Önceki Risale: 5. Şua ← Sirac-ün Nur
Merhum Hasan Feyzi’nin Risale-i Nur Hakkındaki Manzumesi[]
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ
âyetinin Veraset-i Ahmediye (asm) cihetinde, mana-yı işarî noktasında, bu asırda o Rahmeten li’l-âlemîn’in bir âyinesi ve hakikat-i Kur’aniyenin bir hakiki tefsiri olan Risale-i Nur, o küllî rahmetin bir cilvesi, bir numunesi olmasından; hakikat-i Muhammediyenin (asm) bir kısım evsafı, mana-yı mecazî ile cüz’î bir vârisine verilebilir diye bu parlak kasideye ilişmedim. Yalnız hakikat-i Ahmediye (asm) âyinesinin farkına işareten bazı kelimeler ilâve edildi.
Said Nursî
Huzur bulur bugün seninle âlem
Ey bu asırda rahmet-i âlem Risale-i Nur
Sürur bulur bugün seninle âdem
Ey bir rahmet-i âlem Risale-i Nur
Bu hasta gönüller çoktan perişan
Varsa sende eğer Lokman’dan nişan
Bir şifa sun, gel ey mahbub-u zîşan
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Gelmez mi sonu bu uzun hecenin
Geçmez mi gamı bu yaslı gecenin
Zâri arttı, sabrı bitti nicenin
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Fahr-i Âlem, arştan bu yere indi
Şah-ı Velayet gelip Düldül’e bindi
Zülfikar’a bugün artık Nur dendi
Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risale-i Nur
…
Dertlere dermansın, mahbub-u cansın
Hem câmiü’l-esma ve’l-Kur’ansın
Hem de Nur-u Hak’tan bize ihsansın
Ey bir rahmet-i âlem Risale-i Nur
Bu âlemde madde değil, bir özsün
Her zerreden bakan bütün bir gözsün
Kâinatı hayran eden bütün bir yüzsün
Ey misal-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
…
Çünkü sensin bu asırda Rahmeten li’l-âlemîn’in cilvesi
Çünkü sensin şimdi Şefîu’l-müznibîn’in vârisi
Ağisnâ yâ Gıyase’l-Müstagîsîn bir duası
Ey şule-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Şifa bulsun şimdi biraz yaramız
Revaç bulsun geçmez olan paramız
Saç nurunu, aka dönsün karamız
Ey ziya-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
…
Meylimiz yok yalancı bir dünyaya
Son verdik biz bid’alara, riyaya
Kapılmayız öyle kuru hülyaya
Ey bir hakikat-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Yok bizde cemiyet kurma hülyası
Yok başka bir yola gitme sevdası
Olduk ancak Nur’un dertli şeydası
Ey dertlilere rahmet-i âlem Risale-i Nur
…
Geçmişiz hep medihlerden senadan
Yüz çevirdik servetlerden gınadan
Nur isteriz, geçmeden bu fenadan
Ey bu asırda rahmet-i âlem Risale-i Nur
…
Âşıkların, arşa çıkan feryadı
Ağlatıyor o pâk ruhlu ecdadı
Allah için eyle bize imdadı
Ey muhtaçlara rahmet-i âlem Risale-i Nur
Gökler saldı bela, yer verdi bela
Sarstı âfakı bir acı vaveylâ
Rahmet et âleme ey Nur-u Mevla
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Bir yanda sel var, bir yanda kan akar
Bu bela ateşi âlemi yakar
Ağlayan bu beşer hep sana bakar
Ey numune-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Çevrildi ateşle bu koca dünya
Bir cehennem gibi kaynadı derya
Yetiş imdada ey Şah-ı Evliya
Ey bu zamanda rahmet-i âlem Risale-i Nur
…
Zındıkaya, küfre karşı saldırdın
Gönüllerden kederleri kaldırdın
Bizi nurun deryasına daldırdın
Ey bîçarelere rahmet-i âlem Risale-i Nur
Kaldıramaz sana aslâ kimse el
Bağlıyoruz bizler sana candan bel
Dünyalara sensin ümit ve emel
Ey ziya-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Sen ordu kurmazsın erle, uşakla
Savaşmazsın öyle topla, bıçakla
Nurunla şu asrı tutup kucakla
Ey şimdi rahmet-i âlem Risale-i Nur
Bitsin de bu korkunç tufan-ı şedid
Açılsın yepyeni bir devr-i mesud
On sekiz bin âlem eylesin hep iyd
Ey ehl-i Kur’an’a rahmet-i âlem Risale-i Nur
Geliyor şu karşıdan gerçi bir zulmet
Fakat sensin bugün atâ-yı rahmet
Boğacaksın onu nurunla elbet
Ey bir rahmet-i âlem Risale-i Nur
Kızıl ejder yuvamıza girmesin
Zehirli eli yakamıza ermesin
Karşı durup nurun fırsat vermesin
Ey seyf-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Kara duman üstümüzden dağılsın
Kızıl alev sönüp âlem ayılsın
Bu zaferin haşre kadar anılsın
Ey zülfikar-ı rahmet-i âlem Risale-i Nur
O soydandır nice canlar yakanlar
O soydandır evler barklar yıkanlar
O soydandır sana kinle bakanlar
Ey hüccet-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Masumların kanlarını içerler
Ebu Cehl’i, Nemrutları geçerler
Ölümlerden ölümleri seçerler
Ey şimdi bir rahmet-i âlem Risale-i Nur
Bir mikrop ki ciğerleri dişliyor
Kanımızla kendisini besliyor
Temiz yurdu telvis edip pisliyor
Ey bir eczahane-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Gazilerin, fatihlerin konağı
Seyyidlerin, serverlerin otağı
Bu vatandır, şehitlerin yatağı
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
O şehitlerin ala dönmüş kefeni
Miskler kokar, güle benzer bedeni
Öper melekler de nurlu naaşını
Ey cilve-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Kur’an diyor ölmemiştir, diridir
Her birisi Hakk’ın arslan eridir
Türbeleri yürekleri titretir
Ey âyine-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Armağansın çünkü asil millete
Düşmeyelim bir gün bile zillete
Götür bizi şanlı büyük devlete
Ey misal-i rahmet-i âlem Risale-i Nur
Eyleyeler nurun ile hep savlet
Zaferlerle şanlar bulur bu millet
Şarka, garba ziya salsın bu devlet
Ey bizlere rahmet-i âlem Risale-i Nur
Nurdan kanadın hem sağlam kolun var
Nurdan senin Hakk’a giden yolun var
Kabul et bir kemter Feyzi kulun var
Ey bu asırda rahmet-i âlem Risale-i Nur!
اَلسَّلَامُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّٰهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Üstadım, Efendim Hazretleri!
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَمٖينَ âyetinin nurlarından, Nur’un sayesinde alabildiğim bir zerreyi bu şekilde yazdım ve huzur-u irfanınıza sundum. Kabulünü rica eder, selâmlarımızı sunar ve mübarek ellerinizden öperiz.
Bîçare talebeniz
Hasan Feyzi
(Rahmetullahi aleyhi ebeden daima)
Merhum Hasan Feyzi, Nurlardan aldığı hakikat dersini, Nurlara işaret ederek güzel tanzim etmiş. Lâhika’ya girsin
Said Nursî
Güzel oku! Her zerrede coşkun birer mana var
Dert ehline bu manada canlar sunan eda var
Vermek için parlaklığı, gamlı gönül evine
Bir bak hele, her cilâdan üstün olan cilâ var
Derin, güzel düşünce ile incelersen bunu sen
Zayıflamış ruhlar için dağlar gibi gıda var
Hem dilersen tükenmeyen sermaye-i serveti
Aç gözünü, Nurlara bak, işte sana tufan gibi gına var
Beni tanı, yürü kulum yürü diye bizlere
Her nefeste şefkat ile Rabb’imizden nida var
Duymuş isen bu nidayı her zerrenin dilinden
Müjde olsun, artık sana cennet denen safa var
Uzaklara bakma! “Nurlara bak, yürü!” âlem onun âyinesi
Görmez misin, her yüzünde aynı renkte ziya var
Bir güneştir her zerrede cilve yapıp parlayan
Bilmez misin, sende dahi o edadan eda var
Eller açıp yürü, bugün kana kana Risale-i Nur’dan ışık al
Aşka uyan, nura kanan her zerrede reha var
Hüner değil; dostu düşman, yârı ağyar eylemek
Yâdı biliş yapasın ki ancak dostta vefa var
Hünerdir ki yaprak atlas, toprak elmas olmalı
Çünkü bir bak, ne yaprakta ne toprakta beka var
Kısa görüp denizleri damlalara çevirme
Hakikatte, her damlada gizli birer derya var
Damla iken aslın senin, dağı taşı aşarsın
Hem gökleri keşfedersin, sende ey nur, böyle deha var
Bir noktayı bir cihan yap, o cihana hâkim ol
Zira senin bir noktanda, güneş kadar zekâ var
Her zerrenin Kâbe’sidir kalbi, yine kendine
Dikkat eyle, her birinde yine ancak Hudâ var
Sakın Feyzi! Sen gözünü Hak yüzünden ayırma
Hakkı gören gerçeklere, hakkı kadar atâ var.
(Denizli Kahramanı Merhum)
Hasan Feyzi
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِهٖ
Hasan Feyzi'nin Denizli hapsinin ve civarının has talebelerini temsil ederek, onların namına üstadının vasiyetnâmesi ve zehirlenmeden şiddetli hasta olması münasebetiyle yazdığı bir mersiyedir. Vefat haberlerini almış gibi kalemi ağlamış. Lâhikaya geçirilsin.
Said Nursî
Anam ve babam ve tatlı canım sana feda olsun Üstadım!
Bir kaç gündür, acılarımıza zehirler katan ve ciğerlerimize şişler ve hançerler saplayan ve gözyaşlarımızı kızıl ırmaklara çeviren acı ve kara haberler almaktayız.
Işığında derdimize devâlar aradığımız o mübârek ay, akibet husufa mı uğruyor.
Nuruyla bu güzel vatanı aydınlatan ve parlatan Üstadımız, bir daha dönmemek ve bizlere görünmemek üzere, âkıbete göç mü ediyor. Vâ halila.
Neşr ve ta'mim buyurduğunuz vasiyetnâme, bizler için hakîkaten böyle bir kara haberi bildiren bir ye's ve mâtem işâreti midir? Yoksa yıllardan beri rûy-i zeminde ağlayıp, inleyen kimsesiz müslümanların, büsbütün kurtuluş beşareti midir? Bize bir haber sal. Sal ki; eğer böyle bir beşaret ise; senelerden beri hep ağlayan gözyaşlarımızı tutup, biraz da gülmesini bilelim ve öğrenelim. Acaba bu, bize tahminlerimizi te'yid ve takviye edecek bir nevruzîmi yoksa Maazallah gözyaşlarını çağlatıp umman edecek bir nevmidî mi verecek?
O bir vasiyetnâme mi? Yoksa bir tebriknâme mi? Yoksa oğul, uşak, ve aileden mahrumum, belki bana yas tutan ve mersiye yazan olmaz diye, kendi mersiyeni kendin mi yazdın Üstadım.
Senin sayısı yüz binleri aşan büyük bir aile efradın var. Hem öyle ki: Eğer istesen, hepsi sana hayatlarını feda'ya hazır, sana üç yüz elli milyon insan yas tutup ağlar. Belki sana aylar ve güneşler de ağlar, sana melekler mersiyeler okur ve yazar. Sana, seninle beraber dâima "Lâ ilahe illallah" deyip zikir eden geceler de, gündüzler de ağlar Üstadım.
Şimdiye kadar hangi ölünün böyle milyonlarca yascısı, mersiyecisi ve aile efradı vardır ki: Bize sultanların ve hakanların bile bırakamayacağı bir mirası, çok zengin ve büyük bir hazineyi ölmeyecek olan Risâle't-ün Nur'u armağan edip asıl dosta gidiyorsun.
Allah senden ebediyyen râzı olsun Üstadım. Demek bundan sonra kederlerimizi onunla giderip, bütün müşkillerimizi o Risâle-i Nur'a havale edeceğiz? Gece ve gündüz hep onunla mı müteselli olacağız?
Demek diyerek hayatının bizim hakkımızda hayırlı ve nurlu olduğu kadar, mevtinin de aynı vecihle yine bizler için iyi ve hayırlı olduğunu göstermek istiyorsun. Şahsıma ait diye, belki bu yazılarımı da kabul etmek istemezsin, fakat kabul buyurmanı rica ederim. Çünkü ben, seni medh ve sena etmiyorum. Ben senin medhini ve vasfını, hep Hazret-i Kur'ân'a havale ediyorum.
Esasen bende o dil, o kudret o iktidar yok ki; ben ancak, bu ölme ve göçme hâdisesinin bize saldığı elemlerden ve yağdırdığı kederlerden, ancak bir damlasını yazıyorum.
Zaten şimdiye kadar sana Gavs dedik, Münci dedik, Kutub dedik hiçbirini kabul etmedin. Veli dedik, Hazret dedik, asla iltifat etmedin. İsmini ve resmini, nam ve nişanını hep unutmak ve unutturmak istedin. Kendini hâk ile yeksân ettin, son Ebu't- türab da sen oldun. Senin Kur'ân hâdimliğinin meddahı ve vassafı o Hutbe-i Ezelîye iken, biz âcizler seni nasıl medh edebilirdik, nasıl târif ve tavsif edebilirdik.
Mâdem ki, Kur'ân sana Said demiş.. Elbette sen saidsin hem ismin ve hem resmin saiddir.
Mâdem ki, Kur'ân sana Said demiş..
Elbette hem için temiz ve tahir, hem de dışın. Mâdem ki, Celcelutiyye sana Bedi' demiş. Bundan daha güzel medh ve bundan daha a'lâ ve ezka bir vasıf mı olur? Sen böyle nişanlar ve ihsanlarla bu asrın bir hidayet serdarısın. Bizler senin kadrini ve bu kıymetini bilemedik. Senin büyük kadrini ve şanını gelecek olan asırlar takdir edip, asıl menkıbe ve mersiyeni yine onlar yazacaklar.
Âh... ne olurdu, şimdi şu sayılı nefeslerini verdiğin şu anda, şu son deminde, huzurunda ve yanında bulunup, sana hizmet edebilse idim. Son kelamını ve son vasiyetini işitebilse idim. Hararetten kuruyan o mübârek ağzına sıcak bir fincan çay, birkaç damla su verebilse idim. Ağrıyan mübârek kollarını ellerimle tutup oğuşturabilse idim.
Risâle't-ün Nur'un te'lifini tamam edip, neşrinin dahi esbabını te'min ve tanzim ederek ve talebelerinize, biz âcizlere bırakarak ebedîyete, Refîk-ı A'lâ'ya ve Allah'a gidiyorsun. Âlem-i ervaha uçtuğunda bizi unutma.
Büyük ağabeyimiz ki, şanlı ve muhterem Şehid Hâfız Ali'dir. Ona ve bütün kardeşlere ve ecdada ve atalara ve evliyanın büyük ruhlarına bizden selâm et. Halet-i nez'imizde, ve berzahımızda, Ruz-î ceza ve mahkeme-i kübrâmızda bize şefaatçi ol..
Âh.. demek o sû-i kastçılar, nail-i meram mı oluyor. Demek güzel yüzün, bize artık haram mı oluyor? Âh.. ahbabın ağlayıp, a'danın güleceği böyle kara bir günü görmek istemezdik. Biz hep, halâsı bekler ve arardık. Demek onlara bayram, bize matem mi var.
Biz dostlara ne diyelim, seni soranlara ne cevap verelim? Demek bundan sonra, seni bu dünyada şu baş gözümüzle bir daha görmiyecek miyiz? Artık vuslat, hasrete mi döndü? Öyle ise rüyamızda olsun bize görün dur. Kusurumuza bakma, âlem-i hayal ve menamda olsun teselli buyur. Biz senin terhisini ister ve serbest olmanı dilerdik, fakat öyle mevt tezkeresiyle değil. Yoksa ten kafesinden uçan cankuşunun, daha şen ve daha serbest beden kınından çıkan o ruh kılıncının, daha parlak, daha keskin olacağını ve o vakit bize daha şefik ve daha rahîm ve daha kurtarıcı olacağı için mi, ölümü arzuladın Üstadım.
Çünkü Hâfız Ali'yi evvelce yerine bedel göndermeye râzı olduğun ve icra ettiğin halde, bu sefer hiç bir bedel ve feda da kabul etmiyorsunuz. Hüsrev gibi bir sevgilinin, senin yerinde ölmek teklifini red ediyorsunuz.
Demek göç ve sefer muhakkak mı Üstadım. Demek Hazret-i İmâm-ı Ali'yi ağlatıp, Ömer'i şaşırtan, Ehl-i Beyti inletip, Medine-i Münevvereyi karartan o hâl-i pür-melalin bir nümûnesi, âkıbet bizim garip başlarımıza da mı çöküyor. Pek vakitsiz pek erken değil mi Üstadım?
Sana bu mektubum acaba son mu olacak, diye titriyorum. Gerçi sen diyorsun; mektuba, şahsa ve söze ne hâcet, bize uzaklık ve yakınlık yok, birimiz şarkda, birimiz garbda veya kabirde olsa, yine istediğimiz zaman görüşebiliriz. Evet âmenna bu doğrudur. Fakat benim gibi körler ve körpeler ne yapsın Üstadım.
Otuz yıl evvel lemeatınızda yazdığınız:
“Yetmişinci olmuştur, o mezara bir mezar taş, Beraber ağlıyor hüsran-ı İslâm'a.”
hakîkatı bu muydu, böyle mi tecelli edecekti? Aziz canınızın canan eline cemâl güllerine ermesi bu dem mi idi?
Yirmi beş yıldır çekmekte olduğunuz çilelerden halâs ve necatınız böyle ölümle mi, ayrılıkla mı olacaktı? Acılar ve ağrılar çeken ve zehirler içen o mübârek kalbinizin istirahatı, böyle varıp kara toprağa yatmakla mı olacaktı?
Hiçbirimizin huzurunuzda hazır bulunmadan ve bu gözümüzle bir daha görmeden, yapayalnız ve hücra bir köşede bu ölümün, bu ufulün ne acı ve ne hazîn.. Günün birinde birdenbire Üstad ölmüş âh.. diye bir ses işitmek veya bir iki satırlık mektup almak veyahut rüyada görüp pür-telaş uyanmak ve sarsılmak ne kadar elim.
Üstadım! Mübârek vasiyetnâmenizi görmek ve okumakla ve korkulu ve endişeli haberler gelmekle beraber, biz hâlâ bu irtihal ve mevt hâdisesinin bu kadar yakın bir zamanda vuku bulacağına inanamıyoruz. Hattâ bunu şu sûrette te'vil ve hayır ile tefsir ederek, bunun eza ve işkencelerden ve esaretten kurtulması ve dirilmesi alâmetidir diye telakki ediyoruz.
Evet mâdem ki, var. Senin de birgün olup öleceğini biliyoruz. Fakat böyle tenha ve gârib, mesmum ve mağmum ve işkencelerle ve biraz da mevsimsiz olarak değil;
Yirmi beş senedir, seni hep menfalarda ve hep hücralarda arayan bu hicranlı gönüller, demek hiç mi gülmeyecek. Üç-beş sene hattâ bir senecik olsun, gözlerimizle serbest olarak, bu derdliler ve kimsesizler hiç mi görmeyecek.
Zehirli yılan ve akreplerin bile gezip dolaşmasına, vahşi ve kâfirlerin bile serbest yaşamasına açılan bu yeryüzü, yalnız sana mı yasak. Dünya kurulalı akan ve harlayan ve her zîruha helâl ve mübah olan gümüş gibi ırmak ve çayların tatlı ve serin suları, bağ ve bahçe ve gülistanları ve bunların türlü çiçek ve meyveleri yalnız sana mı memnu!
Çekilen âhlar yüzünden yalnız senin değil, yüzlerle yerinden delinen hepimizin ciğerlerimizin tâmiri ve tedavisi kabil değil. Biz hep ağlayan bu beşeriyetin gözyaşlarının seninle, yâni Risâle-i Nur ile dineceğine, hep sızlayıp acıyan kalblerin, hâdim olduğun nurlarla teselli bulacağına bel bağlamış ve inanmıştık.
Böyle bir emr-i Hak vuku bulduğunda, seni nerede defn edeceğiz. Konya'da Hazret-i Meylana' da mı? Civar-ı Hazret-i Eyyüb'de mi? Yoksa Cennetü’l-Mualla veya Cennetü’l-Bâki'de mi? Bunu bize açıkca bildir.
Hayır Ûstadım, gel biz seni Risâle-i Nur tercümanı şahsiyetiyle gönlümüze gömelim. Her zaman seni orada görelim, görüşelim, her zaman sevelim ve sevişelim ve söyleşelim. Yahut bu ciheti
Hadîs-i Âlisine havale ederek, vasiyetnâmenizde onun için mi beyan ve tasrih buyurmadınız. Eğer böyle ise Emirdağ'ını intihab ve ihtiyar ettiğiniz anlaşılıyor.
Âh..O Emirdağı... biz onun nasıl bir dağ olduğunu hâlâ anlayamadık. Ondaki esrarı hâlâ çözemedik. O dağ hakîkaten Emirdağı mı? Yoksa esirdağı mı? O dağ bize bir dağ oldu. O dağın vurduğu dağ yine bizi dağladı. Onun dağı bizi yaktı, kavurdu. O dağ bizim bir dağımız üzerine binlerle dağ vurup, hepimizi dağdâr-ı hüzün ve elem etti.
Âh.. o dağ yüzbinlerle kardeşin yetim kalmasını kasdetti. Hepimizi diri diri ateşlere yaktı. Hasılı o dağ seni harab, bizi kebab etti Üstadım. Ona Emirdağı değil Emerdağı, eceldağı demeli. Seni aramızdan alıp kendine ve içine çeken o dağa, Emirdağı değil, Emendağı demeli.
Ey nefs-i rahmaniyesiyle dirilen Üstadımız.. Said öldü desek, inanırlar mı? Hem said ölür mü, ölen şaki ve hayvan değil midir? Buyurduğunuz gibi bu ancak bir yer değiştirme ve muvakkat bir ayrılmadır. Fakat bizim için çok acı çok..
“Ey benim kıymetli babam” diye ağlayan Fatıma't-üz Zehra anamız gibi “Ey seyyidimiz, ey Üstadımız.. Va esefâ, va kürbeta” diye yaşlar döküp ağlıyoruz. O anamızın dediği:
misillü biz de deriz:
Âh sevgili Üstadımız.. Üzerimize öyle musibetler çöktü ve döküldü ki; eğer o musibetler şu güneşli güzel gündüzler üzerine dökülse ve yağsa idi, gündüzler kararır muhakkak gece olurdu. Artık bundan sonra yapacağımız bir şey varsa, o da semler içen, gamlar çeken Üstadınız göçtü bekâya, hasret kalan kardeşlerim, dostlarım size olsun elveda deyip, ağlamak hep ağlamak.
Üstadım! sen dünya lezzetini tatmadan, ömründe bir kere olsun bu fena güllerine el uzatmadan ve uzana uzana bir saat bile sıcak ve rahat döşeklerde yatmadan, akıbet bırakıp gidiyorsun. Şimdi biz Hacca'tü’l-Veda'sız böyle bir ölüme nasıl inanalım.
Ey Fahr-i Âlemin nurdan incise! Ey ehl-i İslâm'ın bir müncisi Gel sana bir değil, bu sefer bin bedel verelim de şu rıhlet, şu hicret şu hicran daha bir kaç sene sonraya kalsın. Hep beraber arz-ı hicaza varalım. Kabe'ye yüzler sürelim, bizi Arafat'a çıkar. Son sözlerini Hind'den, Yemen'den, Irak'dan, Afgan'dan ve dünyanın her yerinden o mahall-i mübârek ve mukaddeste toplanan bütün müslümanlara, bütün âşıklara ve bütün hicranlı gönüllere söyle, bize tekrarlayıp,
derken, âlem-i gayb ve ervaha işte oradan pervaz et. Mübârek cesedini alıp hürmetle Harem-i Şerif'e getirip, pâk olan vücudunu âb-ı zemzem ile gasl ederken, biz de bir taraftan hiç durmadan akan gözyaşlarımızla yıkanıp, arınalım.
Mübârek nâşını Risâle-i Nur'dan yapılan ak kefene kat kat sarıp, misk-i anberle buhurladıktan sonra, öd ağacından yapılan hususi tabuta koyup, son defa olmak üzere, bir daha ellerini öperek Kâbe-i muazzamanın kara perdesini de üstüne çekerek, Hacerü’l-Esved huzuruna çıkalım. Ka'be avlusunda toplanan ve daireler şeklinde saf, saf dizilen yüzbinlerle ehl-i îman ve melâike-i arz ve âsumana, o aziz ruhun imam olup cenaze namazını eda edelim. Arştan ve hatiften duyulan “Nice bilirsiniz?” sualine;
Fahr-i Âlemin nurdan bir incisi bu,
Ehl-i İslâmın büyük bir müncisi bu,
Şanında söylemiş Kur'ân-ı Mecid,
Deriz hep,
diye cümleten cevap verip, oradan başlarımız ve parmaklarımız üstünde, yalın ayak ve baş açık, arz-ı Hicazı velveleye ve dehşete salan tekbir ve tehlil sadaları ve meleklerin de çıkardığı yas ve matem sesleriyle, Medine-i Resulullâh'a ve Ravza-i Mutahhara'ya varalım.
İşte emanetin, işte Risâle't-ün Nur'un kahramanı, işte Kur'ân'da (Saîd) ve Hadiste (Seyyid) diye söylenen mübârek Üstadımız diyerek, seni Fahr-i Âleme sunalım. O nurani yeşil perdeler arkasında uzanan Muhammedimizin (S.A.V.) mahbubumuzun nur elleri, tabutunu kendine ve kabr-i saadetine çekerken, hepimiz bayılıp bir daha ayılmamak üzere, ALLAH na'rasıyla Ravza-i Pâk'e serilip ve olup biz de canlarımızı cananımıza verelim ve sırrına erelim.
Hazretinize buradan ayrılık söylemiştim[]
Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak
Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak
Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm
Çünki hicran dolu kalbim yine hicran olacak
Yine göç var diye mecnuna haber verme sakın
Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak
Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek
Kapanıp Kâ'be-i irfan, yine viran olacak
Haber aldım ki yarın yâd olacakmış bize yâr
Ne büyük yâre ki, kimler buna derman olacak
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim
İşiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak
O şifa-bahş olan envârını sen çeksen eğer
Bana kim nur verecek, kim bana Lokman olacak
O temiz pak nefesin, âb-ı hayatı bu çölün
Onu dûr etme ki her ferd ona reyyan olacak
Hele ol nur-u şerifin kime değmişse eğer
Küçücük zerre de olsa, meh-i tâbân olacak.
O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe, benim
Bu küçük kalb-i hazînim yine handan olacak.
Bâb-ı feyzinden ırak olmayı aslâ çekemem
Dahi nezrim bu ki canım sana kurban[(*):[1])] olacak
Nazarın erse garib başıma ey nur-u Huda
Bugün artık bu hakir bendede umman olacak
Bu anasır, yüzüne her ne kadar çekse hicab
Yine haksın, buna şahid yine Kur'an olacak
Kab-ı Kavseyn'den alıp dersimi bildim ki ayân
O güzel nur-u bedî', manevî sultan olacak
Sakınıp, Feyzi-i bîçareye bahs açma bugün
Yeni baştan yine şeyda, yine giryan olacak.
Bîçare Talebeniz
Hasan Feyzi
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ
يَا اَللّٰهُ يَا رَحْمٰنُ يَا رَحٖيمُ يَا فَرْدُ يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ يَا حَكَمُ يَا عَدْلُ يَا قُدُّوسُ
İsm-i A'zam'ın hakkına ve Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'ın hürmetine ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın şerefine, bu mecmuayı bastıranları ve mübarek yardımcılarını Cennet-ül Firdevs'te saadet-i ebediyeye mazhar eyle, âmîn.
Ve hizmet-i imaniye ve Kur'aniyede daima muvaffak eyle, âmîn.
Ve defter-i hasenatlarına Şualar Mecmuasının herbir harfine mukabil bin hasene yazdır, âmîn.
Ve Nurların neşrinde sebat ve devam ve ihlas ihsan eyle âmîn.
Yâ Erhamerrâhimîn! Umum Risale-i Nur Şakirdlerini iki cihanda mes'ud eyle, âmîn. İnsî ve cinnî şeytanların şerlerinden muhafaza eyle, âmîn. Ve bu âciz ve bîçare Said'in kusuratını afveyle, âmîn...
Umum Nur Şakirdleri namına
Said Nursî
Önceki Risale: 5. Şua ← Sirac-ün Nur
- ↑ Bu şehid kardeş gibi Nur’un kahraman fedakar şakirdlerinin pek kuvvetli duaları o zehiri kırdı. O vasiyetnamenin hükmünü tehire sebep oldu. Said Nursi