Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

D. {{Alıntı|konum=sağ|{{RNK}}|10px|30px}}
<div style="font-size:150%;">'''Büyük Punto'''</div> Şablon:Risale bakınız


RNK şablon sayfası
Arapça font problemi

Risale
Risale:Risale
Risale:Risale-i Nur

Hizb ve dualar
Risale:Hizb'ül Ekber-in Nuri
Risale:Hizb-i Azam-ı Kur'anî
Risale:Hizb-i Nur'il Ekber (Zülfikar)
Risale:Hizb-ül Hakaik
Risale:Hizb-ül Mesnevi-ül Arabi
Risale:Celcelutiye
Risale:Cevşen-ül Kebir
Risale:Cevşen-ül Kebir (Hizb-ül Hakaik)
Risale:Çocuk Taziyenamesi (Siracünnur)

Risale: Mukaddime (Muhakemat)
Risale:Lemeat (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Makaleler (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Lemeat'tan (Kastamonu)
Risale:Teşhis-ül İllet (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Divan-ı Harb-i Örfi (Asar-ı Bediiyye)
Risale:İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Mektubat)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Hakikat Çekirdekleri (2) (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Tarihçe-i Hayatın Zeyli (Asar-ı Bediiyye)
Risale
Risale:Hutbe-i Şamiye
Risale:Hutbe-i Şamiye (Asar-ı Bediiyye)

RNK : Risale-i Nur Külliyatı’ndan
Kuran:Kur'an .
Risale:Evrad .
Risale:33 Hadis .
Risale:Hazret-i Üstadın Tashih ve Tasarrufları Hakkında (Asar-ı Bediiyye)
Risale:Vukufsuz Ehl-i Vukufa Cevap (Asar-ı Bediiyye)
Tüm risaleler :
Risale:Risale-i Nur :
Evrad
Büyük boy kitaplar:
Sözler - Mektubat - Lem'alar - Şuâlar - Tarihçe-i Hayat - İşarat-ül İ'caz - Mesnevi-i Nuriye - Asâ-yı Musa - Barla Lahikası - Kastamonu Lahikası - Emirdağ Lahikası-1 ve Emirdağ Lahikası-2 -Sikke-i Tasdik-i Gaybi
Mesnevi-i Nuriye
*İ’tizar
*Mukaddime
*Lem'alar Risalesi
*Reşhalar
*Lasiyyemalar
*Katre
*Hubab
*Habbe
*Zühre
*Zerre
*Şemme Risalesi
*Onuncu Risale
*Şule
*Nokta
*Münderecat Hakkında
*Fihrist
Orta boy kitaplar:Muhakemat - İman ve Küfür Muvazeneleri
Küçük boy kitaplar: Âyet-ül Kübrâ - Bediüzzaman Cevap Veriyor - Divan-ı Harb-i Örfî - Elhüccet-üz Zehrâ - Ene ve Zerre Risalesi - Esma-i Sitte - Gençlik Rehberi - Hakikat Nurları - Hanımlar Rehberi - Hastalar Risalesi - Haşir Risalesi - Hizmet Rehberi - Hutbe-i Şamiye - İçtihad Risalesi - İhlas Risalesi - İhtiyarlar Risalesi - İman Hakikatleri - Konferans - Küçük Sözler - Lâtif Nükteler - Meyve Risalesi - Miftâh-ul İman - Mi'rac ve Şakk-ı Kamer Risaleleri - Mirkat-üs Sünnet - Mu'cizât-ı Ahmediye - Mu'cizât-ı Kur'aniye - Münâcât - Münazarat - Nur Aleminin Bir Anahtarı - Nur Çeşmesi - Nur'un İlk Kapısı - Otuz Üç Pencere - Rahmet ve Şefkat İlaçları - Ramazan-İktisat-Şükür Risaleleri - Sünuhat-Tulûat-İşârât - Sünuhat - Tulûat - İşârât Sünuhat - Tulûat - İşârât Tabiat Risalesi - Uhuvvet Risalesi - Üstad Hz.'nin Hulusi Ağabeye Gönderdiği Mektuplar - Üstad Hazretlerinin Mehmet Kayalar Ağabeye Gönderdiği Mektuplar Yirmi Üçüncü Söz - Zühret-ün Nur
Diğer risaleler ve parçalar: Âsâr-ı Bedîiyye - Tılsımlar - Sirac-ün Nur (*3. Şua (Münacat Risalesi) 25. Lem'a (Hastalar Risalesi) 25. Lem'a'nın Zeyli 17. Mektub (Çocuk Taziyenamesi) 26. Lem'a (İhtiyarlar Risalesi) 26. Lem'a'nın Zeyli 21. Mektub 4. Şua (Ayet-i Hasbiye Risalesi) 13. Lem'a (Hikmet-ül İstiaze Risalesi) 33. Mektup (Aynı Zamanda 33. Söz Pencereler Risalesi) Eski Said'in Yeni Said'e İnkılabı Zamanındaki Hazin Münacatı 12. Şua (Denizli Müdafaanamesi) 5. Şua Hasan Feyzi'nin Manzumesi)- Fihrist Risalesi - Zülfikâr - Ta'likât #Kızıl İcaz #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Abdurrahman) #28. Mektup'un 6. Meselesi (Vehhabi meselesi) #18. Lem'a #Şualar, 14. Şua, Hata-Savab Cedveli #Maidet-ül Kur'an (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #Hazinet-ül Bürhan (Tılsımlar Mecmuasının Zeyli) #İnna A'tayna'nın Sırrı #Gayrı Münteşir (Neşredilmemiş) Kısımlar *Gayrı Münteşir Mektuplar *Risalelerden Gayrı Münteşir Kısımlar *Barla Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Kastamonu Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-1 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Emirdağ-2 Lahikasından Gayrı Münteşir Kısımlar *Denizli Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar *Afyon Hapsinden Gayrı Münteşir Kısımlar #Risale:Müdafaat Üstad Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaaları ve Resmi Makamlara Dilekçeleri *Birinci Millet Meclisinde Neşredilen Beyanname *Barla ve Isparta Hayatı (1926-1934) *Eskişehir Mahkemesi (1935) *Isparta ve Denizli Mahkemesi (1944) *Denizli Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Denizli Hapsinden Sonra) *Afyon Mahkemesi (1948 - 1949) *Afyon Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Afyon Mahkemesi Kararnamesi *Temyiz Mahkemesi *Temyiz Mahkemesi Talebe Müdafaaları *Emirdağ Hayatı (Afyon Hapsinden Sonra) *Urfa Ehl-i Vukufuna Cevap (1951) *Gençlik Rehberi Mahkemesi (1952) *Samsun Mahkemesi (1952 *Isparta Mahkemesi (1956) *Emirdağ Hayatı (Isparta Mahkemesinden Sonra) *Diğer Talebe Müdafaaları
#İşarat-ül İ'caz (A. Badıllı Tercümesi) İşarat-ül İ'caz اشارات الاعجاز فى مظانّ الايجاز İşarat-ul İ'caz KUR'AN'IN ÎCÂZ YERLERİNDEKİ İ'CÂZ İŞARETLERİ *Mütercimin İzahları *Mukaddeme *Fatiha Suresi Tefsiri *Bakara 1: Huruf-u Mukattaa *Bakara 2: Kur'anın Hidayeti ve Şüphesizliği *Bakara 3: Allaha İman - Namaz - Zekat *Bakara 4: Kitaplara ve Ahirete İman *Bakara 5: Müminlerin Hidayeti ve Felahı *Bakara 6: Küfrün Mahiyeti *Bakara 7: Kalplerin Mühürlenmesi *Bakara 8: Münafıklar Bahsi *Bakara 9-10: Münafıkların Aldatması *Bakara 11-12: Münafıkların Fesad Çıkarması *Bakara 13: Münafıkların İmanda İkiyüzlülüğü *Bakara 14-15: Münafıkların Müminlerle Alay Etmesi *Bakara 16: Hidayeti Verip Dalaleti Satın Almaları *Bakara 17-18: Münafıklar Hakkında Ateş Temsili *Bakara 19-20: Münafıklar Hakkında Yağmur Temsili *Bakara 21-22: İbadet ve Tevhid Bahsi *Bakara 23-24: Nübüvvet Bahsi *Bakara 25: Cennet Bahsi *Bakara 26-27: Temsil Bahsi *Bakara 28: Yeniden Yaratılış *Bakara 29: Yedi Kat Sema Bahsi *Bakara 30: Hilafet-i İnsaniye *Bakara 31-33: Talim-i Esma *İstikbalin Hâkim-i Mutlakı Kur'andır
#Mesnevi-i Nuriye (A. Badıllı Tercümesi) Risale-i Nur Külliyatından Mesnevî-i Nuriye (Türkçe Tercümesi) Müellifi Bediüzzaman Said-i Nursî Mütercim: Abdülkadir Badıllı Tenbih: (Mesnevî-i Nuriye) ismi, Türkçe tercümesine Hz. Üstad tarafından konulmuştur. Arapça ismi her ne kadar "El-Mesneviyy-ül Arabiyy-ün Nurî'dir. İsim, ism-i müzekker olduğundan, Mesnevî'den sonra (Nuriye) değil, (Nurî) gelmesi lâzımdır. Fakat bu sıfat Türkçe telaffuzunda ağır ve nâmüsta'mel bir sıfat olduğu gibi; "El-Mesneviyy-ül Arabî Li-r Resail-in Nuriye" yani, "Nur Risalelerinin Arabî Mesnevîsi" manasında dahi olduğu için, "Risale"nin müfredi veya Risalelerin cem'i için sıfat olarak Nuriye gelmesi lâzım olduğundan "Mesnevî-i Nuriye" ismi tam yerindedir. (Mütercim) *Takdimler, Mukaddeme, Tenbih, İhtar, İtizar *Lem'alar *Reşhalar *Lasiyyemalar *Katre *Katrenin Zeyli *Habab *Hababın Zeyli *Habbe *Habbenin Zeyli *Habbenin Zeylinin Zeyli *Zehre *Zehrenin Zeyli *Zerre *Şemme *14. Reşha *5. Ders *Şule *Şulenin Zeyli *Nur *Kızıl İcazdan Bazı Parçalar
#Rumuzat-ı Semaniye Bu risalenin sebeb-i telifi, Kur’ân’ın tercümesini Kur’ân yerinde camilerde okutmak olan dehşetli suikastına karşı bir nevi mukabeledir. Ziyade tafsilât ve lüzumsuz bahisler girmiş. Fakat o mücahidâne ve heyecanlı mukabelede kıymettar bir gaybî anahtarı hissedip meczubâne arattırmak içinde, lüzumsuz tafsilât ve zaif ve pek ince emareler dahi girmiş. Kalbime geldi ki: Yirmi Dokuzuncu Mektubun gayet ehemmiyetli ve lüzumlu ve parlak ve îcazlı olan Birinci Makamı, bu İkinci Makamın bütün kusûratını ve israfatını affettirir. Ben de kemâl-i sürurla şükrettim, o kusurları unuttum. *Birinci Parça: 28.Mektubun 7.Meselesinin Hatimesi *İkinci Parça: 28.Mektubun 8.Meselesi *Üçüncü Parça: 29.Mektubun 3.Kısmı *Dördüncü Parça: 29.Mektubun 4.Kısmı *Beşinci Parça: 29.Mektubun 8.Kısmı
#Tefekkürname: 29. Lem'a-yı Arabî #Arabî Münacat Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Otuz birinci Lem'a'nın Üçüncü Şuaı olan Risale-i Münacattan Arabi bir parçadır. Gelen âyet-i uzmanın A'zamî bir tefsiridir." dediği Arapça bir münacat. #Arabi El-Hüccet-üz Zehrâ Risalesi: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Çok ehemiyetli Arabi bir risaleciktir. El hüccet-üz zehrâ risalesinden bir kısmının bir hülasasıdır" dediği Arapça bir parça. #Hizb-ül Mesnevi-ül Arabî: Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında "Risale-i Nur'dan ehemmeyetle intişar eden Arabî Mesnevi-i Nuriye'nin içindeki kıymettar risalelerde eski Said'in yeni Said'e inkılabı zamanında dergh-ı ilahiyeye karşı münacatları, istiğfarları, tesbihatları ilm-el yakin derecesinde imanî şehadetlerinden parçalardır" dediği Arapça bir parça. #Ettefekkür-ul İmaniyyür Refi': Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'nin İkinci Babı olarak te'lif edilmiştir. 29. Lem'a'daki kısım ve meali için 'buraya', Şualarda geçen ve bir kısmının Abdülmecid abi tarafından yapılan tercümesi için 'buraya' bakabilirsiniz. #Bediüzzaman'ın Tarihçe-i Hayatı (Hamza) #Kur'an Hattı Risaleler #Ayet ve Hadis Mealleri
S=Risale:Sözler . SÖZLER . Birinci Söz . İkinci Söz . Üçüncü Söz . Dördüncü Söz . Beşinci Söz . Altıncı Söz . Yedinci Söz . Sekizinci Söz . Dokuzuncu Söz . Onuncu Söz . On Birinci Söz . On İkinci Söz . On Üçüncü Söz . On Dördüncü Söz . On Beşinci Söz . On Altıncı Söz . On Yedinci Söz . On Sekizinci Söz . On Dokuzuncu Söz . Yirminci Söz . Yirmi Birinci Söz . Yirmi İkinci Söz . Yirmi Üçüncü Söz . Yirmi Dördüncü Söz . Yirmi Beşinci Söz . Yirmi Altıncı Söz . Yirmi Yedinci Söz . Yirmi Sekizinci Söz . Yirmi Dokuzuncu Söz . Otuzuncu Söz . Otuz Birinci Söz . Otuz İkinci Söz . Otuz Üçüncü Söz . Lemeat . Konferans . Fihrist
M=Risale:Mektubat . MEKTUBAT . Birinci Mektup . İkinci Mektup . Üçüncü Mektup . Dördüncü Mektup . Beşinci Mektup . Altıncı Mektup . Yedinci Mektup . Sekizinci Mektup . Dokuzuncu Mektup . Onuncu Mektup . On Birinci Mektup . On İkinci Mektup . On Üçüncü Mektup . On Dördüncü Mektup . On Beşinci Mektup . On Altıncı Mektup . On Yedinci Mektup . On Sekizinci Mektup . On Dokuzuncu Mektup . Yirminci Mektup . Yirmi Birinci Mektup . Yirmi İkinci Mektup . Yirmi Üçüncü Mektup . Yirmi Dördüncü Mektup . Yirmi Beşinci Mektup . Yirmi Altıncı Mektup . Yirmi Yedinci Mektup . Yirmi Sekizinci Mektup . Yirmi Dokuzuncu Mektup . Otuzuncu Mektup . Otuz Birinci Mektup . Otuz İkinci Mektup . Otuz Üçüncü Mektup . İşarat-ı Gaybiye Hakkında Bir Takriz . Hakikat Çekirdekleri . Gönüller Fatihi Büyük Üstada . Fihriste-i Mektubat . Hakikat Işıkları . Dua
L=Risale:Lem'alar . LEM'ALAR . Birinci Lem'a . İkinci Lem'a . Üçüncü Lem'a . Dördüncü Lem'a . Beşinci Lem'a . Altıncı Lem'a . Yedinci Lem'a . Sekizinci Lem'a . Dokuzuncu Lem'a . Onuncu Lem'a . On Birinci Lem'a . On İkinci Lem'a . On Üçüncü Lem'a . On Dördüncü Lem'a . On Beşinci Lem'a . On Altıncı Lem'a .On Yedinci Lem'a . On Sekizinci Lem'a . On Dokuzuncu Lem'a . Yirminci Lem'a . Yirmi Birinci Lem'a . Yirmi İkinci Lem'a .Yirmi Üçüncü Lem'a . Yirmi Dördüncü Lem'a . Yirmi Beşinci Lem'a .Yirmi Altıncı Lem'a . Yirmi Yedinci Lem'a . Yirmi Sekizinci Lem'a .*Yirmi Dokuzuncu Lem'a . Otuzuncu Lem'a . Otuz Birinci Lem'a .Otuz İkinci Lem'a . Otuz Üçüncü Lem'a . Münâcat .Fihrist . Dua
Ş=Şualar .Risale:Şuâlar . ŞUÂLAR . İkinci Şuâ . Üçüncü Şuâ .Dördüncü Şuâ .Altıncı Şuâ . Yedinci Şuâ . Dokuzuncu Şuâ . On Birinci Şuâ . On İkinci Şuâ . On Üçüncü Şuâ . On Dördüncü Şuâ .Beşinci Şuâ . On Beşinci Şuâ . Birinci Şuâ . Sekizinci Şuâ *Yirmi Dokuzuncu Lem’a’dan İkinci Bab . Eddâî .Dua . İçindekiler
TH =Risale:Tarihçe-i Hayat . BEDÎÜZZAMAN SAİD NURSÎ TARİHÇE-İ HAYATI . Ön Söz .Giriş . İlk Hayatı . Barla Hayatı . Eskişehir Hayatı .Kastamonu Hayatı .Denizli Hayatı .Emirdağ Hayatı - Afyon Hayatı - Isparta Hayatı - Hariç Memleketler - Bedîüzzaman ve Risale-i Nur - Dua - İçindekiler
İİ. İŞARATÜ’L-İ’CAZ . Risale:İşarat-ül İ'caz . Tenbih . İfadetü’l-Meram . Kur'an'ın Tarifi . Fatiha Suresi . Bakara Suresi 1-3. âyetler . Bakara Suresi 4-5. âyetler . Bakara Suresi 6. âyet . Bakara Suresi 7. âyet . Bakara Suresi 8. âyet - Bakara Suresi 9-10. âyetler . Bakara Suresi 11-12. âyetler . Bakara Suresi 13. âyet . Bakara Suresi 14-15. âyetler . Bakara Suresi 16. âyet . Bakara Suresi 17-20. âyetler . Bakara Suresi 21-22. âyetler . Bakara Suresi 23-24. âyetler . Bakara Suresi 25. âyet Bakara Suresi 26-27. âyetler . Bakara Suresi 28. âyet Bakara Suresi 29. âyet . Bakara Suresi 30. âyet . Bakara Suresi 31-33. âyetler . Ecnebi Feylesofların Kur’an Hakkındaki Beyanatları . Mehmed Kayalar’ın Bir Müdafaası . Dua . Fihrist
MN= MESNEVÎ-İ NURİYE . İ’tizar . Mukaddime . Lem'alar Risalesi . Reşhalar . Lasiyyemalar . Katre . Hubab . Habbe . Zühre . Zerre . Şemme Risalesi . Onuncu Risale . Şule - Nokta . Münderecat Hakkında - Fihrist
AM=ASÂ-YI MUSA: Risale:Asa-yı Musa .Mukaddimat - Asa-yı Musa’dan Birinci Kısım - Birinci Mesele - İkinci Meselenin Bir Hülâsası - Üçüncü Mesele - Dördüncü Mesele - Beşinci Mesele - Altıncı Mesele - Yedinci Mesele - Sekizinci Meselenin Bir Hülâsası - Dokuzuncu Mesele - Onuncu Mesele - On Birinci Mesele - Asa-yı Musa’dan İkinci Kısım - Birinci Hüccet-i İmaniye - İkinci Hüccet-i İmaniye - Üçüncü Hüccet-i İmaniye - Dördüncü Hüccet-i İmaniye - Beşinci Hüccet-i İmaniye - Altıncı Hüccet-i İmaniye - Yedinci Hüccet-i İmaniye - Sekizinci Hüccet-i İmaniye - Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye - Onuncu Hüccet-i İmaniye - On Birinci Hüccet-i İmaniye - Fihrist
BL BARLA LÂHİKASI- Risale:Barla Lahikası - : Takdim - Yedinci Risale olan Yedinci Mesele - Mukaddime - Yirmi Yedinci Mektup ve Zeylleri - Yirmi Yedinci Mektup'un Zeyli ve İkinci Kısmı - İkinci Zeyl - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Zeyli - Yirmi Yedinci Mektup'un Üçüncü Kısmı ve Üçüncü Zeylin Nihayetidir - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (1) - Mektubat'ın Üçüncü Kısmı (2) - Kastamonu ve Emirdağ'da Yazılan Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 1 .Risale:Emirdağ Lahikası-1 . Yirmi Yedinci Mektup’tan Takdim - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
EL-2 EMİRDAĞ LÂHİKASI – 2: Risale:Emirdağ Lahikası-2 . Yirmi Yedinci Mektup’tan (Emirdağ’ında ve Isparta’da Son İkametlerinde Yazılan Mektuplardır) Giriş - Birinci Kısım Mektuplar - İkinci Kısım Mektuplar - Üçüncü Kısım Mektuplar
KL Risale:Kastamonu Lahikası. Yirmi Yedinci Mektup’tan KASTAMONU LÂHİKASI: Takdim - Lemeat'tan Önceki Mektuplar - Lemeat'tan - Lemeat'tan Sonraki Mektuplar
STG SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-1 *Birinci Şuâ *Sekizinci Şuâ *On Sekizinci Lem'a *Yirmi Sekizinci Lem'a *Sekizinci Lem'a *Parlak Fıkralar ve Güzel Mektuplar-2 *Dua

Gayrı Münteşir Kısımlar Listesi

Üstad'ın, talebelerinin ve bazı zatların Risalelerde yer almayan bazı mektupları

Tevafuklu Kur'ana ilave edilecek parçalar[]

Üstad Bediüzzaman'ın, Tevafuklu Kur'anın Başına konulmasını arzu ettikleri parçalardır.([1])

Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?[]

Elcevap: Kur’ân, şu kitab-ı kebir-i kainatın bir tercüme-i ezeliyesi...

(Devamı için bkz. Kur’ân nedir, tarifi nasıldır? )

Kur'an ayetleri ve Tevafukatı[]

Sure-i Bakara'nın ayetleri ikiyüzseksenaltı (286), ve içindeki lafza-i celal ikiyüzsekseniki (282), iki kere لاَۤ اِلۤهَ اِلاَّ هُوَ deki iki هُوَ ve daha lafzullah yerinde iki diğer هُوَ ile beraber tam ayatın adedine muvafakati, bir sırr-ı i'cazı ihsas ediyor.

Lafzullah mecmu-u Kur'anda ikibin sekizyüz altı (2806) defa zikredilmiş. Rahman; Rahim, Hakîm ile beraber, Kur'an ayetlerinin nısfıdır. Hem Allah lafzı yerinde zikredilen Rab ile beraber nısfdır. Hem Rahman; Rahîm, Alîm, لاَۤ اِلۤهَ اِلاَّ هُوَ deki هُوَ adediyle beraber nısfdır.

Sureler itibarıyla mühim nükteler var. Ezcümle; Sure-i Bakara ve Al-i İmran'daki lafza-i celal adedi ayetlerine müsavidir. Öyle de Sure-i Nisa, Sure-i Maide ve Sure-i En'am'ın mecmu ayetleri, mecmuundaki lafza-i Celal adedine tam tevafuktadır.

Hem beşer beşer sure itibarıyla mühim bir münasebet-i adediyesi var. Şöyleki; Sure-i A'raf'dan başlayan beş, evvelki beşin yarısıdır.

Hem Sure-i Yusuf'tan başlayan beş, o yarının yarısıdır.

Hem Sure-i İsra'dan başlayan beş, Sure-i Hacc ile beraber o yarının yarısının yarısıdır.

Sonra gelen beşer beşer takriben o nisbetle gidiyor. Yalnız bazı küçük küsürat ile fark oluyor. Böyle makamat-ı hitabiyede böyle fark zarar vermez.

Sonra Sure-i Zuhruf'tan başlayan beş, o nısf-ı nısf-ı nısfının nısfına iniyor.

Sure-i Necm'den başlayan beş, o nısf-ı nısf-ı nısf-ı nısfının nısfıdır.

Sonra gelen küçük beşler içinde, üç beşin yalnız üçer aded lafza-i Celal'i var.

Bu vaziyet gösteriyor ki, lafza-i Celal adedine tesadüf karışmamış. Bir hikmet ve intizam ile lafza-i Celal adedleri ta'yin edilmiş.

Kur'an-ı Hakîm'in Hurûfâtı[]

Kur'an-ı Hakîm'in hurufatı üçyüzbin altıyüz yirmi (300620) harftir. Şu mukaddes hurufatta pek çok esrar-ı mühimme vardır.

Ezcümle, i'caz-ı Kur'an'da izah edilen ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا ayetinin hurufatıyla, Sure-i Feth'in ahirki ayetinin hurufatı gayet mucizane bir tarzda, öyle bir vaziyet almışlar ki, o iki ayetin yalnız hurufları cihetiyle gösterdikleri o vaziyet-i acibe-i muntazama, iki mucize-i zâhiredir. Buna kıyasen hurufat-ı Kur'aniye, kelimat-ı Kur'aniye gibi esrarlıdır.

Evet her bir harfi on sevabdan bin sevaba kadar manevi meyve verse, ve Hâlık-ı Küll-i Şey'in kelam-ı ezelisinden olsa, her bir harfi bir çekirdek gibi bir şecere-i maneviyenin merkezi hükmüne geçer.

İşte hurufat-ı Kur'aniyenin ehemmiyet-i esrarındandır ki, ulema-i ilm-i huruf taifesi nazarında her bir harf bir sahife gibi mana verir.

Kur'an-ı Hakîm'in Kelimatı[]

Kur'an-ı Hakîm'in kelimatı, yetmişaltıbin dörtyüzdür (76400). Kelimat-ı Kur'aniyede ne kadar mühim esrar, ve ne kadar nükteler bulunduğu, i'caz-ı Kur'ana dair olan yirmibeşinci sözde ve Sure-i Bakara'nın bir kısmını tefsir eden İşarat-ül İ'cazda parlak bir surette gösterilmiştir.

Ayat-ı kur'aniye, altıbin altıyüz altmış altıdır (6666). Bu ayatın adedince mühim esrar var. Ezcümle, eyyam-ı şer'iye ile altıbin altıyüz altmış altı (6666) sene alem-i insaniyet, Kur'anın nuruyla yaşayacağına işaret etmekle beraber, beyanına muktedir ve me'zun olmadığımız çok işaretler vardır.

Evet zaman-ı Adem'den beri nur-u Kur'an ile beraber, nur-u Muhammedî (ASM) tâ asr-ı saadete gelmiş. Demek fetret-i mutlaka zamanını saymamak şartıyla, eyyam-ı şer'iye ile âlem-i beşeriyet altıbin altıyüz altmış altı (6666) sene neşr-i envar etmiş ve edecek.

Kur'an-ı Hakîm'in Sûreleri[]

Kur'anın sureleri yüzondört (114) tür. Kur'an, sure sure olmakta pek çok hikmetleri ve sırları vardır. Ezcümle, herkes her vakit muhtaç olduğu umum Kur'anı okuyamaz. Fakat bir sureyi her zaman okuyabilir. Demek ekser surelerin herbirisi Kur'an hükmüne geçer. Kur'andaki makasıd-ı asliyenin icmalini tazammun eder. Kimseyi mahrum bırakmaz. Her bir sure, birer küçük Kur'an hükmüne geçer. Bazen de herbir ayet birer küçük sure hükmüne geçer.

Kur'an[]

"Kur'an" ism-i şerifinde çok esrar vardır. İ'caz-ı Kur'ana işaret eden nükteler vardır. Ezcümle, Kur'an-ı Hakîm' deki lafz-ı Kur'an altmışdokuz (69) defa zikredilmiştir. Yedi silsile ile bütün birbirine bakar. Birbirine karşı tevafukları var. Yalnız hattın intizamsızlığıyla satır-ı vâhiddeki vaziyeti, bazısında biraz inhiraf etmiştir. Fakat satır yine birdir. Sahifenin onbeş satırı içinde yedi satırdan başlayan yedi silsile, Kur'anda mevcut umum "Kur'an" kelimelerini cem etmesi ve "kıraet" manasında iki "Kur'an" kelimesinin hariç kalması ve "Kur'an" manasında iki "Furkan" dahil olması katiyen gösteriyor ki, tesadüf işi olamaz. Ve ona tesadüf karışamaz. Ve fikr-i beşerin hiçbir cihette işi değildir. Çünkü yedi satırdan başka sekiz satır kalıyor. Satırdaki vaziyet-i hakîmaneyi nazara almasak ta ve o "Kur'an" kelimatını tazammun eden ayetlerin manevi tevafukat-ı hakîmanesini düşünmesek te yarısından fazla silsile, tevafuk haricinde kalmak lazım gelirken hiçbirisinin hariç kalmaması, tek başıyla bir lem'a-i i'caziyedir.

Said Nursî

Meziyet-i şahsiye sahibi, asil, Allah yolunda kardeşim Seyyid Şefik Arvasi'nin takrizidir.([2])[]

Noksan sıfatlardan Münezzeh olan Allah'ın Adıyla..

Salat ü Selam, yaratıklarının hayırlısı olan Hz. Muhammed'e olsun.

Şurası bir gerçektir ki, Üstadımız Bediüzzaman'ın ayat-ı Kur'aniyye'nin feyizlerinden mülhem ve belagat-ı Kur'aniyye'nin nüktelerinden ve işaretlerinden istifade ile yazdığı eserlerini mütalaa edenler şunu şöyle bilmeleri gerektir ki, bu eserler sonsuz ihata sahibi Allahu Teâlâ hazretlerinin lütuf ve kereminin inkişafıyla, letaif ve vicdan ayinelerinin cilalanmasıyla vücud bulmuştur.

Ben bu eserler hakkında samimi olarak kısaca şunu arz edeyim ki, bu eserlerden her biri din düşmanlarına karşı aşılmaz bir kale, belki nefis ve şeytanın tuzak ve desiselerinin, tabiatperestlerin telkinlerinin ve filozofların sapık ve batıl fikirlerinin tesir edemeyeceği bir Çin seddidir.

Onun bahis konusu yaptığı kaynaklardan öyle bir ab-ı hayat fışkırmaktadır ki, onunla en müşkül imani meseleler çözülür, nefsanî bütün kötülükler söner.

Bu eserleri okuyan her hakikat arayıcısının onların üzerinde çok dikkatli durması lazımdır ki, ortaya koyduğu delillerinden tam istifade edebilsin, inceliklerinden istediği zevki alabilsin.

Şayet manalarını anlamakta zorlanırsa, bu durum onu usandırmasın ve gevşekliğe sevk etmesin. Çünkü büyük ve yüksek faydalar elde etmenin yolu çok uğraşmak ve ciddi gayret göstermektir.

Hem de müellifine asla serzenişte bulunmamalıdır. Çünkü o da bu zor yolu kendi iradesiyle seçmiş değildir. Zira ele aldığı meselelerin mevzuları alışık olduklarımızdan çok farklıdır. Ve zevke hitap ettiği için ibareler dar gelmektedir. Başkalarına göre görüş ve düşünce halinde olan şeyler ona göre delillerin açık neticeleri, birbirine uygun ve birbirinden doğan manalardır ki, bazılarına işaret edilmiş, bir kısmından da sarf-ı nazar edilmiştir. Çünkü mesafenin uzaklığı, cümle ve kelimelerdeki işaretleri göstermeye kâfi gelmemektedir. Harika teşbihler ve temsiller gibi.

El- Hakir

Muhammed Şefik

Sultan Abdülhamid hakkında bir beyan[]

Bir muallim kardaşımız, Sultan Hamid’in hakkında Üstâdımızın Hürriyet başında söylediği nutuklarda, Sultan Hamid’e hücum etmiş ve o kıymettar padişahın kıymetini takdir etmemiş gibi bir şüphe gelmiş.

Elcevap: Biz Üstâdımızdan aldığımız hakîkat-i hal ile cevap veriyoruz.

Evvelâ: Üstâdımızın bütün hayatındaki birinci düsturu, Kur’ân-ı Hakîmin bir kânun-u esâsîsidir ki: "Bir adamın cinâyetiyle başkası mesul olamaz" kâide-i Kur’âniyesi ile, "O padişahın zamanındaki hükûmetin hatâları ona verilmez" diye dâimâ hayatında ona hüsn-ü zan etmiş, onun bâzı zaman mecburiyetle ettiği kusurları da, onun muârızlarına karşı da tevile çalışmış.

Saniyen: Üstâdımız, Hürriyetin başında bütün kuvvetiyle şeriat dairesindeki hürriyet-i şer’iyeyi senâ etmiş, nutukları ile halkları o hürrıyete dâvet etmiş ve hürriyet-i şer’iyeye muhâlif olanlara demiş ki:

"Eğer şeriat dairesinde olmazsa, istibdat nâmını verdiğiniz, bir şahsın mecburî, cüz’î ve hafif istibdâdı, pek şiddetli bir istibdâd-ı küllî olup inkısam edecek. Herkes, bir nevî müstebit olur. İstibdâd-ı mutlak çıkar. Binler istibdad hükmüne dönecek, yani, hürriyet ölecek, bir istibdâd-ı mutlak çıkacak."

Hattâ, bu meselede Üstâdımız, idam için kurulan Dîvân-ı Harb-i Örfî’de demiş ki: "Eğer meşrûtiyet, İttihatçıların istibdâdından ibâret ise veya hilâf-ı Şeriat hareket ise, bütün dünya şâhit olsun ki, ben mürteciyim."

Sâlisen: Üstâdımız, o zamanda bir hiss-i kable’l-vukû nevinde şimdiki âlem-i İslâmın ecnebî istibdâdından kurtulması ve bir Cemâhir-i Müttefika-i İslâmiye tarzında tezâhüre başlamasını tasavvur etmiş, ümit etmiş, hissetmiş ve bütün kuvvetiyle bağırmış, hürriyet-i şer’iyeyi takdir etmiş. O zamanki hutbelerinde demiş ki: "Hürriyet, terbiye-i İslâmiye ile olmazsa, ölecek; bir istibdâd-ı mutlak, yerine çıkacak."

Râbian: Üstâdımızdan hem işitmiş, hem hâlinden anlamışız ki, ecnebîlerin şiddetli desîse ve kuvvetlerine karşı gösterdiği sebat ve kanaat; husûsan âlem-i İslâmın kısm-ı âzamının halîfesi olmak; hem, bîçare vilâyât-ı Şarkiyenin bedevî aşâirini Hamidiye Alayları ile en yüksek bir derece-i askeriye ve medeniyeye onları sevk etmesi, Hamidiye Camiinde her Cuma günü bulunması, şeâir-i İslâmiyeye elden geldiği kadar mürâât etmesi, dâimâ Yıldız dairesinde mânevî üstâdı kabul ettiği bir şeyhi var olduğu gibi, çok hasenâtı için, Üstâdımız, bütün hayatında onun padişahlar içinde bir nevî velî hükmüne geçtiğini kanaat etmişti.

O zaman Üstâdımız Said Nursî’nin hizmetinde bulunan

Muhsin-Ziyâ

1953, Fatih/İstanbul

Molla Sadreddine mektup[]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ أَبَدًا دَاۤئِمًا

([3]) Pek Muhterem Ve Mübârek Sadreddîn Efendi Hazretleri, Azîz Kardeşimiz,

Bu hafta içerisinde Hazret-i Üstâdımız Allâme Saîd En-Nursî’nin yanında iken çok def’a sizden ve Saîd’ten (2[4]) ve Hazret-i Seydâ’nın (3[5]) medresesinden bahsederek tahsîn etttiler. Size selâmlarını tam zamanında ulaştıramayacağım için mektupla arzediyorum. Hazret-i Üstâd buyurdular ki:

“Ben o mübârek medresenin talebesiyim. Hazret-i Seydâ son nefesini vereceği anda talebe-i ulûmun ruhunu kabzeden meleği istemesi ve aynen Risâle-i Nûr’un mesleğinin bir nev’inde hareket etmesi gibi acîb bir temâyüzü vardır. Bugün hem Anadolu’da hem âlem-i İslâm’da çok geniş bir dâirede envâr-ı imâniyeyi neşreden ve talebe-i ulûmun kıymetini i’lân eden ve Kur’ân hakikatlerini ders veren Risâle-i Nûr, o medresenin de mahsülü olması cihetiyle umûm âlem-i İslâm’daki bu büyük hayr-ı azîmden ve neşr-i hakîkat-i imâniyeden büyük hisseleri vardır. Şeref onlarındır.

Ben her sabah, o medresenin üstâdlarını, talebelerini, Şeyh Ma’sum’u (4[6]) ve Sadreddîn’i duâlarımda ve mânevî kazançlarımda hissedâr ediyorum.”

“Arabî Mesnevî-yi Nûriye’de “Hubâb” risâlesinde medenî mü’min ile medenî kâfirin muvâzenelerine dâir mühim bir bahiste medenî mü’mine misâl ve numuneyi Norşin medresesinden aldıklarını ve o parçaları size okumaklığımı, Şark ulemâları içerisinden sizin çıktığınızı ve Cenâb-ı Hakk’a şükrettiğini” söylediler. Ve size söylemekliğimi ve bunları aynen Norşin’e bildirmenizi bana emrettiler. Ben de size arzediyorum.

Mektup yazdığınızda bizlerden de pek çok hürmet ve selâmlar arzetmenizi istirhâm ederiz. Evet, biz üstâdımızın dersinden ve Risâle-i Nûr’dan ve üstâdımızın Tarihçe-i Hayâtından yakînen anlamışız ve bilmişiz ki, Cenâb-ı Hakk nihâyetsiz rahmetiyle Anadolu’da ve âlem-i İslâm’da ve beşeriyette Kur’ân hesâbına ve Kur’ân nâmına hareket eden ve Kur’ân’ın bayrağını dalgalandıracak, akıl ve kalplerde Dîn-i İslâm’ın hakikatlerini yerleştirecek olan nûrlu bir Kurân tefsirini ve muazzam bir dîn ve imân kahramânını o muhitten, bulunduğunuz yerlerden ihsân etti.

Üstâdımız hazretleri çok def’a, hem senelerdir, kerâmetle o mübârek medreseden sitâyişle bahseder. Bütün Nûr talebelerinin kalplerinde o mübârek medreseler nûrlu bir irfân ocağı hâlinde bilinmektedir. Hem İnşaallah, o medreseler kendi öz malları olan Risâle-i Nûr’u tam elde ederek medâr-ı iftihâr hizmet-i dîniyelerinde muvaffakiyetler dileriz. Sizlerin umûmen ellerinizden öperiz.

الباقى هو الباقى

Kusurlu

M.Sungur

Mesnevî-yi Nûriye’de “Hubâb” Risâlesinde Nurşîn’le Alakalı Bölüm

فان شئت فاذهب بخيالك الی مجلس سيدا قدّس سرّه في قرية نورشين . و ما اظهرت من المدينة الاسلامية بصحبته القدسيّة تر فيها ملوكاً في زيّ الفقراء و ملائكةً في زيّ الاناسي . ثم اذهب الی باريس وادخل في لجنة الاعاظم تر فيها عقارب تلبسوا بلباس الاناسي و عفاريت تصوروا بصورالآدميين. و قد بيّنت الفروق بين مدينة القرآن والمدينة الحاضرة في لمعات و سنوحات فراجعهما لتری فيهما امراً عظيماً تفاغل عنه الناس

Tercümesi: “ Eğer dilersen hayalinle Nurşin karyesinde Seydâ‘nın (K.S) (5[7]) meclisine git. Orada İslâm şehrinde, onun kudsî sohbetinde açıkça, fukarâ kıyâfetinde melikleri, insan kıyâfetinde melekleri göreceksin. Sonra (yine hayalinde) Paris’e git. Ve orada soylular toplantısına dahil ol. Orada insan elbiselerine bürünmüş akrepleri, âdemiler suretinde tasvir olunmuş ifritleri göreceksin. Kur’ân şehri ile asrî, modern şehir arasındaki farkları Lemaât ve Sunûhât’ta beyân etmiştim. Bunlara müracaat edersen, her iki risâlede yüce şeyler görceksin ki, insanlar ondan gâfil olmuşlardır.”

Ahmet Feyzi'nin Nurlar hakkında bir teklifi[]

باسمه سبحانه

Sevgili Üstadımız!

Bizim bu mahkememiz, bu kanunlara göre olmayacak. Zira kanunlar, makabline şamil değildir. Ancak bu kanunlar, bundan sonraki faaliyetlerimiz için tatbik edilmek istenecek. Görünüşe göre bu kanunlar en ziyade Nur’un faaliyetine sed çekmek ve bu faaliyete son vermek için kabul edilmiştir. Bundan evvel olduğu gibi, bizim herhangi cüz’î bir hareketimizi bahane ederek derhal bu maddeleri bütün ağırlığıyla üzerimizde tatbik etmek isteyeceklerdir. Eski kanunda suç “halkı devlet emniyeti aleyhine teşvik” idi. Ve bunun için “dini âlet etmek” kisvesi kullanılıyordu. Telkinî mahiyet suç teşkil etmiyordu. Hattâ Temyiz, bu defaki kararının sonunda, “Said Nursî’nin eserlerindeki mütalaaların telkinî mahiyette olmayıp da, hareket ile müterafık teşvikî mahiyette bulunup bulunmadığını etraflı olarak tebarüz ettirilmesinin” lüzumunu bildiriyordu. Fakat şimdiki kanunda “Şahsî nüfuz tesis eylemek veya her ne suretle olursa olsun lâiklik esasını sarsmak maksadıyla dini âlet ederek her ne surette olursa olsun propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse” demek suretiyle telkinî mahiyeti de suç yapmış. “Ve şahsî nüfuz tesis eylemek veya her ne suretle olursa olsun lâiklik esasını sarsmak maksadıyla” gibi gayet umumî ve câmi’ tabirlerle bütün dinî telkinleri bu çerçevelere sokarak men’ etmek hedefini takib etmiştir. Bu vaziyet cidden mühimdir ve kat’iyyen ihmale gelmez. Onun için istikbal hakkında çok mütebassırane ve gayet ihtiyatlı hareket etmemiz lâzım ve zaruridir.

Bir kerre neşr-i hakikat hususunda nisbeten mestur faaliyet ve bilhassa dokunaklı ve umumî mektublaşma şekilleri, âni taarruzlara hedef teşkil edecek ve buldukları vesikaları “devlet emniyeti aleyhine telkin” çerçevesi altında bizi ezmeğe yarar vesait olarak istimal edeceklerdir. Onun için mesturiyet mes’elesinin ve vehmi tahrik edecek mahiyette umumî ve dokunaklı mektublaşma faaliyetinin devamına imkân görmüyorum. Buna mukabil kanunun tanıdığı hürriyet-i matbuat çerçevesi içinde, hakikatları makul ve musib tarzda ve kanunların leh ve aleyhimizdeki hükümlerini her ân göz önünde tutarak ve imkânlardan a’zamî istifade ederek, açıkça faaliyet sarfetmek daha makul ve tehlikesizdir zannederim. Bunun için de yegâne açık yol, kanun ve nizam çerçevesi içinde Nur’un hakikatlarını yaymak ve Nur’u ilân etmek ve cihan-ı ilme duyurmak için, aslâ siyasî olmayan ilmî ve dinî bir mecmua çıkarmak îcab ediyor.

Belki “Sırran tenevverat” müddeti tamam olmuştur. Ve bu vaziyet bizi mecburen zahire çıkarmak için bir vesile olacaktır. Bir de Denizli’de beraet eden eserlerin neşrini aslâ yasak edemeyeceklerdir. Buna kanunen imkân da yoktur. O halde bu fırsattan da faydalanacağız ve Nur’un en ehemmiyetli parçalarını, gerek neşredeceğimiz dinî mecmuada ve gerekse müstakillen eser halinde neşredeceğiz. Ve bu hususta yeni ve eski yazı mes’elesi hakkında biraz fedakârlıkta bulunacağız.

Bunlar benim âcizane fikirlerimdir. Faaliyet-i Nuriyenin istikbaliyle şiddet-i alâkamın bürhanıdır. Bunları yazmaktan maksadım, yeni kanunların vaziyetinden korkarak vazife-i kudsiyelerimizi terk etmemizin aslâ mevzubahis olmadığını ve ölümden mâada hiçbir maniin bizi kudsî hizmetimizden döndüremiyeceğini ve eskiden daha şiddetli bir sadakatla vazifelerimize devam ahd ü peymanında olduğumuzu, sevgili ve kudsî Üstadımızın mübarek huzurlarına arzetmektir. Âciz şahsiyetim namına bil’asale ve bütün Nur Talebeleri namına Nur’un manevî avukatlığında istihdamım sebebiyle bilvekale bu kudsî ve hâlis ahd ü peymanı, kudsî kumandanımızın huzur-u ulyâlarına arzediyorum.

İstinadgâhımız Allah ve Resulü ve onun ferman-ı kudsîsidir. Hakikat aslâ mağlub olmaz ve edilemez. Fâni varlıklarımız, Allah ve Resulü uğruna ve onun şem’-i mukaddesi yoluna bin defa kurban olsun ve olacaktır. Allah ve Resulüne verdiğimiz ahd ü peymandan bizi hiçbir şey döndüremiyecektir. Eskisinden daha şiddetli bir azm ve imanla ve daha metin bir tesanüd ve sadakatla memur-u Rabbanî etrafında bir hale-i muhabbet ve vefa teşkil edeceğiz. Bir kal’a-i nur ve hakikat olacağız. Büyük kumandanımızın fermanları, yegâne rehber-i hareket ve düstur-u icraatımız olacaktır.

Sırr-ı meşveretin bir tezahürü olarak yukarıda arzettiğim fikirler mazhar-ı kabul olursa ve açık neşir sahasına çıkmamız tasvib ü ferman buyurulursa, bu hususun temini uğrunda bu bîçarenin yedinde hayli maddî mevcudiyet ve servet mevcuddur. Son habbesine kadar Nur’un olmasını ve Nur uğrunda sarfedilmesini iki kardeş müttefikan niyaz ettiğimiz bu gayr-ı menkul servetlerin şimdiye kadar lihikmetin anahtarları ve menafii bizim elimize verilmedi. Bunlardan bir kısmını satmak istediğimiz halde, zaruretle yaşamamıza rağmen bir türlü satamadık. Demek ki servet bizim değil, Nur’undur. İnşâallah Üstadımız da bunu böyle kabul ederlerse ve ihtiyaca göre satılarak Nur’a sarfını ferman ve himmet buyururlarsa, faaliyete geçmemiz için hiçbir mani’ kalmaz. Muhtelif parçalar halinde olan bu emvalden, ihtiyaç nisbetinde satılır.

Ben gece gündüz dualarımda “Yâ Rab! Bana emanet ettiğin bütün serveti ve kardeşimi ve zevcelerimi ve evlâdlarımı hizmet-i kudsiyen ve rıza-yı Akdes’in için hasr u tahsis et ve istihdam et!” diye yalvarıyorum. Kudsî Üstadımın da bu bîçareler için o nev’ nazar-ı şefkatlerini ve o yolda dualarını niyaz ü istirham eylerim. Hele kardeşim Mehmed Emin hakikaten dua-yı müşfikanenize kesb-i istihkak edecek derecede bilhassa bu sefer pek fazla ibraz-ı sadakat etmiştir. Yazdığı mektublarda, mübarek el ve ayaklarınızı öptüğünü size iblağım için mütemadiyen yalvarmaktadır. Faruk, Ârif, Said, Nuri olan dört masum kölenizin ve annelerinin de Nur ordusunda hakikat ve hidayet hizmetinde yer almaları için dua-yı kudsînizi ayrıca ve pederane şefkatim cihetiyle istirham ederim. Merhum peder ve vâlidemi unutmamanızı yalvarırım.

Benim kusurlarıma bakma sevgili Üstadım. Sizi bazı ahvalde ızdıraba sevkettiğim vaki’ oldu. Fakat bütün bunlar, hüsn-ü hizmet aşkımın bir tezahüründen başka bir şey değildir. Sizin âzad kabul etmez bir memlukünüzüm ve daima inşâallah öyle kalacağım. Gerçi Hüsrev ve Tahirî gibi kahramanlar ayarında olmadığımı biliyorum. Ve onlar gibi katıksız ve saf hizmet ruhunu taşıyamadım. Bu, bir nev’ hastalık mahiyetindeki bazı za’flarımdan ileri geliyor. Hâşâ bir nev’ itimadsızlık, daha iyi kavramak, daha vâzıh ve etraflı anlamak için tahkik ve tedkike pek fazla mübtelayım. Risale-i Nur’un desatir-i âliyesini bütün vücuh-u kâinata tatbik etmek ve onların hududsuz ihatasını ve kâinat şümul azametlerini tezahür ettirmek için, kitab-ı kebir-i kâinatın her sahifesini, her satırını tam bir ilmî ehliyetle ve riyazî kat’iyyetle temaşa etmek ve okumak için bütün şuubat-ı ulûm ve fünuna meylim sonsuz bir ibtila halindedir. Huzurunuza arzettiğim yazılar ise, sırf sevgili Üstadımızın tashih veya tasvibini elde etmek maksadına binaendir. Dersim doğru mudur, nereleri hatadır demek içindir. Gerek kaydettiğim bazı ilmî hakikatlar ve gerek bazı tevcihler, hakikata uygun mudur diye sevgili Üstadımdan istifsarda bulunmak için. Arabçaya çok fazla hevesim de sonsuz ilim ve tahkik aşkımdan ileri gelir. Bir çok hakikatları ve fikirleri hiç tereddüd etmeden sevgili Üstadımın pîşgâhına arzetmekliğim ve onların sû’-i edeb olup olmayacağını düşünmemekliğim, sırf açık yürekliliğimin ve safvetimin ve hakikat ve ilim aşkına fart-ı meclubiyetimin bir tezahüründen başka bir şey değildir.

Ne yapalım Sevgili Üstadım, beni de böyle kusurlarımla kabul et. Risale-i Nur câmiası içinde bir de böylesi bulunsun. Belki îcabında bu kabil bir talebenizin de bulunması faidelidir. Benim şahsî hususiyetlerim bana münhasır kalsın. Ben de bu sahada hizmette bulunayım. Fikr-i tahkikten tevellüd edecek füyuzatla, Risale-i Nur’un zerrin sahası daha çok parlasın. Şurası muhakkak ki; bütün dünya sizi inkâr etse, siz de onların inkârlarını tasdikle onlarla beraber olsanız, bu bîçarenin a’zamî bir kuvvet ve metanetle sizi ve davanızı ve temsil ettiğiniz kudsî hakikatı dava ve isbattan ve sizin için kat’î şehadetten feragat etmesine imkân ve ihtimal yoktur. Bu ancak feyz-i tahkikin verdiği bir metanettir. Müdafaalardaki sarsılmaz ve kat’î hakikatlar ve davalar, kuvvetini bütün bu feyz-i tahkikten almıştır.

Bırakınız ben de Nur’un bir muhakkik ve müdakkiki olayım. Benim faaliyet saham da, tefekkürî ve tahkikî olsun. Her büyük kumandanın maiyetinde, fikrî ve tertibî sahayı idare eden bir erkân-ı harbiye dairesi vardır. Kumandanın fermanı dâhilinde, bu fikrî sahanın inkişaflarını hazırlar ve kumandana arzeder. Siz ki, en büyük mana kumandanısınız. Elbette sizin izhar ettiğiniz büyük davalar için bîtaraf bir şahid, ilmî ve tahkikî esaslarla hareket eden bir şahid-i âdil lâzımdır. Fikir ve tedkik sahasında çalışan bir vazifedar lâzımdır. Bütün aczimle beraber bunu bîçareye ifaza ve himmet buyurursanız ümid ederim ki, sizin kudsî himmetinizle Cenab-ı Hak kendisine tevfik ihsan eder.

Benim sırf hüsn-ü niyetle ve hizmet ve maslahat düşüncesiyle ve sırf meşveret ve istîzan maksadıyla yaptığım bazı cür’etkârlıklar size bir tevhiş vermesin. Risale-i Nur’un ve onun kudsî tercümanının ezeliyen ve ebediyen malı olan bu bîçareden, Nur’a hâlisane hizmetten ve kat’î sadakattan ve canla başla gayretten ve a’zamî sekinet ve temkinden ve a’zamî ihtiyat ve tebassurdan başka inşâallah bir şey zuhur etmeyecektir. İnşâallah onda, hakikatı ve nur-u kudsîyi dünya ve uhrâ makasıdına âlet etmek, enaniyet ve hodfüruşluk gibi fazihalar, kudsî üstadının himmetiyle görülmeyecektir. Üstadının duası bu bîçareyi münafî-i ihlas ahvalden ve lüzumsuz ve zararlı ifratkârlıktan inşâallah daima muhafaza edecektir. Bütün varlığını emrinize hasr u tahsis etmiş bu bîçareyi kusurlarıyla kabul ediniz. Za’flarıyla ve manevî hastalıklarıyla seviniz ve onu ihyakâr ve şefkatli nazarınızın âtıfetinden ayırmayınız sevgili Üstadım! Kapınızda her ân dilenci olan bu bîçare Ahmed Feyzi’yi reddetmeyiniz. Bütün kusurlarıyla beraber o sizin öz memlukünüzdür. Tenbelliklerini nazar-ı müsamaha ile görünüz ve affediniz. O size daima nazlanacak ve kovsanız dahi kapınızdan gitmeyecektir.

Hasretle ve hürmetle el ve ayaklarınızdan öperim.

Afyon Medrese-i Yusufiyesi

26 Ramazan-ı Şerif Cumartesi

Bîçare, pür-kusur, pür-ilel, pür-mesaib

Ahmed Feyzi

Üstadın teklif karşısında temkini[]

Ceylan bu mahremdir. Bak, sonra yırt!

Ben manevî bir ihtara binaen, bir pusula Feyzi'ye yazdım. Sen onu gördün mü? Sen anlaki o ne ile meşguldür. Bir cevap vermedi. Başka lüzumsuz şeyleri yazmış, "Nurları bir mecmua ile neşredeceğiz" gibi manasız bir şeyler yazdı. Sakın Şemsi gibi Nurları tagyir etmesin.

Said Nursi

Sadeleştirme hakkında Ceylan'ın Büyük Doğu'ya mektubu[]

باسمه سبحانه

Büyük Doğu Mecmuası Neşriyat Müdürlüğüne!

Memleket muvacehesindeki kudsî cihadınızı tebrik eder, hürmetlerimizi arzederiz.. Hakikaten asrımızdaki bütün fenalıklar hususen hayat-ı ictimaiyyeyi kökünden sarsan fuhuş aleyhindeki hüsn-ü niyete makrûn neşriyatınızdan dolayı şâyân-ı takdirsiniz.

Hasseten şunu tebarüz ettirmek isteriz ki; intişar eden son nüshalarınızdan birisinde, bir sütun açıp dercetmek vazifeperverliğini gösterdiğiniz Bediüzzaman Hazretlerinin müdafaatından ve Risale-i Nur'dan parçalar neşretmek meselesine gelince: Çok memnun olmakla beraber, memleket çapında satışını tezayüd ettireceğinize şüphe etmediğimiz kıymetli mecmuanız için medar-ı şeref olan bu mukaddes vazifeyi yaparken, onun yarım milyonu mütecaviz hakiki varislerini tahattur edip, çok muhterem müellifine mahsus üslub-u belagat, fesahat ve tarz-ı beyanın aynen hıfzıyla, hakikatlerin -fehme takrib hüsn-ü niyetine müstenid- tahrifini kaldırmanızı çok rica ederiz.

Bu hususta göstereceğiniz titizlik ve muhafazakarlık manevi mevkiinize bir o kadar daha ilave edilmesine inşaallah vesile olacaktır. Bilvesile selam ve hürmetler...

Nur talebelerinden

Ceylan

Ceylan'ın Üstadı mektup hakkında bilgilendirmesi[]

باسمه سبحانه

Çok mübarek, çok muazzez, çok kıymettar, çok müşfik Üstadım Efendim Hazretleri..

İstifsar-ı hâtırla mübarek el ve ayaklarınızı öper, makbul dualarınıza el açarız.

Evvela: Büyük Doğu Mecmuası'nın birkaç nüshadır neşretmekte olduğu Risale-i Nur parçalarını yeni hurufa tercüme ederek Risale-i Nur ve kudsî Üstadım sayesinde verdiğim cevapla birlikte takdim ediyorum. Verdiğim cevaba mukabil önünde "Nur Talebelerine" başlığı altında bir cevabı da beraberdir. Şayet ikinci bir cevaba lüzum varsa, işaret buyurunuz ki muktedir ve âlim kardeşlerimiz cevap versinler. Çünki tahrife yol açılmak ihtimali mevcuttur.

Saniyen: Üstadımıza edilen en ufak bir hizmetin dahi çok büyük bir ehemmiyeti hâiz olduğunu takdir ederek, vaktâ ki kendi yemekleriniz mübarek hanenizde pişinceye kadar bu ehemmiyetli sevabın biçare hemşireniz Fethiye'ye verilmesini bütün efrad-ı ailemiz mübarek el ve ayaklarınızdan öperek yalvarıyoruz. Risale-i Nur'un neşrini layıkı vecihle yapabilmemiz için makbul dualarınıza gayet derecede muhtacız.

الباقى هو الباقى

Biçare günahkar talebeniz

Ceylan

Talebeliğe kabul buyurduğunuz ve Afyon'dan buraya kadar da beraber geldiğiniz Muallim Osman, eski bir mahkumiyetini infaz için gelmiştir. Selam eder, mübarek ellerinizden öper.

Üstad'ın hemşerilerine mektubu[]

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ

Eyyühel İhvan, Abdülmecid, Nuh, Hasan, Ömer, Haydar, Yasin!..

Mektubunuzu aldım. Bu gurbet havasında, vatan kokusunu duydum. Uzaktan uzağa hazin nağamat-ı vataniyenin, hissiyatımın tellerine dokunmasıyla hoşça dinledim.

Her birinize ayrı birer mektup yazmak ruhum isterdi. Fakat bu dakikada muvaffak olamıyorum, gücenmeyiniz. Bir mektupta her birinizle ayrı ayrı konuşacağım.

Evvela: Kardeşim Abdülmecid Efendi! Senin mektubunu aldığım günün gecesinde, rü'yada gördüm ki, Ergani'deki kardeşim Abdülmecid yanıma gelmiş, Merhum büyük kardeşimden bana mektub gelmiş. Sabahleyin hikâye ettim.. Biraz sonra bir mektub elime verildi... Baktım ki, ahiret kardeşim Abdülmecid'in imzası var. Demek sen de Abdülmecid gibi bir kardeşimsin. Hem Abdülmecid 'den büyük bir kardeşsin. İşte bu vakıaya binaen seni o günden itibaren isminizle en has talebeler, kardeşler içine dahil edip, her sabah ne kazanıyorsam, peder ve valideme ve hakiki ve çoğu âlim, berzahta bulunan kardeşlerime verdiğim gibi, senin defter-i a'maline yazılmak için dergâh-ı ilâhîye niyaz ediyorum. Sen dahi beni uhrevî kazancına teşrik et!

Saniyen: Ey Nuh Bey! Ora havalisinde pek çok bulunan talebelerim, kardeşlerim içinde sen kahraman çıktın. Beni her vesile ile aradın.. Molla Hamid'le beraber beni buldun.. Van kardeşlerimle görüştürdün. Bahtiyar ol! Senin gibi ciddi gayretli bir dost, yanımda kıymettardır. Bugünden sonra sen de Abdülmecid Efendi gibi isminizle duamda ve kazancımda dahil oldun.

Niyet ettiğiniz ziyaret-i beytullah ise;

وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ

meşverete ihtiyaç bırakmıyor.. Mümkün ve kolay ise gidebilirsin.

Salisen: Ömer Efendi kardeşim! Sen Şeyh Fethullah ve Hazret gibi çok sevdiğim ve çok ihtiram ettiğim mübarek zatlara mensub olduğundan, onların namına ve hesabına seni çok düşünüyorum. Sen de onlardan aldığın ders iledir ki; gaflet ve gurur veren dünyevî me'muriyetlerde bulunduğun halde, benim gibi kûşe-i nisyan ve gurbette olanı unutmuyorsun. Cenab-ı Hak sizi o mübarek zatların marziyyatı dairesinde muhafaza etsin.. Âlem-i berzahta onların kafilesinden ayırmasın..

Rabian: Ey Şeyh Hasan! Senin küçük mektubun bana büyük geldi. Ağlattırırken, güldürdü. Sen ve Muhammed Salih benim için pek kıymettar iki kardeş ve iki talebesiniz.. Siz duamda ve kazancımda dahilsiniz. Hem tevziat zamanında o yüksek kametinle çoklardan evvel hayalen görünüyorsun. Fakat gurbet arkadaşım Muhammed Salih'in halini çok merak ediyorum,dünyada ise benim hususî selâmımı tebliğ et!..

Hamisen: Orada iseler, Molla Şükrüllah, Molla Yasin, Molla Resul, Molla Yusuf, Molla Ma'ruf, Molla Abdurrahman ve Şeyh Hasan'ın biraderzadesi Fehmi, Gevaşlı Molla Abdülhakim ve Molla Abdülvahhab ve Fakah Haydar ve Molla Hamid'in valideleri ve Nuh Bey'in kayınbiraderi Fahrî ve Abdülmecid Efendi'nin mahdumları gibi kardeşlere ve hayalimde kendileri bulunup isimlerini yazmadığım umum dostlara ve kardeşlere selâm ve dua ediyorum ve dualarını istiyorum.

Bu gurbette benim halet-i ruhiyemî anlamak isterseniz, şu gelecek fıkralara bakınız, ağlamama ağlayınız!..

Evet, ahiretine pek ciddi çalışan pek çok mübarek zatlar, kazandılar, gittiler.. Ben beraber çalışmadım, gafletten uyandım. Fakat heyhat yalnız ve müflis kaldım.. Ve bu hal hâtıra geldikçe böyle bağırarak ağlarım:

Bir ticaret yapmadım nakd-i ömür oldu heba.

Yola geldim.. Lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.

Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenha garib,

Dîde giryan, sine püryan, akıl hayran bîhaber..

الباقى هو الباقى

Kardeşiniz

Said Nursi

Kızkardeşinin Üstad'a mektubu[]

Muazzez biraderim Said-ül Meşhur Efendi!

Efendim, evvela arz-u hulus ve ihtiramla, kemal-i iştiyakla selâmımızı zât-ı âlinize takdim ettikten sonra hâtır-ı vâlâlarınızı istifsar eylerim. Gerçi bizden sual buyurursanız, lehülhamd cümlemiz kemal-i sıhhat ve afiyetteyiz. Siz dahi der-sıhhat olmanızı Cenab-ı Hak'tan niyaz ve temenni eylerim.

Elyevm Şam'da, Salihiye mahallesinde ikamet ediyoruz. Hiç bir keder ve merakımız yok. Ancak pek uzun bir müddetten beri sizin ahvalinizden ve nerede kaldığınızdan ve hangi cihette bulunduğunuzdan haberdar olmadığımız için ziyadesiyle merak ve endişedeyiz.

[8] اختكم الشقيقة الداعية المستدعية

H.n.m

Üstad'ın Eniştesi Molla Said'e ve Kızkardeşine mektubu[]

Aziz kardeşim,

Evvela sizlere selâm ederim. Ellerinizden öperim. O mübarek şehirlerdeki mübarek makamlarda duanızı isterim. Duanıza pek çok muhtacım. Oradaki ahbablara, bâhusus kardeşin Molla Abdülmecid'e, Şeyh İsa'nın mahdumu Mehmed Ali Bey'e çok selâm ederim. Hemşireme selâm ederim, duasını isterim. Onu çok merak ediyorum. Elhamdülillâh siz de, o da sıhhattesiniz.

Benim halimi soruyorsun, Cenab-ı Hak Hakîm, Rahîm olduğundan başıma gelen her işte hikmet içinde bir eser-i rahmet hissediyorum. Şimdi bir köyde imamım. Yalnız olarak dağlarda kader-i İlâhî beni gezdiriyor. Sizlere ve Şam'a çok müştakım. Şu misafirhane-i dünyada mülakat nasip olmazsa da inşaallah öteki âlemde Rahmet-i ilâhiye bizi görüştürecek. Benim ne niyette olduğumu ve nereye gideceğimi soruyorsun. Hiçbir niyetim yoktur. Rahmanürrahim olan Hâlıkıma tefviz-i umur etmişim. İnşaallah başka yere gidersem size yazarım. Mektup yazmak âdetim değil, fakat sırf duanızı almak için size yazacağım.

الداعى و المستدعى

Said Nursî

Eniştesinin Üstad'a karşılık mektubu[]

Mektubun Zarfı

Türkiye Isparta vilâyetine gidecektir.

Polis dairesine

Isparta Merkez Polis Komiserliği vasıtasıyla Van menfilerinden Bediüzzaman namıyla maruf Molla Saidü'l-Meşhur Efendiye takdim kılınır.

Mumaileyhin Eğirdir kazasına merbut Barla Nahiyesine nakledilerek halen nahiye-i mezkûrede bulunduğu anlaşılmakla..

Vilâyet posta müdüriyet-i aliyesine

Komiser

22 Mayıs 1928

Muazzez ve muhterem kardeşim Molla Said,

Göndermiş olduğunuz sıhhatnameyi dest-i meserretle aldım. Sıhhat ve afiyette olduğunuz mübarek haberi alarak ziyadesiyle neşâd ve sürur dolduk. Her ne halde olduğunuz ise de yine Cenab-ı Vacibü'l-Vücud ... herhalde Molla Abdülmecid, Molla Mehmed ve Molla Abdurrahman kardeşlerimizin haberleri, nerede olduklarını te'kiden bildirmeniz arz olunur.

Almış olduğumuz mektubunuzun günü bizim için bir şanlı bayram idi. Bu münasebetle hulül olunan mübarek îd-ül edhiyenizi tebrik ediyoruz ve sıhhat ve afiyette olmakla ... Cenab-ı Haktan temenni eyleriz... Bu münasebetle ellerinizi sıkarım efendim.

25 Zülkade 1346

[9] العبد البعيد من مولاه الذى هو اقرب اليه من حبل الوريد

Said

Muhammed Said el-Cezeri'nin bir mektubu[]

Serdehl'in Seydası diye bilinen Muhammed Said el Cezeri (Şeyh Seyda) hazretlerinin mektublarını ihtiva eden "Mektubat" adlı eserin, 31. Mektubudur.. Halen hayatta olup, Şeyh Seyda'nın halifelerinden olan muhterem Muhammed Emin Er Hocaefendi'ye (d:1914) yazılmıştır. 1950'lerde Isparta'da üstadı ziyaret eden Molla Emin Efendi, Bediüzzaman'ın selamını bir mektupla Şeyh Seyda'ya ulaştırmıştı.

Görüşme sırasında Üstad hazretleri Emin Efendi'ye "Şeyh Seyda ile iki cihetten alakadarım, hem selam, hem tebrik ederim" demiştir.

Adı geçen kitapta yazdığına göre, Bediüzzaman hazretleri Eski Said döneminde Cizre'de Şeyh Seyda'nın dayısı allame Şeyh Abdülhakim Dirşevî hazretlerinin medresesini ziyaret edip, derslerini izlemiş, bu arada medrese talebelerinden Şeyh Seyda'nın ortanca ağabeyi Siraceddin el-Cezeri merhum, parlak zekâsıyla Bediüzzaman'ın dikkatini çekmiş ve üstadın övgüsüne mazhar olmuştur. Şeyh Seyda Hazretleri de ağabeyi Siraceddin Efendi'den ilim icazetini almıştır.

Aslı Arapça olan mektubun tercümesi Şeyh Abdüssamed el-Farkini'ye aittir. (Salih Okur - cevaplar.org)

31. Mektup

Yine adı geçen Emin'e… Nefse, Allah'ın emrini tazim etmeyi, onda yok olmayı, onunla var olmayı, onun dışındaki her şeyi atmayı tavsiye etmek, Bediüzzaman'ın selamına cevap vermek, her konuda en büyük Üstad olan Molla Said Nursi Rahmetullahi aleyh ve Radiyallahu anh'ı tebrik etmekle ilgilidir.

باسمه سبحانه

İlmiyle âmil, kalb-i selim ve güzel huy sahibi, apaçık sırat-ı müstakîmi yol edinmiş, kerim kardeş, Şeyh Molla Muhammed Emin! Allah onu koruya, afiyet vere ve bereketlendire..

Esselamü aleyküm ve rahmetullah! Sizden dua talep ediyoruz. Fazl ve kereminizden istimdad ediyoruz. Kendimize ve kardeşlerimize, Allah'ın emrini ta'zim etmelerini, onun dışındaki her boş şeyi ve her engeli terk etmelerini tavsiye ediyoruz. Çünkü bunun dışında hiçbir şey fayda vermez, sonuç getirmez, hayır yoktur, hidayete de erdirmez.

Menfaat veren, hidayete erdiren yalnız O'dur. Ondan başka da yoktur. Çünkü başkalarında yorulma olur, abesle iştigal vardır, zarar vardır. Mutlaka terk edilmeli ve toptan atılmalı. Ne dururken, ne de hareket ederken hatıra getirmemeli. Fenâ ancak O'nda, Beka ancak Onunladır. Gerisi zarar ve şerdir, noksanlık ve hüsranlıktır. Kâmil akla muhalefettir. Belki de serâpâ ahmaklıktır, cehalettir ve sapıklıktır.

Hakkın dışında sapıklıktan başka ne olabilir ki? Allah, bizleri muvaffak eyleyip, rüsvay eylemesin. Kerim O'dur, Mennan O'dur. Rahman ve Rahim olan O'dur. Büyük fazl u kerem sahibi, ihsan sahibi O'dur.

Ayrıca, bize Üstad'ın selam ve tebrikini ve ihsanını belirten mektubunuz ulaştı. O Üstad ki, fazileti meşhur, kadr u kıymeti büyük, ilmi derin, yüce imam-ı hümâm ve şeyh olan.. Vasıfları belirtilen zat-ı kerimin selamı bizim için bayram olur. Allah, izzetini, şerefini, yükseklik ve derecesini artırsın. Ziyadesi olmayan bağışlayıcılığını her iki dünyada da versin.

Selamına karşılık "Aleyna ve aleyke ve aleyhisselam" (bize, sana ve ona selam olsun) deriz.

Tebrike gelince, bu onun faziletidir ve ondan kaynaklanmaktadır. Her iki halde de fazilet onundur.

"Benim onunla her iki cihetten alakam var" sözüne gelince, bu hayırlı bir kelimedir. Hoş bir sözdür. Hoş kelime ise sadıktır. Onun için ikram etti. Çok değişik manaları ve ihtimalleri vardır ki, duyan kişi dilediği manaya ve ihtimale yorsun. Lakin muvafık ve makbul olan, muhalifi olmayan mana budur vesselam. Allah geniş rahmetiyle rahmet eylesin ve uçsuz bucaksız Cennetine koysun.

"Benim onunla her iki cihetten alakam var" sözünden şu miskinin ümidi şudur ki, o son derece faziletli zatın, bu miskinin hem dünyasına, hem de ahiretine dua etmesi, aynı zahir ve batında nazargâhı olması, gözünün bu miskinin üzerinde bulunmasıdır. İnşallah Allah ona bol mükâfat versin.

Âmin. Yine de en iyisin bilen Allah'tır. En Hakim, en Rahim, en Kerim olan O'dur. Vesselam..

Yaptığınız te'lif esere gelince, çok iyidir, inşallah faydalı olacaktır. Sizinle bir araya gelme şerefine nail olunca, bir takriz yazarız vesselam.

Kaynak: Mektubat

Hazırlayan: Şeyh Abdüssamed el-Farkinî

Türkçeye tercüme: İbrahim Öztürk

Sahife:168-169

İnegöl-2008

Milaslı Halil İbrahimin hatıra manzumesi 1[]

Çok büyük bir musibet olan vâkanın

küçük bir hatırası([10])


Babamızdan kalma bir eski handa

Hancılık işlerdim çoktan beri o zamanda.


Bakardım kendi halime, hiç kimsenin işine karışmazdım

Hem ibadet, bazan mütalâa, hem de geçinmek için çalışırdım.


Severdim bu işleri, zira misafire bakmak hoştur diye

Gerçi ücretle kabul edersem de, bu o zamanda meşrudur diye.


Hesabımca hanın bir kısmını ayırmıştım, garip yoksuzlara

Ücret almazdım, muavenet ettiğim de olurdu öksüzlere.


Hayatımda birçok musibetlere kaldım maruz

Bu hepsinden zor geldi, nâçar ona da gerdim göğüs.


Pederimin vefatında dört yaşlarında kaldım yetim.

O zamandır akıyordu gözyaşlarım düm düm.


Uzatmayalım macerayı, 935 senesi, o günkü 26 Nisan'dı

İkindi namazını edâdan sonra Belen Camiinde biraz kaldımdı.


Dışardan geliyordu birkaç ayak sesi

Meğer benim camide olduğumu haber almış hükûmetin polisi


Nihayet girdi içeri bir bekçi ile bir polis

Dediler: "Seni istiyor komiser, yürü tiz"


Kalktım camiden, hana uğramadan polisle yürüdüm

Boduroğlu mağazasının önünde komiseri gördüm.


Dedi: "Haydi bakalım, bir tarafa gideceğiz

Bu iş için sizin evi taharrî edeceğiz."


Yürüdük iki polis, biri komiser, iki de mahalleden âzâ

İşte ondan itibaren gösterdi kendini kader-i İlâhî olan kazâ.


Vardık eve, girdik içeri, başladılar, her tarafı arıyorlar

Evdekiler telâş ve havfla, bana "Bu nedir?" diyorlar.


Aradıkları benden, Bediüzzaman Hazretlerinin risaleleri imiş

Zaten gizli olmayan risaleleri bulunca dediler: "Gerisi nerede?" Bu ne iş?


Komiserin istihza ile yüzü gülmüştü

Çünkü yakalamıştı güya mücrimi.


Aldılar risaleleri, beni de götürdüler polis dairesine

Dinle artık, sen komiser Besim'in hailesine.


Dinlememek elde mi, çünkü kabahat çok büyük imiş

Bilmiyordum, kitap ve dinî risale okumak kabahatmış.


Kendimden geçmiş bir vaziyette düşünüyordum bir nice

O halde alaturka saat altı olmuştu gece.


Komiser Besim'in ağzından zehir çıkıyordu

Mücrim yakalamış gibi dişleri gıcırdıyordu.


Mümkün olsa da komisere sormuş olsaydım

"Bu hükûmetin tesisinde hizmetin nedir?" deseydim


Mutlaka vereceği cevapta epeyce düşünecekti

Onu bırak şimdi, o seni hesaba çekecekti.


Lâkin birinci komiser olan o âlicenap zat

Dedi ki: "Müteessir olma Halil, hadi git yat."


Zira beni bekliyordu hısım, akraba ve evdeki bacı

Dediler: "Nedir bu hal? Nedir bu olan? Nedir bu acı?"


Dedim ki: "Bu bir kader-i İlâhîdir eyliyor tecellî

Hem su-i niyetim yok, ehemmiyetsizdir" diye ettim tesellî.


Ne ise, uzatmayalım, çarşıya çıktım sabaha

Bir de baktım, karşıdan geliyor polis Mustafa.


Dedi: "Seni istiyorlar, haydi gidelim"

Peki, komiser haydut yakalamış, n'delim?


Tekrar orada bizden ifade alındı

Mektupda ismi geçen arkadaşlar da yakalandı.


Zavallıların her birerleri işlerinden getirildiler

Onlar da neye uğradıklarını bilemediler.


Lâkin beni görünce sövmek istediler

Halbuki konuşmaktan da memnu idiler.


Artık komiser her birinin ifadesini alıyordu

"Siz de bu işlere medhaldârsınız" diyordu.


Onların kabahatı bir selâmdan ibaretti

Cürümleri Üstada gâibane bir hürmetti.


Uğraştılar üç gündüz iki gece ifadelerle

Müdde-i umumî valiye haber veriyordu ilâvelerle.


Telefonla diyordu "Biz neler yakaladık neler?"

Her tarafa veriyordu mübalâğalı şifreler.


Verildi istintaka o gün yirmi sekiz Nisan

Hayat buldukça neler görüyor insan?


Tekrar ifadelerimizi aldı mustantık dairesi

Tehdit ediyor, "Cezanız bu değil, daha var gerisi".


Dört gün hapishanede kaldık hep beraber

Halâsımızı niyet ediyorduk büyük yerden.


Milas hapishanesinde bir ikindi vaktiydi

Gardiyan Emin Efendi çağırdı, bizlere dedi:


"Eşya ve para lâzım olur, yanınıza alın

Sizi sevk edecekler hazırlanın."


Tepeden inme gülle gibi bu söz karşısında

Alacağımızı aldık, alamadığımızı havale ettik Milâs çarşısında.


Geldi jandarma kumandanı, bizlere bakıyordu

"Karakol kumandanına büyük bir zincir lâzım" diyordu.


Bizler zaten mutî, boynu bükük, o devamla

Gardiyan Emin dedi: "Bunlar namuslu insan, olmaz böyle".


Nihayet gece otomobille sevk edilmemizi verdi emir

Her birimiz telâş ve havf içinde olduk demir.


Hısım, akraba, evlâd, iyalimizle vedalaştık

Firkatten kopan bir heyecanla çok ağlaştık.


Müsaade edildi, geldi ahbab, yârân

Bazısı korkudan gelmediler, lâkin ettiler feveran.


O gece durmadan geldik Aydın'a

Meğer Aydın denilen yerde koydular zindana.


Güçle oradan buldurduk bir otomobil

Geldik Nazilli'ye, o gece orada kaldık bil.


Doğrudan doğruya varmak üzere Isparta'ya

Bir otomobil tuttuk belki ucuzdur diye.


Hep beraber Nazilli'den hareketle Denizli'ye geldik

Hapishanede misafir kaldık, biraz dinlendik.


Tesellî ettiler hapishanede misafirperver arkadaşlar

Diyorlar: "Bizim gibi olmayın, bunlar ehemmiyetsiz şeyler."


Ramazan isminde olan mahkûmlardan birisi

Bize çok hürmet gösterdi, mahcub etti doğrusu.


Denizli'den mektup yazdım gönderdim

Hareketimizi ve müteessir olmamalarını bildirdim.


Sabah otomobile bindik, hareket ettik Isparta'ya

Lâkin jandarmalardan yiyorduk sıpartaya.


Diyorlardı: "Nenize lâzım? kılsaydınız beş vakit namaz

Eğer dek durmuş olsaydınız kimse size karışmaz."


Halbuki biz birşeye karışmamıştık

Lâkin bu derdimizi kimlere anlatırdık.


Adeta Müslümanca hareketten arkadaşlar korkuyorlardı

Zira 163. madde "dinî hassiyatı teşvik etmek" diyordu.


Kime ne teşvik edilecek, bilmem ne var ortada

Bilmediğimiz bir musibet karşısında yüreğimiz korkuda.


Teşvik etmek şöyle dursun, hakkını müdafadan âciz bizler

Hiçbir suçumuz yok, lâkin ne olacağımız meçhul, ciğeriniz sızlar.


Cuma günü Isparta'ya geldik Denizli'den hareketle

Meğer Isparta hapishanesinde varmış bizim gibi bir kitle.


Onlardan ilk tanıdığım Asım Bey isminde sahib-i irfan

Ne çare, zavallıyı Isparta'ya vermiştik kurban.


Sonradan Hüsrev ve Rüştü isminde efendiler

Keçeci Mustafa, mahdumu ve Hafız Ahmed, daha kimler.


Dahî saatçi Lütfü ve yüzbaşı Refet

Hem bizi tesellî ediyorlar, hem diyorlar: "Nedir bu âfet?"


Kısa keselim, etraftan daha toplamışlar sonradan..

Ulu Cami imamı ve aşçı Hüseyin Usta Antalya'dan.


Beşinci günü Dahiliye Vekilinin geldiğini söylediler

"Refakatında yüz kadar jandarma varmış" dediler.


Vardı hapishanede Milâslı Abdurrahman

"Merak etmeyin" diye tesellî ederdi bizi her an.


Münafıklar hükûmete ihbar etmişler

Bizleri mürteci diye ihbar etmişler.


Daima niyazımız hasbünallah ve ni'mel vekil

Yâ Rabbenâ, bizleri âli eyle, eyleme zelil.


Hapishanede arkadaşlar gazete almışlar

Hakkımızda tezvirle neler neler yazmışlar.


Milâs muhbirlerinden Nihad isminde bir efendi

"Memlekette irtica var" demekle güya yüze çıkmış kendi.


Lâkin Milâs'ı temsil eden hükûmetin emniyetli erleri

Derhal takip ettiler o iki gözü körleri.


Tedkik etti vâkıayı içişleri bakanı

Demiş ki: "Ayıp etmişler, nerde mürtece hani?"


Mürtecinin mânâsını anlamayanlara demiş

Mesele zapt vak'asından ibaretmiş.


Lâkin bundan tabiî yok bizim haberimiz

Gece gündüz derinleşiyor kederimiz.


Ne de olsa emir vermiş alâkadarlara

Sevk edin bu masum fedakârlara.


Isparta hapishane müdürü âni olarak

Dedi: "Hazır olun, size burada durmamak gerek."


Pür telâş heyecanla eşyalarımızı bağladık

Akıbetimiz meçhul, gideceğimiz yeri anlamadık.


İkişer ikişer ellerimize vuruldu kelepçe

Akıl gitti, fikir perişan, her birimiz bir nice.


Benim kelepçe arkadaşı Ramazan isminde biri

Meğer o köylünün hiçbir şeyden yokmuş haberi.


Yalnız o fakirin ismi Ramazan imiş

Cürmü de Ramazan isminde bir risale varmış.


Isparta'dan hareketimizde otuz iki kişi idik hepimiz

Yüzden fazla jandarma süngüleri arasında, gitti bizden bet beniz.


Otomobille sevk edilirken çok acıklı vaziyetimizi

Görmek istemezdi, lâkin binlerce halk almıştı etrafımızı.


"İyi olmuş" diyen varsa da çoğu kan ağlıyor halkın

Çoluk çocuk ve aileler, parçalanıyor kalbi validelerin.


Hareket etti otomobil, ağzımızı açmıyor bıçak

Her tarafı kapalı, hava almak için bırakmıyor, jandarmalar diyorlar "Yasak"


Yolda giderken jandarma kumandanı vicdanlı Ruhî Bey

Ellerimizi çözdü, dedi: "Korkmayın, ehemmiyetli değil."


Sanki bu sözüyle ellerimizi değil, çözmüştü kalbimizi

Diyordu: "Yakında kavuşacaksınız çoluk çocuğunuza."


Anladım ki henüz dünyada tükenmemiş iyi kalbli erler

Emsalinin teksir ve afiyette daim olmasını gönül diler.


Hak kendini memnun etsin, bizleri tesellî etti elhâsıl

Kıyas et, ölüme muntazırken bir haber ki hilâf-ı memul.


Saat kaçtı bilmem, gece Afyonkarahisar'a geldik

Hepimiz ve eşyalarımız otomobilden indirildik.


Süngülü jandarmalar arasında ikişer olduk

Yürüttüler şimendifere, eşyalarımızı da sırtımıza aldık.


Tren hareket etti sabah Eskişehir'de dediler: "İnin"

Lâilâhe illâ Ente Subhaneke innî küntü minezzalimin.


Yine etrafımızı ihata etti süngülü jandarmalar, askerler

Bizleri görenler diyorlar: "Bunlar mı mürteci?"


Halimizi görenler inanmıyorlar gözüne

Kalben tekzip ediyorlar muhbirlerin sözüne.


Yüksek ruhlu Ruhî Bey anlatıyor

Bizi bekleyen kumandanlara, "Yazık olmuş bunlara" diyor.


"Ankara'da dahi bildireceğim alâkadar makamlara

Yazık etmişler müfritler bu millete, bu adamlara."


İstasyondan yürüttüler, hapishaneye doğru belli

Her birimiz birer sınıf esnaf ve bazımız kelli felli.


Hapishane kanununca aranıldı eşyalar ve üzerlerimiz

Belki bir çakı bulunur, vak'a çıkarırız, onları üzeriz.


Hapisler sorgalmazlar, gardiyanlar çehreleri yıkık

Dehşetten dehşete insan olduğumuzdan bıktık.


Gönül yorgun, vücut bitkin bir halde düşünürken

Bir gardiyanla, bir efendi girdiler koğuşa selâm vermeden.


"Niçin oturuyorsunuz, kim var karşınızda?" diye etti tekdir

Derhal ayağa kalktık, meğer o hapishanede müdür imiş.


Nereli olduğumuzu ve kaç çocuk babası olduğumuzu sordu

Bu sualiyle yaralı kalbimize bir ok da o vurdu.


Ertesi gün yatmıştım yorgunluktan

İçeride fotoğrafçıyla müdürü gördük aralıktan.


Dediler: "Dörder dörder fotoğrafınız alınacak"

Bir dehşet daha aldı bizi, acaba bu ne olacak?


İtidal ile karşılıyoruz gerçi zahiren

Molla Mehmed dedi: "Bu iyi bir iş değil galiben."


Fotoğrafçı çekti gitti resimleri

Müdür geldi, ertesi gün yazdı arkasına isimleri.


Aldılar, götürdüler resimleri bilmem nereye

Galiba dediler merkez-i hükûmet Ankara'ya.


Ne ise, daha etraftan gelen çok oldu

Hepimiz yekûnu kırka bâliğ oldu.


Muallim Galib Beyle, Şefik Bey gelmişti bir gün

Gelenler çoğaldıkça örülüyordu yüreğimiz düğüm.


Tığlı oğlu Hakkı mektup yazmıştı Eğridir'den

Mektubunda demiş: "Sana gönderdim dinî risalelerden."


Hıfz etmiştim mektubu, zira yoktu su-i niyetim

Meğer hüsn-ü niyetten bazan tevellüd edermiş mesele-i vahîm.


Lâkin adalet-i İlahî tecellî eyler, eylersem sabır

Bizler böyle birşey görmediğimizden eyliyorduk tehur.


Barla'dan vardı Hafız Tevfik'le kardeşi Mesud

Mesud men-i mahkeme edildi, Tevfik kaldı meskud.


Vardı bir de içimizde Kürt Bekir

Der idi daima: "Alah versin akıl, fikir."


Eğridir'den vardı bir de Hafız Mustafa

Hakka teslim olmuş, görürdüm daima pürsefa.


O günden beri yatıyoruz, hâlâ netice belli değil

Yâ Rabbenâ hasbünallahu ve nimelvekil.


Gerçi eskisine nisbetle işimiz biraz hafiflemişti

Kırktan yirmi arkadaş men-i mahkeme edilmişti.


Ne de olsa var idi bizlerde bir heyecan, bir havf

Yâ Hafiyye'l-Eltaf, neccinâ mimmâ nehaf.


Yâ Rabbenâ afveyle kusurumuzu, bizleri eyleme nâlân

Sevgili Habîbin hakkı için eyleme günahımızla kısas.


Bizler günahkâr mücrimiz, hem de müflisiz

Lâkin afv merhametin yanında günahımız pek değersiz.


Yâ Rabbî, bizden kulluğuna şâyan olan ef'al sudur eyle

Yâ Rabbî, Senden Senin şanına lâyık olan ahval sudur eyle.


Furkân-ı Mübînde buyurdun "Vesiat rahmetî"

Haberde geldi "Sebekat rahmetî alâ gadabî"


Bundan anladı Halil ibrahim derya-yı rahmetini

Bîperva ilticaya geldi, göster Lâtif ismi şerifinle merhametini.

Milaslı Halil İbrahimin hatıra manzumesi 2[]

-Halil İbrahim Çöllüoğlu'nun, Mahkeme kararından sonra yazdığı 19 Ağustos 1935 tarihli manzumesi.-

İşte günlerden bir gündü, çağırdılar bize beşer kişi

Alelusûl sordular ismimiz, anladık işi.


Mahkememiz olacağını söylediler on üç Ağustos

Sabırsızlıkla değil, teheyyüçle o günü bekliyor herkes.


O gün sabah mahkemesinde, öğleye kadar sordular

Öğleden sonra usûlen ifadeleri dinlediler.


"Müdafaanızı yapmak için şimdi gelin" dediler

"Ayın on dördünde mahkemeye gelirsiniz hep beraber."


Ertesi gün oldu, iki jandarma süngüleri arasında

Vardık mahkemeye hepimiz maznun sırasında.


Arkamızda süngülü jandarmalar, önümüzde ağır ceza mahkemesi

Dinliyordu güya her birimizin müdafaasını.


Öyle bir mahkemedeyiz ki tarihte emsalsiz bulunur

Bin senede ancak bir âleme nasip olur.


Gerek ifadeler, gerek mahkeme gizli oluyordu

Heyet-i hakime hürmetkârane bulunuyordu.


Suçumuz ise kimi kitap okumak, kimi ziyaret, kimi selâm

Bunların cürüm olmadığını isbat ediyor Bediüzzaman.


Diyordu "Siyasetten çekildim on üç senedir

Siyasetle ne alâkası var kitablarımın, bu yapılan nedir?


Risalelerimin her bireri yüzer keşfiyat-ı maneviyedir

Bunları bir Avrupalı yazsaydı mücâzat yerine edilirdi takdir.


Bir akademi heyeti bütün kitaplarımı tedkik etsin

Var ise siyasî bir kelime, burdayım, muhalif desin.


Madem ki hürriyetin en geniş şekli cumhuriyettir

Madem hükûmet ise cumhuriyetin en geniş şeklini kabul etmiştir.


Madem ki hükûmet, dini dünyadan tefrik edip, bîtaraftır

Dinsizlere dinsizliklerinden ilişmediği gibi, dindarlara ilişmemek gerektir.


Hükûmeti iğfal eden bazı dinsiz komiteler

Dindarlara takmak için iki kulp tutuyor o eller.


İnkâr edilemez ki kâinatta dinsizler ve dindar

Âdem zamanından tâ kıyamete kadar var.


Kur'ân-ı Hakîmin âyat-ı kat'iyesiyle bin üç yüz senedir milyonlar tefsirler

"Lizzekeri mislü hazzi'l ünseyeyn" ve "Veliümmühüs südüs" hakaik-ı kudsiyelerde


Otuz seneden beri Avrupa feylesoflarının itiraz ve tecavüzü

Yaptığım müdafat-ı ilmiyemi, nasıl denir muhaliftir.


Beni itham etmek öyle zahir bir garaz ve öyle vehim esassızdır

Halkı hükûmet aleyhine teşvik mânasını veren hangi insafsızdır?


İyi hasletlerin menşei ve menbaı olan iman asayişi temin eder

İmansızlık kitle-i seciyesizlikle emniyeti ihlâl eder.


Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeden ve imanın en yüksek erkân-ı azimesinden bahseder

Böyle mesail-i kudsiyeden yalnız şeytanlar tevehhüm eder.


Risale-i Nur Kur'ân-ı Hakîmle bağlanmış bir âb-ı hayattır

Kur'ân ise arzı arşa bağlayan cazibe-i umumiye gibi hakikattır.


Bu hükûmeti dinsizlik cereyanlarına meydan vermeyen bir hükûmet-i İslâmiye biliyorum

Beni 'Dini siyasete âlet ediyor' diyenlere 'Siz siyaseti dinsizliğe âlet ediyorsunuz' diyorum.


Ben hakaik-i kudsiye-i imaniyeyi Avrupa feylesoflarına müdafaa ediyorum.

Dahile bakmıyorum, dahildeki kusura Avrupa'nın hatasıdır diyorum


Bizi hayrette bırakan 'Cemiyet ve teşkilât için nerden para alıyorsunuz?' diyorlar.

Evvelâ ben soranlara soruyorum: 'Böyle bir cemiyetin bizim tarafımızdan vücuduna hangi emare var?'


Başımıza Menemen hadise-i vak'asının bir mevhum taklidini geçirdiler

Hem masum millete, hem hükûmete büyük zarar verdirdiler.


Hedefimiz siyaset ve dünya olsaydı,

o vakit 120 risalenin 20 noktası yerine binler medar-ı tenkit bulunurdu muhalif.


Bin siyasetim olsa hakaik-ı imâniyeye feda ediyorum

Lüzumsuz şeylere, tenezzül etmem, mukaddesata yemin ediyorum


Düşman bir ecnebinin müdhiş bir adamı bir memlekete gelse onunla temas eden muaheze edilir mi?

Bu millete hizmet edenle dostluk gösteren.

Hangi maslahata istinaden hangi fikirle? Hakikaten bilmiyorum.

Benimle görüşen dost olan müttehimse size ilân ediyorlar.


Hükûmetin en sadık meb'us ve vükelâsından binlerce dostum var.

Dostluğumla itham olanlardan daha ziyade dost ve münasebettar."


Hoca Efendinin bunun gibi ifadesi daha çok, istersen okumak için ara da bul oğul.

İşte deliller yerli yerinde, hep mundefi yahu cevamiu'l-kelâm

Gerçi alelusûl nezaketle dinlendi ifadeler, bütün hakkınızdaki karar 19 Ağustos 935 verilecektir o gün.


Suçumuz anasır-ı cürmiye erkânına gayri cami bulunmakla

Kable'l-muhakeme verilmiş kararı, söz yerini bulmuş olmakla.


65. madde delâletiyle 163. maddeye tevfikan

Altışar ay mahkûm edildik reddedildi iddiamız tamamen.


Diğer arkadaşlar kimi inkâr, kimi ikrar ettiler

Lâkin faide vermedi, hepimizi mahkûm ettiler.


Hattâ üç kişinin vardı bir dâvâ vekili

Hiç fayda temin etmedi, verdiler yüz elli papeli.

Milaslı Halil İbrahimin hatıra manzumesi 3[]

Eskişehir hapishanesinde çıkmama kırk bir gün kalınca

karalanmış bir buçuk satır


Bugün ruhta sükûnet, tende huşunet var

Bilmem hasta mıyım, yoksa yine firkat mi var?


Beytimin ifade ettiği gibi, Üstaddan ayrılacağımı hatırladıkça firkatten gelen ses:


Daha kırk bir gün varken şimdiden başladı

Düşündükçe firkat ateşi ciğerimi haşladı.


Ah Üstadım, birşey daha var ki, aklıma geliyor

Yalnız kalacağınızı düşündükçe yüreğimi deliyor.


Gerçi şiir yazmaktan men edilmişken ben

Ateş-i hicranla kalbimi edemem teskin, neler desem.


Bilirim avf buyurursun bütün hatîamı

Sanki gözlerim göstermiyor kalbimin ifadatını.


İştirak ediyor işte benim gönlüm gibi güya

Benimle mahzun hemdert oldu cevv-i sema.


Ağlasam değil, gözyaşlarımdan seller aksa

Hicranımı tarif edemez bütün kalemler yazsa.


Süleyman Efendi demişti Mevlid-i Nebevîde dilinden bırakın

Gerçi zahiren cennetteyim, lâkin manen yaktı beni firakın.


Ben de gerçi hapis içinde nirandayim

Yaklaştıkça ayrılık firkatinle gün-begün hicrandayım.


Hiç olmazsa isterdim beraber geçirmek daha üç ay

Yahut mümkün olsaydı cezayı paylaşmak bu da muhal.


Halil muhal olan şeyi söylemede ne kâr var?

Sen derdine yan, ağla, figan et zâr zâr.


Bugünleri çok arayacağımı kalbim ediyor tasdik

Acaba Üstadım, bu ayrılık devam eder mi mahşere dek?


Selâmetle Hak nasip etmez mi, acaba göstermez mi bir dahi?

Yoksa bu hasret devam edecek mi uzun böyle yâ ahî?


Memleketten çıkarken duymuştum bir türlü firkat

Sevinmem lâzım gelirken şimdi tam aksi zuhur etti, unuttum o hasreti.


Anlaşılmaz muamma Hakkın tecellîsi, tahayyür kaldım

Bu bahrin mevcindeki hikmetin hallini yine kendine saldım.


Bahr-i hakikatten kanmadı atşan olan yüreğim

Rabbim muzaffer kılsın, muîni olsun, budur benim dileğim.


Ne mutlu o kese ki mevcelendikçe Rahmanın bahri

Sefine-i necatta bulunur boyanırlar feyzi, nuru.


Bâri bizi unutmasalar tekaddur ettikçe feyz-i bârân

Hatırlayın bu fakiri mevcelendikçe feyz-i Rahman.


Sahib ol bu günahkâra yâ sahib-i Kemâl

Hem imdadıma yetiş, nazar kıl, daima bulmayım zeval.


Bahr-i hakikatta nam-nişan istemem. Hakkın rızası kâfi

Var olsun Üstadım, himmeti daim olsun yâ Bâki.


Yâ Bâkî Entel Bâkî

935 Eylül Halil İbrahim

Mehmed Seyrani'nin mektubu[]

بِاسْمِهِ تَعاَلٰى عَزَّ وَ جَلَّ

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللهِ وَ بَرَكَاتُهُ ف۪ى كُلِّ اٰنٍ اَلْفُ اَلْفُ مَرَّاةٍ

Çok muhterem üstadımız!..([11])

Tevafuklu ve haşiyeli bir Kur'an-ı Kerim yazılması hususundaki fikir ve kanaatımızın iş'arına dair telakki ettiğimiz emr-i âlilerine imtisâlen fikir ve kanaatimi bervech-i âti zîrde arz eylerim, şöyle ki:

Fakir, mahlasımdan anlaşılacağı üzere seyrine müştak olduğum cihetle nakış ve suretinden ibaret olan tevafukata fazla bir kıymet ve ehemmiyet vermemekteyim. Çünkü, bir kelimenin, satırın baş veya ortasında bulunmasında ne mahzur olabilir? Aslında, yani Levh-i Mahfuzda mevcut olduğu halde, kâğıt üzerinde tevafukat bulunmaması Kur'an-ı Hakimin hiçbir vecihle kıymetine halel vermez. Ve bu tevafukatın maddî ve manevî bir nef'i mevcut olduğunu bilmiyorum.

Haşiye meselesine gelince: Haşiyeye yazılacak şeyler Sözler'de olduğu gibi âyât-ı Kur'aniyenin, ihtiraat-ı hâzıra-ı medeniyete göre tefsir ve tatbikinden ibaretse, bu cihet, yeri geldikçe Sözler'de izah edilmiş ve esasen, bu âyâtı fenn-i hâzır icadatına tatbiken tefsir, herkes tarafından yapılabileceği cihetle, fazla bir kıymeti haiz olmayacak ve herkes birer defa okumakla iktifa edecektir. Sözler'deki اَللهُ نُورُ السَّمٰواَتِ وَاْلاَرْضِ ilaahir, قُتِلَ اَصْحاَبِ اْلاُخْدُودِ ilâahir... âyetlerinin tefsirleri olan elektrik tesisatı ve şimendifer bu kabildendir. Fakat, istiyorum ki, Kur'an-ı Hakim'in yüksek maâni-i celîle ve esrar-ı hafiyyesi üzerinde birer parça perde kaldırılarak henüz ihtirâ edilmemiş ve belki bir kaç yüz sene sonra ihtiraı mümkün fünundan bahsedilsin.

وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ ilaahir... وَيَخْلُقُ مَالاَ تَعْلَمُونَ âyât-ı celileri bize ilm-i cifir ve ilm-i cerr-i eskâl vs. gibi ulum-u mensiye-i mektumeden başka nice yüzbin fünunun Kur'an-ı Hakimde münderiç olduğunu beyan buyurduğuna göre, Kur'an-ı Azimü'l-Bürhan'ın projektörüyle bütün dünya milletlerinin gözlerini kamaştırıp sulandırmak ve ister istemez yönlerini Kur'an-ı Hakime çevirmek için esrâr-ı hafâyâ-yı Kur'aniye'den bazıları açık edilecekse haşiye yapmak doğru, ve illâ fuzuli emek ve zahmet olacağından, bundan sarf-ı nazarla bu asra layık ve uygun bir şekilde müstakil bir ilm-i kelâm yazılarak her gün biraz daha tersin edilmekte olan dinsizlik kalesinin kökünden sökülüp atılması daha muvafık-ı maslahat olacağını arz ve beyân eder ve bilvesile ellerinizden öperek, fikir ve kanaatımda ayağımın kaydığı nükat hakkında tenvir ve ihtar-ı mürşidanelerini niyaz eylerim efendim.

Terzi Mehmed SEYRANÎ

  1. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, Tevafuklu Kur'anın Başına konulmasını arzu ettikleri bu parçalar, (bkz. Barla Lahikası) Üstadın tensib ettikleri tarzda Merhum Hüsrev Altınbaşak tarafından kaleme alınmıştır. Hayrat Neşriyatın Mealli Kur'an-ı Keriminin sonunda elyazmalarıyla beraber mevcuttur. mS
  2. Merhum âlim Seyyid Şefik Arvasi(1884-1970)’nin Mesnevî-i Arabî’nin Şemme Risalesinin sonunda yer alan takrizidir. İsmail Hakkı Zeyrek Tarafından tercüme edilmiştir. (Kaynak: cevaplar.org)
  3. Bu mektup, Merhum Sadreddin Yüksel'in oğlu Araştırmacı-Yazar Müfid Yüksel tarafından ortaya çıkarılmıştır.
  4. Said, 1952 yılında doğan, Sadreddîn Efendi'nin en büyük oğludur. Sadreddîn Efendi tarafından ona Üstad'ın adı verilmiş, ancak henüz üçbuçuk aylık iken Nurşin’de vefat etmiştir.
  5. Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî. (Vefatı: 1304/1888)
  6. Şeyh Ma’sum, Şeyh Abdurrahman Et-Tâhînin torunu ve Sadreddin Yüksel’in kayınpederi. (Vefatı:18 Haziran 1971)
  7. Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî’nin lakabı. Nurşin ve çevresinde "Seydâ" lakabı Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî’ye özel olarak halen kullanılmaktadır.
  8. Öz hemşireniz, size dua eden ve dua istiyen, Hanım..
  9. Kendisine şahdamarından daha yakın olan Mevlâsına uzak olan kul
  10. Bu manzume Halil İbrahim Çöllüoğlu'nun kendi el yazması şiirlerini yazdığı hatıra defterinin 19 Ağustos 1935 tarihi taşıyan sayfasında kayıtlıdır. Hatıra defterinde gün gün Eskişehir hapsini ve hadiseyi anlatmaktadır. Isparta köylerinde "Ramazan'a aittir" diye Ramazan Risalesi'nin üzerinde yazdığından dolayı Ramazan isimli, hiçbir şeyden habersiz bir köylü vatandaşın da tevkif edilerek Eskişehir'e götürüldüğünü, Çöllüoğlu'nun manzum hatıralarında görülmektedir. (son şahitler)
  11. Onuncu Lem'adaki Şefkat Tokatları risalesinde Sekizinci Tokat'ta bahsi geçen, Üstadı rahatsız eden "Cidden bana dokunmuş bir mektup yazdı" dediği mektuptur.
Advertisement