Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

D. {{Alıntı|konum=sağ|{{RNK}}|10px|30px}}
<div style="font-size:150%;">'''Büyük Punto'''</div> Şablon:Risale bakınız


RNK şablon sayfası
Arapça font problemi

Risale
Risale:Risale
Risale:Risale-i Nur

Hizb ve dualar
Risale:Hizb'ül Ekber-in Nuri
Risale:Hizb-i Azam-ı Kur'anî
Risale:Hizb-i Nur'il Ekber (Zülfikar)
Risale:Hizb-ül Hakaik
Risale:Hizb-ül Mesnevi-ül Arabi
Risale:Celcelutiye
Risale:Cevşen-ül Kebir
Risale:Cevşen-ül Kebir (Hizb-ül Hakaik)
Risale:Çocuk Taziyenamesi (Siracünnur)

Risale: Mukaddime (Muhakemat)
Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Makaleler (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Lemeat'tan (Kastamonu)
Risale:Teşhis-ül İllet (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Divan-ı Harb-i Örfi (Asar-ı Bediiyye)
Risale:İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Mektubat)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Tarihçe-i Hayatın Zeyli (Asar-ı Bediiyye)
Risale
Risale:Hutbe-i Şamiye
Risale:Hutbe-i Şamiye (Asar-ı Bediiyye)

RNK : Risale-i Nur Külliyatı’ndan
Kuran:Kur'an .
Risale:Evrad .
Risale:33 Hadis .
Risale:Hazret-i Üstadın Tashih ve Tasarrufları Hakkında (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Vukufsuz Ehl-i Vukufa Cevap (Asar-ı Bediiyye)
Tüm risaleler :
Risale:Risale-i Nur :
Evrad
Büyük boy kitaplar:
Sözler - Mektubat - Lem'alar - Şuâlar - Tarihçe-i Hayat - İşarat-ül İ'caz - Mesnevi-i Nuriye - Asâ-yı Musa - Barla Lahikası - Kastamonu Lahikası - Emirdağ Lahikası-1 ve Emirdağ Lahikası-2 -Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Mesnevi-i Nuriye
*İ’tizar
*Mukaddime
*Lem'alar Risalesi
*Reşhalar
*Lasiyyemalar
*Katre
*Hubab
*Habbe
*Zühre
*Zerre
*Şemme Risalesi
*Onuncu Risale
*Şule
*Nokta
*Münderecat Hakkında
*Fihrist
Orta boy kitaplar:Muhakemat - İman ve Küfür Muvazeneleri
Küçük boy kitaplar: Âyet-ül Kübrâ - Bediüzzaman Cevap Veriyor - Divan-ı Harb-i Örfî - Elhüccet-üz Zehrâ - Ene ve Zerre Risalesi - Esma-i Sitte - Gençlik Rehberi - Hakikat Nurları - Hanımlar Rehberi - Hastalar Risalesi - Haşir Risalesi - Hizmet Rehberi - Hutbe-i Şamiye - İçtihad Risalesi - İhlas Risalesi - İhtiyarlar Risalesi - İman Hakikatleri - Konferans - Küçük Sözler - Lâtif Nükteler - Meyve Risalesi - Miftâh-ul İman - Mi'rac ve Şakk-ı Kamer Risaleleri - Mirkat-üs Sünnet - Mu'cizât-ı Ahmediye - Mu'cizât-ı Kur'aniye - Münâcât - Münazarat - Nur Aleminin Bir Anahtarı - Nur Çeşmesi - Nur'un İlk Kapısı - Otuz Üç Pencere - Rahmet ve Şefkat İlaçları - Ramazan-İktisat-Şükür Risaleleri - Sünuhat-Tulûat-İşârât - Sünuhat - Tulûat - İşârât Sünuhat - Tulûat - İşârât Tabiat Risalesi - Uhuvvet Risalesi - Üstad Hz.'nin Hulusi Ağabeye Gönderdiği Mektuplar - Üstad Hazretlerinin Mehmet Kayalar Ağabeye Gönderdiği Mektuplar Yirmi Üçüncü Söz - Zühret-ün Nur
Diğer risaleler ve parçalar: Âsâr-ı Bedîiyye - Tılsımlar - Sirac-ün Nur (*3. Şua (Münacat Risalesi) 25. Lem'a (Hastalar Risalesi) 25. Lem'a'nın Zeyli 17. Mektub (Çocuk Taziyenamesi) 26. Lem'a (İhtiyarlar Risalesi) 26. Lem'a'nın Zeyli 21. Mektub 4. Şua (Ayet-i Hasbiye Risalesi) 13. Lem'a (Hikmet-ül İstiaze Risalesi) 33. Mektup (Aynı Zamanda 33. Söz Pencereler Risalesi) Eski Said'in Yeni Said'e İnkılabı Zamanındaki Hazin Münacatı 12. Şua (Denizli Müdafaanamesi) 5. Şua Hasan Feyzi'nin Manzumesi)- Fihrist Risalesi - Zülfikâr - Ta'likât #Kızıl İcaz #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Abdurrahman) #28. Mektup'un 6. Meselesi (Vehhabi meselesi) #18. Lem'a #Şualar, 14. Şua, Hata-Savab Cedveli #Maidet-ül Kur'an (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #Hazinet-ül Bürhan (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #İnna A'tayna'nın Sırrı #Gayrı Münteşir (Neşredilmemiş) Kısımlar *Gayrı Münteşir Mektuplar *Risalelerden Gayrı Münteşir Kısımlar *Barla Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Kastamonu Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-1 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-2 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Denizli Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar *Afyon Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar #Risale:Müdafaat Üstad Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaaları ve Resmi Makamlara Dilekçeleri *Birinci Millet Meclisinde Neşredilen Beyanname *Barla ve Isparta Hayatı (1926-1934) *Eskişehir Mahkemesi (1935) *Isparta ve Denizli Mahkemesi (1944) *Denizli Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Denizli Hapsinden Sonra) *Afyon Mahkemesi (1948 - 1949) *Afyon Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Afyon Mahkemesi Kararnamesi *Temyiz Mahkemesi *Temyiz Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Afyon Hapsinden Sonra) *Urfa Ehl-i Vukufuna Cevap (1951) *Gençlik Rehberi Mahkemesi (1952) *Samsun Mahkemesi (1952 *Isparta Mahkemesi (1956) *Emirdağ Hayatı (Isparta Mahkemesinden Sonra) *Diğer Talebe Müdafaaları
#İşarat-ül İ'caz (A. Badıllı Tercümesi) İşarat-ül İ'caz اشارات الاعجاز فى مظانّ الايجاز İşarat-ul İ'caz KUR'AN'IN ÎCÂZ YERLERİNDEKİ İ'CÂZ İŞARETLERİ *Mütercimin İzahları *Mukaddeme *Fatiha Suresi Tefsiri *Bakara 1: Huruf-u Mukattaa *Bakara 2: Kur'anın Hidayeti ve Şüphesizliği *Bakara 3: Allaha İman - Namaz - Zekat *Bakara 4: Kitaplara ve Ahirete İman *Bakara 5: Müminlerin Hidayeti ve Felahı *Bakara 6: Küfrün Mahiyeti *Bakara 7: Kalplerin Mühürlenmesi *Bakara 8: Münafıklar Bahsi *Bakara 9-10: Münafıkların Aldatması *Bakara 11-12: Münafıkların Fesad Çıkarması *Bakara 13: Münafıkların İmanda İkiyüzlülüğü *Bakara 14-15: Münafıkların Müminlerle Alay Etmesi *Bakara 16: Hidayeti Verip Dalaleti Satın Almaları *Bakara 17-18: Münafıklar Hakkında Ateş Temsili *Bakara 19-20: Münafıklar Hakkında Yağmur Temsili *Bakara 21-22: İbadet ve Tevhid Bahsi *Bakara 23-24: Nübüvvet Bahsi *Bakara 25: Cennet Bahsi *Bakara 26-27: Temsil Bahsi *Bakara 28: Yeniden Yaratılış *Bakara 29: Yedi Kat Sema Bahsi *Bakara 30: Hilafet-i İnsaniye *Bakara 31-33: Talim-i Esma *İstikbalin Hâkim-i Mutlakı Kur'andır
#Mesnevi-i Nuriye (A. Badıllı Tercümesi) Risale-i Nur Külliyatından Mesnevî-i Nuriye (Türkçe Tercümesi) Müellifi Bediüzzaman Said-i Nursî Mütercim: Abdülkadir Badıllı Tenbih: (Mesnevî-i Nuriye) ismi, Türkçe tercümesine Hz. Üstad tarafından konulmuştur. Arapça ismi her ne kadar "El-Mesneviyy-ül Arabiyy-ün Nurî'dir. İsim, ism-i müzekker olduğundan, Mesnevî'den sonra (Nuriye) değil, (Nurî) gelmesi lâzımdır. Fakat bu sıfat Türkçe telaffuzunda ağır ve nâmüsta'mel bir sıfat olduğu gibi; "El-Mesneviyy-ül Arabî Li-r Resail-in Nuriye" yani, "Nur Risalelerinin Arabî Mesnevîsi" manasında dahi olduğu için, "Risale"nin müfredi veya Risalelerin cem'i için sıfat olarak Nuriye gelmesi lâzım olduğundan "Mesnevî-i Nuriye" ismi tam yerindedir. (Mütercim) *Takdimler, Mukaddeme, Tenbih, İhtar, İtizar *Lem'alar *Reşhalar *Lasiyyemalar *Katre *Katrenin Zeyli *Habab *Hababın Zeyli *Habbe *Habbenin Zeyli *Habbenin Zeylinin Zeyli *Zehre *Zehrenin Zeyli *Zerre *Şemme *14. Reşha *5. Ders *Şule *Şulenin Zeyli *Nur *Kızıl İcazdan Bazı Parçalar
#Rumuzat-ı Semaniye Bu risalenin sebeb-i telifi, Kur’ân’ın tercümesini Kur’ân yerinde camilerde okutmak olan dehşetli suikastına karşı bir nevi mukabeledir. Ziyade tafsilât ve lüzumsuz bahisler girmiş. Fakat o mücahidâne ve heyecanlı mukabelede kıymettar bir gaybî anahtarı hissedip meczubâne arattırmak içinde, lüzumsuz tafsilât ve zaif ve pek ince emareler dahi girmiş. Kalbime geldi ki: Yirmi Dokuzuncu Mektubun gayet ehemmiyetli ve lüzumlu ve parlak ve îcazlı olan Birinci Makamı, bu İkinci Makamın bütün kusûratını ve israfatını affettirir. Ben de kemâl-i sürurla şükrettim, o kusurları unuttum. *Birinci Parça: 28.Mektubun 7.Meselesinin Hatimesi *İkinci Parça: 28.Mektubun 8.Meselesi *Üçüncü Parça: 29.Mektubun 3.Kısmı *Dördüncü Parça: 29.Mektubun 4.Kısmı *Beşinci Parça: 29.Mektubun 8.Kısmı
#Tefekkürname: 29. Lem'a-yı Arabî #Arabî Münacat Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Otuz birinci Lem'a'nın Üçüncü Şuaı olan Risale-i Münacattan Arabi bir parçadır. Gelen âyet-i uzmanın A'zamî bir tefsiridir." dediği Arapça bir münacat. #Arabi El-Hüccet-üz Zehrâ Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Çok ehemiyetli Arabi bir risaleciktir. El hüccet-üz zehrâ risalesinden bir kısmının bir hülasasıdır" dediği Arapça bir parça. #Hizb-ül Mesnevi-ül Arabî: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Risale-i Nur'dan ehemmeyetle intişar eden Arabî Mesnevi-i Nuriye'nin içindeki kıymettar risalelerde eski Said'in yeni Said'e inkılabı zamanında dergh-ı ilahiyeye karşı münacatları, istiğfarları, tesbihatları ilm-el yakin derecesinde imanî şehadetlerinden parçalardır" dediği Arapça bir parça. #Ettefekkür-ul İmaniyyür Refi': Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'nin İkinci Babı olarak te'lif edilmiştir. 29. Lem'a'daki kısım ve meali için 'buraya', Şualarda geçen ve bir kısmının Abdülmecid abi tarafından yapılan tercümesi için 'buraya' bakabilirsiniz. #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Hamza) #Kur'an Hattı Risaleler #Ayet ve Hadis Mealleri
S=Risale:Sözler . SÖZLER . Birinci Söz . İkinci Söz . Üçüncü Söz . Dördüncü Söz . Beşinci Söz . Altıncı Söz . Yedinci Söz . Sekizinci Söz . Dokuzuncu Söz . Onuncu Söz . On Birinci Söz . On İkinci Söz . On Üçüncü Söz . On Dördüncü Söz . On Beşinci Söz . On Altıncı Söz . On Yedinci Söz . On Sekizinci Söz . On Dokuzuncu Söz . Yirminci Söz . Yirmi Birinci Söz . Yirmi İkinci Söz . Yirmi Üçüncü Söz . Yirmi Dördüncü Söz . Yirmi Beşinci Söz . Yirmi Altıncı Söz . Yirmi Yedinci Söz . Yirmi Sekizinci Söz . Yirmi Dokuzuncu Söz . Otuzuncu Söz . Otuz Birinci Söz . Otuz İkinci Söz . Otuz Üçüncü Söz . Lemeat . Konferans . Fihrist
M=Risale:Mektubat . MEKTUBAT . Birinci Mektup . İkinci Mektup . Üçüncü Mektup . Dördüncü Mektup . Beşinci Mektup . Altıncı Mektup . Yedinci Mektup . Sekizinci Mektup . Dokuzuncu Mektup . Onuncu Mektup . On Birinci Mektup . On İkinci Mektup . On Üçüncü Mektup . On Dördüncü Mektup . On Beşinci Mektup . On Altıncı Mektup . On Yedinci Mektup . On Sekizinci Mektup . On Dokuzuncu Mektup . Yirminci Mektup . Yirmi Birinci Mektup . Yirmi İkinci Mektup . Yirmi Üçüncü Mektup . Yirmi Dördüncü Mektup . Yirmi Beşinci Mektup . Yirmi Altıncı Mektup . Yirmi Yedinci Mektup . Yirmi Sekizinci Mektup . Yirmi Dokuzuncu Mektup . Otuzuncu Mektup . Otuz Birinci Mektup . Otuz İkinci Mektup . Otuz Üçüncü Mektup . İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz . Hakikat Çekirdekleri . Gönüller Fatihi Büyük Üstada . Fihriste-i Mektubat . Hakikat Işıkları . Dua
L=Risale:Lem'alar . LEM'ALAR . Birinci Lem'a . İkinci Lem'a . Üçüncü Lem'a . Dördüncü Lem'a . Beşinci Lem'a . Altıncı Lem'a . Yedinci Lem'a . Sekizinci Lem'a . Dokuzuncu Lem'a . Onuncu Lem'a . On Birinci Lem'a . On İkinci Lem'a . On Üçüncü Lem'a . On Dördüncü Lem'a . On Beşinci Lem'a . On Altıncı Lem'a .On Yedinci Lem'a . On Sekizinci Lem'a . On Dokuzuncu Lem'a . Yirminci Lem'a . Yirmi Birinci Lem'a . Yirmi İkinci Lem'a .Yirmi Üçüncü Lem'a . Yirmi Dördüncü Lem'a . Yirmi Beşinci Lem'a .Yirmi Altıncı Lem'a . Yirmi Yedinci Lem'a . Yirmi Sekizinci Lem'a .*Yirmi Dokuzuncu Lem'a . Otuzuncu Lem'a . Otuz Birinci Lem'a .Otuz İkinci Lem'a . Otuz Üçüncü Lem'a . Münâcat .Fihrist . Dua
Ş=Şualar .Risale:Şuâlar . ŞUÂLAR . İkinci Şuâ . Üçüncü Şuâ .Dördüncü Şuâ .Altıncı Şuâ . Yedinci Şuâ . Dokuzuncu Şuâ . On Birinci Şuâ . On İkinci Şuâ . On Üçüncü Şuâ . On Dördüncü Şuâ .Beşinci Şuâ . On Beşinci Şuâ . Birinci Şuâ . Sekizinci Şuâ *Yirmi Dokuzuncu Lem’a’dan İkinci Bab . Eddâî .Dua . İçindekiler
TH =Risale:Tarihçe-i Hayat . BEDÎÜZZAMAN SAİD NURSÎ TARİHÇE-İ HAYATI . Ön Söz .Giriş . İlk Hayatı . Barla Hayatı . Eskişehir Hayatı .Kastamonu Hayatı .Denizli Hayatı .Emirdağ Hayatı - Afyon Hayatı - Isparta Hayatı - Hariç Memleketler - Bedîüzzaman ve Risale-i Nur - Dua - İçindekiler
İİ. İŞARATÜ’L-İ’CAZ . Risale:İşarat-ül İ'caz . Tenbih . İfadetü’l-Meram . Kur'an'ın Tarifi . Fatiha Suresi . Bakara Suresi 1-3. âyetler . Bakara Suresi 4-5. âyetler . Bakara Suresi 6. âyet . Bakara Suresi 7. âyet . Bakara Suresi 8. âyet - Bakara Suresi 9-10. âyetler . Bakara Suresi 11-12. âyetler . Bakara Suresi 13. âyet . Bakara Suresi 14-15. âyetler . Bakara Suresi 16. âyet . Bakara Suresi 17-20. âyetler . Bakara Suresi 21-22. âyetler . Bakara Suresi 23-24. âyetler . Bakara Suresi 25. âyet Bakara Suresi 26-27. âyetler . Bakara Suresi 28. âyet Bakara Suresi 29. âyet . Bakara Suresi 30. âyet . Bakara Suresi 31-33. âyetler . Ecnebi Feylesofların Kur’an Hakkındaki Beyanatları . Mehmed Kayalar’ın Bir Müdafaası . Dua . Fihrist
MN= MESNEVÎ-İ NURİYE . İ’tizar . Mukaddime . Lem'alar Risalesi . Reşhalar . Lasiyyemalar . Katre . Hubab . Habbe . Zühre . Zerre . Şemme Risalesi . Onuncu Risale . Şule - Nokta . Münderecat Hakkında - Fihrist
AM=ASÂ-YI MUSA: Risale:Asa-yı Musa .Mukaddimat - Asa-yı Musa’dan Birinci Kısım - Birinci Mesele - İkinci Meselenin Bir Hülâsası - Üçüncü Mesele - Dördüncü Mesele - Beşinci Mesele - Altıncı Mesele - Yedinci Mesele - Sekizinci Meselenin Bir Hülâsası - Dokuzuncu Mesele - Onuncu Mesele - On Birinci Mesele - Asa-yı Musa’dan İkinci Kısım - Birinci Hüccet-i İmaniye - İkinci Hüccet-i İmaniye - Üçüncü Hüccet-i İmaniye - Dördüncü Hüccet-i İmaniye - Beşinci Hüccet-i İmaniye - Altıncı Hüccet-i İmaniye - Yedinci Hüccet-i İmaniye - Sekizinci Hüccet-i İmaniye - Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye - Onuncu Hüccet-i İmaniye - On Birinci Hüccet-i İmaniye - Fihrist
BL BARLA LÂHİKASI- Risale:Barla Lahikası - : Takdim - Yedinci Risale olan Yedinci Mesele - Mukaddime - Yirmi Yedinci Mektup ve Zeylleri - Yirmi Yedinci Mektup'un Zeyli ve İkinci Kısmı - İkinci Zeyl - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Zeyli - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylin Nihayetidir - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (1) - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (2) - Kastamonu ve Emirdağ'da Yazılan Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 1 .Risale:Emirdağ Lahikası-1 . Yirmi Yedinci Mektup’tan Takdim - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 2: Risale:Emirdağ Lahikası-2 . Yirmi Yedinci Mektup’tan (Emirdağ’ında ve Isparta’da Son İkametlerinde Yazılan Mektuplardır) Giriş - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
KL Risale:Kastamonu Lahikası. Yirmi Yedinci Mektup’tan KASTAMONU LÂHİKASI: Takdim - Lemeat'tan Önceki Mektuplar - Lemeat'tan - Lemeat'tan Sonraki Mektuplar
STG SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-1 *Birinci Şuâ *Sekizinci Şuâ *On Sekizinci Lem'a *Yirmi Sekizinci Lem'a *Sekizinci Lem'a *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-2 *Dua

Önceki Risale: Kur'an'ın Tarifiİşarat-ül İ'cazBakara Suresi 1-3. âyetler: Sonraki Risale

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

اَلرَّحْمٰنُ ۞ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ ۞ خَلَقَ الْاِنْسَانَ ۞ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ

فَنَحْمَدُهُ مُصَلّٖينَ عَلٰى نَبِيِّهٖ مُحَمَّدٍ الَّذٖى اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ وَ جَعَلَ مُعْجِزَتَهُ الْكُبْرَى الْجَامِعَةَ بِرُمُوزِهَا وَ اِشَارَاتِهَا لِحَقَائِقِ الْكَائِنَاتِ بَاقِيَةً عَلٰى مَرِّ الدُّهُورِ اِلٰى يَوْمِ الدّٖينِ وَ عَلٰى اٰلِهٖ عَامَّةً وَ اَصْحَابِهٖ كَافَّةً

Evvela: Şu İşaratü’l-İ’caz adlı eserden maksadımız; Kur’an’ın nazmına, lafzına ve ibaresine ait i’caz işaretlerini ve remizlerini beyan etmektir. Çünkü i’cazın mühim bir vechi, nazmından tecelli eder. Ve en parlak i’caz, Kur’an’ın nazmındaki nakışlardan ibarettir.

Sâniyen: Kur’an’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’an’ın takip ettiği maksatlar: Tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.

1. Sual[]

Sual: Kur’an’ın şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?

Cevap: Evet benî-Âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mazinin derelerinden gelip vücud ve hayat sahrasında misafir olup istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken kâinatın nazar-ı dikkatini celbetti. “Şu garib ve acib mahluklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı. Ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:

Hikmet:

— Nereden geliyorsunuz, nereye gidiyorsunuz, bu dünyada işiniz nedir, reisiniz kimdir?

Bu suale benî-Âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, nev-i beşere vekaleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:

— Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle yokluk karanlıklarından ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz, insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle, re’sü’l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî’den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelî’nin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’an-ı Azîmüşşan elimdedir. Şüphen varsa al, oku!

Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâmın verdiği şu cevaplar, Kur’an’dan muktebes ve Kur’an lisanıyla söylenildiğinden Kur’an’ın anâsır-ı esasiyesinin şu dört maksatta temerküz ettiği anlaşılıyor.

2. Sual[]

Sual: Şu makasıd-ı erbaa, Kur’an’ın hangi âyetlerinde bulunuyor?

Cevap: O anâsır-ı erbaa, Kur’an’ın heyet-i mecmuasında bulunduğu gibi Kur’an’ın surelerinde, âyetlerinde, kelâmlarında, hattâ kelimelerinde bile sarahaten veya işareten veya remzen bulunmaktadır. Çünkü Kur’an’ın küllü, cüzlerinde göründüğü gibi cüzleri de Kur’an’ın küllüne âyinedir. Bunun içindir ki Kur’an “müşahhas olduğu halde, efrad sahibi olan küllî” gibi tarif edilir.

3. Sual[]

Sual: بِسْمِ اللّٰهِ ve اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ gibi âyetlerde makasıd-ı erbaaya işaretler var mıdır?

Cevap: Evet قُلْ kelimesi, Kur’an’ın çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir. Bu mezkûr ve mukadder olan قُلْ kelimelerine esas olmak üzere بِسْمِ اللّٰهِ dan evvel قُلْ kelimesi mukadderdir. Yani “Yâ Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve talim et.” Demek, Besmele’de İlahî ve zımnî bir emir var. Binaenaleyh şu mukadder olan قُلْ emri, risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü resul olmasaydı, tebliğ ve talime memur olmazdı. Kezalik hasrı ifade eden “câr ve mecrurun takdimi”, tevhide îmadır. Ve keza اَلرَّحْمٰنِ nizam ve adalete, اَلرَّحٖيمِ de haşre delâlet eder.

Ve keza اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ daki ل ihtisası ifade ettiğinden tevhide işarettir. رَبِّ الْعَالَمٖينَ adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye, resuller vasıtasıyla olur. مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ zaten sarahaten haşir ve kıyamete delâlet eder.

Ve keza اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ sadefi de o makasıd-ı erbaa cevherlerini tazammun etmiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ : Bu kelâm, güneş gibidir. Yani güneş, başkalarını gösterdiği gibi kendini de gösterir, başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz. بِسْمِ اللّٰهِ başkalarına yaptığı vazifeyi, kendisine de yapıyor, ikinci bir بِسْمِ اللّٰهِ daha lâzım değildir. Evet بِسْمِ اللّٰهِ öyle müstakil bir nurdur ki bu nur hiçbir şeye bağlı değildir. Hattâ bu nurun “câr ve mecrur”u bile hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak ب harfinden müstefad olan اَسْتَعٖينُ veya örfen malûm olan اَتَيَمَنُّ veyahut mukadder olan قُلْ ün istilzam ettiği اِقْرَاْ fiillerinden birine mütealliktir.

İhtar: بِسْمِ اللّٰهِ daki “câr ve mecrur”a müteallik olarak mezkûr olan fiiller, Besmele’den sonra takdir edilir ki hasrı ifade etmekle ihlas ve tevhidi tazammun etsin.

اِسْمٌ : Cenab-ı Hakk’ın zatî isimleri olduğu gibi fiilî isimleri de vardır. Bu fiilî isimlerin, Gaffar ve Rezzak, Muhyî ve Mümît gibi pek çok nevleri vardır.

4. Sual[]

Sual: Bu fiilî isimlerinin kesretle tenevvüü neden meydana geliyor?

Cevap: Kudret-i ezeliyenin kâinattaki mevcudatın nevlerine, fertlerine olan nisbet ve taallukundan husule gelir. Bu itibarla بِسْمِ اللّٰهِ kudret-i ezeliyenin taalluk ve tesirini celbeder. Ve o taalluk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyle ise hiç kimse hiçbir işini Besmelesiz bırakmasın!

اَللّٰهِ lafza-i Celal’i, bütün sıfât-ı kemaliyeyi tazammun eden bir sadeftir. Çünkü lafza-i Celal, Zat-ı Akdes’e delâlet eder; Zat-ı Akdes de bütün sıfât-ı kemaliyeyi istilzam eder; öyle ise o lafza-i mukaddese delâlet-i iltizamiye ile bütün sıfât-ı kemaliyeye delâlet eder.

İhtar: Başka ism-i haslarda bu delâlet yoktur. Çünkü başka zatlarda sıfât-ı kemaliyeyi istilzam etmek yoktur.

اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ : Bu iki sıfatın lafza-i Celal’den sonra zikirlerini icab eden münasebetlerden birisi şudur ki: Lafza-i Celal’den celal silsilesi tecelli ettiği gibi bu iki sıfattan dahi cemal silsilesi tecelli ediyor. Evet, her bir âlemde emir ve nehiy, sevap ve azap, tergib ve terhib, tesbih ve tahmid, havf ve reca gibi pek çok füruat, celal ve cemalin tecellisiyle teselsül edegelmektedir.

İkincisi: Cenab-ı Hakk’ın ismi, Zat-ı Akdes’ine ayn olduğu cihetle lafza-i Celal, sıfât-ı ayniyeye işarettir. الرَّحٖيمِ de, fiilî olan sıfât-ı gayriyeye îmadır. اَلرَّحْمٰنِ dahi ne ayn ne gayr olan sıfât-ı seb’aya remizdir. Zira Rahman, Rezzak manasınadır. Rızık, bekaya sebeptir. Beka, tekerrür-ü vücuddan ibarettir. Vücud ise birincisi mümeyyize, ikincisi muhassısa, üçüncüsü müessire olmak üzere “ilim, irade, kudret” sıfatlarını istilzam eder. Beka dahi semere-i rızık mahsulü olduğu için “basar, sem’, kelâm” sıfatlarını iktiza eder ki merzuk; istediği zaman ihtiyacını görsün, istediği zaman işitsin, aralarında vasıta bulunduğu takdirde o vasıta ile konuşsun. Bu altı sıfat, şüphesiz birinci sıfat olan “hayat”ı istilzam ederler.

5. Sual[]

Sual: Rahman, büyük nimetlere; Rahîm, küçük nimetlere delâlet ettikleri cihetle Rahîm’in Rahman’dan sonra zikri, yukarıdan aşağıya inmek manasına olan “sanatü’t-tedelli” kaidesine dâhildir. Bu ise belâgatça makbul değildir?

Cevap: Evet kaşlar göze, gem ata mütemmim oldukları ve onların noksanlarını ikmal ettikleri gibi; küçük nimetler de büyük nimetlere mütemmimdirler. Bu itibarla mütemmim olan haddizatında küçük de olsa faydayı ikmal ettiğinden, büyükten daha büyük olması icab eder.

Ve keza büyükten beklenilen menfaat, küçüğe mütevakkıf ise o küçük, büyük sırasına geçer; o büyük dahi küçük hükmünde kalır. Kilit ile anahtar, lisan ile ruh gibi.

Ve keza bu makam, nimetlerin ta’dadı veya nimetler ile imtinan makamı değildir. Ancak insanları, gizli ve küçük nimetlere tenbih ve ikaz etmek makamıdır. Evvelki makamlardaki “tedelli” şu tenbih makamında “terakki” sayılır. Çünkü gizli ve küçük nimetleri insanlara göstermek ve insanları onların vücuduna ikaz etmek, daha lâyık ve daha lâzımdır. Bu itibarla şu meselemizde tedelli değil, terakki vardır.

6. Sual[]

Sual: Mebde ve me’haz itibarıyla “rikkatü’l-kalp” manasını ifade eden bu iki sıfatın Cenab-ı Hak hakkında kullanılması caiz değildir. Eğer mana-yı hakikilerinin lâzımı ve neticesi olan in’am ve ihsan kasdedilirse mecazda ne hikmet vardır?

Cevap: Bu iki sıfat –“yed” gibi– mana-yı hakikileriyle, Cenab-ı Hak hakkında kullanılması muhal olan müteşabihattandır. Müteşabihatta, mana-yı mecazînin mana-yı hakikinin lafzıyla, üslubuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların me’luf ve malûmları olmayan manaları ve hakikatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibarettir. Mesela “yed”in mana-yı mecazîsi insanlara me’nus olmadığından, mana-yı hakikinin şekliyle, lafzıyla gösterilmesi zarureti vardır.

اَلْحَمْدُ : Evvela: Bu kelimeyi mâkabline bağlattıran cihet-i münasebet “Rahman” “Rahîm”in delâlet ettikleri nimetlerin hamd ve şükür ile karşılanması lüzumundan ibarettir.

Sâniyen: Şu اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesi, her biri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur’an’ın dört suresinde tekerrür etmiştir. O nimetler de “neş’e-i ûlâ ile neş’e-i ûlâda beka, neş’e-i uhra ile neş’e-i uhrada beka” nimetlerinden ibarettir.

7. Sual[]

Sâlisen: Bu cümlenin Kur’an’ın başlangıcı olan Fatiha Suresi’ne “fatiha” yani başlangıç yapılması neye binaendir?

Cevap: Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ ferman-ı celilince ibadettir. Hamd ise ibadetin icmalî bir sureti ve küçük bir nüshasıdır. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ın bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeye işarettir.

Râbian: Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak, insanı kâinata câmi’ bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan her birisinin tecelligâhı olan her bir âlemden bir örnek bir numune, insanın cevherinde vedia bırakmıştır.

Eğer insan maddî ve manevî her bir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse insanın cevherinde vedia bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden o âleme bakar. Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur. O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur. Ve her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder. İşte bu cihetle insan, sıfât-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur hem müzhir olur.

Nitekim Muhyiddin-i Arabî كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونٖى hadîs-i şerifinin beyanında “Mahlukatı yarattım ki bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim.” demiştir.

لِلّٰهِ : ل burada ihtisas içindir. Hamdin Zat-ı Akdes’e has ve münhasır olduğunu ifade eder. Bu ل ın müteallakı olan ihtisas hazfolduktan sonra ona intikal etmiştir ki ihlas ve tevhidi ifade etsin.

İhtar: Müşahhas olan bir şeyin umumî bir mefhum ile mülahaza edildiğine binaen; Zat-ı Akdes de müşahhas olduğu halde, Vâcibü’l-vücud mefhumuyla tasavvur edilebilir.

رَبِّ : Yani her bir cüzü bir âlem mesabesinde bulunan şu âlemi, bütün eczasıyla terbiye ve yıldızlar hükmünde olan o cüzlerin zerratını kemal-i intizamla tahrik eder.

Evet Cenab-ı Hak, her şey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir. Ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir. Her şey o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki manevî bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve manilerini def’eden, şüphesiz Cenab-ı Hakk’ın terbiyesidir.

Evet, kâinata dikkatle bakıldığı zaman, insanların taife ve kabileleri gibi kâinatın zerratı münferiden ve müctemian Hâlıklarının kanununa imtisalen, muayyen olan vazifelerine koşmakta oldukları hissedilir. Yalnız bedbaht insanlar müstesna!

الْعَالَمٖينَ : Bu kelimenin sonundaki ينَ yalnız i’rab alâmetidir, عِشْرٖينَ ، ثَلَاثٖينَ gibi. Veya cem’ alâmetidir. Çünkü âlemin ihtiva ettiği cüzlerin her birisi bir âlemdir. Veyahut yalnız manzume-i şemsiyeye münhasır değildir. Cenab-ı Hakk’ın şu gayr-ı mütenahî fezada çok âlemleri vardır. Evet

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ كَمْ مِنْ فَلَكٍ § تَجْرِى النُّجُومُ بِهٖ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ

8. Sual[]

رَاَيْتُهُمْ لٖى سَاجِدٖين de olduğu gibi burada da ukalâya mahsus cem’ sîgasıyla gayr-ı ukalâ cem’lendirilmiştir. Bu ise kavaide muhaliftir?

Evet, âlemin ihtiva ettiği uzuvların birer âkıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmesi, belâgatın en makbul bir prensibidir. Zira kâinatın “âlem” ile tesmiyesi, kâinatın Sâni’ine olan delâleti, şehadeti, işareti içindir. Binaenaleyh kâinatın uzuvları da Sâni’e olan delâletleri, şehadetleri için birer âlem olmaları icab eder. Öyle ise Sâni’in o uzuvları terbiyesinden ve o uzuvların da Sâni’i i’lam etmelerinden anlaşılır ki o uzuvlar birer hay, birer âkıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmiştir. Binaenaleyh bu cem’de, kavaide muhalefet yoktur.

اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ : Mâkabliyle bu iki sıfatın nazmını icab eden şöyle bir münasebet vardır ki biri menfaatleri celb, diğeri mazarratları def’etmek üzere terbiyenin iki esası vardır. “Rezzak” manasına olan اَلرَّحْمٰنِ birinci esasa, “Gaffar” manasını ifade eden الرَّحٖيمِ de ikinci esasa işaretleri için birbiriyle bağlanmıştır.

مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ : Mâkabliyle şu sıfatın nazmını iktiza eden sebep şudur ki şu sıfat, “rahmet”i ifade eden mâkabline neticedir. Zira kıyametle, saadet-i ebediyenin geleceğine en büyük delil, rahmettir.

Evet, rahmetin rahmet olması ve nimetin nimet olması ancak ve ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır. Evet, saadet-i ebediye olmasa en büyük nimetlerden sayılan aklın, insanın kafasında yılan vazifesini görmekten başka bir işi kalmaz. Kezalik en latîf nimetlerden sayılan şefkat ve muhabbet, ebedî bir ayrılık düşüncesiyle, en büyük elemler sırasına geçerler.

9. Sual[]

Sual: Cenab-ı Hakk’ın her şeye mâlik olduğu bir hakikat iken, burada haşir ve ceza gününün tahsisi neye binaendir?

Cevap: Şu âlemin insanlarca hakir ve hasis sayılan bazı şeylerine kudret-i ezeliyenin bizzat mübaşereti, azamet-i İlahiyeye münasip görülmediğinden, vaz’edilen esbab-ı zahiriyenin o gün ref’iyle her şeyin şeffaf, parlak içyüzüyle tecelli edip Sâni’ini, Hâlık’ını vasıtasız göreceğine işarettir.

يَوْمِ tabiri ise haşrin vukuunu gösteren emarelerden birine işarettir. Şöyle ki:

Saniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalık bir saatin millerinden birisi devrini tamam ettiği zaman, behemehal ötekiler de devirlerini ikmal edeceklerine kanaat hasıl olur. Kezalik yevm, sene, ömr-ü beşer ve ömr-ü dünya içinde tayin edilen manevî millerden birisi devrini tamam ettiğinde, ötekilerin de –velev uzun bir zamandan sonra olsun– devirlerini ikmal edeceklerine hükmedilir. Ve keza bir gün veya bir sene zarfında vukua gelen küçük küçük kıyametleri, haşirleri gören bir adam, saadet-i ebediyenin –haşrin tulû-u fecriyle, şahsı bir nevi hükmünde olan– insanlara ihsan edileceğine şüphe edemez.

دٖينْ kelimesinden maksat ya cezadır çünkü o gün hayır ve şerlere ceza verilecek bir gündür veya hakaik-i diniyedir. Çünkü hakaik-i diniye o gün tam manasıyla meydana çıkar. Ve daire-i itikadın, daire-i esbaba galebe edeceği bir gündür.

Evet Cenab-ı Hak, müsebbebatı esbaba bağlamakla, intizamı temin eden bir nizamı kâinatta vaz’etmiş. Ve her şeyi, o nizama müraat etmeye ve o nizamla kalmaya tevcih etmiştir. Ve bilhassa insanı da o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeye mükellef kılmıştır. Her ne kadar dünyada daire-i esbab daire-i itikada galip ise de âhirette hakaik-i itikadiye tamamen tecelli etmekle, daire-i esbaba galebe edecektir.

Buna binaen, bu dairelerin her birisi için ayrı ayrı makamlar, ayrı ayrı hükümler vardır. Ve her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lâzımdır. Aksi takdirde daire-i esbabda iken tabiatıyla, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan; Mutezile olur ki tesiri esbaba verir.

Ve keza daire-i itikadda iken ruhuyla, imanıyla daire-i esbaba bakan da esbaba kıymet vermeyerek, Cebriye mezhebi gibi tembelcesine bir tevekkül ile nizam-ı âleme muhalefet eder.

اِيَّاكَ نَعْبُدُ : ك zamirinde iki nükte vardır:

Birincisi: Mâkablinde zikredilen sıfât-ı kemaliyenin كَ zamirinde müstetir ve mutazammın olduğuna işarettir. Çünkü o sıfatların birer birer ta’dadından hasıl olan büyük bir şevk ile gaybetten hitaba, yani ism-i zahirden şu كَ zamirine iltifat ve intikal olmuştur. Demek كَ zamirinin mercii, geçen sıfât-ı kemaliye ile mevsuf olan zattır.

İkincisi: Elfaz okunurken manalarını düşünmek, belâgat mezhebinde vâcib olduğuna işarettir. Çünkü manalar düşünülürse nâzil olduğu gibi okunur ve o okuyuş; tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder. Hattâ اِيَّاكَ نَعْبُدُ yu okuyan adam, sanki اُعْبُدْ رَبَّكَ كَاَنَّكَ تَرَاهُ cümlesindeki emre imtisalen okuyor gibi olur.

Cem’ sîgasıyla zikredilen نَعْبُدُ deki zamir, üç taifeye işarettir:

Birincisi: İnsanın vücudundaki bütün aza ve zerrata râcidir ki bu itibarla şükr-ü örfîyi eda etmiş olur.

İkincisi: Bütün ehl-i tevhidin cemaatlerine aittir. Bu cihetle şeriata itaat etmiş olur.

Üçüncüsü: Kâinatın ihtiva ettiği mevcudata işarettir. Bu itibarla, şeriat-ı fıtriye-i kübraya tabi olarak hayret ve muhabbetle kudret ve azametin arşı altında sâcid ve âbid olmuş olur.

Bu cümlenin mâkabliyle vech-i nazmı, نَعْبُدُ nün اَلْحَمْدُ ye tefsir ve beyan olmakla مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ e de bir netice ve bir lâzım olmasıdır.

İhtar: اِيَّاكَ nin takdimi, ihlası vikaye etmek içindir ve zamir-i hitap da ibadetin sebep ve illetine işarettir. Çünkü hitaba incirar eden geçen sıfâtla muttasıf olan zat, elbette ibadete müstahaktır.

وَاِيَّاكَ نَسْتَعٖينُ : نَسْتَعٖينُ de müstetir zamir, نَعْبُدُ nun fâili gibi o üç cemaatten her birine râcidir. Yani bizim vücudumuzun zerratı veya ehl-i tevhid cemaati veyahut kâinat mevcudatı, bütün hâcat ve maksatlarımıza, bilhassa en ehemm olan ibadetimize, senden iane ve tevfik istiyoruz.

اِيَّاكَ kelimesinin tekrarlanmasındaki hikmetin birincisi, hitap ve huzurdaki lezzetin artırılmasına; ikincisi, ayân makamının bürhan makamından daha yüksek olduğuna; üçüncüsü, huzurda sıdk olup kizbin ihtimali olmadığına; dördüncüsü, ibadetle istianenin ayrı ve müstakil maksatlar olduklarına işarettir.

Bu iki fiili birbiriyle bağlayan münasebet, ücretle hizmet arasındaki münasebettir. Zira ibadet, abdin Allah’a karşı bir hizmetidir. İane de o hizmete karşı bir ücret gibidir. Veya mukaddime ile maksud arasındaki alâkadır. Çünkü iane ve tevfik, ibadete mukaddimedir.

اِيَّاكَ kelimesinin takdiminden doğan hasr, abdin Cenab-ı Hakk’a karşı yaptığı ibadet ve hizmetle, vesait ve esbaba olan tezellülden kurtuluşuna işarettir. Lâkin esbabı tamamen ihmal ve terk etmek iyi değildir. Çünkü o zaman, Cenab-ı Hakk’ın hikmet ve meşietiyle kâinatta vaz’edilen nizama karşı bir temerrüd çıkar. Evet, daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevi tembellik ve atalettir.

10. Sual[]

اِهْدِنَا : Hidayeti talep etmekle ianeyi istemek arasında ne münasebet vardır?

Evet biri sual, diğeri cevap olduklarından birbiriyle bağlanılmıştır. Şöyle ki:

نَسْتَعٖينُ ile iane talep edilirken makam iktizasıyla “Ne istiyorsun?” diye vârid olan mukadder sual اِهْدِنَا ile cevaplandırılmıştır.

اِهْدِنَا ile istenilen şeylerin ayrı ayrı ve müteaddid olması اِهْدِنَا manasının da ayrı ayrı ve müteaddid olmasını icab eder. Sanki اِهْدِنَا dört masdardan müştaktır.

Mesela, bir mü’min hidayeti isterse اِهْدِنَا sebat ve devam manasını ifade eder. Zengin olan isterse ziyade manasını; fakir olan isterse i’ta manasını; zayıf olan isterse iane ve tevfik manasını ifade eder.

Ve keza “Her şeyi halk ve hidayet etmiştir.” manasında bulunan وَخَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ وَهَدٰى âyet-i celilesi hükmünce, zahirî ve bâtınî duygular, âfakî ve haricî deliller, enfüsî ve dâhilî bürhanlar, peygamberlerin irsaliyle, kitapların inzali gibi vasıtalar itibarıyla da hidayetin manası taaddüd eder.

İhtar: En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir.

اَللّٰهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اِتِّبَاعَهُ ، وَاَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلًا وَارْزُقْنَا اِجْتِنَابَهُ . اٰمٖينَ

الصِّرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ : Sırat-ı müstakim; şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ve adalete işarettir. Şöyle ki:

Tagayyür, inkılab ve felaketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir.

Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye.

İkincisi: Zararlı şeyleri def’ için kuvve-i sebuiye-i gazabiye.

Üçüncüsü: Nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.

Lâkin insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmiş ise de fıtraten tayin edilmemiş olduğundan bu kuvvetlerin her birisi “tefrit, vasat, ifrat” namıyla üç mertebeye ayrılırlar.

Mesela, kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki helâline şehveti var, harama yoktur.

İhtar: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuddur.

Ve keza kuvve-i gazabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki ne maddî ve ne manevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.

İhtar: Bu kuvve-i gazabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.

Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir içtinab eder.

وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثٖيرًا

İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi füruatı da o üç mertebeyi hâvidir. Mesela, halk-ı ef’al meselesinde Cebir mezhebi ifrattır ki bütün bütün insanı mahrum eder. İtizal mezhebi de tefrittir ki tesiri insana verir. Ehl-i sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezhep beyne-beynedir ki o fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor.

Ve keza itikadda da tatil ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.

Hülâsa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad şu üç mertebedir.

صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ : Kur’an’ın inci gibi lafızlarının dizilmesi, bir hayta bir çeşide bir nakşa münhasır değildir. Belki zuhurca, hafâca, yakınlıkça, uzaklıkça mütefavit çok tenasüplerden hasıl olan pek çok nakışlar üzerine dizilmişlerdir, nazmedilmişlerdir. Zaten i’cazın esası, ihtisardan sonra ancak böyle nakışlardadır.

Evet صِرَاطَ الَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ile mâkablindeki her bir kelime arasında bir münasebet vardır.

Mesela اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ ile münasebeti vardır. Çünkü nimet, hamde delil ve karinedir.

رَبِّ الْعَالَمٖينَ ile münasebettardır. Çünkü terbiyenin kemali, nimetlerin tevali ve teakubu ile olur.

اَلرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ ile alâkadardır. Çünkü اَلَّذٖينَ den irade edilen “enbiya, şüheda, suleha, ulema” rahmettirler.

مَالِكِ يَوْمِ الدّٖينِ ile alâkası vardır. Çünkü nimet-i kâmile ancak dindir. نَعْبُدُ ile alâkası var. Çünkü ibadette imamlar, bunlardır.

نَسْتَعٖينُ ile var. Çünkü tevfike ve ianeye mazhar bunlardır.

اِهْدِنَا ile var. Çünkü hidayette mukteda-bih onlardır.

صِرَاطَ الْمُسْتَقٖيمَ ile vardır. Çünkü doğru yol ancak onların mesleğidir.

طَرٖيقْ veya سَبٖيلْ kelimelerine صِرَاطْ kelimesinin tercihi, mesleklerinin etrafı mahdud ve işlek bir cadde olduğuna ve o caddeye girenlerin bir daha çıkmamalarına işarettir.

Ma’hud ve malûm olan şeylerde kullanılması usûl ittihaz edilen esma-i mevsuleden اَلَّذٖينَ tabiri, onların zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir ki onları taharri ve talep etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir ulüvv-ü şana mâliktirler. Cem’ sîgasıyla اَلَّذٖينَ nin zikri, onlara iktida ve tabi olmak imkânının mevcudiyetine ve onların mesleklerinde butlan olmadığına işarettir. Çünkü ferdî olmayan bir meslekte tevatür vardır, tevatürde butlan yoktur.

Mazi sîgasıyla اَنْعَمْتَ nin zikri, tekrar nimeti talep etmeye bir vesile olduğuna ve Allah’a râci olan zamiri de bir yardımcı ve bir şefaatçi vazifesini gördüğüne işarettir. Yani “Ey Rabb’im! Mademki in’am senin fiilindir ve evvelce de in’amı yapmışsın; istihkakım olmadığı halde in’amı tekrarlamak, senin şe’nindendir.”

عَلَيْهِمْ deki عَلٰى enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek ağır olduğuna ve sahraları faydalandırmak için yağmur, kar ve fırtınaların şedaidine maruz kalan yüksek dağlar gibi peygamberlerin de ümmetlerini feyizlendirmek için risalet zahmetlerine maruz kaldıklarına işarettir.

İhtar: Başka bir surede zikredilenفَاُولٰٓئِكَ مَعَ الَّذٖينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّٖينَ وَالصِّدّٖيقٖينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِحٖينَ olan âyet-i kerîme, buradaki اَلَّذٖينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ âyet-i celilesini beyan eder. Zaten Kur’an’ın bir kısmı, bir kısmını tefsir eder.

11. Sual[]

Sual: Peygamberlerin meslekleri birbirine uymadığı gibi ibadetleri de birbirine muhaliftir. Bunun esbabı nedir?

Cevap: İtikad ve amelde, usûl ve ahkâm-ı esasiyede peygamberlerin hepsi daimdirler, sabittirler, müttehiddirler. İhtilaf ve tefavütleri ancak füruattadır. Zaten zamanların tebeddülüyle, füruatın da tebeddül ve tagayyürü tabiî bir şeydir. Evet, mevasim-i erbaada tedavi ve telebbüs gibi çok şeyler tebeddüle uğrar. Mesela, kışın giyilen kalın elbise yazın tebeddüle uğrar veya kışın güzel tesiri olan bir ilacın yazın fena tesiri olur, kullanılmaz. Kezalik kalp ve ruhların gıdası olan ahkâm-ı diniyenin füruatı da ömr-ü beşerin devreleri itibarıyla tebeddüle uğrar.

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ : Havf ve firar makamı olan şu sıfatın mâkablindeki makamlarla münasebatı ise bu makamın hayret ve dehşet nazarıyla celal ve cemal ile muttasıf olan makam-ı rububiyete baktırması ve iltica ve dehalet nazarıyla نَعْبُدُ deki makam-ı ubudiyete baktırması ve acz nazarıyla نَسْتَعٖينُ deki tevekkül makamına baktırması ve teselli nazarıyla refik-i daimî olan makam-ı recaya baktırmasıdır. Çünkü korkunç bir şeyi gören adam, korku ve hayret içinde kalır; sonra firar etmeye meyleder. Âciz olduğu takdirde tevekkül eder, sonra teselli yollarını arar.

12. Sual[]

Sual: Cenab-ı Hak, Ganiyy-i Mutlak’tır; âlemde bu kadar dalaletleri ve pek çirkin fena şeyleri yapan nev-i beşerin yaratılışında ne hikmet vardır?

Cevap: Kâinatta maksud-u bizzat ve küllî ve şümullü olarak yaratılan ancak kemaller, hayırlar, hüsünlerdir. Şerler, kubuhlar, noksanlar ise hüsünlerin, hayırların, kemallerin arasında görülmeyecek kadar dağınık ve cüz’iyet kabîlinden tebeî olarak yaratılmışlardır ki hayırların, hüsünlerin, kemallerin mertebelerini, nevlerini, kısımlarını göstermeye vesile olsunlar ve hakaik-i nisbiyenin vücuduna veya zuhuruna bir mukaddime ve bir vâhid-i kıyasî olsunlar.

13. Sual[]

Sual: Hakaik-i nisbiyenin ne kıymeti var ki onun için şerler istihsan edilecek?

Cevap: Hakaik-i nisbiye denilen şeyler, kâinatın eczası arasında bulunan rabıtalardır. Ve kâinattaki nizam ancak hakaik-i nisbiyeden doğmuştur. Ve hakaik-i nisbiyeden kâinatın envaına bir vücud-u vâhid in’ikas etmiştir. Hakaik-i nisbiye, büyük bir ölçüde hakaik-i hakikiyeden çoktur. Hattâ bir zatın hakaik-i hakikiyesi yedi ise hakaik-i nisbiyesi yedi yüzdür. Binaenaleyh kubuh ve şerde şer varsa da kalildir.

Malûmdur ki şerr-i kalil için hayr-ı kesîr terk edilmez. Terk edilirse şerr-i kesîr olur. Zekât ve cihadda olduğu gibi.

Evet اِنَّمَا تُعْرَفُ الْاَشْيَاءُ بِاَضْدَادِهَا meşhur kaziyeden maksat, bir şeyin zıddı, o şeyin hakaik-i nisbiyesinin vücud veya zuhuruna sebeptir. Mesela, kubuh olmasaydı ve hüsünlerin arasına girmeseydi, hüsnün gayr-ı mütenahî olan mertebeleri tezahür etmezdi.

14. Sual[]

Sual: اَنْعَمْتَ fiil, مَغْضُوبِ ism-i mef’ul, ضَٓالّٖينَ ism-i fâil olarak zikirlerinde ve keza üçüncü fırkanın sıfatını ve ikinci fırkanın sıfatına terettüp eden âkıbetini ve birinci fırkanın unvan-ı sıfatını aynen zikretmekte ne gibi bir hikmet vardır?

Cevap: “Nimet” unvanı, nefsin daima meylettiği bir lezzet olduğundan ihtiyar edilmiştir. Fiil-i mazi olarak zikrindeki sebep, evvelce beyan edilmiştir.

İkinci fırka ise kuvve-i gazabiyenin galebe ve tecavüzüyle tecavüz ederek ahkâmın terkiyle zulüm ve fıska düşmüşlerdir. Yahudilerin temerrüdü gibi. Zulüm ve fıskta hasis ve hayırsız bir lezzet görüldüğünden, onlardan nefis teneffür etmez. Kur’an-ı Kerîm o zulmün âkıbeti olan gazab-ı İlahîyi zikretmiştir ki nefisleri o zulüm ve fısktan tenfir ettirsin. İstimrar ve devam şe’ninde olan isimlerden ism-i mef’ul olarak zikredilmesi ise şer ve isyanların devam edip tövbe ve af ile inkıta etmedikleri takdirde kat’îleşeceğine ve silinmez bir damga şekline geçeceğine işarettir.

Üçüncü fırka ise vehim ve heva-yı nefsin akıl ve vicdanlarına galebesiyle, bâtıl bir itikada tabi olarak nifaka düşen bir kısım Nasâra’dır. Dalalet, nefisleri tenfir ve ruhları inciten bir elem olduğundan Kur’an-ı Kerîm, o fırkayı aynı o sıfatla zikretmiştir. Ve ism-i fâil olarak zikrindeki sebep ise dalaletin dalalet olması, devam etmesine mütevakkıf olup inkıtaa uğradığı zaman affa dâhil olacağına işarettir.

Ey arkadaş! Bütün lezzetler imanda olduğu gibi bütün elemler de dalalettedir. Bunun izahı ise: Bir şahıs, kudret-i ezeliye tarafından, adem zulümatından şu korkunç dünya sahrasına atılırken gözünü açar, bakar. Bir lütuf beklediği zaman, birdenbire düşmanlar gibi hastalıklar, elemler, belalar hücum etmeye başlarlar. Bir meded, bir yardım için müsterhimane tabiata ve anâsıra baktığı vakit, kasavet-i kalple, merhametsizlikle karşılaşır. Ecram-ı semaviyeden istimdad etmek üzere başını havaya kaldırır. O ecram, atom bombaları gibi dehşetli ve heybetli halleriyle gözüne görünür. Hemen gözünü yumar, başını eğer, düşünmeye başlar. Bakar ki hayatî hâcetleri bağırıp çağırmaya başlarlar. Bütün bütün tevahhuş ederek hemen kulaklarını tıkar, vicdanına iltica eder; bakar ki vicdanı, binler âmâl (emeller) ve emanî ile dolu gürültülerinden cinnet getirecek bir hale gelir.

Acaba hiçbir cihetten hiçbir teselli çaresini bulamayan o zavallı şahıs, mebde ile meâdi, Sâni’ ile haşri itikad etmezse onun o vaziyetinden cehennem daha serin olmaz mı?

Evet, o bîçare havf ve heybetten, acz ve ra’şetten, vahşet ve gönül darlığından, yetimlikle meyusiyetten mürekkeb bir vaziyet içinde olup kudretine bakar, kudreti âciz ve nâkıs. Hâcetlerine bakar, def’edilecek bir durumda değildir. Çağırıp yardım istese yardımına gelen yok. Her şeyi düşman, her şeyi garib görür. Dünyaya geldiğine bin defa nedamet eder, lanet okur. Fakat o şahsın sırat-ı müstakime girmekle kalbi ve ruhu nur-u imanla ışıklanırsa o zulmetli evvelki vaziyeti nurani bir halete inkılab eder. Şöyle ki:

O şahıs; hücum eden belaları, musibetleri gördüğü zaman, Cenab-ı Hakk’a istinad eder, müsterih olur.

Yine o şahıs, ebede kadar uzanıp giden emellerini, istidatlarını düşündüğü zaman, saadet-i ebediyeyi tasavvur eder. O saadet-i ebediyenin mâü’l-hayatından bir yudum içer, kalbindeki emellerini teskin eder.

Yine o şahıs, başını kaldırıp semaya ve etrafa bakar; her şeyle ünsiyet peyda eder.

Yine o şahıs, semadaki ecrama bakar; hareketlerinden dehşet değil, ünsiyet ve emniyet peyda eder ve onların o hareketlerini, ibret ve hayretle tefekkür eder.

Yine o şahıs, ecram-ı ulviye ile öyle bir kesb-i muarefe eder ki hangi bir cirme bakarsa baksın, o cirmlerden “Ey arkadaş! Bizden tevahhuş etme! Hareketlerimizden korkma! Hepimiz bir Hâlık’ın memurlarıyız.” diye me’nus ve emniyet verici sesleri kalben işitmeye başlar.

Hülâsa: O şahıs, evvelki vaziyetinde, vicdanındaki o dehşetli ve vahşetli ve korkunç âlâm-ı şedideden kurtulmak için teselliler ile hissini iptal ve sarhoşlukla o halleri unutmak ister. İkinci haletinde ise ruhunda yüksek lezzetleri ve saadetleri hisseder; kalbini ikaz, vicdanını tahrik edip ruhunu ihsas ettikçe o saadetler ziyadeleşir ve ona manevî cennetlerin kapıları açılır.

اَللّٰهُمَّ بِحُرْمَةِ هٰذِهِ السُّورَةِ اِجْعَلْنَا مِنْ اَصْحَابِ الصِّرَاطِ الْمُسْتَقٖيمِ اٰمٖينَ

Önceki Risale: Kur'an'ın Tarifiİşarat-ül İ'cazBakara Suresi 1-3. âyetler: Sonraki Risale

Advertisement