intihab ve ihtiyar ettiğiniz anlaşılıyor.
Âh o Emirdağı! Biz onun nasıl bir dağ olduğunu hâlâ anlayamadık. Ondaki esrarı hâlâ çözemedik. O dağ hakikaten Emir Dağı mı? Yoksa Esir Dağı mı? O dağ bize bir dağ oldu. O dağın vurduğu dağ yine bizi dağladı. Onun dağı bizi yaktı, kavurdu. O dağ bizim bir dağımız üzerine binlerle dağ vurup, hepimizi dağdar-ı hüzn ü elem etti. Âh o dağ yüzbinlerle kardeşin yetim kalmasına kasdetti. Hepimizi diri diri ateşlere yaktı. Hasılı o dağ seni harab, bizi kebab etti Üstadım? Ona Emir Dağı değil, Emer Dağı ve Ecel Dağı demeli. Seni aramızdan alıp, kendine ve içine çeken o dağa Emir Dağı değil, Emen Dağı demeli.
Ey اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ nefes-i Rahmanîsiyle dirilen Üstadımız! Said öldü desek inanırlar mı? Hem Said ölür mü? Ölen şakî ve hayvan değil midir? Buyurduğun gibi bu ancak bir yer değiştirme ve muvakkat bir ayrılmadır. Fakat bizim için çok acı, çok…
“Ey benim kıymetli babam” diye ağlayan Fatımat-üz Zehra anamız gibi, “Ey Seyyidimiz, ey Üstadımız! Vâ esefâ, vâ kürbeta!” diye yaşlar döküp ağlıyoruz. O anamızın dediği صبت علىّ مصائب لوانها .. صبت على الايام صرن لياليا misillü biz de deriz: Âh Sevgili Üstadımız! Üzerimize öyle musibetler çöktü ve döküldü ki, eğer o musibetler şu güneşli güzel gündüzler üzerine dökülse ve yağsa idi gündüzler kararır, muhakkak gece olurdu. Artık bundan sonra yapacağımız bir şey varsa, o da semler içip gamlar çeken Üstadınız göçtü bekaya, hasret kalan kardeşlerim, dostlarım size olsun elveda deyip ağlamak, hep ağlamak.
Üstadım! Sen dünya lezzetlerini tatmadan, ömründe bir kerre olsun bu fena güllerine el uzatmadan ve uzana uzana bir saat bile sıcak ve rahat döşeklerde yatmadan akibet bırakıp gidiyorsun. Şimdi biz Hıccetü-l Veda’sız böyle bir ölüme nasıl inanalım? Hutbe-tül Veda’sız bir hicrana nasıl dayanalım?
Ey Fahr-i Âlem’in nurdan bir incisi! Ey ehl-i İslâmın bir müncîsi! Gel sana bir değil bu sefer bin bedel verelim de şu rıhlet, şu hicret ve şu hicran daha birkaç sene sonraya kalsın. Hep beraber Arz-ı Hicaz’a varalım, Kâ’be’ye yüzler sürelim. Bizi Arafat’a çıkar. Son sözlerini Hind’den, Yemen’den, Irak’tan ve Afgan’dan ve dünyanın her yerinden o mahall-i mübarek ve mukaddeste toplanan bütün müslümanlara, bütün âşıklara ve bütün hicranlı gönüllere söyle. Bize اَلاَ هَلْ بَلّغْتُ yü tekrarlayıp فليبلغ الشاهد منكم الغائب derken, âlem-i gayb ve ervaha işte oradan pervaz et. Mübarek cesedini alıp, hürmetle Harem-i Şerif’e getirip, pâk olan vücudunu âb-ı zemzem ile gaslederken biz de bir taraftan hiç durmadan akan gözyaşlarımızla yıkanıp arınalım. Mübarek na’şını Risale-in Nur’dan yapılan ak kefene kat kat sarıp misk-i anberle buhurladıktan sonra, öd ağacından yapılan hususî tabuta koyup son defa olmak üzere bir daha ellerini öperek Kâ’be-i Muazzama’nın kara perdesini de üstüne çekerek Hacer-ül Esved huzuruna çıkalım. Kâ’be avlusunda toplanan ve daireler şeklinde saf saf dizilen yüzbinlerle ehl-i iman ve melaike-i arz ve âsumana o aziz ruhun imam olup cenaze namazını eda edelim. Arştan ve hâtiften duyulan “Nice bilirsiniz?” sualine:
Fahr-i Âlem’in nurdan bir incisi bu
Ehl-i İslâm’ın büyük bir müncîsi bu
Şanında söylemiş Kur’an-ı Mecid
Deriz hep فَمِنْهُمْ شَقِىّ وَ سَعِيدٌ
diye cümleten cevab verip oradan başlarımız ve parmaklarımız üstünde yalın ayak ve baş açık, Arz-ı Hicaz’ı velveleye ve dehşete salan tekbir ve tehlil sadâları ve meleklerin de çıkardığı yas ve matem sesleriyle Medine-i Resulullah’a ve Ravza-i Mutahhara’ya varalım. “Es-salâtü vesselâmü aleyke yâ Resulallah! İşte emanetin, işte Risalet-ün Nur’un kahramanı, işte Kur’anında Said ve hadîsinde Seyyid diye söylenen mübarek Üstadımız!” diyerek seni Fahr-i Âlem’e sunalım. O nuranî yeşil perdeler arkasında uzanan Muhammedimizin (A.S.M.), mahbubumuzun nur elleri tabutunu kendine ve kabr-i saadetine çekerken hepimiz bayılıp bir daha ayılmamak üzere Allah na’resiyle Ravza-i Pâk’e serilip ve اِنَّا لِلّهِ وَ اِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ olup biz de canlarımızı cananımıza verelim. Ve
وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُوا اَنْفُسَهُمْ جَاؤُكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّهَ وَ اسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّهَ تَوَّابًا رَحِيمًا
sırrına erelim.
27. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Çok mübarek, çok sevgili, çok kıymetdar, çok aziz Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Arz-ı ta’zimat ile istifsar-ı hatır ederek mübarek ellerinizden öperiz. İki gün evvel mazruf içinde dört kıymetdar mektublarınızı aldık. Birisi: Maddî, manevî, hem nefsî, hem sevgili Üstadımıza temas edenler tarafından sorulan suallere verilen cevabları; diğeri: Hakir talebeniz Hüsrev’in hilafet-i hakikiye hakkında sualine ikinci olarak uzun hakikatları ihtiva eden mektubunuzu; üçüncüsü: Denizli Ağırceza Mahkemesinin sevgili Üstadımızın kitabların iadesine dair emanet memurluğuna yazılmış tezkere sureti; dördüncüsü: Mübarek Ceylan’ın tensib edip bize gönderdiği, Emniyet-i Umumiye Müdürlüğüne verilmek üzere kaleme alınmış tezkere sureti idi. Daha evvelki vak’a-i müessifeden çok me’yus idik. Vicdansızların hücumu ile inkısara uğrayan mübarek kalbinizi tamire lisanımız ve kalemimiz kâfi gelmiyordu. Lillahilhamd Cenab-ı Vâhib-ül Ataya bizim kalbî arzularımızı Risale-i Nur’un lisan-ı haliyle sevgili Üstadımıza ilham etmesinden fevkalhad memnun olduk. Sonsuz minnetdarlık içinde Cenab-ı Hakk’a şükrettik.
Evet sevgili Üstadımız Hazretleri! Biz de Üstadımız Hazretleri gibi, takviye-i imana muhtaç ehl-i imana ve yolunu şaşırmış zavallıların tehlikeye girmiş imanlarının selâmetine ve tarîk-i haktan uzaklaşmış ehl-i insafın dalalet vâdilerinden kurtulmalarına var kuvvetimizle bir köle gibi çalışmak istiyoruz. Gerek dünyevî ve gerek uhrevî makamata hasr-ı nazar edilerek yapılan hizmet şübhesiz bir ücret mukabilidir. Bu ise mukabilinde hiç bir menfaati kabul etmeyen ihlas hakikatının neticesi olan rıza-yı İlahîyi tahsile muhaliftir. Hem makamatı arzu etmek, bazı istidadları tahrik ederek aynı cemaat efradını birbirine düşürmekle, en çok muhtaç olduğumuz ve bir inayet-i İlahiye olan tesanüdün kırılmasına, ittihadın çözülmesine, ittifakın bozulmasına sebeb olur. Menfaatleri için çalışmakta olduğumuz ehl-i imanın bütün bütün zararlarına badi olur.
Hem sevgili Üstadımız Hazretleri Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın altı aylık hilafet-i hakikiyelerinin hakikî bir muavini ve bir veled-i manevîsi olarak Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini göstermekle talebelerinizi sonsuz sevinçlere ve nihayetsiz şükürlere sevkettiniz. Çünki zamanımızın cemaat zamanı olması, taksim-i mesaî ile Risale-i Nur’un revac ve intişarına çalışan kıymetdar kalemlere de o hakikî hilafetten bir hisse tefrik ediliyor ki, o şuaatın incecik tel gibi bir nuruna mazhariyet teveccüh-ü İlahî noktasında cihandeğer bir kıymette ve bütün saadetlerin başı olarak kabul edilebilir. Halbuki o hakikata uzaktan uzağa gayet çürük ve zaîf ve incecik bir iple bağlanmayı pek büyük bir nimet bilen benim gibi âcizlere el ile yapışmak şerefleri bahşediliyor ki, bu derece hakikî adalete her şeyini feda eden bir üstad ile aynı hakikata hizmet ettiren Hâlıkımıza nihayetsiz hamd ve şükürdarlıkla şükürler ediyoruz. Hem çok dikkatli bir kalem ile Emniyet-i Umumiye Müdürlüğüne yazılan çok acıklı tezkerenin hakikatı inşâallah onları da insafa getirir. Risale-i Nur’un hakikatlarını kalblerine kabul ettirir ve hakikatları söylemeğe yanlış düşünceleri ıslah etmeğe vesile olur.
28. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Çok sevgili, çok mübarek Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Arz-ı hürmet ediyor, istifsar-ı hatırla mübarek ellerinizden öpüyoruz. Müjdeler dolu yeni mektublarınız yeni yeni sürurlarla sînelerimizi doldurdu. İki gün evvel bir mazruf içinde aldığımız iki mektubdan birisi sevgili Üstadımızın memnuniyetini tebşir eden mektublarıyla mübarek Üstadımızın pek çok ve pek büyük bir alâka ile bağlandığı ve hiç de unutamadığı Van’daki Horhor Medresesinin ve içindeki masum talebelerinin hatıratını el’an Isparta ve civarı Medrese-i Nuriyesi ve içindeki talebeleri idame ettiklerini ve sevgili Üstadımızın her vakit aramızda ve içimizde olup her birimizle sohbet ettiklerini ve bu sohbete hiç bir şeyin mani’ teşkil etmediğini, aynı zamanda Nur Gül Fabrikasının daima âlem-i İslâma hizmet edecek kahramanları yetiştireceğini ve Isparta’nın bir Şam-ı Şerif hükmünde olduğunu müjdelemektedir. Diğeri ise; yeni bir kardeşimize yazıldığı anlaşılan ve kıymetli Ceylan ile babası Mehmed Efendi’nin tensibleriyle bize gönderdikleri mektubuyla, bilhassa nihayetindeki cümleleri Cennet meyveleri gibi nihayetsiz bir zevk-i manevî veriyor. Tekrarı zevkimizi tezyide vesile oluyor.
Evet sevgili Üstadımız “Üveysî” kelimesi altında bulunan makbuliyet damgası hem Gavs-ı A’zam (R.A.), Zeynelâbidîn (R.A.), Hazret-i Hasan (R.A.) ve Hüseyin (R.A.) ve İmam-ı Ali (R.A.) gibi ilm-i hakikatta dâhîlerin dairesine bugünde şakird olmak şerefini bahşediyor ki, horluk ve hakirliğimizle beraber bu intisab ettiğimiz zâtların manevî medreselerinde bulunmak manen Risale-i Nur’la onların medreselerinde tedris etmek, onların feyizlerinden tefeyyüz etmek, hem de sa’yimizin semeresi şahsî kusurlarımızla zayi’ edilmezse herhalde tamam olarak verilmek gibi müjdeler karşısında, vesile olan sevgili Üstadımızı dergâh-ı İlahiyeye tazarru’ ve niyaz ettiğimiz vakitlerde her günde pek çok defa hayırlı dualarla yâd ederiz. Yâ Rabb! Sen sevgili Üstadımızdan razı, tâ kendilerini hoşnud edinceye kadar, deriz.
Ey kıymetdar Üstadım! Cenab-ı Hakk’ın nimetlerini nıkmete çevirmemek için temeddühü kabul buyurmadığınızı ve bizi de men’ ettiğinizi biliyoruz. Fakat bir hakikat var ki, hataya düşmemek için bilinmesine bir ihtiyaç var. Hallini istiyoruz. O hakikat da budur:
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm Hazretleri kendilerinden sonra hilafetin otuz sene olduğunu ihbar buyurmuşlar. Hazret-i Hasan Radıyallahü Anh’ın altı aylık hilafetiyle tamamlanan adalet-i hakikiyeyi ihya eden hiçbir veliyy-i azîm bulunmamış. Evet âdil çok şahıslar gelmişler, adalet-i hakikiyeyi tatbik etmişler. Fakat zaman-ı idarelerine inhisar etmiş, âlem-i İslâma teşmil edememişler. Biz Risale-i Nur’a bakıyoruz görüyoruz ki, adalet-i hakikiyeye sarılmış gidiyor ve kanaatımız kat’îdir ki öylece de gidecektir. İşte şu kat’î kanaat bize, bilhassa bu hakir talebeniz Hüsrev’e dedirtiyor ve el’an kardeşlerime diyorum ki:
Ey kardeşlerim! Âgâh olunuz, Cenab-ı Hak Celle ve Alâ Hazretleri kemal-i kereminden Hulefa-i Erbaa’nın beşincisi, yalnız neşr-i iman vazifesinde Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini manevî üstadımız yapmıştır. Biz şimdi o manevî üstadımıza, İmam-ı Ali’den (R.A.) sonra Hazret-i Hasan’ın altı aylık hilafeti ile beraber beşinci halife nazarıyla bakabiliriz. Çünki adalet-i hakikiye ile bütün dünyayı mes’ud edebilir bu Risale-i Nur’dur diye söylemekteyim. Eğer sevgili Üstadımız Hazretleri tahdîs-i nimet olarak “Evet” diye cevab lütfunda bulunsalar, pek büyük bir zevk-i ruhanî ile dersimizi alırız. Eğer vakit gelmemiş ise, sükûtla cevab verilse bizim için yine kâfidir.
29. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Çok sevgili, çok kıymetdar Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Üç-dört gün evvel biri çoluk-çocuğuyla Risale-i Nur’a talebe olan kumandana yazılan mektub sureti, diğeri liyakatsız, âciz talebeniz kusurlu Hüsrev’in sevgili Üstadına yazdığı mektublarının suretiyle sevgili Üstadımızın memnuniyetlerini tebşir eden mektublarınızı almıştık. Aldığımıza dair cevablarını takdim edeceğimiz zamanda diğer bir mazrufunuzu daha aldık ki, münderecatı kusurlu Hüsrev’in sevgili Üstadından sual ettiği bir hakikata dört hakikat ile verilen cevab içinde, o halifet-i maneviyenin mazhar-ı hakikîsi Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi olduğunu ve tercümanının yalnız takdim şerefi bulunduğu gibi, bir cihette de o hilafet-i maneviyeyi tercümanına tevcihte hata olduğunu ders veren nuranî kıymetdar yazılarınızı memnuniyetle ve sevinçle mütalaa ederken bu mektubun ikinci mes’elesi ve melfufu mahrem parçası hepimizi de ağlattı. Kalben pek çok ızdırab içinde bıraktı. Bir-iki senelik hazînane dünyaya bakacak nazarlarınızı dünyadan küstürmekle ve rikkatli kalbinizi rencide ederek cemaat-ı beşeriyeden nefret ettirmekle müslümanlık âlemi için mahz-ı hayr olan ve Cenab-ı Hakk’ın lütf u keremi olarak bize verdiği vücud-u mübarekinizi bir an evvel kabre göndermekle vesileler ile uğraşanlara iyilik için çalışıyorsunuz ki, bu hal bizi daha çok ağlatıyor. Sevgili Üstadımıza yapılan bu muamelelerden çok hicab duyuyoruz. Sevgili Üstadımızı daha çok incitmemek için, duyduğumuz elemlerimizi yazamıyoruz.
30. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Sevgili, mübarek Üstadımız Efendimiz!
Sarsılmadan ihtiyatla vazifelerini yapan İnebolu kahramanlarının yeni yazı Asâ-yı Musa mecmualarını aldığınıza, hem küçük kahraman ve birer küçük Said isimleriyle taltif buyurduğunuz Mustafa Sungur’un Safranbolu ve havalisi Nurcuları namına kabul buyurulduğuna, hem Nurların her cihetle mağlub olan muarızları Nurcuların tesanüdlerini kırmak maksadıyla ihsas edilmeden Nurcuları dağıtmak için takib ettikleri plânları Nurların intişarına sebeb olduğuna, hem onlarca hapse müstehak olduğumuz (Denizli hapishanesinin medrese-i Nuriyeye çevrilmesiyle) hapse konulmamıza tarafdar olmadıklarına, hem Nurların hakkaniyetine teslim olan adliyeler istikbalde gelecek nefretten çekindikleri için aleyhimizde hükmedemediklerine, hem Nurların hakikatlarına mağlub olan muannid dinsiz mülhidlerin inadı terk ettiklerine, hem hapishanelerin Nur Medresesi olmasından korkan gizli düşmanlarımız hapisten çıktığımızı istediklerine, hem inayet-i İlahiyenin Risale-i Nur’a verdiği bir keramet kabul buyurulan bu üç kısmın beraetimize müttefikan tarafdar çıktıklarına, hem 31 Mart vak’asında Divan-ı Harb Reisi’nin, hem harekât-ı milliyede İstanbul’da İngiliz işgal kumandanının, hem Ankara’da divan-ı riyasette reisicumhurun siz sevgili Üstadımızı öldürmek istemelerine rağmen gayzlarını kendilerine yutturup hiç bir zarar edememeleri gibi, üç adliyenin de siz sevgili Üstadımızın şiddetli müdafaatları karşısında hakperestane ve musalahakârane beraet kararını vermeleri Kur’anın bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur’un bir kerametidir diye siz sevgili Üstadımızın kalb-i mübareklerine ilham edildiğine, hem haşiyesinde Onüçüncü Söz’ün ikinci makamı Gençlik Rehberi ve Leyle-i Kadr’in nüktesi zeyli olmasına, hem Leyle-i Kadr’in nüktesi Sikke-i Gaybiye mecmuasında dahi yazılmasına, hem kahraman Mustafa Osman ve Ahmed Fuad’ın güzel mektublarının Lâhika’ya geçmek üzere beraber gönderildiğine, hem gayet acele dar vakitte yazıldığından ta’dil ve tashih edilemediğine dair olan kıymetli mektubunuzu ve melfufu iki güzel mektubu aldık. Lâhikalarımıza kaydedip, arkadaşlarımıza gönderdik.
Aziz ve mübarek Üstadımız Efendimiz! Bu mazruf içindeki mektubları, hususan İnebolu’lu kardeşimizin bu hakir talebeniz çok kusurlu Hüsrev’e fazla kıymet vererek yazdığı mektubunu sevgili Üstadıma büyük bir hicab içinde takdim ediyorum. Kıymetdar Üstadımız talebelerini biliyorlar diye müteselliyim.
Çok kusurlu Hüsrev
31. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Bu hafta zarfında siz sevgili Üstadımızdan aldığımız mektubdan birincisinde dokuz Zülfikar’la elyazması iki Zülfikar’ın mübarek Sabri ile İnebolu’lu Küçük İbrahim’in hoş ve güzel mektublarının ba’d-et ta’dil ve ıslah Lâhika’ya geçirilmek üzere beraber gönderildiği, hem Safranbolu kahramanlarından Mustafa Oruc’un ve babasının sarsılmaz bir fedakârlık ile Nur’a çalışacakları bildirilmektedir. Bu mübarek mektubu, hem mübarek Sabri’nin, hem Küçük İbrahim’in mektublarını biz de sevgili Üstadımız gibi çok güzel gördük. Hiç ilişmeden Lâhikalarımıza kaydedip kardeşlerimize gönderdik.
İkinci mübarek mektubunuzu bir gün evvel aldık. İnşâallah iki gün sonra da arkadaşlarımıza göndereceğiz. Bu mübarek mektub kahraman Nazif’in yazdığı Zülfikar ve Asâ-yı Musa mecmualarının hatalı olmasından Câmi-ül Ezher’e gönderilmediğinden isabet olduğunu ve birinci mektubda “altıyüz bin kilometre” sehven yazılan nısf-ı kutr-u arzın başka nüshalarda sehiv varsa “altı bin kilometre” olarak tashihini ve İnebolu fedakârlarından kahraman Küçük İbrahim ile Gülcü Hüseyin’in sevgili Üstadımıza gelip gittiklerini ve istiğnada yed-i tûlâ sahibi olduğunu yakînen bildiğimiz sevgili Üstadımız o yüksek istiğnası kendi eserlerinde de göstererek, (bize göre lüzumlu olan) fazla eşyasını satıp, gönderdiğimiz yirmi Zülfikar’ın bir kısmının parası olarak 100 lira gönderdiğini bildirmekte, hem kırk sene evvel Câmi’-ül Ezher Reisi’nin Şeyh Bahit’in izharına vesile olduğu evvelce bize bildirilen pek şâyan-ı hayret ve pek garib ve dehşetli iki hakikatın birinci kısmının yirmi sene evvel kendini gösterdiğini ve bugün de İsveç, Norveç ve Finlandiya hükûmetlerinin Kur’anı kabul ederek dünyanın garbında üç mütemeddin İsevî devletinin bir cihette bir nevi müslüman olmalarıyla ve hakikatın ikinci kısmının meydana çıkmağa başladığını (kalb ve ruhlarımızı sürur ile dolduran) ihbarını tebşir etmekte, hem Ahmed Feyzi’nin zeytin teberrüküne mukabil bir Zülfikar’ın Ahmed Feyzi’ye gönderilmesini emretmektedir.
32. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz ve mübarek Üstadımız Efendimiz!
Bu hafta iki mübarek mektubunuzu aldık. Birinci mübarek mektubunuz Dâr-ül Hikmet’in bereketinden ve hacca gitmek niyetiyle bugüne kadar sevgili Üstadımıza refakat eden ve 1000 lira kıymetinde bulunan doksan banknotun Medreset-üz Zehra mecmualarının masraflarına yardım olmak üzere Hâfız Mustafa ile bize gönderdiğinize, hem Medreset-üz Zehra erkânlarından her bir mecmuayı bin hediye hükmünde kabul buyurduklarınızı bildiren büyük iltifatlarınıza, hem Risale-i Nur’un hacılarla hariç İslâm’a yayıldığının beşaretlerine, hem Şam’a gönderilen Asâ-yı Musa ve Zülfikar’ın oradaki müştaklar tarafından okutturulmakta olduğuna, hem Mısır ülemasının iştirakiyle ehemmiyetli yüksek bir heyet-i ilmiye marifetiyle bu iki mecmuanın Arabçaya tercümesi lâzım olduğuna, hem İstanbul’a gönderilen mecmuaların şimdilik Mekke-i Mükerreme’ye gitmemesi yeni inkişafa başlayan İslâm birliği fikri ve ittihad-ı İslâm siyaseti Risale-i Nur’u kendine bir kuvvet ve bir âlet yapmağa çalışacağına ve bizi de bizce memnu’ olan siyaset-i İslâm’a bakmağa mecbur edeceğine ve müşteriler Risale-i Nur’a ihtiyaçlarını hissedip yaralarını tedavi için Risale-i Nur’u aramaları lâzım olduğuna ve o mübarek merkezler Nurlara hakikî ihtiyaçlarından ziyade, âlem-i İslâmın hayat-ı dünyeviyesine aid cihetleri düşündüklerine, hem Nur mesleğinde mergub olmayan bir nevi gösteriş ve şöhretperestlik olması cihetiyle, kader-i İlahînin şimdilik o mecmuaların hacılarla beraber âlem-i İslâmın içtimagâhı olan o mübarek yerlere gitmesine müsaade etmediğine, hem Yakub Cemal’in güzel mektubunun Lâhika’ya geçmek üzere beraber gönderildiğine, hem Denizli mübarek heyetinin şehid merhum Hâfız Ali ile Hasan Feyzi’nin kabirlerini ziyaretleri o iki şehidin hayatta oldukları gibi bayramlaşmak telakki edildiğine, hem Alamescid’den İbrahim Edhem’in talebesi Abdullah Çavuş’la Süleyman Rüşdü’ye dua edildiğine, hem Hüve Nüktesi’ne emredilen ilâvenin yapılmasına, hem اَللّهُ نُورُ السَّموَات âyetinin nuruyla Na’büdü Nüktelerinin Hüve Nüktesi’yle birlikte Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasının âhirine yazılmasına, hem İnayet-i Seb’a konulmamış ise ilâvesine, hem Hâfız Mustafa ile mübarek Hasan’ın canlı iki mektub olarak bize gönderildiğine dairdir.
33. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Bu hafta içinde iki mübarek mektubunuzu aldık. Birincisi Kahraman Tahirî siz sevgili Üstadımızın bedeline bize gönderildiğine ve Edhem Hoca ile Mustafa Hoca’nın nurlu vazifelerine gittiklerine ve Nur santralı mübarek Sabri’nin şimdi bir Zülfikar ve bir Siracünnur mecmuasını bilâhere de Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasını Hulusi Bey’e göndermesine, hem Risale-i Nur’un dâhilde ve hariçte fütuhat yaptığına ve Siracünnur’un şimdilik lâyık olmayan ellere verilmemek suretiyle ihtiyat edilmesine ve Nur’un makinistlerinin fevkalâde hizmetlerine, hem sordukları mes’ele-i şer’iyede kasr-ı namaz ve takdim-te’hir sabit olan mesafeye bina edileceğine, tayyare ve şimendifer gibi seyr-i seri’ vesaitte abdest alıp namaz kılmakta daha ziyade müşkilat olmasıyla bir yolcu üç günlük mesafeyi tayyare ve şimendiferle az bir zamanda kat’ etse bile kasr-ı namaza ruhsat-ı şer’iye bulunduğuna dairdir. Bu mübarek mektubun neşredilmemesi emredilen haşiyesinde, Jandarma Alay Kumandanına Minhac-üs Sünne, Mirkat-üs Sünne, Telvihat-ı Tis’a, dört hatve ve Âl-i Beyt’e müteallik risalelerin ve muhabere neticesinde hangi risaleleri isterse gönderilmesi emrolunmaktadır.
İkinci mübarek mektubunuz Na’büdü nununun nüktesi ve اَللّهُ نُورُ السَّموَات âyetinin nuruyla birlikte Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasının âhirine yazılması emredilen لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ ve قُلْ هُوَ اللّهُ da “Hüve” lafızlarında sevgili Üstadımızın seyahat-ı fikriyelerinde müşahede buyurdukları pek çok berahin-i vahdeti bildiren ve iman mesleğinde hadsiz derece kolaylık ve sühulet ve şirk ve dalalet yolunda nihayetsiz derecede suubet ve binler muhalât bulunduğunu bildiren çok dakik, çok tatlı, çok lezzetli, çok yüksek “Hüve” lafzının hava sahifesine çıkmasıyla hava sahifesinin Hüve emrine müsahhariyeti Hüve merciine verilmezse o nazik hava sahifesinde meydana gelen azametli müşkilat, eğer hava sahifesi Hüve emrine verilse gayet derece makuliyetle kolaylık o kadar güzel izah edilmiş ki, gözümüzün önünde, ağzımızın içinde, kulağımızın dibinde çevik-çalak hava sahifesini hayretler içinde bir mu’cize-i vahdet ve bir hârika-i kudret olarak mütalaa ettiriyor. Evet Hüve havaya hâkim olmazsa, havanın her bir zerresine dünyada mevcud bütün telefonların, telgrafların, santralların, radyoların muhtelif konuşmaların yükletilmiş olması lâzım olduğunu ve Hüve havaya hâkim olsa o vakit her bir hava zerresi Hüve’nin emirber neferleri ve kalem uçları olup gayet kolaylıkla hadsiz hududsuz mu’cizat-ı kudret yazıları bir anda yazar bozar, gayet muntazaman işlediği pek çok vazifeleriyle beraber hem sür’atle rü’yete, hem ziya ve zulmetin, hem elektrik ve asvatın sür’atiyle nakline hizmet etmesiyle vahdette hadsiz derece kolaylık ve makuliyet bulunduğunu o seyahat-i hayaliye-i fıkriyede siz sevgili Üstadımızın aynelyakîn gördüklerini ve Hüve lafzında ve havasında böyle parlak bir lem’a-i vâhidiyet bulunduğu içindir ki, ehl-i tevhidin bu kelime-i kudsiyeyi çok tekrar ettiklerini, hususan bir nokta kâğıda çok noktalar konsa karıştığı ve bir adama çok işler yaptırılsa şaşırdığı ve küçük bir zîhayata çok yükler yüklense altında ezildiği ve bir lisan ve bir kulağa aynı anda müteaddid kelimeler beraber girip çıksa karıştığı halde gayet zaîf, gayet kesrette, gayet hafif, gayet müteharrik hava unsurunun hiç şaşırmadan, hiç karıştırmadan pek çok, pek acib vazifeleri muntazaman işlediği ve bu işlediği işler bir Hâlık-ı Küll-i Şey’e ve bir Alîm-i Küll-i Şey’e verilmezse o vakit Hâlık-ı Küll-i Şey’e has bütün sıfatların, fiillerin bir zerrede bulunması lâzım olduğunu, bu ise muhalâtın en bâtılı ve en büyüğü olduğunu ve her bir hava zerresi teşkil ettiği hava sahifesi içinde bir lisan olup لاَ اِلهَ اِلاَّ هُوَ .. قُلْ هُوَ اللّهُ اَحَدٌ dediklerini siz sevgili Üstadımızın bildiklerini bildiren çok güzel, çok hoş, çok şirin mektubunuzu aldık. Lâhikalarımıza kaydettik. İnşâallah bir-iki gün sonra da arkadaşlarımıza gönderilecektir. Hem siz sevgili Üstadımızın emirleri üzere Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasının âhirine idhali emir buyurulan bu mübarek nükte ile Na’büdü Nun’u nüktesini ve اَللّهُ نُورُ السَّموَات nüktesi ba’de-t tashih Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasının âhirine ilhak edilecektir inşâallah.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Çok kusurlu talebeniz
Hüsrev
34. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Bu hafta zarfında siz sevgili efendimizden beş mübarek mektub almış bulunuyoruz.
Birincisi: Tashihen iade buyurulan Keramet-i Gavsiye fıkrası münasebetiyle Keramet-i Gavsiye’den ta’dilata ve Sikke-i Gaybiye mecmuasıyla manevî tarihçe-i hayat mecmualarında münasib görülmeyen bir kısım kelimelerin kaldırılmasına müsaade buyuruluyor. Hem Nur’un perde altındaki fütuhatına kanaatımız tavsiye olunarak, şimdiye kadar tarihin kaydetmediği bu derece tesirli ve ağır şerait altında intişar eden Risale-i Nur’un resmen intişarına, sarsıntı vermesinden korkup telaş eden reislerin telaşlarına rağmen Nurlar lehindeki kuvvetli cereyanların o telaşı iştiyakla Nurların resmen neşrine çevireceklerinin ve Nurların galebe edeceğinin müjdelerini tebşir ediyor ve merak etmemekliğimizi emrediyor.
İkincisi: Siracünnur’un Hata-Savab Cetveli gönderiliyor. Hem manevî bir Medreset-üz Zehra olarak müjdelenen Isparta’nın hükûmetine mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’a müsaadekâr davranmasından ve bize olan tazyikleri neticesinde ehemmiyetli hayırlar olmasından dost nazarıyla baktığınızdan, hem muallim Daday’lı Hâfız Hasan ve rüfekasından, hem Refet Bey ve arkadaşı Abdülehad hocadan, hem sevgili Üstadımızı gördükleri vakit sevgili Üstadımızın ellerini öpmekle izhar-ı sürur eden çocukların bu tesellikâr hallerine mukabil menfîlerin bırakılmasına rağmen sevgili Üstadımızın maddî-manevî havasıyla imtizaç edemedikleri Emirdağı’nda kalmasına alâkalı büyüklerin lâkayd kalmalarından bahsediyor. Beraberinde Hâfız Hasan’ın mektubu Lâhika’ya geçmek üzere gönderiliyor.
Üçüncüsü: Sava medrese-i Nuriyesinde Sikke-i Tasdik-i Gaybî mecmuasını yazan kardeşlerimizden, Hem İslâmköy’lü Mustafa’nın sevgili Üstadımıza ziyarete geldiğinden, hem kahraman Ceylan’ın bir muallim ile Birinci Söz’ü ve Onüçüncü Söz’ün İkinci Makamı’nı ve iki zeylini yeni yazı ile basacaklarının müjdelerinden, hem mübareklerin pehlivanı Küçük Ali’nin Zülfikar’ı ile Sava kahramanlarından Mustafa Gül’ün Asâ-yı Musa’sının bir zaman sonra Arabçaya tercüme edileceğinden, hem Denizli’den hacca giden Hâfız Mustafa’nın beraberinde o mevâki’-i mübarekeye giden Zülfikar ve diğer Nurların o âlî yerlere bizleri de çağıracaklarından, hem Antalya Nurcuları namına Mehmed Hulusi’nin, hem Tefenni’den Rasih Hoca’nın bayram tebriklerinden haşiyesinde tam bir Nurcu olmakla bütün Nurcuları sevindiren Emirdağı kaymakamı ile Nurlara tam sahib çıkan ve siz sevgili Üstadımıza selâm ve çok hürmet ettiğini söyleyen Diyanet Reisi’ne Siracünnur’u hediye eylediğinizden bahsediyor. Hem mahremce bir fıkra beraber gönderiliyor.
Dördüncüsü: Mahremce olan bu fıkradır. Maddî ve manevî bir sual münasebetiyle garib bir ihtar olup, siz sevgili Üstadımız müdafaatınızda yazdığınız din terbiyesini terkeden bir müslüman anarşi olur. Anarşileri idare etmek ya istibdadı mutlak veya rüşvet-i mutlaka ile kabildir. Risale-i Nur küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın üstü olan istibdadı ve altı olan anarşiliği def’eder. Buna bir misal gösterebilir misin diye siz sevgili Üstadımıza vaki’ olan suale, bir miktar lâdinî terbiyesini alan ve anarşiliğe yüz tutan bu vatandaki dindar millette memurlara verilen bir misli fazla maaş ile çiftçilerden vergi namıyla alınan hububatın sonradan para ile alınması rüşvet olarak gösterilmiş ve gayet büyük bir kuvvet olan Nurcuların hakk-ı sükûtlarına mukabil tam serbestiyet verilmekle Nurculara verilecek rüşvet, hariçten gelen ve içimizde anarşiliği yetiştirmeğe çalışan dinsizlik cereyanının hücum etmemesine rüşvet verildiği gösterilmiş. Halbuki Risale-i Nur’un dinsizliğe karşı Sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî olduğuna ve neşrine mecbur olmaları kendi menfaatları olduğuna, Nurları iman ile okuyan ve resmen tedkik eden binler şahid bu davayı tasdik ettiğini ve bu yirmi senede perde altında yüz binler tahkikî iman sahiblerini yetiştirdiğini ve bu mübarek vatan ve milletin başına gelecek pek dehşetli manevî fırtınalardan Risale-i Nur’la kurtulduğunu Vel’Asrı Suresi’nin işaret ettiği bildirilmektedir.
Beşincisi: Kahraman Tahirî ile gönderilen bir pusuladır. Cava’ya Medreset-üz Zehra erkânı namına ötekiler gibi yazılması emrediliyor. Hem mahkemede müdafaamızın hülâsası bildiriliyor. Hem Siracünnur’un herkese verilmemesi tavsiye buyuruluyor.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Çok kusurlu talebeniz
Hüsrev
35. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا
Aziz ve sevgili Üstadımız Efendimiz!
Bu hafta içinde siz kıymetli Üstadımız Efendimizden aldığımız üç mübarek mektubunuzdan birincisi: Leyle-i Kadir’de nev’-i beşer hakkında sevgili Üstadımızın kalb-i mübareklerine gelen ve pek uzun ve geniş iken pek kısa olarak bize bildirilen ehemmiyetli bir hakikattır. Şöyle ki:
En son harb-i umumîde mağlub düşen devletlerin şiddetli zulüm ve istibdad altında ezilmeleri ve merhametsiz tahribat ile dehşetli perişaniyet içinde meyusiyetlerinden ve galiblerin büyük ve müdhiş tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azabları ve dünya hayatının fâni ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğunun herkese görünmesi ve yüksek istidadat-ı beşeriyenin umumen dehşetli yaralanması ve ebediyeti seven hissiyat-ı bâkiye ve fıtrî aşk-ı insaniyenin heyecan içinde uyanması ve gaflet ve dalaletin en sert ve sağır kal’ası olan tabiatın Kur’anın elmas kılıncı olan Risale-i Nur ile parçalanması ve yine gaflet ve dalaletin en boğucu ve aldatıcı ve en geniş perdesi olan siyasetin ruy-i zeminde pek çirkin, pek gaddar olan hakikî sureti beşere görünmesi ve beşerin maşuk-u mecazîleri olan hayat-ı dünyeviyenin hem geçici, hem çirkin olmasından elbette ve elbette nev’-i beşer eğer aklını kaybetmezse ve maddî veya manevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya hükûmetleri ve İngiltere’nin meşhur hatibleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cem’iyeti gibi, rûy-i zeminin kıt’aları ve hükûmetleri ondört asırdan beri her asırda 350 milyon şakirdi bulunan ve her hükmünü ve davasını tasdik edip imza basan milyonlar ehl-i hakikat bulunan ve her dakika kudsiyetiyle kalblerinde bulunup lisanlarıyla beşere ders veren milyonlar hâfızları bulunan ve hayat-ı bâkiye ve saadet-i ebediyeyi müjde verip beşerin dehşetli yarasını tedavi etmekte hiçbir kitaba benzememekle hârikulâde bir imtiyaza mâlik olan Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’a bütün ruh-u canlarıyla sarılacakları müjdelerinden ve sâniyen fıkrasıyla Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın elinde bir elmas kılınç olan ve en muannid düşmanları teslime mecbur eden ve verdiği nâfi’ ilâçlarıyla kalbî ve ruhî hissiyatı tenvir ederek hazine-i Kur’aniyenin dellâllığını yapan ve merci’ me’haz olarak ancak Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’a istinad eden Risale-i Nur Kur’anın bir elmas kılıncı vazifesini yaptığından ve aleyhinde olanlara tam galebe çaldığından ve Tabiat Risalesi’yle dalaletin en sert ve kuvvetli kal’ası olan tabiatı parça parça ettiğinden ve Asâ-yı Musa’nın bir kısım hüccetleriyle fennin en geniş perdelerinden ve geniş daire-i âfâkta en kalın ve boğucu olan gafleti darmadağınık edip nur-u tevhidi gösterdiğinden, Nur şakirdlerine lâzım ve millete elzem olan ve resmen izin verilen din tedrisatı için mümkün olduğu kadar Nur şakirdlerinin her yere küçücük birer dershane-i Nuriye açmaları sevgili Üstadımızın emirleri olduğundan ve bu dershanelerin açılmasının lüzum ve ehemmiyeti herkes için ilim ve marifet ve ibadete ihtiyaç bulunduğu haşiyesindeki izahat ile de takviye edildiğinden, hem beş-on sene gibi uzun zamanlarda elde edilecek neticenin Risale-i Nur ile beş-on haftada temin edileceği müjdelerinden, hem hükûmet elbette millet ve vatanın hayat-ı dünyeviye ve siyasiye ve uhreviyesine pek çok faidesi bulunan ve Kur’anın lemaatlarının dellâlı olan Risale-i Nur’a ilişmek değil, bilakis terviç etmekle neşrine çalışmaları elzem olduğundan ve hem dehşetli günahlara keffarete ve hem müdhiş belalara ve anarşiliğe pek kuvvetli bir sed olduğu beşaretlerinden, hem bu ramazan-ı şerifte sevgili Üstadımızın elemli hastalık ve yorgunluk içinde mu’cizatlı Kur’an ile Hizb-ül Ekber-i Kur’aniye’den hiç vesvesesiz ders-i Kur’anîyi zevk ve şevk ile okuyup aldıklarından ve mu’cizatlı Kur’anın fotoğrafla tab’ edileceğinin müjdelerinden, hem çok kusurlu liyakatsız Hüsrev’in sevgili Üstadının kıymetli ve bereketli mektublarından aldığı dersini hülâsa ederek sevgili Üstadına yazdığı mektublarının Lâhika’ya parlak bir zeyl yapılacak tebşiriyle Nur’un hakir bir talebesi değersiz Hüsrev’e sevgili Üstadının fevkalhad çok büyük iltifatlarından, hem siz sevgili Üstadımızın umum Nurcu talebelerinin Leyle-i Kadir ve bayramlarını tebriklerinden, hem beraber gönderilen üniversite talebelerinden Daday genç Nurcuları namına yazdığı ve bizlere mâşâallah dedirten güzel mektubunun Lâhika’ya kaydedilmesinden bâhistir. Bu kıymetli mektub ve melfufu Şevket’in mektubu Lâhikalarımıza kaydolmuş ve arkadaşlarımıza gönderilmiştir.
İkinci mübarek mektubunuz Siracünnur’u merak ettiğinizi.. hem inşâallah bir zaman sonra Anadolu câmi-i a’zamında Câmi-i Kebir gibi şeair-i İslâmiye ve kelimat-ı mukaddese Allahü Ekber, Allahü Ekberler ile Isparta’da gibi kendilerini göstereceğini ve yine Denizli Mahkemesinde heyet-i hâkime tarafından sorulan bir suale cevaben aziz Üstadımız buyurdular ki: “Ben Isparta’lıyım. Benim ecdadım Isparta’dan gitmiş.” diye bizlere pek büyük şeref bahşeden sevgili Üstadımızın vatan-ı aslîleri olan şimdiki Isparta’da şimdiye kadar perde altında faaliyeti devam eden o küçücük Nur medreselerinin âtiyen birer medrese-i ilm-i hakikat ve birer dershane-i marifetullah olacağının ve mecmuunda Medreset-üz Zehra’nın bir sureti maddeten görüneceğinin müjdelerini, hem bu defa müsadere edilen mahrem ve gayr-ı mahrem bütün Risale-i Nur eczalarının Ankara’nın resmî emriyle sahiblerine iade edildiğini ve eski hurufla basılması bahanesiyle Sulh Mahkemesine verilen ve şimdi iadesi te’hir edilen makine mahsullerinin kader-i İlahînin resmî memurların gizli okumaları için verdiği müsaadesine sevgili Üstadımız da razı olduklarını, hem hükûmet ve siyaset Risale-i Nur’a ilişmediğinin ve beraet ve serbestiyet verdiğinin ve neticesinde Âyet-ül Kübra ve Hizb-ün Nuriye’ler gibi makine mahsullerini de kanunen iade etmeğe mecbur olacaklarının müjdelerini, hem Nur’un santralı mübarek birinci Sabri’nin güzel mektubuyla Emirdağ Nurcularının tebriknamelerinin Lâhika’ya geçmek üzere gönderildiğini, hem mübarek Ceylan’ın imzasıyla haşiyesinde Risale-i Nur ile alâkalı yağmurun müjdecisi rüzgârın açtığı pencereden içeriye giren yağmurun sevgili Üstadımızın minderinin üçten birisini ıslatması ile müsadere edilen Risale-i Nur’un üçten birisi iade edilecek diye sevgili Üstadımızın kalb-i mübareklerine gelen beşaretin ayn-ı hakikat olarak zuhur ettiğinin müjdelerini iş’ar buyurmaktadır.
Üçüncü mübarek mektubunuz: Nurcu talebeleriniz tarafından gönderilen bayram tebriklerine mukabeleten siz sevgili Üstadımızın tebriklerini ihtiva eden bu mübarek mektubunuz gelir gelmez, suret çıkmak üzere kardeşlerimize verilmiş. Henüz bize gönderilmemiştir. Aziz ve mübarek Üstadımızı daha çok intizarda bırakmamak için bu mübarek mektubu aldığımızı i’lam edecek kadar bir malûmat arzedilebilmiştir. Aziz ve mübarek Üstadımız Efendimiz! İkinci ve Üçüncü mübarek mektublarınızla, birinci Sabri’nin ve Emirdağı kahraman kardeşlerimizin güzel mektubları Lâhikalarımıza kaydedilmiş, iki-üç gün sonra inşâallah kardeşlerimize gönderilecektir.
Aziz ve mübarek Üstadımız Efendimiz! İki-üç ay evvel Çorum zindanından siz sevgili Üstadımıza mektub yazan Beylerbeyli Süleyman’a emir buyurduğunuz risaleleri göndereceğimiz zaman müsadere vak’ası olunca göndermemiştik. Risalelerimiz bize iade edilir edilmez iki aded Meyve Risalesi, bir aded Gençlik Rehberi, bir aded Hastalar Risalesi Isparta postasıyla lillahilhamd serbest olarak açıktan Çorum zindanına Süleyman Bey’e gönderilmiştir.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Çok kusurlu talebeniz
Hüsrev
36. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Çok aziz, çok mübarek, çok kıymetdar kardeşlerim!
Bayramınızı bütün ruh u canımla tebrik ediyorum. Buraya bugün emniyet müdürü, Afyon valisi ve emniyet müdürü ve daha birkaç kişi geldiler. Onlar konuşmak isterse, Üstadımız Efendimiz Hazretleri bunu yazdılar, verecekler. Ben de suretini çıkararak bir tanesini de size göndermeyi münasib gördüm. Umumunuza selâm ve hürmetle ellerinizden ve ayaklarınızdan öperim. Kardeşim Küçük Ali’nin tebriğini aldım. Bilmukabele selâm ve bayramını tebrik ederim.
Küçücük, çok kusurlu ve duanıza çok muhtaç kardeşiniz Ceylan, İbrahim
37. Parça[]
Risale-i Nur kahramanı ve Isparta gülistanında Nur’un Gül fabrikasının parlak kâtibi, kuşların Risale-i Nur ile alâkadarlıklarına dair latif tevafuka bir güzel zarafet veren ve gül ile münasebeti meşhur bülbülün dahi aynı tevafuka imza basmasına ve o letafete bir zarafet katmasına dair mektubunun bir parçasıdır.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Çok mübarek, çok aziz, çok kıymettar Üstadım!
Tevafuk kerametleriyle tuyûrun cevelangâhı olan feza-yı âlemin sükût ve sükûnunu ihlâl ederek meskânı olan tuyûrun istirahatlarını azametli ve dehşetli gürültüleriyle selbeden tahribatçı canavar insan kuşlarının zulümlerini, beşerin menfaatine tebdil ve tahviline vesile olacak olan Risale-i Nur’un yazılması ve okunması zamanında alâkadarlıklarını gösteren kuşların muhtelif mahallerde gelip dinlemelerinin tevafuklarını teyid edecek iki tevafuk cümlesiyle karşılaşmıştık.
Birisi: Bu mübarek mektubun geleceği gün kuşluk vaktinde bu fakir talebeniz Hüsrev’in evinin sofasına açık pencerelerinden bir bülbül geldi. Sofada dolaştı çıktı, gitti. Sofaya bülbülün hiç geldiği yoktu. Çok hayretime gitti. Bu mübarek acaba ne için geldi dedim. Akşam üzeri oldu. Bir kardeşimiz bu mübarek mektubu getirdi. Okuduktan sonra anladım ki: Bu bülbül kendi taifesi namına kendi bahislerinin geldiğini müjdelemek için gelmiş.
İkincisi: Ertesi gün kahraman Tahirî ile beraber idik. Ben söylüyordum, o yazıyordu. Kuşların bahsine gelmiştik. Ben bir iş için oturduğum yerden kalkmıştım. Pencereye doğru yakınlaştım. İki serçe kuşu pencereye geliyorlardı. Birisi geldi, kondu. Beni görünce derhal uçtu gitti. Kardeşimiz Tahirî’ye dedim: “Alâkadarlıklarını teyid etmek için gelen bu kuşlara ne dersin?” O da: “Haktır, bu hakikatlı bahiste vücudlarını göstermekle hakikatı imza etmeğe gelmişler” dedi.
Çok kusurlu talebeniz
Hüsrev
38. Parça[]
İnebolu ve civarındaki şakirdlerin tam sadakatlarını ve geçen fırtınalardan sarsılmadıklarını gösteren bir vesika ve sened bulunan, umum namına bir mektubun bir kısmıdır.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Candan sevgili Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Günleri takib eden gecelerin gelmesi gibi cihanın karardığı bir anda her şey karanlık, cihanın dört bucağını kaplamış, pâyansız bir dehşet içinde bunu biraz fark edenlerimiz şöyle diyor ki: “Bir hakikat doğacak, bir Nur parlayacak.” Amma akla gelmiyordu ki; herşeyi bitmiş halet-i nez’de bir hasta gibi, tam o sırada önce bildiğimiz, sonra söz ile anlatamayacağımız Arş-ı A’zam’dan inmiş Kur’anın tefsiri bir hâzık doktor oldu.
Onun tercümanı hubb-u câh düşkünü olmadığı, dünyada en mütevazi. Çünki esrar-ı Kur’anın son müfessiri ve nâşiri. Ve sürgün, mahpus, canını hakikat-ı iman ve Kur’an uğrunda fedaya hazır. Evet selefleri aynı akibete giriftar olmuşlar. Evet nihayetsiz kelimeler deryasını bulup nihayetsiz bir hakikatı ifade etmeğe çalışmak, ön ve ardına sed çekenlere hakikatı göstermek ne ile mümkündür?
İşitiyorduk, Kastamonu’ya gelmiş. Kitabları matbu’ değilmiş, hükûmetten gizli imiş, basit sözler fakat çok manalı imiş! Evet nasılki Mekke’de Haliliye Mezhebi’ne can atanlar, bir Nur arayanlar Kur’anın hakikat ruhunun nurunu gönüllerde aldılar. Aynen öyle de: Kahraman kardeşlerimiz, çok zorluk içinde bu hakikate talib olmuşlar. Allah’ın hidayetiyle muvaffak da oldular. Elhamdülillahi hâzâ min fadli Rabbî.
Evet kıymetli Üstadımız Efendimiz. Zillete batmış, nefsinin kurbanı olmuş, Allah mefhumunu bilmemiş ve yemek içmek ve ezvak-ı âlemin tadını tadıp hayvanî hisleriyle hevesat-ı nefsaniyesine boğulmuş bir kısım bîçarelere ve o zamanki bizlere cihan kadar hayattar, belki bütün bütün vücud kadar kıymettar olan Risale-i Nur imdada geldi. Bu çok güzel ve kudsî isim müfessiri ve müellifinin kendi kafasından uydurarak veya başkalarının tesiriyle değil olduğunu Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, Kur’an-ı Azîmüşşân’ın ve Selef-i Sâlihînin ve ülema-i muhakkikînin haber verdiği bir hakikatın dellâlı, hâdimi ve mücahidi tarafından malım değil; belki âlem-i İslâmın, bütün dünyanın susuz kaldığı bu asırda onun ile teyemmüm edilecek yegâne çare-i necat olarak Kur’anın malıdır ve onun bir mücevherat hazinesidir. Bir hakikattayız diyen sâlik-i dinin susup susturulup ezildiği, şaşırtıldığı halde bunun tercümanı ise, tek başıyla kaldığı ve hiçlik içinde, kimsesiz, muavinsiz, ihtiyar, hasta, âciz, zaîf, fakir halleriyle susturulup mağlub edilmeyeceği ve edilmediği hakikatta hakikat perdesinin arkasına bakıp, maziyi, hâli, hattâ istikbali izah etmesi ve pâyansız metanet ve cesaretiyle ve her kuvvetli muannid muarızlarını kat’î ve cerhedilmez cevablar ile mütecaviz ve muarız ağızlara tokat vurması, yüz otuz risale eczaları içinde binler kelime-i hârikayı kendi üzerine almaması (ki bir beşerin en mümtaz temayüz ve hakkı budur) bunlardan bile müstağni olması ve bütün hayatını bu hakikata sarfettiği halde kendisine hiçbir hisse vermemesi ve ancak Kur’ana ve Risale-i Nur’a bağışlaması, “Ben onların müflis bir hizmetkârıyım” demesi, âza ihbara göre “Binde bir pâyana erişilmez” dediği bir zamanda, o kudsî Risale-i Nur’un ektiği tohumların sünbülleşip meyve verdiği mıntıkamızda dehşetli muvakkat buhran zamanlarında, Risale-i Nur’un tercümanı kalendercesine, cesurane ve vakurane, mütevazi ve manalı ve nuranî cevabları ve tesellileri Nurculara hakikaten bir ikram-ı İlahî olduğu ve talebelerin istinadgâh-ı hakikîsini bulmuş ve hakikî bir mü’min olduğunu hissetmiş, bilhassa geçmiş günahlarına tövbe ile Nur uğrunda canını feda etmeğe zaman zaman iştiyak hissetmeleri ve arzu etmeleri gibi kudsî muhabbetle hakikî saadeti bizzât hissetmeleri, eğer Peygamber olmasa idi cihan zulmet içinde boğulurdu. Dünyaya bağırıp ilân ve isbat etmesi. Biz de deriz ey kıymetli ve sevgili Üstadımız: Eğer şimdi Risale-i Nur olmasa idi kıyamet tamam olurdu. Işıksız mağarada hayat olmaz. Dinsiz dünya yaşamaz. Ölüm insanı yaşatmaz, hayat yaşatır. Yaşayan ölmez, ölen sükût edip hiçe iner. Din varlıktır, Nur’dur, Risale-i Nur’dur. Bugün Risale-i Nur’suz dindarlar, küçük feneriyle yalnız olarak zulümat içinde ilerlemeğe uğraşmak gibidir. Risale-i Nur dairesi ise; perde-i gafleti, tabiatı, maddiyunculuğu zîr ü zeber ettiğinden; Nur güneşinin sönmez ışıkları içinde o cadde-i kübra-yı hakikatte yürütmektir.
Risale-i Nur dairesi dışında olanlar, evvelce kuvvetli bir ele yapışmış dahi olsalar, bîçare oldukları görülüyor. Din, iman ve Kur’an ve İslâm noktasında bir kısım tarîkat sâliklerinin dikenli berzahlarından daha selâmetli bir caddede çalışan ey sâdık umum kardeşler!.. Bizlere hakikatın nurlu cadde-i kübrasını gösteren, hidayet eden ve Kur’an-ı Azîmüşşan’ın mücevherat hazinelerini bize nasib eden Cenab-ı Hakk’a sonsuz secde-i şükrünü eda ve Üstadımıza ve onun yardımcılarına dua edelim ve diyelim ki: “İlahî ya Rabbî! Bizleri bu hakikat ve hidayet yolundan ve hizmetinden ayırma. Hepimize hüsn-ü akibet ihsan eyle, âmîn!..”
İnebolu ve havalisi Risale-i Nur Talebeleri
39. Parça[]
53/175 441/327
Büyük Türk milletinin saygıdeğer başkanlarına açık mektub:
Yedi seneden beri ateş püsküren bedbaht beşerin hali bugün çok elîm, acıklı ve daha çok ızdırablı bir hale girmiş bulunuyor. Her bir zîukûl ve idrak, acaba yarın ne olacak diye hayretler içinde düşünüyorlar. Şarkta Japonya’nın mağlubiyetiyle, dünyanın sulh u selâmete ve emn ü emana kavuşması beklenirken, deccalane bir hareket şimalde (*[14]) kendini gösteriyor. Beşeri hergün biraz daha heyecan ve endişeye sevkediyor. İstikbal zulmetlere gidiyor zannıyla merakla radyo ve gazeteleri takibe mecbur ediyor. Bu telaş ve ızdırabın muhik sebebleri var. Şöyle ki: İnkâr-ı uluhiyet mefkûresiyle Hristiyan dinini mağlub eden ve her tarafta anarşi çıkaran bu dehşetli cereyan-ı azîm, manen bütün dünyayı istilâya hazırlanıyor ve tedricen ediyor da. İşte beşerin saadet ve selâmetini temin ve bu müdhiş cereyanın istilâsından korunmak için, dinî telkinat ve neşriyata şiddetle ihtiyaç vardır. Zira din, hayat-ı içtimaiyede saadet ve selâmeti temin için şu beş esas lâzım ve zarurî görüyor:
Merhamet, hürmet, emniyet, haram ve helâli bilip başkalarının hukukuna tecavüz etmemek, serseriliği bırakıp itaat etmek. İşte bu vatan ve bu memlekette bu esasatı telkin ve neşreden Risale-i Nur’a bu müdhiş cereyanın komiteleri ve nâşiri olan gizli münafıklar, hükûmetin bazı erkânını iğfal ederek bu esasatı kaldırmak ve bu mübarek vatan ve bu mübarek millet içinde nifak tohumları ekerek, fesad ve tefrika biçmek ve bulanık suda balık avlamak ve bir kardeşler kavgası çıkararak arzularını yapmak istediler. Fakat ileri ve dürüst görüşlü hükûmetin derin tedkikat ve adlî takibattan sonra, Risale-i Nur’un ve talebelerinin siyasî bir hedef ve arzuları olmadığı ve hiçbir zarar ihtimali bahis mevzuu olamıyacağı ve Risale-i Nur’un dersleri dünyaya baktığı vakit, bütün kuvvetiyle asayişin temellerini muhafaza etmek ve korumak ve fesad ve ihtilâllerin önünü almak olduğundan, manevî bir inzibat komiseri hükmünde olduğu kat’iyyetle tahakkuk etmiş. Ve dünyaca maruf ilim adamlarımızdan teşekkül eden yüksek ilmî heyet, 130 küsur parça olan bu eserlerin bilhassa vatan ve millete istifadeli olduğunu tebarüz ettirmiş. Ve neticede de Denizli Ağırceza Mahkemesi’nin 25/6/945 gün 199/196 sayılı kararlarıyla müellifin bütün eser ve mektubatı bilâ-istisna iade edilmiştir.
İşte Hristiyanlık dinini Avrupa’da mağlub ederek manen Avrupa’yı istilâ etmiş bulunan ve Asya’nın da istilâsına hazırlanan bu dehşetli cereyandan şarkın kapısı olan mübarek vatanımızı muhafaza ve istilâsına karşı da Risale-i Nur, Sedd-i Zülkarneyn gibi bir sedd-i Kur’anî vazifesi göreceğinden ve âlem-i İslâmın bu mübarek vatan ahalisine karşı pek şiddetli itiraz ve ithamlarını da izale ederek iktisadî ve siyasî bir ittifakı temin edeceğinden, bu millet ve memleketin saadet ve refahı için ellerinden gelen fedakârlığı yapan ve yapmağa hazır bulunan ileri ve doğru görüşlü büyüklerimizden, bu dehşetli ve acib şerait ve garib inkılab ve infilâklar devrinde beşerin ve hususan bu mübarek vatan ve milletin selâmet ve saadeti için ondört asra yakın bir zamandan beri beşere ruhanî, ahlâkî, içtimaî yollarda kudsî bir rehber olan Kur’an-ı Kerim’in hakikî tefsirinden ibaret bulunan Risale-i Nur Külliyatı’nın hiç olmazsa yukarıda mezkûr esasatı ders veren kısımlarının neşri için, âcilen alâkadar makamata emir ve hattâ yardım ve alâka göstermelerini yalvarır, sonsuz saygılarımı sunarım. Yüksek ve temiz huzurlarına…
20 Kânunusâni 945 Safranbolu Akçasu Mahallesi numara: 42
Mustafa Osman
Bendeniz bütün dünyaya dehşet salan tahribatçı o fesadçı anarşist bir cereyana karşı hiçbir siyasî emel ve arzu peşinde olmayarak sırf Kur’an ve iman namına ve hesabına mukabele ve müdafaa eden ve bu yüzden bu dehşetli cereyanın gizli nâşirleri bulunan zındık ve münafıklar tarafından defalarca hükûmetin dürüst ve derin görüşlü adliyesi tarafından beraet ettirilip, bütün eser ve mektubatı bilâ-istisna şahsına iade edilen Risale-i Nur müellifi Said Nursî’nin bir genç talebesiyim. Memleket büyüklerine şu açık mektubumu yazıyorum. Bu mektubumun neşrine imkân varsa aynen neşrini, bu vatan ve milletin saadeti namına yalvarırım.
Bu mektubun neşri ile hasıl olacak bir muvaffakiyet neticesi, neşr-i iman yolunda çalışmış olarak, ehl-i imanın imanını muhafaza ve bu millet için âlem-i İslâmın ve Asya kıt’asının hâl-i hazırdaki itirazı ve ithamını izale ve eskideki muhabbet ve uhuvvetini iadeye hizmet etmiş olacağınızdan Kur’an ve iman namına çok kudsî bir hizmet yapmış olacaksınız.
Hem de “Bir adamın seninle imana gelmesi sana sahralar dolusu kırmızı koyundan hayırlıdır” hadîs-i sahihi sırrına nâil ve bu kudsî hizmet-i imaniyede eserin müellifi bulunan Üstadımız Said Nursî Efendi’nin bütün manevî kazanç ve dualarına hissedar olarak Risale-i Nur’un manevî dairesine dâhil olacağınızı müjdeler, neticeden haberdar edilmekliğim ricasıyla selâm ve saygılarımı arzederim.
Mustafa
40. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Muazzez ve muhterem Üstadım!
Nâçiz vücudum ebediyet yolunda sevk-i kaderle sürüklenerek biraz da, her tarafı beyaz kefene boyanmış ve bu suretle bir nevi ölmüş bulunan Kars mıntıkasına getirildi. Nurların en değersiz bir hâdimini elbette Kars’a gönderen Hakîm-i Mutlak, onu şuuru taalluk etmeden en hayırlı işde istihdam edecektir.
Aziz ve muhterem Üstadım! Kalbime şimdi gelen ve hayatta beni çok zevkli tefekküre sevkeden اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ fermanını tefsir eden dersinizdir. Risale-i Nur, ehl-i imanı bir nevi liva-i Ahmedî (A.S.M.) altında topluyor, tefrikadan kurtarıyor, kuvvetleştiriyor. O liva-i Ahmedî (A.S.M.) Barla’da açılmış ve kemal-i hikmetle muhtelif yerlerde bulundurulmuştur. Bir kerre Nurlar yolu ile kendilerini bu kudsî, manevî sancak altına girmiş bilenlere ayrılık kalmıyor. Nerede bulunurlarsa bulunsunlar, hep bir yerde imiş gibi hep o mübarek ve mukaddes liva-i şerifin gölgesini düşünüyorlar. Bir kalb gibi çarpıyor, bir göz gibi görüyor, bir dimağ gibi düşünüyorlar. Ayrılık ve ayrılmak, hiss-i rekabet aslâ düşünülmüyor. Bu mukaddes, fakat dünyevî hiçbir zararı olmayan varlığa karşı çok sû’-i kasdlar yapıldı. Müellif-i muhteremine ve yakınlarına çok rahatsızlıklar verildi. Fakat neticede اِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ fermanının tecellisi oldu.
Şu birkaç satırı birkaç gün izin ile yanıma gelmiş olan yeğeniniz, biraderzadeniz Nihad ile beraber buluştuğumuz zaman yazıyorum, yani yazdırılıyor. Demek bu tahrir işinde de âciz ve nâçiz bir vasıtayım. Kalbimi kim sun’u ile işletiyorsa, kalemimi de hikmetiyle o tahrik ediyor. Size çok benzeyen Nihad’ın yüzüne bakmakla, aziz ve muhterem Üstadımın manevî huzurlarında geçirdiğim dakikaları hatırladım. Evet bu dârın fâni olduğuna, ebedî ve sermedî diğer bir dârın mutlak açılacağına imandan gelen kuvvetli tesellidir ki, bu surî iftiraka tahammül ettiriyor. Bilirim her dakikanızı ebedî âleme yarayacak ve mütehayyir insanları dalaletten hidayete götürecek hayırlı umûra hasretmişsinizdir. Şu birkaç satırın mütalaası inşâallah huzurunuza mâni’ olmaz. Ve ebediyen size merbut âciz talebenize mübarek duanızı celbe vesile olur temennisindeyim. Nihad’la birlikte ellerinizi öper, hayır duanızı istirham ederiz. Cenab-ı Kerîm-i Mutlak, her muradınıza nâil etsin, âmîn.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Âciz kardeşiniz
Hulusi
41. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz ve muhterem, şefkatli üstadım efendim hazretleri!
Vasiyetnamenizi okuduğum günden beri huzur-u kalble vakit geçirmek müyesser olmadı. Yalnız teessüratımı tahfif edebilmek için bir çare bulabildim. O da Kur’an-ı Hakîm’e sarılmak ve çok büyük bir merak ve iştiyakla Kur’an okumağa çalışan masumlarla meşgul olmaktır. Bunların arasında Lemaat’ın yazılması ve mütalaası bir tiryak hükmüne geçmektedir. Şimdi en büyük emelim, hastalığın tamamen zâil olduğuna dair tebşirat-ı Üstadanelerini almaktır. Hafiflediğine dair bize müjde verdiniz. İnşâallah tamamen iade-i âfiyet ettiğinize dair yakında beşaret bekliyoruz. Bazı kardeşlerin aynı teessürat tahtında bir çok mektublar yazarak herbiri Üstadımızı tavsif etmeğe çabaladıklarını gördüm ve kendi kendime dedim: Benim Üstadım madem ki Şeyh Geylanî ve Hazret-i Ali (Radıyallahü Anhu) gibi zevat-ı muhtereme tarafından medh ü sena edilmiş, كُنْ قَادِرِىَّ الْوَقْتِ denilmiş ve Celcelutiye’de sarahaten kendisinden bahsedilerek Hazret-i Ali (Radıyallahü Anh’ın) iltifatına mazhar olmuş mübarek Üstadımızın hakkında ne yazsak, onların yanında sönük kalır. Şimdiye kadar Risale-i Nur’un müellifinden başka hiçbir müellif ve müfessir ile bu kadar alâka olmamış ve hattâ Kur’an-ı Hakîm’in otuzüç âyeti ile de teyid edilmiş bir te’lifat işitilmemiştir. Binaenaleyh âciz ve kuvve-i kalemiyesi pek nâkıs olan bu talebeniz, diğer kardeşlere şu tavsiyede bulunmak isterim: Üstadımızın mahiyet-i hakikiyesini hakkıyla kavrayabilmek için Risale-i Nur eczalarının kâffesini anlamak şartıyla ve gayet müdakkikane mütalaa etmek ve bilhassa Otuzuncu Lem’ayı tekrar tekrar okumak, hazmetmekle, Üstadımızın manevî rütbesini herkes anlar ve tavsif edemeyeceğine kanaat getirerek lâl ü ebkem kalır ve kalemi de bu hususta hiçbir şey yazmayarak durur.
Hakkınızda yapılan sû’-i kasda gelince: Bu mes’ele hakkında da fikrim şudur: Bu mel’aneti bir Türk yapmaz. Olsa olsa milliyetsiz bir dönme, bir zındık ve milliyetsiz bir dinsiz veya bir çingene tarafından deruhde edilmiş bir vazife olabilir. Bu alçak hakkında yazacak söz bulamıyorum. Yalnız kendimi şöyle teselli ve teskin edebiliyorum: Madem ki bu vicdansız ve denaetkârane hareket, Türk olmayan bir zındık komitesinin işidir. Ve madem onların bu Din-i Mübin ile alâkaları yoktur. Ve madem küfr-ü mutlaktadırlar. Biz de onlar hakkında sarahat-ı Kur’aniyeye istinaden şu âyet-i celile ile intikamımızı alabiliriz: Esteîzü billah
اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْلاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّهُ لَهُمْ
Ve keza فَالْيَوْمَ الّذِينَ آمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَ âyet-i kerimesiyle de gülmek sırasının âhirette mü’minlere geleceği tebşir buyurulmaktadır ve onların ecelleri, ölümleri bir i’dam-ı ebedî olmaktadır.
İşte muhterem ve sevgili Üstadım! Eğer mü’minleri teselli eden böyle yüzer âyet olmasa idi, ehl-i dalaletin bize karşı yapmış olduğu muamelâta dayanılmazdı. Geçen mektubunuzda buyurduğunuz gibi, madem hayat-ı bâkiyede beraberiz, bu iman kuvvetiyle bu misafirhanede ne kadar meşakkate maruz kalsak حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ diyerek müteselli olabiliriz. Biz daima sevgili Üstadımızdan sıhhat haberi bekliyoruz, gözyaşlarımızı azaltacak yegâne çare odur. Cenab-ı Hak ömrünüzü müzdad buyursun duasını tekrar ile, Kur’an okuyan masumlar beraber mübarek ellerinizden ve ayaklarınızdan öper ve arz-ı ta’zimat eylerim şefkatli üstadım efendim hazretleri.
Size çok müştak ve duanıza çok muhtaç âciz talebeniz
Re’fet
42. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Ey muhterem üstadım!
Anam babam ve tatlı canım ve altı evlâdım senin yoluna feda olsun. Senelerden beri zahirî esarette akl u hayale gelmeyen türlü türlü ezâ ve işkenceler altında yaşarken, şimdi de hayata göz kapamayı kendinize tercih ettiniz. Sizin o mübarek hayatınızın varlığından bütün dünya müstefad ve ferahnâktır. Fakat benim gibi bir echelin varlığı ile yokluğunda hiçbir fark olmadığından, yerinize beni tercih ediniz. Burdur’daki Âsım Bey’in ve Hâfız Ali kardeşlerimizin senin yerinde şehid olmaları gibi, gerçi ben talebelik vazifesini tamamen îfa etmemiş isem de, siz tamam sayarak yerinize hemen beni tercih ediniz. Sevgili üstadım! Gece-gündüz Risale-i Nur’a hizmet eden ihvan kardeşlerimi yetim bırakmayarak başlarında biraz daha bulunmanızı, Hakîm-i Zülcelal Hazretlerinden temenni ve niyaz ederim.
Üstadım! Sizin varlığınızdaki feyiz ve nur ile, yokluğunuzdaki bir midir? Tabiî bir değildir. Onbir senedir hasretinizi çekip acaba bir daha dünya gözüyle görmek nasib olacak mı derken, bu acı haberi işitir işitmez bütün vücudumdaki et ile kemik birbirinden ayrıldı zannettim. Gece gündüz gözyaşlarım durmaz oldu, dünya başıma zindan oldu. Bu gözyaşlarımı kim teskin edecek sevgili üstadım.
Kuleönü’nde İstasyonunda Cemal Yakub değil, Cemal Yakub müteveffa Âsım’a refîk yaptığınız kusurlu Yakub
43. Parça[]
Hâfız Ali’nin tam vârisi Hasan Feyzi’nin bu mektubu şehnameli mektublarından geri kalmaz. Belki Denizli’de şakirdlerin faaliyetlerinden tam haber verdiği için, o şehnamelerden bir cihette daha ziyade menfaatlidir. Ve beni çok mesrur eyledi, Lâhika’ya girsin.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ اَنْفَاسِ الْخَلاَئِقِ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ
Ey muhabbetiyle gönülleri dolduran sözleri ve Risalet-ün Nur’uyla âlemleri nurlandıran mübarek Üstadımız!
Bu âciz kalemim yine sana bu yazıları yazmağa fırsat buldu. Yine gözlerim nur ile doldu. Yüksek ve mübarek şahsına, aziz ve kıymetli zâtına akraba ettiğin Çalışkan ailesinden buraya gelen mübarek kardeşimizin âyinesinde yine sizi gördük. Yine nurunuzla müşerref olduk. Sıhhat ve âfiyet haberinizi bize getiren bu sevimli kardeşimiz, Yusuf’un gömleğini Yakub’a götüren ve hazrete yepyeni bir çift göz veren beşîrden daha beşaretli, daha neşatlı ve daha saadetli geldi. Bize sükûn ve sürur verdi. Bize safalar ve şifalar getirdi. Yusuf’un nefesini Yakub’un hasretle yanan kalbine kattı. Vaktiyle çok âşık kardeşlerin var diye taltif buyurduğunuz burada kardeşlerimiz hemen onu görünce etrafına toplandılar. Size gösterdikleri aşk ve alâkayı aynen ona da gösterdiler. Yarı gecelere kadar onunla oturdular. Âşık diye bahşettiğiniz aşkın eri olduklarını gösterdiler. Evet Üstadım, bunlar hakikata âşıktırlar.
Aralarında memur, muallim, esnaf ve işçi olarak her sınıf halktan bulunan bu âşık ve sâdık kardeşlerimiz, Risale-i Nur’ları hergün yazmakla ve okumakla ve okutmakla bu aşk ve muhabbeti artırıyorlar ve hem isbat ediyorlar. Eski yazıyı yazamayan bazı gençler de yeni huruflarla ve bazıları da bunu makinelerle yazıp çalışıyorlar. Çalışan bu kardeşlerin sayısı ve miktarı hergün artıyor.
Bu âciz talebeniz de şimdi her işi terkederek sade bu işle meşgul bulunmaktadır. Öğleye kadar hergün yazmakla vaktimi geçiriyorum. Öğleden sonra da birer birer kardeşlerimin yanlarına uğrayıp elimden geldiği kadar onlara yazı hususunda tarifler ve izahlar yaparak himmetinizle yardım ediyorum. Lâzım olan eserleri ve defterleri bulup vererek ve değiştirerek hizmet ediyorum. Gençler de matbu’ Yedinci Şualardan Hüsrev kardeşimizden getirtmiş ve olmayanlara vermiştim. Bu sefer oradan onbeş daha istedim. Bunları da meraklılarına ve yazabilecek olanlara verecektim. Bu kerametli Âyet-ül Kübra Risalesi’ni her arkadaş ayrı ayrı birer tane yazıyor. Bitirenler de şimdi Meyve Risalesi’ni yazmağa başladılar. Meyve’yi bulamayan yazıcılar da boş durmamak için İktisad, Şükür, Hastalar ve İhtiyarlar Risalelerini ve başka risaleleri yazıyorlar.
Yakın zamanda bu hizmete giren bildiğiniz Ahmed’lerden başka bir Ahmed kardeşimiz, kısa bir zamanda hem Âyet-ül Kübra, hem Meyve, hem Şükür ve hem de İktisad Risalelerini gayet güzel olan kendi elyazısıyla yazmış ve bitirmiştir. Rü’yasında dahi sizi görüp konuşan ve huzurunuzda kara sakallı bir veli zâtın لا يكلف اللّه demesiyle ve sizin ağlamanızla ağlayan ve yemekler yiyen ve iltifatınıza mazhar olan bu Ahmed’e söyledim. Büyük dört tane defter alacak. Birine Sözler’i, birine Lem’aları, birine Şuaları ve birine de kâmilen mektubları yazacak. Ve kendisi de söz verdi ki, Risalet-ün Nur’un her nüshasını ve tamamını yazacak. Çünki yazısı hem güzel ve hem kalemi seri’dir. Bir başka kardeşimiz de 60-65 yaşlarında olduğu halde yine güzel yazılarıyla Âyet-ül Kübra Risalesini iki defa yazmış ve bitirmiş. Şimdi de yine üçüncü defa olarak aynı risaleyi yazmağa başlamıştır. Gündüz akşama kadar nafakasını tedarik etmek için yarı resmî bir dairede oturup yazı yazan bu zavallı ihtiyar hacı efendi kardeşimiz, gece yarısına kadar kör kandili ve kuru hasırı üzerinde hiç durmadan 10-15 sahife Risalet-ün Nur’u yazıyor. Hem âşık, hem sâdık, hem fakir hâline sâbir ve hem de siz Üstadımıza duacı ve dualarınızı umar ve bekler ve hem haftada bir Yedinci Şua meydana getirir ve hem yazdıklarını teberrük ve teberru’ eder ve herkesin yazmasına çalışır. Bu hacı dedenin sair yerlerde inşâallah bir nümune ve bir örnek olması beklenir.
Yedinci Şua’lardan birisini de Müftü efendiye verdim. O da yazmağa başladı. Birisini bir değirmenciye verdim, o da yazıyor. Hem de münavebe usûlüyle, nüshalar yetmediğinden gece değirmenci, gündüz bir mütekaid yazıyor. Hem de Üstadım, öyleleri var ki; karısı kitabdan okuyup söylüyor, kocası yazıyor. Bir çatı altında hem karı, hem koca, hem de kayınbirader münavebe ile yazıyorlar. Hem kime vermiş isem ve söylemiş isem kabul ediyor. Yalnız bir adam yazarım diye söz verdiği ve kitabı aldığı halde ihmal etmiş ve yazmamıştı, kitabı da iade etmemişti. Sermayesi olan 120 lira kıymetinde bulunan kıymetli ve yüzünden ekmek yediği medar-ı kazancını birisi gelip alarak kaçmış ve bulunamamıştı. Arkasından kendisi de bir çok masraflar ederek günlerce arayıp yorulduktan ve ümidini kestikten sonra hâib ve hâsir geri dönmüş ve şaşkın bir hale düşmüştür. Bu suretle onun sille ve tokat yediğine de şâhid oldum. Gerçi o anlamadı amma bize ibret oldu. Bir kardeşimiz de bir Yedinci Şua İstanbul’a götürerek eski harflerle kendi nam ve hesabına birkaç yüz tane bastırmak ve meccanen dağıtarak bu suretle hizmet tasavvurunda bulunuyor.
Burası hakkında “Bir Medreset-üz Zehra olacak, büyük bir İslâmköyü, ikinci bir Isparta olacak” diye yaptığınız duaların tesiri görülmeye ve bârigâh-ı Ehadiyette makbule geçtiği artık sezilmeye başladı ki; hiç okuyup yazmasını bilmeyen ve elifini bile bilmeyen, olabildiği kadar ümmi genç bir kadın, kocası yazarken yorulup kalemi elinden bırakıp nefes almağa başlayınca derhal kalemi alarak ve kitaba dalarak orada gördüklerini aynen ve harfiyen yazıp kopya etmesi, hattâ sahifeler doldurması, bunun yani mübarek duanızın kabulünün bir delili ve şâhididir. Kadın ve erkek Risalet-ün Nur’u yazan ve okuyan bütün kardeşlerimiz Ahmed’ler ve Hüseyin’ler, Muharrem ve Mehmed’ler ve Müftü ve Reis-i Âdil ve bütün aile halkımız ve câriyeniz refika-i âcizî ve Fikret ayrı ayrı selâm edip selâmetinize dualar ederler ve hürmet ve ta’zimlerini arzederler ve mübarek ellerinizi öperler ve duanızı rica ederler.
Ayrılmaz ve sarsılmaz ve himmetinizle ve avn-i İlahî ile bu yolda yürümekten yılmaz ve yorulmaz olan bu âciz ve edna talebeniz de selâm, sevgi ve saygılarını sunar, ellerinizi öper, selâmetinize âcizane dua eder ve duanızı bekler, Üstadımız Efendimiz.
Bîçare ve âciz talebeniz
Hasan Feyzi
Eski talebelerinizden Yakub buradadır. O da risaleleri yazmağa başladı. Selâmını ve hürmetlerini takdim ediyor. Âtıf da buraya gelip gidiyor efendim.
44. Parça[]
Bu Çalışkanlardan Hasan, iki senedir kemal-i sadakatla bana ve Risale-i Nur’a hizmet etmiş. Hasan Feyzi’nin bu defaki mektubunun başında ondan bahsediyor. Öyle ise bu da Lâhika’ya girsin.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ
Bizim gibi milyonlarca ehl-i dalaleti Hak yoluna koyan hamiyetli, merhametli, şefkatli Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Bu defa ticaretle İzmir’e ve dönüşte Aydın ve has kardeşlerimiz memleketi olan Sultanhisar ve Denizli’ye uğradım. Nur’dan hisar ve Nur’dan deniz olan o havalilerde Nurcular ve nuranîler ve nur ummanı olan çok muhterem ve pek sâdık, gayet çalışkan olan kardeşlerimizin bazılarıyla yüzyüze görüşmek lehülhamd nasib oldu. Şu âdi, cahil, âciz, hakir, günahkâr bana gösterdikleri iltifat beni utandırdı. Böyle yaşamaktan, ölmeye razı oldum. Fakat Elhamdülillahi hâzâ min fadlı Rabbî Cenab-ı Rabb-ül Âlemîn’e sad hezar şükürler olsun ki dersinizi dinlemek, elinizi öpmek nasib oldu. İçimden gelen ve beni her an sefalete sürüklemek isteyen nefsime “Sen öl. Benim daha tekrar tekrar öpeceğim el var, hizmet edeceğim Nur dâhî var” diye kendimi teselli edebildim. Saye-i âlînizde talebeleriniz kalemlerinden hanedanımız ve isimlerini duyunca, görünce lâyık olmadığımız bu şerefi şu âciz şahsımıza münasib görmediğimiz gibi cevab da yazmaya cesaret edemiyoruz. Madem Nur dâhîsisiniz, bizleri akrabalığa kabul eden babamızsınız. Mektublarında bizleri hatırla satırlara yazanlara yerimize siz muhterem Üstadımız cevabda bulunmanızı rica eder, el ve ayaklarınızı öperek zât-ı nuranîniz için hangi virdleri okursak şifa ve makbul olacağını bildirmenizi istirham ederiz, Efendimiz Hazretleri.
Pür-kusur Çalışkanlardan çok günahkâr Hasan köleniz
45. Parça[]
Sabri kardeşimiz bu samimi mektubundaki garib ve zarif duasına Nur’un has şakirdlerini şefaatçı yapması güzeldir. Lâhika’ya girsin.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz, sıddık, mürşidim Efendim Hazretleri!
Benim gibi âciz ve günahkâr kemter bir mahluka göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuzu aldım, derecesiz memnun oldum. Cenab-ı Allah nasılki bu dünyada bu mel’anet akıntısının şerrinden bizleri kurtarmak için, siz gibi büyük bir Üstadımızın himayesine vermişse, âhirette de yine cümle Risale-i Nur talebelerini, Risale-i Nur hürmetine bizi Peygamber Efendimizin liva-ül hamd sancağı altında, sizin himayeniz altında bir araya cem’ eylesin. Âmîn, âmîn bihürmetil Kur’an ve esrarihî ve envârihî ve bihürmeti Seyyid-il Mürselîn ve bihürmeti 1400 seneden beri dünyayı ışıklandıran Nur-u Kur’anı ortadan kaldırmak maksadıyla bu aziz vatanın yavrularını küfr-ü mutlaka çevirmek isteyen karanlığa karşı bizleri kurtarıp Nur yoluna çeviren Risale-i Nur’un ilk teşkilâtı ve bihürmeti Allah rızası için dünyada bir kardeşliği uhreviyeyi temin maksadıyla başka bir dünyevî gayesi olmayarak fîsebilillah altı ay Eskişehir hapishanesinde yatanların ve bihürmeti Denizli hapishanesinde Risale-i Nur kahramanı ve Denizli hapishanesinin ve kabristanının şehidi, dünyada Risale-i Nur uğruna canını feda ederek ve âhirette de Risale-i Nur talebelerinin derecelerini müjdelemek için, onlara şefaat etmek için Risale-i Nur uğruna canını feda eden Hâfız Ali’nin ve bihürmeti Denizli hapishanesinde ve Denizli vilayetinde medrese-i Nuriyeyi vücuda getiren ve bîgünah, hiçbir cürme mâlik olmadığı halde sırf Allah rızası için dokuz ay yatanların ve Hasan Feyzi gibi Risale-i Nur’un sırlarına vâkıf olan kardeşimizi kazananların ve bihürmeti Âyet-ül Kübra’yı Asâ-yı Musa namını veren nasılki evvelki firavunun bütün tılsımlarını ve sihirlerini zîr ü zeber etmişse şimdiki firavunun da bütün dinsizliğini mürtedliğini öylece zîr ü zeber etmeğe sebebiyet vermek için Asâ-yı Musa’nın mecmuasının tab’ olması da fevkalâde başarı gösteren talebelerin ve basılmasına sebeb olan Tahirî kardeşimizin ve bihürmeti Üstadımızın âşıkı olan daima âlimane Risale-i Nur’a talebelerini cûş u huruşa getiren ve daima Lâhika’ya geçen Halil İbrahim kardeşimizin ve bihürmeti Risale-i Nur teşkilât-ı esasiyesinden bugüne kadar büyük Üstadımızın Risale-i Nur’un deryasından fışkıran feyzini alıp bütün talebelere günügününe yetiştiren ve bu yüzden bütün talebelerin daha ziyade Nur’a çalışmasına sebebiyet veren ve canını, malını ve gençliğini bu yolda feda eden aziz ve sıddık kardeşimiz Hüsrev’in ve bihürmeti Risale-i Nur başlangıcından bugüne kadar fevkalâde Üstadımızın hizmetinde bulunan ve Risale-i Nur uğrunda iki sefer hapse giren ve Lâhika-i Nuriye’de ismi yazılan aziz sıddık kardeşimizden Re’fet ve Rüşdü’nün ve bihürmeti aslı Sinop’lu olup tedavi için İstanbul’a gelip İstanbul doktorlarının tavsiyesiyle Aydın’a gelen ve Aydın’da bir tüccar dükkânına girmesiyle masanın üstünde duran bir Risale-i Nur’u okur okumaz derhal manevî kuvvetli bir şifa görmesiyle, “Benim için çare-i necat, Risale-i Nur’a hizmettir” diyerek derhal Isparta’ya giderek ve bu risalelerin sahibi olan Üstadımızı hiç görmediği halde Eskişehir mahkemesi hakkında gayet manidar, gayet kıymettar bir müdafaaname yazan ve bugüne kadar da bütün hayat-ı dünyeviyesini, Risale-i Nur uğruna feda ederek elyevm çalışmakta olan kardeşimiz Hasan Âtıf’ın ve bihürmeti sekiz sene Kastamonu’da Üstadımız Hazretlerine hizmet eden Kastamonu talebelerinin ve bihürmeti İnebolu kardeşlerimizin ve bihürmeti Emirdağı’nda Üstadımıza candan yardım eden vefakâr kardeşlerimizin ve bihürmeti daha isimlerini bilmediğimiz bütün talebe kardeşlerimizin ve bundan sonra daha ne kadar gelecek talebe varsa…
Nasılki Risale-i Nur, sonra çıkacak olan Mehdi-i Resul’e baktığı sırrını ifşa etmişse, Şeyh Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinin bir risalesinde 309’da doğan çocukların Mehdi-i Resul’ü göreceklerini haber veriyor. İnşâallah biz Risale-i Nur ordusu, bu ordu-yu Nuriyeyi sonra gelecek Mehdi-i Resul’ün askeriyiz ve onun için feda-i cân etmeğe hazırlanıyoruz.
Üstadım Efendim Hazretleri! Benim gibi tahsil ve terbiyesi hiç olmayan, sizin ve Risale-i Nur’un feyzi sayesinde bugün okur-yazar olduk. Biz âcizler, böyle yazılarla sizi meşgul ve rahatsız ediyoruz. Bu husustaki kusurumuzun afvını dilerim.
Burada, başta Vehbi Hoca olmak üzere umum hocalar bil’mukabele selâm ile arz-ı hürmetler ederler. Ve bütün talebeler el ve ayaklarınızdan öper ve dualarınızı bekleriz efendim.
Çok günahkâr köleniz
Mehmed Sabri
46. Parça[]
(Baba-oğul Mehmed Çalışkan ve Keçel Geylan’ın bir küçücük fıkralarıdır.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ حُرُوفَاتِ الْقُرْآنِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
Çok aziz, çok kıymetdar, çok mübarek, çok müşfik Üstadımız Efendimiz Hazretleri!
Evvelâ: İstifsar-ı hatırla mübarek el ve ayaklarınızdan öperiz.
Ondördüncü asrın emsalsiz zulüm ve zulümatına karşı çıkan Risalet-ün Nur ve siz sevgili Üstadımız, bugün artık lillahilhamd muvaffak olmuştur. Yirmi seneden beri huruf-u Kur’aniyenin sönmesi için vurulan darbeler tamamen akîm kalmıştır. Bugün artık nurumuz sayesinde tekrar Kur’an okumak için mahallelerde kadınlar ve erkekler tarafından okutulmağa başlamış, bir çok kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk vardır. Fakat bununla beraber yüreklerimizi yakan bir şey varsa o da siz sevgili Üstadımızın dâr-ı bekaya, bizleri bu zulmetli dünyada bırakıp da gitmeniz olacaktır. Yine kalblerimiz ağlayarak Hasan Feyzi Efendi ağabeyimizin söylediği şu mısraları tekrarlıyoruz:
Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak,
Yine firkat yine hasret yine hüsran olacak.
Bu mısraın manasını düşündük. Âhirzamanın bir rahmeten lil-âlemîn olan Risale-i Nur’un müellifi siz sevgili Üstadımız dâr-ı bekaya teşrif ettikten ve Nur güneşi çekildikten sonra biz gibi körler nasıl yolumuzu göreceğiz, diye hatırıma geldi. Fakat yine Hasan Feyzi Efendi kardeşimizin cesed ve beden kınından çıkan ruh kılıncı bütün kuvvetiyle faaliyete geçecektir, cümleleri bizi biraz teselli edebildi.
Mübarek Üstadımız Efendimiz! Yine kalbimiz ağlıyor. Nur çekildikten sonra ne olur bizim halimiz diye hazînane düşünüyoruz. Bu hususta dualarınızı çok rica eder ve dua defterinden silinmememizi yüksek şefkatinizden yalvarırız. Ve yine hizmet-i mübarekenize Ceylan’ın gitmesi için lâzımgelen manevî işlerin görülmesini dileriz.
Âciz ve günahkâr talebeniz Geylan ve Mehmed Çalışkan
47. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Pek muhterem Üstadım!
Âh mübarek Üstadım! Emirdağı’nda iki cihan serveri Resul-i Ekrem’in vârisiyle ve Kur’an-ı Azîm’in muazzez nuruyla karşılaştığıma halkedici Rahman’a hesabsız şükürler olsun. Yalnız lâyık olan hürmeti îfa edemediğimizden afvımızı dilenirken bütün arkadaşlar da birlikte bu uğurda canlarımızı kurban etmeğe hazırız. Geçende rü’yada, doğacak çocuğun adını Said konmasını emretmişsiniz, müsaadeniz var mı?
Sû’-i kasda cür’et gösteren güruh-u nâriyenin Allah herbirisinin belasını versin. Zehirin dâhil-i beden olduğunu hissedince âcizin bildiği tedbir; bir okkaya yakın tuzlu ılık su veya beş-on aded yumurtanın akını içmeli, kustursun. Arkasından kay ettikten sonra müshil için hindyağı almak. Gerçi panzehirinizin mâşâallah, bârekâllah bunlara ihtiyaç bırakmıyor.
Yakından bütün hizmetinizi yapmağa ve el ve ayaklarınızı hürmetle öpmeğe meftun, duanıza müştak ve muhtaç, âciz, zavallı talebeniz
Hayri
48. Parça[]
Sevgili Üstadım!
Cenab-ı Hakk’a yüzbinler şükrolsun ki, heryerde nasılki Risale-i Nur kerametini göstermiştir. Burada da büyük bir câmiin hem hatibi, hem de imamı olan Hâfız Mehmed iki seneden beri herhangi bir işde ve yazıda eli titriyordu. Risale-i Nur’u yazmasıyla elinin titremesi derhal durmuş. Evimize geldi ve bizi müjdeledi. Ve bir de Molla Fethullah kardeşimizin yazmış olduğu İhlas Risalelerinden birisini siz Üstadımıza takdim ediyoruz, kabulünü rica ederiz. Ilgın’da genç birisi eskiyazı ile alâkası yok, yalnız ibtida-i tahsili görmüş Mehmed Abdülmetin isminde… Sizinle bir sefer evvelce görüşmüş olan Nebi isminde bir kardeşimiz, o genci bize getirdi. Birinci olarak bu iki kardeşlere yalnız Risale-i Nur’dan Sirac-ül Gafilîn verdik. Bu genç Abdülmetin ismindeki kardeşimiz Sirac-ül Gafilîn’den yeni hurufla birkaç nüsha yazarak ve o feyzinden doğan birkaç satırlık şiirini beraber siz Üstadımıza gönderilmesi için bize göndermiş. Biz de bunu siz büyük Üstadımıza gönderiyoruz. Abdülmetin’in Gençlik Rehberi hakkındaki şiiri:
Sensin bize bu fâni doğru yolu gösteren
Sensin bütün gençlere o ilhamı veren
Seni okuyan kimsenin kalbine girer kerem
Sen şifasın derdlere ey Sirac-ül Gafilîn.
Cehaletten ayrılmak onu okumak demektir
Okudukça okumak ayrı bir zevk demektir
Seni okuyan kimse eğri yoldan çevrilir
Doğru yolun önderi ey Sirac-ül Gafilîn.
Seni yazan ellerin ben de olsam türabı,
Görsem bir kez cemalin şu fâniden geçmeden
Rabbim nasib eylesin şu kısa bir zamanda
Sensin bize yardımcı ey Sirac-ül Gafilîn.
Ebedî dünyasını mes’ud eder okuyan
Bîçaredir ne yazık okuyup da tutmayan
Gafilliğin sonu gelmez gireceğiz hep yere
Al ilhamı Kur’andan gelmesin cismin yere.
Kulun Mehmed derdini anca böyle söyledi
Derdlerine şifalar senden taleb eyledi
Gamı gitmez bu fânide hiç kimsenin bir zaman
Ebedîde rahmet eyle, yoksa halimiz yaman.
Çok muhterem huzura ve Sirac-ül Gafilîn’den aldığım ilham üzere âcizane yazdığım birkaç beytin kabulünü rica eder, ellerinizden hürmetle öperim, efendim.
Duanıza muhtaç kardeşiniz
Mehmed Abdülmetin
49. Parça[]
Çok Mübarek Üstadım Efendim!
Bendeniz âciz burada Risale-i Nur’un çalışkanları ağabeylerimin meziyetleriyle iftihar etmekteyim. Cenab-ı Hak sizin ve Risale-i Nur’un hürmetine bu hususta maksadıma muvaffak eyler inşâallah. Benim Nur’a karşı hadsiz ebedî hürmetimi izah etmeğe liyakatım olmadığı için, çok hatalarım uzun yazmaktan vazgeçirdi. Çalışkanların, Nur’un hürmetine asker olmaklığımla beraber kısmen âcizane Risale-i Nur vazifemi elimden geldiği kadar îfa etmeğe çalışan çok kusurlu, bîçare, âciz talebeniz binler selâm ve binler hürmetlerimi sunar, mübarek el ve ayaklarınızdan öperim, efendim hazretleri.
Günahkâr, âciz talebeniz Mehmed Eşref
50. Parça[]
(Medar-ı hayrettir ki; ben bugün niyet ettim ki, Zekâi’yi soracağım. Ne haldedir diye Hüsrev’e yazacaktım. Birden onun bu fıkrası elime verildi. Niyetim cevabını aldım.)
Aziz Üstadıma
Sabi iken aşikârdı Hak yolunun râhîsi
Olacakmış en sonunda Nur âsârın dâhîsi
Öpmüş alnından rü’yada Hak dininin bânisi
Bu sırdan hasımdı o zındıkların âdisi.
Tâ ezelden ufuklara semalara ağlaya
Âşık idin sürüklendin menfalara hücraya
Hikmet-i Hak zindanlara Hak emrini îfaya
Girmiş idin, sandı hasmın mahkûm olur i’dama.
Her çileye şükredip hem cefalara katlanan
Her hasmına acıyarak yol gösterip ağlayan
Ehl-i iman yarasına tiryakları bağlayan
Sendin Üstad hem hayatı fânilere satmayan.
Emr-i Hakk’ı lâyıkıyla bilâ-perva yazdın sen
Hak yolunda kaleminle mezarını kazdın sen
Gam-ı cihanî içindeyken bize nurlar saçtın sen
Binler iman ehlinin de duasını aldın sen.
Fâni dedin, geçer dedin mihnetleri zevkettin
Zalim, zındık hepsi sana zulmetti de şükrettin
Alçak eller on tecrübe zehirledi hazmettin
Cevşen-Baha iksiriyle tesirini def’ ettin.
Lâkin şimdi şu son günler ve acılı zamanda
İftiharla vazife son, işim bitti manada
Bir vasiyetnamenizle karşılaştık bir anda
Hazan oldu bir cihan alevlendi bu canda.
Şakirdlerin ruhu hasta bu acılı haberden
Yaş yerine kan akıyor gözlerinden kederden
Zekâi’nin derdli başı bu cihan-ı elemden
Sana bedel kurban gitsin söz al Üstad ecelden.
Her risalen bir Üstaddır, üstad olur Nur Sözler
Gavs-ı A’zam, İmam-ı Ali seni gözünde gözler
Her şakird ve ehl-i iman bunu kalbden özler
Defterinde okunsun bu iman veren hak sözler.
Hasmın gönlüne düğüm siz müsterih biz ölgün
Vasiyetin hükmüne münkadız bizler her gün
Vazifende kazandın ki aşikâr oldu bugün
Hak’dan da umarız ecelden ol şanlı bir düğün.
Dûr olmamak dünya gibi ukbada dileğimiz
Bizi gönder, bizi gözet günahkâr her birimiz
Aşikârken nihan olmak zahirî elemimiz
Bizi bekle aziz Üstad bîçaredir hepimiz.
Her an günahkâr Zekâi her an emrine münkad,
Ölüme müştak olduk irşadınla aziz Üstad.
Risale-i Nur’un kusurlu hâdimi
Zekâi
51. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَائِنَاتِ وَ مُرَكَّبَاتِهَا
Üstad-ı Celil-ül Kadrim Efendim Hazretleri!
Her ân u zaman müştak ve mütehassir bulunduğum dest-i mübarek ve dâmen-i pâklerini tekrar tekrar öperim.
İki aydan beri etrafımı dinliyorum ve gördüm ki vasiyetnamenizi hem Risale-i Nur şakirdlerini; daha doğrusu bu memlekette umum kulûb-u mü’minîn ve muvahhidîni dağdar etmiş, telaşa düşürmüş ve arîz ve amîk düşündürmüş olduğunu gördüm ve bildim. Bilhassa bu hakir, pür-kusur nâme-i mezkûreyi ilk görüş ve okuyuşumda âni ve serâpa bir sıcaklık ve müdhiş bir me’yusiyet ve muhît bir hüzün içinde boğuluyordum. Bir müddet sonra rahmet-i İlahiye ile o hüzün ve teessür bulutu azar azar başımdan sıyrıldı hissettim ki, Sure-i Kevser’in manevî kevserinden bir katrecik ruh ve dimağıma verilmiş. O mübarek Sure-i Kevser alâ kadr-it tâka inkişafa başladı ve kalb-i hakiraneme manen dendi:
Nebî-i Zîşan Aleyhi Salavat-ur Rahman Efendimiz Hazretleri de divan-ı Sübhanîye kemal-i hâhiş ü sürurla irtihal buyurdular. Ve keza enbiya-i saire ve evliya, asfiya ve etkıyanın en mühim ve gaye ve hedefleri âlem-i beka olduğu bedihî iken kim ister ki ahbab ve yârânından geri kalsın. Hülâsa Sultan-ı Enbiya Aleyhissalâtü Vesselâm haklarında reva gördükleri tefevvühattan birisi ki; o kâfir, müşrik münafıklar “ebter” tabir-i gayr-ı lâyıkını atf u sarfettiler. Halbuki zerre kadar şuur ve insafı olan derkeder ki, o Rahmeten lil-âlemîn’in her asırda ve her günde ve her anda âramsız temadî ve teselsül edegelmiş şeriat-ı garra-yı Ahmediyesi (A.S.M.) ve 350 milyondan ziyade tâbi’ ve müntesiblerinin ondört asır ve ilâ yevm-il kıyame devam u devri i’lam ve ilân ve isbat ediyor ki, “ebter” ancak o kâfirler ve münafıklardır. Çünki o ebterler, mezar denilen hufre-i nirana sukuttan sonra bir namlarından mâadâ dünyada hiçbir zikr-i cemile mazhar olamamışlar. Ancak “Firavun” “Nemrud” “Ebu Cehil” ve saire aleyhimülla’ne gibi en mezmum ve müteneffir sıfatlarıyla kendilerini kemal-i nefretle andırmağa sebebiyet vermişler. Binaenaleyh Nurlar Külliyatı şiddetli ihtiyaç ânında zuhur edip inşâallah ebede kadar asırları, âlemleri tenvir ve teşrif ettiği ve edeceği için bu gibi mâ-bih-il iftihar-ı yekta, âlem-i beka sermaye-i feyyazını Kur’an-ı Kerim’in nihayetsiz hakaik ve gavamızını atşan ve kemal-i şevk ile muntazır bulunan ehl-i imana tefviz ve tevdi’ ve ehemm umûr ve vezaifi bihakkın îfa ile ölmüş kalbleri nur-u iman ile ihya eden her zaman mevcud ve berhayattır. Nesli de hem kesretli, hem de ebede kadar dâim ve lâyezaldir. Elhamdülillahi Teâlâ hâzâ min fadli Rabbina.
Hem irtihalin şartı, vazife-i kudsiyenin tekmil ve nihayet bulmasına menut değil midir? Halbuki Mektubat’tan, Lem’alardan henüz kaleme alınmayan mevzular var. Bilhassa Yirmibeşinci Mektub ki lâakall üç senelik bir mevzu değil midir? Eğer ilk niyet ve talebimizi Cenab-ı Hak müyesser ve muvaffak kılsa, umum Kur’anın tefsiri edna otuz senelik vazife önümüzde beklemiyor mu? Hem Allâm-ül Guyub olan Hâlık-ı Ekrem zaman içinde zaman halketmesi cihetiyle üç seneye otuzüç senelik meyve ve sünbüller vermesi şe’n-i kudretullahtan olduğuna şübhe var mı?
Madem ki فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ اَلْفَ سَنَةٍ وَ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ kavl-i kerimanesi ve ihbar-ı Sübhanîsi elimizde hüccettir. O günlerden bir gün daha zamm ve ilâve edilse Cenab-ı Hakk’ın kudret ve kuvvetine ve nihayetsiz ihsan ve rahmetine ve tükenmez fazl u keremine ne gibi nakîse verir ve ne halel gelir? Öyle ise (*[15])
اللّهم يسر جميع مرادهم و حصل مرامهم و آتى مقاصدهم و حقق اعمالهم و طول عمرهم فى خدمة القرآن والايمان
daavat-ı hâlisanesine müvazebet edelim diyorum.
İzzetli Üstadım! Bir müddetten beri oldukça ehemmiyetli taaddi ve tecavüzler vukuunu maalesef işitiyorum. Fakat Risale-i Nur heyetinin inayet-i Hak’la son zaferi, küfr-ü mutlakın şiddetli hükümferma olduğu bir sırada asılsız ve esassız ne kadar isnad ve tecavüzat yapılsa, muhkem bir kal’aya atılan taşın tekrar atan kimsenin kendine isabet etmesi gibi, dışı koca içi baca halliler her söz ve hareketleriyle kendilerinin ne mal olduklarını irae ediyorlar, demeyi zâid görüyorum. Bir cihet de şöyle hatırıma geliyor ki: Risale-i Nur müellifine karşı tecavüzat-ı vakıada bulunmaları hafî ve manevî bir esrarın izharı için olduğuna kani ve kailim. Zira Mürşid-i Ekmelimize gaddarane muamelelere kalb-i nazgânelerini rencide etmekte ise de, öyle zamanlarda çok müteessir ve hikmetfeşan ve cihandeğer münazarat-ı kalemiye ve fıkarat-ı hikemiyenin sudûru temaşa ve mütalaa edene çok büyük neş’e ve neşat veriyor. O da, o acı tecavüzün netaic ve semeratıdır bildim. Asr-ı Saadette Ekrem-ür Rusül (A.S.M.) Efendimiz Hazretlerine birçok tecavüzatın îkaı sebebiyle ki, hadsiz hakikatdar, hem nurefşan, hem pek ziyade teselliyetbahş âyât-ı Kur’aniye inzal kılınmış ve ilâ-yevmina hâzâ umum ehl-i hak ve bütün ümmete o beşaretli ve azametli ve ünsiyetli ve ihatalı âyât-ı adîde medar-ı kuvvet ve rasîn bir istinadgâh olmuş değil midir?
Sevgili mürşidim! Ezcümle (فَلاَ يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ) (فَلاَ تُطِعِ الْكَافِرِينَ) ve (قل) emr-i celil ve kavl-i münifi ile başlayan yüzler âyâtlar ve فَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ gibi çok manidar âyât-ı azîmenin sebeb-i nüzulleri, ruh-u Habib-i Kibriya’nın incinmesinden münbais olduğuna şekk var mı? O zamandaki anûd mürtedlerin hücum ve savletleri sebebiyle o çok mühim ve gayet ziyadar ve pek lüzumlu hitabelerle tâ arştan yârân ve ahbabına sarsılmaz bir kuvvete, ebedî bir melcee, sermedî bir müncîye merbutsunuz; ağyar ve a’dasına da kemal-i heybet ve azametle “Utanın ey ehl-i dalalet, fikriniz söndü mü? Ey mahkûm-u gaflet, insaniyetiniz uçtu mu? Ey âşık-ı zulmet” diye dünyada gözü aç, uhrada işi ve içi hiçlere berk-i hâtıf gibi nida etmek ve Hakk’ın âlî olduğunu ibraz etmek.
İzzetli Üstadım! Her kalb ve ruhun Nur’la imtizac ve itilaf edemediklerini çok kerreler müşahede ettim. Horozun dürre değil darıya kıymet vermesi gibi, böylelere tam misal oluyor. Fakat nuranîlere bütün insaniyet ve hakaikte tecerrüd ile zulmetli gece gibi olunuz demek kâr-ı insaniyet değil. Tıynet ve fıtrat itibariyle karga bülbüle “Sen gülistandan çık, gel yollarda ve mezbelelerde lâşeleri yokla” diyemez. Ancak karga talaş yoklamağa, bülbül de gül koklamağa devam eder. Nurlar şu İslâm muhitinde vücud-u beşerin her zerresinde kanın deveran ve seyelanı gibi, ehlinin bütün ruhuna işlemiş ve kökleşmiş ve yerleşmiş. Akar suyun önüne sed çekilmez tabirince buna mümanaat, aks-i tesir suretiyle teşvik-i mahz olur. Bir çok makamlara verilen Müdafaa ve Meyve’de Risale-i Nur yasak edilmez beyan-ı kat’îsine karşı hiçbir kimsenin لا diyememesi ve her alâkadarın nâfi’dir diye tasdiki, bu davanın en bâriz bir delilidir. Bir de sebeb-i saadet bir zâtın zevali ve ufûlünü arzu eden şaşkın düşünmüyor ki, o vâris-i rahmet-i âlem dünyadan alâkasını kat’ etse, öyleler değil rahat, huzur bulmak; başlarına çok belalar gelecek, bî-huzur kalacaklar. Bu mücerreb bir hakikat iken, elin şaşkını oturduğu dalı kesmek nevinden dünyevî bir cehenneme ayak atmak istiyor. Ah..
حَسْبُنَا اللّهُ وَ نِعْمَ الْوَكِيلُ
Nur’un bir şakirdi, kusurlu Sabri
Gerçi meşrebime uygun gelmeyen müteaddid cümleler var. Fakat Sabri’nin eskiden beri Nurlar hakkındaki takdirkârane ve samimane fıkraları beni ta’dilden vazgeçirdi, ilişmedim.
Said Nursî
52. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Sevgili, aziz Üstadım Efendim!
Kıymetli mektubunuzu aldım. Derecesiz memnun oldum. Mecmuaları aldığıma dair mektub yazmıştım. Nasıl oldu da o mektubumu Üstadım almadınız. Son gönderilen 69 lirayı da aldım. Bizim mektub yazmadığımızın sebebi, sizi meşgul etmekten çekindiğimiz için sık sık yazmaya cesaret edemiyoruz. Emir buyurursanız her zaman için yazmayı arzu ederiz.
Üstadım! Risale-i Nur Konya’da bir hocadan başka bütün hocaları tebaiyetine almıştır. Her gece her toplantıda bütün görüşüp konuşmaları Risale-i Nur’un hikmetlerine dairdir. Bütün ilim ve kemalleriyle Risale-i Nur karşısında âciz kaldıklarını itiraf ediyorlar. Bütün şehir, kaza ve köyler herkes işitir işitmez birbirlerine haber vererek gelip bizden “Risale-i Nur varmış, bir tane bize verin” diyorlar. Biz burada hem el ve hem de makine ile suretlerini çıkarmak suretiyle cahil olanlarına Sirac-ül Gafilîn’i ve âlim olanlarına İhlas Risalesini, sonra da âlimlere Yedinci Şua’ı, birden dörde kadar Lem’aları veriyoruz. Hele son gönderdiğiniz Risale-i Nur mizanlarından birinci risale olan Küçük Sözler, ilk evvel hocalara bu eserleri verdiğim için bütün hatibler hayran kaldılar. Bunları hutbede okumak istediklerinden, bu Sözler’i yazmak için sıra bekliyorlar. Bu eserlere karşı alâka o derece fazladır ki, gündüzleri dükkânımıza, geceleri de evime kadar geliyorlar. Hattâ bazı muallimler ve müfettişine kadar bu eserleri verdim ve bir adliye müfettişine dahi verdim. Bir kerre okuyunca derhal teslim oluyorlar. Ankara Hukuk Mektebi talebelerinden bazısına Sirac-ül Gafilîn ve Yedinci Şua’ı gönderdim. Zabitanların da bazıları Risale-i Nur’u tekrar iade etmek üzere okuyorlar. Artık vermiş olduğunuz ilham üzere, herkesin şahsına göre kavrayabileceği risaleleri veriyoruz. Öyle ümid ediyoruz ki, az bir zamanda Konya Vilayeti fevkalâde yüksek bir medrese-i Nuriye olacaktır. Başta Vehbi olmak üzere diğer bütün âlimler, birisinden başka Risale-i Nur’a boyun eğerek takdirane ders almak istiyorlar. Eğer bugün hükûmetin müsaadesi olsa, buradaki bütün halk ziyaretinize gelecektir. Hattâ birkaç tanesi gelmek için müsaade istiyorlar. Şayet emir buyurursanız kendilerine haber vereyim.
Sabri
Vekalete yazmış olduğunuz istidanın bir nüshasını Hüsrev ağabeyimiz bize gönderdi. Bu hususta bizim için de, bize düşecek bir vazife varsa bildiriniz. Mehmed Abdülmetin yeniden bir şiir yazmış, bunu gönderiyoruz. Tashih edilen İhlas Risalesi’ni aldım. Buradaki âlimler bazıları Risale-i Nur tashihatının burada yapılmasını arzu ediyorlar. Bu husustaki emirlerinizi bekliyoruz. Şayet isterseniz yazdığımız risalelerin tashihi için oraya gönderelim. Ve bir de sizde fazla İhlas Risalesi, Sirac-ül Gafilîn varsa ister eski, ister yeni yazıyla olsun bize gönderiniz. Talebelerin ekserisi eski yazıyı okuyamıyorlar, onlara veririz. Bizim yazdıklarımız kifayet etmiyor. Bu mektubu bu kadar uzun yazmayacaktık. Fakat Ceylan kardeşimizin emri üzere, uzunca yazmak lüzumunu hissettik. Buradaki bütün hoca efendiler arz-ı hürmet ederler, hayırlı duanızı beklerler. Başta Eşref ve Risale-i Nur talebeleri, el ve ayaklarınızdan öperler. Başta Ceylan kardeşimiz olmak üzere ve diğer bütün talebelere çok selâm ve arz-ı hürmet ederler. Ben de Ceylan kardeşimizin gözlerinden öper ve umum kardeşlerimizin ellerinden öperim, hayır dualarını …… beklerim.
Çok kusurlu, günahkâr köleniz, duanıza muhtaç Sabri
53. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Üstadım Efendim Hazretleri!
Faidesiz yazı ve mektubumla Üstadımı iz’ac ve kıymetdar dakikalar israf ettirmek istemiyorum. Arzî ve semavî âfâtlara ve maddî cereyanlara karşı Anadolu’nun manevî muhafızı ve beşeriyeti tevhid ve istikamet yoluna misilsiz ve i’cazlı eserleriyle sevkeden ve hissiyat-ı insaniyesini risalelerindeki hakikatlarla kamçılayarak uyandıran, ömrünü ve hayatını bu uğura bezlettiği mahkemelerin uzun müddet ve en ince tedkiki ve zabıtanın her tarafta geniş mikyasta aramasıyla tahakkuk eden bu asrın manevî meb’usuna, tarihin burjuva ve engizisyon devirlerinde bile misli görülmeyen tazyik ve işkencelerin yapılma haberleri bana bu feryadnameyi yazarak Üstadımın kıymetli dakikalarını bir an için işgal etmek cür’etini verdi. Mükellef bulunduğu halde hiçbir kardeşine, hattâ Üstadına bile üzerine farz olan teavün-ü İslâmiye borcunu ödeyemeyen bîçare kütleler meyanında bir ferd olarak bulunuyorum. Ve bu tazyiklerle ezilen ruhumun iniltilerini Üstadıma duyurarak elemlerine bir kat daha eklediğimden dolayı kusurumun afvını hak-i pâyinden rica ederim. Cenab-ı Erhamürrâhimîn’den saadet ve İslâmiyet güneşinin bir an evvel doğmasını niyaz ederek ebed yolunda ve ebedde dahi muhtaç olduğum büyük büyük pek büyük Üstadımın kudsî teveccühlerini ve şifadar dualarına daimî ihtiyacımı arzeder, mübarek el ve ayaklarınızdan öperim Üstadım Efendim Hazretleri.
Her an ruhu ağlayan, teselli ve şifayı Risale-i Nur’u yazmakta bulan, âciz, bîçare, fakir Taşköprülü talebeniz Sâdık
Talebelerinizden çok kusurlu ve âciz ve teveccühünüze muhtaç Hıfzı ve Mustafa Osman, hürmetlerini arzederek mektubuma iştirak ederler efendim.
54. Parça[]
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz ve çok mübarek ve çok sevgili Üstadım Efendim Hazretleri!
Evvelâ: Hürmetle el ve ayaklarınızdan öper, saadetler içinde hayırlı ömürler ve âfiyetlerinizi Cenab-ı Erhamürrâhimîn’den niyaz eder, kusurumun afvını istirham ederim.
Sâniyen: Hayatımda sevgili Üstadımdan sonra ziyade sevdiğim ve hususî hizmetini yapmakla mütelezziz olduğum merhume vâlide, iki senedir dağdağa-i dünyadan âlem-i nura istirahata geçmeğe şevkle hazırlanıyordu. Rebiülevvelin onikinci cum’a gecesinde rahmet-i Rahman’a kanat açarak mübarek kardeşimiz Ahmed Hüsrev’in ve şehid merhum Hâfız Ali Efendi kardeşimizin mübarek vâlidelerinin gittiği âleme bu üçüncü Âişe ismindeki vâlide dahi tayeran etti. Cenab-ı Erhamürrâhimîn başta sevgili mübarek Üstadımız olarak umum Risale-i Nur şakirdlerine hizmet-i Nuriyeye müsaid hayırlı ömürler ihsan buyursun, âmîn.
Sevgili Üstadım her zaman Risale-i Nur talebelerinin imdadına yetiştiği gibi, bu defa dahi hem masume ve ihtiyare bir şakirdi ve hem bu miskin, âciz, tenbel, kusurlu, bîçare bir talebesinin vâlidesi olması münasebetiyle öyle hârika bir surette yetişti, imdadına koştu ki, bizi hayretler içinde bıraktı. Şöyle ki:
Bu iki senedir çok teselliye muhtaç olan hastalığının imtidadında şifa-yı hakikîyi ve nur-u teselliyi veren derslerini hususan Hastalar ve İhtiyarlar Risaleleri ve Yirminci Mektub ve Yirmibirinci Mektub ve Onyedinci Söz’ün Birinci Makamı gibi hakikat-ı mevti bildiren nurlu derslerini âb-ı zemzem gibi mükerreren ders alıp haline tam bir sabır içinde şükretmesi ve sekeratında yine Risale-i Nur’un hâlis şakirdleri haber verilmediği halde birdenbire gelip Sure-i Yâsin ve Sure-i İhlas ve سَلاَمٌ قَوْلاً مِنْ رَبِّ الرَّحِيم tilavetleri ve tevhid sadâları içinde hiç şaşırmadan beraber okuyarak tekmil-i enfas etmesi dahi, o gece sabaha kadar Risale-i Nur şakirdleri tarafından kefini üzerinde Sure-i Yâsinler ve Cevşen-ül Kebirler, Hizb-i Nuriler ve Salavat-ı Şerifeler ve Dua-i Rahman’lar okunup hem Üstadımıza, hem merhume vâlideye, hem bütün Risale-i Nur şakirdlerine dualar edilmesi ve sabah da yine haber verilmediği halde İnebolu’dan Salahaddin, Devrekâni’den Ahmed Kureyşî, Daday’dan Fuad kardeşlerimiz Asâ-yı Musa’ya ait vazife ile gelip defninde hazır olmaları gibi çok alâmetler, emareler var ki; Üstadına ve Risale-i Nur şakirdlerine kesretle dua eden, hattâ uykuda iki eli mütemadiyen açık yatmayı bizim hapsimizden sonra kendine âdet eden o vâlideye bu bîçareler muîni olan Risale-i Nur imdadına yetişip hüsn-ü akibetine vesile olduğuna şübhemiz kalmadı.
اَلْحَمْدُ لِلّهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى
Sevgili, kıymetdar, müşfik Üstadım! Zât-ı âlînizin hayatı bana herşeye bedel kâfi ve vâfi ve medar-ı tesellidir, diye vâlidenin müfarakatından gelen teessürü izaleye çalışıp hemen Risale-i Nur’un nur-u teselliyi veren derslerine müracaat ettiğim bir hengâmda, birdenbire sevgili Üstadımızın vasiyet etmekte olduğunu haber veren ve bir bedbaht tarafından zehir vermeye cesaret edildiğini iş’ar eden gayet heyecanlı ve acıklı ve hüzünlü bir namelerini aldık. Hüzün hüzün üstüne, musibet musibet üstüne geldi. Âh öyle mahzun olduk ki, sanki bütün âlem hüzünle dolmuş gibi gözlerimiz kanlı yaşlarla doldu. Cenab-ı Erhamürrâhimîn sevgili Üstadımızın firkatini göstermesin, âmîn, âmîn, âmîn.
Sevgili Üstadımız ve ey ism-i Nur’a mazhar Said-ün Nursî (Es-Seyyid Bediüzzaman Sellemehullahü teâlâ) ve ey otuz âyât-ı Kur’aniyenin hususî iltifatına nâil ve ey يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ َتمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ âyetinin bir sırrına, hem وَاصْبِرْ لِحُكْمِ رَبِّكَ فَاِنَّكَ بِاَعْيُنِنَا âyetinin bir iltifatına mazhar ve ey اَقِدْ كَوْكَبِى بِاْلاِسْمِ نُورًا وَ بَهْجَةً مَدَى الدَّهْرِ وَاْلاَيَّامِ يَا نُورُ جَلْجَلَتْ münacat-ı Haydariyeye bir mâsadak ve ey فَيَا مُنْشِدًا نَظْمِى فَقُلْهُ وَلاَ
- ↑ Hattâ rahatsızlığımdan kalemimle yazamadığım ve tam tashih edemediğim için bu mektubu yazdırdığım şakird dedi: Acaba bir dinsiz doktor Onuncu Söz’ün tab’ında sahifelerini değiştirip o hârika risalenin kıymetini düşürmek için olmasın mı ki; masum kâtiblerin haberi olmadan kıskanç bir hocanın bu gayet mühim ve hârika remzin iki parçasında kalem karıştırmasın mı? Sonra kâtibler dikkat etmeyerek öylece yazılmış. Şimdi madem bunlara herkes bakmağa başlamış. Böyle ehemmiyetli sehivler, makine mahsulâtında da ve sair nüshalarda da çabuk tashih edilmeli.
- ↑ Sikke-i Gaybiye tashih edilmiş ve size bugün gönderilmiştir.
- ↑ Buradaki mahkemeye çağırılmayacak. Kitablar Afyon’a gönderilmiş. Mûcib-i merak hiçbir şey yok. Said
- ↑ Hattâ o kıskançlardan bir hoca demiş: Otuzbeş sene evvel Mart hâdisesinden bir-iki ay evvel, Molla Said’in Ayasofya’daki dersinde otuz-kırk bin adam toplandı, dinlediler. Demek Şemsi Yeşil onun yolunda gidiyor ve Risale-i Nur için beraber hapse girdi, demişler.
- ↑ Bu çocuk kelimesini yazdığım aynı anda hilaf-ı âdet aynı çocuk kapıyı açtı. Bu latif tevafuk, onun hakkındaki hükmü tasdik etti.
- ↑ Latif bir tevafuktur ki, bir aydan beri burada hiç yağmur gelmiyordu ve kalbimiz dahi malûm taarruzdan Nurculara gelen füturdan ağlıyordu. Birden Hüsrev'in iki gün evvel makine müjdesi ve Nazif'in bugün tafsilli mektubu ve makinenin yazısının nümunesi elime verildiği aynı zamanda, -ve bana hizmet edenler- Eskişehir ezan-ı Muhammedî'yi okumağa başlaması ve malûm çavuşa bana ihanet için emr-i cebrî veren adam tokat yediğini dedikleri aynı vakitte rahmet yağmuruyla çoktan ağlayan mahzun kalblerimizin büyük ferahlarına ve sevinç ve inşirahlarına tam tamına tevafuku ve tetabuku, inşâallah bir fâl-i hayırdır
- ↑ Hem bid'akar bazı hocaları Vehhabilik damarıyla Vehhabiliklerini örtmek fikriyle nurculara yani hakiki Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan Risale-i Nur şakirtlerine Aleviliği isnad ettirmek ve resmi hocalar vasıtasıyla nurlardan soğutmak planını istimal ediyorlar.
- ↑ Umumunuz namına İbrahim, Gülcü Hüseyin'i gördüm. Umumunuzu görmüş gibi oldum. Hakikaten bu iki kahraman kardeşimiz Nazif'e iki Salahaddin hükmünde gördüm.
- ↑ Şâh-ı Ceylanî kuddise sırruh-ul âlî hazretleri.
- ↑ Bu kelime tam okunamıyor. Tahmini olarak "bil ki" kelimesi konuldu. mS
- ↑ Sizin mektubunuzla bildirilen komünistliğe karşı başlayan İstanbul’da tezahürata başlangıç olarak bakmaktayız.
- ↑ Risale-i Nur yeter. Bizim gibilere ihtiyaç bırakmıyor.
- ↑ Bu arada bulunan kısımda bir bahis, lüzumuna binaen kaldırılmış olduğundan yalnız cevabî kısmı kalmış. Üstad Hazretlerinin murad-ı şerifi böyle îcab etmiş. İbrahim
- ↑ Bu kelime milletler arası siyasete dokunacak halde ise “dünyada” kelimesiyle değiştirilir.
- ↑ Şakirdlerin mümessili itibariyle cemi’ zamiri münasibdir.